Elma cenneti: Eğirdir

Elma cenneti: Eğirdir

Maviyle yeşilin kucaklaştığı Eğirdir’de görecek çok yer, yapacak çok şey bulunuyor. Burada sörften dağcılığa, kayaktan bisiklete, yürüyüşten yamaç paraşütüne kadar tüm doğa sporlarını yapma şansınız var.

[email protected]

Eğirdir adının Yunanca’da bir nesnenin en uçtaki yada en üstteki bölümü anlamına gelen Akroterion sözcüğünden geldiği kabul ediliyor, bu adında kentin arkasındaki Davras Dağından kaynaklandığı sanılıyor. Söylenceye göre ise Eğirdir adının kökeni dramatik bir olaya dayanıyor: “Çok eskiden Eğirdir’de yaşayan bir bey, eşi ve çocuklarıyla birlikte Sivri dağın eteklerine avlanmaya çıkmış. Bir geyik gördüğünde okunu gerip atmış. Ok geyik yerine bir kayaya saplanmış. Okun saplandığı noktadan sular fışkırmış ve çocukları bu suya kapılıp boğulmuş. Bey eşinin yanına koşmuş ona çocuklarının boğulduğunu söylemiş. Eşi dalmış halde yün eğirmeye devam edince, Bey sesini yükseltmiş. Hanım, hanım çocuğu su aldı götürdü, sen hala yün eğirir durursun. Eğirdur bakalım demiş.” İlçenin adı da böylece Eğirdir kalmış.

Doğanın en cömert davrandığı yerlerden biri olan Eğirdir Türkiye’nin dördüncü büyük tatlı su gölünün kıyısında kurulmuş. Eğirdir iki bölgeden oluşuyor; gölün kıyısındaki ilçe merkezi ve gölün içindeki Yeşilada mahallesi. İlçe merkezindeki Eğirdir kalesinin ilk olarak MÖ 4.yy’da Lidyalılarca inşa edildiği sanılıyor. Bizans döneminde Akritur olarak adlandırılan kent Anadolu Selçukluları zamanında sultanların sayfiyesi olmuş ve -herhalde cenneti andırdığı için- “Cennetabad” olarak adlandırılmış. Hamidoğulları Beyliğini kuran Dündar Bey Eğirdir’i başkent yapmış ve anıtsal yapılarla donatmış. Eğirdir’e gelenlerin mutlaka görmesi gereken iki yapı yani Hızırbey Camisi ve Dündar Bey Medresesi işte bu dönemde inşa edilmiş.

Halkın Ulu Cami olarak adlandırdığı Hızırbey Camisinin ilk olarak Selçuklu Sultanı 2.Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde inşa edildiği ve 1327-1328 yılları arasında da Hızırbey tarafından genişletildiği biliniyor. Bu nedenle Hızırbey Camisi olarak adlandırılan yapı 1814 yılında yanmış ve altı yıl sonra yeniden inşa edilmiş, şu günlerde esaslı bir onarımdan geçiyor.

ENDER GÖRÜLEN BİR YAPI: KEMERLİ MİNARE

Caminin doğu cephesini kalenin sur duvarları oluşturuyor. Cami ile Dündar Bey Medresesi arasındaki sur duvarlarından içkaleye açılan bir kapı ve yol var. İçkaleye açılan kapı kemerinin 5 metre kadar üzerinde zarif bir minare yer alır. Minarenin gövdesinde büyük ölçüde dökülmüş turkuaz renkte çiniler görülür. Kemerli minare Anadolu camilerinde pek görülmeyen ender bir örnek.

Camiyle aynı avluyu paylaşan Dündar Bey Medresesinin taç kapısı tek kelimeyle muhteşem. Bu taç kapının Eğirdir Kervansarayından sökülüp getirildiği biliniyor. 1237 yılında 2.Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından han olarak inşa ettirilen yapı 1301 yılında Hamidoğlu Dündar Bey tarafından medreseye çevrilmiş. Medresenin şadırvanlı iç avlusuna bakan 11 odası bulunuyor. Aslında iki katlı olduğu bilinen medresenin ikinci katı yıkılmış, şimdi kapalı çarşı olarak kullanılıyor. Revaklarının sütun başlarına çeşitli motifler ve kartal başları oyulmuş.

Eğirdir’in geçmişini ve geleneklerini merak edenlerin Eğirdir evini görmesi gerekiyor. Belediye tarafından restore edilen evin içinde yöreden toplanmış eşyalar sergileniyor. Eğirdir’de Baba Sultan adında bir Bektaşi büyüğünün türbesi de var. Türbenin kapısındaki yazıtta Hamidoğlu İlyas Bey tarafından 1358 yılında İsa bin Musa adına inşa ettirildiği anlatılıyor. Selçuklu tarzındaki türbede Baba Sultan’dan başka Sureti Baba (Zorti Baba) ve Palaz Baba adlarında iki kişinin daha mezarı bulunuyor.

Baba Sultan’ın Hacı Bektaş Veli’nin torunu ve Bektaşi Tarikatının dördüncü halifesi olduğu kabul ediliyor. Asıl adı Mürsel imiş, o dönemde din büyüklerinin soyundan gelenlere Sultan denildiği için ona da Mürsel Sultan denilmiş. Büyüyüp, Bektaşi Tarikatının gerektirdiği bilgi ve deneyimi kazandıktan sonra Baba unvanını almış ve Baba Sultan olarak anılmaya başlamış. 1357-1369 yılları arasında Bektaşi dergahının postnişini olan Baba Sultan öğrencilerinden Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki’yi Eğirdir’e göndermiş ve onun burada bir zaviye kurmasını sağlamış. Baba Sultan yaşlanınca buraya gelmiş ve vasiyeti üzerine türbesinin bulunduğu yere gömülmüş. Tekkeler kapatıldıktan sonra türbenin etrafında bulunduğu bilinen aşevi gibi diğer yapılar yıkılmış, geriye türbe kalmış.

ZORT DEMEYİ BİLEBİLMEK

Baba Sultan’ın yanında gömülü olduğu kabul edilen Sureti Baba’nın da (Zorti Baba) ilginç bir öyküsü var. Söylenceye göre Timur Eğirdir’i işgal etmiş ve halka büyük zulüm yapmaya başlamış. Zorti Baba Timur’un huzuruna çıkmış ve ondan halka eziyet etmemesi istemiş. Ancak Timur bunu kabul etmeyince “senin gibi Emir’e zort” demiş. Buna öfkelenen Timur adamın boynuna taş bağlatıp göle attırmış. Ancak adam boynundaki taşa rağmen batmamış, Timur’a “zort” demeyi sürdürüp, askerlerine taş atmış ve Eğirdir halkını kurtarmış.

Eğirdir’de turizmin merkezi Yeşilada. Geçen yüzyıla kadar küçük Canada gibi gerçekten adaymış daha sonra bir yolla karaya bağlanmış. Gölün ortasında adalar şimdi bir yarımada olmuş. Mübadeleye kadar Yeşilada’da Rumlarla Türkler bir arada yaşarmış. O yıllarda Nis olarak adlandırılan adada yaşayan Rumlardan geriye Hagios Stefanos kilisesiyle, ahşap evler kalmış. Küçücük adada onlarca pansiyon ve restoran açılmış, bu durum otantik dokunun bozulmasına neden olmuş.

Denizden 917 metre yükseklikte bulunan Eğirdir Gölü yüksek dağlarla çevrili, gölün daha küçük olan kuzey bölümüne Hoyran Gölü deniyor. Gölün fazla suları ise bir kanalla Kovada Gölüne akıtılıyor. Burası önemli bir doğa alanı aynı zamanda; kış aylarında gölde elmabaş pakta, tepeli pakta, Macar ördeği ve sakarmeke gibi su kuşları kışlıyor.

Öyküsü Adem’le Havva’ya kadar uzanan sihirli meyve elma, halkın başlıca geçim kaynağı. Her yer elma bahçeleriyle kaplı, ama gelgelelim arandığında Eğirdir Elması bulunamıyor. Israrla aradım, sordum ilçede satılan elmalar başka yerlerden geliyormuş. Elmadan sonra gül de önemli bir geçim kaynağı. Eskiden gölde ondan fazla balık türü yaşarmış, ancak göle bırakılan tatlı su levrekleri yüzünden endemik türler çok azalmış. Ciddi bir gelir kaynağı olan kerevitte hastalık yüzünden yok olma noktasına gelince balıkçılık bir hayli gerilemiş.

Eğirdir’in nüfusu 20400, bu nüfusun hemen hemen yarısını Dağ Komando okulunda yaşayan askerler ve 1000 yataklı Kemik Hastalıkları hastanesinde yatan hastalar oluşturuyor. Göller yöresinin en önemli turizm merkezi olan Eğirdir’in nüfusu yaz aylarında birkaç kat artıyor, gölün çevresi dolup, taşıyor. Özellikle ilçe merkezindeki mavi bayraklı Altınkum Plajı sığ kumsalıyla büyük rağbet görüyor. Yaz aylarında burada plaj voleybolu turnuvaları da düzenleniyor. İlçe merkezine 11 km uzaklıktaki Bedre Plajı da güzel bir kumsala sahip.

Eğirdir Gölü doğa sporlarını sevenler için de birebir. Haftanın 4-5 günü esen poyraz ve lodos rüzgarı sörf ve yelken gibi su sporlarına çok uygun bir ortam sağlıyor. Son yıllarda yamaç paraşütü de gelişmiş. Karatepe, Eğirdir Sivrisi ve Akpınar köyünün önündeki pistlerden havalananlar gölün gün içinde farklı renklere bürünen manzarasını seyrederek aşağılara süzülüyorlar. 6-7 yıldır düzenlenen Eğirdir Triathlonu da son yıllarda uluslar arası nitelik kazanmış.

Gölün kıyısında olunca doğal olarak balık yemekleri de öne çıkıyor. Özellikle Çapak Dolması olarak bilinen yemekleri çok ünlü. Sazan balığının bir türü olan Çapağın yağlı, havyarlı ve iri olanı (4-5 kg) bu yemekte kullanılıyor. Balığın karnına bol nane ve havyarla pişmiş bulgur doldurulup, fırında pişiriliyor. Sakallı Sarkan çorbası, Sıyırgı, Bütünet ve Çakal tatlısı da Eğirdir’e özgü lezzetlerden.

Eğirdir ve Kovada gölleri arasında yükselen Davraz Dağı kayak merkezi son yıllarda yörenin kış sporları merkezi haline gelmiş. Yukarı Gökdere köyündeki Kasnak meşesi ormanı, Kovada Gölü Milli Parkı ve antik kral yolunun geçtiği bilinen Yazılıkaya kanyonu da Eğirdir çevresindeki görülmeye değer doğa cennetleri.

NASIL GİDİLİR?

Eğirdir; Isparta’ya 30 km, Ankara’ya 456 km, İstanbul’a 651 km, İzmir’e 428 ve Bursa’ya 415 km. uzaklıkta. Isparta’dan Türkiye’nin hemen hemen her kentine otobüs seferleri yapılıyor. Ayrıca Isparta’ya İstanbul’dan uçak, İzmir ve İstanbul’dan da trenle ulaşmak olanaklı.

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir