Furkan Kahraman
Furkan Kahraman
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Turnuvayla kabaran milli duygular: Marş marş!

Siz bu satırları okuduğunuzda EURO 2020 başlamış, Türkiye ve İtalya turnuvanın açılış maçını tamamlamış olacak.

Gönlümüzden geçen elbette Türkiye’nin EURO 2020’yi güzel bir noktada nihayetlendirmesi ancak bu yazının konusu o değil.

Konu, her turnuva öncesinde ortaya çıkan birbirinden abuk milli takım marşları.

İlham gelmesi üzerine mi hareket ediliyor yoksa bir istek sonucu mu yazılıyor bilemiyorum ama sanki yazılmasa daha iyi olurmuş gibi bir hissiyat oluşuyor bünyede.

Söz konusu yazının, geçen gün sosyal medyada arz-ı endam eden ve Kıraç’a ait olan ‘Haydi’ isimli milli takım marşı denemesinden yola çıktığını da burada belirtmeyi bir borç bilirim. Ayrıca, eklemek gerekir ki bu marş, 2016 yılında yayınlanmış. Yani, bu güzide piyade marşımızın evveliyatı bir önceki turnuvaya dayanıyor… Bir de Mustafa Sandal’ın evlerden ırak bir marşı var ama ona da değinerek turnuvaya dair heyecanınızın içine limon sıkmak istemiyorum.

Kıraç, söz konusu denemede;

“Sen de askersin sen de Mehmet’sin

Kalbinde en derinde hissedeceksin

Sen de askersin sen de Mehmet’sin

Kalbinde en derinde hissedeceksin

Kora kor dişe diş dağ gibiyiz biz

Tarihlerden fışkıran kaplanlarız biz

Hep onurlu hep cesur tüm hikayemiz

Ay yıldızlı bayrağın neferleriyiz” diyor.

 

Tamam da niye?

Ahali olarak her uluslararası organizasyona topla, tüfekle, Allah Allah nidalarıyla koşmaya bayılıyoruz. Farkındaysanız özellikle son yıllarda sanki bir kültür-sanat ya da spor organizasyonuna gidiyormuşuz gibi değil de küffarın kapısına dayanıyormuşuz gibi bir ruh haline büründük.

‘Yarışma’ ya da ‘turnuva’ denince birilerinin aklında hemen mehter çalmaya başlıyor. Kös sesleri kudümlere karışıyor, biz de ‘yedi düvel’ ile cenk etmek için er meydanına koşuyoruz.

Söz konusu marşta da futbolculara yapılan ‘Mehmetçik’ benzetmesi ile dibine kadar yaşanan bir militarizm, vatan, bayrak, millet, devlet edebiyatı görüyoruz. Belki de bunun bir savaş olmadığına dair paylaşımlar yapılsa çok daha rahat, çok daha başarılı bir turnuva geçireceğiz ama fırsat olmuyor bir türlü… Gerçi elde oyuncak kılıç, kafada süzgeçle tarihi dizi izleniyor bu memlekette. O yüzden bu sefer hazırlıklarını çok yadırgamamak lazım belki de…

Mevcut iktidar her ne kadar ‘başaramadık’ dese de kültürel değişim burada da kendini gösteriyor. ‘Ay-Yıldızlılar’ kavramı gidiyor, yerine ‘Bizim çocuklar’ geliyor.

Futbolcular başarılı olursa ‘Bizim çocuklar başardı’ (Our boys have done it) manşetleri de atılır belki, kim bilir?

Gereksiz bir sahiplenme, gereksiz bir ayrıştırma olarak tezahür ediyor. Hemen hemen her konuda kutuplaşan bir ülkede, milli takıma ‘bizim’ diyerek birleştirici olmaya çalışmak da haliyle inandırıcılıktan uzak oluyor.

Peki, yalnızca bir ay sürecek bir futbol turnuvasında mücadele edecek futbolculara ‘Sen de askersin, sen de Mehmet’sin’ diye seslenmek, kavramları basitleştirmek anlamına gelmiyor mu? Hele ki futbolcularımıza galibiyet primi, başarı primi diye dünyanın parasını verdikten sonra. Milli forma madem kutsal, neden bizim sahadaki ‘Mehmet’ler bu kutsal formayla oynamak için üstüne para alıyor?

Ya da istisnasız tüm milli takım hocaları neden maaşlarını Euro olarak alıyor?

Hatırlarsınız;

Benzer bir ‘gaz’ durumunu 2006 Dünya Kupası Avrupa Elemeleri Play-Off rövanş maçında İsviçre karşısında da görmüştük. Günlerce medya eliyle körüklenen bir gerginlik sebebiyle belki de çok rahat kazanacağımız maçın ilk dakikasında Alpay Özalan’ın yaptırdığı penaltıyla geriye düşmüş, ev sahibi avantajını yitirmiş, maçı kazansak bile Dünya Kupası’na gidememiştik. Sonrasında yaşanan olaylar da malumunuz…

Yine aynı maçın seremonisinde Alpay Özalan’ın İstiklal Marşı’nı nasıl okuduğunu da hepiniz hatırlıyorsunuz zaten.

EURO 2008’den sonra aradaki tüm turnuvalara mendil salladık, EURO 2016’yı büyük bir fiyasko ve ‘adamlık’ tartışmaları ile yedik. Ama hiç ders alınmadı, siyasetin futbol üzerindeki gölgesi hiç eksilmedi. Yıl oldu 2021, futbol siyasetin arka bahçesi olmayı sürdürüyor. Abuk sabuk sınırlamalarla ve kurallarla güzelim sporun içine ediyoruz.

Durumumuz ortada, yine bir turnuvaya gözü kapatıp dalmaya gidiyoruz.

2002 Dünya Kupası için bestelenen, hala en çok çalınan, en çok söylenen milli takım marşının sahibi Tarkan, belki de bu yüzden yazdığı şu sözlerle çok güzel özetliyor bizi;

‘Arar buluruz izini, bilirsin zır deliyiz biz!’

HABERLER