Faiz probleminde kim haklı?

Faiz probleminde kim haklı?

Türkiye çok önemli bir deneyim sürecinden geçiyor.

Yüksek faize karşı ekonomi yönetiminin net bir duruşu var. Faizlerin yükselmemesi için elden gelen gayret sarf ediliyor.

Ve mümkün olduğu koşullarda da faizi indirme kararlılığı mevcut!

Ancak, Türkiye’nin bu politik tercihinin aksine dünyada ciddi bir faiz artırım süreci var.

Kısacası herkes Mersin’e biz tersine durumu var.

Peki niye böyle bir yola girildi?

Amaç genel çerçeve itibarı ile büyümeyi, ihracatı ve istihdamı desteklemek. Ve cari fazla yaratmak.

Uzun vadede de kuru baskılayarak enflasyonu kontrol altına almak.

Bu amaçların bir bölümüne kısmen de olsa yaklaşıldığını söylemek mümkün!

Ancak yüksek enflasyon ortamında kuru yukarı iten bir sonucu oldu bu stratejinin. Yükselen döviz kurları ise kısırdöngü halinde enflasyonu yukarı itiyor başkaca faktörlerle birlikte.

Buna karşın ihracata ve az da olsa büyüme ile istihdama düşük faiz ve yüksek kur politikasının destek verdiğini görüyoruz.

Ama zirvedeki enflasyon ve dış koşullar hedeflerden hayli uzak bir tablo oluşmasına yol açmakta! Ve oluşan tablo faizin kağıt üstünde düşük kalmasına da yol açmaya başladı.

Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 14 seviyesinde aylardır tutması piyasa faizlerine benzer bir oranda yansımadı. Hatta son haftalardaki yükselişin ardından ticari kredi faizleri son 3,5 yılın zirve seviyesine çıktı!

Yani iş dünyası giderek daha yüksek oranda bir faiz yüküyle karşılaşıyor artık. Üstelik finansa erişimde sıkıntılar olduğu ifade ediliyor.

Öyle ki faiz meselesi ekonominin önemli aktörlerini karşı karşıya getirmeye başladı.

TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, bankalara insaflı olun mesajını vermek zorunda kaldı!

“Bankalarda finansman erişiminde sıkıntı yaşandığına dair talepler var. Bütün Türkiye’nin tamamından talep geliyor. Buradan çağrıda bulunmak istiyoruz”.

Hisarcıklıoğlu, özetle sanayici ve tüccarın krediye finansmana erişmekte büyük sıkıntılar yaşadığına ve çare beklediğine dikkat çekiyor.

Destek beklentisinin içinde ise bankalara dönük çok ince bir gönderme var!

“Bankaların sıkıntılı süreci daha yapıcı olarak davranmalarını istiyoruz. Biz onların karına laf etmiyoruz. Tarihlerinin en büyük karını ediyorlar. Biz onlara laf etmiyoruz.

Özellikle özel sektörün ayakta kalması için bütün bankalardan ricam destek olmalarını bekliyoruz.” diyen TOBB Başkanı, bankaların tarihi karlarına yaptığı atıfla, finans kurumlarını da bir nevi hedef tahtasına oturtmuş durumda!

Ancak, finans kesimi temsilcileri ile konuştuğunuzda onlar da kendilerini haklı görüyor.

Çünkü, çeşitli düzenlemeler bankaların da finans kaynaklarını zorlar hale getirmekte. Kısıtlayıcı tedbirler bir yana doların ve faizlerin küresel çapta yükselmesi, bankaları yeni ve uygun koşullu kaynak bulma konusunda zorlamaya başladı!

Bir de tabi ki döviz borçlarının geri ödenmesinin de artan bir maliyeti söz konusu. Geri dönmeyen kredilerdeki dikkat çekici artış da finans kesimini tedbirli olmaya itiyor.

Ama tedbirde ipin ucunun kaçması gibi bir riskin olduğu da aşikar. Ve firmaların sesleri de boşuna yükselmiyor!

Peki çare?

Merkez Bankası ve BDDK başta olmak üzere ilgili kurumların daha hassas adımlar atması ve reel sektörü de finans sektörünü de koruyucu bir yaklaşımla bu zor sürecin atlatılmasına katkı koymaları gerekiyor.

Ancak, MB Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun sanayicilerle buluştuğu bir toplantıda reel sektörü stokçuluk ve fırsatçılıkla suçlaması, destek bekleyen iş dünyasında köstek olarak algılandı! Soğuk duş etkisi yaratan ifadeler, ekonomideki sıkıntıların kolay aşılamayacağına dair de güçlü bir mesj haline geldi ne yazık ki.

Kahraman tüketici süper enflasyona karşı!..

Kahraman tüketici süper enflasyona karşı!..

Enflasyon, geçtiğimiz temmuz ayında Almanya’da yüzde 8,5, İspanya’da yüzde 10,8, İtalya’da yüzde 8,4, Belçika’da yüzde 10,4, Yunanistan’da yüzde 11,5, Slovakya’da yüzde 12,8, Hollanda’da yüzde 11,6, Litvanya’da yüzde 20,8, Letonya’da yüzde 21 ve Estonya’da yüzde 22,7 seviyesinde ölçülmüş.

Bu veriler son 25 yılın en yüksek oranlarına işaret ediyor.

Bir yanda enerji krizi, bir yanda pandeminin daralttığı ekonomiler, öte yandan iklim krizinin sonuçları. Tüm bunlara dünyada yeniden şekillenen tedarik zincirleri eklendiğinde netleşen ekonomik tablonun karamsarlığı daha da artıyor.

Bizim gibi kırılgan ve dışa bağımlı ekonomiler üzerindeki etkileri daha yıkıcı görünüyor.

Bu ekonomik kriz, küresel düzeyde bir sarmala mı dönüşecek?

Bu yaygın ve bizim gibi ekonomiler için daha yüksek seyreden enflasyonun bir diğer riski; stagflasyon, yani durgunluk/daralma. Risk, çünkü ekonomik hayatta hem durgunluk hem de enflasyon yaşandığı dönemlerde bu iki olgunun birbirini tetiklediği ve büyüttüğü bilinen bir gerçek.

Göstergeleri de var. Sadece İstanbul’da bile artan kira maliyetleri, ticari gayrimenkullere olan ihtiyacı azaltınca dev plazaların yüzde 20’si boş kalmış.

Bu tabii yalnızca bir durgunluk alameti olarak değil, online alışveriş ve evlerden çalışmanın giderek yaygınlaşmasının bir etkisi olarak da sayılabilir.

Pandemiden sonra hiçbir şeyin aynı kalmayacağı gerçeği ile her geçen gün yüzleşiyoruz.

Bu ortamda biz tüketicilerin kendilerini korumaya almak konusunda şansları var mı? Bir yandan enflasyona alışmaya, bir yandan (varsa) birikimlerimizin erimesi ihtimaline karşı tüketim ürünlerine erişmedeki maddi imkânsızlıklar ile nasıl baş edebiliriz.

Üstelik bunu “Almanya bizi kıskanıyor”dan başlayıp “İflas etmek üzereyiz”e giden iki zıt uç arasındaki kakofoniye rağmen yapmak durumundayız.

Peki tüketici olarak neler yapmalı, nasıl yapmalı?

  • İhtiyaçlarımızın karşılanmasına en uygun kanalları belirlemeliyiz örneğin,
  • Buna dönük, hızlı karar verme yeteneklerimizi geliştirmek,
  • Mevcut pazarların bilgi ve alternatifleri değerlendirmek,
  • Para, zaman ve enerji tasarrufu sağlayıcı stratejileri öğrenmek, finansçı gibi düşünmek,
  • İhtiyaçlarımızı belirleyen ve etkileyen, aldatıcı, yanıltıcı, gereksiz ve yanlış tüketime yönlendiren reklam-pazarlama uyaranları konusunda dikkatli olmak,
  • Tüketiciyi koruyan, tüketici şikâyetlerini izleyen mevcut kurumları, örgütleri, ilgili mevzuatları takip etmek,
  • Tüketici olarak haklarını arama, kullanma, savunma ve örgütlenme bilincinde, öngörüsünde olmak,
  • Alternatif üretim ve tüketim modellerini bilmek araştırmak,
  • Tüketim konusunda yönlendirilen değil, yönlendiren olabilmek,
  • Para harcarken esas amacın sosyoekonomik ve kültürel ihtiyaçları karşılamak olduğunu ve tüketimin sosyal statü göstergesi olmadığını asla unutmamak.

Yazının başlığındaki “kahraman tüketici” öylesine atılmış bir başlık değil. Sistemi ayakta tutan da bu sistem ayakta kalsın diye bunca pahalılık ve yoksullukla baş etmesi gereken de o kahraman tüketici.

Bakalım bu kahramanın yolculuğu nereye varacak!

Sağlıkçılara yine sahip çıkılmadı!

Sağlıkçılara yine sahip çıkılmadı!

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde beklenen oldu. Meclis olağanüstü toplanamadı!

Neden?

Çünkü toplantı yeter sayısına ulaşılamadı!

Toplantı yeter sayısına neden ulaşılamadı?

Çünkü milletvekillerine ‘Ankara’da Meclis’te hazır bulunun’ mesajı gönderen AK Parti, MHP ve HDP Cumhuriyet Halk Partisi’nin ‘Sağlıkta şiddet konusunu konuşalım ve bir çözüm bulalım’ çağrısına katılım göstermedi.

Yani anlayacağınız, AK Partili, MHP’li vekiller Ankara’daydılar, TBMM’deydiler, ancak sağlıkta şiddet konusunu görüşmek ve çözüme kavuşturucu önlemler almak istemediler!

Hatta bazı AK Parti milletvekilleri yoklama alınana kadar salonda durdular, ancak yoklamaya katılmadılar.

Oysa daha dün sağlıkta şiddetin acı örneklerinden birine şahit olduk. Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Uzmanı Doktor Sezer Eşfer;

Dün beni öldüreceğini söyleyerek acil servisi taşla basan adam, gözaltına alındı, 15 saat sonra serbest bırakıldı. 7 saat sonra da acil servisimize tekrar geldi. Yine alkol ya da madde etkisindeydi. Soruyorum size ben bu ülkenin doktoru olarak ne yapmalıyım? Ölmeyi mi bekleyeceğim?” diyerek isyan ediyordu sosyal medya üzerinden.

Medyada haber olma, sosyal medyada görünür olma şansını yakalayan Eşfer’in haklı isyanı böylelikle ses buldu ve şahıs bir kez daha gözaltına alındıktan sonra tutuklandı, hastanedeki güvenlik önlemleri artırıldı, Dr. Eşfer’e de koruma kararı çıkartıldı.

Tek bir olaydan bahsediyoruz.

Sesini duyurmayı başarabilmiş tek bir doktordan…

Oysa Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası tarafından hazırlanan rapora göre; 2020 yılında günde 71 sağlık emekçisi şiddete maruz kalırken, sağlıkçılar bir saat içerisinde ortalama 3 kez ‘beyaz kod’ veriyor, yani 3 kez şiddete uğruyor!

Tablo içler acısı!

Buna bağlı olarak başka bir istatistik veriyi de hemen hatırlatalım; günde 7 doktor yurtdışına gitmek için gerekli başvuruların hazırlığını yapıyor!

Şiddet gören, hayatından olma riski ile mesleğini yapamayacak duruma düşme riski ile karşı karşıya kalan doktorlar, başka ülkelerde şanslarını denemek için yollara düşüyorlar artık.

Meclis’in toplanamamasının ardından bir açıklama yapan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu;

Hepimiz görevimizi yaptık, ama parlamentoyu işlevsiz kılan, iki temel kurum, yani AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi gelmedi. Dolayısıyla bundan sonra olacak olan bütün negatif olayların sorumlusu onlardır!” dedi.

  1. dönem parlamentosunda; AK Parti’den sağlık çalışanı olarak 14 milletvekili Meclis’te, İYİ Parti’den 4 sağlık çalışanı milletvekili olarak görev alıyor, MHP’den ise 3 eczacı ve 2 tıp doktoru Meclis’te yer alıyor. Cumhuriyet Halk Partisi, 16 milletvekili ile sağlık çalışanlarına Meclis’te en çok yer veren parti.

Bu tabloya bakarak şu sorusu sorma hakkını kendimde buluyorum;

Meclis’e gelip meslektaşlarının içinde bulunduğu sağlıkta şiddet gibi bir açmazı çözmek için kılını dahi kıpırdatmayan AK Parti, MHP ve HDP’nin sağlıkçı vekilleri gönülleri rahat bir şekilde bu gece başlarını yastığa koyabilecekler mi?

HDP’nin böyle önemli bir konuda Cumhur İttifakı ile birlikte hareket ediyor olması da siyasi tablonun berraklaşması açısından önem arz ediyor diye düşünüyorum.

Meclis’in dağılmasının ardından görüştüğüm CHP Bursa Milletvekili Yüksel Özkan, bu konuda söylenebilecek en güzel sözü söylemiş bence;

Atatürk, ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ demiş, ben de sizi mülteci hekimlere emanet ediyorum. Sağlık çalışanlarının sorunlarına kayıtsız kaldığınız için utanın!”

Cumhur İttifakı’nın ve HDP’nin Meclis oturumuna katılmamasını ‘temelde bir samimiyetsizlik’ olarak yorumlayan Özkan,

Sağlık çalışanlarının bu gelişmeleri yakından izlediğine inanıyorum. Bu davranışları onların takdirine bırakıyorum!” diyor.

Ülkenin kendisini temsil etmesi için seçip Meclis’e gönderdiği vekillerinden talebi tam bir temsiliyettir, partiler arası güç savaşları içine girip görevini unutan vekillere hatırlatma olsun!

Yenişehir Belediyesi’nin yerinde müdahalesi 300 milyon TL kazandırdı

Yenişehir Belediyesi’nin yerinde müdahalesi 300 milyon TL kazandırdı

Özellikle yaşadığımız pandemi dönemi gösterdi ki kendi kendine yetebilme önemli bir denge.

Bu denge kaçtığı zaman yaşananlar ortada…

Un fiyatları tavan yaptı, şeker fiyatlarının geldiği nokta belli, ayçicek yağı desen sormaya gerek yok.

Kendi kendine yetebilmenin şartı tarımsal arazilerin ekilip ve biçilmesinden geliyor.

Sadece bu da yetmiyor…

Beklenmeyen zararlılara karşı da uyanık olmak gerekiyor.

İşte bu noktada yakın bir tarihte Bursa’da tarımsal arazilerde yaşanan çayır tırtılı zararlısı da çiftçinin canını epey yaktı.

Zamanında önlem alınmasaydı belki çok daha fazla canımız yanacak, bir çok ürünün fiyatı da katmerli olacaktı.

İşte bu noktada yerinde müdahale yapan belediyelerden biri de Davut Aydın’ın belediye başkanı olduğu Yenişehir Belediyesi…

İlçe genelinde ekili olan 65 bin dönüm hektara dadanan çayır tırtılına karşı anından hemen iki dronla ilaçlama çalışmalarını başlatan Başkan Aydın’ın bu çalışması sayesinde Yenişehir ilçe halkının yüzü güldü.

Sonuçta sadece tırtıl 2 bin dönüme zarar verdi.

63 bin dönümde etkisiz oldu.

Bu başarı da Davut Aydın ve ekibinin.

Çiftçinin ve ekonominin kazancı da 300 milyon TL…

Yonca ve ayçiçekleri zarar görmediği için bu da ucuz ürün demek…

Bundan dolayı da Aydın ve ekibini ayrıca tebrik ediyoruz.

YEREL BAKIŞ’IN KONUĞU ALP…

Her hafta birbirinden değerli konukları ağırladığımız Norm Haber Stüdyolarından yayınlanan Yerel Bakış programında bu haftaki konuğumuz Bursa İl Dernekler Federasyonu Başkanı Ramazan Alp olacak.

Kendisi ile önümüzdeki aylarda gerçekleşecek BİLDEF buluşması başta olmak üzere yapmış olduğu çalışmaları konuşacağımız program saat 14.00’da…

Programımızı başta ww.normhaber.com olmak üzere sosyal medya hesaplarından izleyebilirsiniz.

BURSASPOR KENDİ MENAJERLİK ŞİRKETİNİ KURMALI…

Bu sene tarihinde ilk defa 2.ligde oynayacak Bursaspor’un çalışmalarını göz ucu ile takip etmeye çalışıyoruz. Temennimiz odur ki Bursaspor’un bir an önce hak ettiği yere gelsin.

Evet, bunun için 3 milyon hemşerimizin destek vermesi gerekiyor.

Bu madalyonun ön yüzü.

Bir de diğer yüzü var.

Orada da Bursaspor’dan yetişen sporcuların yetiştikleri takıma hiçbir şey kazandırmadan elini kolunu sallaya sallaya gitmesi var.

Bunların akıl hocaları da menajerler, yanlış yapılan sözleşmeler.

Bu minvalde önceki gün de 13 sporcu ile profesyonel sözleşme imzalayan sporcuların aklını çelmek isteyen menajerler olacaktır.

Bursaspor’un şimdiden uyanık olup bunlara fırsat vermemesi gerekiyor.

Hatta kendi menajerlik şirketini kurup bir an önce faaliyete geçirmeli.

Yoksa her zamanki gibi yarın geç olacak…

Bizden hatırlatması…

Bakanlık mı, şikâyet makamı mı belli değil!

Bakanlık mı, şikâyet makamı mı belli değil!

Dün şehrimizi ziyaret eden bakanların programlarına dahil olmanın özellikle soru sormak için yeterli ve gerekli ortamların oluşmaması açısından bakıldığında pek de cazip olmadığından bahsetmiştim yazımın başında.

Bugünkü konumuz ise Kabine’deki bakanların kendilerine soru sorulmasından neden hoşlanmadıklarına ilişkin olacak.

Örneklemimiz, içinde bulunduğumuz pandemi süreci nedeniyle en çok göz önünde olan bakanlardan Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca.

Geçtiğimiz günlerde program konuğum olan, Bursa Eczacı Odası Başkanı Okan Şahin, Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti, Denetleme Kurulu, Bölge Eczacı Odası Başkan ve Yöneticileri ile birlikte Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı makamında ziyaret etti.

Heyet eczacıların sıkıntılarından dem vurmak için Ankara’daydı, ancak ziyaret beklediklerinden çok farklı bir yönde gelişti.

Konuyla ilgili görüşmek üzere Okan Şahin’i aradım.

Biz Sağlık Bakanına dert yanmaya gittik, bakan bize daha çok dert yandı!” diye söze başlayan Şahin;

Görüşmemizde eczanelerin yaşadığı sıkıntılar ana başlıktı. Sayın Bakan, ‘Benim yapabileceğim bu kadar, daha fazlasını yapamıyorum. Sizin talebiniz haklı, ama ekonomik olarak bunun onayını çıkaramıyorum!’ dedi” cümlesi ile bir bakanın çaresizliğini özetledi adeta.

İlaç Fiyat Kararnamesinde, 13 yıl öncesinin koşullarına göre belirlenen fiyatların güncel duruma göre yeniden düzenlenmesi talepler arasındaki en önemli başlıktı. Hastaların karşı karşıya kaldıkları ve eczacıları da ciddi şekilde mağdur eden ilaç yokluklarının engellenmesi adına gerekli önlemlerin alınması da hasta hakları açısından en önemli başlıklardan biriydi.

Ödeneklere bağlı alınması gereken kararlar içeren taleplerin haklılığını kabul eden Bakan Koca’nın eczacılara adres olarak Ekonomi Bakanlığı’nı göstermesi en hafif tabirle üzücü.

Konuşulan konulardan biri de Eczacılık Fakültelerinden ihtiyaçtan fazla mezun veriliyor olmasıydı.

Haklısınız, ben de sizin gibi düşünüyorum. Bunu YÖK’e ben de söyledim. Daha fazla tabip mezun etmemiz lazım diye talepte bulundum. Özellikle eski köklü üniversitelerin tıp fakültelerinin kontenjanını artırın dedim, onlar Ağrı Çeçen Üniversitesi’nin kontenjanını arttırdılar!” diye YÖK’ü de eczacılardan oluşan heyete şikayet etmiş Bakan Koca.

Bakanlar açısından bakılınca manzara bu!

Kendi taleplerini ilettiği kurumlardan dahi yanıt alamayan, bakanlığına ait sorunların neler olduğunu bilip de çözüm bulmak adına bir şey yapamayan bakanlar, kendilerine soru sorulmasından elbette kaçınır.

Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti, Denetleme Kurulu, Bölge Eczacı Odası Başkan ve yöneticileri dertleri sorunlarını en üst yetkili makama iletmek olduğundan, Ekonomi Bakanı’ndan randevu almayı pas geçerek, doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan görüşme talebinde buluşmuşlar.

Çok yerinde bir karar.

Bir diğer yandan, Türk Tabipler Birliği’nin ve TBMM’deki duyarlı vekillerin sürekli sormasına rağmen yanıt bulamayan ‘Kamudan ne kadar hekim istifa etmiştir? Hekim açığımız ne kadardır?’ sorularına itiraf gibi bir kararın açıklandığını öğrendik.

Cumhurbaşkanlığı kararıyla, kamuda istihdam edilecek uzman hekim sayısı 9 binden 19 bine çıkarıldı. CHP’li vekiller tarafından hekim açığının itirafı olarak değerlendirilen kararı CHP Bursa Milletekili Yüksel Özkan’a sordum.

Türk Tabipler Birliği’nin yaptığı açıklamaya göre bu yılın sonunda 2 bine yakın hekimin istifa ederek yurt dışına çıkmasının beklendiğini belirten Özkan,

Açılan kadroları nasıl dolduracakları çok önemli. Aile hekimliğindeki gibi uzman hekimlik alanlarında da yabancı hekimler mi görev alacak? Sorulması gereken sorulardan biri bu. Hekimlerin hızla kamudan uzaklaştıklarını, uzman hekimlerin yoksulluk sınırının altında yaşam koşullarında yaşamasının beklenmemesi gerektiğini sürekli dile getiriyoruz. Ancak daha önce de söylediğim gibi bu sorunlara çözüm bulacak merci Sağlık Bakanlığı değildir.

Bakanlıklar artık Sarayda alınan kararları kamuoyuna aktaran sözcüler konumunda görev yapmaktadır. Dolayısıyla çözüm noktasında etkili olamazlar, isteseler de etkili olamazlar!” dedi.

Özkan’ın Aile Hekimi olarak ülkemizde çalışmaya başlayan yabancı doktorlarla ilgili Meclis’e sunduğu bir soru önergesi de var, tahmin edeceğiniz gibi yanıtlanmamış.

Hoş yanıtlansa da bir anlamı olacak mı?

Emin değilim…

 

İnşaat malzemesi üreticileri arasında gizli bir anlaşma mı var?

İnşaat malzemesi üreticileri arasında gizli bir anlaşma mı var?

Fırsat buldukça eski dostlarımızı ziyaret ediyoruz. O dostlardan biri de önceki dönem Yıldırım Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali

Edebali’yle konuşurken, makam ve mevkiler geçicidir; aslolan dostluktur, düsturu ile hem geçmişi yâd ettik, hem ahde vefayı konuştuk, hem de günümüzün siyasetine ilişkin düşüncelerini öğrenme fırsatı yakaladık.

Uzun yıllar AK Parti il yönetiminde bulunduktan sonra belediye başkanlığına seçilmiş ve bir dönem görev yapmıştı Edebali…

Yiğidi öldür; hakkını ver, misali belediye kaynakları ile yapılan 700 konut ve yüzlerce metrekare ticari alan onun görev yaptığı dönemden aklımızda kalan hizmetlerindendi.

Edebali, bu dönem siyasetten uzak olmasına rağmen göz ucu ile seyrediyor. Bu süreçte kendi işi olan inşaat işlerine devam ediyor.

Özellikle son zamanlarda inşaat maliyetlerindeki artışın nedenlerini sorduğumda net yanıt verdi:

Evet, dünyada bir kriz var, fiyat artışı var, ama bu artışın spekülatörleri de var” diyerek önemli bir konuya dikkat çekti.

Ardından “inşaat sektörünün üreticileri kendi aralarında söz birliği etmişçesine aynı fiyatı veriyorlar” dedi.

Genel olarak böyle bir durum olduğunu gözlemliyoruz.

Misal, hazır betona bir yılda yüzde 500 zam geldi.

Bu işe akıl sır erdirmek mümkün değil.

Tuğlaya da benzer zamlar geldi.

Enflasyon yüzde 80, inşaat sektöründe hammaddede yüzde 500…

O zaman iş ilgili bakanlığın ilgili kurumu, Piyasa Düzenleme ve Denetleme Kurulu yetkililerine düşüyor.

Onların bir an önce bu iddiaları denetleyip, suçlular varsa cezalandırılması gerekiyor. Bu durum sadece inşaat sektöründe değil, tüm sektörlerde mevcut.

Bugün üç harfli marketlere gittiğinizde fiyatların yüzde 95’i tıpkısının aynısı…

Yahu Allah aşkına sizler de hiç rekabet yok mu?

Bu rekabetin olmadığını biz görüyoruz da, yetkililer görmüyor mu?

Diye düşünmeden edemiyoruz.

Umarım yetkililer bundan sonrası için önlem alır, bizim gördüklerimiz görürler…

Yazmak bizden, uygulamak, kontrol onlardan…

AK PARTİ’DE KURUCULAR KELES’TE BULUŞTU

Zaman zaman siyasette ahde vefadan çok bahsettiğimiz oluyor.

Bu bağlamda ahde vefayı en çok kendi aralarında sözden eyleme geçiren gruplar arasında AK Parti’nin Bursa’daki kurucu il yönetimi geliyor.

Kurucu il yönetimi uzunca bir süredir kendi aralarında her ay düzenli olarak bir kurucu il yöneticisinin misafiri oluyor.

Bu minvalde son olarak kurucu il yöneticisi Hikmet Ertaş’ın ev sahipliğinde Keles’in Pınarcık Mahallesi’nde buluştular.

AK Partili kurucu il yöneticilerinin yanı sıra AK Parti Keles teşkilatı ve Belediye Başkanı Mehmet Keskin de buluşmaya katıldı.

Yine her zaman bu toplantılara katılan Faruk Çelik de kurucu yönetimi yalnız bırakmadı.

Çelik’in mevcut durumu değerlendirdiği konuşma da dikkat çekti…

AK PARTİ’DE KİMLER SEÇİMİ BEKLİYOR?

Genel seçimler öncesi aday adaylarının yoğun ilgi gösterdiği AK Parti’de 2023 seçimleri öncesi bazı isimler aday adayı olacağını deklare etmeye başladı.

O isimlerin kimler olacağını önümüzdeki günlerde kaleme alacağız.

Ancak bazı isimler var ki mevcut il ve ilçe yönetimlerinde görev yapan, siyasete küsen isimler.

Onlar milletvekili aday adayı olarak ya siyasete nokta koyacaklar ya da Ankara da siyasete devam edecekler.

Onların kim olduğunu da ilerleyen günlerde kaleme alırız…

DEVA Partisi denetim ve plan odaklı!

DEVA Partisi denetim ve plan odaklı!

Bursa’nın gündemi bakan ziyaretleri ile meşgul, ancak ben başka gündemlerin, başka toplantıların peşindeyim. Çünkü gazeteciliğin gereği olan soru sorma hakkımızı şehrimizi ziyaret eden bakanlara karşı kullanamıyoruz. Toplantıların büyük bölümü basına kapalı yapılırken, basına açık olan toplantılarda da biz basın mensupları sadece dinleyici konumda bulunuyoruz.

Rahmetli Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı iken, kendisine her türlü soruyu sorabildiğimiz, oturuşundan kalkışına her hareketini haber yapabildiğimiz günleri hatırlayınca ne demek istediğimi anlayacaksınızdır mutlaka.

Bugün de tam öyle bir gün işte.

Çevre Şehircilik ve İklim Bakanı Murat Kurum şehrimizi ziyaret ediyor, ancak ben aklımdaki soruları soramamanın derin üzüntüsünü içime gömüp, DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selma Aliye Kavaf tarafından düzenlenen toplantıya katılmayı tercih ettim.

AK Parti döneminde 2009 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan olarak görev alan Kavaf, bu kez “çalışma ve sosyal güvenlik” konularına kafa yoruyor. Düzenlediği basın toplantısı da DEVA Partisi’nin Sosyal Politikalar Eylem Planını daha derinlemesine anlatmak üzere kurgulanmıştı.

Bu eylem planına göre DEVA Partisi ‘asgari gelir desteği, yaşlı bakım sigortası, dar gelirlilere konut desteği, kayıt dışı istihdamın önüne geçmek, sendikalaşmayı desteklemek, esnek çalışma saatlerinin SGK kapsamına alınması, emekli maaşlarında iyileştirme…’ gibi pek çok planlama yapmış görünüyor.

Ancak bunların içinde en önemli sorunlardan biri olan emekli maaşlarındaki aylık bağlama oranlarının düşüklüğü üzerinde henüz net bir çalışma ortaya koyulmuş değil.

Konu üzerinde çalışıyoruz. Ali Babacan’ın Ekonomi Bakanlığı yaptığı dönemden öncesinde 39 yaşında yüksek aylık bağlama oranları ile emekli olan vatandaşların yükünü şimdiki emekliler çekiyor. Bu durumu adil bir paylaşım düzeni ile aşmaya çalışacağız!” diyor Kavaf.

Evet, popülist söylemlerin yükünü birkaç yıl sonra yine vatandaşlar sırtlanıyor, bu doğru. Ancak bu durum, yükü sırtlanan vatandaşın hatası değil, popülist vaadi veren siyasetçilerin hatasıdır! Görüyorum ki, bu siyasilerin hiçbirinin ödediği bir bedel yok ortada.

Kavaf, “Sendikacılığı destekleyeceğiz, ancak demokratik bir ortamda uzlaşmacı bir sendikacılık arzu ediyoruz” diyor.

Toplu sözleşme görüşmelerinin sonrasında tarafların görüşlerini mikrofonların açık kaldığını fark etmeden birbirlerinin kulaklarına fısıldadıkları, “Uzasa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle” ya da “Gırtlağımızı sıkmasınlar…” gibi cümlelerin toplu sözleşme masalarında sarf edildiği bir sendika mı beklentileri?

Sordum…

“Tam da böyle bir anlayıştan uzaklaşmak istiyoruz. Ancak büyük sendikal eylemler koyarak yabancı yatırımcıları ülkemizden kaçıracak uzlaşmazlıklar da yaşamak istemiyoruz. Daha demokratik, daha sürdürülebilir tarafların daha medenice anlaşabileceği yollar olduğuna inanıyoruz” sözleri ile aldım yanıtımı.

Çocuk işçiliğine karşı olduklarını belirttikleri için Mesleki Eğitim Merkezlerindeki uygulama ile 13 yaşındaki çocukların sanayide çıraklığa başladığını hatırlatarak konuya nasıl baktıklarını sordum.

Aldığım yanıtı biraz da yorumlayarak aktarmak istiyorum size. Çıraklık eğitimi kavramında bir terslik olmadığını düşünüyor DEVA Partisi. Ancak bu noktada denetimlerin çok ciddi biçimde yapılması ve çocukların yapabilecekleri işlerde çalıştırılması taraftarı oldukları bilgisini edindim. Yani burada sorunun 13 yaşındaki çocuğun sanayide çırak olmasında değil, bu konuda yeterli denetimin olmamasında olduğundan dem vurdu Kavaf. Çıraklık eğitiminin çeşitli modellerinin Avrupa ülkelerinde de görüldüğünün altını çizerek.

Özellikle belirtmeye çalıştıkları iki nokta çok önemli.

Sosyal yardımları kesen değil, sosyal yardımlar konusunda adaletsizliği önleyen bir parti olacağız!”

Üretime, çalışmaya dönük bir toplum olmazsak, kadınlar dahil tüm çalışmaya uygun nüfusumuzu üretimin içine dahil edemezsek, ülke olarak sürdürülebilir olmamız mümkün değil! 20 milyon çalışanın 85 milyonluk bir ülkeyi omuzunda taşıması imkansız!”

Planlar yapılırken tablo hep pembedir, uygulamaya geldiği zaman renkler bulanıklaşır. DEVA Partisi’nde işler nasıl gidecek hep birlikte göreceğiz…

SAADET PARTİSİ’NDEN PATİLİ DOSTLARIMIZA DESTEK

Saadet Partisi Bursa İl Ekonomik İşler Birim Başkanı İbrahim Özacar, sorumlu siyasi anlayışı aktif bir biçimde sürdürüyor.

Geçtiğimiz günlerde yazdığım ‘Dini duygularımızı sömürmek günah değil midir?’ başlıklı yazıma sözlü bir yanıt vermek için beni aradığında hem yazımın içeriğini hem de yakın dönemde yine bir yazı ile gündeme getirmeye çalıştığımız petshopların Kasaplar Odası’na bağlanması meselesini konuştuk kendisi ile.

Petshopların Kasaplar Odası’na bağlanacağı iddiaları toplumda infiale neden oldu. İlgili oda başkanları ve işin muhatabı olan esnaflarla görüştüm. Hiç kimseden görüş talep edilmeden verilmiş bir karar. Tartışmalara Tarım Bakanlığı kör ve sağır.

Vitrinlerde hayvanların satışına karşı olduğumuz gibi internet üzerinde, çeşitli bölgelerde kurulan semt pazarlarında süs eşyası gibi satışına da karşıyız. Saadet Partisi Bursa teşkilatları olarak Tarım İl Müdürlüğü, yerel yöneticiler, Veteriner Odası başta olmak üzere, ilgili bütün STK’larla çözüm odaklı ortak çalışma yapmaya hazırız” dedi.

Elde böylesine istekli bir gönüllü potansiyeli varken, neden kullanılmasın, patili dostlarımızın da yararına olur bence…

Bursa’da siyasetin suyu ısınınca misafirler arka arkaya gelmeye başladı

Bursa’da siyasetin suyu ısınınca misafirler arka arkaya gelmeye başladı

Seçim sathına girdiğimiz resmen açıklanmasa da fiilen çalışmalar başlamış durumda.

Bu minvalde gün geçmesin ki Bursa’nın Ankara’dan misafiri olmasın. İki gündür bu noktada Bursa’da hareketli saatler yaşandı.

Önce perşembe günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin geldi, “EYT’nin çıkmasına sayılı günler kaldı” dedi. Ardından bir başka bakan daha kentimizde idi.

O da…

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum

Bakan Kurum, bir İnegöl’de bir Bursa’da, açılıştan temel atmaya kadar oldukça hareketli bir program izledi.

Bir tarafta bu program varken, diğer tarafta DEVA Partisi Sosyal Politikalar Başkanı Selma Aliye Kavaf önce basın mensupları ile buluştu, ardından da ziyaretler gerçekleştirdi.

Önce şunu net ifade etmek gerekiyor: Kavaf, geçmişte AK Parti’de siyaset yapmış, ardından bakanlık görevinde bulunmuş bir isim.

Sonrasında ise DEVA Partisi’nde siyasete devam eden öğretmen kökenli bir politikacı.

Kavaf, neler mi anlattı?

Bildiğimiz şeyler…

AK Parti iktidarında uygulamaya konulan birçok çalışmadan bahsetti. Anlattıklarının AK Parti’den farkı ne, diye soracak olursanız onun yanıtı da basit…

Biz daha fazla vereceğiz, politize olmayacağız, daha çok kişiye ulaşacağız, dedi dersek abartmış olmayız.

Projeler aynı, belki yöntemlerde ufak tefek farklar var.

Kaynak sorusuna ise Kavaf net yanıt vermedi.

Öte yandan, ben de kendisine iki soru sordum.

Babacan’ın bakanlığı döneminde emekli maaşlarında aylık bağlama oranının yüzde 28’e çekilmesini hatırlattım. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, sorusuna “çalışıyoruz” dedi.

Diğer bir sorum ise 212 sayılı Basın İş Kanunu kapsamında çalışan meslektaşlarımızın yıpranmasının eski hale getirilmesi ile ilgili bir çalışma yapacak mısınız, şeklindeydi.

Yeniden tanımlamak lazım, çalışacağız” yanıtını aldım.

Kavaf’ın açıklamaları beni tatmin etmedi.

Vatandaşı tatmin eder mi?

Onu sandık gösterir.

Ama bizim gördüğümüz DEVA Bursa’nın bundan sonraki süreçte genel merkezden her hafta bir konuğu olacağı ve saha çalışması yapacağı…

YILMAZ’DAN AHDE VEFA

Birkaç gündür AK Parti ile ilgili yazılar kaleme aldık.

Yazılarımızın öznesi ahde vefa, birlik ve beraberlik üzerine…

Bu bağlamda mevcut yöneticilerin bir an önce harekete geçmesi gerekiyor.

Bu noktada…

Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz da siyasete tabandan başlayan bir isim. Yılmaz önce Osmangazi de siyasete başladı, ardından da Yıldırım’da…

Bu bağlamda Yılmaz da kendisine yarenlik eden dava arkadaşları ile pazartesi akşamı Hünkâr Köşkü tesislerinde kuruluşundan bugüne kadar geçen süre zarfında görev almış önceki dönem yöneticileriyle buluşacak.

Bu buluşma belki de önümüzdeki günlerde başlayacak seçim çalışmalarının startı olacak…

 

Memleketin belalısı nereye gidiyor?

Memleketin belalısı nereye gidiyor?

Belalımız enflasyon canavarı yukarı gitmeye kararlı görünüyor.

Duraksamaya bile niyeti yok! Bırakın geri gitmeyi…

O nedenledir ki ekonomik güven endeksi de son bir yılın dip seviyesine inmiş durumda.

Ekonomik güveni erozoyona uğratan birçok faktör içinde en fazla belirsizlik içeren unsurun enflasyon olması şaşırtıcı değil!

Nedeni basit…

Birincil görevi enflasyonu düşük seviyelerde ve kontrol altında tutmak olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da enflasyonun nereye gideceğini bilemiyor.

TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun açıkladığı 2022’nin üçüncü Enflasyon Raporu, çok ciddi revizyonlarla karşımıza çıktı!

Aslında yılbaşından bu yana her raporda katlanarak gelen revizyonlarla karşılaştık.

Yani yüzde 23 civarında bir öngörü ile başlayan yılsonu tahmini, ikinci raporda yüzde 42,8’e fırladı. Dün açıklanan son tahminse yüzde 60,4 seviyesindeydi.

Yani üç ay sonrasını bile sağlıklı görmenin ya da görmek istememenin yansıması var MB’nin raporlarında!

Her seferinde neredeyse 20’er paun eklenerek yukarı itilen bir beklenti söz konusu. Açıkçası Merkez’in beklentilerine pek inanan da yok piyasalarda.

Açıklanana veriler konusunda ciddi şüpheler varken öngörülerin hangi bilimsel temele göre yapıldığı ayrı bir tatışma konusu! Yoksa 3 ayda bir böyle revizyonlar gelmezdi.

Üç ay içinde çok da köklü değişimler olmadı neticede!

Olan tek şey ciddi bir mücadelenin olmaması… Ve dolayısıyla enflasyonun istikrarlı ve kararlı biçimde yükselmesi.

Merkez Bankası da güncellemeleri geç de olsa detay raporlarına aktarıyor çok şükür!

Ancak bir türlü tahminleri tutmayan MB’nin iddialı olması da hayli ilginç..

Nasıl mı?

Başkan Kavcıoğlu, raporu açıkladığı konuşmasında, yıl sonunda gerçekleşen enflasyonun TCMB beklentisinin altında kalabileceğine işaret etti.

İyimserliğine hayran kaldım açıkçası!

Öncelikle hiçbir finans ve araştırma kuruluşunun yüzde 70’in altında yılsonu enflasyon öngörüsü ile çalışmadığının altını çizmekte fayda var.

Hatta piyasalardaki ortalama beklenti daha ziyade yüzde 80’e yakınsıyor!

Ve hatta “Üç haneyi de görürüz.” diyenler bile var.

Peki neden?

Her ne kadar Kavcıoğlu, “Enflasyonda atalet olmaması için tedbirler alınıyor. Gerektiğinde sert tedbirler alınır” dese de mücadele yok öncelikle.

Çok sınırlı bazı adımların dışında enflasyon canavarına karşı ciddi bir mücadele yürütülmüyor!

Yani ivme azalmıyor enflasyondaki yükselişte. Çünkü durduran yok.

Fiyat artış hızının yavaşlamaması ise tepe noktasını belirsiz kılmakta. Yapışkan ısrarcı bir enflasyon yapısına kavuşurken Türkiye, aşağıya inişin uzun zaman alma ihtimali de giderek güçleniyor!

Çünkü…

Dövizdeki geçişkenlik sürmekte! Asıl sıkıntı dövizdeki yükselişin sürmesi…

Keza enerji ve hammadde kaynaklı baskı da gündemde kalmaya devam ediyor.

Maliyetler yukarı yönlü.. Ve çoğu sektör henüz tam olarak fiyatlara yansıtamadı bu artışları!

Daha da önemlisi talep tarafında da yukarı yönlü hareket var. Ve bu trend de fiyatları yukarı çekmeye devam etmekte.

Yani Merkez Bankası’nın hayalindeki rakamlar gerçekten hayal!

Bir dosttan AK Parti’ye samimi bir öneri

Bir dosttan AK Parti’ye samimi bir öneri

Dünkü yazımızda AK Parti’nin 1 Ağustos tarihinden itibaren sahada olacağını kaleme almıştık.

Yazımızın ardından AK Parti’de siyaset yapan dostumuz telefonla bize ulaşarak sahaya inecek AK Parti’nin kurmay kadrosuna bir öneride bulundu.

Önerisi de kayda değer.

Dostumuz ”AK Parti kurulduğu günden itibaren girmiş olduğu tüm seçimleri kazandı, iktidar oldu. Muhalefet duygusunu genel anlamda yaşamadı.  Bizler bu duyguyu yaşamak istemiyorsak önümüzdeki seçimlere çok daha farklı hazırlanmalıyız.

Partimizin 2023 yılında gireceği seçim bundan önceki seçimlerin tamamından daha önemli” dedi.

Ardından ilave etti;

Bu 2023 seçimleri AK Parti’nin bir sonraki seçimlere iktidar olarak mı yoksa muhalefet olarak mı gireceğini de belirleyecek dedikten sonra sıralamaya başladı:

“Bizler Bursa genelinde eski günlerimize dönmek istiyorsak sahaya sadece milletvekilleri, il, ilçe yöneticileri değil, kuruluşundan bugüne kadar teşkilatta aktif görev almış gönüldaşlarımızla girmeliyiz.”

Örnekler misiniz dediğimizde de şunları söyledi:

“Yıldırım’da saha çalışması olacaksa geçmişten bugüne kadar görev yapan belediye başkanlarımız Özgen Keskin de İsmail Hakkı Edebali de Oktay Yılmaz da aynı anda ekip çalışmasının içinde olmalılar.

Bunu yanı sıra kurucu ilçe başkanımızdan başlayarak Şakir Ermiş, Hüdayi Yazıcı, Ali Erbay, Ahmet Er ve Yıldırım teşkilatını kuran M. Emin Tutan da kol kola girerek sahada olmalılar.

İl de ise geçmişten bugüne kadar milletvekilliği yapan, il başkanlığı yapanlar da saha çalışmalarında yer almalı. Bu konuda Hakan Çavuşoğlu, Faruk Çelik, Mehmet Müezzinoğlu, Efkan Ala aynı kare içinde sahaya girip halkla buluşmalı. Bu ve benzeri uygulamalar tüm ilçelerde aynı şekilde olmalı.

Hatta son seçimlerde belediye başkanlığını alamadığımız Mudanya, Nilüfer ve Gemlik’te başkanlık seçimine girdiğimiz adaylar da sahaya inerek bu çalışmalara destek vermeli.”

Gerçekten de öyle değil mi?

AK Parti’nin seçmende olan kredisi ilk önce kendi içerisinde birlik görüntüsü ile artar.

Yoksa bu çıkarmalar yapmacıktan öte geçmez…

Umarım AK Parti’nin kurmayları bu öz eleştiriden ve öneriden ders çıkartır…

BBP’DEN EVLAD-I FATİHAN ÇIKARMASI…

Önümüzdeki genel seçimlere ciddi bir hazırlık içerisinde girmek isteyen BBP kurmayları zaman zaman da dost ve akraba toplulukları ziyaret ediyorlar.

Bu minvalde BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ve yakın çalışma arkadaşları geçen hafta içerisinde Yunanistan’dan başlayarak, Kuzey Makedonya ve Kosova’ya ziyarette bulundular.

Bu ziyarette Bursa’dan da BBP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı hazır bulundu.

Gümülcine’de Batı Trakya Türkleri’nin efsane lideri merhum Sadık Ahmet’i anma törenine katılan heyet ardından Kuzey Makedonya ve Kosova’da  temaslarda bulunan heyet dün de Kosova Türk Demokrat Partisi’ni ziyaret ettiler.

Bizler de bu ziyaretleri önemsiyor ve hayırlı olsun dileklerimizi iletmiş olalım.

HARMANCIK’TA FESTİVALE SAYILI GÜN KALDI…

Her yıl geleneksel olarak gerçekleşen Harmancık Festivali’nin bu yıl 75’incisi düzenlenecek. Pandemi nedeniyle ara verilen festivalde bu sene bir farklılık daha gerçekleşecek.

O farklılık da isim noktasında.

Son yıllarda yapmış olduğu ekolojik turizmle dikkatleri üzerine çeken Harmancık Belediyesi festivalin adını Harmancık Kültür ve Ekolojik Turizm olarak değiştirmiş.

16-21 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek festivalde yöresel sanatçılar 18 Ağustos tarihinde ulusal sanatçılar da 20 Ağustos tarihinde konser verecekler.

Bu seneki ulusal sanatçılar arasında hemşerimiz Fettah Can da sahne alacak.

Öte yandan Nur Ertürk de Harmancıklılarla festival kapsamında buluşacak.

Aile hekimleri neden istifa ediyor?

Aile hekimleri neden istifa ediyor?

Öncelikle şunu kabul etmemiz gerekiyor ki, sağlık sistemimiz tüm sağlam temellerini bir bir yitiriyor. Zaman zaman programıma da konuk ettiğim sistem temsilcilerinin her biri yaşadıkları ekonomik sıkıntılardan, uğradıkları şiddetten, en çok da sürekli arıza veren sistem nedeniyle hasta ve sağlık çalışanının karşı karşıya kalmasından dertliler.

Peki, bu durum bize ne getiriyor?

Elbette giderek boşalan devlet hastanelerini ve devlet hastanelerinde sağlık hizmetine ulaşmanın daha da zor hale gelmesini.

Bu konuda kuyruğunu kovalayan köpek gibi bir sarmalın içine girdik ne yazık ki.

Devlet hastanesi koşullarından memnun olmayan sağlıkçılar ya özel sektöre ya da başka ülkelere gitmeyi tercih ediyorlar.

Hastalar da ekonomik koşulları doğrultusunda ya doktorlarını takip ederek özel sektöre yöneliyorlar ya da uzun süredir takibi altında oldukları doktorlarını kaybedip, devlet hastanelerinden randevu almak için aylar süren uğraşlar veriyorlar.

Bu noktada yükün en ağır olan kısmı ise Aile Sağlığı Merkezlerine düşüyor. Hastaneden randevu alamayan hasta, uzman doktoruna ulaşana kadar geçici tedavisini Aile Sağlığı Merkezindeki doktorunun üstlenmesini talep ediyor.

Aile Sağlığı Merkezlerinin durumunu da sorgulamak lazım elbette.

Sözcü gazetesinden Cem Yıldırım’ın haberine göre 55 bin aile hekimi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ulaşmaya çalışarak, “Kirasını ödeyemediğimiz Aile Sağlığı Merkezlerini kapatma arifesindeyiz!” dedi.

Hayatımızdan tam çıktı derken hızlı bir geri dönüşle hepimizi şaşkına çeviren korona virüs salgınıyla beraber iş yükleri daha da artan ve masraflarını ödeyememe seviyesine gelen aile hekimleri, ASM’lerdeki yanlış yönetimin 84 milyon vatandaşın sağlık durumunu etkilediğine vurgu yapıyorlar.

Aile Sağlığı Merkezlerinin sistem olarak nasıl işlediğini tam da bu noktada anlatmak doğru olacak sanırım.

Maaşını devletten alan ASM çalışanı doktorlar, maaşları dışında ASM giderlerini karşılamak için de belli bir ödenek alıyorlar, ancak ödenek ve masraflar arasında ciddi bir fark oluşuyor ve bu fark günümüz koşullarında giderek büyüyen bir karadeliğe dönüşüyor.

Hepimiz kira, personel ve temizlik giderlerinin ne kadar arttığının farkındayızdır sanırım.

Aile Sağlığı Merkezlerinin elektrik, su gibi giderlerinin ‘ticarethane’ fiyatlandırmasıyla ödendiğini de belirtmeliyim.

İşte bu mektupta dile getirilen; “Aile sağlığı merkezi kiralarını ödeyemez, temel masraflarını bile karşılayamaz hale geldik!” cümlesinin geniş açılımı…

Peki, “Aile Hekimleri yoksulluk, hatta açlık sınırındadır!” cümlesinin geniş açılımı nedir?

Bursa Aile Hekimleri Derneği Başkanı Zeynep Özsevimli ile görüştük bu konuyu.

14 Mart’tan bu yana Aile Hekimlerine yönelik hiçbir şey yok çıkan yasalar da. Hatta çıkan yasalar ‘Aile Hekimliği hariç’ diye çıkıyor! Ekranlarda gereken iyileştirmeler yapılıyormuş algısı yaratılıyor. Ancak bizim için hiçbir iyileştirme yok!

Biliyorsunuz yakın zamanda ‘Ceza Yönetmeliği’ diye bir şey çıkarıldı. Bu uygulama ile de maaşımızdan kesinti yapmak hedefleniyor ve sözleşme akdimiz yöneticilerin iki dudağı arasına bırakılıyor. Ceza Yönetmeliği’ne göre basına bilgi vermek uyarı cezası içeriyor.” diyor Özsevimli.

Toplumumuzda çalışanın maaşının sorulması ayıp karşılanırdı eskiden, ancak biliyorsunuz ki, son dönemde öğretmenlerden doktorlara herkesin maaş bordrosu sosyal medyada gezer oldu. Mesele büyük bir haklılık içeriyor, çünkü toplumumuzun yetişmiş insan gücünün bu ekonomik koşullara münasip görülmesinden utanılmalı öncelikle.

Ben de tüm bu gerekçelerin arkasına sığınarak sordum Zeynep Özsevimli’ye ‘Bir ASM çalışanı doktorun maaşı ortalama ne kadardır?’ diye.

Buna net bir yanıt vermek çok zor. Hasta yoğunluğunuza ve hastalarınızın durumlarına göre farklılık gösteren bir çizelge var, ancak şunu söyleyebilirim ki, nüfusunuz düşükse ve bir ASM çalışanı doktorsanız asgari ücretin dahi altında kalabiliyor aylık geliriniz!” yanıtını aldım.

Unutmayınız, tıp eğitimi 6 yıl Aile Hekimliği Uzmanlığı 3 yıl! Yani liseyi bitirdikten sonra Aile Hekimi olmak için 9 yıl daha okumanız gerekiyor! Karşılığında asgari ücretin altında bir maaşa talim olma ihtimaliniz de var!

Hal böyle olunca Aile Hekimleri istifa ediyor ve kadrosu olan ilçe sağlık müdürlüklerine geçiyor. Talepleri ise çok net. Uzun süredir adeta etraflarını saran görünmezlik zırhından kurtulmak, görünür olmak, sorunlarına kulak verilmesi ve gider ve ödeme artış oranlarının gerçekçi biçimde düşünülerek düzenlenmesi.

Aksi takdirde tıkanan sağlık sisteminin tek kaçış noktası olan Aile Sağlığı Merkezlerini de kaybedeceğiz!

 

 

 

ABD’nin yumuşak faiz mesajı da TL’ye güç katmadı

ABD’nin yumuşak faiz mesajı da TL’ye güç katmadı

Beklenen oldu…

Hem de beklendiği oranda.

Amerika yine faiz artırdı…

Ama piyasaları fazlaca ürkütmeden adım attı Amerikan Merkez Bankası Fed!

Politika faizini 75 baz puan artırarak yüzde 2,25 -2,50 aralığına yükseltti.

Başkan Jerome Powell’in açıklamaları dikkatle takip edildi. Verdiği temel mesajlarda enflasyonu düşürme konusundaki kararlılık öne çıktı.

Nasıl mı?

Kırk yılın zirvesi olan yüzde 9,1’lik enflasyonu düşürmek için ne gerekiyorsa yapılacak!

Yüzde 2 gibi bir hedef ortaya konmuş durumda. Ama piyasalar yüzde 4’e bile razı…

Bu arada Amerikan ekonomisindeki yavaşlama sinyalleri de önemseniyor.

Yani hem sözle hem de eylemle enflasyonu düşürmek üzere Fed yönetimi çalışıyor. Ve aynı zamanda atılan adımların yavaşlama sürecine giren Amerikan ekonomisinin daha fazla durgunlaşmasını da istemiyor Powell ve ekibi!

Dolayısıyla veri odaklı çok hassas bir faiz artış sürecinin gündemde kalacağı net bir dille ifade edilmiş oldu bir kez daha. Hem de ciddi bir kararlılıkla.

Ve işte bu nedenledir ki çarşamba gecesine damga vuran faiz artış kararı, bazı piyasa oyuncularının aksine 100 baz puan olarak gerçekleşmedi!

Çünkü Powell’ın ifadesine göre şu anki veri setleri daha yüksek bir artışı gerektirmiyor. Ya da başka bir ifade ile durgunluk endişesinin veri bazında yakın takibi için bir fırsat yaratmış oldu Fed.

Yani sert bir yavaşlama olmazsa daha güçlü 100 baz puan civarında bir artış ihtimalinin de teknik açıdan masada olduğunu ifade eden Başkan Powell, şimdilik kaydıyla faiz artış sürecinin daha yumuşak bir seyir izleyeceği mesajını verdi pratikte!

Bu açıklamaların ardından dolar endeksi gevşedi. Böylece üzerinde büyük baskı hisseden TL de bir miktar nefes alma fırsatı buldu.

Gün içerisinde 2022’nin zirve değeri olan 17,95 TL seviyesini gören TL, Fed kararının ardından 17,87’ye kadar geriledi.

Ancak, dolardaki küresel gevşeme liraya çok da yaramadı!

Çünkü liranın yüksek ülke risk primi nedeniyle içsel baskılardan sıyrılması kısa vadede pek mümkün görünmüyor.

 Gevşeyen dolar endeksinin emtialar üzerinden Türkiye’nin enflasyonunu zorlaması net bir örnek niteliğinde!

 Şu an için sevindirici olan Fed’in sıkı para politikasında daha yumuşak bir safhaya geçmek istemesi. Yani TL üzerindeki yük hiç olmazsa bu yönüyle bir miktar hafiflemekte.

Gelişmelere göre kurun 17,75 TL’ye doğru bir miktar geri çekilme opsiyonu mevcut..

Yine de yeni bir önlem seti gündeme gelmediği taktirde artık tarihi zirve olan 18,36’nın aşılması ihtimalinin de masada olduğu unutulmamalı!

Diğer tarafta Fed son faiz kararı ve Başkan Powell’in açıklamaları; altın, petrol ve Bitcoin’i coşturdu.

ABD borsalarında da endeksler zıplayıverdi

Kısacası kısa da olsa bir Powell rallisi yaşandı piyasalarda!

Peki bu süreç ne kadar kalıcı?

Açıkçası piyasalarda risk iştahını bir miktar körükleyen bu tablo açıklanan her kritik veriyle birlikte değişim gösterme potansiyeli taşıyor.

Yani en başta enflasyon ve işsizlik verileri olmak üzere ABD verileri tüm dünya için önem taşıyacak!

 Yatırım araçları da bu nedenle oynaklık açısından bir miktar risk barındıracak.

Sözün özü; dikkatli işlem yapma zorunluluğu unutulmadan elde edilen avansın tadı çıkarılabilir.

Geleceği tercih kılavuzu açıklandı

Geleceği tercih kılavuzu açıklandı

Eğitim sistemimizin yıllardır tartışılan bir üniversite yerleştirme modeli var.

Sınav ve sınav sonrası yaşananların, yıllarca sürmüş eğitim hayatının vardığı noktanın belirsizliği örneğin; bazen şansın, durmaksızın değişen baraj, soru, taban puan vb. konuların gencecik insanların kaderini belirlemesi çok acayip bir durum.

Bizim kuşak daha şanslı mıydı bilmem, ancak doksanlı yıllara dek şunu söyleyebilirim. Ülkede yapılan bütün araştırmalarda en güvenilir kurum olarak önce ÖSYM çıkardı.

Sonrasını biliyorsunuz!

Bu yılın YKS sonuçlarının 18 Temmuz tarihinde açıklanmasının ardından alınan puan ortalamalarına bağlı olarak belirlenen taban puanlarla, öğrencilerin çoğu muhtemelen en istedikleri değil, puan bakımından en uygun olan bölümlere yerleşmeye çalışacaklar. Mezun olduklarında eğer sevmedikleri bir bölümden mezun oldularsa çeşitli dezavantajları ile iş hayatına atılacaklar.

Üniversiteli işsizliğin en önemli nedenlerinden biri de bu görünüyor.

Çoğu insan kendi alanı dışında iş arıyor ya da o alanda (kendini geliştiremediğinden) iş bulamıyor. O halde tam da şimdi yaptığı tercih aslında geleceğini ‘tercih’ anlamına geliyor.

Bu konuda uzmanların bazı önerileri var…

Öncelikle gelecekten söz ediyorsak, gelecekte daha etkili olacak meslekleri bilmek önemli. Yapay zekâ, Blockchain, Metaverse gibi yeni nesil teknoloji meslekleri, önemli avantajlar sağlayabilir.

Bu tercihin yapılacağı yaşlar, yaşam ve dünya görüşü yönündeki karakterin önemli oranda ortaya çıktığı yıllardır. Duygusal ve zihinsel yetkinliğin farkında olmak bu yöndeki tercihin yapılmasında göz önünde bulundurulmalı. Açık havadan, doğadan hoşlanan ya da insanlarla iletişimden uzak, daha içe kapanık olmak gibi yaşam alışkanlıklarının, yapılacak mesleki tercihte göz önünde bulundurulması çok önemli görünüyor.

Hangi okulda okumalıyım?” sorusundan önce “Ne iş yapmalıyım?” sorusu daha önemli. Günümüzde hangi meslek olursa olsun, eğitim hayatı boyunca öğretilenlerle bütün bir hayat sürdürülemez oldu. Günümüzde sürekli yenilenmek ve öğrenmek zorunlu artık. Dolayısı ile mesleğin hayat boyu ihtiyaç ve sürdürülebilirliğini öngörmek şart.

Öte yandan, tercih edilen okulun fiziki şartları, akademik kadroları, hatta o kentin öğrencilere sunduğu yaşam olanakları önemli bir tercih sebebi olabilir. Üniversite dönemi insan hayatının belki de en güzel ve anıları unutulmaz yılları olsa gerek.

5 Ağustos 2022 tarihinde sona erecek başvurularda tüm genç arkadaşlara başarılı bir meslek yaşamına yönelmelerini sağlayacak tercihler yapmasını diliyorum.

Dini duygularımızı sömürmek günah değil midir?

Dini duygularımızı sömürmek günah değil midir?

Yüzde 90’ı Müslüman olan bir ülkeyiz.

İslamiyet ne emreder peki?

Yerine getirilmesi gereken dini vecibeleri bir yana bıraktığımızda, özünde iyi insan olmayı emreder elbette. Yani çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, iftira atmayacaksın, ihtiyaç sahibine yardım edeceksin, adil olacaksın, insanlara tepeden bakmayacaksın, empati kuracaksın

Dini vecibelerin telafileri olabilir, ancak kötü davranışların telafisi eğer bu davranışın sonucunda oluşan zararı ortadan kaldıramayacaksan mümkün değil!

Hal böyle olunca ülkemizin Diyanet İşleri Başkanlığının ve bu başkanlığa bağlı olarak çalışan cami imamlarının da bu doğrultuda işler, açıklamalar yapmaları beklenir.

Ancak ne yazık ki, son dönemlerde hem Diyanet İşleri Başkanlığı hem de cami imamları toplumun sorunlarını yatıştırmaktan ziyade kaşıyan açıklamaları ile gündem oluyor.

Geçtiğimiz yaz, Bağcılar Hazreti Osman Cami’nde Cuma namazı hutbesinde;

Kedilerden bıktık, sokakta yürüyemez olduk, sokak kedilerine mama, su vermeyin!” denildi misal.

Peygamberimizin kedisinin uykusunu bozmamak için namazını eda ettikten sonra hırkasının etek ucunu keserek camiden ayrıldığı hadisi hatırlatmak isterim…

Bu yaz ise Konya’nın Selçuklu ilçesi Bosna Hersek Mahallesi’ndeki Kayalar Camii’nin imamı Ahmet Gür, doktorların yaptığı iş bırakma eylemi ile ilgili şunları söyledi:

“Dün hastanelerin hiçbirisi görev yapmadı. Günlük iğne yaptıracak adam var, günlük serum alacak adam var, tedavi olacak adam var. Yani bu ne getirir? Daha fazla doktorların öldürülmesini getirir, tahriktir. Sen vardın hastaneden boş döndün. İğne yapılacak, oğlun ölecek elinde. Doktor da dedi, git bugün grevdeyiz. Öldürmez misin sen? Dövmez misin? Sövmez misin? Buna fırsat vermeyelim ya. Herkes akıllı olsun kardeşim!”

Sağlıkta şiddeti normal, olması gereken olarak açıkladı insanlara.

Son olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dini konulardaki en yüksek karar ve danışma organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Ticarette kâr haddi var mı?” sorusu üzerine verdiği fetva, Türkiye’nin gündemine oturdu.

Fetvada, “İslam dininin, alım satım akitlerinde kesin bir kâr haddi koymadığı, bunu piyasa şartlarına bıraktığı” belirtildi ve “Fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren Allah’tır!” hadisine işaret edildi.

Böyle bir açıklama olabilir mi? İnsanların dini duyguları ile böylesine acımasızca oynanabilir mi? Bu hadisleri duyan bu fetvalardan haberdar olan dini bütün vatandaşlar, içinde bulundukları geçim sıkıntısına isyan ettikleri için vicdan azabına terk edilebilir mi?

Sosyal medyada bu konuya eleştiri yöneltmiş olan Doç. Dr. Kenan Karataş’ın paylaşımını yanıt olarak kullanmak istiyorum:

Yeter artık, Allah’ı suçunuza ortak etmekten vazgeçin…

 

KİM NEYE KAYITSIZ KALIYOR BİLİNSİN!

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Ağustos Pazartesi günü toplanması için bir çağrı yapıldı. ‘Ülkenin bunca çözülmesi gereken sorunu varken, tatil yapmanın sırası değil’ dedi muhalefet partileri.

Toplantının gündem maddesi, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarıyla ilgili genel görüşme açılması. Ancak AK Parti bu toplantıya katılmayacağını şimdiden belirtti.

CHP Bursa Milletvekili Erkan Aydın ise öğrencilerin yurt sorununun halen çözülmediğini belirterek, konuyu Gençlik ve Spor Bakanı Dr. Mehmet Muharrem Kasapoğlu’na verdiği soru önergesiyle TBMM gündemine taşıdı.

Aydın, enflasyon nedeniyle kiralardaki artışlardan dolayı öğrencilerin KYK yurtlarına gitmek isteyeceklerini, ancak KYK yurtlarının öğrencilerin sadece 19’unu barındırabileceğini hatırlatarak, “Bir buçuk ay sonra parklarda, sokaklarda barınan öğrenci manzaraları ile karşı karşıya kalabiliriz” dedi.

Yükseköğretim düzeyinde KYK’ya bağlı 774 yurt ve 724 bin yatak kapasitesi bulunuyor. Bu rakam yurt ihtiyacı olan 3.8 milyon öğrencinin sadece yüzde 19’unu kapsıyor.

Kira fiyatlarında zaten fahiş bir artış yaşanmıştı, üniversitelerin eğitime başlaması ile bu artış bir ivme daha kazanır mı bilinmez, ancak şimdiki rakamlarla dahi bir öğrencinin ailesine aylık maliyeti 7-8 bin lira düzeyinde. Özel öğrenci yurtlarının fiyatları ise 3 bin 500 lira ile 12 bin lira arasında bir skalada gidip geliyor.

Bir ailede iki kişinin asgari ücretle çalışması durumunda çocuklarını şehir dışında okutma imkanı bulup bulamayacaklarını sizin takdirinize bırakıyorum…

NOT: Muhalefet partileri çeşitli bakanlıklardan ve komisyonlardan akıllarına takılan soruların yanıtlarını bulmak üzere bilgiler istiyorlar, soru önergeleri veriyorlar, ancak genellikle istedikleri bilgilere ulaşamıyorlar. Yine de tarihe not düşmek adına konuların gündeme getirilmesini önemli buluyorum. Meclis kayıtlarında kimin neye kayıtsız kaldığı görülsün!

AK Parti 1 Ağustos’tan itibaren tam kadro sahada

AK Parti 1 Ağustos’tan itibaren tam kadro sahada

TBMM tatilde, fakat vekiller sahada.

Genel olarak baktığımızda, önümüzdeki yılın da seçim yılı olacağını varsayarsak, siyasi partilerin tamamı seçimlere odaklanmış durumda.

İşte bu noktada Bursa milletvekilleri açısından değerlendirdiğimizde, çoğunluğunun sahada olduğunu görüyoruz.

Vekiller hem seçmenle buluşuyor, hem de seçmenin nabzını tutuyor.

İşte bu noktada, seçmenin nabzını tutarken, her türlü eleştiriye yanıt veren vekiller arasında AK Parti ve MHP milletvekilleri bulunuyor.

Özellikle enflasyon ve fiyat artışından, yaşam pahalılığından şikâyet eden halkın sorunlarını sabırla dinleyen milletvekillerini ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

Bu açıdan bakınca 2023 yılında gerçekleşecek genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri AK Parti açısından oldukça zorlu geçeceğe benziyor. Kurulduğu ilk günden ve girdiği ilk seçimlerden bu yana sandıktan hem birinci hem de iktidar olarak çıkan AK Parti’nin önümüzdeki seçimlerde sandıktan sadece birinci çıkması iktidara gelmek için yetmeyebilir.

AK Parti açısından değerlendirdiğimizde ilk defa tehlike çanlarının bu kadar şiddetli çaldığını görüyoruz.

Bu noktada AK Parti’nin sandıkta mevcut konumunu koruması için seçim sathına kadar birçok sorunu çözmesi yine sahada basılmadık yer bırakmaması gerekiyor.

Halka da mevcut durumu bahane göstermeden anlayabilecekleri şekilde anlatması öncelikli şart gibi gözüküyor.

İşte bu noktada AK Parti kurmayları hem kararsızları hem de kendilerinden başka siyasi partiye oy verme eğiliminde olan seçmeni ikna etme adına tam teyakkuz halinde sahaya çıkmak için gün sayıyor.

Bu noktada Bursa teşkilatlarının tamamı 1 Ağustos tarihinden itibaren bu hafta sonu seçim olacakmış gibi sahaya inecekler. Halkla buluşacaklar, halkın dertlerini dinleyecekler, halka bir anlamda hesap verecekler.

Yaparsa tekrar AK Parti yapar diyecekler.

Sonuçta yüzde 50+1’i bulmak için çalışacaklar.

Bu çalışmalar sonuca ulaşacak mı?

Onu da gerçekleşecek ilk ankette görmüş olacağız…

OKULLAR SALGINA GERÇEKTEN HAZIR MI?

 

Önceki gün Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in Erzurum’da yaptığı bir açıklama dikkatimi çekti. O açıklamada tekrar hortlayan Covid 19 salgını için okullarımız hazır, dedi.

Sayın Bakan’ın iyi niyetinden asla şüphemiz yok.

Ama bu açıklama inandırıcılıktan uzak geldi…

Ben de merak ettim.

Acaba Sayın Bakan okulları olası salgına nasıl hazırladı?

Misal, okullara ne kadar temizlik malzemesi gönderecekler?

Burada kıstas öğrenci sayısı.

Yine olası bir salgında öğrenciler ve eğitim camiası çalışanları için okullara haftalık derslik sayıları da göz önünde bulundurularak ne kadar dezenfektan gönderilecek?

Yine okullara maske gönderilecek mi?

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…

O açıdan okullar açısından salgına hazır olduğumuzu düşünmüyorum.

Ne zaman mı hazır oluruz?

Yukarıda yazmış olduğum ihtiyaçlara cevap verildiği an…

GERÇEKTEN AŞI ÖNLEM Mİ?

 

Özellikle son günlerde vaka sayılarının artmasının ardından önlemler tekrar geri gelecek mi?

Bu soru bugünlerde fazlasıyla soru sorulmaya başlandı. Bunun yanıtı basit, herkes kendi önlemini alırsa büyük önlemlere gerek yok.

O da maske, mesafe, hijyen.

Yine bu süreçte bazı bilim adamları da hatırlatma dozunu unutmayın, diyor.

Aşılamanın gerekli olduğunu her fırsatta yazan, dile getiren birisi olarak buna diyeceğim o ki vurulacağınız aşı güncellendi ise bu öneriye uyabilirsiniz, yoksa iki kere düşünün!

Neden mi?

Malum virüs değişti, deniyor.

Aşılarda değişmeyen varyantlara göre üretildi.

Malum her sene yenilenen grip aşısı var.

O zaman o bilim adamlarına sormak lazım.

Bu sene geçen senenin grip aşısını olmak doğru bir tercih olur mu?

Buna verilecek yanıt hayır ise bu kararı da size bırakıyorum, sevgili okurlar…

En karlı yatırım aracı

En karlı yatırım aracı

Konut piyasası, ekonomi adına öncü göstergeleri barındırır.

Satış adetleri, yeni konut üretimi, maliyet ve fiyat değişimleri gelecek adına ciddi ipuçlarını barındırır.

Haliyle finans tarafı da konut piyasasının hassas ayarları arasındandır. Küresel çapta etkili olan 2008 krizinin Amerikan mortgage piyasasında patlak verdiğini hatırlayalım!

Yani pek çok alt sektörle birlikte finansal sistem de konut alanındaki gelişmelerden fazlasıyla etkilenebilmekte.

Peki bu cephedeki manzara nasıl?

En büyük ekonomi gözüyle bakarsak durgunluk sinyalleri artıyor!

Taze açıklanan verilere göre Amerika’da yeni konut satışları son iki yılın dip seviyesine inmiş durumda.

Haliyle üretimin yavaşlaması anlamını taşıyor bu gelişme. Ve azalan talebin fiyat artış hızını düşürdüğünü söylüyor veriler.

Amerikan Merkez Bankası Fed’in faiz artırım süreci de talep üzerinde negatif bir etki yaratmaya başladı!

ABD ekonomisindeki yavaşlamanınsa öyle ya da böyle tüm dünyaya yansımaları olmakta.

Dünyadaki manzara enflasyon üzerinden Türkiye’ye de bir süredir yansımaktaydı. Artık büyüme yönünden de küresel etkilere hazır olmamız gereken günlerdeyiz.

Çünkü…

Ve yukarıda özetle çizdiğimiz manzaranın biraz farklı da olsa ülkemiz konut piyasasında izlerini görmek mümkün!

Nasıl mı?

Yüksek maliyet artışları durulmuş değil. Ve sektör temsilcilerinin net ifadelerine göre maliyet geçişkenliği henüz fiyatlara da tam yansımış değil.

Üstelik fiyatlar da çılgın gibi artarken yaşanıyor bu süreç!

TCMB’nin derlediği verilerden oluşan konut fiyat endeksi adeta coşmuş durumda.

Mayıs ayına ilişkin konut fiyat endeksinde yıllık bazda tam yüzde 145,5 bir artış oranı yansıdı rakamlara.

Aylık artış oranı ise yüzde 12,43 seviyesinde gerçekleşti!

Bu ana veriler ve detay rakamlar fiyat artış trendinin durulma sinyali vermediğini söylüyor.

Birinci ele çok fazla odaklı olmasa da yüksek fiyatlara rağmen öyle ya da böyle bir talep artışı hala mevcut konut tarafında!

Ancak, sürdürülebilir olmayan görünür nedeni de rakamlarda kendini ifade etmekte. Yatırım araçlarının enflasyona karşı koruma sunamaması vatandaşı emlak piyasasında çare aramaya yöneltiyor.

Konut fiyatlarındaki yıllık artışın enflasyondan arındırılmış halde bile yüzde 41,1 seviyesinde olması en net kanıt.

Konut kazandıran bir yatırım aracı olarak enflasyonu bile fazlasıyla sollamış! Haliyle kur korumalı bile olsa banka mevduatında para tutmak pek de akıl karı görünmüyor.

Ve fiyat artış hızının yavaşlama trendine girmesi bile konutun cazibesini çok fazla etkileyecek gibi durmuyor.

Fiyatların daha da artacağı öngörüsü fırsatı kaçırmama psikolojisini karşımıza çıkarmakta. Bu manzara ise kullanım amaçlı talebi bile düşen alım gücüne rağmen belli oranda yukarıya itmekte!

Konut fiyatlarının ulaştığı minimum seviyelerse dar ve orta gelirliyi artık ev sahibi olmaktan men eder hale gelmiştir.

Basit bir hesapla bakalım manzaraya…

TCMB’nin endeks verilerine göre Türkiye’de ortalama metrekare birim fiyatı 11 bin 945 TL oldu. Yani kaba hesapla 100 metrekare konut için 1 milyon 194 bin 500 TL ödemeniz gerekiyor..

Bu ortalama hesabın ülke geneli için yapıldığını ve içinde eski konutlara ait fiyatların da var olduğunu unutmayalım!

Mesela İstanbul’da ortalama metrekare fiyatı 19 bin 615 TL’ye yükselmiş durumda. Yani 100 metrekare için 2 milyona dayanan bir rakam ortaya çıkmakta.

Lokasyona ve projelere göre değişkenlik olsa da yeni konut fiyatlarında bu rakamların çok üzerinde ödeme yapılması gerektiği unutulmamalı!

Neticede bu trend piyasayı bir süre canlı tutsa da sürdürülebilir olmaktan uzak.

Ve kiraları da düşünecek olursak vatandaşın en temel haklarından olan barınma konusunda acil çözüm reçetelerine ihtiyaç olduğu açıkça görülür.

Kısacası Ankara’nın bir an önce alım gücü finans ve fiyat bazında bir destek paketi oluşturması gerekiyor.

 

 

Ortak aklın manevrası

Ortak aklın manevrası

Gelişmekte olan kelimesinin şıklığına bakmayın, o da gelişememiş demektir. Böyle olunca meslek hayatımızda hep aynı kavram ve sonuçlar üzerinde konuşa konuşa gelecek de geldi.

Bursa sanayisinin fasonculuğa teslimi, yani marka tutundurma süreçlerinde kaçılan kolaycılık ekonomimize kaybettirmeye devam ediyor. Seksenli yılların 2. yarısından başlayarak bir KOBİ cennetine dönüşen Bursa, üretim ve istihdamda önemli aşamalar kaydetti.

Ama markalar yaratamadı.

Uluslararası kalite standartlarının üretime entegrasyonu için ciddi mesafeler alındı. Lojistik üstünlük sağlayan konumumuz şehir olarak bizi ihracat yarışında önlerde tuttu. Üretimdeki çeşitliliğimiz ve istihdam üstünlüklerimiz, Bursa’yı rekabetçi bir şehir yaptı. Ancak liberal bakış açısıyla çağ atlanacağının vaat edildiği umutlu yıllar geride kaldı.

Kapitalizmin dünya düzeyinde karşı karşıya kaldığı açmazı, 25 ülke içinde 24. olan bir asgari ücretle karşılıyoruz.

Ne yazık ki geçen 40 yıla yakın sürede, ülkemiz dünya ekonomisinde hak ettiği güce erişemedi. Üstelik tüm kaynaklara sahipken.

İnsani gelişmişlik endeksinde bile 189 ülke içinde 64. sıradayız. İhracat, sanayi üretimi ya da marka ligindeki yerimiz gibi konulara hiç girmeyelim.

KOBİ’ler açısından zor zamanlar. Ekonomik şartların zorlamalarıyla rekabetçi davranmaya çalışan firma ve markaların riskleri öngörülemez bir hal aldı. Uygulanan ekonomik tedbirlerle KOBİ’lerimizin sıcak para pansumanları ile bir yere gidemeyeceği belliydi. Şimdiyse ucuz iş gücü ve düşük katma değerli çevreye zararlı sektörler için ucuz bir üretim üssü olma yönünde ilerliyor sanayimiz.

Yüksek katma değerli üretim nutukları arasında bilimin gözden düştüğü, ezberci eğitim hâkim oldu ülkemize. Yüksek katma değer yaratacak üretime dayalı ekonomi modeli ve markalaşma anlayışını egemen kılamadık. Fason ekonomisinin kırılganlığına teslim olduk.

Bursa olarak bu konudaki hali pür melalimiz ise yüz akımız olan birkaç marka dışında malum.

Her sektörden STK’lar ve ilgili akademik odaların öncülüğünde yenilikçi ve en az 50 yıllık bir projeksiyonla kent anayasamızın şekillendirilmesi gerekiyor.

Tarımda sanayide üretim üssü olmak ve bu konudaki ihracat öncülüğünü üstlenmek için hâlâ birçok olanağımız var. Yani bu olanaklarımızı verimli kılacak tek şey bir ortak akıl manevrası.

2023 yani genç Cumhuriyetin 100 yılı.

O dönemde yani 1900’lü yılların başında bu coğrafyalarda kurulmuş birçok devlet çöktü gitti.

Bizim başımıza gelen ise cilt cilt kitaplara sosyolojik ve siyaset tezlerine konu olacak cinsten.

Gelecek kuşaklar okuyacak şüphesiz.

Biz ise yaşamaya devam edip daha neler göreceğiz bakalım.

 

Eğitimde ipin ucu kaçmış!

Eğitimde ipin ucu kaçmış!

Neresinden tutsak elimizde kalan eğitim sistemimizin içinde son günlerde sınav krizleri yaşanıyor.

Bu kez sınavlarda yapılan usulsüzlüklerin yarattığı krizler değil, sınav sonuçlarının bize verdiği dersler yaratıyor krizi. Elbette Öğretmenlik Meslek Kanunu nedeniyle öğretmenlerin girmesi gereken sınavlar da ayrı bir kriz sebebi.

Ortak Akıl programında bu hafta Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy’u konuk ettik ve ilk olarak Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu sorduk.

29 Aralık 2021 tarihinde yüzlerce öğretmenle birlikte Kent Meydanı’nda protesto ettikleri kanunun sadece sınavdan ibaret bir kanun olduğunu belirten Toy;

Çıkan kanun kariyer basamaklarından ibaret. Başka hiçbir şey yok. Kariyer basamakları dediğimizde karşımızda var olan, bir sınav! Baktığımızda çağdaş, laik, bilimsel eğitimi koruyan, eğitim niteliğini artıran bir şey var mı? Yok! Yine öğretmenleri şiddete karşı koruyan, öğretmenlerin geleceğine umutla bakmasını sağlayan yeni haklar var mı? Yok! Bir meslek kanunu sadece sınavdan ibaret olamaz!” diyerek özetledi konuyla ilgili bakış açılarını.

Birkaç gün önce sosyal medyadan ‘500 sayfa okumak istemiyoruz! 10’larca video izlemek istemiyoruz!’ diyerek Milli Eğitim Bakanlığı’na seslenen öğretmenlerin yarısı sisteme başvuruda bulunmuş.

Ben de bir veli gözüyle bakıyorum ve öğretmenlerin kendilerini geliştirmeleri adına ortaya koyulan sistemin öğrencilerin öğrenme düzeylerine ve dolayısıyla veli memnuniyetine nasıl yansıyacağını sorguluyorum.

Anladığım kadarıyla tüm öğretmenler aynı müfredattan sorumlu olacaklar girecekleri sınavlarda. Oysa ilkokul öğretmeninin hitap ettiği öğrenci kesiminin öğrenme becerileri ve dolayısıyla yöntemleri farklı, lise öğretmenlerinin hitap ettikleri öğrenci kesimi ve öğrenme becerileri farklı. Aynı müfredatın her iki öğretmen kesimini de geliştirmesini beklemek bana biraz garip geliyor.

Diğer taraftan belirli mesleklerin eğitimlerini almış ve hayata karıştıktan sonra aldığımız eğitim ile yaptığımız işin sahadaki uygulaması arasında ciddi farklar olduğunu görmüş insanlarız. Test yaparak öğretmenlerin potansiyellerini nasıl ayıracaksınız merak içindeyim.

Elbette öğretme metotlarının değişen nesille birlikte farklılıklar gösterdiğini, yeni yöntemlerin, anlayışların geliştiğini ve tüm bunların öğretmenlerimiz tarafından öğrenilerek çocuklarımıza uygulanmasının önemini biliyorum. Ancak bahsettiğimiz kariyer basamakları sisteminin anlattığım gelişimi kapsamadığından eminim.

Konuğumla sadece öğretmenlerin kariyer basamakları sınavlarını konuşmadık elbette. Çocuklarımızın kariyerlerine başlamaları için geçmeleri gereken sınavlardan da bahsettik.

Sonuçları geçtiğimiz günlerde açıklanan LGS’nin bize çizdiği tabloyu açıklayan Yeliz Toy, öğrencilerin giderek LGS’den umudunu kestiğini belirtti.

2022 yılında LGS’de sekizinci sınıftan mezun olan 204 bin 509 öğrenci sınava girmedi! Tercih yapan öğrencilerin sayısındaki düşüş de bunun sağlaması oldu!

LGS rakamlarının AK Parti’nin imam hatip dayatmasının geldiği noktayı görmek için de imkan tanıdığını belirten Toy, şöyle konuştu;

Resmi ortaokul mezunları Anadolu Lisesi ve Fen Lisesi’ne yerleşen öğrencilerin yaklaşık yüzde 70’ini, Sosyal Bilimler Lisesi ve Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne yerleşen öğrencilerin ise yaklaşık yüzde 80’ini oluşturmaktadır. İmam hatip ortaokulundan mezun olan çocukların yüzde 47,5’i bir imam hatip lisesinde eğitime devam etmek istememiştir.

Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri’nin doluluk oranında ise bir yükseliş göze çarpıyor.

Mesleki ve Teknik Anadolu Liselerinin doluluk oranı 2021 yılına göre önemli ölçüde yükselmiş, yüzde 94,91 olarak hesaplanmıştır. Bu artışı devlet eliyle çocuk işçiliğinin yasal hale getirilmesi olan MESEM’lerin yaygınlaştırılmasına bağlayabiliriz.” diyor Toy ve ekliyor;

MESEM’lerde eğitim alan öğrenciler 13 yaşından itibaren haftanın 4 günü sanayide çırak olarak çalıştırılıyorlar. Bu çalışmalarının karşılığında asgari ücretin dörtte biri kadar bir ücret alıyorlar. Haftada bir gün de okullarda ders görmeleri gereken bu çocukları işyeri sahipleri çoğunlukla o bir günlük sürede de okula göndermiyor. Yani devlet eliyle çocuk işçiliği MESEM’ler aracılığı ile başlamış oluyor!”

Maddi olanakları yeterli olmayan ailelerin çocuklarının İmam hatip okullarına ve meslek liselerine yönlendirildiği, maddi olanakları yüksek olan ailelerin çocuklarının ise özel okullarda eğitim alabildikleri, giderek büyüyen bir uçurumdan bahsediyoruz…

Normalde Ortak Akıl programında çözüm önerilerini de sunuyoruz, ancak bu kez rutinimizi bozduk, çünkü eğitimde ipin ucu öylesine kaçmış görünüyor ki; yakalamak için taaa en başa dönmek şart…

Uludağ OSB’de icraat zamanı

Uludağ OSB’de icraat zamanı

Norm Haber stüdyolarından pazartesi günü yayınlanan Yerel Bakış programında konuğumuz bu kez Uludağ OSB Başkanı Yunus Aydın oldu.

12 yıldır başkanlık görevinde bulunan Aydın, Gürsu OSB’den Uludağ OSB’ye dönüşümü anlattığı programda birkaç farklı bilgi de paylaştı.

O bilgileri programımızı kaçıran okurlarımız için bu köşeden paylaşmış olalım.

Onlardan ilki;

Uludağ OSB ve bölge sanayicisi bir hayırseverin katkılarıyla yapımı gerçekleşecek olan okulun temellerinin birkaç aya kadar atılacağı ve teknik lise inşaatının da en kısa zamanda bitirileceği müjdesi idi.

Diğer müjde ise;

Özellikle bölgede eksikliği hissedilen beş yıldızlı turistik otelle ilgili tüm çalışmalar bitmiş, o da en geç iki ay içinde temel atılacak duruma gelmiş.

Yine bölge içinde yapımı bir türlü başlanamayan kentsel dönüşüm çalışmalarından vazgeçen Aydın, onun yerine OSB’ye ait alanlarda iki katlı iş yeri yapılacağını, temelin en geç sonbaharda atılacağı müjdesini verdi.

Bölgenin aynı zamanda büyük selatin cami ihtiyacı olduğuna dikkat çeken Aydın, bu konuda da çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyor.

Bunun dışında Aydın’la birçok konu konuştuk. Onları da okuyucularımız normhaber.com ve sosyal medya hesaplarından takip edebilir.

Ama bizim gördüğümüz, Uludağ OSB’nin bir üst lige çıkmak için büyük efor sarf ettiği…

Bize de hayırlı olsun demek düşüyor.

BU ZAM SONRASI DENSE DENSE ‘NE PERHİZ  NE LAHANA TURŞUSU’ DENİR!

Geçen aylar içinde TBMM’nde gerçekleşen çalışma sonrası ev sahiplerinin fahiş fiyat artışı yapmaması için kanun çıkarılmıştı. Kanuna göre, 2023 yılı Temmuz ayına kadar artış oranı yüzde 25’i geçemeyecekti.

Buraya kadar yapılan çalışmalar normal.

Ama bir de devlet marifeti ile yapılan TOKİ’ler var.

O TOKİ’lerden biri de ilimizde, Gürsu Dışkaya’da…

Devlet ev sahibine ‘en fazla yüzde 25 zam yap’ derken, devlet kuruluşu diyebileceğimiz Emlak Yönetim AŞ ise Gürsu’da aidatları 106 TL’den 220 TL’ye çıkarmış durumda.

Diğer bir ifadeyle yüzde 108 artırmış.

Şimdi Emlak Yönetim AŞ Genel Müdürü Ayhan Karaca’ya ve tüm Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkililerine sormak gerekiyor.

Devletin resmi enflasyonu yüzde 70, devletin kira için belirlediği zam oranı yüzde 25.

O zaman bu aidatların bu kadar artmasını nasıl izah edeceksiniz?

Kısaca bu ne perhiz ne lahana turşusu…

Umarım bu yazımız sonrası birileri gerekli adımı atar, zam oranını makul seviyeye çekerler…

BEKTAŞ’A YENİ GÖREV

Önceki dönem Keles Belediye Başkanı ve şu an Osmangazi Belediye Meclisi Üyesi olarak görev yapan Mustafa Bektaş, aynı zamanda Bursa Su’da genel müdür ve yönetim kurulu başkanı olarak görev yapıyordu.

Önceki aylarda yapılan görevlendirme ile İhsan Işık’ın Bursa Su Genel Müdürü olarak atanmasının ardından kendisi sadece Bursa Su’yun bağlı olduğu şirketin yönetim kurulu başkanı olarak görev yaptı.

Gerçekleşen yönetim kurulu sonrası başkanlık görevinden ayrılan Bektaş ile Keles Kocayayla’da ayaküstü görüştüm.

O da yeni görevinin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın “siyasi danışmanı” olduğu bilgisini bizlerle paylaştı.

Bize de hayırlı olsun demek düşer…