Dünyanın gözbebeği Amasra

Dünyanın gözbebeği Amasra

Şahane doğası, zengin tarihi ve kültürü, eşsiz deniziyle Batı Karadeniz’in cazibe merkezlerinden biri olan Amasra’dayız. Dünyanın gözbebeği olarak da nitelendirilen Amasra, insanın ömrü hayatında mutlaka görmesi gereken yerlerin başında geliyor.

[email protected]

Amasra’nın ilk olarak Sesamos adıyla Amazonlar tarafından kurulduğu kabul ediliyor, bu adın da Boztepe Adası‘nın yamaçlarını kaplayan yabani susam çiçeklerinden kaynaklandığı sanılıyor. Bir dönem Fenikelilerin kolonisi olan Sesamos daha sonra Megaralıların egemenliğine girmiş (İstanbul’u da Megaralıların kurduğunu hatırlamakta yarar var). Sesamos o dönemde başta şimşir, meşe palamudu, kestane olmak üzere orman ürünleri, kürk ve ton balığı ticaretinin yapıldığı canlı bir pazar yeri ve işlek bir limanmış. Büyük İskender zamanında yeniden kurulan kent, Amastris olarak anılmaya başlamış.

Antik dönem tarihçilerinden Strabon kentin adını, kurucusu Prenses Amastris‘ten aldığını; Amastris’in Heraklia (Karadeniz Ereğli) tiranı Dionysios‘un karısı ve Pers Kralı Dareios‘un kardeşi Oksyathros‘un kızı olduğunu söylüyor. Amastris’in kenti dört yerleşim yerini birleştirerek kurduğunu (Sesamos, Kytoron, Kromna ve Tieion), bir yarımada üzerindeki kentin iki yanında limanlar bulunduğunu anlatıyor.

Roma döneminde Bithynia-Pontus eyaletinin başkenti olan Amastris’in önemi artmış, anıtsal yapılarla donatılıp, surlarla korunmaya alınmış. 860 yılında Varegler tarafından yakılıp yıkılan kentte kalenin dışındaki yapılar terk edilmiş. 1261 yılında Bizanslılarla Cenevizliler arasında yapılan Nymphaion Anlaşması sonucunda Cenevizlilere verilmiş. Yaklaşık iki yüzyıl süren Ceneviz egemenliği 1460 yılında sona ermiş ve Fatih tarafından Osmanlı topraklarına katılmış. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Amasra’nın yıldızı sönmüş, hatta 1930 yılında belediyesi kapatılmış, limanın genişletilmesiyle birlikte önem kazanınca belediyesi 1955 yılında tekrar açılmış. Kömür madenlerinin işletilmeye başlamasıyla birlikte dışarıdan göç almaya başlayan Amasra 1987 yılında da ilçe yapılmış.

ANADOLU’DAKİ TEK YOL ANITI: KUŞKAYASI

Bartın‘dan Amasra’ya giden iki yol var. Yeni yol çift yönlü ve çabucak Amasra’ya varıyor. Anadolu’da başka örneği bulunmayan biricik yol anıtı olan Kuşkayası‘nın önünden geçen eski yol ise oldukça virajlı ve yılan gibi kıvrıla kıvrıla Amasra’ya doğru iniyor. Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Claudius (MS 41-54) zamanında Bithynia-Pontus Valisi Galius Julius Aguilla tarafından yaptırılmış karayolu dinlenme yeri ve anıtı olan Kuşkayası, Amasra’ya 4 km. uzaklıkta. Kayaya oyulmuş anıtın solunda bir sütun üzerinde duran başı kopuk Roma kartalı, sağda ise Claudius‘un başı yok edilmiş bir kabartması, anıtın üzerinde de iki yazıt var.

Anıtın bulunduğu yerin manzarası müthiş, ama bu güzelim doğa parçası cehenneme çevrilmeye çalışılıyor. Yıllardır çevrecilerle, termik santral inşa etmeye çalışan firmalar arasında büyük bir mücadele yaşanıyor. Ancak tehlike sürüyor, zira Amasra çevresinde 500 milyon tona yakın kömür rezervi olduğu biliniyor. Denize ve kömür yatağına yakın diye termik santralın Amasra civarında yapılması sürekli gündeme geliyor. Kuşkayası’nı birkaç kilometre geçtikten sonra Amasra’nın en güzel görüldüğü noktaya; Bakacak Tepesi‘ne ulaşılıyor. Amasra’nın Osmanlılarca fethi öncesinde Bakacak Tepesi’nden aşağıya bakan Fatih, gördüğü manzaraya hayran kalmış ve hocası Akşemsettin‘e şöyle demiş: “Lala, Çeşm-i Cihan (dünyanın gözbebeği) bura mı ola?

Kaç zamandır dünyanın gözbebeği olarak anılan bir cennet Amasra. Oysa şimdi Fatih’in bile hayran olduğu bu cennetin gözleri oyulmak isteniyor.

ÖNEMLİ BİR LİMAN KENTİ

Amasra etrafı defne, şimşir, ıhlamur, kestane ve çam ormanlarıyla kaplı bir yarımadanın üzerinde kurulmuş. Yarımadanın iki yanındaki doğal ve korunaklı limanlar tarih boyunca önemli bir liman kenti olmasını sağlamış. Yarımadanın doğusundaki koya “Büyük Liman”, batısındaki koya ise “Küçük Liman” deniyor. Her iki koyda da denize girilebilecek plajlar var, ama en büyük plaj Büyük Liman’da; burası yaz aylarında ana-baba günü gibi oluyor. Küçük Liman’daki Direkli olarak bilinen tarihi kulenin önünden de Prenses Amastris’in denize girdiğine inanıyor Amasralılar. Yakın çevrede Bozköy ve Çakraz gibi ünlü plajlar da var. Büyük Liman aynı zamanda Amasra’nın dışarıya açılan kapısı. Amasra’dan çıkarılan kömür buradan gemilere yüklenip gönderiliyor. Limanı sayesinde turizme alışmakta da zorlanmamış Amasra. Daha 1940’larda ev pansiyonculuğuyla tanışan Amasra, Bodrum’un, Çeşme’nin, Marmaris’in daha adı bilinmezken bile gözde bir tatil merkeziymiş.

Amasra’ya adeta bir ortaçağ kenti havası veren kalesi ilk kez Roma döneminde yapılmış, günümüze ulaşan surları ise Bizanslılarca inşa edilmiş. Cenevizlilerin de yeni kapılar açıp güçlendirdiği kalenin surları Boztepe ve Zindan mahallelerini çevreliyor, Zindan mahallesinin içinde ikinci bir surla çevrili bölge ise İçkale olarak adlandırılıyor. Halk arasında Sormagir kalesi olarak bilinen Boztepe aslında bir ada, tek gözlü Kemere köprüsüyle yarımadaya bağlanıyor.

Küçük Liman’dan Boztepe’ye doğru giden yolun üzerindeki dar sokaklar ve merdivenler kalenin içlerine doğru gidiyor. Buradaki Fatih Camisi 9.yüzyılda inşa edilmiş bir Bizans kilisesi. İslam geleneğine göre bir kent fethedildiğinde en büyük kilisesinin camiye çevrilmesi adettendir; Fatih de öyle yapmış ve burayı camiye çevirmiş.

Şimdi içinde kilise olduğunu hatırlatacak hiçbir iz yok. Ancak burada başka camilerde pek görülmeyen bir gelenek sürdürülüyor; cuma günleri imam kılıç çekerek hutbesini okuyor. İçkale’de Fatih Camisi’ne benzeyen Bizans’tan kalma bir kilise daha var. 1930’lu yıllara kadar cami olarak kullanıldıktan sonra terk edilen yapının içinde birkaç resim görülüyor, 2002 yılında onarılan yapı şimdi kültür evi olarak kullanılıyor.

Kaledeki bir çok evin duvarında eski yapılardan alındığı anlaşılan taşlar görülüyor. Amasra’nın bir zamanlar Cenevizlilerin egemenliğinde olduğunun en büyük kanıtı ise kalenin surlarında ve kapılarında görülen hanedan armaları.

İçkale’de Ceneviz armalarıyla süslü bir kapıdan yüksek burçlarla korunan bir şatoya giriliyor. Şimdi biçimsiz bir bina ve kümesin bulunduğu şatonun içi onarılıp Ceneviz armalarının sergileneceği bir müzeye dönüşecekmiş yakın zamanda.

Amasra’nın biraz açığında üzerinde yalnızca tavşanların yaşadığı Tavşan Adası var. Adanın üzerinde bazı temel kalıntıları görülüyor ve bunların bir manastıra ait olduğu sanılıyor. Sandal ya da motorlarla bu adaya gidilebiliyor.

Amasra’da bir müze de var. Zengin tarihi geçmişi burada bir müze kurulmasını zorunlu kılmış. 1976 yılında Küçük Liman’daki eski Bahriye Okulu onarılmış, Amasra ve yakın çevresinden toplanan eserlerin sergilendiği müze ziyarete açılmış. Şimdi belki de Türkiye’nin en güzel ve çağdaş müzelerinden biri Amasra Müzesi.

ÇEKİCİLER ÇARŞISI

Amasra’nın en çekici yeri ise Çekiciler Çarşısı. Amasra’ya gelen hemen herkes bu çarşıyı ziyaret ediyor. Burada birbiri ardına sıralanmış onlarca dükkan bulunuyor ve bu dükkanlarda peçetelikten rahleye dek binbir çeşit ağaç ürünleri satılıyor. Şimşir, ceviz, kiraz ve kızılağaç kullanılarak yapılan eşyaların çoğu dükkanların arkasında üretilip, desenleniyor. Ağaç oymacılığı öteden beri yörenin geçim kaynaklarından; Amasra ve köylerindeki bir çok kişi geçimini bu işten sağlıyor, hatta Strabon en iyi cins şimşir ağacının burada yetiştiğini anlatıyor. Çarşıya adını veren çekicilik Amasra’ya özgü bir el sanatı, artık yok olmaya yüz tutan çekici ustaları hünerlerini armut ağacından yaptıkları kaselerde gösterirmiş. Bu kaselerin ünlü “Amasra Salatası“na da özel bir aroma verdiği söyleniyor. Kimine göre ise salatanın lezzeti kaseden değil, mevsimine göre kullanılan malzeme ve sostan geliyor, hatta salataya lezzet veren sosun oranını babanın bile oğluna öğretmediği söyleniyor.

NASIL GİDİLİR?

Amasra-Bursa arası 486 km. 5.5-6 saatte katedilebilecek bir yol. İlçenin Ankara uzaklığı ise 300 km.

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir