İYİ Parti’nin ekonomi kadrosu Bursa’da… İş dünyasıyla büyük buluşma!

İYİ Parti lideri Meral Akşener partisinin Bursa İl Başkanlığı İş İnsanları Komisyonu tarafından düzenlenen ‘Bursa iş Dünyası Büyük Buluşması’na katıldı.

İYİ Parti’nin ekonomi kadrosu Bursa’da… İş dünyasıyla büyük buluşma!

Ebru TAŞDEMİR – Fikret TURAN

İYİ Parti lideri Meral Akşener partisinin Bursa İl Başkanlığı İş İnsanları Komisyonu tarafından düzenlenen ‘Bursa iş Dünyası Büyük Buluşması’na katıldı.

Düzenlenen organizasyona İYİ Partili yöneticilerin ve iş insanlarının yanı sıra CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca, Millet İttifakı Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey ve DEVA Partisi Bursa İl Başkanı Serkan Özgöz de katıldı.

Programın açılış konuşmalarını gerçekleştiren İYİ Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu’nun konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“Bursa İl Teşkilatı olarak iki yıl önce göreve geldiğimizde Divan Heyetimiz ve yönetim kurulumuzun yanı sıra hayatın hemen hemen her alanıyla ilgili çalışma komisyonları oluşturdu. Bunlardan biri de iş insanları ve iş dünyası çalışma komisyonumuz oldu. Bursa iş dünyası komisyonu oluşturan iş insanlarımızın kapılarını değerli komisyon üyelerimizle birlikte tek tek çalıyor. Çok kıymetli istişarelerde bulunuyor ve anlamlı çıkarımlar elde ediyoruz. İşte karşımızda gördüğümüz bu muhteşem tablo teşkilatlarımızla birlikte koordineli olarak çalışan iş dünyası komisyonumuzun son derece gayretleri ve emekleri sonucudur. Hepsine sizin huzurunuzda çok teşekkür ediyorum

Ülke ağır bir ekonomik, finansal kriz ya da buhran döneminden geçtiği hepimizin malumu. İşvereni, çalışanı, işçisi, köylüsü, çiftçisi, esnafı ve memuruyla milletimiz topyekun sıkıntıda.

Hani Katip Çelebi on yedinci yüzyılda Osmanlı Devletinin iktisadi politikalarının yoksunluğundan yakınıyordu ya hani enflasyonun ve aşırı devlet harcamalarının, kadroların liyakatsizliğinin toplumu yozlaştırmaya başladığını söylüyordu ya. İşte o muhterem insan da o sürecin en büyük sıkıntısını adalet eksikliğine bağlıyordu. Bozuklukların, yutulacak yollar adlı eserinde kadim bir adalet teorisi olan dairi adaletten ve bu fikirden bahsediyordu. Ve şöyle diyordu.. Ancak adil bir iktidar halkın hakkını koruyabilir. Korunan ve kollanan halk üretim yapabilir ve vergilerini ödeyebilir. Hazinesi dolu bir devlet kendini dış tehditlere karşı koruyacak güçlü bir ordu oluşturabilir. Ancak güçlü bir orduya sahip bir hükümet güçlü olabilir ve adaleti sağlayabilir.

Aynı şekilde Kınalızade de dünyanın düzenini, kurtuluşunu ve saadetini sağlayan adalettir. Dünya bir bahçedir, duvarı ise devlet demiştir. Hukukta adalet, siyasette adalet, fırsat eşitliğinde adalet, vergide adalet, nimette adalet. külfette adalet, özetle ekonomide adalet. Var mı bugün adalet? Hayır. Dünyanın bahçesinin duvarı devlet ise bugün sırtımızı devlete güvenle. Yaslayabiliyor muyuz? Hayır. Kriz zamanlarında halktan IBAN numarası istemek yerine IBAN numarası veren devlet adaletli midir? Hem de koskoca bir hayır. Değerli Mevlana’ya ne bilirsin diye sormuşlar. O da haddimi demiş. Partimizin çok kıymetli genel başkanı ve ekonomi kurmaylarımızın konuşacağı toplantımızda bize fazla söz düşmez. Sadece şunları söyleyerek tamamlamak istiyorum. Bu kadar potansiyeli olan bir ülke krizlerden krizlere. Savruluyor. Ülkemiz neredeyse yaşam destek ünitesine bağlı. Ben inanıyorum ki Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener yönetimindeki İYİ Parti iktidarı ülkeyi destek ünitesinden kurtarıp oksijen deposu haline getirecek. Katılımlarınızdan dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.

İYİ Parti Grup Başkanvekili ve Samsun Milletvekili Erhan Usta ise yaptığı sunumda şu ifadeleri kullandı:

10 yıl için önümüzdeki 10 yılda ortalama yıllık ortalama büyümenin yüzde altı yedi civarında olmasını öngörerek bir çerçeve oluşturduk. Şu anda işte TÜİK’e göre yüzde 80 ama ENAG’a göre yüzde 181, sizin hissettiğinize göre yüzde 200’ün üzerinde olan bir enflasyon var. Dünyanın en yüksek enflasyonunu yaşayan ülkelerden bir tanesiyiz, bunun da orta dönemde yüzde 5’e yakınlaştırılacağını hedefliyoruz. Bir dönemde tabii esas olan nihayetinde insana iş vermektir. İstihdamın on yıllık dönemde on iki milyon istihdam artışı öngörüyoruz. Yine bu çerçevede kişi başı gelirin bugün 9 bin dolar civarında olan, ama geçmişte işte 13 bin dolarlara kadar çıkmış olan kişi başı gelirini de on yıllık dönem sonunda yirmi bin doların birazcık üzeri, yirmi bir, yirmi, yirmi iki bin dolar civarına yükseltilmesi temel amacımız. Diğer bir makro çerçevemizse sürdürülebilir bir cari açık politikası. Mesela bu sene orta vadeli programa göre cari açığın yüzde beş virgül yedi olması öngörülüyor. Bu çok yüksek bir cari açık. Tabii bunun sağlıklı kanallardan finanse edilememesi de Türkiye’nin yaşadığı ayrı bir, bizim tahminlerimizde, projeksiyonlarımızda yüzde bir, iki civarında, milli gelirin yüzde bir ikisi civarında bir cari açık var.

Şimdi peki kamu maliyesiyle biz neyi amaçlayacağız? Ortaya koyduğumuz kamu maliyesinin bir defa en temel tabii kamu maliyesi kanalıyla bir ekonomide güven ve istikrarı tesis etmek, belirsizlikleri azaltmak. Yani belirsizliğin olduğu bir yerde ekonomi olmaz, yatırım olmaz, üretim olmaz. Güven ve istikrarın olmadığı yerde yine aynı şekilde. Şu anda Türkiye ekonomisine baktığımızda aslında bir ya bu güvenin ve istikrarın oluşması için bir çapaya ihtiyaç var. Böyle bir çaba yok maalesef ekonomide.

Geçmişte yine çaba vazifesi gören ne vardı? Bir Avrupa Birliği yolculuğu vardı. Bunların hiçbirisi yok, şu anda tarihi en yüksek faiz dışı açığı veriyor Türkiye ekonomisi. Yine çaba vazifesi gören reformlar yapılıyordu ekonomide. İki binli yılların başında reformlar vardı. Şimdi o reform süreci yok. Dolayısıyla işte bu nedenle aslında şu anda yaşadığımız sıkıntıların temelinde bu var. Güven, istikrarın olmadığı belirsizlikleri son derece yüksek olduğu bir ekonomik ortam yaşıyoruz.

Takdirle söylemek gerekir ki bu hükümet ilk geldiğinde acemiliğine denk geldi biraz da, bu çalışmalar daha geçmişte başlamıştı. İki bin üç yılının aralık ayında bir kamu mali yönetim ve kontrol kanunu çıkardı. Son derece çağdaş bir kanundur. Fakat sonradan anladı ki yani birtakım işlerin kurala bağlanmış olması, birtakım işlerin düzgün yapılacak olmasının kendisi için çok rasyonel görmedi siyasi açıdan ve yani iki bin üçlü yılında çıktı bugüne kadar her gün bir tarafını değiştirerek, bu kamu ihale kanununda da aynı şekilde. Kamu finansman kanununda da o reformlar başlangıçta yapıldı, fakat daha sonra buralardan sürekli bir geriye gidiş oldu. Dolayısıyla kamu mali yönetimi bizim en sorunlu alanlarımızdan bir tanesi. Buralarda bir defa kural bazlı bir bütçe sistemini sürdürmemiz gerekiyor. Merkez bütçe kapsamı sürekli daraltılıyor. Her şey artık bütçenin biraz daha dışına alınıyor. Bu geçmişte de böyleydi. İki bin yılında yapılan reformlarla iki bin, iki bin bir, iki bin iki döneminde bütçe kapsamı genişletilmişti, çeki düzen verilmişti. Kara delikler kapatılmıştı. Şimdi tekrar her taraftan bir kara delik oluşturuluyor. Buranın tekrar bir çeki düzen verilmesine ihtiyacı var. Meclisin artık hiçbir şeyde zaten bir söz hakkı olmadığı gibi bütçede de bir sözü yok. Çok fazla bir yani parlamentoların en önemli vazifesi bütçeyi yapmaktır. Vatandaş adına bütçeyi yapmak, onaylamaktır. Fakat bugün mecliste bu işin düzgün bir şekilde yapıldığını ifade etmek hiç mümkün değil.”

‘TÜRK LİRASINA OLAN GÜVEN AZALDI’

İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Bilge Yılmaz’ın açıklamalarının satır başı şu şekilde;

“Yanlış para politikalarında seyredilerek dünya tarihinde çok az bulunacak bir hızda Türkiye’deki enflasyon yükseldi. 2011 yılından beri Türkiye’de esasen para politikası doğru yapılmadığı için burada da yavaş yavaş bozulma var ve bozulma son yıllarda hızlandı. Nedir o? Türk lirasına olan güveni azaldı. Vatandaşımız mevduatını yabancı para cinsinden yapmayı tercih ettik. Dikkat ederseniz bu 2010 yılından itibaren yeşil çizgi yani Türk lirası mevduat düşüyor. Gayrisafi milli hasına göre kırmızı yabancı paracısı mevduat artış halinde. Bu bir tür dolarizasyon. Bu sırada son yıllarda çok hızlandı ama gene 2010 yılından itibaren Türkiye’nin döviz rezervi de azaldı. Şu an zaten gelinen seviye sürdürülebilir değil. Türkiye gibi bir büyük bir ülke için hiç uygun değil. Eksi altmış milyar dolar civarında bir eksi rezervimiz var. Bu sayının genelde pozitif olması bekleniyor zaten. Son olarak da Türk lirası özellikle değersizleştirildi. Bu yeni ekonomi modeli denilen, sözde modelin bir ayağı olarak Türk lirası değersizleştirerek ihracatımızın arttırılacağı düşünüldü. Bu sadece Türkiye’ye ucuz iş gücü ve fakirlik getirdi ama maalesef biliyorsunuz ticaret açığımız sürekli rekorlar kırıyor. Şimdi biz ne yapacağız? Şimdi ilk önce şu, Türkiye’de yeniden kalkınma sağlamak için ilk önce maddi ekonomik istikrarı sağlamak lazım. Maddi ekonomik istikrarı sağlamanın iki ayağı var. Onlardan biri enflasyonu düşürmek, diğeri de kamu maliyesi disiplin altına almak. Şimdi Türkiye’de enflasyonda problemi ne? Şimdi Türkiye’de çok büyük bir enflasyon beklentisi var ve Merkez Bankamız enflasyonla mücadele etmediği, Türk lirasını cazip kılmadığı için de insanlara da bir beklenti var. Hani kimse enflasyonun düşeceğine inanmıyor. Enflasyon düşeceğine inanmadığı için de enflasyonu düşürmek çok zorlaşıyor. Şimdi odadan bir küçük bir kamuoyu yoklaması yapsak eminim enflasyonun yüzde yüzün üstünde oylanan bir büyük bir kesim olacaktır. Belki de çoğunluk olacaktır. Şimdi böyle bir ortamda Türk lirasında tasarruf etmeyi dolara kaçmayı engellemek için sizin Türk lirasını cazip hale getirmeniz lazım. O da çok yüksek bir faiz demek. Bunu zaten şu an Türkiye yapamaz. Çünkü bu ekonomide reel sektör. İlk önce bizim beklentileri kırmamız gerekiyor. Yani ilk önce vatandaşın, yatırımcının bu ülkede yaşayan herkesin yabancı yatırımcılar da dahil buna ülkemizin dışından gelenler de Türkiye’de enflasyonla mücadele yapımına inanması ve enflasyonun düşeceğine inanması lazım. Ancak öyle yaparsak biz enflasyonu faiz silahı kullanarak çok ıstıraplı olmadığını indiririz. Öbür türlü bizim faizimiz çok yukarıya çekmemiz lazım.

Merkez Bankası’nın bir saygınlık kazandırılması ve işini ciddi yapması lazım. Şu an Merkez Bankası işin üzerine vazife olmayan şeylere kalkışıyor. Cari açığı düşürmek gibi. Ama kendi asli görevinde kamu bankalarına devretmiş durumda. Bunu da düzen ve kamuya açık olmayan, şeffaf olmayanlarla dövize müdahale ederek yapıyorlar. Şimdi yapılması gereken şey şu. Merkez Bankamız yeniden liyakatli kadrolarla doldurulacak, bağımsızlığı temin edilecek. Ondan yapacakları iş ve politikacının müdahale etmeyeceği garanti altına alındıktan sonra da aynı anda etkin enflasyon hedeflemesiyle üçer aylık enflasyon hedeflemesiyle, enflasyonu düşürmeye başlayacak. Şimdi Türkiye’nin geçmişte yaptığı diğer ülkelerin de yaptığının aynısı enflasyon iyi bir enflasyonla mücadele paketi halka anlatılmış şeffaf ve bilimsel bir şekilde düşünülür. Bunun başka bir yolu yok. Bizim yapacağımız da o tam teşekküllü bir enflasyon hedeflemesi paketine geçilecek. üçer aylık enflasyon politikaları açıklanacak. Ve o politikaya sadık kalınarak para politikası uygulanacak. Tabii ki. politika faizi de açıkladığınız politikaya uygun olacak ki Türk lirasından kaçış olmasın.”

ÜMİT ÖZLALE: DIŞ POLİTİKA TÜRKİYE’Yİ FAKİRLEŞTİRİYOR

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özlale’nin açıklamalarının satır başı şu şekilde;

“Dünyadan giderek daha fazla pay alacağımız yere daha az pay alıyoruz. İlk önce bunu bir kenara koymamız lazım. Tarımda böyle, bütün milli ekonomimizin yani gayrisafi yurtiçi hasılamızın küresel ekonomiden aldığı pay azalıyor. Tarım iyice azalıyor. O yüzden de çok iyi gitmiyoruz. Bunun geriye dönüşü var mı? Çok rahatlıkla var. Peki geriye gitmediğimiz zaman ne oluyor? Eskiden konuştuğumuz orta gelir tuzağını alıyoruz. Hatırlayın, bundan on beş sene önce çok popüler bir kavram vardı, orta gelir tuzağı diye. Türkiye orta gelirli bir ülke olmuştu. Ya biz niye orta gelirli bir ülke olduk? Ne zaman yüksek gelirli ülke olacağız? Bu tuzakta takıldık kaldık mı? Avrupalı ülke bunu nasıl aştı diye tartışıyorduk. Artık tartışmıyoruz. Türkiye çok uzun zamandan beri orta gelir tuzağını kabullenmiş bir ülke haline geldi. Özellikle son 10 senedir izlenen kötü politikalardan dolayı Türkiye orta gelir tuzağını konuşmaz oldu. Oysa baktığınız zaman bizim de biraz önce Bilge Hoca’nın çok güzel dediği gibi küresel tedarik zincirlerini bizim rakibimiz olan Doğu Avrupa ülkeleri bu problemi aşmak üzere Çek Cumhuriyeti aşmak üzere Romanya aşmak üzere Macaristan aşmak üzere. Bu ülkeler çok değil 15-20 sene önce kişi başı milli gelir açısından bizim hayli altımızda ülkelerde. Bugün yüksek gelirli bir ülke olma yolunda adım adım ilerliyorlar. Yani orada da artık durum orta gelirli bir ülke olmayı kabullenmiş bir anlayış var. Bunu değiştirmemiz lazım. Ve bunun için de müthiş bir fırsatımız var. Bakın ülkemiz coğrafyasıyla, eşsiz bir fırsata sahip. Şimdi Türkiye’ye mesafesi üç kilometre olan ülkelere baktığımız zaman dünyadaki ithalatın yüzde kırkı yani yaklaşık yarısı bizim çevremizde yapılıyor. Müthiş bir pazar var. Kişi başı milli gelir açısından en zengin olan coğrafyanın tam ortasındayız. Bütün dünyadaki üretimin üçte biri burada yapılıyor. Hemen yanı başınızda. Burada yapılıyor. Türkiye tabii burada işin uzmanı var. Ahmet Karahasan başkanımız var ama Türkiye bence çok yanlış dış politikasıyla bu fırsattan pay alamıyor. Türkiye’nin dış politikası Türkiye’yi fakirleştiriyor. Türkiye’nin dış politikası tam da bu dönemde dengelerin yeniden değiştiği, önümüzde çok büyük fırsatların olduğu bu dönemde Türkiye’nin dış politikası Türkiye’nin iktisadi kurtuluşunun maalesef önüne geçiyor. Ona engel oluyor. Ve ne yapmamız lazım? Ne üreteceğiz? Nasıl üreteceğiz? Nerede üreteceğiz? Kimin yöneteceğiz ve nasıl bölüşeceğiz? Bu işin temelinde kaynaklarınızı kullanmalar kaynaklarınızı verimli kullanmak var. Şimdi bakın. Size şöyle bir şey söyleyeyim. Hep genelde sorulan sorulardan bir tanesi şudur. Hocam gelişmiş ülkelerde gelişmekte olan ülkeler arasındaki en büyük fark ne?. Verimlilik gelişmiş ülkeler kaynaklarını daha iyi kullanıyorlar. Peki bu en iyi ne açıklıyor? Yani neden Türkiye’deki kaynaklar daha verimsiz kullanıyor da Amerika’daki kaynaklar daha verimli kullanılıyor. Teknolojik gelişmelere uyum sağlayamamaktan dolayı. Bakın biraz önce ne dedim? Bin sekiz yüz otuz altı yılında birinci sanayi devrimi vardı. Türkiye bundan yararlanamadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesi hızlandı. İkinci sanayi devrimi Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesine yol açtı. Üçüncüsünü biz Asya kaplanlarını görürken yerimizde saydık. Şimdi dördüncü sanayi devrimi var. İlk üçünde teknolojiye uyum sağlayamadığımız için sanayi devriminin getirdiği nimetlerden yararlanamadığımız için geride kaldık. Şimdi bunu yapmamalıyız. Çünkü biliyoruz ki biz ekonomide enflasyonun, cari işlemler açığını, işsizliği aynı anda sadece ve sadece verimliliği sağlayarak düşürebiliriz. Ve eğer bu verimliği sağlamak istiyorsak da, gideceğimiz reçete açık. Teknoloji dönüşümü yapmamız. Lazım o yüzden de biz üçüncü kalkınma kongremizde yine böyle seçkin bir kalabalığa Sanayi ve Teknoloji Dönüşümü’ndeki yol haritamızı sunduk.”

PROF. DR. TATLIOĞLU: BURSA’NIN İHRACAT KABİLİYETİ ZAYIFLIYOR

İYİ Parti TBMM Grup Başkanı ve Bursa Milletvekili Prof.Dr. İsmail Tatlıoğlu’nun açıklamaları şu şekilde;

“Türkiye’nin geliri artıyor. Bursa’nın geliri de artıyor. Ama Bursa’nın geliri Türkiye’nin geliri kadar artmıyor. Bursa’nın geliri negatif bir farklılaşma yapıyor. Bundan biz bunu çıkartıyoruz. Bu hepimizin üzerinde olduğu platform hepimizin, sağlıkçımızın, otomobilcimizin, kimyacımızın bütün peki bunu bir adım daha ileriye götürmek istedik. Bir adım daha ileriye götürmek istedik biz. Baktık Bursa’nın ülke milli gelirinden aldığı paya bakın iki bin dört yılında dört on ikilik bir. sahip Türkiye ve dalgalanmalar şu iki bin on sekiz çok sıra dışı olmayan bir durum. İki bin yirmide dört sıfır üçe düşmüş. Evet Bursa Türkiye’nin milli gelirinden daha az pay alan bir ülke. Ne kadar? Yüzde yirmi iki. Yani iki bin dörtten iki bin yirmiye kadar Bursa, yüzde yirmi iki daha az pay alan bir şehir. Peki, Kocaeli yüzde yirmi daha fazla almış. Sakarya on yedi Manisa dokuz. Konya on bir daha yüksek bir pay almış. Negatif ayrışma bir adım daha ileri gidelim istedik. Bursa kriz mağduru gözüküyor. Çok daha duyarlı gözüküyor. Fert başına milli gelire baktık. Bursa yedi bin üç yüz dolardan dokuz, on dört bin doları düşmüş. Çıkmış sonra dokuz bin üç yüz. Çıkmış. Şimdi buradaki konu şu. Türkiye’de fert başına milli gelir yüzde kırk iki artmış. Ama Bursa’da yüzde yirmi sekiz artmış. İstanbul’da bu artış yüzde otuz dört. Konya’da yüzde altmış beş. Gaziantep’te yüzde altmış yedi. Bursa giderek Anadolu’nun yeni sanayi kentleşme rekabette arayı kapattırıyor. Büyümede ve zenginleşmede.

Bursa Türkiye’nin ihracatından tarihinin en düşük payını almış. Şimdi Bursa’yla ilgili konuşurken özellikle otomotiv ve çip etkilediği otomotiv sektörünün ihracatta yaklaşık bir buçuk milyar dolarlık bir eksilmeye tekabül ettiğini söylediler. Bunu koyduk. Yani dolayısıyla eğer çip krizi olmasa Bursa’daki ihracat on yedi nokta iki milyar dolar olacak. Bu da tarihi bir zirve. Peki, Türkiye’den aldığı pay yedi nokta iki. Bu bile Bursa’nın Türkiye ihracatından aldığı en düşük faiz. Burada gerçekten bir sıkıntının netleştiğini görüyoruz ve pandemi dönemi ve sonrası ekonomilerin verdiği cevaba baktık. Bakın Bursa ve Kocaeli otomotiv nedeniyle. pandemi döneminde en fazla düşen ekonomiler ama pandemi sonrası Kocaeli bunu telafi edip yükseliyor. Sanayi sektör yapısı itibariyle. Ve pandemiden yine en fazla etkilenen ekonomilerin başında geliyor Bursa. Etkilenmeyen şehirler var, Gaziantep gibi. Mesela İzmir çok daha az etkileniyor. İstanbul bizden daha az etkileniyor ama Bursa yüzde on üç nokta sekiz. Tamam otomotiv, otomotiv. Burada gerçekten Bursa’nın yükselen kentlere göre üretim ihracat kabiliyeti sorgulanmak zorunda ve zayıflamakta. Bir başka şey, sanayi yapısı, üretim ihracata üretim yapısı yenilenmeli. Ümit hocam dedi ki teknolojik dönüşüm başlayacaksa Bursa’dan başlamalı. Ben çok teşekkür ederim Bursalı olarak kendisine. Buradan başlatalım hocam.”

Toplantı, yapılan sunumların ardından basına kapalı olarak devam etti.

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir