Çağdaş trajedi: Mağusa

Çağdaş trajedi: Mağusa

Bu yazımızda Kıbrıs’ın güzel bir kentine, Mağusa’ya gidiyoruz. Tarih boyunca Kıbrıs’ın en önemli limanı ve dışa açılan kapısı olan Mağusa (Famagusta) birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış. Kah Shakespeare’in ünlü ‘Othello’ trajedisine ilham olmuş, kah zindanlarında özgürlük şairimiz Namık Kemal’i ağırlamış. Ortaçağ mimarisinin en güzel örnekleriyle dolu olan Mağusa adeta bir açık hava müzesi gibi, güneyindeki Maraş bölgesiyse çağdaş bir trajedi olarak karşımızda duruyor.

[email protected]

Mağusa’nın ilk olarak Mısır kralı 2.Ptoleme (MÖ 285-247) tarafından kurulduğu ve kralın kente karısı Arsinoe’nin adını verdiği kabul ediliyor. 7.yüzyılda Arap akınlarından kaçan Salamisliler de buraya yerleşmiş ve kentin adını yağmacıların bulamaması umuduyla Amohostos (kumlara gizli) olarak değiştirmişler. Mağusa altın çağını Lüzinyan Krallığı döneminde (1192-1489) yaşamış. Bu dönemde Papanın dinsizlerle alışverişi yasaklamasının ardından Kıbrıs limanları özellikle de Mağusa limanı Suriye limanlarının yerini almış ve Kudüs’e giden hacıların uğrak yeri olmuş. 1571 yılında Lala Mustafa Paşa tarafından kuşatılan Venedikliler, on bir ay boyunca direndikten sonra kenti teslim etmiş. 1974 Barış Harekatından sonra kentin adına Gazi unvanı eklenmiş ve Gazimağusa olarak anılmaya başlamış.

Kentin tarihi yerleşimi surların içinde, Mağusa surları ilk kez Lüzinyanlarca yapılmış, günümüzdeki halini ise Venedikliler zamanında almış. Venedikliler Osmanlıları durdurmak için 1550’li yıllarda 18 metre yüksekliğinde, 9 metre kalınlığında ve 3 kilometre uzunluğundaki bu surları inşa etmişler. Surların üzerinde 14 kuleyle; kentin giriş kapıları olan Kara Kapısı (Ravelin) ve Deniz Kapısı da (Porta del Mare) yer alıyor. Aslında bir içkale olan Othello Kalesi de burada. Kaleye Othello adı, İngiliz döneminde verilmiş. Shakespeare’in ünlü Othello trajedisinde 1506-1508 yıllarında Kıbrıs Bölge Valisi olan Christopher Moro’nun eşi Desdemona’yı kıskandığı için bu kalede öldürtmesinden esinlendiği ve bu oyunu Cinthio tarafından yazılan “Moor of Venice” adlı kısa öyküsüne dayanarak 1603 yılında yazdığı sanılıyor.

Namık Kemal Meydanı kentin kalbi. Burada Mağusa’nın da en görkemli yapısı olan 1298-1312 yılları arasında Lüzinyanlar tarafından inşa edilmiş St. Nicholas Katedrali yer alıyor. Kıbrıs’a damgasını vuran Lüzinyan kralları, önce Lefkoşa’da St. Sophia Katedrali’nde Kıbrıs Kralı, sonra da Mağusa’da St. Nicholas Katedrali’nde Kudüs Kralı olarak taç giyermiş. Olağanüstü güzellikteki gotik kilise camiye çevrilmiş ve Osmanlı komutanı Lala Mustafa Paşa’nın adı verilmiş. Avlusunda 1298 yılında dikilen ve yılda yedi kez meyve veren bir cümbez ağacı var. Meydanın diğer köşesinde Venedik Sarayının kalıntıları yer alıyor. Saraydan geriye yalnızca üç kemerli girişi ulaşabilmiş. Sarayın avlusunda Namık Kemal’in 38 ay boyunca esir tutulduğu zindan yer alıyor. Zindanın biraz ilerisinde de şimdi kullanılmayan Sinan Paşa Camisi (St. Peter ve St. Paul Kilisesi) yer alıyor. Suriçinde yarısı Latinlere, yarısı Ortodokslara ait 365 kilisenin bulunduğu söyleniyor. Çoğu Luzinyanlar döneminde inşa edilmiş olan bu kiliselerin büyük bölümü yangınlar ve depremler sonrasında yıkılıp gitmiş. Bazısının taşları İngiliz döneminde diğer yapılarla birlikte sökülerek Süveyş Kanalının inşasında kullanılmış. Farklı topluluklara da ev sahipliği yapmış Mağusa; Nasturi Kilisesi ve Ermeni Kilisesi de çok kültürlü geçmişin izleri olarak duruyor. Kertikli Hamam, Cafer Paşa Hamamı ve Akkule Mescidi de Osmanlıdan kalma yapılar.

Mağusa kenti yavaş yavaş Kuzey Kıbrıs’ın tek devlet üniversitesi olan Doğu Akdeniz Üniversitesine doğru kayıyor. Kıbrıs’ta 45000 öğrencisi olan altı üniversite var. Üniversiteler Kıbrıs’ın en önemli gelir kaynaklarından biri, bütçenin dörtte birinden fazlası üniversitelerden sağlanıyor.

TRAJEDİNİN ADI: MARAŞ

Othello’nun yazılmasından yüzlerce yıl sonra Mağusa’da bir başka trajedi yaşanıyor. Bu trajedinin adı ise Maraş. Maraş adı bildiğimiz varoş sözcüğünden geliyor, Rumlar kentin güneyini Varosha olarak adlandırıyordu. Yüzde yüzü Osmanlı Vakıf mülkü olduğu söylenen Maraş 1960’lı yıllarda hızla gelişmişti. Dünyanın sayılı tatil merkezlerinden biri haline gelmişti ve Akdeniz’in Las Vegas’ı olarak biliniyordu. 1974 yılında beş kilometrelik kıyı şeridine sahip Maraş bölgesinde önce 10 bin yataklı 45 otel ve 60 apartman tipi otel bulunuyordu. Rum turizminin yüzde 58’i bu bölgedeydi. Maraş tek başına Kıbrıs’ın gelirinin yüzde 30’unu sağlıyordu. 3 bin ticari birim, 99 eğlence merkezi, 143 Yönetim ofisi, 4 bin 649 özel ev, 21 banka, 24 tiyatro ve sinema, 380 bitirilmemiş inşaat ve İngilizce, Yunanca ve Türkçe 8500 kitabın olduğu bir kütüphane bulunuyordu. KKTC yetkilileri geçtiğimiz günlerde Maraş’ın tekrar yerleşime açılacağını açıkladılar. Kentin eski haline dönüşü için yaklaşık 10 milyar dolar gerekiyormuş.

Dünyanın ilk altı yıldızlı oteli de Maraş’taymış, en son teknolojiyle inşa edilmiş oteller, içindeki tüm eşyalar, hatta otoparklarındaki araçlarla birlikte kaderine terk edilmiş. Yalnızca oteller değil ünlü butiklerin vitrinlerindeki elbiseler, Opel bayisindeki 1974 model 0 kilometre araçlar da öylece kalmış. Hatta Rumların 14 Ağustos günü başlayan ikinci harekat sırasında kahvaltı masalarını bile bırakıp, apar topar kaçtıkları söyleniyor. Burada ünlü Hollywood yıldızı Sophia Loren’in de bir malikânesi var. Kentteki mülklerin değerinin 100 milyar doları bulduğu söyleniyor. Maraş’taki yapılar, geçen zaman içinde yağmalanmış ve uzun süredir el değmediği için harabeye dönmüş. Yalnızca BM askerleri tarafından özel koruma altına alınan İngiliz Kraliyet Ailesi’ne ait Golden Sands Oteli, Hagios Ioannes Kilisesi ve Sophia Loren’in evinin düzenli olarak bakımı yapılıyor.

Maraş, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin aldığı karar uyarınca hem yerleşime hem de iskâna kapatılmıştı. Maraş şimdi askerlerin içeriye kimseyi sokmadığı tel örgülerle çevrili hayalet bir kent. Fiilen Türk toprağı ama kontrol BM’ye ait. Turistler İkon Müzesinden öteye geçemiyor, orduevi ve yanındaki öğrenci yurdunda kalanlar dışında hiç kimse Maraş’ın içine giremiyor. BM askerleri Maraş’la, yerleşime açılmış kuzeydeki bölge arasında sürekli devriye geziyor. BM Barış Gücü her yıl kentteki taşınır-taşınmaz malların sayımını yapıyor.

Mağusa’yla Boğaz arasında uçsuz bucaksız kumsallar uzanıyor. Şimdilik bu bölge Salamis civarındaki birkaç tesis dışında bakir. Mağusa’ya yaklaşık 8 km uzaklıkta ise antik dönemde Kıbrıs’ın başkenti olan Salamis kentinin kalıntıları yer alıyor. Kentin kurucusunun Troya Savaşının kahramanlarından Salamis Adası kralı Telamon’un oğlu Tefkros olduğu kabul ediliyor. Salamis en parlak yıllarını Roma döneminde yaşamış. Yaşadığı büyük depremler sonrasında yerle bir olan kent Bizans İmparatoru Constantinos tarafından yeniden kurulmuş, ancak bir daha eski günlerine dönememiş, Arap akınları sırasında halkı Mağusa’ya göç etmiş. Salamis’ten günümüze ulaşan gymnasium, hamamlar, antik tiyatro, agora, bazilikalar, Zeus Tapınağı ve kral mezarları gibi yapılar kentin görkemini yansıtıyor.

HAGİOS BARNABAS MANASTIRI

Salamis Nekropolünün batı ucunda Kıbrıs’ın en ünlü manastırlarından biri ve İsa’nın havarilerinden Barnabas’ın mezarı bulunuyor.

Salamis’te doğan bir Yahudi olan Barnabas Kudüs’te eğitim gördükten sonra Kıbrıs’a dönmüş ve Hıristiyanlığı yaymak için MS 45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlamış. Bu yüzden kendi vatandaşlarınca öldürülmüş. Müridleri cesedi kaçırıp bir yeraltı mağarasına gömmüş. Ölümünden 432 yıl sonra Anthemios adında bir din adamı Barnabas’ın mezarının yerini rüyasında görmüş. Mezar açıldığında bulunan İncil’den cesedin Barnabas’a ait olduğu anlaşılmış. Bunun üzerine Anthemios İstanbul’a gidip, İmparator Zenon’a havarinin mezarının bulunduğu müjdesini vermiş. Zenon hem manastırın inşaatı için yüklüce bir bağış yapmış, hem de Kıbrıs Kilisesine özerklik vermiş.

Hagios Barnabas Manastırı görkemli bir kilise, bir iç avlu ve onun etrafına dizilmiş odalardan oluşuyor, ana yapının yüz metre kadar uzağında da Havari Barnabas’ın mezarının bulunduğu bir başka şapel bulunuyor. Manastırın günümüzdeki halini 18.yüzyılda aldığı biliniyor. Burada yaşayan üç keşiş 1974 Harekatından sonra da manastırda kalmış, ancak 1976 yılında Güney’e geçmiş. Daha sonra restore edilen manastırın ana kilisesi ikonların sergilendiği, keşiş odaları ise çevreden toplanan arkeolojik eserlerin sergilendiği bir müze olarak ziyarete açılmış.

Beşparmak Dağları üzerinde, yaklaşık 700 metre yükseklikteki Kantara Kalesi ise Mesarya Ovasına ve Karpaz Yarımadasına hakim bir noktada yer alıyor. Kalenin adından ilk kez 1191 yılında Aslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı ele geçirmesi sırasında söz ediliyor. Venedikliler zamanında denizden uzak diğer kaleler gibi Kantara Kalesinin de önemini kaybettiği biliniyor.

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir