Bursa Milli Eğitime bir soruşturma daha!

Bursa Milli Eğitime bir soruşturma daha!

Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü ateşten çember…

Bu durum yeni de değil üstelik, hatta konuyla ilgilenen herkesin bilgisinin olduğu, çoğunun bir şey yapmaktan imtina ettiği, dokunan yanar misali görmezden geldiği, bir şeyler yapmaya çalışanların yolunun ise bir yerlerde mutlaka tıkandığı ciddi bir suçlamalar, yolsuzluklar, kamu zararları yumağından bahsediyorum.

2019 yılında iyice artan, 2021 yılında ayyuka çıkan, 2023 yılında ipliği pazara çıkan, tüm bu sebeplerden dolayı Bursa İl Milli Eğitim Müdürü olarak görevlendirilen hemen hemen her ismin ‘Hiçbir imza atmadan, hiçbir dosyada adım geçmeden, hiçbir sorumluluk almadan bu şehirden tayinimin çıkmasını nasip et ya Rabbim…’ diye dualar ettiği ve işlerin asla yürümediği bir sistemden bahsediyoruz.

Bu kez sisteme çomak sokmaya hazırlanan isim, TÖBSEN Genel Eğitim Sekreteri Serkan Bebek.

Sahte mail ve instagram hesaplarından kendisine Bursa İl Milli Eğitim’de yaşanan yolsuzluk iddialarıyla alakalı 300’e yakın resmi evrak gönderildiğini bildiren Bebek elindeki belgelerle birlikte suç duyurusunda bulundu geçtiğimiz günlerde.

“Evrakları incelediğimizde 15 milyona yakın kamu zararı olduğu görülmektedir. Evrakları ulaştıranların iddiası ise bazı kişilerin siyasi ve bürokratik açıdan korunduğu, haklarında suç duyurusunda bulunmadığı, bazı konuların bakanlık müfettişleri tarafından kapatıldığı, kamu zararının 50 milyondan fazla olduğu yönündedir.

İddialara göre doğrudan teminden 2.8 milyon, hurda olayında 11.2 milyon, MESEM olayında ise 30 milyona yakın kamu zararı olduğu belirtilmektedir. Yargıya intikal eden süreçler de olmasına rağmen şuana kadar kimsenin hakkında etkin bir soruşturma yapılmadığı görülmektedir” diyor Serkan Bebek.

Talepleri elbette skandallarda dahli olan tüm yetkililerin ve personelin derhal görevden uzaklaştırılması, soruşturmaların karara bağlanması.

TÖBSEN Marmara Bölge Avukatımız Kemal Özgür Yetkin’in avukatlığında yapılan suç duyurusunda görevi kötüye kullanma, suçu bildirmeme, evrakta sahtecilik, ihaleye fesat karıştırma, irtikap ve re’sen gözetilecek diğer suçlarla alakalı kamu davası açılması konusunda Bursa Cumhuriyet Savcılığına başvuruldu.

Serkan Bebek’in konuyla ilgili Bursa İl Milli Eğitim’de ortaya saçılan bu kirliliğin önümüzdeki günlerde daha da büyüyeceğini, yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin kapsamının genişleyeceğini öngörüyor.

Milli Eğitimle ilgilenen herkesin sonucunu merakla beklediği soruşturmalara bir yenisi daha eklensin bakalım, belki bu kez iş nihayete varın ve adaletin tecelli ettiğini görürüz.

****

 

Aile hekimlerinin eksikliği…

 

Bu hafta aile hekimlerimiz grevde biliyorsunuz. Neden greve çıktıkları konusunda daha önceki iki günlük grev eylemini duyururken yazmıştım aslında.

Bir kez daha kısaca hatırlatmakta yarar var; aile hekimlerinizin önceden sadece antibiyotik ilaçlarla ilgili olan ilaç kotası artık ağrı kesicileri ve soğuk algınlığı, mide koruyucu ilaçlarını da kapsıyor olacak. Kotasını aşan aile hekiminin maaşından kesinti yapılacak. Aile hekimine 6 ay boyunca gitmeyen her hasta için de aile hekiminin maaşından kesinti yapılacak. Yılda 7 kereden fazla kamu hastanelerine giden hastaları için de aile hekimlerinin maaşından kesinti yapılacak.

Kısacası devlet daha fazla para ödemek istemediği ilaçların yükünü de, daha fazla masraf etmek istemediği muayenelerin yükünü de ceza yöntemi ile aile hekimlerine yüklüyor.

Bir yandan aile hekimliği kurumunu pasifize ediyor, çünkü muayene etse ilaç yazamayacak hale getirilen hekimlikler adeta rapor onaylama merkezi gibi iş görür hale gelecek. Diğer yandan da hastalarınız neden hastaneye gidiyor ya da neden size gelmiyor diye ceza keserek tam bir kaos ortamı yaratılmış olacak.

Şimdi aile hekimlerimizin neden iş bırakarak haklarını aramaya çalıştıklarını anladıysak daha ilginç bir yerden devam edelim…

Greve çıkan aile hekimleri ile bir toplantı yapan Sağlık Bakan Yardımcısı Dr. Şuayip Birinci’nin grev kararını eleştirerek insanların aile hekimlerinin eksikliğini hissetmediğini söylediğine yönelik iddialar mevcut…

T24’ten Cengiz Anıl Bölükbaşı’nın haberine göre aile hekimleri, 1 Kasım’da yürürlüğe konan Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliği’ne karşı başlattığı grevin ardından Sağlık Bakanlığı’yla toplantı gerçekleştirdi.

İnternette, “zoom” üzerinden yapılan toplantıda, Sağlık Bakan Yardımcısı Dr. Şuayip Birinci’nin, 5-7 Kasım tarihlerinde yapılan grevin sağlık sistemini aksatmadığını hatta insanların “eksiklerini hissetmedik, ne yapıyor aile hekimleri?” tepkisini kendilerine ilettiklerini söylediği öğrenildi.

Hatırlarsınız bir zamanlar pandemi sürecindeki büyük emeklerinin karşılığını da ödemediğimiz doktorlarımız için ‘Giderlerse gitsinler, biz de yeni mezun doktorlarımızla yola devam ederiz!’ denmişti.

Sonra da yenisi eskisi pek çok doktorun gözü başka ülkelerdeki iş imkanlarında olmuştu…

Gidiyorlar yani…

Aile hekiminizin eksikliğini hissettiniz mi hissetmediniz mi bir iyice düşünüp karar verin bence…

Asgari ücret görüşmelerine son bir hafta!

Asgari ücret görüşmelerine son bir hafta!

Asgari ücret kaç lira olacak sorularının sorulması bu sene sakız gibi uzadı. Çünkü var olan enflasyonist ortama göre asgari altı ayda bir artarak alım gücünün dengelenmesi beklenen asgari ücret bu enflasyonist ortamın sorumlusu dar gelirli vatandaşmış gibi ‘acı reçete’ adı altındaki uygulama nedeniyle artırılmadı.

Yürekler ağızlarda, gözler giderek büyüyen borçlarda herkes nefesini tuttu asgari ücretin ne olacağını bekliyor.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu, ilk toplantısını 10 Aralık Salı günü gerçekleştirecek. Patronların pazarlık masasında yüzde 32,5 zam önereceği iyimser tahmini şimdilik öne çıkıyor. Elbette kamuoyunda zam oranını yüzde 20 ila yüzde 41 arasında tutan farklı senaryolar konuşuluyor.

Doğrudan 7 milyon çalışanı, dolaylı olarak ise toplumun tamamını ilgilendiren bir ücretten bahsediyoruz. Hem asgari ücret ve komşu ücretlerle çalışan sayısı çok fazla ülkemizde hem de serbest piyasadaki tüm sabit gelirlerin asgari ücrete oranla belirlenmesi gibi bir alışkanlık mevcut.

Yeni yılda geçerli olacak asgari ücret, işçi tarafından 5, işveren tarafından 5 ve hükümet temsilcilerinden 5 kişi olmak üzere toplam 15 kişilik heyet tarafından belirlenecek. Mesleğimizin yüz akı olarak bu yıl asgari ücretli çalışan 5 kişilik grubun içinde bir basın mensubu da bulunuyor.

Asıl soru şu, ‘zaten enflasyonun altında ezilirken suyu çıkan asgari ücretliye gerçekleşmiş enflasyon üzerinden mi zam yapılacak, yoksa gerçekleşmesi beklenen enflasyon üzerinden mi?’

2024 yılında gerçekleşen enflasyon TÜİK verilere göre ve tahminen yüzde 44 düzeyinde kapatacak seneyi. 2025 yılının tahmini enflasyonu ise yüzde 21 olarak açıklanmıştı tahminlerini hiç tutturamayan yetkililer tarafından.

Zaten yüzde 44’lük enflasyonu sırtlanan, yanına yüzde 21 tahmini enflasyonu da verilecek zam oranı ile birlikte sırtlanmaya hazırlanan asgari ücretlinin boynu kıldan ince.

Gelelim senaryolara;

Patronların pazarlık masasına gerçekleşen enflasyon ve hedeflenen enflasyonun ortalamasıyla geleceği gibi insaflı bir tahmin var son günlerde konuşulan. Eğer durum böyle olursa, 2025 yılı asgari ücreti yüzde 32.5 zamla 22 bin 527 liraya çıkacak.

Yüzde 20 zam yapılması halinde 20 bin 402 lira, yüzde 25 zam yapılması halinde 21 bin 252 lira, yüzde 30 zam yapılması halinde 22 bin 102 lira, yüzde 35 zam yapılması halinde 22 bin 502 lira, yüzde 40 zam yapılması halinde 23 bin 802 lira, yüzde 41 zam yapılması halinde 23 bin 972 lira alacak asgari ücretli.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; “Bakın geçen sene asgari ücretli kardeşlerimize biz yüzde 107 buçuk zam verdik. Geçen sene enflasyon yüzde 65’ti. Bu sene biz yüzde 49 zam verdik. Ekim ayı itibarıyla enflasyon yüzde 49’un altında. Özetle biz ne emeklimizi ne memurumuzu ne asgari ücretlimizi, toplumun hiçbir kesimi enflasyona ezdirmeyeceğiz. Biz önümüzdeki dönemde de aynı prensipler çerçevesinde hareket edeceğiz ve enflasyonun üzerinde, çalışanlarımıza alım gücünü koruyacak çerçevede muamele edeceğiz!” diyor.

Bu konuşmadan yola çıkarsak, asgari ücretin yüzde 25 zamla 21 bin 252 lira olması muhtemel.

Zaten MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı’nın, “Bana göre asgari ücrette yüzde 25’in üzerinde artış doğru değil” ifadesi de pazarlıkların nereye doğru gideceğini işaret ediyor.

Peki nereden çıkıyor yüzde 32.5’lik zam artışına yönelik senaryolar?

Bahsedilen oran asgari ücretlinin kaybolan alım gücünü yerine koymazken, önümüzdeki yılın her gününde alım gücünün bir o kadar düşmesi anlamına da geleceğinden, bu durumun iş barışını bozma ihtimalini göz önünde bulunduran aklıselim iş insanlarının biraz daha vicdanlı olabileceği ihtimaline dayanıyor bahsettiğim senaryonun temeli.

Zira, Türk-İş’in Kasım 2024 tarihli araştırmasında dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarını ifade eden açlık sınırı 20 bin 532 TL oldu.

Gıda ile birlikte diğer tüm temel harcamalar için haneye girmesi gereken toplam gelir tutarı olarak ifade edilen yoksulluk sınırı ise 66 bin 976 TL olarak belirtildi.

Araştırmada, bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyetinin 26 bin 712 TL olduğu görüldü. Asgari ücret ile yaşam maliyeti arasındaki fark ise 9 bin 700 TL oldu.

Araştırmanın son cümlesi olarak Türk-İş’ten yapılan açıklamada, “Bugün itibariyle mevcut asgari ücret dört kişilik bir aile için ancak 7 gün yetiyor!” ifadeleri kullanıldı.

Çok değil bir hafta sonra Türk-İş’in yaptığı araştırma sonuçlarına ne kadar sahip çıkacağını da göreceğiz hep birlikte, iş dünyasının iş barışını korumak için ne kadar öngörülü olabileceğini de göreceğiz, işçinin emekten gelen gücünü nasıl kullanacağını da göreceğiz.

Benim için en acısı, mesleği artık resmi olarak da asgari ücret skalasında gösterilen basın emekçilerinin deve dişi gibi örgütlerinin falan neler yapabileceğini de göreceğiz fikir işçilerinin daha iyi yaşam koşullarına kavuşmasını sağlamak için…

Kastamonulular Tiftik’i unutmadı…

Kastamonulular Tiftik’i unutmadı…

Hafta sonu Bursa’da yaşayan Kastamonular Derneği Federasyonu’nun ailelerle kahvaltı buluşması vardı.

Bizler de Erol Bodur’un daveti ile bu buluşmaya ailece katıldık.

Hatırlatmakta fayda var: Kastamonulular Federasyonu’nun yakın tarihte gerçekleştirdiği genel kurulda başkanlığa Erol Bodur seçildi. Bu açıdan bakınca Bodur’un da seçilmiş başkan sıfatı ile gerçekleştirdiği ilk büyük etkinlikti.

Ama etkinliği daha da anlamlı kılan Bursa’da Kastamonu’yu tanıtan geçen yıl ebediyete göç eden merhum İsmail Tiftik’in ölüm yıldönümüne denk gelmesi buluşmayı daha da anlamlı kıldı.

Merhum Tiftik oldukça renkli bir isimdi.

Fazilet Partisi’nden Nilüfer’de belediye meclis üyeliği yapmış, ardından AK Parti’nin kuruluş günlerinde bulunmuş, sonrasında ise siyasetten bir anda soğumuş sonrasında sivil toplum örgütüne geçmiş bir isim.

Bursa ile Kastamonu arasında dostluk köprüleri kuran, bu dostluğu da iki kent tek yürek sloganı ile benimseyen ve benimseten bir isimdi.

Bursa’da da yöresel gıda fuarına da bir anlamda önderlik eden Tiftik, geçen yıl yakalandığı amansız hastalıkla mücadelesinin ardından vefat etmişti.

Yerine gelen isim ise Bursa’da hac ve umre turizminin duayen isimlerinden biri olan MÜSİAD Bursa Şubesi’nden yakinen tanıdığımız Erol Bodur’da en az Tiftik kadar heyecanlı.

Aldığı bayrağı daha yukarıya taşımak için gayret ediyor. Bu anlamda ahde vefası İsmail Tiftik’i anması da alkışa değer.

Üstüne üstelik Anadolu Arastası’ndaki Kastamonu evinin adı İsmailağa Konağı olacakmış. Bir anlamda adı da orada yaşamış olacak…

Biz de bu vesile ile Tiftik’e Cenab-ı Allah’tan rahmet yakınlarına sabır bayrağı devralan Erol Bodur’a da başarılar diliyorum

 

Salar’a yeni görev…

Büyük Birlik Partisi’nin Orhaneli İlçe Başkanı Kamil Salar davasına samimi inanan isimlerden biri. Gerek sosyal medyasında gerekse sosyal hayatında bu anlamda her fırsatta partisini anlatıyor,  kendi çapında ziyaretler yapıyor.

Bu minvalde gerçekleştirdiği çalışmalar da BBP Genel Başkanı Mustafa Destici tarafından takdir edildi.

Bir anlamda mevcut görevine ilave olarak da partisinin Marmara Bölgesi Dijital Dönüşüm ve Sosyal  Medya koordinatörlüğüne getirildi.

Bizler de kendisine hayırlı olsun dileklerimizi iletmiş olalım…

Bir gerçeği unutmadan; hepimiz engelli adayıyız…

Bir gerçeği unutmadan; hepimiz engelli adayıyız…

3 Aralık Dünya Engelliler Günü geldi…

Malum bu tür günlerde o günün anlamına uygun olarak sosyal medyada mesajlar yayınlanır…

“Hepimiz engelliyiz” gibi…

Daha açıkçası şöyle demek lazım:

Kelimelerle dans bazı insanlar için bugüne özeldir….

Sözüm iş yapanlara değil; kelimelerle dans edip, onları süsleyip püsleyip, pazarlayıp, hiçbir icraat yapmayanlara.

O yazdıkların bir kısmını bulundukları ortamda kısaca hayatlarında uygulasalar engelliler için hayat bayram da olur cennet de…

Ama ne hikmetse sözcüklerle dans edip ve görüntü için yazanların yazdıkları bir sonraki gün aklına gelmez.

Gerçek olan şu: Dünyaya gelen her birey potansiyel engelli adayıdır.

Kimi dünyaya doğuştan engelli gelebildiği gibi bazıları da sonradan hayatın içerisinde beklenmeyen kazalar sonucu engelli olabilir.

Ama mühim olan kalplerde engel olmaması.

Hayatın kendine sunduğu engelleri, bir nimet gibi algılayan sonrasında o engelleri bahane göstermeden başarılarıyla öne çıkmış dünyada bir çok insan var.

Bu bağlamda belki bir çoğunuz 9. Senfoni’yi yazan Beethoven’in duyma engeli olduğunu bilmiyordur.

Ama onu tüm dünya tanıyor ve biliyor…

Keza ünlü halk ozanımız Aşık Veysel, yine parmaklarıyla gören ünlü resim sanatçısı Eşref Armağan’ın da görme engelli olduğunu unutmayalım.

Dünyaca ünlü matematikçi ve fizikçi Hawking de ALS hastası bir engelli.

Keza dünyaca ünlü beyzbolcu Jim Abbot’un da bir eli doğuştan yok.

Yine bir başka engelli Dorethy Hodgkin Crowfoot kimya dalında Nobel Ödüllü bilim insanı…

Keza Türk edebiyatının usta ismi Cemil Meriç’in de gözlerini kaybetmesine rağmen en verimli eserlerini bu dönemde verdiğini hatırlatalım. Yine kentimizde de engelli olan Bennur Karaburun’un milletvekili olarak hizmet ettiklerini unutmayalım.

Yine geçmişte görme engelli Lokman Ayva ve yine bedensel engelli Muharrem Semsek de siyasetçi olarak akıllarımızda yer edindi.

Halen mevcut milletvekili Serkan Bayram’ın tüm engelleri yenerek önce avukat ardından milletvekili olduğunu da hatırlatalım.

Keza hayatı tiye alan görme engelli müzisyen Metin Şentürk’ün başarısı ve yaşama azmi hepimize örnek olmalı.

Yine  yaşı bizlerle  denk ve bizden büyük olanlar bilir geçmişte 1988 yılında TRT ekranlarında yayınlanan Bülent Özveren’in sunduğu “Ben Bilirim” programında bilgisi ile akıllarımızda yer edinen Hale Bacakoğlu’nu da unutmadık.

Neticede engellileri bir gün anmak işin görüntüsü.

Gerçek manada görüntüsü ise onların ve ailelerin yaşamlarını kolaylaştırma.

Bu konuda yerel ve merkezi idarelerin daha fazla sorumluluk üstlenip hayatlarını kolaylaştırıcı tedbirleri yasa koruyucu ile güvence altına almaları, kısaca bir gün değil 365 gün anmaları…

Bunu derken de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hakkını vermek gerekiyor.

Özellikle son 15 yılda engellilerin hayatını kolaylaştırmak adına iktidar partisi önemli düzenlemeler yaptı.

Ailelere bakım parasından tutun, rehabitilasyon merkezlerine varana kadar bir çok konuda destek sağlanıyor.

Bu düzenlemelerden dolayı tebrik etmek gerekiyor.

Ama yeter mi; yetmez…

Özellikle gündelik hayatta engellilerin engelini kaldıracak bir çok düzenlemeye ihtiyaç var.

Hatta siyaset hayatında…

Siyasi partiler de hem milletvekili hem yerel hem de parti içi seçimlerde engellilere yer ayırmalı.

Umarım, bu konuda herkes üzerine düşeni yapar.

Sonrası da zaten;

İlk ifade ettiğimiz gibi maharet gönüllere engel koymadan hayata devam etmeyi bilebilmektir.

***

AK Parti Orhaneli’de il delegelerinde sürpriz

Daha önce bu köşede yazmıştık. Misal Orhaneli’de aday gösterilmeyen Ali Aykurt kendisine gelen teklifleri değerlendirseydi bugün Orhaneli’de belediye başkanlığı koltuğunda Ali Aykurt oturmayabilirdi belki ama AK Parti de kazanamayabilirdi.

Benzeri ise Keles’te Ali Mersin için de geçerli.

O da kendine gelen teklifleri kabul etseydi Keles Belediye Başkanlığı koltuğunda Ali Mersin olmasa bile Ali Doğru oturmayabilirdi.

Bu açıdan bakınca bu iki isim oldukça önemli.

Büyük feragatları var.

Ahde vefa demek lazım.

Ama aynı ahde vefayı da beklemek hakları…

Önceki gün Orhaneli İlçe Kongresi gerçekleştirildikten sonra dikkatlerimizi çeken en önemli detay ise il delegeleriydi.

Bu noktada ilçe başkanlığı ve belediye başkanlığı görevinde bulunan Ali Aykurt ismini gözlerimiz aradı.

Göremedik!

Yine ilçe gençlik kolları başkanı Enes Ankıt ismi de il delege listesinde yoktu!

Gördüklerimiz ise;

İlçe Başkanı Serdar Başak, Belediye Başkanı Ali Osman Tayir, geçmiş yıllarda görev yapmış ilçe başkanları Ramazan Turhan, Mehmet Alp,Cemil Demir, geçmiş yıllarda belde ve ilçe belediye başkanlığı görevinde bulunan İrfan Tatlıoğlu, Adnan Uludaş, Mehmet Çuhadar ve İlçe Kadın Kolları Başkanı Sevilay Saraç idi…

 

Makineciler küsmüş!

Makineciler küsmüş!

Dün itibariyle ülkemiz ekonomisi üçüncü çeyrek büyüme rakamları açıklandı malum. Bu hafta aynı zamanda BUMATECH Bursa Makine Teknoloji Fuarlarının açıldığı haftaydı.

Her iki konu da birbiriyle öylesine paralel göstergelerle ilerliyordu ki, benim gibi ekonomiden anlamayan biri dahi resmi biraz daha büyük gözle görmeyi başarırdı.

Efendim, TÜİK verilerine göre, Türkiye ekonomisi üçüncü çeyrekte çeyreklik bazda yüzde 0,2 daralırken yıllık bazda yüzde 2,1 büyüdü. İkinci çeyrekte açıklanan yüzde 0,1’lik çeyreklik büyüme verisi ise yüzde 0,2 daralma olarak revize edildi. Böylece Türkiye ekonomisi üst üste iki çeyrek küçülerek teknik resesyona girmiş oldu.

Büyümemize yardımcı olan sektörlere şöyle bir göz atarsak, inşaat yüzde 9.2, finans ve sigorta faaliyetleri yüzde 6.2, tarım sektörü yüzde 4.6, gayrimenkul faaliyetleri yüzde 2.5, ürün üzerindeki vergiler eksi sübvansiyonlar yüzde 2.3, bilgi ve iletişim faaliyetleri yüzde 2.2, kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri yüzde 1.9 ve hizmetler yüzde 1.4 arttı diyebiliriz.

Diğer hizmet faaliyetleri yüzde 2.4, sanayi sektörü yüzde 2.2, mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri ise yüzde 0.3 azaldı.

Burada dikkatimizi çekmesi gereken ‘SANAYİ SEKTÖRÜ YÜZDE 2.2 AZALDI!’ ibaresi olmalı, bir de ‘TEKNİK RESESYON’ ifadesine vurgu yapmak isterim.

Teknik Resesyon kısmından başlayalım. Resesyon; bir ekonomide belirli bir süre boyunca (genellikle iki ardışık çeyrek) ekonomik faaliyetlerin daralması durumudur. Teknik olarak, Gayrisafi Yurt İçi Hasıla verilerinde arka arkaya iki çeyrek negatif büyüme yaşanması resesyon olarak tanımlanır. Türkiye 2019 yılından bu yana ilk kez resesyona girdi!

Sanayinin ülke ekonomisine katkısının zayıflaması konusunu bir süredir konuşuyorduk zaten. BUMATECH Bursa Makine Teknoloji Fuarlarında da durum benzeri sinyaller veriyor.

Fuarı ziyaret etmiş biri olarak kimsenin hakkını yemeyelim, holler tamamen dolu, ancak gelin görün ki, bu şehrin markası olarak nitelendirebileceğimiz isimler yok fuarda.

Durmazlar, Ermaksan, Nukon, Baykal Makine, Akyapak, Şanmak… göremediğim markalardan isimlerini hatırladıklarım bunlar.

Bursa merkezli firmalar, kaliteleri ve dünyadaki pazar ağları ile makine üretim sanayi fuarlarının olmazsa olmazları idi.

Eş durumundan gezerim makine fuarlarını, bahsettiğim firmaların tek başlarına bir holün yarısını kapatacak güçte ve ürün çeşitliliğinde olduğunu biliyorum. Tanıdık simalarla sohbet esnasında biraz da sorup soruşturunca öğrendik ki, Makine Üreticileri Birliği, fuarda Çin makine üreticilerine yer verilmesini protesto etmek amacıyla bu yılı pas geçmişler.

Biraz fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış kabilinden bir durum…

Dünya devi olarak Amerika ile yarışan ve üretimde muhtemelen Amerika’yı çoktan geçmiş olan Çin’li firmalar alması gereken ne varsa almak, görmesi gereken ne varsa görmek, öğrenmesi gereken ne varsa öğrenmek için fuardaki yerini almıştı.

Esasen şöyle bir durum var ortada tüm sanayicinin belini büken; daha fazla enflasyonist ortamı ülkenin sinir uçları kaldırmaz düşüncesi ile şimdilerde 60 belki de 70 lira olması gereken dolar öyle bir bastırıldı ki, Türk firmaların ödedikleri asgari düzeydeki maaşlar bile işçilik maliyetlerini devasa boyutlara ulaştırdı.

İşçinin cebine girdiğinden bir fileyi üç beş kere dolduran asgari ücretin dolar üzerinden karşılığı 491 lira. İşverene maliyeti ise 700 dolar düzeyinde. Bunun yemeği servisi derken maliyet alıp başını gidiyor. Dolayısıyla bu rakamların Avrupa ülkelerinin asgari ücret düzeyine yaklaştığını, pek çok yerde asgari ücret maliyetinin 1000 dolara yaklaştığını söyleyebiliriz.

Bizi derinden kıskanan Avrupa’da insanlar bu parayla rahat rahat geçinirken bizim açlıktan nefesimizin kokması bir yana, işçilik maliyetlerinin bu derece yüksek oluşu sanayicinin işinde iyi de olsa piyasadaki rekabet şansını düşürüyor.

Haliyle Çin gibi işçiliği düşük ülkelere de gün doğuyor…

Sanayiciye üretmedikleri, üretime yatırım yapmadıkları, ileri teknolojileri kullanmak için girişimde bulunmadıkları gibi konularda kızgınlığımı her fırsatta dile getiriyorum, çünkü biliyorum ki, bir ülke üretimle ayakta kalabilir. Sadece hizmet sektörü ile hayatta kalmaya çalışmak bizim gibi büyük ülkeler açısından sadece bir hayal olur, zaten biz turizm gibi hizmet sektörünü önceleyen projelerin gelişimini sığ bakış açımızla çoktan ıskalamış durumdayız, en azından mevcudu koruyup iyileştirmenin yoluna bakmalıyız.

Gelin görün ki, içinde bulunduğu durumda fabrikasının kapısını açtığı her günü hanesine zarar olarak yazan sanayici de artık bu suya yazı yazmak biçimli mücadeleden sıkılmış durumda. Kimi çoktan havlu atmış, ‘variyetim yedi ceddime yeter’ diyerek köşesine çekilmiş, kimi ise gayrimenkul alım satımı ile uğraşıyor yatırım kabilinden…

Tüm bunları bir araya getirdiğimizde aslında güçlü olduğumuz makine sektörü gibi bir sektörde de kan kaybetmeye başladığımızı ve sektörün ileri gelen firmalarının ciğerine kadar hissettiği bu kan kaybını görmezden gelmeyi tercih ettiğini söyleyebilirim.

Sanayinin gerilemesi nitelikli iş gücü kaybını, tabanda geniş bir kitleyle asgari ücret gelirinde buluşmayı, toplumsal refahın bozulmasını, ekonomik sıkıntıların katalizör olmasıyla birlikte toplumsal ahlak normlarının dejenere olmasını… ve daha pek çok sorunu beraberinde getirir.

Kısacası içkiyi bilmem, ama parasızlığın bütün kötülüklerin anası olduğundan kesin eminim.

Şimdi tüm bu anlattıklarımı zaten gören, kendisi yurt dışındaki yaşamını çoktan kurmuş olan, çocuklarına da başka ülkelerde başka hayatlar hazırlayan, ancak bütün yaptıklarının parasını bu topraklarda kazanan iş dünyası temsilcilerine düşen, ‘küstüm oynamıyorum’ demek yerine sorunlarının çözümü noktasında hareket edilmesi için gerekeni yapmaktır!

Bu gariban düşün işçisinin Makine Fuarından edindiği izlenim budur!

ASM’ler fonksiyonel hale getirilmeli

ASM’ler fonksiyonel hale getirilmeli

Önümüzdeki hafta Bursa özelinde ASM olarak nitelendirdiğimiz eski adı ile sağlık ocağı modernize adı ile Aile Sağlık Merkezleri’nde grev var…

Onlar g(ö)revdeyiz diyorlar.

Kendileri için görev vatandaş için grev.

Bu ne demek?

En basit ifade ile hastalanmayın!

Mahallenizdeki  aile hekiminiz çalışmayacak demek.

Bu greve katılım ne kadar olacak ya da olmayacak…

Onu önümüzdeki hafta içerisinde göreceğiz.

Ama bugünden gördüğümüz aile hekimlerinin icap ve nöbetlerinin olmadığı bunu yanı sıra önümüzdeki hafta içinde kepenk indirecekleri

Hastalar ne yapacak?

Muhtemelen devlet hastanelerine acilden giriş…

Bu sefer de acil polikliniklerinde, normal poliklinikten randevu alamayan vatandaşların oluşturacağı yoğunluk olacak.

Kim haklı?

Kim haksız?

Ne hakimiz, ne savcı…

Ne de sağlık bakanı…

Tek bildiğimiz sağlıkta sağlıksızlık olduğu.

Taraflar mağduriyeti var.

İşte bu nokta ASM’lerin önceliği halkın sağlığını korunması ve gerekli teşhis ve tedavilerin gerçekleşeceği yerler olması…

Bundan dolayı da;

Asıl sorgulanması gereken konu ise bundan ziyade aile hekimliklerinin yeteri kadar işlevsel olmadığı.

Buraların işlevsel hale getirilmesi gerekiyor.

Misal olarak aile hekimliklerinde EKG cihazı bulunması şart.

Basit kan ve idrar tahlillerinin buralarda yapılması gerekiyor.

Bunu yanı sıra bölgesindeki okullarda halkı bilinçlendirici toplantılar yapmalı.

Hatta gece belirli saate kadar nöbetçi hekimler olmalı.

Yine müşahede ve gözlem odaları da olmalı.

Efendim yer müsait değil diyenler olacaktır.

Asıl bunun için ses çıkarılmalı.

Bunu yanı her hafta bir gün en yakın devlet hastanesinden içapçı pozisyonunda olan bazı branşlarda uzman doktor getirilmesi de olmazsa olmazlardan.

Eğer bunlar gerçekleşirse devlet ve üniversite hastanelerinde yığılma azalır.

Hastanelerde ve sağlık ocaklarında verimlilik artar.

Daha doğrusu aile hekimlikleri sadece raporlu ilaçların yazılacağı yer olmaktan çıkarılıp, teşhis ve tedavilerin yapılacağı merkezler haline getirilmiş olur.

Tabip Odalarının asıl bu konuda kafa yorması şart…

Yoksa ne onlar memnun olur, ne de vatandaş!

Bizden hatırlatması…

BTSO üyelerine mezar yeri kadar alan!

BTSO üyelerine mezar yeri kadar alan!

Bu lojistik park meselesi hep kafamı kurcalayan, ancak neresinden tutacağımı pek de bilemediğim bir meseleydi. Neyse ki geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili ilk eleştirel paylaşımını yapan İMO Bursa Şubesi Eski Başkanlarından İnşaat Mühendisi Necati Şahin ile görüştüm de kafamdaki taşlar yavaş yavaş yerine oturdu.

Şahin’in paylaşımına yazımda da memnuniyetle yer vermiştim. Şimdi yeni bir paylaşımla işe mesleki açıdan değerlendirerek bakmış Necati Şahin. Ölçmüş, biçmiş, kime ne düşer, bu yerle ne yapılır, Bursa’ya katkısı ne olur, bahsedilen Lojiktik Park bahsedildiği kadar büyük bir proje midir tüm açıklığı ile aktarmış.

Paylaşımını geçen yazımda olduğu gibi hiç bozmadan aktarıyorum;

BTSOTEKNOSABTEKNOSAB LOJİSTİK PARK(2)

Üyesi bulunduğum, 55 bin 276 üyeli BTSO’nun önderlik yaptığı, ısrarla yatırım yapmamızı istediği TEKNOSAB LOJİSTİK PARK ile ilgili olarak geçen paylaşımımda yönetim ve finans yönetimi açısından ele almıştık.

Önümüzdeki günlerde BTSO meclis toplantısında oy çokluğu ile kabul edilen, üyelerin aidat paralarının 200 milyon TL’sinin bu yatırıma aktarılması konusu ciddi olarak tartışılacaktır ve sağ duyulu meclis üyelerinin bu konuyu idari yargıya taşıyacaklarını düşünüyorum.

Şimdi de analitik düşünen, matematik olarak bakan bir mühendis olarak, planlama açısından baktığımda şablonlara oturmayan konular var.

Şöyle ki;

1-) Bursa’da mevcut ve planlı lojistik alanlar toplamı 5 milyon 550 bin m2’dir

2-) Mülkiyeti kurulan lojistik şirkete ait olmayan 2 parseldeki toplam alan 193 bin 420 m2’dir.

3-) Düşünülen, ‘Marmara’nın en büyük lojistik parkı’ dedikleri alan, Bursa’daki toplam lojistik alanların %3,48’idir.

4-) TEKNOSAB’ın alanı 8 milyon 370 bin m2’dir. Bu lojistik alanı TEKNOSAB arsasının %2.31’idir.

5-) TEKNOSAB’da kime kaç m2 arsa tahsis edildiği BTSO meclis üyelerinden bile sır gibi saklanan 170 civarı sanayi parselinin ancak 40 civarında tapu devri olmuşken, BTSO’nun 55 bin 275 üyesine TEKNOSAB’dan %2.3’ü kadar yatırım yapmasına imkan tanınmaktadır.

Yani TEKNOSAB’ın %97.69’u 170 BTSO üyesine (kişi başına 50 bin m2) tahsis edilirken, %2.31’i 55 bin 275 BTSO üyesine tahsis edilmek istenmektedir.

Tüm BTSO üyeleri ortak olmaya çağırılmaktadır. Bütün üyeler ortak olursa her bir üyeye 3.49 m2 yer düşmektedir.

Anladığımız BTSO üyelerine bir mezar yeri kadar uygun görülmüştür.

6-) Bugün Bursa’da örnekleri var… Yıldırım Belediyesi Samanlı’da 183 bin 330 m2 bir alanda tek bir firma ile BTSO’nun yapmayı düşündüğü büyüklükte bir lojistik depo yaptılar. (Yer konusu tartışılır. Ova koruma alanında yapıldı!)

Sıradan bir lojistik depo için 55 bin BTSO üyesini harekete geçirmek, BTSO üyelerinin aidat paralarından 200 milyon TL’yi buraya aktarmak… İnşaat maliyetlerini bilen, getirecek kira gelirlerini bilen bir mühendis olarak bu işin matematiğinin olmadığını düşünüyorum.

Toplanmak istenen sınırsız para ve BTSO’dan ayrılan 200 milyon TL ile bu m2’de bir yatırımı teraziye getiremedim.

TEKNOSAB’da 9 yıl öncesinden başlayan yolculuğu, yer tahsisindeki ayrıcalıklar, belirli firmalar dışında diğer firmalara kapıların kapatılması, çatılardaki GES yatırımları, plan, proje, uygulama vb. teknik hizmetlerin özellikle bir Ege ilimizden alınması konularını Bursa tartışacaktır!

Çünkü mızrak çuvala sığmıyor…”

Necati Şahin ikinci bölüm olarak TEKNOSAB LOJİSTİK PARK projesini ölçeklendirmiş ve her şeyi tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermiş bence.

Paylaşımın yorumları da en az paylaşım kadar etkili. Şehrin önemli isimlerinin yorumlar bölümünde kıymetli tespitleri var. Misal;

Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Bölgesi Eski Başkanı Engin Er’in; ‘Zeminle ilgili çalışmalar da Ege’deki bir firmaya verildi’ ibaresi mevcut.

Bursa Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanlarından Erdem Saker de yine aynı paylaşımın altına yaptığı yorumda; ‘Sadece TEKNOSAB’ın kapladığı alanı değil, onların tetikleyeceği kaçak yerleşim alanlarını da hesaba katarsak, tarımsal alanları yok etme katliamı işledikleri açıkça görülür’ diyor.

Engin Saban ise yaptığı yorumda rakam vererek; ‘Açılan 8.5 milyon m2 sanayi arazisinin üzerine bir 5 milyon m2 de konut imarına açıldı. Böylece sanayileşen kent tarım kentini taca atmış oldu’ uyarısında bulunuyor.

CHP Bursa İl Örgütüne geçmiş dönemde Başkanlık etmiş isimlerden Gürhan Akdoğan da konuyla ilgili sessiz kalınmaması gerektiğine vurgu yaparak; ‘Bursa kamuoyunu bilgilendirmek üzere bir basın toplantısı düzenleyelim, bildiklerimizi paylaşalım… Yakında unutulan Doğu TEKNOSAB’ı da patlak verecektir’ diyerek mücadeleye davet ediyor.

Ancak Akdoğan’a yanıt veren İnşaat Mühendisi Cengiz Duman, Doğu TEKNOSAB projesinin unutulmadığını, aksine meselenin Bakanlıklardan çözüldüğünü ve orada bir sanayi bölgesi kurma çalışmalarının sessiz sedasız devam ettiğini dile getiriyor.

Şimdi ben bunları neden hep başkalarının ağzından yazıyorum kısmına gelelim…

Kendi görüşlerini daha önce defalarca dile getirmiş bir gazeteci olarak bir kez de böyle bir yöntem üzerinden yürümeyi tercih ettim. Sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek yerine farklı şeyler yaparak farklı sonuçlara ulaşma yolunu seçtim de diyebiliriz.

Necati Şahin değerlendirmelerine bir bölüm daha ekleyecek diye biliyorum. Yeni değerlendirmeleri merakla bekliyorum…

Emeklilik için 2024  yılı mı 2025 yılı mı avantajlı?

Emeklilik için 2024  yılı mı 2025 yılı mı avantajlı?

Kasım ayının son günündeyiz…

Muhtemelen önümüzdeki ay gündemde en sıcak konulardan biri olacak konu emeklilik konusu olacak…

En çok merak edilen konu şu: 2024 yılında mı 2025 yılında mı emekli olalım?

İşte bu soruya önceki yıllarda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak görev yapan AK Parti Artvin Milletvekili Faruk Çelik sosyal medya hesabından yanıt verdi.

İşte Çelik’in sosyal medyadan o soruya yanıtı:

“Sorunun sebebi 2024 yılı sonu emekli olanla 2025 yılında olacak arasında yaklaşık % 30’luk bir fark oluşacağı düşüncesi.

Doğru mu? Doğru.

Kimleri kapsıyor? İşçi statüsünde çalışanları.

Peki, emekli aylıkları arasında oluşacak %30’luk fark neden kaynaklanıyor?

2024 yılında emekli olanlar yılık %86,16 zam aldı.

2025 yılında emekli maaş hesaplamasında çalışanların geçmiş yıllarda ödediği primlerin güncellenmesi için 2024 yılı güncelleme katsayı olan %43 kullanılacaktır. Yani maaş hesaplamalarında 2024 yılındaki zamlardan faydalanamayacaklar.

İşte sorun, bu yıl yapılan zam ile gelecek yıl kullanılacak güncelleme katsayısı arasında oluşacak olan ciddi farktan kaynaklanıyor.

Bu şartlarda 2024 yılında emekli olmak çok avantajlı.

Dezavantajları nedir?

-Nitelikli iş gücününün üretimden çıkacak olması.

-Sistemde zaten var olan genç emekli baskısının arttıracak olması.

-SGK’nın prim gelirlerinden mahrum kalarak yeni, hem de genç emekliler için yükleneceği ilave mali yük.

Bir gün gibi kısa sürelerle oluşan maddi farkların emeklilik sistemimizden çıkarılması lazım.

Not: Konunun çok taraflı değerlendirildiğini biliyorum ama artık erken emekliliğe yol açacak uygulamalardan uzak durulmalıdır”

Çelik’in açıklamalarından  ortaya çıkan sonuç şu: 2024 yılında emeklilik çalışan için avantaj devlet için dezavantaj…

***

BURKAP kuruldu…

Gerçek olan şu: Bursa’da hatırı sayılır oranda Karadenizli olduğu gerçeği. Bugün Bursa özelinde konuşacak olursak Dikkaldırım, Hüdavendigar civarında Trabzon, Gümüşhaneliler, Bayburtlular Emek, Başaran ve Gemlik’te Giresunlular, Arabayatağı ve İnegöl başta olmak üzere bir çok ilçede Artvinliler, Osmangazi’de Rizeliler  Yıldırım’ın bir çok mahallesinde ise Samsunlular başta olmak üzere bir çok Karadenizli hemşehrimiz yaşıyor.

Öte yandan kent yönetiminde ise bugün Karadenizli milletvekillerin yanısıra belediye başkanları da bulunuyor.

Siyaseten farklı düşünseler de ortak noktada hemşehrilik bağları ile hareket etmeyi de STK’lar aracılığı ile başarabiliyorlar.

İşte bundan sonraki süreçte Bursa’da yaşayan Karadeniz kökenli sekiz STK biraraya gelerek kısa adı BURKAP olan Bursa Karadenizliler Platformunu kurdular.

Platformun kamuoyu ile paylaşılması da 14 Aralık 2024 tarihinde bir otelde gerçekleşecek.

Bakalım platform neleri hedefliyor nasipse o zaman öğreneceğiz.

Bizlere düşen hayırlı olsun demek…

Yapay Zeka kime ne kazandırır?

Yapay Zeka kime ne kazandırır?

Alem gider Mersin’e biz hep tersine tersine…

Bayılıyoruz bu atasözünün karşılığı davranış modelleri geliştirmeye ülkece.

Efendim tüm dünyanın Yapay Zeka’yı konuştuğu, hatta Yapay Zeka programları oluşturanların oluşturdukları programlardan endişeler dahi duymaya başladıkları bir dönemde, dünyanın nereye gittiğini sorgularken el alem, üstelik geleceğin dünyasının hakimi olacağı şimdiden belli Yapay Zeka programlarının matematik ve fiziğin bileşiminden oluştuğu da malumken, biz gidip müfredatımızda sadeleştirme adı altında eksiltmelere yapıyoruz.

Geleceğe insan hazırlamak böyle bir şey olsa gerek…

Ülkeler daha çoğunu nasıl öğretecekleri üzerine kafa yorarken, biz zaten öğretemediğimiz şeylerin öğrenilmediğinden yola çıkarak ‘Bunlar zaten öğrenemiyor nasıl olsa, en iyisi müfredattan çıkaralım da başımız daha çok ağrımasın’ biçimli hareketler içindeyiz.

Ama hak yememek lazım, bazı şeyleri öğretebildiğimiz, akademik kariyerli ya da mesleki yeterliliği olan yetişmiş insan gücü ithalatında hayli başarılıyız. Yetişmemiş insan gücü ihracatı ile tüm dünyaya kucak açmak konusunda da bir o kadar mahiriz…

Tüm bu konuları Özel Bursa Kültür Okulları Bademli şubesi tarafından gerçekleştirilecek olan “Eğitimde Yapay Zeka: Geleceğin Eğitimi” konulu programla ilgili bilgi vermek üzere düzenlenen basın toplantısında konuştuk uzun uzun…

Elbette değerli eğitimciler benim ifadelerimi kullanmadılar, yukarıda belirttiklerim benim şahsi görüşlerim.

Özel Bursa Kültür Okulları kurucularından Zafer Bulut; “Bizim tüm öğretmenlerimiz yapay zeka eğitimi alıyorlar. Yöneticiler o süreci tamamladı. Bizim artık geleceğin misyonuna uzak kalmamız düşünülmemeli. Biz bütün zamanlarda kendimizi aşmayı, Bursa’nın enlerle buluşmasını, dünyanın uç noktasında eğitimle varılanları Bursa’ya getirmeyi misyon edindik. Bugün de yapay zekayla ilgili yeni bir sürecin başındayız. Biz dünyanın gittiği yere, öğrencilerimizi, Bursalıları götüreceğiz” dedi toplantının açılış konuşmasında.

Bursa Kültür Okulları Kurucu Ortağı Yıldırım Sarıkaya ise; “Türkiye’de yapılan birçok çalışmanın arkasında yapay zeka var. Biz ‘eğitimin bize bakan yönüyle ilgili neleri gündeme getirebiliriz?’ Bunu araştırıyoruz. Biz konuşmacılarımızdan bu işi gerçekten çalışan, aktarılan, özenilen yapay zekadan daha farklı, doğru yönetemezsek bizi ne bekliyor bunu anlatmalarını istedik. Biz çocuklarımıza, ailelere, yapay zekada görünmeyen problemlerin arka tarafını göstermeye niyetlendik” dedi.

Yapay Zeka’nın konuşulacağı programın konuşmacıları arasında son derece kıymetli isimler. Hem kazanımlara hem endişe ve tehlikelere dikkat çekecekler. Belki de Bursa’da bu alanda yapılan en çok uzman ismin dahil olduğu etkinlik olacak Kültür Okullarının düzenleyeceği program.

Fakat gelin görün ki, ülkede öyle bir eğitim sistemi oluşturuldu, evlere şenlik. Bahsettiğimiz üst düzey bilgilendirme potansiyeline sahip programdan bi haber bizzat Milli Eğitim Bakanlığı eliyle çocuk işçi olarak çalıştırılan öğrencilerin ve onların velilerinin büyük bölümü.

Zaten Milli Eğitimimizin de böyle bir çabası yok.

Bazılarının, daha çok da garip gureba çocuklarının bir takım düğmelere basarak ülkede yaygınlaştırılan bant montaj üretimine katkıda bulunması lazım. Yetişmiş elemanları yetiştirme gayretine de girmiyor artık ülke maşallah. Zira yetişen gidiyor, gelen yetişmemiş olarak geliyor, zaten bizim ülkemizin üst kademelerdeki eğitimcileri dahi halkın cahil olanına daha çok hürmet ederim diyor…

Hasılı kelam, bize birkaç gömlek fazla gelen bu uygulamalar özel okullarda gündemdeki yerini çoktan almışken, halkın devlet okullarında eğitim görmeye çalışan kesimi MEB’in okul terklerini temel eğitim politikası haline getirmeye ant içmiş çabalarıyla boğuşuyor.

Düşünün, eğitim dışındaki öğrenci sayısı bir önceki yıla göre %38,4 arttı. Zorunlu eğitim çağında bulunan 612 bin 814 çocuğun eğitim dışında olduğu görülüyor. Ancak gerçek tablo bu sayının çok ötesinde.

Okul dışına çıkan en büyük grubun %73,9’la 14-17 yaş aralığında olduğu görülüyor. Veriler 15 yaştan itibaren en az her 20 çocuktan birinin eğitim dışında olduğunu gösteriyor. Türkiye’de 16 yaşındaki her 10 çocuktan biri, 17 yaşında olan her yedi çocuktan biri eğitim dışında kalıyor. 8 yaştan itibaren ise her yaş grubunda okul dışına çıkış artmış veya sabit kalmış durumda.

‘Yapay Zeka Dünya’nın gündemi’ doğru tespitine yürekten katılıyorum. Bu konuda konuşulmasına, tartışılmasına, eğitimler verilmesine ve bu konu üzerinde gelişmek için ne yapılması gerekiyorsa yapılmasına desteğim tam.

Söylemeye çalıştığım şudur ki; Yapay Zeka bizim ülkemizde olsa olsa zenginlerin gündemi olabilir şu anda, garibanın gündeminde öyle bir el var ki, yapay olmayan zekaların dahi kullanılmaması üzerine tasarlanmış.

Hasılı kelam; ülkenin büyük bölümü bu oyunda kaybetmeye mahkumken yapay zeka kime ne kazandırır bir ara bunu da oturup tartışmak lazım diye düşünüyorum…

Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nde başhekimlik için kulise düşen üç isim kim?

Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nde başhekimlik için kulise düşen üç isim kim?

Dünkü yazımızda Güney Marmara’nın onkoloji hastalarının geçmiş yıllarda yükünü çeken  Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’ni konu eden bir yazı kaleme almıştık.

Yazının başlığı başhekim olmasına karşın, hastanede yaşanan sıkıntıları aktarmaya çalıştık.

Bugün de hastane kulislerinde başhekimlik noktasında kimlerin isminin kulislerde geçtiğini araştırdık.

Araştırmalarımızda üç isim öne çıkıyor.

Sırasıyla yazmaya başlayalım.

Bu minvalde ilk olarak hastanede daha önce başhekim yardımcısı olarak görev yapan Sevgi Harorlu ismi kulislerde konuşuluyor…

Harorlu, şu an, İl Sağlık Müdür Yardımcısı görevinde bulunmakta…

***

Öte yandan başhekimlik için ismi geçen diğer bir isim ise Fatma Tuğba Engindeniz.

Uzman Doktor olan Fatma Tuğba Engindeniz önceki yıllarda Yüksek İhtisas Hastanesi’nde başhekim yardımcısı olarak görev yapmıştı.

Görev süresi boyunca Engindeniz, oldukça başarılı çalışmalara imza atmıştı.

Engindeniz görevine halen İl Halk Sağlığı’nda devam ediyor.

***

Yine  gündeme gelen bir başka isim ise hastanede daha önce başhekimlik görevinde bulunan Halil Karahan.

Eski Başhekim Karahan’ın ismi de sağlık kulislerinde  başhekimlik için konuşulmaya devam ediyor.

Bu isimlerin yanı sıra sürpriz isimler olur mu?

Muhtemelen havuza girecek isimler olacaktır.

Onu zaman gösterecek…

Bu konuda Bursa’da en önemli karar verici ismin AK Parti’de sağlıktan sorumlu milletvekili olduğunu düşünüyoruz.

***

Fakat bugünden bizim merak ettiğimiz hastane ile ilgili diğer bir konu ise hastanede muayene olup da tedavisi başka hastanelerde devam eden hasta sayıları da önemli bir detay…

Böyle bir durumda hastalar neden başka hastaneye gidiyor?

Bunun da iyice sorgulanması gerekir.

Öte yandan bizim acizane önerimiz ise hastanede çalışan hekimlerin rotasyona tabi tutulması.

Bunun nedeni de çalışan doktorlar açısından en yüksek döner sermaye bu hastanede…

Bundan dolayı da burasının yazdığımız gibi rotasyona tabi tutulması şart. Diğer hastane doktorları da benzer bir rakama ulaşsınlar.

Bağımsız anket firmaları tarafından hastalara doktor memnuniyeti de sorulmalı…

Bu konunun acilen sağlık yönetiminin de gündemine getirmesi şart…

Biz her zamanki gibi önerimizi bu köşeden kaleme aldık.

Değerlendirmek karar vericilerin işi…

Lojistik Park iddiaları dikkat çekici!

Lojistik Park iddiaları dikkat çekici!

Bursa’nın sürekli sanayi bölgeleşmesi konusunda ciddi endişeler taşıdığımı her fırsatta dile getiriyorum. ‘Sanayi bölgeleşmesi’ diyorum, zira konu sanayileşmekten farklı bir noktaya gider oldu. Biz sanayileşmek, güncel üretim teknolojilerini şehrimizdeki sanayi üretimlerine uygulamak, daha küçük alanlarda daha temiz bir sanayiye yönelmek yerine dev sanayi bölgeleri oluşturmayı tercih ediyoruz.

Deve kuşunun başını kuma gömdüğünde saklandığını sanması gibi, yeni sanayi bölgeleri oluşturduğumuzda sanayileştiğimizi, kendimizi sanayi kenti olarak konumlandırabileceğimizi sanmamız da cabası.

Deve kuşunun masumiyetiyle sanayi bölgeleri oluştururken kente hoyratça davranmaktan çekinmeyenleri birbirinden ayırmak lazım elbette.

Masum olanla olmayanı birbirinden ayıranlar grubunda bir tek ben yokum tahmin edeceğiniz gibi. Bu işlerin kitabını yazmış, İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’ni uzun yıllar başarıyla temsil etmiş bir isim olan İnşaat Mühendisi Necati Şahin sosyal medyasında konuyla ilgili ‘BTSO-TEKNOSAB-TEKNOSAB LOJİSTİK PARK!!!’ başlıklı bir paylaşım yaptı.

Yazılanları olduğu gibi aktarıyorum;

“Üye sayımızın 55 bin 276’ya ulaştığı BTSO’nun 45 yıllık üyesiyim. Meslek üst kuruluşumuz olan BTSO’dan sürekli olarak ısrarla TEKNOSAB LOJİSTİK PARK’a ortak olmamız ile ilgili davet aldık.

Toplantılardan birisine katılma şansım oldu.

Yıllardır sadece aidat ödediğimiz BTSO’muzun yüzünü üyelerine döndüğünü düşünmüştüm. Neticede inceledikçe; ‘olmaz, olur mu, hayret…’ sözcüklerini gayri ihtiyari söylediğimin farkında bile değildim…

Tespitlerimi Bursa kamuoyuna ve BTSO’nun değerli meclis üyelerine arz ederim…

1-100’de 100 sermayesi BTSO’ya ait olan ve ekte belgesini sunduğum BTSO LOJİSTİK A.Ş. 2020 tarihinde yine BTSO’ya ait bir başka şirket olan BTSO MESLEKİ YETERLİLİK SINAV VE BELGELENDİRME MERKEZİ A.Ş. ile birleştirilerek faaliyetine son vermiştir!

2-BTSO ve TEKNOSAB ile isim kullanma dışında hukuki hiçbir bağı olmayan, sadece BTSO yönetim kurulundaki 5 üyenin kurduğu ‘TEKNOSAB LOJİSTİK PARK’ adlı şirket kurulmuştur!

3-Sonrasında BTSO ve TEKNOSAB ile hiçbir hukuki bağı olmayan ‘TEKNOSAB LOJİSTİK PARK’ şirketinin kurucu 5 ortağı ile ilave 3 şahıs ile birlikte bu lojistik firmasına fon sağlamak üzere ROTA PORTFÖY YÖNETİMİ A.Ş. de yeni bir oluşum gerçekleştirilmiştir!

4-Küçük bir sermaye ile kurulan bu şirketlerin kurmayı planladıkları LOJİSTİK PARK ile ilgili yerlerin tapuları şirket üzerine kayıtlı değildir!

5-Sıradan herkesin kurabileceği bu iki şirkette BTSO ve TEKNOSAB ismi kullanılarak yatırım yapılması istenmesi bana gayet manidar geldi!

6-Bir başka manidar konu da BTSO yönetim kurulunun aldığı 18.11.2024 tarih ve 2182/B karar ile BTSO ile hukuki hiç bağı olmayan ROTA PORTFÖY YÖNETİMİ A.Ş. adlı şirkete 55 bin 276 kişinin alın terinden toplanan paradan 200 milyon TL. yatırım yapmak üzere bugün BTSO meclis üyelerinden yetki talebinde bulunulacaktır!

Saygıdeğer Meclis Üyelerimizin bu konuda sağduyulu davranacaklarını düşünüyorum.

Netice olarak;

BTSO’muzun yönetimi,

**2015 yılında kurdukları TEKNOSAB ile Çevre Düzeni Planımızda verimli tarım toprakları olarak görünen 8.5 milyon metrekaresini Bursa’da yerel yönetimlerimizin ve Bursa’nın haberi olmadan sanayi bölgesine çevirerek değerlendirdiler!!!

**TEKNOSAB’ta 9 yılda 170 sanayi parselimizin sadece 30 civarında yatırımcıya tapularını verebildiler!!!

**9 yılda sadece %11’lik bölümünü faaliyete sokabildiler!!!

**Bu gidişle onlarca yıl sürecek TEKNOSAB’ımızın inşaat halindeki vaziyetine acil lojistik bir park ihtiyacını öncelediler!!!

**Bursa’nın can suyu olan, 2050 yılına kadar Bursa’nın içme suyu ihtiyacını karşılaması, Mustafakemalpaşa Ova sulama suyu temini, Uluabat Gölünün ekolojik dengesinin korunması için can suyu olarak verilmesi için planlanan Çınarcık Barajı’nın yıllık 140 milyon m3 kapasiteli suyunun önüne 2 adet regülatör konularak kendisi için planlanmayan 70 milyon m3’ü TEKNOSAB’a yönlendirilerek değerlendirilmesinin yanı sıra, yönetimimiz şimdilerde BTSO üyelerinin yastık altındaki birikimlerini değerlendirmek istemektedirler!!!

Çalışmalarında kolaylıklar diliyoruz.

Ayakları taşa değmesin diyoruz…”

Daha ne kadar açık anlatılırdı durum bilemiyorum.

Konuyla ilgili rahatsızlık duyan tek üyenin Necati Şahin olduğunu düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz.

Bursaport muhabiri Pelin Akdemir geçtiğimiz ay düzenlenen meclis toplantısında konuyla ilgili yapılan bir konuşmayı haberinde şöyle aktarıyor;

“BTSO Meclisi’ndeki konuşmasında bu durumu gündeme getiren üyelerden Irmak Aslan, ‘5 kişinin sahip olduğu bir şirketten bahsediyoruz. Biz bu fona para yatıracağız, ama bu yatıracağımız fon 5 kişinin TEKNOSAB içerisinde yapacağı yatırımı finansa etmek için planlanıyor. Bu şirket 5 kişinin sahip olduğu TEKNOSAB’ın içerisinde yatırım yapma imtiyazı olan bir şirketin yatırım finansmanı için çıkartılıyor’ diyor.

10 yıllık fonun 2 yıl geri ödeme süresini kapsadığını belirten Aslan, burada yapılacak olan yatırımla en iyi ihtimalle paranın korunacağını ifade ediyor. Aslan, ‘Kira belli değil, nasıl verileceği, nasıl işletileceği belli değil. Sizin soru sorma hakkınız bile yok’ diye konuşuyor!”

BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay ve yönetimdeki 3 kişinin hem BTSO hem TEKNOSAB hem de şirket yönetim kurulunda bulunmasının ve lojistik merkezi imtiyazını ihalesiz olarak kendi şirketlerine vermelerinin ‘görevi kötüye kullanma suçunu’ gündeme getirebileceği iddiaları da var!

Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nde başhekim kim olacak?

Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nde başhekim kim olacak?

‘Bursa’nın sağlığı entübe olmak üzere’ diye geçen hafta içinde yazı kaleme almıştık. Bugünde Bursa ve Güney Marmara Bölgesi’nin yakın tarihe kadar en iyi onkoloji hastanelerinden birisi olan Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nden bahsedelim.

Öncelikle hastaneden bahsetmek için zaman tünelinde yolculuk yapalım. Hastanede gerçekten altın dönem olarak nitelendireceğimiz dönemler var. Onlardan ilki Prof. Dr Sedat Demir‘in başhekimlik dönemi diğeri de Oktay Çelik’in başhekimliğinde geçen dönem…

Bu dönemleri değerlendirecek olursak Çelik’in başhekim olmadan bir de başhekim yardımcılığı dönemi bulunuyor….

Gerçekten her iki ismin dönemi altın dönemdi.

Ek binalarla hastane sayısı tabiri caiz ise dörde kadar çıkmıştı. Bir tarafta Uludağ yolundaki ek bina, diğer tarafta SGK İl Müdürlüğü yanındaki bina, öte tarafta ise Tahtakale’de Çakırhamam’ın arka tarafındaki bina…

Bunun yanı sıra her gün kemoterapi ve radyoterapi ünitesinde yüzlerce hastanın tedavi olması…

Sonrası malum…

Ek binaların her biri teker teker kapatıldı.

Kadronun bir kısmı ise Şehir Hastanesi‘ne tayin oldu.

Bir kısmı özel sektöre geçti.

Uzunca bir süre de kemoterapi ve radyoterapi ünitesi verimli çalışmadı.

Sonrasında ise hastane tabiri caiz ise A sınıfı hastaneden polikilinik seviyesine düştü.

Şimdilerde ise bir başhekimi bile yok!

Endoskopi ve kalonoskopi ise sınırlı sayıda…

Birinci sınıf olarak nitelendireceğimiz ameliyatlarda vatandaş tercihini özel hastanelere doğru kaydırdı.

Hastanede ameliyat sayısında ciddi oranda düşüş oldu.

Devletin kaynağı bir anlamda atıl hale geldi…

Yazık günah!..

Hastanenin bir an önce eski günlerine dönmesi şart.

Bunun için de önce kadro takviyeleri yapılmalı.

Eksik branşlar tamamlanmalı.

En azından bunu yanı sıra bazı branşlara da genel cerrrahi olmak üzere takviyeler yapılmalı.

Ve en önemlisi vekaleten değil asaleten başhekimlik görevini üstlenecek  yönetici atanmalı.

Hem de gecikmeden.

Başhekim de sürekli hastanede olmalı…

Kim atanacak?

Onu biz bilemeyiz.

Ama bizim bildiğimiz karar vericilerin önünde isimlerin olduğu.

Nasıl bir başhekim olmalı diye bana sorsalar;

Geçmişte hastanede görev apan Sedat Demir ve Oktay Çelik, yine Bursa Devlet Hastanesi’nin altın çağını yaşatan Bülent Hakan Tekin, Metin Deniz Savaş gibi bir başhekim atanırsa hastane önce kendi sağlığına kavuşur ardından sağlık dağıtmaya….

Bakalım kim atanacak?

Bekleyip, takip edelim…

Müzecilik deyince de biz…

Müzecilik deyince de biz…

Müzecilik pek öyle becerebildiğimiz bir iş değil bizim. Eskiye dair kıymet verdiğimiz ne varsa evimizde saklamaya, beceriye dair paha biçilecek ne varsa bizimle ölüp gitmesine göz yumarız genellikle.

Bu durum ülkenin tamamı için geçerliyken bir turizm kenti olmaya çalışan Bursa için çok daha mühim şimdilerde. Çünkü elindeki tarihe dair kıymetli ne varsa bir kenara itilmiş olan bu şehirde insanlara gezecekleri, görecekleri, daha çok vakit geçirmek için can atacakları bir şeyler vermeliyiz.

Bunun için şehrin değerlerinden başlamak en yerinde olan karar elbette.

Bir de müzecilik…

Müzecilik dedin mi de Bursa’da akla gelen en güçlü isimlerden biri Dr. Ceyhun İrgil olur her defasında.

Başarılı doktorluk hayatının ardından kendisini bu işlere vakfetmiş, şehrin her yerine her ailesine dokunmuş, son derce saygı değer bir isimden bahsediyoruz hatırlatmak isterim.

Gelelim konumuzun ana gündem maddesine…

Malumunuz Yıldırım Mayruk ve Barbaros Şansal geçtiğimiz günlerde Bursa Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret ettiler.

Konunun ana kahramanı ünlü modacı Yıldırım Mayruk’tu, sosyal medyayı son derece aktif kullanan popüler bir isim olması nedeniyle tüm ziyaret Barbaros Şansal’ın üzerinden kurgulandı.

İşin içine biraz da yanlış anlaşılma katılınca, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey Yıldırım Mayruk ve Barbaros Şansal’a tarihi belediye binasını veriyor gibi bir algı meydana geldi.

Bu konunun çok daha önce de gündeme geldiğini, geçmiş dönem CHP Bursa Milletvekillerinden, sevgili doktorum Ceyhun İrgil’in sosyal medyadaki paylaşımından öğreniyoruz.

Paylaşım şöyle;

Aslında bir önceki AK Parti belediyesi döneminde başlayan, ilk görüşmeleri 2020-2021’de yapılan bir proje bu

Bursalı sanatkar Yıldırım Mayruk’un doğduğu kente katkı ve tekstil sanayi için bir atılım olması amacıyla bağış yaptığı bir proje…

Yıldırım Bey’in bu bağışında onun birikimini, koleksiyonunu Bursa’ya kazandırmak, özellikle 300-400 kadına iş sağlayacak, binlerce gence meslek öğretecek bu proje, tarih ve sanatsever herkesin destekleyeceği bir çalışma…

Umarım özellikle eğitim, tasarım ve üretim bölümleri gerçekleşir. Bursa tekstil sanayi için de önemli bir gelişim olur. Yıldırım Bey’in amacı tekstil kenti olan Bursa’nın aynı zamanda Moda Başkenti olması. Bu nedenle doğduğu, büyüdüğü kente bunu bir görev olarak görüyor.”

Yer konusuna gelince…

Şuan tadilat için boşaltılan Balibey Han ya da Tarihi Büyükşehir Belediye Binası ya da Tayyare Kültür Merkezi bu projenin mekanı olmayacak. Olsa garip olur, olsa herkes karşısında durur zaten…

Konunun başından beri, tahsis edilecek yer tarihi binalarla hiçbir alakası olmayan; ancak tarihi binaların bulunduğu bölgede kalması nedeniyle bu yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdiğini sandığım, tarihi binanın çaprazındaki Zabıta ve Sosyal Yardımlaşma binası.

İşin içinde Yıldırım Mayruk’un çok kıymetli koleksiyonunu bağışlaması var, bir zamanların tekstil kenti Bursa’sının aynı zamanda Yıldırım Mayruk sayesinde “tasarım” konusunda da anılır duruma gelecek olması, tekstil kenti unvanını yeniden kazanması ve özellikle kadın istihdamı konusunda atılacak adımlar var. Konu neden Barbaros Şansal ve yaşam tercihleri üzerinden değerlendiriliyor anlamak güç! Daha doğrusu konuyu böyle değerlendirip baştan olumsuzlamak kolay…

Evet, burası bir tasarım ve üretim atölyesi olacak plana göre…

Evet, başarılı da olabilir başarısız da olabilir. İyi niyetle başlanan tüm projelerde, tüm girişimlerde olduğu gibi…

Bursaport’dan genç meslektaşım Pelin Akdemir, Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkan Güney Özkılınç ile konuya dair konuşmuş. Kendisinden alıntılıyorum;

“Yıldırım Mayruk, Bursa doğumlu bir modacı. Türkiye’de onun giydirmediği sanatçı, siyaset insanı yok gibi. Turgut Özal’ın eşinden Mesut Yılmaz’ın, İnönü’nün eşine, daha birçok siyasetçi yakınını, eşini giydirmiş birisi diktiği kıyafetlerle. Yine Türkan Şoray’ı ve onun gibi birçok sanatçıyı giydirmiş bir modacı. Bu proje AK Parti döneminde gündeme gelmişti, hep tamam yapacağız denmiş, insanlar, projeler öylece bırakılmış” diyor Özkılınç.

Hatırlatalım dönemi…

İnsanlar çağrılır, projeler hakkında konuşulur, iki fotoğraf çekilir, bir haber servis edilir, gerekirse birkaç ziyaret yapılır, sonrası Allah’a emanet bırakılır. Yalandan temel atmalara benzer çoğu girişim…

Bu iş olur mu, tutar mı, tutması için ne nasıl yapılmalıdır, kime neye ne kadar faydası olur, tüm Bursa’ya faydası olması için neler yapılmalıdır bence oturup onları konuşalım. Kent Konseyi bu konuyu tartışsın gerekirse, projeler, fikirler üretilsin…

Mevzu Barbaros Şansal’ın popüler kimliğinden çok farklı bir iş. Konunun özünde Yıldırım Mayruk ve Bursa var. Bu gerçeklik unutulmasın…

İşin içinde şehrin menfaati dışında bir şey olursa da hep birlikte yine karşı duralım…

ARTKAF’da Gümüş dönemi…

ARTKAF’da Gümüş dönemi…

Hafta sonu  pazar günü Bursa’da önemli bir kongre vardı. Kongreyi gerçekleştiren sivil toplum kuruluşu ise  Artvin-Kafkas Dernekleri Federasyonu idi.

Kongreye başkan olarak giren Murat Aydın‘ın tekrar aday olmayacağını daha önce bu köşede kaleme almıştık.

Buna paralel olarak da  Özgür Gümüş ile Nazım Kara adaylıklarını ise daha önce açıklamıştı.

Her iki aday da kongre gününe kadar sürekli sahada çalıştılar.

Öte yandan, asıl merak edilen bu süreçte son dakikada üçüncü bir adayın çıkıp çıkmayacağı konusunda kulis bilgileri sürekli kulağımıza geldi.

Diğer merak edilen ise kongrenin ilk toplantıda gerçekleşip gerçekleşmeyeceğiydi.

Gerçekleşmez ise bir sonraki kongre Merinos AKKM‘de gerçekleşecekti.

Genelde bu tür kongrelerde ilk toplantıda yeterli çoğunluk sağlanamaz. Çoğu zaman başkan, çoğunluk aranmaksızın gerçekleşen ikinci kongrede seçilir

Federasyon merkezinde gerçekleşen kongrede oy kullanma hakkına sahip  51 dernekten 271 delegeden kongreye katılım ise ilk toplantıda 200’ün üzerinde idi.

Bu da delege sayısının yarısının geçtiği için  kongrenin gerçekleşmesi için yeterliydi.

Büyük heyecan içerisinde gerçekleşen kongreyi Özgür Gümüş kazandı.

Asıl iş şimdi başlıyor…

O da;

Sandıktan başkan olarak çıkan Özgür Gümüş ve ekibinin bu süreçten sonra neler yapacağı…

Bu anlamda Gümüş’ün seçimin ardından yaptığı kısa konuşma birleştirici olma adına  önemli.

 “Hedefimiz daha güçlü, daha enerjik ve birbirine kenetlenen bir federasyon oluşturmaktır. Tüm derneklerimizin katkısıyla, hayata geçireceğimiz projelerle dayanışmamızı pekiştireceğiz.”

Bursa’da oldukça etkin bir STK olan Artvin ve Kafkas Federasyonu hangi icraatları yapacak?

İlerleyen süreçte hep beraber öğreneceğiz ve göreceğiz.

Özgür Gümüş’ün listesi şu şekilde oluştu.

Erdinç Altun, Yaşar Cihan, Dursun Gülmez, Ahmet Lizor, Kardelen Akgün, Doğuş Bilgin, Erkan Yeğin, Mehmet Ali Koçak, Ömer Özbek, Cenk Altunkaya, Selcan Coşkun, Özgür Akdemir, Osman Akyürek, Kirman Balcı asıl yönetimde yer aldı.

Ömer Pehlivan, Çağatay Ayık, Erdinç Usta, Erol Atıcı, Halil Aydın, Ceren Altuntaş, Filiz Şişma, Şengül Sarıçiçek, Ufuk Yaldız,  Musa Akdeniz, Nihat Yazıcı, Erol Taş, Osman Sönmez, Nebiz Aşçı, Şevken engin yedek yönetim kurulu listesinde yer aldı.

Düşünsel Şentürk, H.Canan Çelik Tunar, Can Zengin denetim kurulu asil listesinde yer alırken, Erkan Bahçeci, Zülküf Çakal, İbrahim Muratoğlu yedek denetim yönetim kurulunda yer aldı.

Bize şimdilik düşen başarı dilemek hayırlı olsun demek…

 

Bugün gündem kreşler…

Bugün gündem kreşler…

Ülkenin sinir uçlarıyla oynamak böyle bir şey olsa gerek. Bir süredir AK Parti hükümetinin nabız yoklamak usulüyle ilerlediğini biliyoruz. Öncelikle bir çıkış yapılır, ‘Şu yasak, bu kaldırıldı, şu getirildi, bu böyle olacak…’ kabilinden açıklamalar ortaya salınır, sonrasında kamuoyunun ve halkın tepkisi ölçülür. Eğer tepkiler tolere edilebilir gibiyse konu üzerinde yürünmeye devam edilir, yok tepkiler tolere edilir gibi değilse, ‘yanlış anlaşıldık, biz öyle demedik, yanlış bilgi yaymak suçundan sizi…’ şeklinde işin içinden sıyrılmaya çalışılır.

Bugünün bahsettiğim biçimde ilerleyen gündem maddesi kreşler…

Kreş deyip geçmeyin, bir hanenin geçiminde son derece önemli bir yerde duruyor kreşler. Artık bir kişinin maaşıyla sadece kira ödeyebilen dar gelirlinin yaşamak için karı koca çalışması gerekiyor. Arada bir de çocuk varsa bakımı çok önemli bir husus, zira artık eskisi gibi geniş aileler içinde hayla huyla büyümüyor çocuklar.

Dolayısıyla bir hanenin geçiminin merkezinde çocuğunun bakılacağı kreş duruyor ki, kadın da çalışma hayatına dahil olup evin geçimine katkıda bulunabilsin. Gel gelelim kreş ücretleri son derece yüksek, daha doğrusu ülkede eğitim son derece pahalı bir müessese artık.

İşin bu ucundan yakalamış olan AK Partili belediyeler her mahallede bir kreş diyerek çıkmıştı vakti zamanında yola. Şimdi belediyeleri AK Parti’den devralan CHP’li belediyeler de devam ettiriyor başlayan süreci.

Belediyelerin açtıkları kreşler ekonomik olarak da aileleri rahatlatıyorlar. Fiyatlar çok daha uygun.

Bursa’da yıllardır süren belediyelerin kreş açıp işletmesi, hatta bunu seçim vaadi olarak sunması konusu, şimdiye kadar hiç sorun olmazken, bugün sorun oldu.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tüm belediyelere gönderdiği talimatla, belediyelere yeni kreş açılışı yapılmaması, mevcut kreşlerin de kapatılması emrini iletti.

Haydaaaa…

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin; “Belediyeler anaokulu açamazlar, açmamalılar. Bu okullar mevzuata uygun mu bilmiyoruz. Bize herhangi bir başvuruda bulunmadılar, ruhsatları yok. 2007’den beri kimseye ruhsat vermedik. Açılanlar varsa kanuna aykırı biçimde açılmışlardır. Belediyeler anaokulu ve anasınıfı açamaz. Belediyelerin açtığı hiçbir okula ruhsat vermedik. İmamoğlu hukuk devleti ne bilmiyor. Hukukta karşılığı olmayan bir iş yapıyorlar. Yazı kreşle alakalı değil, zaten bakanlık yetkisi dışında” diyor.

Yazıda şöyle bir ibare var; ‘Belediyelere bağlı kreş adı altında yerler olduğunun tespit edildiği…’ yani yazı kreşlerle alakalı. Üstelik Bursa özelinden bakarsak, şimdiye kadar AK Partili belediyeler tarafından açılıp işletilen bu kreşler şimdi mi yasadışı hale geldi? AK Partili belediyeler yıllarca bu kreşleri ruhsatsız biçimde mi çalıştırdı? Kendi belediyeleriniz yıllarca usulsüzlük mü yaptı?

Önce çıkış yapıldı, tepkiler yükseldi, ardından, Dezenformasyonla Mücadele Merkezi; “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, belediyelerin açtığı kreşlerin kapatılmasına ve yeni kreş açılmamasına karar verdi’ iddiasını yalanladı ve kapatılması değil, kuruluş amacı ve yönetmeliğine uygun faaliyetlerde bulunması gerektiğinin vurgulanmıştır” dedi.

Sonuç…

Eğitim-İş Genel Özlük-Hukuk ve TİS Sekreteri Yeliz Toy’un sözleri ile kapatalım yazıyı; “Belediyeler kreş açtığında yoksul aileler için Kuran Kursları ve sübyan mekteplerine alternatif imkan doğurduğu için Milli Eğitim Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı tarafından engellenmek isteniyor. Millî Eğitim Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın yapmaları gereken merdiven altı sübyan mekteplerini tek tek tespit edip çocuklarımızı tarikatların pençesinden kurtarmaktır.

***

CHP Osmangazi’de imzalar tamam

 

CHP Osmangazi’de olağanüstü kongreye gitmek için imza toplandığını biliyorduk bir süredir. Takip ettiğimiz de bir konuydu malum. Turgut Özkan, İsmet Karaca, Gürhan Akdoğan ve Ahmet Memişoğulları’nın iddialı çalışmalarının sonuç vereceği, telaffuz edilen 200’ün üzerindeki imza sayısına ulaşılacağı kesin gibiydi.

Beklenen gerçekleşti.

CHP Osmangazi İlçe Başkanlığı ve CHP Bursa İl Başkanlığı’na imzalar ile ilgili tutanak teslim edildi.

Yapılan açıklamada;

“Bugün, Cumhuriyet Halk Partisi Osmangazi İlçesi delegeleri olarak, Olağanüstü seçimli İlçe Kongresi talep eden, 233 delegenin imzalarını teslim etmek üzere İlçe Başkanlığına geldik. İlçe delege sayısının, yüzde 65’i gibi büyük bir oranda, olağanüstü kongre ve seçim talep eden delegelerimizin iradesi doğrultusunda, seçimli olağanüstü ilçe kongresinin, partimiz geleneklerine yakışır şekilde, birlik ve beraberlik içinde, zaman kaybetmeden yapılması ve partimizi iktidar yapacak siyasi çalışmalara bir an önce başlanması, tüm delegelerin ortak dileğidir” denildi.

İl Başkanlığına imzaları götüren ekip içinde Bülent Özdemir, Ali Osman Sansar, Osman Kaçar yer alırken, Osmangazi İlçe Başkanlına imzaları Bülent Özdemir teslim etti. Özdemir’in adının Osmangazi İlçe Başkanlığı adaylığı için geçtiğini de söylemek lazım.


Avukat Mustafa Şenyurt
’un da iddialı adaylar arasında yerini alacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Şimdi soru şu; Cengiz Çelikten’i olağanüstü kongreye götürmek üzerinde anlaşan konsorsiyum CHP Osmangazi’de tek aday üzerinde anlaşarak Çelikten’in karşısına güçlü bir biçimde çıkabilecek mi? Yoksa Çelikten konsorsiyumun çok adaylı yapısından yararlanarak bu seçimden güçlenerek mi çıkacak?

 

Kadınları yenemezsiniz

Kadınları yenemezsiniz

Avrupa’nın, laiklik ve modernleşmesi süreci neredeyse 400 yılda gerçekleşti.

Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik ve modernleşme hamlesi ile ülkemizde bu süre 15 yıla sığdırıldı.

Cumhuriyetin yaptığı inkılapların neredeyse tümü, toplum tarafından benimsenip uygulanıyor.

Amerikancı askeri darbeler, işbirlikçi siyasetçiler, tarikat ve cemaatler,

Cumhuriyetin ilklerini aşındırmaya çalıştılar. Yıllardır hem de…

Gelinen noktada Türkiye hala “Laik bir Cumhuriyet”  

Tam 100 yıldır.

Ancak laik cumhuriyet karşıtı bedhahlar kadın hakları ve kadının sosyal yaşamda görünür olması ile mücadeleyi öne almış görünüyorlar.

Kadının doğurması, kadının bakireliği, kadının çalışması, kadının giyinmesi, kadının okuması, kadının boşanması hep dertleri oldu.

Kadın giyimi konusunda, bir dinin bir mezhebinin genel kabul görmesi amaçlanıyor artık.

Dini nikâha anayasal geçerlilik kazandırmak doğal görünüyor.

Makul koşullarda çocuk yaşta evlilikler için ‘neden olmasın’ deniyor.

Kadının şiddetten korunmasını sağlayacak uluslararası sözleşme ve yaptırımların önü alenen tıkandı.

Kadının çalışma hakları, sosyal baskılar, eğitimsizlik ve çalışma koşulları yoluyla kısıtlanıyor.

Şüphesiz kültürel kodlarda zaten işli olan, kadının miras hakkı gaspı yoldadır.

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun açıklamasına göre, ülkemizde 1 Ocak-31 Ekim tarihleri arasında 357 kadın, erkekler tarafından öldürüldü.

Ancak kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele yasak.

Çünkü bir araya gelinerek yükselecek bir ses onların kadın ve laikliğe karşı yürüttükleri biçare mücadelenin ne kadar anlamsız olduğunu ortaya koyacak.

Bu yazı kaleme alınırken parlak nutuklar, capcanlı toplantılar ve havada uçuşan sayılarla kadınlar için neler yaptıkları anlatılıyor yalan medyalarında.

Ancak Anadolu’nun ozan sesine kulak verelim biz.

“Kadınlar insandır, biz insan oğluyuz”

Lojistik sektörü kepenk indirmeye hazırlanıyor!

Lojistik sektörü kepenk indirmeye hazırlanıyor!

Türkiye ekonomisi tabiri caiz ise sırat köprüsünde bir yerden ihracatın artmasını istiyoruz. Amma velakin ihracatı arttıracak kararları alamıyoruz.

Özellikle son zamanlarda Türk Lirasının aşırı değerlenmesi sonucu ihracatçının rekabet gücü her geçen gün azalıyor.

Bu minvalde yatırımcı yeni arayışlara girerken tedarikçiler de farklı pazarlardan alış yapmaya başladılar.

Bursa özelinde ilk başta ekonominin lokomotifi diyebileceğimiz tekstil sektörü kan ağlamaya başladı…

Benzer ağlamalar diğer sektörlere de bulaşmış durumda…

Buna paralel olarak da ihracatın satın alınan ülkeye ulaştıran daha doğrusu lojistik işini yapan firmalar da kepenk indirmeye hazırlanıyor.

Ne hikmetse lojistik firmaları birileri tarafından üvey evlat gibi görülüyor ya da gösteriliyor.

Unutmamak gerekir!

Lojistik firmaları olmazsa yerini hemen yabancı firmalar ikame edebilir.

Onlar ülkemize getirdikleri malları bırakırken giderken de dolu giderler.

Böyle olursa önemli bir döviz kaybı da gündeme gelebilir.

Yapılması gereken basit…

Bu noktada kurun artırılması gerekiyor.

Bunun adı devalüasyon.

Ekonomi kurmayları devalüasyona sıcak bakmıyor.

Geriye tek bir şey kalıyor.

Lojistik firmalarına teşvik sağlanması….

O teşvik misal olarak çalışan şöförlerin sigorta primlerine destek şeklinde olabilir. Bir anlamda muafiyet sağlanabilir.

Uluslararası nakliyede kullanılan araçlar taşıt pulundan muaf tutulabilir.

Öte yandan araç alımlarında ÖTV ve KDV muafiyeti sağlanabilir.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Eğer yapılmaz ise ne mi olur?

Lojistik firmaları kapılarına kilit vurmak durumunda kalabilir.

Bazı firmalar  yatırımlarını yurtdışına  taşır paralelinde yurtdışında yer açmaya başlarlar.

Sonrasında önce işssizlik artar, vergi kaybı oluşur,  sonrasında ise yurt içinde kalacak para yurtdışına çıkmış olur. Kısaca dövizimiz gider…

Bu da bir anlamda ithalatın artması demek olur…

O açıdan bakınca daha da gecikmeden bugünden tezi yok,geç olunmadan  önlem alınmalı….

Öneri bizden değerlendirmek onlardan.

‘Sizin mülkiyetiniz, bizim sorunumuz!’

‘Sizin mülkiyetiniz, bizim sorunumuz!’

Bursa gibi düğmesi en baştan yanlış iliklenmiş şehirlerde kentsel dönüşümden ziyade şehrin yeniden inşa edilmesi konuşulur hale geldi. Haksız da değil hani bunu konuşanlar, kentin yapı stokunun en iyi ihtimalle yüzde 65 gibi bir oranı depreme dayanıksız, üstelik şehir üç canlı fay hattının üstüne kurulmuş. Sağdan, soldan, ortadan, daimi deprem riski ile burun buruna. Bir de alüvyon ovası olarak tarif edilen Bursa Ovasının tam ortasında yüksek katlı yerleşimlerin bulunduğu hesaba katıldığında insan bu portreye neresinden bakacağını şaşırıyor.

Tüm bu keşmekeşin içinde Bursa Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde bir akademik kurulun ve şehir STK’larının tümünün katılımı ile ‘Bursa’nın Anayasası’ olarak adlandıracağımız 1/100.000’lik plan hazırlığı var çalışmalarına bir kez daha başlanmış olan.

Hatırlarsınız geçtiğimiz günlerde BUSİAD bir ara rapor sunmuş ve şehrin yeniden planlanması sürecinde nelere dikkat edilmesi gerektiğini anımsatmıştı.

Bugün de İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’nin yine1/100.000’lik plan hazırlığına altlık oluşturacak nitelikteki Kentsel Dönüşüm Çalıştayı’na konuk olduk.

Konuşmacıların tümünün ‘bina yenileme’ adını da verebileceğimiz, yık-yap modelli dönüşümden uzaklaşıp en azından ada bazlı, hatta mümkünse mahalle bazlı, semt bazlı dönüşüm fikriyle şehri yenilemeye sıcak baktığını söyleyebilirim.

Burada açılış konuşmasını yapan İMO Bursa Şube Başkanı Serdar Atilla Erdem’in; “Yık-Yap anlayışından süratle çıkılmalı, kentsel dönüşüm adına bilimsel ve teknik tüm yöntemler masaya yatırılmalıdır. Kentsel dönüşüm, başka bir kent sorununa dönüşmeden topyekun Bursa için ayağa kalkılmalıdır” cümlesi kıymetli.

Konuşmacıların üzerinde ısrarla uzlaştıkları bir diğer konu ise mülkiyet sorunu. Konuya ilişkin ilk sözler Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz’dan geldi. Öncelikle;

“Yakın zamandaki göçlerle şekillenen ‘Yeni Yıldırım’ bölgesinde yeni imar planlarını uygulamak için çok çalışma gerçekleştirdik. 10 binden fazla hak sahibinin tapu problemini çözdük. Bu sayı yakında 40 bine ulaşacak. Böylelikle kentsel dönüşüme altlık oluşturacak mülkiyet sorununu çözmeyi hedefliyoruz” dedi Yılmaz.

Hemen sonrasında da yine mülkiyet sorunu konusundan uzaklaşmadan bir anısını anlattı ve cümleyi şöyle bağladı; “… Şehir plancısı arkadaş, ‘mülkiyet kulların olmamalı. Çünkü mülkiyet kulların olunca problemler çıkıyor’ dedi. Bizim de bugün kentsel dönüşümle ilgili yaşadığımız en büyük problem yaptığımız plan ve uygulamalar değil, mülkiyet sorunudur. Burada belki yeni bir bakış açısı ortaya koymak gerekiyor ki bu dönüşümün daha hızlı bir şekilde gerçekleşsin.”

Aklımın bir köşesinde ‘Mülk Allah’ındır’ sözü, diğer köşesinde Oktay Başkan komünist yaklaşımlardan mı dem vuruyor çelişkisi, öyle düşünürken kürsüye Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey geldi.

Şehirde sanayicinin istekleri olduğunu da biliyoruz, tarım alanlarının ve ormanlık alanların korunması gerektiğini de biliyoruz, Bursa’nın ikliminin değişmeye başladığının da farkındayız, yeni konut alanları ihtiyacının da bilincindeyiz ve tüm bunları hep birlikte değerlendireceğiz minvaldeki klasik konuşmasının dışında cümleler de sarf etti Başkan Bozbey;

İyi planlanmış kentlere baktığımızda mülkiyet sorunu olmayan kentler olarak görürüz onları. Ama bize geldiğimizde mal canın yongasıdır diyor vatandaş. Bir metrekare dahi bir yerden almaya çalışsanız vatandaşımız birdenbire karşınızda durabiliyor. Belki artık genel yönetimin mutlaka bu mülkiyetle ilgili konuyu gündemine alıp kentlerin geleceğini insanlık adına belirleme konusunda daha farklı yasalarla kentlerin daha iyi planlanmasını sağlayabilir

Cümle biraz karışık oldu farkındayım. Konuşmanın doğal akışını bozmak istemediğim için olduğu gibi korumaya çalıştığımdan böyle bir yazı ile karşı karşıyasınız. Bir diğer taraftan, kafaların da bu konuda ne denli karışık olduğunu görmenizi isterim.

Yazımın en başında demiştim düğmesi yanlış iliklenen kentlerden biri Bursa diye. Tam da bu yanlış ilikleme sonucunda sürekli gelen göçlerin gecekondu tipi yapılaşmasına göz yummak bir yana, bu durumdan belediyeler olarak da gelir elde edilmişken yıllardır, toprak alış satışına, bina yapılmasına göz yumulmuşken çeşitli sebeplerle ve bu insanlar yıllardır oturuyorken bu evlerde, sen şimdi onlara kalkıp ‘aslında senin mülkiyet hakkın kentsel dönüşümün önünde bir engel oluşturuyor’ dersen biraz garip olur tabi. Doğal olarak da insanlar önlerindeki bu sorunla nasıl baş edeceklerini bilemedikleri gibi çözümü nasıl dillendireceklerini de bilemiyorlar.

İkinci Meşrutiyetin Eğitim Bakanı Emrullah Efendi’nin; ‘Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim’ sözü gibi oluyor haliyle anlatılanları dinlerken başını sokacak tek evinden olmak üzere olan vatandaşı düşündüğümde durum.

Konunun sosyolojik boyutuna en hakim isimlerden birinin Vali Yardımcısı Salih Altun olduğunu görmek ise benim için şaşırtıcı oldu. Genellikle basit bir selamlamanın ötesine geçmeyen ‘bürokratik durumun gereğini yerine getirdim’ şekilli katılımlara alışık olduğumdan, Vali Yardımcısı Altun’un dokunaklı, sosyoloji ve tarih içerikli, ayın zamanda felsefe dayanaklı konuşması hayli etkileyici geldi bana.

“Türkiye’nin ilk bozulması iç göç üzerinde olmuştur. Bir zamanlar küçük küçük ilanlar görürdük büyük şehirlerin her yerinde ‘overlokçu, son ütücü, katlamacı aranıyor…’ şeklinde. İşte o overlokçular, son ütücüler, katlamacılar bulundu. Samsun’dan, Sivas’tan, Kastamonu’dan, Erzurum’dan geldiler. Yaşamak için kendilerine evler yaptılar, mahalleler kurdular… Çünkü şehirleşmeye zaman yoktu, sanayicinin vakti kıymetliydi…” diye başlayan konuşma yanlış iliklenen düğmenin nerede yanlış iliklendiğini de açıklıyordu.

“Bir bölgede yaşayan insanlara kentsel dönüşüm daha güzel olacak demeden önce komşuluk ilişkileriniz aynen bu sıcaklıkta sürecek demezseniz o kenti dönüştürme şansınız yok!” gibi iddialı bir cümle daha geldi hemen ardından.

Mülkiyet konusu Jan Jak Russo’dan beri tartışmalı bir konu. Bu ülkede ev sahibi olmak bir pasif gelir aracıysa önce bu sorunu çözmek gerekir. Her insanın bir evde oturma hakkı vardır, peki her insanın bir evi kiralama hakkı var mıdır? Bunu düşünmeliyiz… Mülkiyet böylesine değerli bir hale getirilirse insanlar bunun için sizinle mücadele eder, çünkü değerli bir şeyin peşindesiniz ve o değeri kimse kaybetmek istemez…” diye devam etti konuşma.

Çarpıcı yaklaşımlardı, kafamda çarpışan düşüncelerdi, yüzlerce evi olanın değil de iki evinden biri kirada olanın bakış açısıyla yapılmış bir konuşmaydı, son derece halktan bir konuşmaydı.

Hasılı kelam, kentsel dönüşüm yapacağız, ama herkesin kendi malına sahip çıkması bizi zora düşürüyor konseptli açılış konuşmalarının ardından yapılacak olan sunumların özetini de başka bir yazıya bırakarak müsaadenizi isterim…

Kentsel dönüşümle beraber ata ocağına dönüş de teşvik edilmeli…

Kentsel dönüşümle beraber ata ocağına dönüş de teşvik edilmeli…

Türkiye’de 25 yıldır konuşulan fakat 25 cm ilerlenmeyen konu nedir? Diye sorsalar bu sorunun anıtı gayet basit…

Kentsel dönüşüm…

Özellikle yaşanan Marmara depremi ile aşılanmaya çalışılan deprem ve kentsel dönüşüm bilince her yıl 17 Ağustos’ta Marmara Depreminin yıldönümünde konuşuluyor…

Ama sadece konuşuluyor…

Değişim ve dönüşüm konusunda ise tık yok.

Gerçek anlamda dönüşüm ise maalesef 6 Şubat depreminin ardından maddi ve manevi kayıpların yaşandığı Kahramanmaraş, Gaziantep’in de içinde bulunduğu 11 ilde gerçekleşti.

Binlerce insanımızı kaybettiğimiz büyük deprem sonrasında milyarlarca dolar da maddi kaybımız oldu.

Manevi kayıpların telafisi yok.

Amma velakin maddi kayıpların telafisi noktasında önemli adımlar atılmış durumda.

Bölge şantiye gibi…

Binlerce konut teslim edildi.

Çok daha fazlasının da inşaatı devam ediyor…

450 bin konut yapılacak.

İşte yaşanan bu depremin ardından her an büyük deprem yaşama riski olan Bursa’da ise kentsel dönüşümle ilgili olarak İMO Bursa Şubesi bir çalıştay düzenledi.

Bu minvalde İMO Bursa Şube Başkanı Serdar Atilla Erdem’in çalıştayda konuştuğu şu ifadeleri fazlasıyla önemsiyorum.

İşte o ifadeler.

“ Burada sorun, bir doğa olayı olan depremde değildir. Sorun, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da olacak olan deprem ve diğer doğa olaylarından, ülkemizi ve kentlerimizi koruyacak yeterli çalışmaların ve planlamaların yapılamamış olmasındadır.”

Siz eğer ilk düğmeyi doğru iliklerseniz diğer düğmelerde doğru iliklenir.

Yanlış iliklenirse yanlış gider.

Bugün Bursa ve Türkiye özelinde yapanın yanına kar kalmış.

Plan desen hak getire.

Bir ada da üç parsel var, birinde 8 kat diğerinde 4 kat diğerinde ise 2 kat imar izni var.

Böyle plan olacaksa bırakın hiç olmasın.

Yine Bursa’da konuta açılan bölgelere baktığımızda geçmişte meyve ve sebze deposu olan bölgeler.

Bursa böyle plansızlık dahilinde geçmişte köy olan şimdi sitelerin olduğu yaklaşık 20 köyünü kaybetmiş.

Bugün geçmişte köy olan İhsaniye, Fethiye, Özlüce, Çalı, Demirci, Küçükbalıklı, Panayır ve Demirtaş başta olmak üzere her bölge inşaatlarla dolmuş durumda.

O zaman ne yapılmalı?

Bu konuda örnek olarak Almanya’ya bakmak yeterli.

Nüfusu Türkiye kadar olan ülkede eyaletlerde 1 milyonu aşan bölge sadece 2 eyalet var.

Kısaca nüfusu da sanayi ve tarımı da ülkeye plan dahilinde yaymış.

Kentsel dönüşüm gündeme gelirken diğer bir yandan da geri dönüş de planlanmalı…

Bunun için teşviklerin gündeme gelmesi şart.

Böyle bir durum gerçekleşirse hem kentsel dönüşüm olur hem de kalkınma…

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden…