Gündemi muhalefet belirliyor, iktidar gereğini yapıyor

Gündemi muhalefet belirliyor, iktidar gereğini yapıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası yapmış olduğu açıklamaları televizyondan takip ettim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları sonrası AK Parti ile ilgili birkaç ayrıntıyı paylaşmak istiyorum…

Misal, geçmişte AK Parti’nin en önemli özelliği, gündemi kendisi belirler, çözüm yoluyla ilgili olarak da gereğini yapardı. İşte bu noktadan değerlendirecek olursak, AK Parti’yi diğer siyasi partilerden farklı kılan en önemli detaylardan biri de buydu.

Bunun karşılığını da halk sandıkta AK Parti’ye oy alarak verirdi.

Neticede girdiği seçimlerden AK Parti iktidar olarak çıkardı…

Ama son zamanlarda yaşananlara baktığımızda, AK Parti bu özelliğini kaybetmiş görüntüsü veriyor.

Bunları eğer örnekleyecek olursak, EYT konusunda gündemi sıcak tutan her zaman AK Parti dışındaki partiler oldu.

Onlar sürekli gündeme getirdiler, sonuçta bugün AK Parti’deki herkes, özellikle karar vericiler EYT’nin çıkacağından bahsetmeye başladılar.

Yine asgari ücretin güncellenmesi gerektiğini ilk defa BBP gündeme getirdi. BBP, her ne kadar iktidara destek verse de her şeye evet demediğini de ifade edelim.

Onların bu önerisi daha sonra işçi, işveren ve iktidar kanadından kabul gördü.

Sonuçta asgari ücret yeniden belirlendi.

Yine yakın bir tarihte öğrencilerin KYK borçları ve buna paralel olarak da faizlerini, muhalefet partileri gündeme getirdi. İktidar da gerekli düzenlemeleri yaptı.

Aslolan toplumun nabzını doğru tutabilmektir.

Bunu AK Parti gündeme getirseydi ve çözseydi, AK Parti daha çok prim kazanmaz mıydı?

Halk nezdinde kredisi daha da yükselirdi.

İşte bu tür önerileri gündeme getirecek ve takip edecek, yapacak kişiler iktidar kanadından kim olmalı, sorusuna vereceğimiz cevabın yanıtı basit.

Milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı danışmanı sıfatındaki kişiler…

Şimdi muhalefetin gündemde tuttuğu konuların başında sığınmacılar ve mülteciler sorunu var, bu konu ile ilgili olarak da ilerleyen günlerde yeni bir düzenleme AK Parti kurmayları tarafından gündeme getirilirse şaşırmamak gerekir.

Ama aslolan gündemi de sorunları iktidar partisinin belirlemesi gerekir.

Yine yakın bir tarihte gündeme getirilmesi beklenen diğer bir konu ise emeklilerin maaş bağlanma oranında yaşanan sıkıntı.

Özellikle AK Parti iktidarında bu oran yüzde 28’e kadar çekildi.

Bu da ister istemez emeklilerin mağduriyetini artırıyor.

Süratle bu konuda cesaretli bir şekilde adımlar atılması gerekiyor.

AK Parti’nin 2023 yılındaki seçimlerden yüzünün akı ile çıkması gerçekten AK Parti’nin kurmayları tarafından isteniyorsa EYT, sığınmacılar, emekli maaşlarının yeniden düzenlenmesi gibi konuların yeni yasama dönemi ile beraber gündeme gelmesi ve çözüm yollarının bir an önce bulunması gerekiyor.

Danışmanlarının halkın sesine kulak verip, bunları da doğru ve tarafsız bir şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a raporlaması gerekiyor.

Yoksa AK Parti için 2023 yılının Mayıs ayında gerçekleşecek seçimler için tarih geç olur.

AK Parti belki seçimden birinci parti çıkar ama muktedir olamaz.

Bizden hatırlatması…

Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi?

Üniversite masrafı ölü yatırım olmasın

Üniversite masrafı ölü yatırım olmasın

Haftaya iki müjdeli haberle başladı öğrenciler.

YKS açıklandı. Tabii ki sevinenler olduğu kadar üzülenler de oldu!

Ama bu yılın özelliği olarak kalkan baraj, sevinen sayısını fazlasıyla artıracaktır. Böylece dolmayan kontenjanlar için de biraz umut doğmuş olmakta.

Umutları tazeleyen bir başka müjde de KYK kredilerinde biriken faiz yükünün sıfırlanmış olması! Daha doğrusu faizden çok daha ağır hale gelen ÜFE oranındaki yükten kurtuldu gençlerimiz. Çünkü kullandıkları kredinin yani ana paranın üzerine sadece son bir yıl itibarıyla yüzde 138’lik ÜFE yükü binmişti.

Tefeci faizinden beter!

Haliyle bir uyarlama bir nevi af şarttı…

Bu genel seçimlere artık zamanında yapılsa bile bir yıldan az süre kaldığı için olsa gerek bütün ÜFE kaynaklı faiz yükü silindi KYK kredilerinde. Aynı oy beklentisi mantığının tercih barajının kalkmasında da işlediğini düşünmek zor olmasa gerek.

Kısacası seçim sandığı sihirli değnek gibi gençlerin imdadına yetişti!


Peki her şey toz pembe mi artık üniversiteliler için?

Keşke…

TÜİK’in istatistikleri üniversite mezunlarının yüzde 13’ünün işsiz gezdğini söylüyor. Yani genel işsizlik oranının üzerinde! Üstelik daha gerçekçi olan yani bir nevi sokaktaki asıl işsizliği ifade eden geniş tanımlı işsizlik oranları yüzde 20’nin üzerinde seyrediyor.

Yani her beş üniversite mezunundan birinin işsiz olduğu rahatlıkla söylenenilir.

Yakın geçmişin popüler mesleklerinin çoğunun da revaçtan giderek uzaklaşması gibi bir sorun söz konusu!

Artık iş bulmak avukatlar için de zorlaşıyor, makine mühendisleri için de inşaat mühendisleri için de…

İş bulanların azımsanmayacak bir bölümü ise asgari ücretle çalışmaya razı olmakta. Kendi mesleği dışındaki işlerde çalışanlar da hiç az değil!

Neden peki böyle dengesiz bir tablo var?

Pek çok üniversitenin pek çok bölümü vasıfsız mezunlarıyla tarih sayfalarındaki yerini aldığı için.

Plansız açılan okul ve bölümler iş piyasasının ihtiyaç duyduğu eleman sayısının çok üstünde mezun verilmesine yol açmış durumda!

Üstelik mezun kalitesi de vasıf anlamında hayli sorgulanır cinsten. Dolayısıyla boş olan iş pozisyonları da dolmakta zorlanıyor bu kez.

Gençlerin iş beğenme konusunda da haklı ya da haksız nedenleri olması da işsizliği artırıyor ne yazık ki!

Ekonominin nüfus artışına yeterli bir istihdam üretemediği de bir başka gerçek.

Ancak, işsizlik riski ve düşük gelir olasılığı üniversiteli olma hayallerini hiçbir şekilde engellemiyor..

Üstelik devasa masraflara rağmen aileler de geleceği belirsiz bir yatırıma teşvik ediyor çocuklarını! Oysa herkesin üniversite mezunu olmasına gerek de yok ihtiyaç da yok.

Herkesin memur olmasına gerek olmadığı gibi. Üretimde çalışacak insana asıl ihtiyaç var.

Ama herkes masa başı iş peşinde!

Üstelik tercihlerde de ekonominin ve geleceğin istediği meslekler büyük oranda ıskalanıyor.

Haliyle özellikle başka şehirlerde okuyanların devasa masrafları ileride ölü yatırıma dönüşebilmekte.

Hesap zor değil.

Masraflar şehirden şehre, üniversiteden üniversiteye değişiyor elbette.

Bursa’yı kriter alalım.

Öğrencimiz devlet yurdunda kalıp sadece yurtta ve okulda yese içse… Yani dışarıdan bir tost dahi almasa, çay kahve içmese… Sinema, tiyatro, eğlence de umurunda olmasa!

Ulaşım, kitap, kırtasiye ve benzeri masrafları da kattığımızda.

Üniversitelerin açılacağı ekim ayındaki fiyatları dikkate aldığımızda en az 3 bin lira masraf demektir aileler için. Ama yukarıda çizdiğimiz tablo bitkisel hayatla eş anlamlı bir öğrenci için!

Elbette çay kahve içip konsere de gidecek. Yani 4 binden aşağıya inmeyecek harcamaları 2022 – 2023 öğretim yılında.

Özel yurtta kalanlar veya kirada olanlar içinse masrafın 6 – 7 bin lirayı bulması iyimser bir öngörü aslında.

Kısacası bir asgari ücret üniversiteliye ayrılmak zorunda öyle ya da böyle!

Bu fiyatların sabit kaldığını düşünsek bile 4 yıllık bir okulun en düşüğü 160 bin liradan başlayıp 200 bin ile 300 bin liraya giden bir maliyeti olduğu görülür.

Karşılığında iş ve tatminkar gelir garantisi olmadan!

Sözün özü; tercihlerde kılı kırk yarmakta sayısız fayda var.

Şeyma Subaşı ve mütemmim cüzü 

Şeyma Subaşı ve mütemmim cüzü 

Bayramda göreceli de olsa gündem hafif haberler ile geçti.

Şimdilik kenarda ısındığı belli olan önemli konuların ipuçları yayınlanıyordu kanallarda. Derken haber siteleri ve sosyal medya hesaplarına bomba gibi bir haber düştü.

Acun ve Şeyma Subaşı herkesin içinde kavga etmişti.

Ülkemizin bu gündem ferahlığında benim de dikkatimi çekti haber.

Daha doğrusu bir arkadaşımın dikkatini öyle çekmiş ki (!) haberin devamını bana sordu.

Şeyma Subaşı’nın herkesin içinde sesini yükselterek Acun ile kavga etmesi haberi, kısa sürede milyonlarca okundu.

Ama haberin 1N’si (neden) eksikti, devamı gelmiyordu, çünkü taraflar konuya dair açıklama yapmaktan kaçınıyorlardı.

Konu, acar magazin muhabirlerinin ertesi gün yorumlarına kaldı.

Derken durum belli oldu.

Efendim olay şöyleymiş: İddiaya göre, son dönemlerde Mısırlı sevgilisi Mohammed Alsaloussi ile bir dargın bir barışık olan Şeyma Subaşı, önceki gün arkadaşları ile Bodruma gelmiş. Kızının velayetine dair konularda Acun’la bir araya gelip konuyu konuşurlarken, Subaşı’nın sesi bir anda yükselmiş. İddianın devamına göre, Ilıcalı ve Subaşı herkesin içinde Melisa’nın velayeti ve nafaka konularında tartışmış. Subaşı’nın tepkisi devam ederken, Acun ortamdan ayrılmış!

Olay bu!

Acun’un mütemmim cüzüne dönüşen Şeyma Subaşı’nın bu tepkisi şimdiye kadar yansıttığı mizacına uygun.

Magazin deyip geçmiyorum, çok şeyin habercisidir. Magazin gündemi yoğunlaştığında (şimdi bu haber özelinde söylemiyorum) ben, dur bakalım bir şeyler olacak, diye düşünürüm hep.

Tiyatrolarda dekor değişirken, biz sahnede hızlı hareketlerle çalışan işçileri görürüz, magazin budur. Arkada ise gerçek aktörler duruş ve kostümleri ile role girmek üzere hazırlanmaktadır.

Esas oyun az sonradır.

Evet, bazı olaylar, kişiler, mütemmim cüzlerinden ayrı düşünülemezler.

Eskiden de çok vardı bunlardan…

Selçuk Parsadan, Tansu Çiller’in mütemmim cüzü idi mesela.

Belki dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek bir laikçi-dinci magazini vardı.

O magazinde öyle olaylar ve isimler vardı ki yıllarca hiç ayrılamadılar.

Olayları yazarsam Z kuşağına kişileri ifşa etmiş olacağım. O mevzulara hiç girmeyeyim.

Kırk yaş üstü okurlar anlarlar.

Ama önemli bu mütemmim cüz meselesi; bir bütünün vazgeçilmez ya da bütünleyici parçası anlamlarına geliyor TDK’ya göre de.

Ülkemizin bunca badirelere rağmen hala gerçekten gıpta edilecek bayramlar, tatiller, umutlar ve gelecek hayalleri ile yönetiliyor olması hep bu mütemmim cüz meselesinden işte.

Herkes bir birinin mütemmim cüzü.

Önümüzdeki hafta Şeyma Subaşı-Acun cephesinde daha önemli ve çok konuşulacak şeyler bekliyorum.

Yüksek Hızlı Tren ‘hızlı’ mı?

Yüksek Hızlı Tren ‘hızlı’ mı?

Ulaşım sıkıntısının gölgesinde yaşamaya çalışan ve üzerindeki göç yükünü ne yapacağını bilemeyen bir şehre dönüştü Bursa.

Ulaşım sıkıntısı sadece şehir içi ulaşım olarak algılanmasın.

Hayalleri var Bursa’nın…

Yüksek Hızlı Tren gibi hayaller…

Geçtiğimiz günlerde Bursa’yı Ankara ve İstanbul’a yüksek bir hızla bağlayacak olan trenin Yenişehir kesimi T04 Tüneli Ayna Birleşim Töreni gerçekleştirildi. Osmaneli-Bursa arasındaki 10 tünelden ilki tamamlanmış oldu.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, “Projemiz tamamlandığında, yüksek hızlı trenlerle Ankara-Bursa ve Bursa-İstanbul arasındaki demir yolu seyahati, kesintisiz, hızlı ve konforlu bir şekilde yaklaşık 2 saat 15 dakika olacak” dedi.

Ancak Ulaştırma Bakanı’nın bu müjdesine vatandaşlardan tepkiler var.

Temeli 2012 yılında atılan ve bitiş tarihi olarak 2017’nin işaret edildiği proje hala tamamlanmadı. Pek çok ilin hızlı tren projeleri bu süreçte hayata geçirildi, ancak Bursa’nın eli bu konuda da boşta kaldı. Şimdilerde projenin bitiş tarihi olarak 2024 telaffuz ediliyor.

Eğer 2024 tarihinde proje tamamlanırsa tam 12 yıldır yapımı süren bir hızlı trenden bahsediyor olacağız. Teknolojinin bu kadar hızlı ilerlediği günümüzde, projenin tamamlandığı zaman hızlı trenin hızının bize yetip yetmeyeceği de sorgulanması gereken konulardan biri olacak muhtemelen.

Bakan hızlı tren projesinin kendi döneminde aksamadan yürüyor olduğunu dile getirse ve bu konuda çok umutlu olduğunu söylese de, Bursa’nın özellikle büyük ulaşım projeleri konusunda üvey evlat muamelesi gördüğü gerçeği ortada.

Hızlı trenin tamamlanması durumunda özellikle İstanbul ulaşımı konusunda sağlayacağı avantaj da vatandaşlara pek cazip görünmüyor.

Osmangazi Köprüsü’nün kullanılması halinde Bursa-İstanbul arasının hali hazırda bir buçuk saat içerisinde gidilen bir mesafe olduğunu dile getiren vatandaşlar;

Bu trenin hızı nerede?” diye soruyor.

Güzergahından 10 yıldır süren inşaatına kadar her konuda eleştiri yağmuruna tutulan Yüksek Hızlı Tren Projesine bir eleştiri de İnşaat Mühendisleri Odası Çalışma Grubu Üyesi Cengiz Duman’dan geldi.

Projenin tanıtım posterlerinde açıklanan yolcu taşıma bilgilerindeki yanlışlığa dikkat çeken Duman;

Sayın Adil Karaismailoğlu, sanırım size yanlış bilgiler verilmiş. Araştırmalarıma göre 1 SET trende maksimum 419 yolcu taşınıyor!

Yıllık 30.000.000 yolcu, aylık; 2.500.000, günlük; 83.333 yolcu yapar!!!

Toplam yolcuyu karşılıklı düşünsek dahi 419 toplam yolcu ile hareket eden tren setlerinin ful dolu olarak ortalama 14 DAKİKA da bir hareket etmesi gerek!!!

Bilgiyi aldığınız kaynağı tekrar teyit etmeli ve bugüne değin bu ve bunun gibi vermiş olduğu diğer bilgileri de check etmenizi rica ediyorum!!!

İşte bu bilgilerden ve bilgi verenlerden ötürü Hızlı Tren hattı 2012 den beri bitmiyor. Şimdi size diyorlar ki hat 2024 de bitecek!!! 1 Ocak 2025 de ömrümüz yeterse hatırlatırım ne oldu hat diye!!!

Açıklamasıyla gündeme getirdi eleştirilerini.

Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu her ne kadar hızlı tren projesiyle ilgili umut dolu olsa da sık sık yapılan açılışlar, temel atma törenleri, ertelenen bitiş tarihleri, bu konu hakkında bir güvensizlik oluşturuyor.

Buradan bakıldığında, güvensizlik sorununun çözülmesi açısından, Cengiz Duman’a katılmamak elde değil. Doğru ve gerçekçi bilgilerin paylaşımı gereksiz umutlanmanın önüne geçer en azından.

Osmangazi’de AK Parti açık ara önde

Osmangazi’de AK Parti açık ara önde

Teknolojinin hayatımıza girmesi ile bizler de zaman zaman partilerin yerinde takip edemediğimiz faaliyetlerini sosyal medyaları üzerinden takip etmeye çalışıyoruz.

Özellikle Facebook bu noktada önemli…

Birçok siyasi parti mensubu çalışmalarını ya kişisel ya da kurumsal hesaplarından paylaşıyor. Bu noktada sosyal medyayı Bursa’da ilçeler bazında en etkin kullanan ve en çok takipçisi olan siyasi parti hangisi, diye merak ettik.

Önce Osmangazi’den başladık.

Sosyal medyayı kişisel olarak etkin kullanmasına karşın Yasin Gök’ün başkanı olduğu DEVA’nın Osmangazi İlçe Başkanlığı’nın sayfasını göremedik.

Yine Gelecek Partisi Osmangazi İlçe Teşkilatı göremediğimiz bir başka siyasi parti.

Onun dışında ana muhalefet partisi CHP’nin sayfasını bin 800 kişi takip ediyor.

Saadet Partisi Osmangazi İlçe’yi ise 4 bin 138 kişi takip ediyor.

Yine bir başka siyasi parti MHP’yi de sosyal medyadan takip edenlerin sayısı 5 bin 800 kişi.

Yeniden Refah Partisi’ni takip edenlerin sayısı 6 bin 100…

İYİ Parti’nin de 6 bin 100 takipçisi var.

İktidar Partisi AK Parti’nin sayfasını takip edenlerin sayısı 11 bini geçmiş durumda.

Kısaca AK Parti Osmangazi İlçe bu noktada açık ara önde…

Bakalım diğer ilçelerde son durum nasıl?

Onu da ilerleyen günlerde kaleme alırız.

BESAŞ OLMASAYDI EKMEK NE KADAR OLURDU?

Kurban Bayramı öncesinde BESAŞ Genel Müdürü Hakkı Gülşen’i makamında ziyaret etmiştim.

Öncelikle şunu net ifade etmek gerekiyor: BESAŞ sadece ucuz ekmek değil, aynı zamanda kaliteli ve sağlıklı ekmek üreten bir tesis.

Sonrasında BESAŞ’taki çalışmalar hakkında bilgi aldım.

Misal BESAŞ’ın toplam üretim kapasitesi 305 bin…

Bunun içine her türlü ekmek dahil.

Bu kapasitenin son aylarda fazlasıyla kullanıldığını öğrendim. Bu bağlamda sadece düz francala ekmek üretimi 295 bini geçmiş, diğer çeşit ekmekleri de ilave edince bu rakam oldukça yükseğe çıkıyor.

Bunlar üretim tarafı.

Diğer tarafta şu var:

BESAŞ’ta çalışan herkes sigortalı, yine mesaiye kaldıklarında dakikası dakikasına hesaplarına giriyor.

Artan maliyetlere rağmen başabaş noktasında durmak ve tüketiciye ulaşmak için BESAŞ yönetiminin özel gayreti vardı.

O zaman ekmek 3 TL, bundan belirli oranda bayi komisyonunu çıkarın, yine taşıma maliyetlerini ve işçiliği de düşünürseniz ekmeğin maliyeti her şeye rağmen çok uygundu.

Özel sektörde ekmeğin kilosu 20 TL, BESAŞ’ta ise 7 lira 50 kuruştu.

Artan maliyetler sonrasında ekmeğin kilogram fiyatı 10 TL’ye çıktı.

Belki ilk başta pahalı gibi geliyor.

Ama bir de ya BESAŞ olmasaydı, fırınlardan ekmeğin kilosunu kaça yerdik?

Bir de onu düşünün…

O zaman iyi ki BESAŞ var diyoruz.

Belki birileri BESAŞ daha fazla ekmek üretsin diyebilir, BESAŞ sadece kendini değil aynı zamanda fırıncı esnafını da düşünmek durumunda…

Böyle olunca orta noktanın dışına çıkmadan sürdürülebilir olma adına hem halkı hem fırıncıları üzmeden üretime devam ediyor.

En doğrusu da bu bence…

YEREL BAKIŞ’IN KONUĞU KORKMAZ

Her hafta birbirinden değerli konukları ağırladığımız Yerel Bakış programında bu haftaki konuğumuz Büyükorhan Belediye Başkanı Ahmet Korkmaz olacak.

Korkmaz’la ilçesinde yapılan çalışmaları konuşacağımız program 18 Temmuz 2022 saat 14.00’de.

Programımızı www.normhaber.com ve sosyal medya hesaplarımızdan izleyebilirsiniz.

Şimdiden iyi seyirler.

15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’nün ardından…

15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’nün ardından…

Önceki gün 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’nde bundan altı yıl önceki kalkışmada hayatını kaybeden şehitlerimiz için birçok yerde camilerde Kur’an-ı Kerim okundu, ardından kentlerde anmalar gerçekleştirildi.

Hepsinin ruhu şad olsun…

Gazilerimize de Allah sağlık sıhhat versin.

Ama bu anmaları yaparken aklımdan 15 Temmuz ve sonrası yaşananlar film şeridi gibi geçti. Başta Bursa ve birçok kentte 15 Temmuz sonrası meydana çıkan birçok ismin daha sonra yapılan araştırmalarla FETÖ ile bağlantısı olduğu tespit edildi.

O isimler kentimiz özelinde hala hafızamda…

Hatta bazıları o günlerde eski ismi Şehreküstü Fomara Meydanı’nda elinde bayraklarla kürsüye çıkıp poz bile vermişlerdi.

Ama ne oldu?

Onların her biri yargı önünde hesap verdi.

Kimi etkin pişmanlık yasasından yararlandı.

Kimilerinin davası devam etti.

Kimileri yargıya çıkmadan yurtdışına kaçtı.

Kimileri de hala cezaevinde cezasını çekiyor.

Misal şimdi aklıma gelen bir başka soru, o günlerden kurtulup bugün itibarı ile uyuyan hücreler içinde bulunup da bu sene 15 Temmuz akşamında sokağa çıkıp anmalara katılanlar var mı diye düşünmeden edemiyorum.

Ardından da net yanıt veriyorum.

Kesinlikle katılmışlardır…

Utanmadan aramızda gezip fikri ve zikri bir olmayıp, içi başka, dışı başka olan insanlar geçmişte vardı, bugün de var, muhtemelen de yarın da olacak diye düşünüyorum.

İşte burada ne yapmalıyım sorusuna verilecek cevap gayet basit…

Bu tür organizasyonlardan uzak dur yeter…

Zaten bunu yaptın mı onlar yaşam alanı bulamadan kendiliğinden yok oluyor…

Bizden hatırlatması…

 

BÜYÜK CAMİLERE NE ZAMAN XRAY CİHAZLARI KONULACAK?

 

Bayramdan önce Konya’da yaşanan hain saldırı sonucu bir doktorumuz hayatını kaybetti. Biz de o günkü yazımızın ardından hastanelerde güvenlik önlemlerinin arttırılması gerektiğini köşemize taşıdık.

Ardından Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ülke genelinde hastanelerde güvenlik önlemlerinin arttırılmasına yönelik süratli bir şekilde çalışma başlattı.

Bu çalışmayı sonuna kadar destekliyorum.

Ama benzer yazılarımızı daha önce çalıştığımız kurumlarda camiler için de yazmıştık. Seneler önce Ulucami’nin önünde geberen canlı bomba, yine önceki sene ölümden dönen bıçaklanan hoca aklımızda…

Allah korusun o canlı bomba ya etkisiz hale gelmeseydi, ne olurdu?

O zamanki önerimiz şuydu:

Şehrin muhtelif yerlerine yüz tarama termal kameralar yetiştirilsin suçluları hareket halinde iken tespit etsinler. Sonrasında ise en azından büyük camilerin girişine buna bahçe de dâhil XRAY cihazları konulmalı diye önerimizi ifade etmiştik.

Belki bunlar için Diyanet İşleri Başkanlığı’nda ödenek yok diyenler olacaktır.

O zaman geriye tek bir şey kalıyor.

Ülke genelinde her il kendi illerindeki büyük camiler için belirli aralıklarla Cuma günleri namaz çıkışında XRAY cihazları toplanması için cemaate başvurun.

Onlar sizlerin bu isteğine yanıt verir.

Ve istenilen bütçe de oluşur.

Bu arada söz yardımlardan açılmışken toplanan yardımlar belirli tutanaklarla cami içinde vatandaşların göreceği yere takılıyor.

Bu yeterli mi?

Hayır o zaman merkezi sistemden vaaz eden hoca, bir sonraki hafta ne kadar yardım toplandığını, bu toplanan yardımın nereye harcandığını şeffaf bir şekilde açıklarsa, cemaat daha mutlu olur kanaatindeyim.

Öneri bizden uygulamak yetkililerden…

Eğitimde raporlara ve muhalefete kulak verilmeli!

Eğitimde raporlara ve muhalefete kulak verilmeli!

Özellikle okulların açık olduğu kış aylarında bu köşeden sık sık eğitim alanında yaşanan sorunları dile getirdik, getirmeye de devam edeceğiz.

Okulların tatilde olduğu yaz aylarında da yaşanan sorunların çözüme kavuşturulmasının hızlanması beklentisindeyiz. Ancak görünen o ki, şehrimizi zaman zaman ziyaret eden Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, bazı yatırım müjdelerini dillendirse de bu yatırımların ne oranda gerçekleştiği konusunda net bir bilgiye ulaşmak şimdilik imkansız.

Eğitim camiasından kulağımıza gelen söylentiler ise eğitimde çift, hatta çok başlılığın artık can sıkıcı boyuta ulaştığı yönünde.

Hemen hemen her bakanlığın yaşadığı önemli sıkıntılardan biri olan çift başlılık sorununun eğitim ayağını Birgün gazetesinden Mustafa Bildircin’in gündeme taşıdığı MEB Personel Genel Müdürlüğü’nün 2021 yılı faaliyet raporu ortaya koyuyor.

MEB Personel Genel Müdürlüğü’nün 2021 yılına yönelik faaliyet raporunun, ‘Zayıflıklar’ bölümünde dikkati çeken çok başlılık vurgusu raporun tamamına hakim.

Eğitim alanında alınan kararlara yönelik, “Saray bünyesinde oluşturulan kurul, karar alma süreçlerinde MEB’den daha önemli bir rol oynuyor…” eleştirileri ile başlayan cümleler, “Eğitime ilişkin süreçlerde birçok kurum ve kuruluşun rol oynadığı…” sözleri ile devam ediyor.

Aynı zamanda, “Çok sayıda kurum ve kuruluşun eğitime yönelik süreçlerde rol oynamasının, karar alma hızında yavaşlamaya ve sorunlara yol açtığı…” kaydediliyor.

Raporda şehrimizin önemli sıkıntısı olan ve depreme karşı güçlendirilen okulların başka okullara misafir olması ile birlikte yaklaşık 70 okulu etkileyen ikili öğretim sorunlarına da yer verilmiş.

MEB Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’nün raporu hükümetin eğitimdeki en önemli eğitim vaadi olan, “İkili eğitimi sonlandıracağız” vaadinin kâğıt üzerinde kaldığını gün yüzüne çıkarıyor. Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan ve ikili eğitim yapan okul sayısının 98’e yükseldiğini kaydeden raporda, ikili eğitim yapan okul sayısındaki artış, farklı bölgelerde yaşanan depremler nedeniyle yıkım ve güçlendirme kararı alınan okulların yeni binaları tamamlanıncaya kadar bazı okullara misafir olmasına bağlanıyor.

Okulların güçlendirme ve yapım ihaleleri ise bütçe yetersizliği nedeniyle bir bir iptal ediliyor!

AK Parti iktidarı döneminde 8 farklı ismin iş başına getirildiği ve her yeni bakanın yepyeni eğitim politikaları ile kendisinden önceki bakanın uyguladıklarını kötüleyerek göreve başladığı düşünüldüğünde yaşanan kriz daha net ortaya çıkıyor.

Bu duruma şimdilerde, ‘Saray bünyesinde oluşturulan kurulun’ bakanlıktan daha geniş etki alanının oluşunu ve eğitim yatırımlarının durma noktasına gelişini de eklemek lazım anlaşılan.

Unutmamak gerekir ki, 15 Temmuz yaşanmadan önce, yaşanacak tehlikeyi bildirmek için pek çok devlet kurumu dikkat çekici raporlar hazırlamıştı, ancak bu raporlara pek de itibar edilmemişti.

Bu kez devletin kurumlarınca hazırlanan raporlara itibar edilerek ilerlenmesinin önemi anlaşılmıştır umudunu taşımak istiyorum!

Eğitimin bir diğer önemli sorunu, hatta gündemden düşmeyen konusu da KYK borçları ve KYK borçlarına uygulanan faiz!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “İcralık da olsanız KYK borçlarınızı ödemeyin, biz bir yıl içinde iktidara geleceğiz ve borçlarınızın sadece anaparasını ödeyeceksiniz!” çıkışının ardından bir türlü seslerini duyuramayan KYK mağduru öğrencilerin sesleri işitilir oldu.

Bu noktada ana muhalefet partisi liderini kutlamak lazım, çünkü muhalefetin görevi hükümetin gündemine almadığı konuları gündeme getirmeyi ve çözüme ulaşması için baskı unsuru oluşturmayı gerektirir.

Görev başarı ile tamamlanmış görünüyor.

Şimdilerde hükümet kanadından yapılan açıklama KYK borçları konusunun masaya yatırıldığı ve ilk kabine toplantısının ardından sunulan çözümün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından aktarılacağı yönünde.

Masada ise iki formül var; ya anaparanın dört katına kadar çıkabilen faizde bir indirime gidilecek ya da Kılıçdaroğlu’nun gençlere vadettiği gibi sadece anaparanın alınması gündeme gelecek.

Gençleri anaparanın ödenmesi formülü bile tam olarak memnun etmeyecekken, faiz indirimine gidilmesi durumunda tıpkı kimseyi mutlu etmeyen asgari ücret artışı gibi ne İsa’ya ne Musa’ya yaramayan bir sonuç ortaya çıkabilir.

Sadece anaparanın ödenmesi fikri ise kulağa daha hoş geliyor…

 

Saygıyla anıyorum…

Saygıyla anıyorum…

15 Temmuz ile ilgili uzun uzadıya bir yazı yazmak, elinde belgeleri olmadan konuşmak istemeyen benim gibi bir gazeteci için pek de mümkün değil.

Ancak tüm insani duygularımla şunu söyleyebilirim;

Ben o gece demokrasiye ve vatana sahip çıkmak uğruna şehit olan sivil ve asker yurttaşlarımızı rahmetle, ordumuzun içinde darbecilere engel olmaya çalışanları ise saygıyla anıyorum. Bunu yaparken aldığı emri yerine getirmeye çalışan ve hiçbir şeyden haberi olmayan genç askerlerimizi de unutmuyorum.

Darbeler fillerin tepiştiği, çimenlerin ezildiği durumların gözümüze en net görünen halidir. Tepişen fillerden olmayanlardan biri olarak, ezilen tüm çimenler için üzüntümü dile getirme hakkımın olduğu kanaatindeyim.

Fakat belirtmeliyim ki; ‘Alçaktan uçan F16’lara 11. kata çıkıp kafa atarak şehit olmak’ gibi saçma sapan söylemler bu işi iyice sulandırmaktan başka bir işe yaramaz. Umarım bundan sonra böyle söylemlerden kaçınılır ve insanların acıları hafife indirgenmez.

UYGULAMA GÜZEL AMA EKSİK

Çok şükür ki, bir İran değiliz ve evcil hayvan sahibi olmaya yönelik ciddi kısıtlamalara gidilmesi, sokaklarda köpek gezdirilmesinin özel izinlere tabi olması ya da dayak gibi cezalara neden olması durumu yok ülkemizde.

Ancak bir türlü evcil hayvan, sokak hayvanı kavramlarını hayatımızın neresine yerleştireceğimizi bulamıyoruz.

Örneğin, başıboş sokak hayvanlarının özellikle savunmasız kişilere zarar vermesinin önüne nasıl insani uygulamalarla geçeceğimizi bilemiyoruz. Hayvanlara zarar veren kişilere caydırıcı cezalar vermeyi ve bu cezaları uygulamayı da bilmiyoruz.

Anlayacağınız işin iki tarafı da sıkıntılı ve sorunlu…

Bir yandan da evcil hayvanların üretilip satılması hızlı bir biçimde devam ediyor.

Özellikle pandemi sürecinde yoğun biçimde kedi ve köpek evlat edinerek evlerinde bakmaya başlayanlar ise ücretsiz sahiplendirme sayfalarında binlerce lira ödeyerek aldıkları patili dostlarını sahiplendirmeye çalışıyor.

Yine elimize yüzümüze bulaştırdığımız, duygusal yönümüzün ağır bastığı anlarda düşünmeden hareket ettiğimiz, sonrasında ise sorumluluklarını sürdürmekte zorlanan yönümüzün ağır basması ile bir anda terk ettiğimiz hayvanların yarattığı sorunlar bir yana, satışlar sürüyor, sürüyor, sürüyor…

14 Temmuz 2022 itibariyle Hayvanları Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle pet shoplarda sergilenerek hayvan satışı yapılmasının yasaklanması üzerine yazdım bundan önceki giriş cümlelerini.

Artık evcil hayvan satışları internet üzerinden ve katalog ile yapılacak. Böylece cam kafeslerin ardından izlediğimiz, minik kedi ve köpekleri görüp yüreklerimiz parçalanmayacak.

Burada en önemli mesele özellikle merdiven altı üretim denilen ve hayvan haklarını tamamen hiçe sayan üretim modellemesinde denetimlerin nasıl yapılacağına yönelik sorunlar.

Yeni uygulamaya göre internet üzerinden ya da katalog yolu ile yapılacak satışlar hayvanlar doğal ortamında yaşamaya devam ederken, fotoğrafların ve bilgilerin satıcı tarafından internete yüklenmesi şeklinde gerçekleştirilecek.

Herhangi bir insanın internet üzerinden hayvan satışı yaparken, hayvanların sağlık ve üretim koşullarını ne şekilde sağlayacağı ise henüz bilinmiyor. Ayrıca profesyonel üretim çiftliklerinin haricinde merdiven altı üretim yerlerinin oluşturulma ihtimali de endişe yaratıyor.

Bir yasak var, ama bu yasakta internet nasıl kontrol edilecek, bu kontroller sürekli devam edebilecek mi belirsiz…

Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan bu kararın çıkış noktası hayvanların sergilenerek satışının önüne geçilmesiydi ve geç bile kalınmış güzel bir karar olarak görüyorum ben uygulamayı.

Ancak sadece pet shoplar gibi takibi olan, denetimleri yapılan yerlerde değil internet üzerinden yapılan satışlarda da ciddi kontroller olması gerektiğini düşünüyorum.

Hayatımızın hiçbir yerine sığdıramadığımız patilerin de onları seven bizlerin de rahat nefes alacağı bir uygulama geliştirilemez mi?

 

 

 

 

Bozbey, Millet İttifakı’nın mı, CHP’nin mi, yoksa başka bir siyasi partinin mi adayı olacak?

Bozbey, Millet İttifakı’nın mı, CHP’nin mi, yoksa başka bir siyasi partinin mi adayı olacak?

Öncelikle şunu net ifade etmek gerekiyor.

2023 yılında gerçekleşecek genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri 2024 yılının da habercisi olabilir…

İktidar değişirse yerel yönetimlerde neler olur?

Ya da sandıktan Cumhurbaşkanlığı seçiminde farklı, TBMM seçimlerinde farklı bir aritmetik çıkarsa neler olur?

Bunların hepsi muhtemel sonuçlardan bir ya da birkaçı…

Ama öncesinde merak edilen ise altılı masada son saniyede pürüz çıkıp çıkmayacağı.

Önümüzdeki günlerde altılı masanın son toplantısına ev sahipliği yapacak SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun konuşmalarını da değerlendirecek olursak altılı masanın son toplantısı çetin geçeceğe benziyor.

Öte yandan yerelde kulislerde konuşulan diğer konulardan biri de 2024 yılında yapılacak olan seçimlerde Mustafa Bozbey’in Millet İttifakı’nın mı yoksa CHP’nin mi ya da bir başka partinin adayı mı olacağı konusu.

Özellikle İYİ Parti’de siyaset yapan bazı isimlerin Bozbey ismine soğuk baktıklarını seçimlere kendi adayları ile girme düşüncelerinin ağır bastığını net ifade edebilirim.

Belki bugünden bunu konuşmak için çok erken.

Ama böyle bir durum ortaya çıkarsa o zaman ne olur?

Bozbey seçimlere sadece CHP’nin adayı olarak girer mi?

Ya da başka bir durum ortaya çıkar mı?

Misal tekrar Nilüfer’den aday olabilir mi?

Bu konuda da özellikle Nilüfer adaylığı ile ilgili de kulislerde konuşmalar kulağımıza gelmeye başladı.

Bir başka olasılık ise Bozbey, üçüncü bir partiden aday olabilir mi?

Bunlar olmaz ise bir başka olasılık da ya da hangi aday ortaya çıkarsa Mustafa Bozbey adaylıktan çekilir?

İşte bu soruların cevaplarını kulislerde araştırmaya devam edeceğiz.

Ama bu soruların kulislerde çok sorulacağını net ifade edebiliriz.

Ancak bugünden gördüğümüz, sandıktan 2023 yılında hangi sonuç çıkarsa çıksın Bozbey’in öncesinde rahat bir adaylık süreci geçirmeyeceği.

Ama gerçek olan süre çok uzun.

Siyasette bir saatte çok şeyin değişeceğiniz bildiğimiz için süreci takip etmek gerekiyor.

Bekleyip, takip edelim.

CHP VE İYİ PARTİ’DE ÖN SEÇİM OLACAK MI?

Önümüzdeki yıl muhtemelen 2023 yılının mayıs ayında olması beklenen genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çalışmaları yeni yılla beraber daha belirgin ortaya çıkacak.

Tüm siyasi partilerde bazı milletvekilleri kendi iradeleri ile milletvekilliğine veda ederken bazıları da genel başkanlarının kararı ile milletvekilliğine elveda diyecekler.

Özellikle ana muhalefet partisini Bursa ölçeğinde değerlendirecek olursak bir kesim ön seçim için bastırıyor. Ama kulağımıza gelen bilgilere göre önseçimin pek uygulanmayacağı.

Ama şunu net ifade etmek gerekiyor.

Bugün ana muhalefet partisinden seçilen bazı milletvekilleri daha önce ön seçime girmişlerdi.

En azından onların tekrar aday olup olmamasına CHP üyeleri karar vermeli.

Yine bir başka merak edilen parti İYİ Parti’de önceleri ön seçimden bahsedilirken şimdilerde ön seçimin yapılmayacağı adayların istişare ile belirleneceği konuşuluyor.

Parti içinde ön seçim konusunda ısrarcı olan bir kesim var.

Bakalım onlar Bursa özelinde partilerini ön seçime götürebilecek mi?

Onu da süreçle beraber öğrenmiş olacağız…

 

 

 

Reel ekonomiyi bekleyen tehlikeler

Reel ekonomiyi bekleyen tehlikeler

Reel ekonomi ne durumda?

Bu soru yüksek enflasyon baskısı nedeniyle ıskalanır hale geldi.

Herkesin enflasyon canavarına odaklanması sonucu diğer verilerin ne dediği önemini yitirmiş gibi görünüyor.

Oysa ki reeldeki gidişat iş ve aş anlamındaki gidişat demek. Yani hiç olmazsa iş sahibi olanların hayat pahalılığına bakış açıları da bir parça başka olabilmekte!

İşsiz olanlarınsa hayat pahalılığına bakışları şüphesiz ki çok daha acı bir tabloyu içeriyor.

Reel ekonominin gidişatına bakmak bu nedenle ayrı bir önem taşımakta. Makro göstergeler açısından sanayi üretimi birinci önemde olduğundan öncelikle bu cephedeki duruma bakalım.

Sanayi üretimi eksi beklenirken mayıs ayında artı değerle çıktı karşımıza. Yani aylık bazda yine üretim artışı gerçekleşti. Aylık yüzde 0,5, yıllık bazda ise yüzde 9,1’lik artış söz konusu.

Özellikle imalat sanayinde yüzde 10,7 oranındaki artış dikkat çekici! Çarkların pekçok soruna rağmen dönmeye istekli olduğu görülüyor.

Bu rakamların bize söylediği ise ekonominin yavaşlamaya çok da niyeti olmadığıdır!   Yaşanan çeşitli belirsizliklere yüksek enflasyona ve kur dalgalanmalarına karşı büyümenin yıl sonunda yüzde 4’ün altında olmayacağına şimdilik kaydıyla işaret ediyor bu veri setleri.

Bu tabloyu destekleyen perakende ticaret verileri de olumlu gelmeye devam ediyor. Mayısta aylık bazda yüzde 1,9 yıllık bazda ise yüzde 20,8’lik bir artış gerçekleşti perakende ticaret hacminde..

İç ticaretin de dış ticaret gibi büyümeyi desteklediğini görüyoruz. Ne yazık ki ithalata olan ilgi de yüksek seyrediyor!

İhracatın düzenli yükselişi üretime destek verirken paradoksal biçimde yüksek enflasyon iç piyasayı canlı tutma görevini üstlendi.

Nasıl mı?

Fiyatlar o kadar astronomik bir hızla arttı ki vatandaş enflasyona karşı tasarruf aracı bulamadı. Ve enflasyona yenilmemek için elindeki parayı şu an ihtiyacı olmasa da çeşitli ürünlere yatırdı.

Haliyle bu süreçten hem enflasyon hem de sanayi üretimi ve perakende ticaret de olumlu biçimde nasiplendi!

Yani enflasyonda bir kısırdöngüye yol açan bu süreç, reel ekonomiye destek verdi.

Ancak, üretim tarafında aynı trendin sürmesi sadece enflasyon korkusuna bağlı olmadığı için yılın ikinci yarısında bazı risklerin bizi beklediği gerçeği ile yüzleşmek zorundayız.

Hangi riskler?

Öncelikle ihracat tarafında sıkıntı bulutları belirmeye başladı. Özellikle Avrupa pazarı adına. Euro/dolar paritesi de dibe vurdukça ihracatçımızın rekabet gücü azalmakta.

Finansal anlamda da dış  ticarette sıkıntılar olduğu görülmekte.

Bir de henüz güçlü bir etki göstermese de Kovid-19 mutantlarının küresel ticaret açısından risk oluşturma ihtimali de unutulmamalı.

Diğer taraftan iç pazarda kredi bazlı olarak tüketimi yavaşlatıcı önlem seti devreye girmiş durumda. Kurlardaki yükselişin ithal bazlı talebi baskılayıcı etkisi de hissedilme aşamasına geliyor!

Ücretlilerin enflasyona paralel artmayan gelirlerinin alım gücünü zayıflatması da iç talebin eski tadında kalmasını zorlaştırmaya aday.

Kısacası reel ekonominin ikinci altı ayda bir parça ivme kaybetmesi kaçınılmaz görünüyor.

Ancak seçim sandığının giderek yaklaşması büyümeden feragat anlamında fazlaca şans tanımıyor iktidara. Yani hız kaybedilse de bir miktar öyle yada böyle büyümeye devam edecek Türkiye ekonomisi.

Büyümenin hissedilebilmesi ise başka bir mesele. Enflasyonda yavaşlama ve geri dönüş sinyali almadan reel ekonominin büyüme tarafında pek bir şey hissedilmeyeceği açık!

Fiyat artışlarının durulması içinse en kritik gereklilik dövizdeki artışın yerini gerilemeye bırakması. Ancak mevcut koşullarda kuru aşağıya gitmesi hayli zor.

Ciddi bir sıcak para akışı olmadan bu mümkün değil. Yani finans piyasalarımıza yabancı sermaye girişi böyle giderse dövizi tutmak pek mümkün olmaz.

Şükür ve sabır edebiyatı

Şükür ve sabır edebiyatı

Belki size garip gelecek, ama çocukluğumdan hatırladığım en kuvvetli hissiyat; büyük ayakların altında ezilen bir karıncanın yaşadığı ıstırabın içimde yarattığı korkuydu. Bununla ilgili bir rüya görmüş ya da bir masal okumuş olabilirim. Bilemiyorum…

Şundan eminim, büyüme çağımda bu hissiyat içimi hep kemirip durdu…

İçinde bulunduğum zaman diliminde ve yaş olgunluğunda ise küçükken hissettiğim bu duygunun neden hayatımı etkisi altına alacak biçimde beni dehşete düşürdüğünü anlıyorum.

Hepimiz, bizden büyük ayaklar altında ezilmemek için sağa sola kaçışan karıncalar gibiyiz yalnız olduğumuzda

Ancak bir araya gelip belli bir amaç uğrunda birleşir, kocaman bir el oluşturup bizi ezmeye çalışan ayakları tutabilirsek, huzura erebiliriz de; bunun bilincinde olmak, tüm karıncaları senlik benlik kavgası olmadan bir araya toplamak hiç kolay değil.

Bizi ezen ayaklar da bundan yararlanıyor zaten…

Yine de bazen, bıçak kemiğe dayandığında, hayat yaşanamayacak kadar zorlaştığında, anneler çocuklarının gözünde ümitsizliği gördüğünde mesela, tam da birleşme kaçınılmaz olmak üzereyken, biri çıkıp enteresan cümleler ederek karıncalar arası kader birliğini bozmaya çalışıyor.

Sosyal medyada büyük tepki çeken Bursa Uludağ Üniversitesi Eski Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay’ın paylaşımını tam da bu kategoride değerlendirmek istiyorum.

Fakirlik, haline şükredip, kimseye şikayet etmeyerek ihtiyacını gizlemektir” diyen Ulcay, artık sokakta açlık, yokluk, yoksulluk yaşadığını söylemekten çekinmeyen; doktora, ilaca ulaşamadığını dile getiren vatandaşa ‘halinize şükredin ve sessizce oturun’ önerisinde bulunurken ne kadar samimi söylediklerinde, anlamak güç.

Ancak daha önce de böyle paylaşımlarla karşılaştı bu halk.

En yakın zamanda söylenenlerden birini hemen hatırlatayım size. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş;

Fakirler cennette şehit mertebesine yakın yedi kat yüksekte olacaklar. Belki de biz onları kıskanacağız.!” açıklamasıyla gündemdeydi.

Daha bu yılın başlarında, Mart ayında, BURULAŞ abonman kartını doldurmak için ödeyeceğiniz para 260 lirayken Haziran ayı itibariyle bu rakam 410 liraya yükseldi.

Şikayet etmeden bu parayı ödeyip öldüğümüzde göklerin yedi kat yükseğine çıkıp çıkamayacağımıza yönelik hesaplar mı yapalım, bunu mu demek istiyorsunuz?

Üstelik Allah ile kulun arasında ne olduğu, olacağı, kimin hangi konuda ne kadar haklı olduğu, ne kadar Allah kulu olduğu konularına karışmanın hiç doğru olmadığını bizden iyi bilmesi gereken bir mertebede olduğunuz halde, böyle yönlendirmeler yapmanız doğru mudur?

Fakir ihtiyacını gizleyip sızlanmadan bir köşede perişan hayatını yaşarken, sırça köşklerinde mutlu mesut yaşayanların oluşu dinimizce caiz midir?

İslamiyet komşusu açken tok yatmamayı, paylaşmayı telkin ederken dini yönlerinin benden çok daha kuvvetli olduğunu düşündüğüm bu iki ismin yaptığı açıklamalar ‘fakirlerden kimsenin haberi olmazsa zenginlerin huzuru bozulmaz’ öngörüsünden yola çıkmamış mıdır?

Kimileri fakirliğe şükretmeyi, kimileri her daim sabır göstermeyi önerirken, yaşanan ekonomik krizin sadece sabit gelirlinin belini büktüğünün dile getirilmesi, yani halkın neredeyse yüzde 80-85’inin ekonomik sıkıntı çektiğinin yine devlet ağzı ile söylenmesi de ayrı bir handikap.

İçimde halen büyük ayaklara ezilen karıncanın acısını taşıyarak bitiriyorum yazımı, çünkü zarar görmemek için derhal bir kuytuya kaçmam lazım…

 

NOT: Bu ülke darbelerden çok çekmiş bir ülkedir. Sağcısı, solcusu, dindarı, dinsizi, çeşitli mezhepleri ile hepsi bu ülkenin vatandaşı olan insanların kalp kırıklığıdır darbeler. Bir daha yaşanmamasını, tüm sorunlarını demokratik biçimde insan haklarına saygıyla çözen bir ülke olmamızı yürekten dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

15 Temmuz’un üzerinden 6 yıl geçti…

15 Temmuz’un üzerinden 6 yıl geçti…

Bugünlerde yaşları 70 civarında olanlar yakın tarihimizin demokrasimizin karanlık sayfası olarak nitelendireceğimiz 27 Mayıs askeri darbesinden başlayarak aradaki muhtıraları, günümüze kadar olan darbeleri ve tüm kalkışmaları hatırlar.

Yaşı bizlerle emsal olanlar da 12 Eylül’ü, aradaki muhtıralar ve nihayetinde ve 15 Temmuz’u rahatlıkla anımsarlar.

Ben de 15 Temmuz kalkışmasını unutmayanlardanım.

Balans ayarları vesaireleri saymadık bile.

Normal gün olarak başlayan 15 Temmuz’da gündüzünde çalışıp, akşamında yorgunluğumu atmaya niyetlendiğim saatlerde kumanda elimde zapping yaparken haberlerde 15 Temmuz kalkışmasını duyar duymaz önce irkildim…

Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meydanlara inin ifadesini duyduktan sonra soluğu ailece eski ismi ile Şehreküstü yeni ismi ile 15 Temmuz Demokrasi ve Şehitler Meydanı’nda alanlardanız.

Ama öncesinde ilk hatırladığım darbe 12 Eylül’ü hayal meyal hatırlıyorum.

Her gün duvarlarımızı yazı yazanlar ardından biz boyamaya çalışırdık.

Bir tarafta yokluk, bir tarafta her gün akan kanlar.

Ardından çalıştığı fabrikadan ayrılmak zorundan kalan rahmetli babamın durumu aklıma geldi.

O gün düğmeye basanların sırtında yine şanlı üniforma vardı, içinde ise hain…

Ama 12 Eylül’de de 15 Temmuz’da da düğmeye basan aynı çarpık zihniyetti.

12 Eylül’de o darbeyi yapanlar gecikmeli de olsa cezalarını buldu.

Önce toplum vicdanında cezalandı, ardından hukuk önünde…

Sonrasında yaşanan 28 Şubat süreci…

O günü de unutmadık.

Onu yapanların da rütbeleri söküldü.

Malum daha dün gibi 15 Temmuz kalkışması.

Bu sefer kazanan darbeciler değil halk oldu, demokrasi oldu, Türkiye oldu.

Bu vesile ile 15 Temmuz kalkışmasından bu ülke için gözlerini kırpmadan şehit olan 251 yurttaşımızı rahmetle anıyorum.

Öte yandan gazi olan 2 bin 196 gazimize de şükranlarımızı sunuyorum.

Bu vesile ile geçmişten bugüne kadar tüm şehitlerimizin aziz hatıralarının önünde saygı ile eğilirken gazilerimize de uzun ömürler diliyorum.

Allah bir daha o günleri yaşatmasın.

Klasik bir laftır en kötü demokrasi her zaman en iyi darbeden iyidir. Bunu bilen darbenin acılarını yaşayan Türk Milleti kalkışmaya yanıtı meydanlara inerek verdi.

Öte yandan o meydanlara inenler arasında her görüşten insanımız vardı.

Bu ayrıntıyı da yazmadan geçmeyelim.

Sonuçta o kalkışmanın üzerinden bu güne kadar 6 yıl geçti.

Devletin kılcal damarlarında gezinen FETÖ terör örgütü ile mücadele 6 yıl geçmesine rağmen kırıntıları hâlâ devam ediyor.

Habis tümör gibi…

Mücadeleyi bırakırsan hemen tekrar sarmak için hazır kıta bekliyor.

Bu tümörü bu topraklardan temizlemek için mücadeleyi sonuna kadar sürdürmeliyiz.

Yine bu süreçte aslolan da bu kalkışmayı unutmamak!..

Bu tür yapılanmalara başlamadan müdahale etmek.

Devletin adı bugün FETÖ ve yarın bir başka isim olan benzeri örgütlerle mücadelesine destek vermek…

Bu arada gerçekten mağdur olanlar varsa da onlara da destek olmak gerekiyor.

Bizim diyeceğimiz odur ki sonsuza kadar var olsun Türkiye Cumhuriyeti.

Allah bir daha bu ülkeye bu tür acılar yaşatmasın!

 

Özel sektörün ücret ve vasıf çilesi

Özel sektörün ücret ve vasıf çilesi

Geleneksel işsizlik tablosu açıklandı.

TÜİK’in verileri geçmiş aylara göre daha iyi bir manzara çiziyor.

Yüzde 10,9’a gerileyen bir işsizlik oranı söz konusu mayıs ayı itibarıyla.

Mayısla birlikte hareketlenen tarım ve turizmin nimetlerini görüyoruz diyebiliriz.

Ekonomideki bazı durgunluk alametlerine rağmen tek haneye doğru giden bir işsizlik rakamını yaz ayları boyunca görmemiz mümkün…

Yani enseyi karartmaya gerek yok!

Peki bu kadar tozpembe mi manzara?

Öncelikle istatistiksel yorumun gerçek işsizliği yansıtma konusunda bir sıkıntı yarattığı gerçeği var karşımızda.

Anketle belirleniyor istihdama ve işsizliğe dair istatistikler.

Katılımcılara “Son 3 ay iş aradınız mı?” ve “15 gün içinde işe başlayacak durumda mısınız?” diye iki temel soru yöneltiliyor anketin özünde. Gelen cevaplarsa manşet işsizlik oranı olarak karşımıza çıkıyor!

Oysa soruda geçen sürelerin dışında iş aramış ama sadece o dönem çeşitli nedenlerle iş piyasasına çıkamamış insanlar var.

Uzun süredir iş bekleyenlerin umut kaybetmesiyle verdikleri ironik cevaplar var. Ne işte ne okulda olan geniş bir genç kesimi var.

Bunlar görünür işsizlik istatistiğine tam olarak yansımıyor.

Çünkü işgücüne dahil sayılmayıp hesabın içinde yer alamıyorlar!

Haliyle de Avrupa’nın en düşük işgücüne katılım oranlarından biri Türkiye’nin payına düşmekte.

Bu nedenle gerçek işsizliğe dair yıllarca farklı kafalardan farklı sesler çıktı pekçok afaki rakamla.

Nihayet kısa süre önce TÜİK başka verileri de yayınlamaya karar verdi de daha net bir manzara görmeye başladık bu konuda!

Geniş tanımlı bir işsizlik rakamını açıklıyor artık TÜİK. Bu rakam aslında Avrupa standartlarında bir değerlendirmeyi belli ölçüde içeriyor. Ve işsizliğe daha gerçekçi bir tabana oturtuyor.

Açıklanan son veriye baktığımızda yüzde 22,4 gibi bir işsizlik oranıyla karşılaşıyoruz! Yani yuvarlak hesap her dört kişiden biri işsiz.

Genç nüfustaki işsizlik oranı ise bırakın geniş tanımlı olanı normal tanımıyla bile yüzde 20,3 seviyesinde.

Çok net bir yapısal işsizlik meselesi olduğunun işareti bu tablo.

Çünkü ekonominin yeteri miktarda iş olanağı üretememesi yanında giderek büyüyen bir üniversiteli işsiz ordusu var. Ve çok net biçimde vasıflı eleman açığı da giderek büyüyor.

İŞKUR’un ve özel iş bulma firmalarının açık iş pozisyonlarına dair verileri en net kanıt!

Yani ekonominin ihtiyacı olan insanı yetiştirme konusunda başarısız olduğumuz ortada. Üstelik açılan onca eğitim kurumuna rağmen bu başarısızlığın olması ailelerin eğitime döktüğü tonlarca paranın da boşa gittiği anlamına geliyor.

Değişen ekonomik ihtiyaçlara uyumlu bölümlerin açılmasında yetersizlik yaşanması yanında çok sayıdaki tabela üniversitesi de bu tablonun mimarları arasında!

Ve haftaya YKS sonuçları açıklanacak. Tercih maratonu başlayacak. Ama ne yazık ki çoğu nafile tercihe dönecek!

Diğer yanda Türkiye’deki işsizliğin bir de kamu kaynaklı bir nedeni var.

Nasıl mı?

Bekçi maaşı son düzenlemelerin ardından 10 bin lirayı aşmış durumda. Yani asgari ücretin yarısından fazla.

Tabi ki güvenlik personeline de az bu maaşlar… Ancak çok net bir gerçeklik var.

Kamuda çalışanların gelir durumları özel sektörün büyük bölümünden kat be kat iyi! Haliyle gençler ve aileleri yüksek ve garanti maaş için memuriyeti seçiyor.

Ancak, o kadroların da bir limiti var. Ve siyasi tercihle boş kadro üretmenin de bir ekonomik bedeli var bütçede.

Diğer yandanTürkiye’de asgari ücret ve civarı maaşa sahip olanların oranı toplam çalışanların yüzde 70’ine dayanmış durumda.

Kısacası üretim yapan ekonomiyi yukarı taşıyan insanları küstürüyoruz açlık sınırındaki gelirlerle.

Gençlerin iş ve maaş beğenmeyip burun kıvırmalarına da mazeret doğmakta.

Türkiye bu dengesiz eğitim, işgücü ve ücret politikasını değiştiremezse ilelebet vasat bir ekonomi olarak kalmaya mahkum olur!

Hemşehri bayramlaşması ve siyasi partiler geçidi…

Hemşehri bayramlaşması ve siyasi partiler geçidi…

Bursa bir mozaik… 81 ilin yanı sıra Balkanlar’dan Kafkaslara, hatta Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyanın buluştuğu, iç içe yaşadığı bir kent.

Bu bir zenginlik.

Mühim olan bu zenginliğin kıymetini bilmek.

İşte bu zenginliklerin birbirleri ile entegre olmasında en önemli etkenlerden biri de aidiyet duygusu. Ya da diğer bir ifade ile Bursalılık duygusu.

Ortak paydada buluşanları bir araya getiren organizasyonlardan biri de, Şevket Orhan’ın başkanı olduğu Bursa Kent Konseyi’nin ilkini geçen bayram gerçekleştirdiği “Hemşeri Dernekleri Buluşması ve Bayramlaşması.” Kurban Bayramında bu etkinlik ikinci kez gerçekleşti.

Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleşen bayramlaşmada Balkan coğrafyasından Kafkaslara kadar izleri görmek mümkündü…

Katılım noktasında 70’e yakın sivil toplum kuruluşu bayramlaşmada yerini almıştı.

Rumelililer, Arnavut böreği ve trileçe tatlısı, Malatyalılar kayısı ikram etti.

Adıyamanlılar çiğ köfte, Balıkesirliler höşmerim tatlısını, Tokatlılar pekmezi, Çorumlular leblebisini…

Kısaca hem mideye hitap etti, hem de yöresel halk oyunları ve ezgileri ile göze ve kulağa…

Öte yandan bayramlaşmada dikkat çeken diğer bir ayrıntı ise siyasi partilerin yoğun ilgi göstermesi idi.

Kimler mi geldi?

AK Parti, BBP, CHP, DEVA, DP, İYİ Parti, SP, MHP’nin temsilcileri de stantları teker teker gezdi.

Dernek yönetimi ve katılımcılarla bayramlaştılar.

Fakat birçok siyasi parti yoğun bir katılım sağlarken MHP dar bir katılımla stantları gezdi.

Bu bayramlaşmalarda MHP adına Milletvekili Mustafa Hidayet Vahapoğlu ve Meclis Üyesi İhsan Bilgili de olmasaydı eleştiri okları MHP’ye gelecekti.

Özellikle MHP’nin bayramlaşma yapmaması ve MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman’ı da hiçbir yerde göremediğimizi de üst üste katarsak bu konuda birçok isim dışarıda MHP’yi eleştirdi dersek yalan olmaz…

Ama gerçek olan şu:

Hemşeri bayramlaşması bir anlamda siyasi partilerin geçidi oldu desek abartmış olmayız.

Biz emeği geçenleri ayrıca tebrik ediyoruz.

OKÇULAR KOCAYAYLA’DA BULUŞUYOR

Son yıllarda ata sporu geleneksel okçuluğa ilgi artıyor. Bu bağlamda Bursa’nın 2022 yılında Türk Dünyası Kültür Başkenti olması da ilave olunca bazı yarışmalar kentimizde gerçekleştiriliyor.

Kentimizde 15-17 Temmuz tarihleri arasında Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’in ev sahipliğinde 16 ülkeden 32 ilden toplam 500 sporcu Keles Kocayayla’da yarışacak.

Hem Kocayayla’nın havasını soluyacaklar hem de oklarını Türk Dünyası’nın kardeşliği için atacaklar.

Vakti olanlar kaçırmasın, şimdiden iyi seyirler…

AKTAŞ’A TEŞEKKÜR

Bu Kurban Bayramı’nda ulaşım noktasında önemli bir ayrıntı vardı. Geçmişte sadece BURULAŞ’a ait toplu taşıma araçları ücretsiz olurdu. Bu bayram ise tüm toplu ulaşım araçları ücretsiz idi. Diğer bir ifade ile BURULAŞ halkın ulaşımını 2 gün süre ile finanse etmiş oldu.

Bu da aile bütçesine bayramda önemli bir katkı.

Bundan dolayı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a teşekkür…

 

Kendi vatanında yabancı…

Kendi vatanında yabancı…

Bir el tarafından ucu kıvrılarak sıkılmış göçmen tüpünün içinden çıkan diş macunu gibi birbirimizi iterek ilerliyoruz sanki dünya üzerinde.

Afganistan ve Suriye’den bize, bizden Avrupa’ya, Avrupa’dan Amerika’ya…

Ancak mesele bizde çok daha farklı. Son derece ele yüze bulaştırılmış bir mevzu olan (ister mülteci ister sığınmacı deyiniz) ülkemizde yaşanan yabancı göçü meselesi giderek daha sık, tarafların itişli kakışlı karşı karşıya gelmesine neden oluyor.

Hiçbir kriter gözetilmeden, belirli şehirlerde ve şehirlerin belirli bölgelerinde yoğunlaşmalarının önüne geçilmeden, ‘yavaş yavaş herkes birbirine alışır’ mantığı ile yürütülmeye çalışılan göçmen politikası, şimdilerde küçük küçük sinyaller veriyor ve ileride daha büyük toplumsal patlamalara gebe olduğunu gösteriyor bize.

Konu tekil olarak kişilere duyulan antipatiden daha çok, toplumsal yaşam kuralları farklı iki grubun hayatın içinde karşı karşıya geldiğinde yaşadığı gerilim ve bu gerilimi üstünden atabilmenin tek yolu olarak görülen kaba kuvvete başvurma gibi geliyor bana daha çok.

İlk olarak metroda kadınların fotoğraflarını çektiği iddiasıyla yabancı uyruklu bir şahıs darp edildi şehrimizde.

Nedense böyle bir trend var erkekler arasında son dönemde. Kadınların rahat giyinmesinin önüne geçmek için başlatılmış bir trol hareketi gibi özellikle insanların toplu olarak bulundukları bölgelerde dekoltelerin fotoğraflarının ya da videolarının çekilmesi zaten son derece anlamsız bir davranış modeli.

İçinde bulunduğumuz dönemde ne türlü fotoğraflar ya da videolar isterseniz kolaylıkla ulaşabilecekken, hafifçe açılmış bir eteğin ya da yakanın fotoğrafını çekmeye çalışmak bence sadece ve sadece kadınların rahat giyinmesinin önüne geçebilmek için yapılan bilinçli ve toplu bir eylemin parçası olabilir.

Neyse konumuza dönelim. Yabancı uyruklu bu gencin böyle bir trendin parçası olmadığı anlaşıldı. Garibim yediği dayakla kaldı, telefonunda bahsedilen türde fotoğraflar olmadığı için de kendisini darp edenlerden şikayetçi oldu haklı olarak.

Bu olaydan kısa bir süre sonra, Mudanya’dan gelen haberle irkildik.

Özellikle Güzalyalı sahillerini zapturapt eyleyen Suriyelilerin denizin içinde nargile karpuz keyfi yaptıkları fotoğraflarını gözlerimin önünden silemiyorum bir türlü.

Vatandaşlar uzun süredir artık Güzelyalı sahillerini kullanamadıklarını söylüyorlardı, ancak yoğun şikayetlere rağmen hiçbir müdahalede bulunulmuyordu.

Bu kez Suriyeli yoğunluğu bir sitenin havuzunda gündem oldu. 15 göçmen erkeğin havuza girmeye kalkması site sakinlerini rahatsız etti, anlaşılan o ki, ciddi bir arbede yaşandı. Bir site sakininin;

Kendi ülkemizde, kendi sitemizde, havuzumuzda sandalyeler kafamızda kırıldı, telefonumuz, gözlüklerimiz çalındı. Kadınlar çocuklar yerlerde…” diyerek anlattığı üzücü durum, 15 erkekten birinin sitede evi olması ile açıklanmaya çalışıldı. Bahsedilen erkeklerin bazıları da Avrupa’da çeşitli ülkelerin vatandaşıymış.

Öncelikle şunu belirtmek lazım ki, sitelerin havuzlarına çoğunlukla misafirler giremez. Her hanenin belirli bir misafir kotası vardır, isimler sezonun açılışında yazdırılır ve listede ismi olanlar dışında kimse havuzu kullanamaz.

Havuzlu evi olan herkesin bildiği ve hassasiyetle riayet ettiği kurallardan biridir bu.

Bir de yazılı olmayan kurallar vardır.

Site havuzları daha ziyade çocukların ve gençlerin eğlencesine ayrılmış alanlardır. Zaman zaman site kadınları güneşlenmek için dinlenme alanlarını kullanır, ancak toplum huzurunun sağlanması için herkes azami dikkat gösterir havuzu kullanırken.

Yani 15 erkek bir anda havuza inemez, çıkmaları istendiğinde küfürler edip eşyaları kırma hakkına ise asla sahip değildirler.

Türk vatandaşı da olsalar, Alman vatandaşı da olsalar, böyle bir hakları yoktur!

Böyle bir davranışı vatandaşı oldukları Avrupa ülkelerinde sergileyebiliyorlar mı? Merak ederim doğrusu.

Bu davranış kendi eşlerinin, kızlarının, kız kardeşlerinin bulunduğu bir ortamda gerçekleşse tutumları ne olurdu, onu da merak ediyorum…

Göçmen konusunu partisinin ana politikası haline getirmiş olan Zafer Partisi Bursa İl Başkanı Adem Şimşek; “Vatandaşlarımızdan şunu rica ediyorum. Bu adamlar yaptıkları bu davranışlar için nereden destek alıyorlar? Vatandaşlarımız bunu bir sorgulasın!” diyor.

Bu sorunun yanıtını da merak ediyorum…

Kendi vatanımda yabancı olmayı reddediyorum!

 

Ne olacak bu Euro’nun hali?

Ne olacak bu Euro’nun hali?

Avrupa’nın parasına bir haller oluyor.

Yani Avrupa Birliği’nin para birimi sıkıntılı bugünlerde.

Euro düştükçe düşüyor. Uzun yıllardır böyle zulüm görmedi Euro. Değersizlik modasına kapılan bir tek TL değil yani.

Aslında Euro’nun lira karşısında genelde güçlü kaldığı da çok açık bir gerçek!

Ama başta dolar olmak üzere diğer para birimlerine karşı değerini koruyamadığı da net bir gerçeklik.

Özellikle dolar karşısında fazlasıyla ezilen bir Euro var karşımızda!

12 Temmuz itibarıyla parite teknik olarak 1 seviyesine tam oturmasa da 1,0005’e kadar inerek neredeyse eşit hale geldi..

Bu seviyeden Euro tepki alımları ile az da olsa yukarı hareket etse de artık rahatlıkla bir dolara eşit sayabiliriz.

Peki bundan sonra ne olur?

Bu sorunun yanıtı Türkiye için de Bursa için de çok kritik. Çünkü ihracatımız tüm pazar çeşitlendirme çabalarına rağmen Avrupa ağırlıklı. Buna karşın ithalatımız dolar bazlı bir ağırlıkta!

Yani…

Euro eriyip de dolar yükseldikçe bizim ihracat gelirlerimiz zayıflıyor. Giderlerimiz artıyor. Cari açık da sonuçta artmaya devam ederken bu arada üreticinin ve ihracatçının karlılığı da inişe geçiyor.

İşte bu gözlükle paritedeki gidişata bir göz atalım.

Paritenin Euro aleyhine gitmesinde pek çok etki var. Avrupa ekonomisinin çıkmaza sürüklenmesine karşın ilgili otoritelerin gereken tepkileri verememesi birincil neden konumunda!

Yavaşlayan ekonomiye karşın hızla yükselen enflasyona karşı tedbir üretmekte AB otoriteleri zayıf kaldı.

Mesela…

Bütün dünya (Türkiye hariç tabi ki) faiz yükseltirken Avrupa Merkez Bankası ECB, yerinde saydı. Sadece sözlü yönlendirme ile yetindi!

Oysa sorunlar lafla çözülecek cinsten değildi.

Hele de etkileri bakımından sonu belirsiz Ukrayna-Rusya savaşının sahne almasına karşı ciddi bir tedbir alınmadığı gerçeği de varken…

Diğer tarafta geç de olsa Amerikan Merkez Bankası Fed’in sıkı para politikasına agresif faiz artışlarıyla geçmesi, Euro’ya darbe vuran bir başka etken oldu!

Fed’in rekor enflasyona karşı faiz silahına sarılması dolara güç kattıkça kattı. Aynı zamanda Amerikan ekonomisinin tüm negatif sinyallere karşın güçlü seyrini koruması da doların cazibesini arttırıyor.

Mevcut manzara kısa vadede bir değişiklik vaat etmiyor nen yazık ki!

Çünkü…

Avrupa’nın geleceği hayli belirsiz hem ekonomik hem de siyasal anlamda.

Özellikle arz kaynaklı enflasyonu kısa zamanda çözme işi hayli zor görünüyor. Hatta Ukrayna’ya verilen destek nedeniyle Avrupalıların çoğu Rusya’nın önümüzdeki aylarda gazı tümüyle kesmesinden korkuyor!

Yani fiyat artışları bir yana en temel enerji ihtiyaçlarını karşılayamama riski de kapıda. Haliyle enflasyon yanında üretime vurulabilecek darbeler de Euro’yu etkilemeye aday.

Diğer yandan ECB, para politikası anlamında hala çok yavaş… Karar alma ve adım atma konusunda ciddi bir insiyatif alacaklarına dair net bir sinyal yok henüz!

Buna karşın Fed’in agresifliği bir süre daha gündemde kalacak gibi görünüyor.

Avrupa’daki durgunluğun ABD’ye nazaran daha belirgin olma ihtimali de güçlü. Bu durumda Euro/dolar paritesinin birin altını görmesi çok kuvvetli bir olasılık halini almakta!

Gerçi teknik olarak tepki alımları pariteyi belli bir oynaklık içinde yukarıya taşıma gayreti içinde olacaktır.

Ancak, ilk etapta 1,035 seviyesi geçilmediği sürece iniş baskısı kendini hissettirmeye devam edecektir. Geçildiği taktirde sonraki duraksa 1,07 olacaktır. Ama çok güçlü nedenler gündeme gelmediği sürece bu trend zor görünüyor.

Aşağı yönlü baskı da 0,98 seviyesinin test edilmesini sağlayabilir. Ama çok sert inişi gerektiren bir durum da henüz yok. Ve aynı zamanda Amerikan ekonomi yönetiminin çok güçlü bir doları isteme lüksü olmadığını da dikkate almakta fayda var!

Sözün özü; Türkiye’nin kısa ve orta vadede işi zor.

 

Nasıl açıklanacak gelir adaletsizliği?

Nasıl açıklanacak gelir adaletsizliği?

AK Parti’nin bayramlaşmasının geçmiş programlara göre giderek daha sönük bir hal aldığını yazmıştık. Ramazan Bayramı’nda sorumluluğu programın bayramın birinci günü yapılmış olmasına atmıştık, Kurban Bayramı bizi yalancı çıkardı.

Artık kendi partililerinin dahi yeterince ilgi göstermediği, ‘salonlardan taşan parti’ olma misyonunu ‘salonları dolduramayan parti’ olmaya bırakan bir hal var iktidarda.

İşin bu kısmı sandığa nasıl yansır şimdiden tahmin etmek zor.

Vatandaşın oy verirken göz önünde bulundurduğu kriterler enteresan.

Ancak gelinen noktada yaşanan ekonomik kriz halkı öylesine bunaltmış durumda ki; tepkiler gözle görülür, elle tutulur hale geldi.

Bu siyasi iklimde AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın parti mensuplarından talebi, önce kendi ailelerinden başlayarak gönüller kazanmak, halkın arasına karışmak oldu.

Tecrübeli bir siyasetçi vatandaşa dokunmadan sandığa gidilmemesi gerektiğini iyi bilir bu ülkede.

Hal böyle olunca, emir de büyük yerden gelince, parti yöneticilerine düşen de bu talebi gerçekleştirmekti.

Bu çerçevede protokolün biraz dışına çıkarak Trabzon Meydan Parkı’nda düzenlenen bayramlaşma programına katılan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank;

Yeter ki Trabzon bizim arkamızda dimdik dursun. Bu ülkenin başaramayacağı hiçbir şey olmaz!” deyince vatandaşın tepkisi gecikmedi.

Ekmek 8 lira, unun çuvalı 500 lira oldu. Nasıl olacak bu?”

Bakan, “Evet, evet. Değerli kardeşlerim. Sıkıntılarımızın olduğunun farkındayız” diyerek konuyu geçiştirmeye çalışırken korumaları da vatandaşa müdahale etmeye çalışıyordu. Bakan büyüklük gösterdi, gönüllere girmek için olsa gerek;

Elleme, elleme tamam. Kalsın orada. Kalsın, kalsın” dedi.

Sonrasında yaptığı açıklama daha da komik Sayın Bakanın;

Değerli kardeşlerim. Bundan iki kabine toplantısı önce sayın cumhurbaşkanımız bizi topladı. Dedi ki, ‘değerli arkadaşlar evet bir fiyat artışı sorunu yaşıyoruz, ama şu anda özellikle sabit gelirlilerle ilgili vatandaşımızın sıkıntısı var.’ Dedi ki biz vatandaşlarımızı enflasyona ezdiremeyiz.”

Asgari ücrete yapılan artışın ardından tüm ürünlere büyük bir hızla zam geldiğini ve asgari ücretin çalışanların cebine girmeden erimeye başladığını tam da bu noktada belirtmek istiyorum. Çünkü vatandaşın enflasyon karşısında ezdirilip ezdirilmediği konumuz.

Sayın Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulu’nda Bakanlarına yaptığı bilgilendirme son derece isabetli aslında. Ülkede ‘sadece’ sabit gelirlilerin fiyat artışları ile ilgili bir sorunları var.

Mesele şu ki, ‘sadece’ diye sıfatlandırılan sabit gelirliler; memurları, işçileri, emeklileri yani ülkenin yüzde 80-85 gibi bir oranını oluşturuyor.

9 günlük bayram tatilinde Muğla yollarında 5 saatlik araç kuyruklarını bu sabit gelirlilerin oluşturmadığı da çok açık.

Şu da çok açık ki, sabit gelirliler ciddi bir ekonomik krizin pençesinde çırpınırken memleketin geriye kalanı artan fiyatlardan hiç haberi yokmuş gibi, artışlardan hiç etkilenmiyorlarmış gibi bir yaşantı sürüyorlar.

Ülkenin büyük bölümü giderek fakirleşirken bir kısım azınlık zenginleşmeye devam ediyor ve gelir adaletsizliği koca bir uçurum olarak karşımızda duruyor.

Bursa’da sabit gelirlilerin yeni gündemi Muğla yollarına düşüp tatil yapmaktan ziyade BESAŞ ekmeğinin fiyat artışını nasıl tolere edecekleri oluyor haliyle.

Yazımın başında Bakan Varank’a ekmek fiyatını soran vatandaşın haklı isyanına artık Bursalılar da katılıyor. BESAŞ’da 400 gram ekmeğin satış fiyatı 4 liraya çıkmış durumda. Sağlıklı beslenmek adına beslenme uzmanlarının sürekli olarak önerdikleri tam buğday unlu ekmeğin satış fiyatı ise 7 lira 50 kuruş olmuş.

Vatandaşın karın doyurmak için en çok kullandığı gıda maddesi olan ekmeğin fiyatında devletin sübvanse etmesine rağmen yaşanan bu hızlı artışın karşısında o gönüller nasıl kazanılacak, vatandaşın arasına nasıl karışılacak, gelir adaletsizliği nasıl açıklanacak bilemiyorum…

Yani vatandaşa bu ülkede 500 liraya bir lahmacun yiyebilenlerin ve bunu büyük bir keyifle yapanların olduğunu söylerken nasıl bir yol izleyecek AK Partililer?

Nasıl açıklanacak bu gelir adaletsizliği?

Çünkü artık ‘arkamızda durun, her şeyi hallederiz’ biçimli hamaset karın doyurmuyor gibi…

Cehaletin feraseti…

Cehaletin feraseti…

Bir doktor arkadaşımla sohbet ediyorduk:

“Mecburi hizmet yaptığım Anadolu kasabasında halk, doktoru kaymak tabakanın bir ferdi olarak görürdü. Özel odasında söz ve bakışları ile insanın kaderini belirleyen kararlar verdiğini sanır, ‘İyi olursa Allah’tan, kötü olursa ondan’ bilen bir anlayışla mecburiyetten gelen, yapmacık bir saygı gösterirdi. Her gelen kendi gücüne ya da arkasına güvenerek baskı kurmaya çalışırdı. Kimi haksız yere rapor almaya, kimi kendi isteğine göre ilaç yazdırmaya, kimi de hastalık semptomlarının sorumlusu olarak doktoru gördüğünden, şikâyetçi ve saldırgan davranırdı. İmkânlar kısıtlıydı, mevcut imkânsızlıkların sonuçları ile karşılaştıkça, bunun hesabını il sağlık müdürüne, kaymakama soramayan herkesin gözünde doktor tek hedef, tek sorumlu olurdu.”

O gün orta halli bir Anadolu kasabasında yaşanan bu sosyal durum, bugün bütün Türkiye’yi içine alacak derede genişlemiş durumda.

Odağında insan olmayan sistemler çöker.

Odağında toplum mühendisliği olan sistemin tıkanıklığı, tepeden tırnağa her yere sirayet etti. Sonuçları ile karşı karşıya olduğumuzun somut göstergeleri ise şunlar:

Sağlıkta şiddet, kadın cinayetleri, yolsuzluklar, liyakatsizlik, nepotizm.

Önlenemeyen bu sorunların kaynağını da açıkça ortaya koymak lazım.

Devlet ile birey/toplum arasında, törele edilebilir sınırı aşmış bir ahlaki mesafe oluşmuş durumda. Bu durumda, yasalarının uygulanabilirliği ve bu uygulamaların kalıcı sonuçları açısından bireyin ahlaki yükümlülükleri ortadan kalkmış görünüyor.

Kimse nedenleri tartışmıyor herkes sonuçların üzerinde tepiniyor.

Ölen öldüğü ile kalıyor. Bize de mutsuzluk ve umutsuzlukları kalıyor.

Bir de sorumlu ve yetkililerin yürek yakan tweet atma yarışını da ekleyelim geriye kalanlara. Bu tweet’lere rağmen (!) kadın cinayetleri önlenemedi.

Sağlıkta şiddet önlenemiyor.

Bu konulara karşı en ciddi direnci gösteren sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarını itibarsızlaştırma girişimleri de dolaylı bir biçimde bu şiddet sarmalını besliyor aslında.

Bu döngüden çıkmak için olağanüstü yasalara gerek yok. Ya da çok daha yüksek cezalar değil çözüm yolu. Adil, şeffaf bir hukuk anlayışı yeniden kurulabilmeli. Sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde, yeniden sosyal bilinç ve demokratik bir iklim oluşturarak mesafe alınabilir.

Bu tartışmalar her gündeme geldiğinde konuyu siyasileştirmeyin diyen bazı trol akıllılar var. Siyasi manevraların payandasına dönüşmüş bu ‘bilgisi yok fikri var’lar demek istiyorlar ki; “yöneticilerin bu konudaki sorumluluğunu görmezden gelin. İstifa müessesini hatırlatmayın. Bürokrasi sultanları afları istenecek güne kadar layık olmadıkları makamlarda kalsınlar.”

Kadın cinayetleri, sağlıkta şiddetin sonuçları ve diğer sosyal sorunların çözümsüzlükleri sayesinde muhalefetle polemik yaparak gündem olsunlar.

Ta ki onları alkışlayan kışkırtılmış cehaletin feraseti gerçeklerle yüzleşene dek.

Biz Godot’yu beklerken.

 

 

 

 

Bu bayram ‘dibi’ gördük…

Bu bayram ‘dibi’ gördük…

Ekonomik olarak ne kadar dipte oluşumuzu sonuna kadar hissettiğimiz, siyasi olarak ise dipten gelen sessiz dalgayı gerginlikle beklediğimiz bir hava vardı bu bayram.

Yani kimse kusura bakmasın, bayram bayrama benzemedi pek.

Ekonomik olarak ne kadar diplerde olduğumuzun önemli göstergelerinden biri kurban kesim yerlerinde yaşanan tenhalıktı.

Dini duygularına bizim kadar bağlı bir ülkede, çok ciddi sorunlar yaşamadıkça, kurbanının kesmeye çalışır halkımız. Anlaşılan artık bıçak kurbanın boğazından ziyade vatandaşın kemiğine dayanmış.

Aynı verimsizliği iktidar partisinin bayramlaşmasında da görmek mümkündü. Rahatsızlığım nedeniyle şahsen katılamadığım, (bayramın ilk iki gününü dinlenmeye ayırdım) ancak uzaktan gözlemimde bile bayram sonrası yaşanacakların sessiz bekleyişinin ve gerginliğinin hakim olduğu salonun eski bayramlaşmalarda olduğu kadar dolmadığını ise meslektaşlarımın yazılarından öğrendim.

Malum, bayram sonrası bakanlar kurulunda ve partinin çeşitli yönetim kademelerinde değişiklikler yapılması öngörülüyor. Hatta seçimlere katılma arzusunda olanların görevlerinden istifalarının isteneceği konuşuluyor.

Bu noktada en büyük merakım, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın nasıl bir tercihte bulunacağı.

Zaman gösterecek…

Tek bayramlaşma töreni iktidar cephesinde olmadı elbette. Muhalefet partileri ve çeşitli sivil toplum kuruluşları da bayramlaşmaları ile ön plandaydılar.

Muhalefet partileri bayramlaşmada geleneklere uyarak Kültürpark’ı tercih ettiler. CHP Özgen Çay Bahçesi’nde bayramlaşırken Ender Çay Bahçesi’nde bayramlaşma düzenleyen İYİ Parti de tüm ağır topları ile yanlarındaydı.

KYK Kredisi alan öğrencilere;

Bir yıl daha dişinizi sıkın ve icralık dahi olsanız borçlarınızı ödemeyin, çünkü biz bir yıl sonra iktidara geldiğimizde KYK meselesini çözeceğiz!” diyerek gençlere seslenen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemi ile paralel bir söylem geliştiren CHP İl Başkanı İsmet Karaca;

Bu AK Parti iktidarındaki son kurban bayramıdır!” dedi.

İYİ Parti İl Başkanı Selçuk Türkoğlu ve CHP Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu konuşmalarına şiir katmayı tercih ettiler.

CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, “Korkmuyoruz ve kral çıplak diyoruz!” diyerek sıraladı yaşanan sorunları.

Partililere yönelik uyarıları yapma sorumluluğunu Gemlik Belediye Başkanı Mehmet Uğur Sertaslan üstlenmişti bu bayram; “Ayrıştırmayın, kucaklayın hangi siyasi partiden olduğuna bakmadan tüm vatandaşları, bizden olmayan yok olsun anlayışını hayatınızdan çıkartın!” dedi.

Millet İttifakı Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey; “Kırgınlıkları dargınlıkları bir kenara bırakarak, birbirimize kenetlenerek, omuz omuza dayanışarak çalışmaya var mıyız?” diye sordu. Kendisine yönelik parti içi kırgınlıkları ve İYİ Parti’nin adaylığının kendilerine danışılmadan açıklanmasına yönelik tepkilerinin sora ermesini dilercesine.

Bir sitem de CHP Bursa Kadın Kolları Başkanı Aysel Okumuş’dan geldi. Ramazan Bayramında bayramlaşmaya gelen partililerden eşlerinin de parti çalışmalarına katılması için ricada bulunmuştu. “Bu seçimi kadınlar kazanacak arkadaşlar!” diyen Okumuş, “Hani eşleriniz, hani kızlarınız! Olmuyor arkadaşlar! Sizden bir kez daha rica ediyorum, kadınlar hep birlikte çalışmalıyız. Sizin eşlerinizle birlikte çalışmalıyız, başka çaremiz yok!” diyerek seslendi salona.

Doğrusunu söylemek gerekirse, ben yine bir karşılık alacağını düşünmüyorum.

İYİ Parti’nin bayramlaşması geniş katılımlı üye kabulüyle dikkat çekti. Günler öncesinden biliyorduk ve beklenen oldu. Dilek Durak ekibiyle birlikte İYİ Parti’ye katıldı.

Son derece çekişmeli geçen bir seçim sürecinin ardından BAL-GÖÇ ve BESOB’un bayramlaşmalarda ön plana çıkması beni ziyadesiyle memnun etti.

Son derece önemli iki sivil toplum kuruluşunun seçimlerde bir ağırlığı olabileceği kanaatindeyim.

Bu bayrama bayram tadı veren tek olay CHP Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun BAL-GÖÇ ziyareti sırasında söylediği türküydü.

Ağzına sağlık…