Paris: Mon Amour

Paris: Mon Amour

Ölmeden yapmanız gereken şeyler listeleri hazırlanır sık sık. Ben olsam listenin başına Paris’i yazardım, pişman olmazsınız.

[email protected]

Bir kentin güzelliğinden, gelişmişliğinden ve görkeminden söz ederken hep “Paris” ile karşılaştırılır. Örneğin; Bükreş’e Balkanların Paris’i, Diyarbakır’a ya da Gaziantep’e Güneydoğu’nun Paris’i denir, kentlerin en ünlüsü hiç kuşkusuz Paris’tir. Ressamların, yazarların, şairlerin ve yönetmenlerin kendi bakış açılarıyla anlattıkları bir Paris var. Görüp de etkilenmemek çok zor, ne yalan söyleyeyim insanın aklı Paris’te kalıyor. Turist olarak Paris’e gittiyseniz yapacak çok şeyiniz var, demektir. Beş gün kalsanız da on gün kalsanız da Paris’te gezip, görülecek yerler bitmiyor. Ama yine de olmazsa olmazları var Paris’in. Bu yazıda size onları anlatmaya çalışacağım.

Öncelikle Paris’i yürüyerek keşfetmenizi ve toplu ulaşımı kullanmanızı öneriyorum. Metro, otobüs ya da RER adı verilen trenlerle kentte bir yerden bir yere gitmek hem kolay hem de nispeten ucuz. Üstelik trafiğe takılma derdi de yok.

Paris, periferiyle çerçevelenmiş yirmi farklı belediyeden oluşan ve yaklaşık iki milyon kişinin yaşadığı merkezden ve çevresindeki banliyölerle birlikte 12 milyon kişinin yaşadığı büyük bir metropol. Paris, Île-de-France bölgesinin merkezi ve aynı zamanda Fransa’nın başkenti. Yalnızca Fransa’nın başkenti değil tabii ki, romantizmin, modanın, lüksün, bilimin, kültürün ve sanatın da başkenti. Birbirinden güzel mağazalar, müzeler, parklar, bulvarlar, meydanlar ve kiliseler sayesinde Dünyanın en çok turist çeken kenti Paris. Aynı zamanda Dünya’nın otel fiyatları en pahalı olan kenti de. Otellerin bir geceliği ortalama 263 Euro, ki bu rakam bizim asgari ücretimizden bile fazla.

Milyonlarca insanın yaşadığı Paris’te musluklardan akan su “içilebilir”, üstelik de klorsuz. Hatta bazı çeşmelerden maden suyu bile akıyor. Evliya Çelebi’nin “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” diye anlattığı suyu artık pet şişeden içen memleketime de selam olsun bu vesileyle. Paris, Seine Nehri’nin iki yakasında Paris Havzası’nın ortasına kurulmuş. Nehrin dışında ulaşım için kanallar da açılmış. Yaz aylarında bu nehir ve kanalların kıyısında “Paris Plajları” adı verilen etkinlikler yapılıyor. Paris’e can veren bu nehir kentin suyunu da sağlıyor, suyu damıtılıp içiliyor. Nehirde tekneyle gezmek de çok keyifli.

Elbette içime Polyanna kaçmadı, her şey çok güzel demiyorum zaten. Her şeyden önce pahalı bir kent, burada yaşamak ekonomik olarak gerçekten kolay değil. Evler bir hayli küçük ve kiralar pahalı. Sokaklar evsizlerle dolu, ciddi miktarda evsiz var. Semtler arasında bile uçurum olduğunu söylemek olanaklı. Doğu Paris’in mahalleleri ne kadar yoksullarla, göçmenlerle doluysa, Batı Paris’in mahalleleri bir o kadar kalburüstü yerler. Üstelik yiyecek-içecek de pahalı. Bir ekmek bir Euro. Kruvasan da o fiyata satılıyor. Havası da çok kirliymiş. Ama yine de bütün bunlar Paris’in büyüsünü bozmuyor, bu kadar kusur kadı kızında olur, diyebiliriz pekâlâ.

Paris, MÖ 3. yüzyılda Galyalı bir kabile tarafından Seine nehrinin ortasındaki İle de la Cité’de kurulmuş. M.Ö.52’de ise Julius Caesar Lutetia, adını taşıyan bu kenti ele geçirmiş ve forum, hamam, tiyatro ve arena gibi yapılar inşa ederek bir Roma kentine dönüştürmüş. Adını da Lutetia Paris koymuş. 5. yüzyılda Frankların Roma İmparatorluğu’na karşı zafer elde etmesinin ardından Paris başkent olmuş. 1215’te Sorbonne Üniversitesi kurulunca Paris Ortaçağ Avrupa’sının en önemli kenti haline gelmiş. 15. yüzyılın sonunda ise Paris, Rönesans’ın etkisi altına girmiş ve kente bugünkü görünümünü veren birçok önemli yapı inşa edilmiş. 1643’te 14. Louis döneminde yönetim Paris’in merkezinden, Versaille Sarayı’na taşınmış. 17 Temmuz 1789 günü Bastille Hapishanesi baskınıyla başlayan Fransız İhtilali sırasında Paris’teki birçok yapı, başta saraylar olmak üzere zarar görmüş, yakılıp, yıkılmış.

Fransız ihtilalinden 1968 Mayıs’ında yaşanan gençlik hareketlerine kadar Dünya siyasetine ve tarihine yön veren pek çok olay hep Paris’te yaşanmış. Paris bütün dünyaya yeni siyasi fikirlerin yayılmasında öncülük etmiş. Avrupa’yı sarsan 1830 ve 1848 ayaklanmaları Paris’te olmuş ve iki kralı yerinden etmiş. 1871’de ise ilk işçi iktidarı olarak kabul edilen ve yalnızca iki ay süren Paris komünü deneyimi yaşanmış.

Paris, günümüzdeki görünümüne büyük ölçüde 3. Napolyon’un belediye başkanı olarak atadığı Haussmann döneminde ulaşmış. Haussmann Paris komününden ders alarak top arabalarının girebileceği ve barikat kurulamayacak genişlikte bulvarlar açtırmış, köprüler yaptırmış, meydanları genişletmiş, çıkmaz sokakları kaldırmış. Yıkılmaktan Marais gibi az sayıda mahalle kurtulmuş, kentin neredeyse yarısını, ki buna kendi evi de dahil olmak üzere, dümdüz etmiş.

1. Dünya Savaşı’ndan sonra Paris, Avrupa’nın en gözde kenti durumuna gelmiş. 2. Dünya savaşı yıllarında 1940 yılında Paris Nazilerce işgal edilmiş, ancak kendisi de yeteneksiz bir ressam olan Hitler kente zarar verilmemesini emretmiş, böylece Paris kurtulmuş.

Paris’te görülmesi gerekeb yerlerin başında gotik mimarisiyle dikkat çeken Notre Dame Katedrali geliyor. Yapımına 12.yüzyılda başlanan ve iki yüzyıl süren bu görkemli katedralin bir ara yıkılması gündeme gelmiş. Ancak yazar Victor Hugo, ünlü romanı Notre Dame’ın Kamburu’nu kaleme almış. Böylece yapı kurtulmuş, romandan elde edilen gelirle de kilisenin restorasyonu yapılmış. Katedralin kulelerinden Paris’i seyretmek çok keyifli. Yeri gelmişken Hugo’nun şimdi müze olan ve mobilyalarını elleriyle yaptığı evinin Vosges Meydanında olduğunu da hatırlatalım.

Paris deyince akla ilk gelen yapı ise hiç kuşkusuz kentin simgesi Eyfel Kulesi. 1889’da inşası tamamlanan 320 metrelik uzunluğundaki kule o yıllarda Dünya’nın en yüksek yapısıymış. İhtilalin 100. yılı anısına yirmi yıl sergilenip sökülmek üzere yapılmış. Şimdi Fransızların en önemli gelir kaynağı olan Eyfel Kulesini anahtarlıktan tişörte her şeyde görüyoruz.

Paris neredeyse bütün sanat akımlarının doğduğu bir kent. Fotoğraf ve sinema başta olmak üzere insanlık tarihinin pek çok önemli icadı da yine Paris’te yapılmış. Bu ona ayrı bir çekicilik katıyor.

Paris’te çok sayıda müze var. Ancak bunların üçü bence mutlaka görülmeli. Louvre, Orsay ve Doğa Tarihi Müzesi. Bu üç müze dışında onlarca irili-ufaklı müze var Paris’te. Tabii fırsat ve zaman buldukça diğer müzeleri de görmek gerek. Louvre bırakın Paris’i Dünya’nın en önemli müzesi kabul ediliyor. Tam anlamıyla gezmenin günler alabileceği müzenin en popüler eseri dünyanın en ünlü tablolarından biri olan Mona Lisa. Louvre Müzesi’nde, Avrupa’nın en iyi resim ve heykellerinin yanı sıra Anadolu, Asya, Mısır, Yunanistan ve Roma’dan eserler de sergileniyor.

Orsay Müzesi’nde çok önemli sanat eserleri yer alıyor. Eski bir tren garını şahane bir müzeye çevirmişler. Müzedeki her eser birer başyapıt bunun yanında zengin bir heykel koleksiyonu da var. Haliyle onca eser arasından Osman Hamdi Bey’in tablosuna takılıyor ilk olarak gözümüz. Van Gogh, Monet, Cezanne ve Rodin gibi çok sayıda sanatçının eserleri bu müzede sergileniyor.

Doğa Tarihi Müzesi de mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Son derece ilginç ve sergilerinden yer aldığı bu müzenin devasa bir botanik bahçesi de var.

Paris’in çok sayıda ünlü caddesi ve bulvarı var. Ancak bunların en ünlüsü kuşkusuz Champs-Élysées, (Şanzelize). Dünyanın en güzel ve lüks caddeleri arasında yer alan ve Paris denince ilk akla gelen yerlerden biri olan Şanzelize Concorde Meydanından başlayıp Arc de Triomphe (Zafer Takı’nda) sona eren iki kilometrelik bir cadde. Resmi törenler ve kutlamalar hep Şanzelize’de yapılıyor.

Bence mutlaka gezilmesi gereken yerlerden olan Saint Germain ve Saint Michel Bulvarları da birbirini kesen iki büyük cadde. Kentin ünlü kitapçıları, Sorbonne gibi yüzlerce yıllık üniversiteleri ve Cafe Flore ve Les Deux Magots gibi ünlü kafeleri bu çevrede bulunuyor.

Paris’in geniş ve görkemli anıtlarla süslü meydanlarının hepsinin ayrı bir öyküsü var. Örneğin Bastille Meydanı Fransız İhtilalinin en önemli olayı olan ve 14 Temmuz 1789 günü gerçekleşen Bastille Hapishanesi baskının yaşandığı yerde yer alıyor. Şimdi bu hapishaneden eser yok ama meydanı güzel bir anıt süslüyor.

Şanzelize’nin başlangıç noktasındaki Concorde Meydanı da Fransız İhtilali’nin simge noktalarından. İhtilalden sonra burada giyotin kurulmuş, pek çok ünlü isim katledilmiş. Meydanı süsleyen yirmi üç metre yüksekliğindeki dikilitaş Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından 1831 yılında hediye edilerek buraya konulmuş.

Paris’in park ve bahçeleri gerçekten dillere destan. Özellikle Rönesans’ın görkemini yansıtan Lüksemburg Bahçesi görülmeye değer. Ancak parklar geceleri kapatılıyor.

Mezarlıkları da açık hava müzesi gibi. Örneğin Pere Lachaise mezarlığında adım başı bir ünlüye rastlamak olanaklı. Yılmaz Güney’den Chopin’e, Balzac’tan Moliere’e kadar pek çok ünlü isim son uykusunu bu mezarlıkta uyuyor.

Paris’in en görkemli üç binası ise bence Opera Garnier, Pantheon ve Invalides. Neo-Barok tarzın başyapıtları arasında gösterilen Opera Garnier ünlü bestecilerin büstleri, dış ve iç süslemeleriyle görülmeye değer. Pantheon Fransa’nın ünlü kişileri için yapılmış bir mezar anıtıyken, Invalides’de Napolyon’un mezar anıtı olarak inşa edilmiş. Gerçekten de etkileyici yapılar bunlar.

Hiçbir şey ve kimse unutulmamış Paris’te. Yıkılan ve öyküsü olan binalar, Fransa için ölen askerler, ünlü yazarlar ve sanatçılar için adım başı bir tabelaya rastlıyorsunuz. Ya evine tabela asılmış ya da adı doğduğu sokak yada caddeye verilmiş.

Fransa’da insanlar adeta sokakta yaşıyor, günün büyük bölümünü ya kafelerde ya da parklarda geçiriyor. Kafeler ki mahalle aralarında bile -mutlaka- birkaç tane var, sürekli dolup, taşıyor. Evler küçük diye mi kafede oturuyorlar diye düşünüyor insan. Gece gündüz yaşayan bir kent Paris.

Alışverişi sevenler için cennet adeta Paris. Ünlü markaların büyük bölümünün doğduğu yer Paris. Işıl ışıl dükkanlar ve pasajlar kente büyük bir cazibe katıyor. Buna rağmen halk gösterişten, makyajdan uzak bir hayat sürüyor.

Kelimenin tam anlamıyla 72,5 millet yaşıyor Paris’te elbette bunların arasında Türkler de var. Bütün emek-yoğun işlerde göçmenler çalışıyor. Güvenlik görevlisi, temizlikçi, kasiyer hepsi göçmen neredeyse. Türk Mahallesi Grand Boulevards üzerindeki Saint-Denis kapısında. Burada lahmacundan bulgura memleket özlemi çekenler için her şey mevcut.

Ölmeden yapmanız gereken şeyler listeleri hazırlanır sık sık. Ben olsam listenin başına Paris’i yazardım, pişman olmazsınız.

YORUMLAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir