Narenciye bahçelerinde efsanelerin sardığı kent: Mersin

Narenciye bahçelerinde efsanelerin sardığı kent: Mersin

Anadolu ile Mezopotamya’nın en önemli bağlantı noktalarından biri olması, öte taraftan bu jeopolitik konuma eklenen uçsuz bucaksız ovalarla bezenmiş verimli topraklar Mersin’in kaderini tarih boyunca belirlemiş. İlin her anlamdaki bu cezbedici özelliği birçok medeniyeti buraya çekerken, bu medeniyetler çok sayıdaki bakiyenin dışında ilin kültürel atmosferine efsanelerin nefesini de bırakmış.

İnsanoğlunun ilk köy yerleşimlerini kurup tarım ve hayvancılığa geçtiği dönemden bu yana canlı bir yaşama sahne olan Mersin, topraklarının verimliliği kadar tarihinin zenginliği ile de Türkiye’nin önde gelen illerinden biri. Bir kavşak noktası olmasından dolayı birçok kültürden etkilenen Mersin toprakları, pagan inanışlardan tek tanrılı dinlere kadar her inancın önem verdiği bir kent de olmuş.

Erken Neolitik Döneme kadar inen Mersin tarihinde Yumuktepe ve Gözlükule gibi höyükler, Anadolu’nun erken çağları için birer nirengi noktasıdır. Özellikle yazılı kaynakların ortaya çıkmasıyla satırlardan eksik olmayan Mersin, MÖ 2. bin yılda Mısır ve Hititlerin kuzey Mezopotamya’ya hâkimiyeti için hep göz önünde olmuş. MÖ 8.yy’da başlayan Helen kolonizasyonunda yeniden şekillenen bu topraklar Kizuwatna, Que gibi isimlerden sonra Kilikya olarak adlandırılmış.

Çağının önemli ticaret ve askeri merkezlerinden olan Mersin’de özellikle Roma Dönemi’nde refaha ulaşan ve görkemli bir yükseliş gösteren Tarsus ise bölgenin metropolislerinden biri haline gelmiş. Diğer uygarlıklar gibi Bizans Dönemi’nde özellikle de ilk Hıristiyanlık Çağı’nda medeniyet tarihine iz bırakan Mersin, 11. yy’da Türklerle tanışmış. Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı bir bölge iken Haçlı akınlarıyla hırpalanan topraklar daha sonra Karamanoğulları Beyliği’ne ev sahipliği yapmış. 1473 yılında Osmanlı topraklarına katılan Mersin, coğrafi konumu gereği tarihi boyunca yaşadığı işgallerden sonuncusunu I. Dünya Savaşı sonrasında da görmüştür. Mondros Antlaşması sonrasında 1918 yılı sonunda hem İngilizlerin hem de Fransızların işgaline uğrayan bölge, özelliklerin yerel milis kuvvetlerinin Fransızlara karşı yürüttüğü caydırıcı savaşlar ve 20 Ocak 1921’deki Ankara Antlaşması sonrasında bu acı veren günlerden kurtulmuştur.

TÜRKİYE’NİN MODERN DİNAMİĞİ

19. yy. sonuna kadar bir kaza olan ama Cumhuriyetle birlikte ilin merkezi haline gelen Mersin belki de Anadolu’daki en hızlı gelişen ve büyüyen kentlerinden biri. Bu büyümede liman ve geniş hinterlandı, tarımsal faaliyetlerin artışı gibi etkenler bulunmakta. Atatürk’ün ilk olarak ili 1918’deki ziyaretinden sonra 1923 yılında İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nden sonra ilk yurt gezisini Adana ve Mersin’e yapmış olması, Atatürk’ün gelişen Türkiye’nin dinamiklerinden birinin Mersin olacağı ön görüsüne bağlamak yanlış olmaz sanırım.

Özellikle son yirmi yılda aldığı göçlerle kozmopolit bir yapıya dönüşen Mersin kent merkezi, nüfusundaki hızlı değişimlerle birlikte ticari yaşamındaki canlılık da göz dolduruyor. Ekonomiyle birlikte hızlı bir kentleşmenin de yaşandığı kent merkezinde bu hareketliliğe en güzel örneklerden biri yapıldığı 1987 yılında 177 metre yüksekliği ile Türkiye’nin en büyük gökdeleni olan Metim Kulesi güzel bir örnek oluşturur. Çağdaş bir kent olmanın gereklerini sosyal, kültürel ve sanatsal alanlarda da yerine getiren Mersin, ABD Californiya Eyaletinden Santa Fee Springs, İtalya’dan Rimni ve Japonya’dan Kushimoto kentleriyle kurduğu kardeş kentler bağlantıları da bunu göstermekte. Ve Mersin’in son yıllarda yükseliş adına yakaladığı başarının tacı ise 2013 yılında gerçekleştirilecek olan 17’nci Akdeniz Oyunlarına ev sahipliği yapacak olmasıyla gelecek.

TOROSLAR’DAN AKDENİZ GÜNEŞİNE

Mersin, Toroslar’ın ulu zirvelerinde üşüyen rüzgârların, uçsuz bucaksız sahillere vardığında Akdeniz güneşiyle ısındığı bir coğrafyaya sahip. İlin en yüksek noktası olan Bolkar Dağları’ndaki 3599 metre ile Medetsiz Tepe’den süzülen bu rüzgarlar önce engebeli arazilerde bağlara, sonra da düzlüklere inerek yafa, waşington, şeker, misket gibi portakalın bin bir çeşidiyle başını çektiği her renkten her tattan narenciyenin yetiştiği bahçelere ulaşmakta.

Anadolu’nun Akdeniz’e kıyı veren en geniş illerinden olan Mersin’in 321 km sahil şeridinde yaklaşık 108 km’lik bölümü doğal kumsallar oluşmakta. Bu sahillerde deniz-güneş ve kumun tadı yaşanırken aynı yaz güneşi Toroslar’ın eteklerine yayılmış ve kuzey rüzgarlarıyla sağlığın taşındığı yaylalarda daha serin yaşanabilmekte.

MEDENİYETLERİN VE DİNLERİN EŞİĞİ

Mersin, Mezopotamya ve Anadolu gibi insanlık medeniyetine ev sahibi olan bir coğrafyanın eşiği. Bu özellik, ili her dinin de konak yeri olarak seçmesine neden olmuş. İnanç turizmi açısından ülkenin önde gelen merkezlerinden biri olan Mersin’de, Vatikan tarafından Hıristiyanlar için hac yeri olarak belirlenen Hz. İsa’nın havarilerinden olan St. Paul’un Tarsus’ta bulunan evi ve kuyusu, Silifke Taşucu’nda yer alan Azize Aya Tekla gibi yine Hıristiyanlarca olduğu kadar Müslümanlarca da kutsanan Yedi Uyurlar Mağarası büyük bir ayrıcalık taşır.

Kökeni Yahudi olan ama daha sonra Hıristiyan olan St. Paulus özellikle yaşadığı Roma Döneminde bu dinin yayılmasında önemli rol oynamış. Günümüzde inanç turizmine bu azizin evi, kuyusu ve kilisesinin Tarsus’ta bulunması önemli katkıda bulunmakta. Aziz Paulos gibi erken Hıristiyanlık için önemli olan Alahan Manastırı yanında jeolojik oluşumlarıyla bile göz kamaştıran Cennet ve Cehennem çukurları ve Kanlıdivane yerleşimi de çok tanrılı dinlerden Hıristiyanlığa dek uzanan önemli kutsal mekanlar. Ki ayrıca Babil Kralı Nebukednasar döneminde (MÖ 605-562) yaşamış Danyal Peygamber’in Makam-ı Şerif Cami ile kabrinin ve türbesinin de bulunması Mersin’de bambaşka bir atmosfer oluşturmakta.

Hıristiyan ve Yahudi dinlerine dair önemli olan bu kent Türklerle tanışmasıyla İslamiyet’inde önemli merkezlerinden olmuş. Tarsus’ta 1579 yılında Ramazanoğulları Beyliği’nden İbrahim Bey tarafından yaptırılmış olan ve içinde Şit Aleyhisselam, Lokman Hekim ve Halife Memun gibi büyüklerin de yattığı Ulu Cami; Hz. Muhammed’in müezzini olan Bilal-i Habeşi’ye ait 16. yüzyılda yapılmış olan makamı ve mescidi de İslam Dinine dair önemli inanç noktaları.

YAŞAYAN EFSANELER

Mersin’in sahip olduğu coğrafyanın önemi ve bu özelliğe dair olarak ilin yaşadığı tarih, her bir noktaya tarihsel gerçeklere bağlı efsaneleri de eklemiş. Günümüzde somut ve tarihsel mekânlara sahip birçok yer efsanelerin gizemli öyküleri ile örülmüş. İşte bu efsanelerin en önemlilerinden biri Yedi Uyurlar Mağarası ya da diğer ismiyle Eshab-ı Kehf…

Hıristiyanlar ve Müslümanlar için çok kutsal olan bu mağaranın ev sahipliğini yaptığı efsane yaklaşık 2 bin yıldır inanırlarına kutsaniyet sunuyor. Mersin’in Tarsus ilçesine 14 km uzaklıktaki Dedeler Köyü’nde yer alan mağara aynı zamanda Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresi’nde de geçiyor. Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı Roma Dönemi’nde, hükümdar insanları hala çok tanrılı dinlere inanmaya zorlar. Ancak Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş,Tebernuş ve Kefeştetayuş adlı 7 genç bu baskıya karşı koyar ve hükümdarın baskısından kaçarak Bencülüs Dağı’ndaki bu mağaraya yanlarına köpekleri Kıtmir’i de alarak sığınırlar. Ve gençler burada tam 309 yıl uyuya kalmışlar. Tekrar uyandıklarında karınlarını doyurmak için şehre giden gençler, ellerindeki zamanı geçmiş paranın fark edilmesi ile yeniden mağaraya sığınmışlar ve onları yakalamak için peşinden koşanlar mağaraya girdiklerini gördükleri gençleri içeride asla bulamamışlar.

Günümüzde bu efsanevi mağarada bu gençleri ve köpeklerini temsil eden şekiller ve ibadete açık olan bir cami bulunmakta.

Mersin’den doğup da geniş bir coğrafyayı büyüleyen bir başka efsane de Şahmaran efsanesidir. Birkaç değişik varyasyonu olan efsane Şahmaran adı verilen ve yılanların şahı olan insan ile yılan karışımı bir kadının özellikle insan hırsları karşısındaki ölümü ile alakalı. En yaygın olan söylence ise şu: Bir gün bir bal kuyusunda terk edilen Cambas adlı kişi kuyunun dibinden Şahmaran’ın yer altı ülkesine geçer. Burada yılanlarca misafir edilen Cambas aradan günler geçtikten sonra yeryüzüne dönmek ister. Şahmaran, Cambas’a burada gördüklerini söylememesini ve hamama girmemesini öğütler. Çünkü Şahmaran’ı görüp de hamama girenlerin vücudu yılan pulları ile kaplanmaktadır. Günlerden bir gün Tarsus hükümdarı ölümcül bir hastalığa yalanır. Hükümdarın veziri hastalığın çaresinin Şahmaran’ın etini yemekle geçeceğini söyler. Ve Şahmaran’ın izine ulaşmak için askerler herkesi hamama toplar. Cambas’da bu çağrıdan kaçamaz ve hamamda vücudu pullarla kaplanır. Her ne kadar Şahmaran’ın yerini söylemek istemese de işkenceye dayanamaz ve söyler. Şahmaran yakalandığında Cambas’a kendisinden yapılan yemeğin ilk suyunun zehirli, ikincisinin faydalı olduğunu söyler. Cambas bu bilgi ile hem kendinin hem de Şahmaran’ın öcünü almak için ilk suyu vezire içirip onun ölmesini, ikinci suyu kendi içip bilge biri olmasını ve Şahmaran’ın etini de hükümdara yedirerek onun iyileşmesini sağlar.

Günümüzde Şahmeran heykelinin de bulunduğu Tarsus’ta, aynı zamanda Şahmaran Hamamı olarak bilinen hamamın da şifalı olduğu kabul edilmekte.

Ve son bir efsane de Silifke’deki Korykos antik kenti sınırlarında bulunan Kız Kalesi’nden. Buradaki hikâyeye göre kâhinler, dönem kralın kızının bir yılan tarafından sokulacağını ön görürler ve bunu krala haber verirler. Bunu üzerine kral kızını korumak üzere şehrin karşısında bulunan ada üzerine bir kale inşa ettirir ki kızını buraya aldırarak yılanlardan uzak tutmak ister. Ancak belli bir zaman sonra adaya götürülen yiyeceklerin içinde yer alan bir üzüm sepetine giren yılan talihsiz prensese yazılmış kaderi gerçek kılar.

KLEOPATRA VE ANTONIUS’UN AŞKLARININ KUMSALI

Mersin özellikle de Tarsus’da gerçeklere dayanan bir hikâye de Antonius ile Kleopatra’nın aşklarını yaşadıkları yerin Tarsus’un altın sahili ve antik dönemde ismi Kydnos olan Berdan Çayı’nın kıyılarının olmasıdır. Mersin ve bölgesinin antik çağdaki başkenti olan Tarsus, Berdan Çayı’nın taşıdığı alüvyonlarla henüz denizle bağlantısını kesmeden önce bölgenin Akdeniz’e açılan kapısıydı. Ve bu kent efsanevi bir aşka ev sahipliği yapmanın yanında dünyayı yönetmek isteyen iki hükümdarın da hırslarını ortaya koydukları yer oluyordu.

Bugün Tarsus’ta, Kleopatra’nın görkemli gemisinden toprağa ayak bastığı Kleopatra Kapısı gibi o dönemin ihtişamını yansıtan ve bir örneği sadece Roma’nın Pompei kentinde ortaya çıkarılmış Roma Caddesi gibi birçok arkeolojik zenginliğe de ev sahipliği yapıyor.

Mersin zengin ekonomisi, çağdaş yüzü ve Anadolu’nun en zengin kültürel birikimine sahip olması gibi özellikleriyle Akdeniz’in parlayan yıldızı. Böylesi bir kenti birkaç sayfada anlatmak mümkün olmayacağından işte sizlere görmeden dönmeyin diyeceğimiz diğer tarihi ve turistik yerler:

Alahan Manastırı, Kravga Köprüsü, Kızkalesi, Yumuktepe, Kanlıdivane (Neapolis), Krykos, Anamuryum Harabeleri, Viranşehir ( Soli-Pompeiopolis), Tarsus – Aziz St.Paul Kilisesi, Silifke-Uzuncaburç, Silifke Kalesi, Karaduvar, Ayaş, Namrun Kalesi (Lampron), Narlıkuyu Mağarası, Astım Mağarası, Zeus Tapınağı, Cennet Cehennem Mağaraları, Çukurpınar Mağarası, Korikos Kalesi, Mamure Kalesi, Aslanköy Kaya Mezarları, Adam Kayalar, Tarsus-Ulu Cami, Tarsus-Eski Cami, Büyükeceli Kaya mezarları, Atatürk Evi, Mersin Müzesi, Mustafa Erim Kent Tarihi Müzesi, Nusrat Mayın Gemisi, Tarsus Şelaleleri…

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir