AHMET MARUF DEMİR – “Biri de çıkıp demiyor ki Eren iyi ki varsın!” ya da “Annem mi yoksa şehadet mi?” veya “İnsanlık suçuna sessiz kalma!” demek mi…
Bir ben bilirim. Furkan, ayırır doğruyu yanlıştan. Bir ben görürüm. Eren, vakıf olur kâinatın sırrına. Bir ben duyarım. Yasin, ilmek ilmek dokur bunu ruhuma.
Oysa kalbi taş kesilmiş olanlar bu söylemi, bu fikri, bu hasreti hiç anlamazlar. Anlamadılar. Ve dâhi anlamayacaklar.
Gözleri vardır ama görmezler. Kulakları vardır ama işitmezler. Kalpleri vardır ama hissetmezler. Çünkü onlar Allah’tan yoksunlar. Asıl yoksulluk da bu ya!
Böylece anladım ki yoksul değilim ben. Çünkü görmüştüm Furkan’ı. Oradaydı. Mavi Marmara’da… Bir elinde kalem ve bir elinde al bayrak. Akdeniz dalgalı ve son durak. Günlüğüne düşen ise elbet ilelebet yaşayacak.
Anladım ki yoksul değilim ben. Çünkü duymuştum Eren’i. Oradaydı. Maçka’da… Sırtında bir sepet dolusu yürek. Karadeniz çılgın ve ah felek. Dağlardan yankılanan ise elbet ebedden seslenecek.
Yoksul değilim ben. Çünkü hissetmiştim Yasin’i. Oradaydı. Konuşurken Radyo Selam stüdyosunda… Ezber Bozan programımda, mikrofonun diğer ucunda… Radyosunun başında ya da kulaklığında. ‘İnsanlık suçuna sessiz kalma’ derken ise yanı başımda. Dert ortağımda…
Değilim ben. O. Çoğu kez sokak aralarında. Yetimlerin emaneti boynunda. Yasin. Vel Kur’an’ul Hâkim. Kitapta okunarak elbet hep hayırla hatırlanacak.
Ben…
Tevafuk o ki Yasin Börü Diyarbekir’de kurban eti dağıtımı yaparken; o günlerde radyo programımda coğrafyamızdaki zulümleri gündemleştiren şahsım da Suriye’deydi. Esed’in zulmünden dolayı Halep’ten kaçarak Afrin’deki kamplara yerleştirilen Kürtlere, Türkiye’deki Müslümanların kestirdiği kurban etlerini dağıtıyordum.
Ve ne kadar ilginç ve bir o kadar ibret verici ki, Suriye’de savaşın yaşandığı topraklarda çok daha rahat yardım eti dağıtabilmişken, Türkiye’de Yasin Börü başta olmak üzere elliye yakın insan insanlık suçuna kurban gitmişti!
Bahane olarak da o günlerde zalim örgüt DAEŞ/IŞID’in Kobani’ye saldırması gösterilmeye çalışılmıştı. Asıl neden ise, “AK Parti’nin aslında bu saldırıyı gerçekleştirdiğini ya da en basit haliyle sessiz kaldığını…” iddia ederek, HDP’nin almış olduğu karar (talimat) üzerine tabanına sokağa inin çağrısını yapmış olmasıydı.
Musul’a girdikten sonra sözüm ona “Bağdat’a doğru ilerliyoruz” diyen DAEŞ/IŞID her ne hikmetse birden yolunu Şengal’e ve oradan da Kobani’ye çevirmişti. Bunun üzerine Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bir diğer şehir olan Kobani’de batı medyasının pohpohlamasıyla “300 Spartalı”yı anımsatan sözde bir direniş (!) cereyan etmişti.
Her ne hikmetse de bu direnişe rağmen 300 bine yakın Kobanili iddia edildiği üzere DAEŞ/IŞID’i saldırtan taraf olan yine Türkiye’ye göç etmişti. AK Parti hükümeti ise yüzyıllık bir ironi ile tarihte iz bırakacak şekilde o insanlara kucak açarak kendi ülke sınırları içine almıştı.
Ne tuhaf değil mi?!
Dahası Kobani’de yaşanan bu savaşta bile elli sivil dahi – ki şükürler olsun- ölmemişken ve sivillerin ölmemesini sağlamak için sınır kapılarını açan AK Parti hükümetiyken; yine aynı hükümete yönelik itham ve iftiralardan dolayı sokağa inin çağrısı yapılmış ve Türkiye’de elliye yakın sivil katledilmişti.
Hakikaten ne tuhaf değil mi?!
Hayır, değil!
Gören gözler, işiten kulaklar ve hisseden kalpler için tuhaf olan bir şey yoktu.
Furkan gibi… Eren gibi… 6-8 Ekim olaylarının sembolü olan Şehit Yasin Börü de coğrafyamızda kurulmak istenen bu tezgahı kurban olarak bozmuştu.
YORUMLAR