İstanbul’a can veren yeşil köşeler

İstanbul’a can veren yeşil köşeler

İstanbul, 20 milyona dayanan nüfusuyla büyük bir megakent… İstanbul’da yaşamak zor belki, ama tarihi özellikleriyle bir dünya şehri olan kent, doğal güzellikleriyle de insanlara nefes almak için eşsiz fırsatlar sunuyor.

İşte giderek büyüyen İstanbul’un doğal güzellikleri, başka deyişle şehrin akciğerleri…

İSTANBUL’UN BAHÇESİ POLONEZKÖY  

İstanbulluların küçük bir kaçamak yaparak doğayla buluştuğu mekanların başında Polonezköy geliyor. Polonezköy, 1842 yılında, Polonya’dan kaçan asker ve sivillerin, Osmanlı ordusuyla birlikte Kırım Harbi’nde Kırım’a gitmesi ve savaş sonrasında Türk makamlarından alınan oturma izni ile buraya yerleşmeleriyle kuruluyor.

Adeta İstanbul’un bahçesi olan Polonezköy, kır lokantaları, piknik alanları, huzurlu pansiyon ve otellerde konaklama, doğa sporları, dinlenme, at binme ve yürüyüş olanaklarıyla hafta sonu tatili için ideal mekanlar arasında yer alıyor.

Evlerin “yediveren gülleri”yle çevrelendiği Polonezköy meydanında, çevre sakinleri tarafından üretilip satılan cam eşyalar bulunabiliyor. Arıcılık müzesi, bal ve hediyelik eşya satan dükkanların ziyaret edilebileceği Polonezköy, ferah ve rahatlatıcı havası, doğal güzellikleri, tereyağı, balı ve özellikle de kirazıyla meşhur.

Polonezköy’de her yıl haziran ayında kiraz festivali düzenleniyor. Polonya’dan gelen halk oyunları gruplarının gösterileriyle renklenen festivalde, kiraz güzeli de seçiliyor.

TEKNELERİN UĞRAK YERİ POYRAZKÖY  

İstanbul Boğazı’nın Karadeniz çıkışında yer alan Poyrazköy, yaz boyu teknelerin ve yatların sığındıkları korunaklı bir koyda yer alıyor.

Kuruluş tarihi 6 yüzyıl öncesine uzanan Poyrazköy’e, ilk yerleşenlerin Cenevizliler olduğu tahmin ediliyor. İstanbul’un Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesinden sonra köye Trabzon ve Rize’den getirilenler yerleşmiş.

Sahili kum plaj olan Poyrazköy’ün çehresine, kıyı boyunda sıralanan balık restoranları cazibe katıyor.

Poyrazköy’de görülmesi gereken bir başka nokta da Poyraz gözetleme kulesi ve kalesi. Boğaz girişine hakim bir yerde yer alan gözetleme kulesi ve dairesel bir plana sahip kalenin, 18. yüzyıl sonlarına doğru Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa tarafından Fransız mimar Baron de Tott’a yaptırıldığı biliniyor. Kale, karşı yakada yer alan, aynı devre ait ve aynı amaçla yapılıp kullanıldığı bilinen Garipçe Kalesi ile birbirine bakıyor.

Poyrazköy sahilindeki içi mağara gibi oyuk ve “Plefkaya” adı verilen kayanın çevresi de temiz denizi ve manzarası ile yatların ve küçük teknelerin uğrak yeri.

BEYKOZ’UN GÖZDESİ ANADOLU FENERİ  

İstanbul Boğazı’nın Karadeniz ile buluştuğu yerde bulunan Anadolu Feneri de kentin özel köşelerinden biri… Beykoz’a bağlı bir köy olan Anadolu Feneri, adını Kıyı emniyetine bağlı deniz fenerinden alıyor. Deniz fenerine ulaşanlar, fenere komşu olan camiden çevreyi gözlemleme olanağı buluyor.

Anadolu Feneri, deniz ürünleri açısından hayli zengin bir yöre. Çinekop, tekir, dilim palamut, deniz levreği, hamsi, istavrit gibi balıkların bolca bulunuyor. Köydeki lokantalarda balık köftesi ve balık böreği gibi farklı yemeklerin tadına bakmak mümkün. Bölgede kendiliğinden yetişen kekik, zater, ısırgan, hindiba, kazayağı, ebegümeci, yabani kereviz, yabani semizotu, kocayemiş, kuzukulağı, defne, muşmula gibi şifalı otlar da ziyaretçilerin ilgi odağı…

DENİZE GİRMEK İÇİN RİVA 

İstanbul’a yaklaşık 40 kilometre mesafedeki, Anadolu Feneri ile Şile arasında yer alan Riva, Beykoz’un bir diğer yeşil köyü. İstanbul’da denize girilebilecek temiz sahiller arasında yer alan Riva, kumsalın arasından denize dökülen deresi, yeşil ve ormanlık çevresi ile çok kalabalık olmayan bir belde. Geniş kumsallara sahip olan Riva, yaz aylarında serinlemek isteyenlerin akınına uğruyor.

NOSTALJİK BALIKÇI KÖYÜ ANADOLU KAVAĞI  

İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’den giriş kapısı konumundaki Anadolu Kavağı da yıllardır değişmeyen görüntüsü ile nostaljik balıkçı köyü özelliğini koruyor.

İstanbul’un akciğerlerinden biri olan Anadolu Kavağı, balık lokantaları ile ünlü. Sonbaharda yenen lüferin yanı sıra, boğaz girişinden çıkarılan temiz midyeler balık restoranlarında misafirlere sunuluyor.

Boğazın kontrolü için Bizanslılar tarafından yapılan Yoros Kalesi, restore edilmiş birkaç ahşap evin bulunduğu hafif yokuş, dar sokaklar Anadolu Kavağı’nın hafızalarda kalan özellikleri arasında bulunuyor.

Tam ortasında ulu çınar ağaçlarının bulunduğu Anadolu Kavağı’nda sahil boyunca oltayla balık tutma olanağı da bulunuyor.
Anadolu Kavağı yakınlarındaki popüler ziyaret yerlerinden biri de Boğaziçi’nin sahile en yakın ve en yüksek tepesi olan Yuşa Tepesi…

UPUZUN KUMSALIYLA ŞİLE  

İstanbulluların özellikle hafta sonları akın ettiği Şile, upuzun kumsalı ve sığ denizi ile ünlü.

Şile denince akla deniz feneri, Şile bezi, kalesi ve Ağlayan Kaya Mağaraları geliyor. Şile kayalıkları, Şile dalgakıranı ve Şile’ye komşu diğer koyların hepsi denize girmek için alternatif oluşturuyor.

Şile’de lokanta ve kahvelerin birçoğu; iskeleler üzerine kurulu, ahşap teraslı, balkonlu ve plajı seyreden manzaraya sahip.
1287 yılında yapılan Mısırlı Hadice Hanım Hazretleri Çeşmesi ile Şile bezi üzerine motif işleyen bir genç kız heykeli Şile’de görülen anıtlar arasında.

Uluslararası Şile Bezi Festivali de ilçenin kendine has etkinlikleri arasında bulunuyor.

SIK BİTKİ DOKUSUYLA AĞVA 

Karadeniz kıyısında kusursuz doğası, temiz havası ve lezzetli balıkları ile dikkati çeken Ağva da İstanbul’un hemen yanı başında…

Karadeniz kıyılarının tipik özelliği denize dik inen kayaların bulunduğu Ağva, yemyeşil vadilere, sık bitki dokusuna sahip.

İzmit’in Çal Tepesi’nden doğup gelen Göksu ve Yeşilçay dereleri arasındaki deltaya kurulmuş olan Ağva, 2.5 kilometre uzunluğunda kumsala sahip.

SONY DSC

Nostaljik bir balıkçı köyü havasındaki Ağva’da, denize yakın veya çayların üzerine kurulu lokantalar misafirleri ağırlıyor.

Balıkçıl kuşlarının da zaman zaman ziyaret ettiği derede kiralık sandalla geziye çıkılabiliyor.

Dalgaların şekil verdiği kıyılar ise bir nevi açık hava müzesi. Bunların arasında beyaz duvaklı bir geline benzeyen kaya, “Gelin Kayası” olarak anılıyor.

Ağva’nın, Kadıköy ve Pınarlı gibi köyleri geçilerek ulaşılan “Saklı Göl”ü de bölgenin gizli doğa güzellikleri arasında yer alıyor.

MARMARA’NIN İNCİLERİ ADALAR 

İstanbul’da özellikle bahar ve yaz aylarının vazgeçilmez köşeleri Adalar… Mimozaların, yaseminlerin, rengarenk çiçeklerin açtığı sokaklarda, tarihi köşkler arasında, fayton veya bisiklet turlarına çıkılabiliyor.

Yerleşime açık Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedef Adası İstanbul’dan yapılan vapur seferleri ile yıl boyu ziyaretçileri ağırlıyor.

Büyükada’nın en yüksek tepesi Aya Yorgi Kilisesi’nin bulunduğu Yüce Tepe, 23 Nisan ve 24 Eylül’de Müslüman, Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıkların akınına uğruyor. Adak dileyip dilek tutanların isteklerinin yerine geldiği inancıyla ziyaretçiler, manastıra yalın ayak tırmanıyor. Ulaşımın faytonla sağlandığı adada, ada sakinleri ve ziyaretçilerin en çok kullandığı taşıt ise bisiklet. 2 bin yıllık tarihi ve Bizans, Osmanlı, Türk ve batı kültürlerinin sentezi, yaklaşık 900 adet tarihi köşk, dinsel yapıları, çam ormanları ile süslü Büyükada da yapılacak gezilerde, görülecek birçok eser bulunuyor.

Bahçeleri içinde görkemli köşkler, konakların yanı sıra Yörükali Plajı, Dilburnu Piknik Alanı, Aşıklar Yolu, Lunapark ve Viranbağ Gazinosu, Yücetepe Aya Yorgi Manastırı ve Kilisesi, Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı Rum Yetimhanesi, yazar Reşat Nuri Güntekin’in evi, Troçki Evi, Fabiato Köşkü Büyükada Kültür Evi, Sultan II. Abdülhamit tarafından yapılmış olan Hamidiye Camisi, Hristos Manastırı, Aya Nikola Manastır ı, Aya Dimitri Kilisesi, Panayia Kilisesi, San Pacificio Latin Kilisesi, Aya Todori Şapeli Surp Asdvadzadzin Kilisesi, Hesed Le Avraam Sinagogu, Aya Fotini, Aya Paraskevi, Aya Konstantin, Aya Yorgi Ayazmaları, görülebilecek yerler arasında…

Türkler’in en yoğun olarak yaşadığı adalardan biri ve en çok yeşil alana sahip olan Heybeliada’da ise Deniz Lisesi, Harp Okulu ve sanatoryum bulunuyor. Büyükada’dan sonra ikinci büyüklükte olan adanın yüksek yerlerini Değirmen Tepesi, Ümit Tepesi ve Domuz Tepe oluşturuyor. Müze haline getirilen İsmet İnönü’nün evi görülmesi gereken yerler arasında…

Heybeliada’nın arka yüzünde Ege ve AkdeniZ kıyılarını aratmayacak güzellikte koylar bulunuyor. Çam ağaçlarının denizle kucaklaştığı Çam Limanı ve Alman Koyu, tekne ve yatların hafta sonu denize açılanların önemli huzur sığınaklarından sayılıyor. Doğal liman Çam Limanı, bol miktarda mezgit, istavrit, dil, kırlangıç, tekir gibi balıkların bolca tutulabildiği balık yuvası olarak tanınıyor.

Kınalıada, Burgazada ve Sedef Adası, daha sakin ve daha küçük olmalarına karşın sıcak ve samimi atmosferi ile tercih ediliyor. Piknik malzemeleri ile adaları ziyaret edenler, tüm adalarda çam ve çiçek kokuları arasında deniz havası alıp piknik yapabiliyor.

ŞEHRİN ORTASINDA YABAN HAYATI  

Sarıyer’in arka yakasındaki Belgrad ormanları, kentin akciğeri niteliğinde ve toplam 5 bin 440 hektarlık alanı kaplıyor.
Şehir merkezine araba ile 30-45 dakika mesafedeki Belgrad Ormanı, doğayı sevenlerin ve bitki inceleme tutkunlarının en çok rağbet ettikleri alanlardan biri. Belgrad Ormanı’nda, meşe başta olmak üzere doğu kayını, adi gürgen ve Anadolu kestanesi en çok bulunan ağaç türleri. Belgrad Ormanı, yaban hayatı açısından da zengin. Yaban domuzu, tilki, ender olarak çakal ve kurt, ormanın sık bölgelerinde ise çulluk, sülün ve yaban güvercini görülüyor.

ANTİK KALELERİYLE GARİPÇE KÖYÜ  

Rumeli Kavağı ile Rumeli Feneri köyü arasında kalan Garipçe Köyü de Sarıyer merkezine 11, Taksim’e 31 ve Eminönü’ne 34 kilometre uzaklıkta…

Sarıyer’in Boğaz’ın Karadeniz girişinde yer alan Rumeli Feneri’nden sonra ikinci köyü olan Garipçe, Boğaz’ın Karadeniz girişine hakim manzarası, temiz havası, taze balıkları, antik kaleleriyle huzur arayanların uğrak yeri. Köyün sağ tarafı bütünü ile kayalık, sol tarafta Garipçe Burnu, Bağlaraltı ve Papaz Burnu da tamamen kayalıklardan oluşuyor. Büyükliman tarafına giderken “Gürleyen Kayalar”, diğer adıyla “Ağlayan Kayalar”, yine kayalıklar arasında çok küçük bir koy olan Hamsi Limanı ve Büyükliman Burnu (Çalı Burnu), Rumeli Feneri’ne giderken Garipçe Burnu’ndan Papaz Burnu’na kadar yalçın kayalar uzanıyor. En yüksek tepesinde bir gözetleme kulesi bulunan köyün, sahilde iki kalesi var. Koyun diğer burnu ise kayalıklardan denize girmek isteyen gençlerin, fotoğraf severlerin kullandıkları bir patika ile köye bağlanıyor. Sarıyer ve Garipçe’den tekne ile gelenler, Büyükliman halk plajında denize giriyorlar.

Büyükliman koyunda çok miktarda tarihi eser ve kalıntılar bulunuyor. Antik çağda ve Bizanslılar döneminde yerleşim bölgesi olan Büyükliman, Mavramolos’a (Karataş) bağlıydı. Büyükliman’da hala ayakta duran hamam, kilise ve yarı sağlam kale duvarı ve pek çok ev yıkıntıları bulunuyor. Büyükliman’da, Osmanlı döneminde tersane vardı.

EN UZUN SAHİL ŞERİDİ KİLYOS’TA  

İstanbul’da hafta sonu tatili denilince akla ilk gelen yerlerden biri de Kilyos… Taksim’e 35 kilometre uzaklıkta, göz alabildiğince uzanan kumsalıyla bilinen Kilyos, Karadeniz sahilinin incisi.

Kilyos’un kum plajları, İstanbul’un en büyük şeridi olup Kilyos Burnu’ndan Gümüşdere Plajı’na kadar uzanıyor. Kilyos plajları, deniz sörfü için de çok ideal bir ortam sunuyor. Denizin yanında orman içi ve göllere at gezileri yapma olanağı da bulunuyor.
Bölgenin tarihi yapılarından Cenevizliler döneminde inşa edilen, Sultan II. Mahmut zamanında restore edilen Kilyos Kalesi, bölgede görülmesi gereken yapılar arasında yer alıyor. Ortasında bir de su sarnıcı bulunan kalenin muhafız bölümleri aynen korunmuş durumda. Kale içinde günümüze ulaşan bir de anıt çınar ağacı bulunuyor. 26 metre yüksekliğinde, 5.4 metre gövde çevresine sahip çınarın dikim tarihini gösteren tabelada “1460” yılı belirtiliyor. Kale kapısından ayrılıp, eski köy evlerini geride bırakıp birkaç adım yüründüğünde Kilyos manzarasına hakim tepede konaklama tesisleri kümeleniyor.

EŞSİZ MANZARASIYLA RUMELİ FENERİ  

Rumeli Feneri, özellikle İstanbul’un Avrupa yakasında oturanlar için ideal gezi alanlarının başında geliyor.

İstanbul Boğazı’na Karadeniz’den giriş yapan gemileri karşılayıp aynı denize açılanları uğurlayan Rumeli Feneri, Fransızlar tarafından 1856’da yapıldı. Deniz seviyesinden 58 metre yükseklikte bulunan fenerin kule yapısı üç kademeli olup 30 metre uzunlukta. İlk yıllarında gaz yağı ile çalışan fener, sonraları asetilen gazı, şimdi de otomatik olarak elektrikle çalışırken, ışığın görülme mesafesi 18 mile ulaşmış. Kule binası içinde bulunan Saltuk Baba Türbesi ziyaret edilebiliyor.

Rumeli Feneri’nin eşsiz manzarası eşliğinde, isteyenler kısa gezintiler sonrası kule dibinde bir çay bahçesinde oturabiliyor, köyün az sayıdaki balık lokantalarına misafir oluyor. Dalgakıran üzerine çıkınca tam karşıda Anadolu Kavağı Feneri ve Poyrazköy görülüyor.
Deniz kıyısındaki Rumeli Feneri kalesinin eteklerinde, surlarında, avlusunda dolaşılabiliyor, burçlarına çıkılabiliyor, surlarında yürünebiliyor.

Rumeli Feneri köyüne girmeden çam ormanı içine ayrılan sapaktan ulaşılan Marmaracık Koyu da görülmesi gereken mekanlar arasında… Yeşil ve manzaralı koyu, bir tepenin yamacına kurulu bungalovlar, restoranlar ve piknik alanları barındırıyor. Koyun ziyaretçileri, yeşil başlı yaban ördeklerinin uçuşlarına da tanık olabiliyor.

YALIKÖY VE ÇİLİNGÖZ İLE ÜNLÜ ÇATALCA 

İstanbul’un arka bahçesi Çatalca da kentin akciğerlerinden. Özellikle de yeşil doğasıyla… Deniz ve dere kenarları ve ormanlarıyla hafta sonları İstanbullulara ev sahipliği yapan Çatalca’da, otellerin yanı sıra kampçılar için çadır kurma alanları da mevcut.
Alipaşa ve Mescit camileri, Ferhatpaşa, Alipaşa, Hacı Mahmut çeşmeleri, Çatalca Hamamı, Bizans surları ve saat kulesi gezilmesi gereken mekanlardan.

Çatalca’da İnceğiz Mağaraları ile huzur dolu bir tatil geçirmek için tercih edilen Subaşı Köyü de önemli uğrak noktaları arasında yer alıyor.

Karadeniz sahilindeki Yalıköy, Çatalca’nın doğası ile ünlü yerlerinden. Yazlık evler arasından sahile ulaşılan köyde, kır gazinoları ve balık lokantaları bulunuyor.

Çatalca Çilingoz ise deniz, göl, ormanı ile dikkat çeken bir doğaya sahip. Çilingoz koyunun iki başında şekillenen burunda olağanüstü güzellikte kayalıklara rastlanıyor. Yalıköy tarafına bakan yüksek kayalarda sayısız deniz mağaraları sıralanıyor. Akvaryum mevkisi de ayrı bir güzelliğe sahip.

YABAN HAYATININ MERKEZİ TERKOS GÖLÜ  

Çatalca yakınlarındaki Terkos Gölü ve çevresi yaban ördeği ve yaban kazı avının yapıldığı İstanbul’a yakın av bölgelerinden biri… Doğal güzelliği ve temiz havası dikkat çeken Terkos Gölü’nün etrafı sazlık, kıyıları ise oldukça sığ. Motorlu teknelerle sazlıklar arasında gezinti yapılabiliyor. Doğa severler karabatak, sakarmeke, beyaz ve gri balıkçıl gibi değişik kuş türlerini bir arada görebiliyor.
Göl çevresi, yürüyüş yapmak için de ideal. Bitki örtüsü meşe, dişbudak, gürgen, kızılağaç, defne, kocayemiş ile kamışlarla kaplı salkım söğüt ağaçlarından oluşuyor.

Göldeki yayın, turna, alabalık, kızılkanat, çapak, sazan, kadife balığı, karagöz, gökçerez gibi tatlı su balıklarının pek çoğu yenebiliyor.
Durusu Park Yaban Hayatı Müzesi’nde ise dünyanın çeşitli yerlerinde avlanmış, içi doldurulup ilaçlanmış 200’e yakın hayvan türü sergileniyor.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir