Bülent Civanoğlu
Bülent Civanoğlu
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Çernobil

İlkokula gidiyordum…

Çok net hatırlıyorum, kış olmasına rağmen hava pırıl pırıldı.

Radyoda Ukrayna’nın Çernobil kentinde bulunan nükleer reaktörde bir yangın çıktığı ve radyasyon bulutlarının Türkiye arkasından Avrupa’ya doğru gelmekte olduğunu duyduk.

Bir ilkokul öğrencisi olmama rağmen radyasyonun ne olduğunu net bir biçimde biliyordum. Çünkü soğuk savaş sürüyordu, televizyonda nükleer başlıklı füzelerin azaltılması pazarlıklarını seyrediyorduk.

Okulumuzun duvarlarında sirenler çalarsa nasıl davranacağımız ve sirenlerin seslerinin ne anlama geldiğine dair uyarılar asılıydı.

Dünyanın en büyük çevre felaketine karşı Türkiye, bırakın önlem almayı bugünkü iktidarın sık sık uyguladığı ‘duymam görmem konuşmam’ gibi üç maymunu oynamaya başladı.

Radyasyon da neydi?

Biz Türklere söker miydi?

Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, çay içerken poz vererek vatandaşın panik yapmamasını tembihliyordu. Takdiri ilahi bu ki o bakan kanserden can verdi.

Cahit Aral’ın “Türkiye’de Radyasyon Var Diyenler Dinsizdir” Açıklamasının Yer Aldığı Gazete Manşeti

Avrupa’nın almadığı fındıklar ve yumurtalar bizlere okulda dağıtılıyordu. Çünkü radyasyon bu, elle tutulmuyor gözle görülmüyordu. ‘Yok’ deyince yoktu zaten.

Fındıkla da bitmedi…

Doğup büyüdüğüm ilçe Karadeniz kıyısındaydı. Kimse denize girişi yasaklamadı. Bırakın yasaklamayı, uyarmadı bile. Fındığın üzerine bir de herkes radyasyonlu sularda kulaç atıyordu. Ama yok demekle yok olmadığını acı tecrübelerle öğrendik. Birkaç yıl sonra kanser vakaları tavan yaptı.

Bugün Erzincan İliç’te meydana gelen maden çökmesi de Çernobil boyutlarında ama sanki merkezi hükümet ve yerel yöneticiler aklımızla dalga geçer gibi açıklamalar yapıyorlar.

Bu madenle ilgili daha önce uyarılar yapanlar tehlikenin freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı geldiğini, Fırat Havzasının tamamının zehirleneceğini söylediler. Ama bu uyarıların aksine özelikle Binali Yıldırım yaz ayında olsak Cahit Aral’ın içtiği çay gibi şortunu çekip Fırat nehrine girerek, ‘Bakın ne zehri ‘diyecek gibi açıklamalar yapıyor.

Yani ülke hiç değişmiyor. Yok demekle yok oluyor. İki hafta sonra unutulacağını bildikleri için umurlarında değil.

En acı olan da bu madenin üç kat genişlemesi için izin veren dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un pişkin pişkin AK Parti İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı olarak pazar pazar gezecek olması.

Çünkü biliyor ki seçilirse kimse o pazarda ‘bak bu sebze meyve Fırat’ın siyanürlü suyu ile sulandı’ diyerek o ürünü gözüne sokup tepki göstermeyecek.

Yani benim çocukluğumdan beri aynı tas aynı hamam…

Peki bu yüzsüzlüğün tüm suçlusu kim derseniz, Nazım Hikmet cevabını vermiş zaten:

‘ — demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!’

HABERLER