İnsanlığın ışığı Konya

İnsanlığın ışığı Konya

İnsanlığın başlangıcında, kültürlerin merkezinde ve inançların doruğunda bir ilin ismi Konya. Çatalhöyük’le insanoğlunun yerleşik hayata geçmesinin serüveni, Hititlerden Selçuklu’ya kadar bir kültür merkezi ve Mevlana’nın çağrıları, Nasreddin Hoca’nın ironisiyle insanlığa ışık olmuş bir medeniyet beşiği…

Anadolu’nun ortasında, yüksek platoların egemenliğinde Konya, uçsuz bucaksız topraklarında insanlığa dair başlangıçları, gizemleri ve soylu ruhların yükselişlerini barındırıyor.

İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan Konya, yaklaşık 39 bin km² yüzölçümü ile Türkiye’nin en büyük kentlerinden biri. Genel anlamda ortalama yüksekliği bin metre olan plato düzlüklerinden oluşan yeryüzü şekilleri ilin kuzeyi, batısı ve güneyinde 2 bin ile 3 bin metre yükseklik aralığındaki dağlarla çevrili. İl içerisinde ise Karacadağ, Erenler ve Takkeli Dağ gibi volkanik oluşumlar göze çarpar. İlin bu coğrafi yapısı içinde ise Türkiye’nin en büyük alüminyum (boksit) ve magnezit yataklarının yanı sıra, kömür, kil, çimento hammaddeleri, kurşun, çinko, barit madenleri ile önemli oranda yer altı suyu rezervleri bulunmakta.

İlin başlıca geçim kaynaklarından hayvancılık ve tarımın yoğun olarak yapıldığı en önemli platolar Obruk ve Cihanbeyli’dir. Obruk Platosunda ayrıca Kızören adı verilen 300 m çapında ve 145 m derinliğinde kireç taşı çözülmesi oluşmuş obruk, zamanla yağmur sularının dolması ile de bir göl halini alarak ilginç bir jeolojik harikayı gözler önüne serer. İlde platolardan sonra eski tatlı su göllerinin alüvyonel kalıntıları olan ve hala Tuz Gölü, İvriz Bataklığı gibi içinde su kütleleri de olan ovalar kaplamakta.

Tuz Gölü…

Konya’nın coğrafi oluşumları arasında içine Türkiye’nin en büyükleri de olan göllerde önem taşır. Kapladığı alan bakımından ülkemin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü, Ankara, Aksaray, Konya illerinin kesiştiği noktada yer alır. Derinliği 12 metreyi bulan bu gölden ülkemizin tuz ihtiyacının bir kısmı da karşılanır. Konya, ayrıca ülkemizin en büyük üçüncü ama tatlı su olarak ülkemizin en büyük gölü olan Beyşehir Gölü yer alır. Karstik oluşumlarla meydana gelmiş ve içine 22 adayı da barındıran göl, bir milli park alanı da olarak su, doğa ve av sporlarının bir arada yapıladığı aynı zamanda da kuş üreme ve konaklama merkezi olarak da hem turizm hem de çeşitli bilim dallarının gözde alanlarından biridir.

Bu göller dışında, Akşehir, Ereğli, Yunak, Suğla, Ilgın gölleri, Kızören, gibi obruk çökeltisi gölleri ile Meke, Acıgöl, Meyil ve Çıralı gibi volkanik oluşumdan kaynakları göller de yer alır. Ülkemizin ve hatta dünyanın bile güzelliği ve oluşumunun eşsizliği ile hayran kaldığı 1. Dereceden Doğal Sit Alanı olan Meke Gölü, dünyada bir başka benzeri olmaksızın volkanik kraterin çift patlaması sonucu oluşmuş bir göl. Karapınar ilçesinde yer alan sönmüş bir volkanın kraterinde yer alan gölün birincil krater çukurunun uzunluğu 800, genişliği 500 ve derinliği de 12 metre. Günümüzden yaklaşık 5 milyon yıl önce volkanik patlama sonucu oluşan bu krater zamanla suyla dolarak göle dönüşmüş ve daha sonra günümüzden 9000 yıl önce ikinci bir volkanik patlama ile gölün ortasındaki ikinci volkan konisi oluşmuş. Zamanla bu oluşum da suyla dolarak ikinci bir göle dönüşmüş. Deniz seviyesinde 981 m yükseklikteki ana Meke Gölünün bu ortasındaki ikinci göl su seviyesinden 50 m yükseklikteki volkan konisinde yer alan ikinci gölün derinliği ise 25 m ve suyu tuzlu. Ancak ne yazık ki son yıllarda Konya’da yer altı sularının bilinçsiz kullanımı gölün sularının çekilmesine yol açmış ve gölün bu nadide durumuna trajik bir sahne eklemiş durumda.

Volkanik hareketlerden dolayı Konya’da birçok sıcak su kaynağı da bulunmakta. Bunlardan en önemlisi ise Ilgın ilçesindeki Ilgın Kaplıcaları. Roma Döneminden hatta Hitit Döneminden bu yana kaplıcalar olarak kullanılan bu şifalar su kaynakları, Anadolu Selçuklu Dönemine I. Alaedddin Keykubat ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında hamam haline getirilmiş. Kaplıcalarda, sıcaklığı 42 derece olan yeraltı suyu hiçbir işleme tabi tutulmadan kullanıldığı için şifa özelliği çok yüksek. Kaplıca suyunun, felç, siyatik, göz, cilt, sinir, böbrek ve kadın hastalıkları ile romatizmaya iyi geldiği bilinmekte. Bu kaplıcadan başka, İsmil, Karasul kaplıcaları; Çiğil kaynak suyu; Sultan, Meydan, Mahkeme, Eski, Orta gibi birçok hamam da il içinde yer almakta.

Yerköprü Şelalesi…

İlin doğal güzellikleri arasında Göksu Irmağı yatağında bir kaynaktan çıkan ve Hadim ilçesinde yer alan Yerköprü Şelalesi de önemlidir. 20 metre yükseklikten dökülen şelalenin kaynağı bir kaynak olduğu için yıl boyunca su seviyesi sürekli aynı kalmakta ve yıl boyu güzelliğini korumakta.

Yer altı sularının yoğunluğu ile de öne çıkan Konya’da hem bu suların hem de toprak yapısından kaynaklı oluşmuş birçok aktif mağara da ilin doğal güzellikleri arasında yer alır. Uzunlukları 2 km’ye yanaşan bu mağaraların birçoğunda halen aktif su sistemleri vardır. Mağaralar içerisinde nehirler, şelaleler, cadı kazanları ve göller mağaralar farklı bir heyecan getirir. Bu mağaralar arasında, Beyşehir’de bulunan Balatini, Körükini, Pınarbaşı ve Suluin, Seydişehir’de Susuz, Sakaltutan ve Tınaztepe, Hadim’de Yerköprü mağaraları ile Feyzullah ve Büyük Düden düdenler de görülmeye değerdir.

Çatalhöyük…

İnsanoğlunu yerleşik kültüre geçişinin başkenti Konya’dır demek yanlış olmayacaktır. Çünkü ilin Çumra İlçesi sınırlarında kalan ve yerleşim izleri MÖ 7400 yılına kadar uzanan Çatalhöyük’te yapılan arkeolojik kazılar bize insanların yerleşik hayata geçtiği, köyler kurduğu ve tarımla birlikte birçok hayvanın evcilleştirilmesinin gerçekleştiği dünyanın en eski ve en önemli yerlerinden birinin burası olduğunu göstermekte. MÖ 7400 ile 5200 tarihleri arasında yerleşim gören bu Çatalhöyük’ten daha eski ve Neolitik adı verilen döneme ait daha eski yerleşimler olsa da, buradaki araştırmalar buranın basit bir köy ve ilkel bir topluluktan öte köyden kente geçişinde sağlanmaya başladığı, dini inançların, sosyal hayatın ve sanatın da zamanına göre doruğa çıktığı bir yapıyı işaret ederek dönem yerleşimlerinden farkını göstermekte. Ki bu farklılık 2012 yılında UNESCO’nun, Çatalhöyük’ü Dünya Kültür Miras Listesine alması ile de tescillenmiş durumda.

Antik Çağ’da ismi Ikonium olan Konya’nın Neolitik dönemle başlayan tarihsel kronolojisi Anadolu’nun birçok yerinde görülen benzer şemayı izler. Hitit, Lidya, Pers, Helenistik Dönem, Roma, Bizans ve ardından Türk-İslam Çağları.

Mevlana Türbesi…

Konya, Büyük Selçuklu Devleti zamanında Süleyman Şah tarafından 1072 yılında fethedilmiş. Süleyman Şah daha sonra Anadolu Selçuklu Devletini kurduktan sonra 1097 yılında burası başkent haline getirilmiş. Bu dönemde her alanda Anadolu’nun merkezi haline gelen Konya, 1308 yılından sonra Karamanoğullları Beyliği’nin de başkentliğini üstlenerek tar,h sahnesindeki konumu hep üstte tutmuş. Tabi ki bu durum, II. Murat’ın Konya’yı almasıyla Osmanlı topraklarına geçen Konya’nın, Karaman Eyaleti’nin merkezi olmasıyla devam etmiş. Milli Mücadele Döneminde Konya Halkının yoğun desteğini gören kurtuluş mücadelesi, bu ilin hem lojistik hem de cephedeki yararlılıkları ile önemli başarılara imza atmış. Mustafa Kemal Atatürk, yaşamı boyunca özellikle Mili Mücadele Döneminden başlayarak vefatına kadar sayısız kere Konya’yı ziyaret etmiş, bu ziyaretlerinde Hz. Mevlana’ya duyduğu sevgi ve saygıyı da pek çok kez ifade etmiş.

Konya’nın bu insanlığın yerleşik hayatına geçişine denk tarihi içerisinde misafir ettiği medeniyetlerin izleri hala günümüzde birer şaheser gibi durmaktadır.

İvrizkaya Tarım Anıtı…

Hitit Döneminin önemli bir yerleşim olan Konya’nın aslında kutsal bir anlamının da olduğu hatta bugün olduğu gibi o dönem Anadolu’nun da bir önemli tarım bölgesi olduğunu gösteren birçok anıt bugün hala ayaktadır. Bu anıtlardan, Halkapınar ilçesinde bulunan ve dünyadaki ilk yazılı tarım anıtlarından biri olan ve üzerinde Kral Varpalavas ile tanrı Tarhundas’ın tasvirlerinin bulunduğu ve hiyeroglif yazıtında “Ben hâkim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas; sarayda bir prens iken, bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin” yazan İvriz Kaya Anıtı; insanlara bereket veren su, güneş ve toprağın kutsandığı Beyşehir’deki Eflatun Pınar Anıtı ve Mısır ile Hititler arasına yapılan savaşa hitaben yapılmış ve dünyanın en büyük kaya anıtlarından da olan Fasıllar Anıtı önemlidir.

Antik çağa ilişkin ise Gökyurt Köyü’ndeki Kilistra ile Konya merkezine yakın Sille antik kentleri ise Hıristiyan dünyasına ait önem taşır.

Konya’nın görülebilecek görkemli eserlerin başında ise Türk-İslam Çağı yapıları gelir.

Alaaddin Camisi…

Bunların başında, Alaaddin tepesinde yer alan ve yapımına I. Rükneddin Mesud (1116-1156) başlanıp I. Alaaddin Keykubad Döneminde (1221) tamamlanan ve içinde birçok Selçuklu Sultanı’nın meftun bulunduğu Alaaddin Cami gelir. 41 sütunla taşınan üst yapısıyla birlikte minberindeki ahşap oymaları camiye muazzam bir sanat eseri özelliği kazandırmakta. Bir başka Selçuklu eseri ise Beyşehir Gölü kenarındaki Kubad-Abad Sarayıdır. I. Alaaddin Kekubad döneminde yapılan sarayda yapılan kazılarda muhteşem çini kaplamalar ile saray kompleksine ait yapılar ortaya çıkarılmakta.

Beyşehir’deki bir başka şaheser de Eşrefoğlu Camidir. Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1297-1299 yılları arasında yaptırılan cami anıtsal taç kapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden bir ağaç müzesi gibi olması özelliğine sahip ve bu özelliklerden dolayı da 2011 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici aday listesine kabul edilmiş durumda.

Şems Camisi…

Konya’da bu sayılan eserlerin dışında Selçuklu Dönemine ilişkin, İplikçi, Sahip Ata, Şems Tebriz-i, Sadrettin Konevi gibi çok önemli cami ve sayısız mescit ile kervansaray ve türbe; Beylikler Dönemine ilişkin Kadı Mürsel, Tursun Paşa camileri ile Şeyh Osman Ruhi, Fakih Dede gibi türbeler; Osmanlı Dönemine ait, Aziziye, Şerafettin, Kapı, Selimiye gibi sayısız cami, mescit ve türbe de görülmesi gereken yerler arasında.

İlde ayrıca arkeoloji, Atatürk, Batı Cephesi Karargâhı, Yazma Eserler Kütüphanesi, Ereğli, Etnografya, İnce Minare Taş ve Ahşap Eserler, Karatay Medresesi Çini Eserler, Mevlana ve Nasrettin Hoca Arkeoloji ve Etnografya (Rüştü Bey Konağı), Sırçalı Medrese Mezar Anıtları gibi mutlaka ziyaret edilmesi gerek müzelerde bulunmakta.

Mevlana Türbesi…

İnsanlık serüveninde Konya’nın sahip olduğu kültürel mirasın bir başka boyutu da tüm insanlığa bırakılan ve dünya çapında ünlü olan manevi kültür öğeleridir. Bunlar ise “Kim olursan ol, yine gel ” diyen Mevlana Celaleddin-i Rumi ile ironik zekâsı ve bilgeliği ile Anadolu insanının bir yansıması olan Nasreddin Hoca’dır.

1207 yılında Belh şehrinde doğan ve daha sonra babası Bahaeddin Veled’in Sultan Alâeddin Keykubad’ın daveti ile 1228 yılında Konya yerleşen Mevlana, tüm insanlığa ışık olmuş bir düşünürdür. 1273 tarihinde vefat eden Mevlan’nın ölümü, onun vefatından sonra yeniden doğuş günü olarak kabul edilmiştir. O öldüğü zaman her zaman koşulsuz sevdiği Allah’ına kavuşacağından ölümün her yıl dönümünde düğün günü anlamına Şeb-i Arus törenleri düzenlemekte. Bugün mezarının da içinde yer aldığı külliye muazzam bir müzeye dönüştürülmüş durumda.

Nasreddin Hoca Türbesi…

1200’lü yılların başında Sivrihisar’ın Hortu yöresinde dünyaya gelen Nasreddin Hoca’da, engin bilgisi, halkın sevgisini kazanması ve ince zekâsı ile hem yaşadığı dönemde hem de sonraki çağlarda ona atfedilen birçok gülmece ve yergi ironisinde Anadolu’nun bir başka yüzüdür. Akşehir’de vefat eden Nasreddin Hoca’nın türbesi de bu ilçede yer alır.

UNESCO tüm dünyada, Konya’dan yayılan ve ülkemizin bu iki önemli şahsiyetini anmak için 2007 yılını Mevlana, 1996-1997 yılını da Nasreddin Hoca yılı olarak ilan etmiştir.

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir