Otomotive matrahlı müdahale gelecek mi?

Otomotive matrahlı müdahale gelecek mi?

Ekonominin ilk 6 ayındaki karnesine dair veriler gelmeye devam ediyor.

Özellikle reel tarafta yavaşlama sinyallerinin son aylarda kendini hissettirdiğini görüyoruz. Yüksek enflasyon herkesin derdi. Ancak önemli öncü bir gösterge olan reel kesim güven endeksi, enflasyondan başka dertlerimiz olduğunu da teyit etti!

Temmuz itibarıyla son iki yılın dip seviyesine inen bir endeks değeri ile karşılaştık.

Bu ne anlama geliyor?

Sanayicinin üreticinin önünü görmek konusunda sıkıntılarının arttığını ifade ediyor.

Peki neden?

Nedenler ana hatlarıyla özellikle yüksek maliyet artışları… Bu artışların durdulamaması.

Günlük fiyatlamalara mecbur kalınması. Karlılık ve verimlilikteki sıkıntılar.

Döviz kuru oynaklıklarının farklı artçıl etkileri. Ve alınan çeşitli tedbirlerin iş dünyasını zorlayıcı yönleri.

Yani birikimli olarak yük binmiş görünüyor sırtlara. Önümüzdeki döneme dönük güven erozyonu da kendini anket verilerinde hissettiriyor endeks rakamlarına baktığımızda!

Eğer dikkatli adımlar atılmazsa!

Küresel bir durgunluğun işaretleri zaten güçlü biçimde gelirken… Zaten dünya çapında yüksek enflasyon varken… Türkiye’de de yüksek enflasyonla durgunluğun kucak kucağı olduğu günleri yaşamak zorunda kalabiliriz!

Ekonomimiz adına durgunluk sıfır büyüme olarak nitelenemez. Yüzde 3 bile durgunluk sayılır Türkiye’nin mevcut potansiyelinde.

Kısacası ekonomiyi destekleyecek ince ayarlı adımlara ihtiyaç var.

Mesela bu anlamda otomotiv sanayi desteği hak eden en önemli sektörlerin başında geliyor.

Çünkü yüzlerce alt sektörü beraberinde sürüklüyor!

Haziran ayı verileri ise ilk 6 ayda ihracatın kısmi desteği sayesinde üretim artışının görüldüğü yönünde…

Ancak, üretim artışı çok küçük oranda hem de tüm segmentlerde artış yok.

Otomotiv Sanayii Derneği OSD’nin Ocak-Haziran dönemine ait verileri otomotiv üretiminin bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 2 artarak 649 bin 311 adede ulaştığını ortaya koydu.

Ama otomobil üretimi ise yüzde 8 azalarak 382 bin 947 adede düştü!

Aynı dönemde toplam otomotiv ihracatı adet bazında yüzde 1,2 artarken otomobil ihracatı yüzde 9 azaldı.

Maliyet ve fiyat artışlarının bu tabloyu daha da karamsar hale getirmesi mümkün görünüyor.

Ancak bir de iç pazardaki sıkıntılı manzaranın yansıttığı negatif tablo var.

Pazarın dışa bağımlılığı nedeniyle yaşadığı çeşitli sorunlar söz konusu! Hem maliyet hem de kur artışı yerliden fazla ithal piyasasını vurdu.

İthalat deyip geçmeyelim. Yerli arz yetersizliği mecbur kılmakta ithalatı. Ve ithal piyasasından ekmek yiyen onbinlerce insan var.

Diğer taraftan vatandaş da artık otomobilleri uzaktan seyrediyor bu fiyatlar ve gelir durumuyla!

Yani sektörde öyle bir noktadayız ki üreten de tüketen de ithal eden de sıkıntılı.

Çare ise kısa vadede vergi tarafında görünüyor.

Matrah dilimlerinde bir değişiklik şart görünmekte.

Sektör temsilcileri fiyat artışları sonucunda düşük ve orta matrah dilimlerinde araç kalmadığını ifade etmekte!

Yüzde 45, yüzde 50, yüzde 60 ÖTV oranına tabi araç bulmak imkansız hale geldi. Hatta yüzde 70’i de telaffuz etmek zor en ucuz araba 450 bin liraya dayanınca.

Neticede artık neredeyse her araç yüzde 80’deki ÖTV ile karşı karşıya!

Yani orta gelir grubu bile araç alımı konusunda sıkıntılı. Herkes zengin vergisi ödemek zorunda değil ki!

Bu durumda alım gücünün arttırılabilmesi için matrah dilimlerinin tekrar ayarlanması destekleyici bir mekanizma olarak karşımıza çıkmalı.

Sözün özü; otomotivde herkese az da olsa nefes aldıracak yol matrahtan geçiyor!

Kâğıttan gündem!

Kâğıttan gündem!

Yıllar önce.

Com uzantılı haber siteleri kurulmaya başlanmış.

İnternetin yaygınlaşması ile yeni sosyal ve ticari projeksiyonlar tartışılıyor.

Yayıncılık sektöründe de her şeyin mutlaka kâğıda basıldığı bir dönemin sonları.

Gazeteler, dergiler “baskı sayısı” rekabetini tonlarca kâğıda devasa makinalarla basarak yapıyorlar. Baskı teknolojisine bağlı haberciliğin beklenenden çok daha kısa sürede anlamını kaybedeceği konuşuluyor.

10 yıla varmadan bu gerçekleşecek!

Ülkemizde o dönemin lideri olan çoğu yayın organı bulundukları konfor alanını terk etme cesaretini gösteremeyen yönetici ya da sahipleri yüzünden, adım adım küçülüp ya kapandılar ya da etkisizleştiler.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2021 yılına ilişkin yazılı medya ve uluslararası standart kitap numarası istatistiklerine (ISBN) ilişkin açıklamaları okuyunca bunlar geldi aklıma.

Gazete ve dergi sayısı, geçen yıl, bir önceki yıla göre resmi olarak yüzde 6 azalmış. Bu oranın yüzde 6 olmasına bakmayın; pandeminin etkisi ile reel olarak yok olan, fiilen baskısı olup prosedürler düzeyinde kalan tirajsız, etkisiz yayınlar aslında yüzde 40’ı bulur.

Gazete ve dergilerin tirajı, söz konusu dönemde yüzde 7 civarında azalmış. Ülkede 2021’de yayımlanan gazete ve dergilerin yıllık toplam tirajı 925 milyon olarak hesaplanmış, bunun yüzde 95,3’ünü gazeteler oluşturuyor.

Gazetelerin yıllık tirajının yüzde 88,3’ünü günlük, yüzde 7,8’ini haftada 2-6 gün arası, yüzde 2,5’ini haftalık olarak yayımlanan gazeteler, dergilerin ise yıllık tirajının yüzde 65,7’sini aylık, yüzde 11,7’sini 3 aylık, yüzde 8,7’ini 2 aylık, yüzde 4,4’ünü haftalık yayımlananlar oluşturuyormuş.

Dergilerin yüzde 16,7’si sektörel/mesleki, yüzde 14,9’u akademik, yüzde 8,7’si edebiyat/tarih içerikli olurken, gazetelerin yüzde 90,3’ü siyasi/haber/güncel, yüzde 1,9’u sektörel/mesleki, yüzde 1,9’u yerel yönetim içerikli yayımlanmış.

Basılı mecralarda devam eden kan kaybı resmi olarak görünenden çok daha fazla aslında. Doğal olarak TÜİK eldeki verilere dayalı sonuçları açıklıyor.

Çünkü henüz, yeni mecraların, yani dijital yayıncılığın esas ve usullerini belirleyen yasal düzenlemeler gerçekleşmedi. Dolayısıyla günlük, haftalık, özellikle yerel basılan yayınlar varlıklarını basılı olarak koruyarak, yasal gelirlerini korumaya çalışıyor.

Bunu şu veriden de çıkarmak mümkün. TÜİK’e göre, 2021 yılında resmi ilan ve reklam bedelleri yüzde 34,7 artarak 613 milyona yükselmiş.

Toplum için hayati derecede önemli olan bu yasal düzenleme gündeme gelmiş, ama bilindiği gibi dağ fare doğurmuştu. Sistemi rahatlatacak bir düzenleme değil, sansürü katmerleştirecek bir yasa çalışması olduğu anlaşılınca meslek örgütlerinin tepkisi ile yasa geri çekilmişti.

Klasik yayıncılık anlayışı, gitgide kan kaybederken yeni düzen kendine el yordamı ile alan yaratmaya devam ediyor.

 

Zaytung haberi değilmiş!

Zaytung haberi değilmiş!

Ne garip bir ülkedeyiz. Her gün başka bir komedi, her gün başka bir şenlik…

Petshoplar Kasaplar Odası’na bağlanmış!!!

Zaytung haberidir diye düşündüğüm bilginin gerçek bir haber olduğunu gördüğümde ayrı bir şaşkınlık yaşadım.

Bence insanların hayatlarını paylaştıkları patili dostlarının yaşamlarını kolaylaştırmak için gerekli ürünleri satan mağazalar olan petshopların Esnaf Odası olarak Kasaplar Odası’na bağlanması en masum ifade ile komik, hatta trajikomik.

Devletimizin neresinden tutacağını bilemediği bir konu oldu hep evcil hayvanlar konusu. Petshoplar da bu alana hizmet eden işyerleri olduğundan bir takım düzenlemelere tabi tutuluyorlar. Bunlardan ilki petshoplarda hayvan satışının yasaklanması olmuştu. Böylece küçücük kafeslerde kendisini kurtaracak insanını beklemek acısı sona ermişti minik canların.

Şimdi de esnaflıkları ile ilgili bir düzenlemeye gidilmiş ve Kasaplar Odası’na bağlanmışlar.

Neden kendilerine ayrı bir oda açamıyorlar da Kasaplar Odası’na bağlanıyorlar anlamış değilim. Çünkü petshopları kasaplarla bir türlü bağdaştıramıyorum.

Ancak görünen o ki, Türkiye Kasaplar, Besiciler, Et ve Et Ürünleri Esnaf ve Sanatkarları Federasyonu Başkanı Osman Yardımcı, bu değişikliği kolayca benimsemiş. Hatta açıklama bile yapmış.

“Yeni sistemde petshoplar Kasaplar Odası’na bağlandı. Yeni işletme açacak olanlar artık bize başvuru yapacak. Bizim alanımız hayvanlar olduğu için, bunlar da hayvan kısmına girdiği için ondan birleştirildi. Petshopları toparlamak da iyi bir şey. Herkes mesleğini yapsın” demiş.

Petshoplarda havan satışının yasaklanmasına da karşı durmuş Yardımcı. ‘Nasıl denetlenecek?’ sorusunu sorarak.

Türkiye gerçekten ilginç bir ülke. Bu konuyla ilgili Tarım ve Orman Bakanlığı’nın mantıklı bir açıklama yapmaması bu ilginçlik düzeyini daha da arttırıyor.

Gerçi Bakan Vahit Kirişçi’nin son Venezuela açıklamalarının ardından belki de bir açıklama yapmaması daha iyi olmuştur diye düşünmeden de edemiyorum.

Konu hakkındaki en aklıselim bilgiyi alabileceğim insanı, Bursa Veteriner Hekimler Odası Yönetim Kurulu Üyesi Melike Baysal’ı aradım.

Tam da bir basın açıklaması hazırlıyormuş bu meseleyi aydınlatmak üzere.

“Paylaşılan haberlerde petshopların Türkiye Kasaplar, Besiciler, Et ve Et Ürünleri Sanatkarları Federasyonu’na bağlandığı belirtilmiş ve açılış işlemlerinden bu federasyonun sorumlu olduğu vurgulanmıştır. Yayımlanan genelgenin bu şekilde yanlış bir ifade ile paylaşılması rahatsız edicidir.

Petshoplar,  5996 Sayılı Kanun kapsamında ruhsatlandırılmakta, 5996 ve 5199 Sayılı Kanunlar kapsamında da denetime tabi tutulmaktadır. Bahsi geçen kanun kapsamında yayımlanan yönetmelik çerçevesinde İl Tarım ve Orman Müdürlüklerince yönetmeliğe uygun olan iş yerlerine ‘çalışma izinleri’ verilmekte ve İl, İlçe Tarım ve Orman Müdürlüklerince yılda en az iki kere denetime tabi tutulmaktadır!” diyor Baysal açıklamasında.

Federasyon Başkanı’nın, kendi uzmanlık alanı olmayan ‘petshoplarda evcil hayvan satışı’ ile ilgili açıklamalarını ise nazikçe ‘TALİHSİZLİK’ olarak yorumluyor.

Üretim, satış, barınma ve eğitim gibi değişik faaliyet alanları olan petshopların bir esnaf grubu olarak örgütlenme isteği gayet doğaldır. Ancak bu alanda yetkin hiçbir meslek örgütüne danışılmadan Kasaplar Odasına bağlanmaları hayli garip.

Veteriner Hekimler Odası konuyla ilgili Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan bu konuyla ilgili bir açıklama bekliyor.

Bense Petshop sahiplerinin kendi odalarını kuracakları yönünde bir açıklama yapmalarını daha uygun buluyorum.

******

 

Akşener’in küpeleri

 

Z Kuşağı ile yaşıtlarıymış gibi davranarak iletişim kurmak zor, çünkü bizim dönemin insanları gibi saf değiller. Aradaki ayrımın, uçurumun çok farkındalar.

Z Kuşağı ile onlarla aynı ekonomik durumdaymışsınız gibi yaparak iletişim kurmak zor, çünkü pek çok siyasinin kendileri ile aynı ekonomik sıkıntıları yaşamadığının da çok farkındalar.

Onlarla kurulacak en iyi iletişim, samimiyet dilinden geçiyor. ‘Miş gibi yapmak’ çok demode

Bunu da bana sorarsanız en iyi başaran liderlerden biri İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener.

Samsun Atakum’da 15 yaşında bir genç ile hayat pahalılığı üzerine samimi bir sohbet gerçekleştiren Akşener’in sonrasında yaptığı bir hareket bence pek çok trend.

Sohbet ettiği genç ‘uğur getirsin’ diye kendisine bilekliğini verince o da kulağından küpelerini çıkardı ve “Al gülüm ver gülüm yapıyoz… Bunları gerçekten sevdiğin kıza hediye edersin…” diyerek öylece veriverdi.

O küpeler kaç liraydı bilemiyorum, ama bu samimiyet paha biçilemez…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Söz konusu samimi görüntüler sosyal medyada da büyük ilgi gördü.

5. Türk Dünyası Ata Sporları etkinliği ve önerilerim…

5. Türk Dünyası Ata Sporları etkinliği ve önerilerim…

Bu hafta sonu Bursa oldukça hareketli idi.

Siyaseten baktığımızda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adı buluşma, soyadı miting olan bir etkinliği vardı.

Bu etkinliğin ayrıntılarını sitemizde okudunuz.

Yine bazı hemşeri derneklerinin ve sivil toplum kuruluşlarının buluşması da dikkat çekti.

Öte yandan benim de takip ettiğim 5.Türk Dünyası Ata Sporu Şenlikleri ve 54. Keles Kocayayla etkinlikleri gerçekleşti.  Bu etkinliklerle ilgili daha önce kaleme aldığım konular dışında bugün de farklı olarak birkaç önerim olacak.

O önerilerim de ilki, Keles Kocayayla’da önümüzdeki yıl Türk Dünyası Ata Sporu Şenlikleri’nin içerisine bir de Türk Dünyası Mutfak Kültürü’nün konulması.

Bu minvalde, Keles Kocayayla’da Türk Dünyası’ndan gelen kardeşlerimiz yaşadıkları coğrafyanın yiyecek ve içecek kültürünü de kentimize getirirlerse bizler de en azından Türk Cumhuriyetleri’nin mutfak kültürünü öğrenmiş oluruz

Onlar da bizim…

Diğer bir önerim ise bu etkinliğin dört dağ ilçesinde bir haftaya yayılması.

Misal ata sporları Kocayayla’da, yemek kültürü Harmancık’ta, düğün kültürü Orhaneli’de, bir başka geleneğimiz veya yarışma Büyükorhan’da katılımcıların ve ziyaretçilerin beğenisine sunulabilir.

Hatta Türk dünyasına yönelik bilgi yarışması da düzenlenebilir.

Bu coğrafyaya yönelik Türk Dünyası filmleri, tiyatroları, müzik yarışmaları ve halk oyunları gösterileri de etkinlik içine serpiştirilebilir.

Yine yöresel sanatçılara da bu etkinliklerde yer verilirse daha hoş olur.

Bu işin organizesini gerçekleştiren Bursa Büyükşehir Belediyesi yetkilileri şimdiden çalışmalara başlarsa Türk Dünyasına örnek olacak bir etkinlik gerçekleşebilir.

Öneri bizden değerlendirmek Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden…

KOCAYAYLA VE EKOTURİZM…

Her zaman şunu ifade etmekten geri kalmadık. Dağ yöresinin kurtuluşu eko turizmden geçiyor…

Bunun yolu da kırsalda eko turizm tesislerinin artması ile gerçekleşecek.

İşte buna en hazır ilçelerden biri de Keles…

Özellikle Kocayayla’da bulunan bungalov tipi evler ve kıl çadırların turizme kazandırılması ile ilçeye önemli bir gelir kaynağı kazandırmak mümkün.

Bir önceki yılda bu minvalde ciddi kazanç elde edilmiş.

200 bin TL masrafa karşılık, 950 bin TL gelir elde edilmiş.

Net kar 750 bin TL…

Bu sene bu gelir 3-5 milyon TL’yi bulur…

Hatta belki daha fazlasını.

O açıdan Kocayayla hem Keles’e hem belediyeye önemli bir gelir kapısı…

Bu gelir kapısını açanları da tebrik ediyoruz…

YEREL BAKIŞ’IN KONUĞU YUNUS AYDIN


Norm Haber Stüdyolarından her pazartesi yayınlanan birbirinden değerli konukları ağırladığımız Yerel Bakış programında bu haftaki konuğumuz Uludağ OSB Başkanı Yunus Aydın olacak.

Özellikle başkan seçildikten sonra sanayi bölgesini, sanayi bölgesi yapan, yapmış olduğu çalışmalarla Uludağ OSB’yi bir üst lige taşıyan Aydın’la  yeni dönemdeki hedefleri, çalışmalarını ve beklentilerini konuşacağımız program bugün saat 14.00’da www.normhaber.com ve sosyal medya hesaplarımızdan izleyebilirsiniz.

Şimdiden iyi seyirler.

Kılıçdaroğlu; geldi, sevdi, saydı, kucakladı…

Kılıçdaroğlu; geldi, sevdi, saydı, kucakladı…

Bursa nedense partilerin genel başkanları tarafından teğet geçilmesiyle anılır oldu son zamanlarda. Geçtiğimiz günlerde ‘Milletin Sesi Mitingi’ için Bursa’ya gelecek olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da şehrimizi teğet geçmiş ve Canan Kaftancıoğlu’nu yalnız bırakmadıklarına vurgu yapmak üzere mitingi İstanbul’a çekmişti.

En kısa zamanda şehrimize geleceğini, Bursa’yı çok önemsediğini söyler genelde böyle durumlarda genel başkanlar.

CHP Genel Başkanı da aynı şeyleri söylemişti, bir farkla; Kemal Kılıçdaroğlu sözünü tuttu, programında yaratabildiği ilk fırsatta Bursalıların gönlünü almaya geldi.

Nilüfer Belediyesi’nin Lozan Antlaşması’nın 99. Yılı için organize ettiği “Büyük Balkan BuluşmasıCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun katılımıyla gerçekleşti.

Bir göç ve göçmen şehri olan Bursa açısından son derece anlamlı bir organizasyondu katıldığımız. Balkan yöresinin türküleri ve dansları ile beklenen Kılıçdaroğlu’nun protokol masası da mübadelenin canlı tanıkları tarafından donatılmıştı.

Bir yanına 106 yaşındaki Fikriye nineyi diğer yanına ise 93 yaşındaki Halil dedeyi alan Kılıçdaroğlu’na hem vatandaşın hem de yakın şehirlerden gelen mübadillerin ilgisi büyüktü.

Sürekli dağılıp dağılmayacağından dem vurulan altılı masanın tüm temsilcileri organizasyonda yerlerini almıştı. CHP’nin ileri gelen tüm simalarını görmek de mümkündü. Çevre illerin mübadil derneklerinden önemli bir katılım sağlandığı göze çarpıyordu.

Program öncesinde yaklaşık 3 bin kişinin katılımının beklendiği bilgisi vardı elimizde. Eğer masaların doluluğu ile bu rakamı karşılaştırırsak hedefe ulaşıldığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Mübadiller bizim zenginliğimizdir” diyen Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in ve Bursa’nın bir göçmen kenti olduğunu hatırlatan CHP İl Başkanı İsmet Karaca’nın ardından kürsüye Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın çıkması bekleniyordu, ancak Kemal Kılıçdaroğlu, bu ülkenin zor yetişen değerlerine gösterilmesi gereken saygının biçimini bize hatırlatırcasına konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktı.

Benden büyük, gönülden bir alkış aldı bu davranışı. Hanidir görmediğimiz, görmeyi çok özlediğimiz, bilgiye ve bilime gösterilen saygının vücut bulmuş haliydi davranışı.

Önemli başlıklar vardı Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında.

“Bu ülkeye bağımsızlığı getiren, Milli Kurtuluş Savaşını veren, hayatı savaş meydanlarında geçen, savaşı bitirdikten sonra savaşın acımasızlığını bütün dünyaya haykıran hemşeriniz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda oturuyorum, onun hakkını vermeye çalışıyorum. Bu nedenle 85 milyonu kucaklıyorum” diyerek başladı konuşmasına.

Öylesine uzun, dikkat gerektiren cümleler kurdu ki; siyasi parti liderlerinden genelde görmeye alıştığımız üzere gözlerim promter aradı, ama Genel Başkan elindeki küçük not kağıtlarından yararlanarak konuşuyordu.

Bir takdiri de buradan kazandı Kılıçdaroğlu. Öyle karşınızdaki ekrandan okumadan, insanların gözlerine bakarak, uzun ve etkili cümleler kurmak kolay değildir.

Tek bir arzum var…” diye başlayan cümleleri ile ‘ülkenin kalkınması, büyümesi, ötekileştirmenin son bulması, çocukların yatağa aç girmemesi, güçlü bir Türkiye’nin ayağa kalkması, eşitlik, barış içinde yaşamak…’ dileklerini sıraladı.

Son günlerde adeta bir moda halini alan Lozan Antlaşmasına yönelik eleştiriler ve bazı hayali senaryolar geliştirmek meselesi de vardı CHP Genel Başkanının konuşma gündeminde.

Lozan’ı eleştirenler Türkiye’yi bilmiyorlar sevmiyorlar, cumhuriyetini demokrasiyi sevmiyorlar…” dedi Kılıçdaroğlu.

Hem ülkemizin hem de şehrimizin önemli sorunlarından biri olan, Suriyeli ve Afgan göçmenler meselesi ile ilgili pek çok yerde söylediklerini yineleyen ve mültecileri davulla zurnayla ülkelerine göndereceklerini belirten CHP Genel Başkanı,

Meclis açıldığında vereceğimiz ilk kanun teklifi Lozan’ın bir bayram olmanın kabul edilmesi için olacak” diyerek mübadillerinin alkışlarını aldı.

Balkan göçmenlerinden Mustafa Kemal Atatürk’ün hemşerisi olarak Atatürk’ün kurduğu partiye katılmalarını ve birlikte mücadele etmeyi isteyen CHP Genel Başkanı,

Büyüyen bir Türkiye vadediyorum size. G 20’den düşen bir Türkiye değil! Bizim saraylara ihtiyacımız yok. Bizim Çankaya’da oturan, onurlu insanlara ihtiyacımız var!” diyerek bitirdi konuşmasını.

Kılıçdaroğlu alkışlarla kürsüden inerken, kürsü de bulunduğu yerden kaldırıldı, sahneye oturumu rahat bir koltuk getirildi ve alkışlar içinde Prof. Dr. İlber Ortaylı göründü…

İlber Hocanın Lozan Antlaşması ve üzerinde dönen tartışmalarla ilgili anlattıklarını da ayrı bir yazıda aktaracağım sizlere.

Bu ülkenin yetişmesi zor değerlerine saygıyı eksik etmeyelim.

Arada kaynamasın bunca önemli tarih bilgisi…

Türk Dünyası Keles’te buluştu

Türk Dünyası Keles’te buluştu

Öncelikle şunu net ifade etmek gerekiyor: Bursa genelinde belediye başkanları içinde Milli Eğitim kökenli belediye başkanı kim diye sorsalar bunun yanıtı net. O isim Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin.

Uzun yıllar hem öğretmen hem de idareci olarak görev yapan Keskin, emekli olana kadar yurdun değişik il ve ilçelerinde binlerce öğrenci okuttu ve yetiştirdi.

Şimdilerde geçmişte okuttuğu öğrencilerin birçoğu önemli görevlerde…

Kimi özel sektörde kimi de kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapıyor.

Bugün Ankara’da bürokrasinin değişik kademelerinde Keskin’in öğrencilerini görmek mümkün.

Biz de bu bağlamda cumartesi sabahın erken saatlerinde gazeteci arkadaşlarımla Mehmet Keskin’in davetlisi olarak soluğu Keles’te aldık.

Davetin sebebi Bursa Büyükşehir Belediyesi hamiliğinde gerçekleşen 5. Türk Dünyası Ata Sporları açılış töreni idi. Törenin onur konuğu ise Dünya ETNOSPOR Konfederasyonu Başkanı Bilal Erdoğan idi…

Biz bir yandan Erdoğan’ı ve açılış törenini beklerken alanda gezme fırsatını yakaladık. Gezerken de tanıştığımız isimler arasında Keskin’in geçmişte öğrencileri olan etkin ve yetkin insanları tanıdık.

Onların gözünde Başkan Keskin, Mehmet Hocaları…

Gerçekten Keskin’i seviyorlar,  bulundukları konumda Keles’le ilgili bir istek de olduğunda pozitif ayrımcılık uyguladıklarını hissettik.

Bu aynı zamanda Keles’in bir şansı…

Bu şansı doğru kullanmak gerekir…

Gelelim şimdi açıaçılışa.Aslında bu etkinlik 5. kez düzenleniyor.

Türk Dünyasının kalbi velhasıl Kocayayla’da atıyor.

Hal böyle olunca kendimi bir anda ata yurdu Orta Asya’da hissettim.

Gözlerim;

Bir tarafta ata dövüş sanatı Alpagut’un tüm inceliklerini görürken ruhum da diğer tarafta güreş sporunun incelikleri ile beraberdi.

Kulaklarım ise öbür meydanda at sırtında ok atanlar, diğer tarafta ise ok atanların yarışmalarında idi.

Bunu yanı sıra Türk dünyasında sokakta oynanan oyunlar…

Bunların hepsi Kocayayla’da idi.

Orta Asya’dan başlayan, Anadolu’ya ulaşan Türk boyları, diğer bir deyiş ile Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk dünyasının temsilcilerini Kocayayla’da görmek mümkündü.

Türk’ün silkelenip kendine geldiğini hissettiğim bir etkinlikti.

Bu etkinlik bugün de devam edecek, üstüne üstelik ulaşım da Alinur Aktaş’ın talimatı ile ücretsiz.

Vakti olanlar bugün Kocayayla’ya çıksın…

Bizler de organizasyonun fikir babası Bilal Erdoğan’ı hamisi Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’i ve ev sahibi Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’i tek tek tebrik ediyoruz…

AÇILIŞA KİMLER KATILDI?

Keles Kocayayla’da başlayan 5. Türk Dünyası Ata Sporlarının açılış töreninde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın yanı sıra uzun zamandır göremediğim MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, Bursa Valisi Yakup Canbolat, Bursa Milletvekilleri Osman Mesten, Atilla Ödünç, Hakan Çavuşoğlu, AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, İYİ Parti GİK Üyesi Müberra Çakır, Hayat Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Özkul ve Dünya ETNOSPOR Konfederasyonu Başkanı Bilal Erdoğan ilk görebildiğimiz isimlerdi.

Bunu yanı sıra gerek Ankara’dan gerekse Keles’in Makedonya’dan kardeş ilçesinin başkanı Ankara’dan birçok bürokrat da protokol tribünündeydi.

Kısaca açılış da çok iyiydi.

İlk günkü etkinlikler de…

Özel hastanelerdeki şiddet, Sağlık Uygulama Tebliği ve Bakan Koca’ya bir soru…

Özel hastanelerdeki şiddet, Sağlık Uygulama Tebliği ve Bakan Koca’ya bir soru…

Son zamanlarda sağlıkçılara yönelik şiddet vakalarında artış yaşanıyor. Bu şiddeti kim yaparsa yapsın tasvip edilecek durum değil.

Bu şiddetin azalmasında neler yapılması gerektiği konusunda muhakkak çalışmalar yapılıyordur.

Ama aslolan şiddetin hangi sebepten kaynaklandığı.

Bu şiddetin nedenleri arasında acaba özel hastanelerin etkisi var mı?

Birileri bu ne perhiz ne lahana turşusu diyebilir.

İşte bu noktada diyeceğimiz odur ki, özel hastanelerin almış olduğu fiyat farkı.

Kanuna göre özel hastaneler en fazla yüzde 200 fiyat farkı alabiliyor.

Kâğıt üzerinde en fazla yüzde 200…

Ama gerçekte bu rakam yüzde 700 ve yüzde 1000 civarında.

Ben bunun doğruluğunu ve yanlışlığını tartışmayacağım.

Ama bazı vatandaşlar bu fiyat farklarını duyup da hınçlarını kamudaki sağlık çalışanlarından alırlar mı diye düşünmeden edemiyorum.

Bu işin ön tarafı.

Arka tarafında ise;

SUT fiyatlarının enflasyonist ortama göre güncellenmediği.

Birçok fiyat hizmetin sürdürülebilir olmasından uzak. Böyle olunca hem vatandaş şikayetçi hem de kamu hastaneleri şikayetçi oluyor.

Şimdi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya sormak lazım.

Sizin mütevelli heyetinde bulunduğunuz uzun yıllar görev yaptığınız hastanelerde teşhis ve tedavi fiyatları SUT’un belirlediği tarifeler üzerinden mi alınıyor?

Yoksa farklı fiyat mı uygulanıyor…

Bizim temennimiz odur ki herkesin tatmin olacağı ortak noktanın bulunması…

KAMUYA İŞ YAPAN MÜTEAHHİTLERDEN İKİ ÖNERİ


Özellikle kamuya iş yapan müteahhitlerin yaşadıklarını daha önce bu köşeden kaleme almıştık.

Yazdığımız yazının ardından fiyat farkı ile çalışma yapılmış kısmen rahatlama olmuştu.

O kararname ile işe başlamayan veya iş bitirme seviyesi belli rakama ulaşmamış firmalara da fesih hakkı verilmişti. İşte bu hakkı kullanan firmalar bugünlerde karar kara düşünmeye başlamış durumda.

Bunun nedeni de daha önceden biten alacakları ilgili kamu tarafından ödenmediği için onlar işten kar etmediğimiz gibi her gün daha çok zarar ediyoruz demeye başladılar.

Bizler de bu ödenmeme sebepleri arasında acaba iptal edilen işlerin etkisi var mı diye düşünmeden edemiyoruz. Durum böyle devam ederse kamuya iş yapacak yüklenici firma kalmayacak.

Onlar bu konu ile ilgili olarak birkaç çözüm önerisi sunuyorlar:

Bu noktada çözüm önerilerinden ilki malzemeye endeksli fiyat ihale sürecindeki fiyatların baz alarak ihalenin bitiş sürecine kadar geçen sürede fiyatlara yansıtılması.

Böyle bir sistemin gelmesi durumunda yüklenici firmaların iş yapma olanağı artar diye düşünüyorum.

Bir başka önerisi ise malzemenin ihaleyi yapan kamu kurumu tarafından alınması işçiliğin sadece ihale edilmesi.

Bu öneri de kayda değer…

Biz elçiye zeval olmaz mantığı ile bu köşeden yazmış olalım.

Bakalım bu öneriye yetkililer ne diyecek bekleyip görelim.

Çöpler, çöplükler…

Çöpler, çöplükler…

Dünyanın kaynaklarının giderek tükendiği, en büyük ekonomilerin bile beşik gibi sallandığı, kendi kaynakları ile yetinemeyen ülkelerin önümüzdeki ayları ve yılları çok zor geçireceğine dair senaryoların havada uçuştuğu bir zaman dilimindeyiz.

Herkesin dilinde aynı türkü; ‘Önümüzdeki kış soğuk, karanlık ve zor geçecek!’

Winter is coming!”

Kendimi Game of Thrones setinde gibi hissediyorum

Zaten uzunca bir zamandır söylenmekteydi ‘önümüzdeki dönem enerji, su ve gıda kaynaklarına hakim olanların dünyayı yöneteceği bir dönem olacak’ diye.

Bu sözlerin doğruluğuna ilişkin yansımaları hep birlikte görüyoruz…

Ülke olarak kaynaklarımızı doğru kullanmadığımız ortada. Bu konuyla ilgili sıklıkla yazmaya çalışıyorum. Hatta öyle bir noktadayız ki, elimizdeki kaynakları kullanmayalım diye ekstra politikalar üretiliyor sanki.

Dünkü yazımda belirttim, elimizdeki tarım arazilerini imara açıp satışa çıkarmaya çalışırken, bir yandan da başka ülkelerin tarım topraklarına methiyeler düzmemiz tam bir Karagöz Hacivat oyunu gibi.

Ancak iş bununla da sınırlı kalmıyor.

Kendi kaynaklarını kullanmamak konusunda ısrar eden bir ülke olmamızın dışında, başka ülkelerin çöplüğü gibi kullanılmayı kabul etmemiz de ayrı bir handikap.

Avrupa ülkelerinden çöp satın almanın geçim kaynaklarımızdan biri olduğunu artık herkes biliyor.

Greenpeace’in “Türkiye, Avrupa’nın en büyük plastik atık çöplüğü haline geldi” uyarısı sonrası AB ülkelerinin toplam katı atıklarının yaklaşık yarısını Türkiye’ye gönderdiği ortaya çıktı. Birlik üyelerinden çıkan yaklaşık 33 milyon tonluk atığın 14.7 milyon tonu Türkiye’ye gönderiliyor!

Dünyada Hindistan ve Türkiye dışında hiçbir ülkede sökümü yapılmayan ‘Asbest’ yüklü gemiyi bu kez Hindistan bile istemeyince, işi büyük bir hevesle satın almış olmamız çöp konusunda tehlikeli işlere soyunmaktan çekinmediğimizin de göstergesi!

Biz de Bursa’da bir çöp tartışmasının içindeyiz.

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından Kayapa’da 2016 yılında yapılması planlanan, gelen tepkiler üzerine iptal edilen Katı Atık Geri Kazanım ve Bertaraf Tesisi projesi, yeniden gündeme geldi ve tepkiler yeniden yükseldi.

Mesaj gayet net; “Kayapa’da çöplük istemiyoruz!

Daha önce şehrin doğu bölgesine Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılmış bir Katı Atık Bertaraf Tesisi’ni gezme fırsatım olmuştu. Her ne kadar sakınılmaya çalışılsa da, kötü kokunun etkisinden kurtulmanın mümkün olmadığını gözlemlemiştim. Bu nedenle bertaraf tesislerinin yerleşim yerlerinden ya da yerleşime açılma ihtimali yüksek yerlerden uzak noktalara yapılması gerekiyor.

Ancak, konuyla ilgili bir açıklama yapan Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın “Atıkları, olduğu yerde ayrıştıran ve azaltan politikalara ihtiyaç var” sözlerini işitince vizyonumun ne kadar dar olduğuna şaşırdım.

Atıkları yok etmek için tesis yapılmasının dünyanın terk ettiği bir uygulama olduğunu söyleyen Pala;

“İklim değişikliği ve iklim krizini körükleyecek değil, iklim krizinden geri dönülmesini sağlayacak uygulamalar içinde olmalıyız. Bugün İngiltere ve Avrupa Birliği’nin atıklarının gönderildiği bir ülke haline geldik. Bu ülke çöp ithal eden, yakan bir ülke olmamalı!” dedi açıklamasının devamında.

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem ise Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın, Belediye Meclis Toplantısı’nda; ‘Bu konu bir daha açılmamak üzere kapanıyor’ dediğini hatırlattı ve kendisinden sözünü tutmasını istedi.

Benzer bir tepkiyi CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca da göstermiş, bertaraf tesisi için başka bir noktanın seçilmesi gerektiğini belirtmişti.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş da muhalefete yanıt verdi ve benzer tesislerin Avrupa’da şehir merkezlerinde yapıldığını vurgulayarak;

Bu vizyon bir projedir, bir ufuktur. Bu görevler bir gün bitecek ve burada yaşayacağım. Bu şehrin sokaklarında göğsümü gere gere dolaşacağım. Hamasi nutuklarla çevrecilik olmaz. Böyle vizyon projeler yapacaksınız. Bizi hayırla yad edecekleri bir proje olacak” diyerek savundu projeyi.

Doğrusu Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın önerisinin gerçekleşmesini çok istesem de, böyle projelerin ciddi zamana ihtiyaç duyduğunun farkındayım. Ancak bertaraf tesisinin yerinin yeniden gözden geçirilmesi ve şehrin büyüdüğü batı lokasyonunda daha faklı bir noktaya inşası anlamlı olacaktır diye düşünüyorum.

Avrupa’da neler oluyor?

Avrupa’da neler oluyor?

Türkiye’nin en önemli ticari partneri olan Avrupa’nın eski tadı yok.

Siyasal ve ekonomik can sıkıntıları giderek kendini daha fazla hissettiriyor.

İngiltere ve İtalya’da başkanların ardı ardına istifaları en basit örnekler arasında.

Rusya ile Ukrayna yüzünden yaşanan sorunlarsa madalyonun bir başka yüzü! Ki bu yüz birikmiş ekonomik sorunların iyice ortaya çıkmasında büyük paya sahip.

Ve 2022’nin ilk yarısı sonunda rekor enflasyona karşın yavaşlayan ekonomik tablo ile yüzleşiyor Avrupalılar. AB üyesi 27 ülkeden 15’inde enflasyon çift haneli seviyelerde.

Avrupa Birliği’nin bir blok olarak güçlü görünüm verme çabası da yine sekteye uğratmış durumda!

Çeşitli belirsizliklerin arasında büyüyen sorunlara neşter vurma konusunda ise geleneksel Avrupa yavaşlığı yine kendini göstermekte.

Son örnek faiz cephesinde kendini aylardır ifşa ediyor.

Göz göre göre yükselen enflasyona karşı aylarca kılını kıpırdatmayan Avrupa Merkez Bankası (ECB) sonunda elini taşın altına koydu!

Ve faizde 11 yıl sonra yukarı yönlü adım atmayı başardı.

ECB politika faizini 50 baz puan artırarak yüzde 0,5’e çıkardı. Mevduat faizini de 50 baz puan artışla eksiden sıfır seviyesine yükseltti.

Ayrıca şahin açıklamalar da ECB’nin karar metninde kendine yer buldu!

Mesela…

“Gelecek toplantılarda faiz oranlarının daha da normalleşmesi olası.” gibi cümleler yer aldı.

Yani sonunda cesaretini toplayan ECB, enflasyona karşı ben sahnedeyim mesajını güçlü biçimde vermeye çalıştı!
Üstelik, Türkiye’ye özenerek farklı enstrümanları normalleşme için kullanacaklar artık.

Kısa adı TPI…

Geçiş dönemi koruma enstrümanı, oynaklığın artmaması için kullanılacak.

Aynı olmasa da hedef bakımından bir nevi bizdeki kur korumalı mevduat hesabı! Bizdeki ne kadar işe yaradı? Kısmen. Ve belli bir yükle.

AB’deki etki nasıl olabilir?

Uygulamaya dair detay bilinmediği için öngörü şansı zor. Ama genelde bu tür sistemler geçici etkiye sahip olmakta.

Faiz cephesinde bundan sonraya dair de çok net bir manzara çizmedi Avrupa Merkez Bankası yönetimi!

ECB Başkanı Cristine Lagarde’ın açıklamaları eylülde güçlü bir faiz artışına dair izlenim vermedi.

Çünkü…

Beklentileri aşan 50 baz puanlık artış önden yüklemeli bir adım niteliği ile öne çıktı. Yani mermiler erkenden harcandı.

Faiz oranına aylık verilerdeki değişime göre karar verileceği açıklaması da esneklik içeriyordu.

Büyümeye dair belirsizliğin giderek artması ileriye dönük kesin bir stratejinin karşımıza çıkmasını engelliyor. Daha doğrusu çekingen adımlar için mazeret oluşturuyor!

Neticede pariteler açısından ortaya tuhaf bir tablo çıktı.

Beklenti üstündeki faiz artışı Euro’ya prim yaptırdı. Ama ardından gelen açıklamalar kararsız bir görüntü verince parite yine dolara doğru kaymaya başladı.

Euro/dolar 1,0277’ye çıkan çıksa da orada tutunamadı. Bir miktar gerileme ile 1,0155’e kadar geriledi.

TL ise her iki para birimine karşı da değer kaybetti.

Tepki alımlarının Amerikan Merkez Bankası Fed’in gelecek çarşamba yapacağı toplantıya kadar Euro/doları 1,035’e doğru itme potansiyeli bulunuyor. Ama bu seviyeyi aşması ya da civarında kalabilmesi kolay değil.

Ve orta vadede 0,97’ye kadar inebilecek bir potansiyel var paritede!

Yani Avrupa’nın parası pul olma trendinde. Bu olasılıksa Türkiye’nin aleyhine.

Mevcut tabloda TL’nin hem Euro hem de dolara karşı değer kaybetme durumunda olması ise enflasyon adına endişe verici.

Tarım arazileri yine imara açılıyor!  

Tarım arazileri yine imara açılıyor!  

Gıdada yaşanan enflasyonun ülkemizde ciddi bir yüzdelik artış sergilediğini ve vatandaşı da en yakından ilgilendiren enflasyon olduğunu hep yazıyoruz bu köşeden.

Çünkü vatandaş tenceresinde ne kaynadığına, çocuğunun karnına ne girdiğine, ekmeğin kaç lira olduğunu bakıyor.

Haklı da!

Gıda fiyatları dünyada da bir artış sergiliyor elbette, ancak Avrupa’da yüzde 10 düzeyinde enflasyon gören ülkeler ‘yoğun enflasyon baskısı altındayız’ şokunu yaşarken, bizim maşallahımız var. Gıdada neredeyse yüzde 130’lara dayanan enflasyondan mini mini şikayet ediyoruz.

Vatandaşımız sabırlı, vatandaşımız devletine güveniyor, ancak bu önümüzdeki kışın ve sonrasındaki dönemin çok daha zor geçeceğine yönelik haberleri ve öngörüleri değiştirmiyor.

En basit gıda ürününden, buğdaydan yola çıkalım; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, Türkiye’nin 2021-2022 sezonunda hem buğday hem arpada dünyanın en çok ithalat yapan ilk 3 ülkesinden biri konumunda olduğunu duyurdu.

Adam eksen bitecek kadar verimli topraklara sahip bir ülke için içler acısı bir durum olduğunu düşünüyorum bu yaşadığımızın.

Peki, artan gıda fiyatlarına yönelik olarak Tarım ve Orman Bakanlığı’nın aldığı önlemler neler?

Lojistik nedeniyle ürünlerin fiyatlarının arttığı düşünüldüğünden, kentlerin yakınlarında ekim yaparak nakliye maliyetini ortadan kaldırmak.

Başka ülkelerden, mesela Venezuela’dan arazi kiralayarak tarım yapmak.

Birbirine son derece tezat iki çözüm!

Venezuela’da ürettiğiniz ürünü ülkemize getirirken bir lojistik maliyet oluşmayacak mı acaba?’ diye sormak istiyor insan.

Ancak buna karşılık Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin Venezuela’da yaptığı incelemelerde, “Siz bu merayla hayvancılıkta dünyada bir numara olmalısınız. Biz hayvancılık yapıyoruz; hayvanlarımıza sanki pizzacıdan pizza, burgerciden burger ısmarlar gibi dışarıdan yem alıp, yediriyoruz. Burada her şey hazır…” dediğini öğreniyoruz.

Gıda Bilinçlendirme Platformu Kurucusu Prof. Dr. Mustafa Tayar, “Sayın Bakan izin versin Türkiye 3 yılda hayvancılıkta dünya liderliğini zorlar” iddiasında.

Haklı da…

Sayın Bakan’ın gözünün kaldığı meralar gibi meralarımız vardı bizim. Şimdi yerlerinde beton bloklar duruyor ya da başka projeler üzerinde çalışılıyor.

CHP Ekonomi Masası Üyeleri olarak Elazığ ve Tunceli’de temaslarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’a bu karmaşık durumu sorduğumda;

Açık söyleyeyim, Sayın Bakan ne yaptığını bilmiyor, çünkü ‘ben kent yakınlarında tarım yapacağım da lojistik masrafları azaltacağım’ gibi bir proje hiçbir mantığa uymuyor. Hemen hatırlayalım; Samanlı merası 600 dönümdü, bunu mera vasfından çıkardılar, şimdi oraya lojistik alan yapmaya çalışıyorlar. Katma değeri yüksek tarım ürünleri üretmek açısından en önemli yerlerden biri Bursa için! Neden tarım yapmıyorlar bu alanda o halde?” yanıtını aldım.

Sarıbal’ın sosyal medya paylaşımları ile gündeme getirdiği Şeker Fabrikalarına ait İnegöl ve Karacabey’deki arazilerinin satışı konusunu da konuştuk.

Şeker fabrikalarına ait olan arazilerin, bir taraftan imar özendirilerek, bir yandan da konuta açılarak satılması da aynı örneği teşkil ediyor. Bir yandan ‘masraflar çok, gıdayı yanı başımızda üretelim’ diyorlar. Diğer taraftan kentin içindeki tarım arazilerinin hepsini satıyorlar.

Hürriyet mahallesindeki mera arazisi hülle yoluyla halktan alındı. Bir yanı organize sanayiye verildi, bir yanını belediye başka amaçlarla kullanıyor. Tarım yapılacak tüm alanlarımız satılıyor.

Hükümet para bulamadığı için eğer kamu arazisi konumundaysa evlerimizin bahçesine bile göz dikecek neredeyse!” diyor Sarıbal.

CHP’li vekil bir noktaya daha dikkat çekiyor:

Bizim ülkemizde TÜİK verilerine göre 31,5 milyon dönüm tarım alanı ekilemiyor. 2 gündür Elazığ ve Tunceli’deyim. Yol boyunda bütün araziler boş. Topraklar ekilmiyor. Neredeyse bir yarım ada olan Elazığ’a su verilemiyor mesela.”

Tarım arazileri imara açılırken, satılırken, meralar yok edilirken tarımın ve hayvancılığın ilerlemesini beklemek ya saflık, ya hayalperestlik ya da kendini kandırmaca olur…

Tüm bunların hiçbiri de karın doyurmaz!

Gemlik’te ne filmler var!

Gemlik’te ne filmler var!

Eşref Kolçak anısına Gemlik Belediyesi tarafından düzenlenen ve bu yıl ilki gerçekleştirilecek olan Gemlik Film Festivali umuyorum yarattığı heyecanı ve harcanan emeği karşılayacak bir festival olur. Öyle olması yönünde işaretler şimdiden görünüyor.

Gemlik Film Festivali kapsamında bir de Kısa Film Yarışması düzenlenmiş. Dereceye giren filmleri; Halil Ergün’ün başkanlığında, oyuncu Erkan Can, yönetmen Yüksel Aksu, senarist ve yönetmen Zeynep Dadak, yönetmen Ömer Sinir, Yalova Üniversitesi Yeni Medya ve İletişim Bölümü’nden Doç. Dr. Serkan Öztürk gibi isimlerden oluşan jüri belirliyor. Özel konukların katılımıyla gerçekleşecek olan festivalde Türk Sineması film gösterimleri, sergiler, konserler ve söyleşiler yer alıyor. 1.’lik, 2.’lik ve 3.’lük ödüllerinin yanı sıra Mansiyon Ödülü de  verilecek bu festival kapsamındaki yarışmada.

24-27 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek Gemlik Film Festivali’nin açılışını, Türk Sineması’nın Sultan’ı Türkan Şoray yapıyor. Şoray, 24 Temmuz’da İskele Meydanı’nda gösterilecek ‘’Selvi Boylum Al Yazmalım’’ filminin ardından Gemliklilerle buluşuyor. Festivalin birinci günü Türk Sineması’nın usta ismi Kemal Sunal’ın kostümlerinin yer aldığı ‘’Kemal Sunal Kostüm Sergisi’’ eşi Gül Sunal tarafından açılacak. Gül Sunal’ın söyleşi yapacağı program, film afişleri koleksiyoneri Vadullah Taş’ın ‘’Türk Filmleri Afişleri Sergisi’’ ile devam edecek.

Dört gün boyunca devam edecek festivalde; Türk Sineması’nın çeşitli film gösterimleri, sergiler, konserler ve söyleşiler yer alıyor.

Bu film festivalin Eşref Kolçak anısına yapılması da daha bir anlamlı. Uzun süre Kumla’da yaşadı bu değerli sinema oyuncusu. Sıkça rastlardık ona,  eşi ile sahil boyunca yürürken ya da bir alışverişe çıkmışsa elinde filelerle.

Tabii o yıllar Kumla bugünkü gibi yerleşik bir apartman mezarlığı değildi. Bursa’dan, Eskişehir’den, İstanbul’dan esnaf ve tüccarların, Ankara’dan bürokrasinin çok rağbet ettiği bir sayfiye yeriydi. Eşref Kolçak o zarif alçak gönüllüğü ile tereddüt etmeden kendisine, şaşkınlık ve sevinçle sarılan yazlıkçılara iltifat ederdi.

Anısının böyle değerli bir kültür sanat organizasyonunda yaşatılması ne güzel.

Sanat, hele ki sinema hayatı çoğaltma şekli çünkü.

Burada yeri gelmişken “Gemlik’e doğru denizi göreceksin sakın şaşırma” dizesi ile Gemlik’e de mal olmuş Orhan Veli’yi anmadan geçmek olmaz. Ben de Gemlik’te kendisi için daha fazlasının yapılması gerektiğini düşünenlerdenim.

Sadece öylesine bir dize, belki de rastlantısal bir ifade bu günlere kadar ulaşmış.

Zaten şiirin gücü de bu değil mi?

Bir Orhan Veli Parkı yapılsa Gemlik’e.

O parkın içinde döneminin bütün “Garip” şairleri toplansa ve Melih Cevdet Anday oradan

“Uyuyamayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın

Çünkü sen artık o eski sen değilsin
Sen simdi ıssız bir telgrafhane gibisin…” diye seslenince

Oktay Rıfat söze girip ona umut verse;

“Bütün karanlığı versem size giden geceyi durduramazsınız
Işır odamızın havası, kaçar çeşmelerinizden durduramazsınız
Ben denize bakarım sandalca uzaktan
Siz yüzersiniz, bir kuş uçar bir gemi geçer durduramazsınız.”

Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’den davet var

Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’den davet var

Sabahın ilk saatlerinde Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’in belediye çalışmaları ve hafta sonu gerçekleşecek 54. Keles Kocayayla Şenlikleri’nin daveti için Merinos Gölpark’ta gerçekleşen toplantıya katıldık.

Öncelikle şunu net olarak ifade etmek gerekiyor:

Keles, Osmanlı’nın at koşturduğu hem kuruluşta hem kurtuluşta yöre olarak taşın altına elini koyan bir ilçe…

Tarihsel öneminin yanı sıra turistik açıdan da eko turizmin cazibesinden her geçen gün daha fazla pay almaya başlayan ilçe.

Gelelim şimdi toplantıya…

Toplantıda Keskin’i yalnız bırakmayan isimler arasında AK Parti Keles İlçe Başkanı Özcan Yeni ve Keles ve aynı zamanda Bursa Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Ali Mersin de vardı.

Uzun yıllar eğitim camiasında hem idarecilik hem de öğretmenlik görevinde bulunan Keskin’in basın toplantısındaki en önemli detaylardan biri, yapmış olduğu çalışmaları tane tane ve yalın bir şekilde anlatması oldu.

Keskin, yaptığı çalışmaları üç bölüm halinde anlattı.

Önce merkezi yönetim, ardından Bursa Büyükşehir Belediyesi, son olarak da Keles Belediyesi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa yapılan hizmetler…

Misal Keles’in hem Bursa hem Tavşanlı hem de uç köyleri olan Sorgun, Kocakavacık mahallelerinde ulaşım daha kolay. Bu konuda ciddi çalışma gerçekleşmiş.

Yine son üç yılda birçok köyde çok amaçlı salonların yapımı tamamlanmış, köylülerin kullanımına açılmış.

Ve en önemlisi hasat zamanında mevsimlik işçilerin konaklayacağı, iki yere 300 kişilik misafirhane yapılmış.

Bunların yanı sıra ilçenin en önemli markası Kocayayla’da bungalovlardan ciddi gelir elde edilmeye başlanmış.

Kısaca Keles’te sorunlar azalmış, hatta yok olmuş.

Bunlar işin icraat kısmı…

Bir de davet kısmı var, hafta sonu farklı bir gün geçirmek isterseniz, 6. Türk Dünyası etkinlikleri ve festival var.

Keskin, tüm Bursalıları etkinliğe davet etti.

Biz de onu bu köşeden yazmış olalım.

ANADOLU İMAM HATİP LİSELERİ’NİN YKS’DEKİ BAŞARISI DİKKAT ÇEKİYOR

Bugünlerde kamuoyu ile en fazla bilgi paylaşan devlet kurumlarının başında ÖSYM geliyor.

Gün geçmesin ki gerçekleşen bir sınavın sonucunu açıklamasın.

Önce LGS, ardından YKS, şimdi de KPSS’yi açıkladı.

Bu noktada hem öğrenciler, hem okullar yarış içerisinde.

Bu yarışın kazananı umarım sonunda mutlu olacağı bölümlerde okur.

Bursa özelinde ise özel ve devlet üniversiteleri öğrenci kapabilme adına tanıtım stantlarını kurdular bile.

Ama dikkat çeken, başarı listesindeki bir detayı da kısa adı, benim de mensubu olduğum, aidiyet duygusu yaşadığım BİHMED, Bursa İmam Hatip Liseleri ve Mensupları Derneği Başkanı, aynı zamanda ÖNDER Yönetim Kurulu Üyesi Kadir Oruç bizimle paylaştı.

O da Anadolu İHL ile ilgili.

2020 yılında 28 ilde üniversite sınavına giren Anadolu İHL mezunu öğrencilerde YKS sınavına giren öğrencilerden puan türlerine göre ilk 1000’de Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunu öğrenci sayısı 279 iken, bu sayı 2021 yılında 38 ilde 387 öğrenciye çıkmış. Bu sene ise hafta başında açıklanan sonuçlara göre biraz daha artarak 43 ilde 436’ya ulaşmış durumda.

Her sene yükselen bir başarı grafiği ile Anadolu İHL dikkat çekmeye başlamış durumda.

Bize de tebrik etmek düşüyor…

DEVA OSMANGAZİ’DEN AKŞAM MESAİSİ

Ramazan ayında siyasi partilerin iftar ve sahur arasında program yaptığına çok tanıklık etmişizdir. Keza seçim sathında siyasi partiler de buna benzer programlar yapar. Fakat seçimlere yaklaşık 10 ay gibi bir süre varken bu tür programlara pek alışık değiliz.

İşte bu dönem yaz ayını da fırsat bilen DEVA Osmangazi İlçe yönetimi, Yasin Gök Başkanlığında insanlarımızın bulunduğu parklarda masalara giderek kendilerini anlatmaya başladılar.

Bu bağlamda Gök ve yönetimi önceki gün Mihraplı Parkı’nda bu çalışmayı yaptılar.

Yine ilerleyen günlerde bu ve benzeri çalışmaları benzer şekilde yapmaya devam edeceklerini Gök’ten öğrendik. Anlaşılan o ki siyasi partiler seçim çalışmaları için şimdiden bir anlamda hazırlıklara başlamışlar…

Bize de takip etmek düşüyor…

Faizlerde kritik viraja girildi

Faizlerde kritik viraja girildi

Faizde kritik bir dönemeçteyiz.

Kapitalizmin vazgeçilmesi faiz yine başrolde.

Enflasyon canavarına karşı tüm dünya faiz silahına sarılmış durumda.

Her ülke faiz artışı yarışına girdi enflasyonu frenlemek için.

Tabii ki burada Türkiye’nin artış trenine binmeye hiç meraklı olmadığını da hatırlatmakta fayda var!

Tam tersine faiz indirmek için fırsat kolluyor ekonomi yönetimi.

Ancak bu ortamda paradoksal olarak piyasa faizleri yükseliyor.

Küresel çaptaki tabloyu düşündüğümüzde TL’nin değer kaybı da normal görünüyor. Çok yüksek enflasyon ortamında eksi reel faiz vermenin, yüksek cari açık ve borçluluk ortamında döviz girdisinin yetersizliği ile buluşması çok zor günleri karşımıza çıkarmakta!

Müdahale olanakları ise parasal cephede sınırlı görünüyor.

Çünkü…

Merkez Bankası’nın brüt rezervi 100 milyar doların altına inmiş durumda.

Net rezerv ise 6 milyar dolar civarında.

Buna karşın bankalardaki döviz tevdiat hesapları kısa bir molanın ardından yine artıyor.

Kısa vadeli dış borç da 182 milyar dolara dayandı.

Yani döviz talebi yükseliyor.

Haliyle kurlar üzerinde yükseliş baskısı oluşmakta! Kısa vadede en kısa çözüm faizi artırarak sıcak parayı çekmektir.

Ancak, böyle bir olasılık mevcut yaklaşımlar itibarıyla ufukta görünmüyor.

Bugün yani 21 Temmuz’da gerçekleşecek olan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısına dönük de umutvar bir bakış da yok piyasalarda bu nedenle. Hiç olmazsa sıkı para politikasına dair bir mesaj gelir mi toplantısı sonrası gelen açıklama metninde?

Pek sanmıyorum.

Yani Türkiye’nin faiz politikasında bir değişim beklemek sürpriz olur.

Buna karşın kuru ve küresel ekonomiyi doğrudan etkilen faiz kararları önümüzdeki bir haftanın ana gündemini oluşturuyor.

Önce bizim TCMB sahne alacak. Ancak o tarafta etkin bir gelişme olması fiyatlanmıyor. Fiyatlanan bugün Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) alacağı karar.

Yani ECB faiz artıracak. O kesin. Ama ne kadar artıracak?

O biraz belirsizdi. Bir miktar piyasalarda oynaklığa yol açtı son birkaç gün.

Euro/dolar dipten yükselişe geçti.

Ancak, Rus gazı ile ilgili umutvar haberlerin gelmesi sonrası belirsizlik azaldı! Ağırlıklı beklenti 25 baz puanlık bir faiz artışına odaklandı.

Peki bu artış ne getirecek?

Neredeyse hiçbir şey!

Çünkü pratikte neredeyse sıfır anlamındaki bir faiz oranından söz ediyoruz. Avrupa’daki enflasyon kolayca düşecek cinsten değil.

Dolayısıyla zaten fazlasıyla satın alınmış olan 25 baz puanın pek bir esamesi okunmaz.

Ama ECB Başkanı Lagarde’ın yapacağı açıklamalar gelecek adına barındırdığı ipuçları oranında etkili olacaktır piyasalarda!

Çok geç kalınmış faiz artışının bedelini Euro’nun bir dolardan daha değersiz hale gelmesi ile gözlemlemiştik. Haliyle ECB yönetimi daha cesur sözlerle güven vermeye çalışacaktır.

Ancak, ciddi durgunluk sinyalleri yine yavaş adımları dayatma durumunda olduğu için Avrupa adına köklü bir politika değişikliğini beklemek çok zor.

Kısacası Euro’nın zayıf seyrini destekleyen bir atmosfer söz konusu. Ve ne yazık ki bu manzara Türkiye’nin aleyhine!

Bize gerekli olan düşük dolar yüksek Euro oysa ki.

Merkez bankaları adına asıl aksiyonu ise gelecek çarşamba Amerikan Merkez Bankası Fed, sahne alarak gerçekleştirecek.

Okkalı bir faiz artışı kaçınılmaz. Yani en az 75 baz puan artıracak faizi Fed yönetimi.

Fed Başkanı Jerome Powell’in verdiği mesajlar da ayrı fiyatlanacak elbette. Eğer sürpriz olur da 100 baz puan artırım olur ya da Powell şahin konuşursa haliyle bu tablo dolara değer ekstra kazandıracak!

Ancak, Amerikan ekonomisinin durgunluğa girme yolunda adımlar attığına dair işaretler, faizde çok da rahat artışların gelmesinin zor olduğunu söylüyor.

Yine de doların gücünü koruması kaçınılmaz. Euro/dolarda birin altı seviyeler yine görülebilir. Ama kısa vadede 1,035’e doğru da zaman zaman atak olacaktır.

Dolar/TL açısından fiyatlama zaten büyük oranda gerçekleşti. Ancak yüksek risk primi kuru 17,80 seviyesine doğru itebilir!

İyimser senaryoda ise 17,35’e doğru çekilme söz konusu.

Tabii ki bu öngörüler normal koşulladaki kısa vadeli tahminleri içermekte.

Türkiye’nin KOBİ ligi açıklandı

Türkiye’nin KOBİ ligi açıklandı

Bilindiği gibi İstanbul Sanayi Odası Türkiye’nin, 2021 verilerine göre ilk 500 ve  ikinci 500 firmalarını belirliyor.

İSO, sanayi kuruluşlarının “devler ligi”ni belirlediği araştırması iki aşamadan açıklanıyor. İlk 500 şirketin ardından daha çok KOBİ ligi olarak anılan “İkinci 500 listesi” de açıklandı. Bu yıl açıklanan KOBİ liginde, özellikle bir veri dikkat çekiyor.

2021 rakamlarına göre belirlenen bu 500+500 firma ile ülkemiz sanayisin ihracat ithalat istihdam verileri Türk sanayisine ilişkin büyük resmi görmemizi sağlayabiliyor mu bir bakalım.

Öncelikle en dikkat çekici sonuç artık ilk 1000 şirket arasından her 10 firmadan 7’si Anadolu’dan. Bu oran son 10-15 yıl içinde neredeyse yarı yarıyaydı. Anadolu sermayesi yerleşik bir ekonomik performans ile mesafe kat etmeye devam etmiş. Öyle anlaşılıyor ki son dönemlerde Anadolu’da çeşitli bölgelere yapılan devlet destek ve teşvikleri sonuçlarını göstermeye devam ediyor.

Ancak Dünya liginde Türkiye’nin durumu pek parlak görünmüyor. DÜNYA’nın 2007 verilerine göre derlediği çalışmada ilk ve ikinci 500’de toplam İstanbullu şirket sayısı 448’imiş. Bu şirketlerin yanı sıra İlk 500’de 15, İkinci 500’de 5 olmak üzere 20 Kamu İktisadi Teşebbüsü listede yer alıyordu. Yeni açıklanan 2021 verilerine göre ise toplam İstanbullu şirket sayısı 290’a gerilemiş bulunuyor. Bu da İstanbullu şirket sayısının % 35.27 gerilediğine işaret ediyor. Yine Kamu’ya ait firmalar da her iki listenin 2021 verilerine göre 10 firma olmuş. Böylece 14 yılda Kamu firmaları listede yarı yarıya eridi. Buna mukabil bu tablonun tesellisi Anadolu’nun şirket sayısındaki artış.

On dört yıl önceki verilere göre 1000 firmadan 554’ü Anadolu’dandı. Açıklanan güncel verilerde 2021 performanslarına göre her iki listedeki Anadolulu firma sayısı 700’e ulaşmış. Böylece ülkemizdeki sanayinin devler liginin 1000 firmasının 700’ü Anadolu’nun oldu. Öte yandan 2021 İkinci 500 verilerine göre 132 firma İstanbul’dan listede yer aldı. Kamu firmalarının sayısı da 2 de kalmış.

Araştırma sonuçlarında Bursa’nın durumuna ilişkin değerlendirmeleri de Bursa Ticaret Borsası (Bursa TB) Yönetim Kurulu Başkanı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yönetim Kurulu Üyesi Özer Matlı yapmış.

2020 yılında Bursa Ticaret Borsası üyesi 5 firmanın bulunduğu listede 2021 yılında 9 firmanın yer alma başarısı gösterdiğini söylemiş. Firmaları başarılarından olayı tebrik eden Başkan Özer Matlı, “Bağlı oldukları odanın yanı sıra kotasyonumuzdaki ürün alım satımı nedeniyle Borsamıza üyeliği bulunan Özdilek Ev Tekstil San. ve Tic.A.Ş., Bolacalar Un Yem Yağ Gıda San. ve Tic. A.Ş., S.S. Marmara Zeytin Tarım Satış Kooperatifleri Birliği, Coats (Türkiye) İplik Sanayii A.Ş., Fistaş Fantazi İplik San. ve Tic.A.Ş., Acarsoy Tekstil Tic. ve San. A.Ş., E.N.A. Tekstil Tic. ve San. A.Ş., Emek YağSanayi A.Ş. ve Savcan Tekstil San. ve Tic. A.Ş., İSO İkinci 500 Listesi’nde yer alarak, tıpkı İSO İlk 500 Listesi’nde yer alan Borsamız üyesi 8 firma gibi bizlere büyük bir mutluluk ve gurur yaşatmışlardır” diyor.

Bursa firmaları, İSO İkinci 500 içindeki toplam ihracatın yüzde 11,4’ünü karşılamışlar.

İhracat liginde yarış sürüyor, Bursa’nın eski iddialı günlerine dönmesi dileği ile.

Kayıhan Pala’dan çağrı: Yeşil Alan kaldırılmalıdır!

Kayıhan Pala’dan çağrı: Yeşil Alan kaldırılmalıdır!

Sağlıkta bitmek bilmeyen sorunlara her gün bir yenisi daha eklenirken ve vatandaşlar umutsuzca randevu almaya çabalarken, özellikle acil servislerde yaşanan şiddet olaylarına çözüm oluşturabilecek bir öneri Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala’dan geldi.

Sosyal medyasında bir dizi tweet paylaşan Pala, çözümün ilk ayağı olarak acil servislerdeki ‘yeşil alan’ uygulamasının kaldırılmasını öneriyor.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın açıklamaları şöyle:

“Yeşil Alan, ‘ayaktan başvuran, genel durumu itibariyle stabil olan ve ayaktan tedavisi sağlanabilecek basit sağlık sorunları bulunan hastalar’ için acil servislerde ayrılan yer olarak tanımlanıyor ülkemizdeki mevzuatta. Yanlış bir uygulama, çünkü ‘acil, tıbbi bakıma ihtiyaç duyan’ kişilerin kabul edilmesi gereken bir yerdir. Acil tıbbi bakıma ihtiyacı olmayan kişilerin kabul edilmesi, acil vakaların tanısı ve tedavisini aksatır.

Dünyada acil servislerde yeri olmayan ‘Yeşil Alan’ uygulaması ülkemizde neden var?

Çünkü, sağlık hizmeti ihtiyacına yanıt veremiyor. Sosyal güvenlik kapsamı dışında kalanlar, prim borcu olanlar, katkı payı ödeyemeyenler, randevu alamayanlar… Acil olmadıkları halde soluğu acil servislerde alıyor.

Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere sakıncalarını göz ardı ederek ayakta tedavisi sağlanabilecek hastaların da acil servislerde bakılmasını ve tedavi edilmesini istiyor, sağlık sisteminin yetersizliğini gizlemek için. Türkiye dünyada nüfusundan fazla acil servis başvurusu olan tek ülke! Bazı kamu hastanelerinde hastaların yarıdan fazlasını acile yapılan başvurular oluşturuyor. Acilde çalışan hekimler de haklı olarak başvuran herkese bakmaya çalışıyor, tetkikini yapıyor, tedavisini düzenliyor…

Bu durum kabul edilemez. Acil servislerde çalışanların seslerine kulak verilmeli, önerileri değerlendirilmeli; YEŞİL ALAN uygulaması hemen sonlandırılmalıdır!”

Özetle, randevu sistemi çoktan çökmüş olan sağlık hizmetlerinin bir biçimde yürümesi için şimdiye kadar poliklinikte tedavi edilmesi gereken hasta yükü acil servislerle paylaşılmış ve buna ses çıkarılmamış.

Ancak yük artmaya devam ettikçe ve poliklinikler de devlette çalışan doktor sayısının azalması nedeniyle kapanmaya devam ettikçe acilin yükü her zaman olduğundan çok daha fazla artmış. Hayliyle bu durum hastayla doktorun daha fazla ve daha gergin ortamlarda karşı karşıya kalmasına neden oluyor.

Yanlış uygulamalar nedeniyle çöken sağlık sistemini ayakta tutmak için sadece doktorların çabası, hastaların sabrı yeterli olmuyor. Sonrasında ise artık sıklıkla şahit olduğumuz, ekranlarda gördüğümüz şiddet olaylarının yaşanması geliyor gündeme.

Çok acı, ancak vatandaşa tüm bu yaşananların sistemin çöküşü olduğunu anlatmanın başka yolu var mı bilemiyorum…

KARABIYIK: BİR NESİL YOK EDİLİYOR!

Bir ‘sistem çöktü!’ doğrulaması da eğitimden…

Geçtiğimiz günlerde açıklanan üniversite giriş sınavında nedenini bilmediğimiz bir biçimde barajın da kaldırılmasının ardından yaşanan yığılmayı hepimiz gördük. Sonuçlar ise içler acısı!

Cumhuriyet Halk Partisi Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Lale Karabıyık da yaptığı basın açıklamasıyla YKS sonuçlarını değerlendirdi.

CHP’li vekil, “YKS’ye giren 3.008.287 öğrenciden yüzde 3,2’si yani yaklaşık 96 bin öğrenci 100 puanı aşamamıştır. Önceki yıllarda 100 puanı geçemeyen aday sayısı 2019’da 18 bin, 2020’de 15 bin, 2021’de 23 bin idi. 2022’de sınava giren aday sayısı 2021’den 615.004 fazladır; ancak 100 puanı geçemeyen aday sayısı bir yılda yüzde 308 artmıştır.

Üniversite giriş sınavlarındaki başarısızlık ve soruları doğru yapma oranlarına baktığımıza, bu sonuçlar bir neslin yok edildiğinin belgesi niteliğindedir!” dedi.

Ülkemizde tüm diğer alanlarda olduğu gibi eğitimde de varsıl olanlar ve yoksul olanlar arasındaki makas giderek açılıyor, hatta derin bir uçuruma dönüşüyor.

Bir yanda fiyatları yıllık 300 bin liraları bulan özel üniversitelere çocuklarını göndermeye hazırlanan veliler varken diğer yanda sadece KYK bursu ile çocuklarının nasıl üniversiteyi okuyacağını hesaplamaya çalışan veliler duruyor.

Tüm bu olanlar toplum barışını bozacak önemli etkenlerdir! Dikkat etmek gerek!

Büyükorhan Belediye Başkanı Korkmaz’ın hemşerilerinden isteği ne?

Büyükorhan Belediye Başkanı Korkmaz’ın hemşerilerinden isteği ne?

Norm Haber stüdyolarından pazartesi günleri yayınlanan Yerel Bakış programında bu hafta Büyükorhan Belediye Başkanı Ahmet Korkmaz konuğumuz oldu.

Bursa’nın en uzak ilçelerinden biri Büyükorhan… Gözden ırak olunca gönülden de ırak olabiliyor.

İşte bizim gözümüzden uzak, fakat gönlümüze yakın olan ilçede yapılan çalışmaları Başkan Korkmaz’la konuştuk. Konuştuğumuz konulardan birkaçını bugün köşemizden aktaracağız.

Yazımızda detaylara girmeden önce Vosvos festivalinin yakın bir tarihte Büyükorhan’da Görecik Yaylası’nda yapılacağını ifade edelim.

Gelelim konuştuğumuz konulardan bazılarına…

O konulardan ilki altyapı sorunu.

İlçeye bağlı tüm mahallelerde altyapı sorununun hangi aşamada olduğunu Korkmaz’a sorduk. O da “ilçemizde iki veya üç mahalle dışında birçok köyümüz ve mahallemizde altyapı sorunumuz kalmadı. Bunun yanı sıra merkezde doğalgazla ısınmaya başladık” dedi.

Bölgede boş olan arazilere son yıllarda yaban mersini dikiminin fazlalaştığını anlatan Korkmaz, “çiftçilerimize önemli bir kazanç kapısı açtığımızı düşünüyoruz. Bursa Büyükşehir Belediyesi Tarım AŞ’de bize çok destek oluyor” diye konuştu.

Korkmaz, 2023 yılından da oldukça umutlu.

Konuyla ilgili olarak bölgenin önümüzdeki yıl turizmde atağa kalkacağını düşünüyor.

Özellikle Görecik Yaylası ve Bayındır Mağarası’nda çalışmaların başlayacağını ifade eden Başkan Korkmaz, özellikle Hristiyan âlemi için oldukça önemli olan Derecik’teki bazilika ile ilgili gelişmeler yaşanacağını belirterek, “burayı turizme kazandıracağız” dedi.

Bunun yanı sıra ilçede kurulu olan üç bölümle eğitim veren meslek yüksek okulu öğrencileri için barınma sorunu olmadığına dikkat çeken Başkan Korkmaz, ayrıca ilçe dışından bazı yatırımcıların tarımsal üretim noktasında ilçeye yatırım yaptıklarını söyledi.

İlçeye pandemiyle beraber geriye dönüşün hızlandığını ifade eden Korkmaz’ın Bursa’da yaşayan hemşerilerinden özellikle bir isteği var.

O istek ise ikametgâhlarını ilçeye taşımaları.

Bu sayede ilçenin İller Bankasından aldığı payın artacağını, artan gelir ile bazı sorunlarının çözüleceğini düşünüyor.

Bence doğru bir düşünce…

Umarım Büyükorhanlılar gereğini yapar.

Korkmaz’ın bir müjdesi de başta çocuk ve gençlere. İlçeye Gençlik ve Spor Bakanlığı desteği ile yüzme havuzu kazandırılıyor. Temeli atılmış. Yakın bir tarihte ilçe halkının kullanımına açılacak. İlçede yüzmeyen çocuk ve genç kalmayacak.

Bunu da bu köşeden yazmış olalım.

Korkmaz’ın yapmak istediği projelerden biri de başkan seçildiğinde belediyenin finansman ihtiyacını karşılamak için sattığı güneş enerji santralı…  

Korkmaz, satılan santralin yerine yenisini yapmak için kolları sıvamış durumda.

1 MB’lık santral kurulumu için önümüzde günlerde Ankara’ya gidecekmiş.

“Yerimiz ve projemiz hazır, finansman sorununu da çözeceğiz” diyor…

Bu da önemli bir proje…

Korkmaz, “eğer o santrali satmasaydım belediyenin borçlarından dolayı çok ucuza gidecekti” diyor.

Bize de bundan sonra kendisine çalışmalarında başarılar dilemek düşüyor.

Tarım enflasyonu ve ayçiçeği tarlaları

Tarım enflasyonu ve ayçiçeği tarlaları

Renkli hayat bilgisi kitaplarımızda kendi kendine yeten bilmem kaç ülkeden biriyiz, diye yazardı. O konuları işlerken belli belirsiz bir gurur ve merak duyduğumu şimdi bile hatırlıyorum.

Sarı burçak ve ayçiçeği tarlaları ile süslenmiş ünite sayfalarından hayatı öğrendiğimiz günler çok gerilerde kaldı.

Uzun zamandır da kafamız çok karışık.

Delik ozon tabakası, küresel ısınma, iklim krizi derken, kimin kime yettiğini artık bilemez olduk.

O çocuksu umut ve gururu yaşayan son kuşaktık belki de.

Son üç dört yıldır ülkemizde yeterlilik yüzde 107 iken, önce 102’ye sonra 97’ye ve ardından yüzde 82’ye kadar inmiş. Yaklaşık bir buçuk senedir de TÜİK bu konuda bir veri açıklamaktan vazgeçmiş.

TÜİK verilerine göre, Türkiye’de buğday üretimi 2015’te 22 milyon, 2020’de 20 milyon 500 bin, 2021 yılında ise 17 milyon 650 bin tona gerilemiş.

Doğal olarak da aradaki ihtiyaç sürekli artan biçimde ithalat ile giderilmeye çalışılıyor. Öte yandan, özellikle Ukrayna savaşının yarattığı yeni dengeler üzerine Hindistan ürettiği buğday için ihracat yasağı getirmiş bulunuyor.

Önümüzdeki yılın buğday rekoltesinin artırılması için son yıllarda görülmeyen çabanın bir tetikleyicisi, belki de ithalatta da yaşanabilecek bir sıkıntı olarak görünüyor.

Yani şimdiye kadar ithalata dönük politikalar üretim artırma planı yapmaya yeni başlamış.

Neden?

Yetkili ilgili tüm ağızlar, tarımın ülkeler için stratejik önemine işaret ediyor. Dolasıyla ekonomik kalkınma için de tarım ürünlerinin hayati değerde olduğunun altı çiziliyor ısrarla.

Bu ortamda ülkemizde tarımla uğraşan nüfusun yaş ortalaması 55. Tarım toprakları rekabet edebilirliği sağlayacak, desteklerden yoksun politikaları ile her geçen gün daha da kıraçlaşıyor.

Kendi kendine yeterlilik kalmadı.

Ne çiftçi toprağa, ne ithalat ihtiyaca, ne üretim hedefleri ekonomiye yetebiliyor.

Gübre ithal, tohum ithal vb.

Yaşadığımız enflasyona hem de bu mevsimde gıda ürünlerinin katkısı göz önüne alındığında sonuçların vahameti daha net ortaya çıkıyor.

TÜİK verileri ile bile tarım enflasyonu rekor seviyelere yükselirken, bu yılın tarla fiyatları geçen yılın market etiketlerini bile ikiye katlamış. Biber yedi, patates dört kat artmış.

Patates soğan depolarını zabıta ve polisle basmak işe yaramamış anlaşılan.

Biz tarıma doğmuş bir nüfusuz aslında. Çoğunluğun köyü, çiftçi akrabaları toprakla ekmek biçmekle anıları vardır.

Bakalım gelecek ne gösterecek! Okutulan hayat bilgisi kitaplarında parlak sarı renkli ayçiçeği tarlalarının fotoğraflarını, buğday tarlalarında rüzgârdan, yana eğilmiş başakların altın sarısını çocuklar okşayarak yine gurur duyabilecekleri zamanlar gelecek mi?

 

 

 

 

Eczacılar iflasın eşiğinde!

Eczacılar iflasın eşiğinde!

Sağlık sektörünün tüm bileşenleri son dönemde itibarsızlaştırma, ötekileştirilme ve sözlü, fiziksel şiddetten yılmış durumda.

Evet, tüm bu saydığım unsurlarla ilgili olarak en çok doktorların hastalarla karşı karşıya kaldıklarını, özellikle acillerde sorunlar yaşandığını biliyoruz.

Ancak son dönemlerde bulunamayan ilaçlardan, artan ilaç fiyatlarına ve hastaların ödedikleri katkı payının artmasına kadar uzayıp giden sorunlar eczacıları da sorun yaşayan meslek grupları arasına kattı.

Sorunlarla birlikte çözüm önerilerini de sıraladığımız Ortak Akıl programının bu haftaki konuğu Bursa Eczacı Odası Başkanı Okan Şahin’di.

İşini yaptığı için şiddet gören meslek grupları arasına eczacıların da girdiğini belirten Şahin, tüm akademik meslek gruplarında olduğu gibi eczacılık mesleğinde de bilinçli bir itibarsızlaştırma yürütüldüğünün altını çizdi.

Nasıl mı?

Şöyle düşünün;

Türkiye’de 63 eczacılık fakültesinin 48 tanesi öğrenci kabul ediyor ve bu 48 eczacılık fakültesinden yılda ortalama 4 bin eczacı mezun oluyor.  Türkiye nüfusunun artış hızına göre ise yıllık ancak 500 yeni eczane açılabiliyor. Sektörün diğer çalışma alanlarında da istihdam sağlandığı düşünülse en iyi ihtimalle her yıl 2 bin eczacı işsizler ordusuna katılıyor.

Doktorlarda yoğun biçimde gördüğümüz yurt dışına göç, eczacılar için de başlamış bir süreç.

Artık neredeyse tüm eczacıların birer veresiye defteri tutmaya başladığı da bir gerçek. Çünkü ilaçlara erişim vatandaş için öyle çileli bir hal aldı ki, eczaneler veresiye ile ilaç vermese tedavilerde ciddi aksamalar meydana gelecek.

Geçtiğimiz günlerde ilaçlara yapılan yüzde 25 oranındaki zam da Ortak Akıl masasının gündemindeydi. Yapılan zam konusunda karar verici değil, uygulayıcı pozisyonda olan eczacılar için bir karlılık düzenlemesine gidilmiş, ancak bu öylesine minimal bir düzenleme ki, eczacıların son iki yılda uğradıkları zararları karşılamaya ancak yetiyor.

Talebi ilaç fiyat artışı değil, eczane kârlılıklarıyla ilgili düzeltmeler yapılmasıydı, ancak son yapılan düzenleme de beklentilerimizden çok uzak kaldı. Bu zammı sanki eczacılar istemiş gibi aktarılması bizleri ziyadesiyle üzüyor ve vatandaşla karşı karşıya bırakıyor” diyor Şahin.

Bursa Eczacı Odası Başkanı Okan Şahin’in beyanından yola çıkarak şunu diyebilirim ki, eczacılar iş yerlerini ayakta tutabilmek için şu ana kadar edindikleri mal varlıklarını satma noktasına gelmişler.

Tabii bir de yeni nesil ilaçlar var. Hani şu Avrupa’da tedavilerde kullanılan, ancak ülkemizde hiç göremediğimiz ilaçlar.

İşin aslı şu ki, önemli hastalıkların tedavi sürelerini çok kısaltan ve tedavi yan etkilerini çok azaltan bu ilaçları bizler kullanamıyoruz, çünkü devletimiz bu ilaçları çok pahalı buluyor. Avrupa İlaç Ajansı’ndan yeni ruhsat alan ürünlerin yaklaşık yüzde 80’i maalesef ülkemize gelmiyor.

Karar verici mekanizmada hiç yer almadıkları halde uygulamada vatandaşla karşı karşıya kalan ve aslında sağlık sektöründe birinci basamak danışma görevini üstlenmek için ellerinden geleni yapan eczacılar iflasın eşiğinde.

Sağlıkta sistem yıkıldı; hastalar, doktorlar ve eczacılar altında kaldı…

Konut satışlarının verdiği sinyal

Konut satışlarının verdiği sinyal

İnşaat sektörü Türkiye’nin olmazsa olmazları arasında..

Zaman zaman sermaye taşa toprağa gömülüyor tarzı eleştiriler gelse de ülkenin en hayati sektörlerinden biri olmayı sürdürüyor…

Ciddi bir yan sanayi ve alt sektörler eşliğindeki inşaat sektörü ekonominin lokomotiflerinden biri konumunda.

Ancak, sektör son yıllarda farklı nedenlerle inişli çıkışlı günlere sahne oldu.

Kur artışları, maliyetler, faizler, pandemi ve benzeri faktörler istikrarlı bir piyasa ortamını zorlaştırdı sektör adına!

Zaman zaman verilen desteklerse bir miktar nefes aldırdı. Ama özellikle konut piyasasında yüzlerin fazlaca gülümsediğini söylemek zor.

Sektör temsilcileri de vatandaş da kendince dertli! Yine de işleri döndürmek üzere bir gayret var.

Peki sektörel rakamlar gidişata dair ne söylüyor?

Konut satışlarında artış devam etmekte. Ama bir hız kaybı da göze çarpıyor.


Türkiye genelinde konut satışları haziranda 2021’in aynı ayına göre yüzde 11,7 arttı.

Bu oran Eylül 2021’den bu yana kaydedilen en düşük artış oranı olarak kayıtlara geçmiş durumda! Bir ivme kaybının geçen ay hissedildiği açık.

Ancak karşılaştırmalardaki baz etkisi de unutulmamalı.

Dolayısıyla haziranda satılan 150 bin 509 konut, yine de azımsanmayacak seviyede. Neticede bu rakam 2022’nin en yüksek satış adedini karşımıza çıkarmakta.

Eski formunda olmasa da ipotekli satışların yüzde 40,6 artış seviyesi ile durgunluğun önlenmesine katkı sunduğunu görüyoruz!

Ocak-Haziran dönemindeki ipotekli satış artışının yüzde 63,5 olduğu düşünülürse bu alanda ortalamanın altında kaldığı görülüyor. Ancak trendin devamı halinde durgunluk ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerekir!

Özellikle maliyet artışlarının dur durak bilmemesi yakın gelecek için bir risk oluşturuyor.

Çünkü…

Bir yanda inşaatçıların maliyetlerini fiyatlara yansıtma potansiyeli olumsuz etkilenmekte. Bu tablo ise karlılığı ve yeni projelerin başlamasını sınırlayan bir görüntü vermekte.

Diğer yanda ise fiyat artışları, belli bir kesimin dışında konut sahibi olmayı giderek engelliyor!

Faizlerin düşüş eğiliminde olmadığı bir ortamda kredili alımlar da eski cazibesinden uzak kalmaya aday. Özellikle de dar gelirliler için. Gelirler konut fiyatlarındaki patlamaya yetişmekten uzak kalmakta.

Yani konut edinmek giderek zorlaşıyor… Ancak yüksek enflasyon vatandaşı tüketime yönelttiği için doğal olarak talep eski hızında olmasa da gündemde kalarak konut piyasasındaki olası durgunluğu şimdilik engelliyor.

Konut edinme çabasındaki vatandaşı kiralardaki rekor artışlar da zorunlu olarak alıma yöneltiyor. Ama bu trendin devamlılığı faizlerin düşmesine bağlı!

Çünkü kredi taksidi ile kira arasında anlamlı bir fark olmak zorunda.

Ve enflasyonda yavaşlama eğiliminin görülmesi de şart.

Mevcut tablo ilk el satışlarla ipotekli satışları azaltma tehdidi içeriyor.

Sözün özü; sektörün yavaşlamaması ve vatandaşın da uygun koşullarda konut sahibi olması, ekonomi yönetiminin ihmal etmemesi gereken bir konu durumda.