Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz, Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) İsrail’in Birleşmiş Milletler (BM) kurumlarına yönelik kısıtlamalarına ilişkin sözlü beyanda bulundu. Yılmaz, mahkemedeki sunumuna UAD’nin 19 Temmuz 2024 tarihinde İsrail’in Doğu Kudüs dahil olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarındaki varlığının hukuka aykırı olduğu ve İsrail’in bu yasa dışı işgale bir an önce son vermekle yükümlü olduğunu belirten bir danışma görüşü yayınladığını hatırlatarak başladı.
BM Genel Kurulu’nun 19 Eylül 2024’te Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) danışma görüşünü onaylayan bir karar kabul ettiğine dikkat çeken Yılmaz, “Bu karar, tüm devletlerin İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasa dışı varlığından doğan durumu hukuken tanımama yükümlülüğü bulunduğunun altını çizer. Ayrıca, İsrail’in yasa dışı varlığını sürdürmesine yardım ve destek sağlamamaları gerektiğini belirtir” dedi.
“İsrail, bir kez daha barış yerine düşmanlığı tercih etti”
Yılmaz, “Bugün yeniden mahkeme önünde bulunma nedenimiz, İsrail’in uluslararası yükümlülüklerini sürekli ve ağırlaştırarak ihlal etmesidir. Bu durum, Ekim 2023’ten bu yana daha da vahim bir hal almıştır. Gazze’de sivillere karşı eşi benzeri görülmemiş ölçekte bir savaşla karşı karşıyayız. İsrail’in saldırganlığı Batı eria ile başta Lübnan ve Suriye olmak üzere komşu ülkelere de sıçramaktadır. Uluslararası toplum, İsrail’in Gazze’deki saldırganlığını ve Gazze’de çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşan on binlerce masum insanın hayatını kaybetmesini durdurmakta tek kelimeyle başarısız olmuştur. Başlangıçta, 15 Ocak 2025 tarihli ateşkes, başlangıçta her iki tarafa da beklenen rahatlamayı getirmiştir. İsrailli rehinelerin ve bin 700’den fazla Filistinli mahkumun serbest bırakılması, insani yardımların girişi, yerinden edilen Filistinliler için Gazze’nin kuzeyine dönüş yollarının yeniden açılması, Filistinlilerin daha önce benzeri görülmemiş bu acıların sona ermesi yönündeki umutlarını canlandırmıştır. Ancak, İsrail’in ihlalleri üzerine bu anlaşma geçersiz hale gelmiş, İsrail, bir kez daha barış yerine düşmanlığı tercih etmiştir” dedi.
“İsrail, açlığı silah olarak kullanıyor”
Yılmaz, “Bugünkü haliyle İsrail’in saldırganlığı, Gazze’nin boşaltılması, Batı Şeria’nın ilhakı, yerleşim yerlerinin genişletilmesi ve Gazze’deki 2,4 milyon Filistinli mültecinin üçüncü ülkelere sürgünü yönündeki büyük planlarla durmaksızın devam etmektedir. Gazze halkı yeniden abluka altındadır ve hiçbir insani yardım girişine izin verilmemektedir. Hamas’ın rehineleri iade etmesini sağlamak bahanesiyle toplu cezalandırma uygulanmaktadır. İsrail, açlığı silah olarak kullanmaktadır. Tahliye emirleriyle dakikalar içinde yüzlerce yerinden edilmiş insan, bir bölgeden diğerine sürgün edilmektedir. İsrail, evleri, hastaneleri, okulları, sığınakları, kampları, güveli bölgeleri ve geriye kalan tüm sivil altyapıyı hedef almaktadır” dedi.
İsrail’in son olarak 21 Mart’ta Gazze’de tek kanser tedavisi sunan hastane olan Türk-Filistin Dostluk Hastanesi’ni ve bitişiğindeki tıp fakültesini havaya uçurduğunu vurgulayan Yılmaz, “İsrail’i durduracak herhangi bir hukukun uygulanmadığı yerde, kaos, anarşi ve Gazze’de soykırıma varan kitlesel katliamlar hüküm sürmektedir. Derhal uluslararası müdahale olmadığı takdirde, bunun Batı Şeria’da da tekrarlanması kaçınılmaz görülmektedir” dedi.
BM’ye göre Batı Şeria’da, İsrail ordusunun Cenin kampına yönelik operasyonlarının Tulkarm, Nur Shams ve El Far’a kamplarına yayılmasının ardından 50 binden fazla kişinin yerinden edildiğini belirten Yılmaz, “İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, ordunun önümüzdeki yıl boyunca bu kamplarda kalacağını ve kamp sakinlerinin geri dönmelerine izin verilmeyeceğini açıklamıştır” dedi.
“İsrail’in uluslararası örgütlerin çalışmalarını kolaylaştırması gerekmektedir”
BM Genel Kurulu’nun, 19 Aralık 2024 tarihinde, BM Şartı’nın 96. maddesi ve UAD Statüsü’nün 65. maddesine dayanarak, UAD’den istişari görüş bildirmesini talep eden 79/232 sayılı kararı kabul ettiğini hatırlatan Yılmaz, “Bu karar, İsrail’in işgalci bir güç ve bir BM üyesi olarak, BM’nin, ajansları ve organları dahil olmak üzere, diğer uluslararası örgütlerin ve üçüncü devletlerin işgal altındaki Filistin topraklarındaki varlığı ve faaliyetleri ile ilgili yükümlülüklerini açıklığa kavuşturmak için UAD’den bir danışma görüşü talep etmiştir. Türkiye, UAD Statüsü’nün 66. maddesinin 2. fıkrasına uygun olarak, Divan’ın 27 Şubat 2025 tarihli Kararı uyarınca yazılı bir beyan sunmuştur. Türkiye’nin bu talebe verdiği destek, İsrail’in uluslararası yükümlülüklerine bağlı kalmasını sağlama konusundaki kararlılığını vurgulamaktadır. Bu yükümlülüklerin arasında, işgal altındaki Filistin topraklarındaki Filistinli sivil nüfusun insani yardım, temel ihtiyaç malzemeleri ve temel hizmetlere engelsiz erişimine izin verme sorumluluğu da yer almaktadır. Ayrıca İsrail’in uluslararası örgütlerin çalışmalarını kolaylaştırması gerekmektedir. BM’nin bir üyesi olarak İsrail, BM Şartı’na uyma ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını uygulama gerekliliğini de içeren Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve BMGK kararları kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmek için iyi niyetle hareket etmelidir” dedi.
“İsrail dahil tüm üye devletler, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmek ve güç kullanma tehdidinden veya kullanımından kaçınmakla yükümlüdür”
Türkiye’nin tutumunun, BM Şartı, uluslararası insancıl hukuk ve uluslararası insan hakları hukuku dahil temel uluslararası hukuk belgelerine dayandığını vurgulayan Yılmaz, “İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki yükümlülükleri değerlendirilirken bazı ilkeler bilhassa önem taşımaktadır. BM Şartı’nın 2(3) ve 2(4) maddeleri uyarınca, İsrail dahil tüm üye devletler, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmek ve güç kullanma tehdidinden veya kullanımından kaçınmakla yükümlüdür. Bu yükümlülükler, uluslararası normlara uyulması sağlanarak, küresel barış ve güvenliğin korunmasında BM ile iş birliği yapmayı da kapsamaktadır” dedi.
BM, kuruluşları ve personeline tanınan ayrıcalıkların ve bağışıklıkların, BM’nin bağımsız ve tarafsız işleyişini sağlamak için elzem olduğunu vurgulayan Yılmaz, “Bunlar, 1946 tarihli Birleşmiş Milletlerin Ayrıcalık ve Muafiyetlerine dair Sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Türkiye, özellikle İAFT’deki (İşgal Altındaki Filistin Toprakları) insani operasyonlar bağlamında bu korumaların öneminin altını çizmektedir. BM kuruluşlarının dokunulmazlığı, Filistinli mültecilere etkili bir şekilde yardım edebilmeleri için hayati önem taşımaktadır. İşgal altındaki sivillerin korunmasını ve refahını taahhüt eden 1949 tarihli Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, İAFT’deki işgalci güç olan İsrail için bağlayıcıdır. Bu yükümlülükler arasında, insani yardımın Filistin halkına herhangi bir engel olmaksızın ulaşmasını sağlamak, BM’nin, uluslararası teşkilatların ve yardım sağlayan üçüncü devletlerin varlığına ve çalışmalarına saygı göstermek ve Filistinlilerin uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları hukuku kapsamındaki haklarını korumak yer almaktadır. Türkiye, İsrail’in bu yükümlülüklere uymasının, bölgede barış ve istikrarın sağlanması için gerekli olduğunu savunmaktadır” dedi.
“İsrail, taahhütlerine rağmen BM Genel Kurulu kararlarını uygulamamış”
BM Genel Kurul’unun 1948’deki 207’nci toplantısı sırasında, dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Moshe Sharett’in, İsrail’in BM ilkelerine bağlılığını bir kez daha teyit ederek barış, komşu Arap devletleriyle iş birliğine ve uluslararası yükümlülüklere bağlılığa vurgu yaptığını hatırlatan Yılmaz, “İsrail, politikalarının BM Şartı ve ilgili kararlarla uyumlu olduğu teminatını vermiş, bu da yükümlülüklerini yerine getirmeye istekli ve muktedir, barışsever bir devlet olarak tanınmasını sağlamıştır. Ancak İsrail, taahhütlerine rağmen BM Genel Kurulu kararlarını uygulamamış, BM Genel Kurulu’nun 181 sayılı kararında belirtildiği üzere bir Filistin devletinin kurulmasını engellemiş ve mültecilerin 194 sayılı karar kapsamındaki haklarını reddetmiştir. Özellikle daha fazla ülke Filistin’i bir devlet olarak tanıdıkça, bu ihlaller, İsrail’in BM yükümlülüklerine riayetine meydan okumaya devam etmektedir” dedi.
BM Şartı’nın 4(1) maddesinin üyelik konusunda beş şart koştuğunu belirten Yılmaz, “Devlet olmak, barışsever olmak, Şart’ın yükümlülüklerini kabul etmek, bunları yerine getirme kabiliyetine sahip olmak ve bunu yapmaya istekli olduğunu göstermek. UAD, bir istişari görüşünde, bu kriterleri teyit etmiş ve BM üyeliğinin, Şart’ın ilkelerine sürekli uyumu gerektirdiğinin altını çizmiştir. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi uluslararası hukuk kapsamında hesap verme yükümlülüğüne yol açabilir” dedi.
“Hem İsrail hem de Filistin’in taraf olduğu Cenevre Sözleşmeleri (1949) uyarınca, çatışmalar sırasında sivillerin ve insani yardım personelinin korunması gerekmektedir”
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının, devletlerin özellikle çatışma bölgelerindeki BM personelini ve tesislerini koruma ihtiyacına vurgu yaptığına dikkat çeken Yılmaz, “57/337 (2003) sayılı BM Genel Kurulu kararı BM personelinin güvenliğini teyit ederken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1502 (2003) sayılı kararı da bu personele yönelik saldırıları uluslararası hukukun ihlali sayarak kınamıştır. Ayrıca, 2286 (2016) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı silahlı çatışmalar sırasında tıbbi personele ve tesislere yönelik saldırıları özellikle kınamış ve üye devletleri insani yardım aktörlerini korumaya çağırmıştır. İlaveten, 1946 tarihli BM Ayrıcalık ve Muafiyetlerine dair Sözleşme, BM tesislerinin, arşivlerinin ve varlıklarının dokunulmazlığını açıkça garanti altına almakla örgütün bağımsız olarak faaliyet göstermesini ve görevini yerine getirmesini sağlamaktadır” dedi.
“İsrail, 1946 Sözleşmesi’nin tarafı olarak bu hükümlere riayet etmekle yükümlüdür”
Hem İsrail’in hem de Filistin’in taraf olduğu Cenevre Sözleşmeleri uyarınca, çatışmalar sırasında sivillerin ve insani yardım personelinin korunması gerektiğini vurgulayan Yılmaz, “Ortak Madde 3, BM personeli de dahil olmak üzere, aktif olarak çatışmalara katılmayanlara insani muamele yapılmasını öngörmektedir. UAD, Cenevre Sözleşmelerinin işgal altındaki tüm topraklar için geçerli olduğuna karar vermiş ve İsrail’in bu sözleşmelerin İAFT’de hukuken geçerli olmadığı iddiasını reddetmiştir. BM Şartı’nın 104. ve 105. maddeleri BM’ye tanınan yasal korumaları daha da güçlendirmekte, BM’ye tüzel kişilik kazandırmakta ve devlet müdahalesi olmaksızın faaliyet gösterebilmesini sağlamaktadır. İsrail, 1946 Sözleşmesi’nin tarafı olarak bu hükümlere riayet etmekle yükümlüdür. Ayrıca, Şart’ın 2(5) maddesi İsrail’in BM’nin faaliyetlerini engellemek yerine ona destek olmasını gerektirmektedir. Bu hükümleri çekincesiz olarak onaylayan İsrail, BM tesislerine, personeline ve misyonlarına saygı göstermekle yasal olarak yükümlüdür. Bu ayrıcalıklar BM’nin görevini etkin bir şekilde yerine getirebilmesini sağlamak için tanınmaktadır. Bu yükümlülüklere rağmen İsrail, Doğu Kudüs dahil olmak üzere İAFT’deki BM personelinin erişimini kısıtlamıştır. İAFT Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu, İsrail’in BM soruşturmalarında iş birliği yapmadığını, yetkililerin ve sağlık uzmanlarının girişini engellediğini bildirmiştir. İAFT’de insan haklarının durumuna dair Özel Raportör, İsrail’in BM müfettişlerine erişim izni vermemesinin adaletin engellenmesi anlamına gelebileceğini belirtmiştir. İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (İHYK) de İsrail’in İAFT’de çalışan uluslararası personele vize vermediğini bildirmiştir” dedi.
UAD’nin, BM dokunulmazlığının önemini ve devletlerin BM personeline saygı gösterme ve koruma yükümlülüğünü vurgu yaptığı belirten Yılmaz, “BM Hizmetinde Uğranılan Zararın Tazmini hakkındaki 1949 tarihli İstişari Görüş, BM görevlilerine yönelik saldırıların örgütün misyonunu engellediğini ve uluslararası hukukun ihlalini teşkil ettiğini teyit etmiştir. UAD, BM personelinin maruz kaldığı yaralanmalar için tazminat talep etme hakkını tanımış ve Şart’ta açıkça ifade edilmemiş olmasına karşın BM’nin görevlerini yerine getirmek için gerekli adımları atmasına izin veren ‘zımni yetki ilkesini’ onaylamıştır” dedi.
“Fiilen İAFT’ye girişi yasaklanan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de bulunmaktadır”
İsrail’in 17 Eylül 2024 tarihi itibarıyla uluslararası STK camiasının başkan ve çalışanlarına vize vermeyi durdurduğunu hatırlatan Yılmaz, “UNRWA Genel Komiserinin de altını çizdiği üzere, ‘İsrail Hükümeti, insani yardım kuruluşlarının veya bu savaşın vahşeti ve siviller üzerindeki etkisi hakkında raporlama yapanların temsilciliklerini aşamalı olarak kaldırıyor. İnsani yardım ihtiyaçları artmaya devam ettikçe, daha az değil daha fazla insani yardım çalışanına ihtiyaç duyuyoruz. Şu anda tam tersi oluyor’ aslında bu durum, bazı üst düzey BM yetkililerine Gazze’yi ziyaret etme izni verilmediği ve Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria’ya seyahat etmelerinin engellendiği bir dönemde, uluslararası medyanın Gazze’den özgürce haber yapmasına yönelik devam eden giriş yasağının ardından meydana gelmiştir. Bu üst düzey BM yetkilileri arasında 2 Ekim 2024 tarihinde İsrail tarafından istenmeyen kişi ilan edilen ve ülkeye ve fiilen İAFT’ye girişi yasaklanan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de bulunmaktadır. İsrail Hükümeti’nin 2 Mart 2025 tarihinden itibaren Gazze’ye insani yardım ulaştırılmasını tamamen durdurma yönündeki tek taraflı kararı, Gazze’deki tüm sivillere karşı bir tür toplu cezalandırma niteliğindedir. Bu eylem, İsrail’in Gazze’deki işgalci güç olarak Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nde belirtilen insani yardıma erişimi sağlama yükümlülüklerine aykırıdır. Bu toplu cezalandırma politikası, 16 Nisan 2025 tarihinde İsrail Savunma Bakanı tarafından yapılan yazılı bir açıklamayla bir kez daha teyit edilmiş ve kalan rehineleri serbest bırakması için Hamas’a baskı yapmak amacıyla Gazze’ye yönelik yardım yasağının sürdürüleceği bildirilmiştir. Buna ek olarak, bazı İsrailli bakanlar, rehineler serbest bırakılana kadar Gazze’ye yardım yapılmaması yönündeki sert söylemlerini yinelemiştir” dedi.
Yılmaz, İsrail meclisinin 19 Şubat 2025 tarihinde Dernekler Kanunu’nda yapılan değişiklikleri ön okuma sırasında onayladığını belirterek, söz konusu değişikliğin yabancı kuruluşlardan herhangi bir fon alan ve İsrail devleti tarafından bütçelendirilmeyen kuruluşların, bu tür bir yabancı kaynaktan alınan her bağış için yüzde 80 oranında vergiye tabi tutulmasını öngördüğünü ve tasarının esasen İAFT’deki Filistinlilere yönelik uluslararası bağışları kesmeyi amaçladığını ifade etti.
“OCHA’ya göre 15 Nisan 2025 itibarıyla 294’ü BM personeli olmak üzere en az 417 yardım görevlisi öldürülmüştür”
İsrail’in uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmedeki başarısızlığının UNRWA’yı ve UNRWA’nın Filistinli mültecilere yönelik kamu hizmetlerini uzun süredir hedef almasıyla aleni şekilde ortaya çıkardığını belirten Yılmaz, “Ajans, 1949’da BMGK’nın 302(IV) sayılı kararıyla, Doğu Kudüs’ü de kapsayan İAFT de dahil olmak üzere faaliyet gösterdiği bölgelerdeki Filistinli mültecilere temel hizmetler ve insani yardım sağlamakla görevli bir alt BM organı olarak kurulmuştur. 1967 çatışmasının ardından İsrail makamları, Comay-Michelmore anlaşması yoluyla UNRWA’nın bu topraklarda varlığını sürdürmesini resmi olarak talep etmiştir. Kritik insani rolüne rağmen UNRWA, faaliyetlerini engelleyen İsrail politikaları ve eylemleri nedeniyle ciddi sınamalarla karşı karşıya gelmiştir. Bunlar arasında UNRWA personeline yönelik hareket kısıtlamaları, keyfi tutuklamalar, BM tesislerini hedef alan askeri operasyonlar ve Gazze’ye yönelik abluka yer almaktadır. UNRWA, tesislerine ve personeline yönelik saldırılar da dâhil olmak üzere, İsrail güçlerinin Ajansın tarafsızlığını ve dokunulmazlığını ihlal ettiği olayları belgelemiştir. Örneğin 2009 yılında İsrail, UNRWA’nın Gazze’deki yerleşkesini bombalayarak insani yardım malzemelerini imha etmiştir. 2013 yılında bir UNRWA çalışanı Batı Şeria’da İsrail güçleri tarafından öldürülmüştür. OCHA’ya göre 15 Nisan 2025 itibarıyla 294’ü BM personeli olmak üzere en az 417 yardım görevlisi öldürülmüştür” dedi.
“İsrail yasal olarak gıda, su ve tıbbi bakıma erişimi sağlamakla yükümlüdür”
İsrail’in 7 Ekim 2023 olaylarından bu yana UNRWA’ya yönelik yaklaşımının BM’nin dokunulmazlık ve ayrıcalıklarına benzerine rastlanılmamış bir saldırı anlamına geldiğini ifade eden Yılmaz, “Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik insani yardımı ciddi şekilde kısıtlamaktadır. Ayrıca, bu eylemler, işgalci bir gücü sivil halka insani yardım ve temel hizmetleri sağlamakla yükümlü kılan Dördüncü Cenevre Sözleşmesi de dahil olmak üzere, birçok uluslararası yasal belgeyi ihlal etmektedir. UAD ayrıca, Gazze’ye insani yardım girişine İsrail’in izin vermesini gerektiren ancak İsrail’in eylemleriyle doğrudan baltaladığı geçici tedbirler de almıştır. Gazze’deki duruma ilişkin olarak, İsrail’in yasama faaliyetleri, UAD tarafından Güney Afrika-İsrail davasında (26 Ocak, 28 Mart ve 24 Mayıs 2024) alınan üç geçici tedbir kararını da ihlal etmektedir. Söz konusu kararlar, İsrail’den, özellikle koruma altındaki Filistin halkının fiziksel olarak yok edilmesine yol açacak koşulları oluşturacak eylemlerden vazgeçmesini ve Gazze’ye serbest insani yardımı kolaylaştırmasını talep etmiştir. UNRWA’nın Gazze’deki faaliyetlerinin yasaklanması, Ajansın sivil nüfusa insani yardım sağlayan birincil kuruluş statüsü göz önünde bulundurulduğunda, geçici tedbirlerin ihlali ve koruma altındaki bir grup olarak Filistinlilerin potansiyel olarak yok edilmesi anlamına gelebilecek bir davranıştır” dedi.
BM Genel Kurulu’nun 76/78 (2021) sayılı ve daha önceki kararlarında UNRWA tesislerine yönelik saldırıların kınandığını hatırlatan Yılmaz, “Güvenlik Konseyi ayrıca, İsrail’i uluslararası hukuka saygı göstermeye ve insani erişimi sağlamaya çağıran kararlar da almıştır. Ayrıca BM Genel Sekreteri, İsrail’in 1946 tarihli Ayrıcalık ve Muafiyetlere dair Genel Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerini yinelemiş ve UNRWA faaliyetlerinin koruma altına alınması gerektiğini vurgulamıştır. UNRWA faaliyetlerini engellerken İsrail, İAFT’deki 2,4 milyon Filistin mültecisi için herhangi bir alternatif insani mekanizma sağlamamıştır. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 55. maddesi uyarınca İsrail yasal olarak gıda, su ve tıbbi bakıma erişimi sağlamakla yükümlüdür. Ancak BM İnsan Hakları Konseyi ve Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu gibi uluslararası kuruluşların raporları, İsrail’in bu yükümlülükleri sistematik olarak ihlal ettiğini belgelemektedir” dedi.
Türkiye-ABD vatandaşı olan Ayşenur Ezgi Eygi’nin işgal altındaki Batı Şeria’da barışçıl protestolar sırasında öldürülmesine değinen Yılmaz, Eygi’nin ölümünün İAFT’de insani yardım gönüllülerinin karşı karşıya kaldığı ciddi riskleri daha da ön plana çıkardığını açıkladı. Yılmaz, “Bugün, hem Filistinliler hem de İsrailliler için barış ve güvenlik anlamına gelen adalet talebimizi dile getirmek üzere UAD’nin huzurundayız. BMGK tarafından Divan önüne getirilen soruların sınırları içerisinde kalmaya çalışıyoruz. Şubat ayı sonunda yazılı beyanımızın sunulmasından bu yana, İsrail saldırganlığının bir kez daha tırmanmış olması ciddi bir endişe kaynağıdır. UNRWA’ya göre, İsrail’in 17-18 Mart 2025 gecesi Gazze’ye düzenlediği hava saldırılarının ardından Gazze’deki ateşkesin bozulmasından bu yana, yoğun askeri faaliyetler ve saldırılar devam etmiş, yüzlerce insan ölmüş ve yaralanmış, hastaneler de dahil olmak üzere sivil altyapının sağlam kalan kısmı daha fazla zarar görmüş ve tahrip edilmiştir. 18 Mart’ta 180’den fazla çocuğun öldürüldüğü bildirilmiş ve UNICEF’e göre bu rakam, ‘geçtiğimiz yıl içinde tek bir günde en yüksek çocuk ölümü sayısı’ olmuştur” dedi.
“Kritik insani yardım malzemeleri hızla tükenmektedir”
İsrail makamlarının yeniden abluka uyguladığı 2 Mart tarihinden bu yana Gazze Şeridi’ne insani yardım ve malzeme girişi yapılamadığını belirten Yılmaz, “Bu abluka, çatışmaların başladığı Ekim 2023’te ilk kez uygulanan toplam abluka süresini aşarak şu anda 8 haftayı geçmiştir. Sonuç olarak, gıda ve tıbbi yardım da dahil olmak üzere kritik insani yardım malzemeleri hızla tükenmektedir. UNRWA, Gazze ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki faaliyetlerini tam olarak sürdürebilmiş olsaydı, İsrail’in, özellikle çocuklar için ölümcül sonuçlar doğuran, Gazze’ye yardım ulaştırılmasına yönelik kısıtlamaları da engellenebilirdi. Batı Şeria’da, İsrail Kuvvetlerinin 21 Ocak 2025 tarihinde Cenin kampında ve kuzeydeki diğer bölgelerde başlattığı geniş çaplı operasyon devam etmekte olup, bu operasyon 2000’li yılların başındaki İkinci İntifada’dan bu yana İsrail güçlerinin Batı Şeria’da gerçekleştirdiği en uzun süreli operasyonu oluşturmuş, 1967 savaşından bu yana en fazla nüfusun yerinden edilmesine yol açmıştır” dedi.
UAD’nin istişari görüş sunma yetkisi bakımından iki gelişmenin özellikle endişe verici olduğunu ifade eden Yılmaz, “Bunlardan birincisi, İsrail’in Gazze’ye yönelik ve BM insani yardım çalışanlarını da hedef alan, tahammül edilemez seviyedeki saldırıları nedeniyle, BM Genel Sekreteri ‘Kuruluşun Gazze’deki mevcudiyetini azaltma yönünde zor bir karar almıştır’ Bu, İsrail’in İAFT’deki uluslararası yükümlülüklerini yeniden tesis etmeye yönelik uluslararası çabalara vurulmuş bir darbedir. İkincisi, 23 Mart 2025 tarihinde, 8 Filistinli sağlık görevlisi ile birlikte 6 Sivil Savunma acil müdahale görevlisi ve bir BM personeli, Gazze’nin güneyinde İsrail güçleri tarafından öldürülmüştür. 5 ambulans, bir itfaiye aracı ve bir BM aracı, el-Haşaşin bölgesinde ‘birer birer’ vurulmuş ve cesetler toplu bir mezardan çıkarılmıştır. Daha da kötüsü, ön soruşturmalar yakın mesafeden kasıtlı infazlara işaret etmektedir. Bu durum, İsrail’in insani yardım ve BM çalışanlarına yönelik kasıtlı saldırısının bir başka örneğidir. İnsani yardım kuruluşları, saldırıyı savaş suçu olarak nitelendirerek hesap sorulmasını talep etmiştir. BM ve yardım kuruluşları, çatışma bölgelerinde sağlık görevlilerinin korunmasına dikkat çekerek soruşturma açılması çağrısında bulunmuştur” dedi.
“İsrail’in insani yardımı engellemesi, kurallara dayalı çok taraflı sistemi tehlikeye atmakta, uluslararası hukuk düzeninin güvenilirliğini sarsmakta”
Türkiye’nin İsrail’in uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini ısrarla yerine getirmemesinden derin endişe duyduğunu belirten Yılmaz, “Filistin halkına karşı aralıksız işlediği suçların yanı sıra, İsrail’in insani yardımı engellemesi, BM tesislerini hedef alması ve BM personeline yönelik kötü muamelesi, Filistin halkının çektiği acıları daha da artırmakla kalmayıp aynı zamanda kurallara dayalı çok taraflı sistemi tehlikeye atmakta, uluslararası hukuk düzeninin güvenilirliğini sarsmakta ve BM gibi uluslararası kuruluşların ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesi gibi hukuki belgelerin etkinliğini ciddi şekilde azaltmaktadır. Hesap verebilirlik ve adaleti temin etmek maksadıyla, bu gibi eylemler uluslararası toplum tarafından ivedilikle çözüme kavuşturulmalıdır. Bu nedenle Türkiye, UAD’den, İsrail’in uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülüklerini teyit eden, bu yükümlülüklerin daha fazla ihlal edilmesini önleyecek tedbirlerin alınmasının önünü açan ve BM’nin, diğer uluslararası örgütlerin ve üçüncü devletlerin İAFT’deki varlığına ve faaliyetlerine saygı gösterilmesinin önemini vurgulayan bir istişari görüş vermesini saygıyla talep etmektedir” dedi.
Yılmaz, “Bu Divan, İsrail’in uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülüklerini ve Birleşmiş Milletlere’e (BM) ve UNRWA dahil BM kuruluşlarına yönelik eylemlerinin hukuka aykırılığını teyit etme konusunda hukuki, tarihi ve ahlaki bir sorumluluk taşımaktadır. Türkiye, İsrail-Filistin ihtilafına adil ve kalıcı bir çözüm bulunmasını desteklemeye kararlılıkla devam edecektir” dedi.
YORUMLAR