Avrupa’dakiler yeşil, bizimkiler umursamaz!

Avrupa’dakiler yeşil, bizimkiler umursamaz!

İlk olarak 1987 yılında resmi olarak adı geçen ‘Sürdürülebilirlik’ kavramı, Birleşmiş Milletler bünyesinde çalışan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun ‘Ortak Geleceğimiz’ adlı raporunda ortaya çıktı.

Dünya kaynaklarının bitip tükenmeyeceğini düşünerek fütursuzca harcamak geçmişin kötü bir alışkanlığı olarak kaldı bu süreçten sonra pek çok Avrupa ülkesinde. Yeryüzündeki zararlı gazların ozon tabakasını delip güneşin zararlı ışınlarının dünyaya ulaşmasına sebep olduğu anlaşıldığı andan itibaren konuyla ilgili gardını alan ve sürdürülebilirlik kavramını hayatının merkezine koyabilenler şimdi bizden kat kat ileride bu konuda.

Biz hala olduğu yerde debelenen, 2024 yılına gelindiği halde hala şehrinin bir bölümünde vahşi çöp depolaması yapan, yer altı su kaynakları ile sanayinin su ihtiyacını karşılayan, fabrikalarının bacalarına filtre taktırmaya uğraşan ve çoğunlukla bu konuda başarılı olamayan, sanayi bölgelerinin arıtma tesislerini doğru biçimde çalıştırmasına duacı bir Bursa olarak duruyoruz karşınızda.

Şaşırtıcı belki, ama durum anlattığım kadar değil, anlattığımdan daha da vahim…

Dolayısıyla sürdürülebilir değil, hatta kaynak tüketici, sömürücü bir halden bahsediyorum…

Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Marmara ve İç Anadolu Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu işbirliğiyle düzenlenen ‘Yeşil Sanayi Yeşil OSB Zirvesi’nden bahsetmeden önce içinde bulunduğumuz durumu bir özetleyeyim de kürsülerden edilen güzel laflar eşliğinde aklınızda bambaşka bir Bursa canlanmasın istedim.

MARSİFED Başkanı Osman Akın’ın; ‘Yeşil dönüşüm yalnızca bir tercih değil, bir zorunluluk haline gelmiştir. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri bu dönüşümde liderlik yapmaktadır. Sürdürülebilirlik, bizler için bir sorumluluktan öte zorunluluk haline gelmiştir. Yeşil sanayi yalnızca çevreye duyarlı bir üretim modeli değil, aynı zamanda ekonomik kazanç ve toplumsal fayda arasında güçlü bir dengeyi temsil eder” diyerek sanayicileri iknaya çalıştı.

Bir de tabi, üretim sürecini yeşillendirmek için devlet teşvikinin şart olduğuna dikkat çekerek; “Vergi muafiyetleri, düşük faizli krediler, AR-GE destekleri ve yenilenebilir enerji projelerine yönelik teşvikler, bu sürecin hızlanmasında kritik bir rol oynamaktadır” dedi.

Son olarak da ‘torunlarımıza, çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakmak…’ konseptli dokunuşla konuşmasını sonlandırdı.

Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Emin Direkçi’nin konuşmasındaki en önemli konu, sıklıkla üzerinde durduğum ve hoyratça kullanımına hep karşı durduğum ‘su kaynaklarının korunması’ başlığını taşıyordu.

Direkçi, Bursa’da suyun etkin kullanılmasının önümüzdeki 5-10 yıl içinde hayati bir mesele haline geleceğini belirtirken; “Suyu çok hızlı ve hoyratça kullanıyoruz. Oysa suyun kıymeti, tahmin edemeyeceğimiz kadar artacak!” diyerek uyarıda bulunmak istedi. Çünkü ilginçtir, artık yöneticilerin yaptırımcı değil, ricacı olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Yönetmekten sorumlu kişiler, yönetmeleri gereken kişilere ricacı oluyorlar, iknaya çalışıyorlar ki, istediklerini yaptırabilsinler, aksi takdirde denetim, yaptırım, hukuk hak getire…

Sırada BTSO Başkanı İbrahim Burkay vardı.

“Bursa’nın ihracatında Avrupa Birliği ülkeleri yüzde 42’lik bir paya sahip ve bu durum yeşil dönüşümün gerekliliğini bizim için artırıyor. Avrupa Birliği’nin yeşil dönüşüm ve karbon ayak izi konusundaki regülasyonları Bursa’daki sanayicileri doğrudan etkiliyor. Türkiye’de hiçbir regülasyon, arıttığınız suyun ne kadarını geri kazandığınızı sormazken, şu an çalıştığımız tüm şirketler bunu bize soruyor. Geri kazanmadığınızda puanınız düşüyor ve fiyatlamada alt liglere iniyorsunuz”  sözleri burada çok kritik iki meseleye dikkat çekiyor bence.

İlk olarak yeşil dönüşümmüş, sürdürülebilirlikmiş falan devletin politikası içinde pek de öyle önemsenen işler değil, arkası da kovalanmıyor, kimin neyi nasıl ürettiği, üretim yaparken kaynakları nasıl tükettiği kimsenin umursadığı işler değil. İkinci önemli nokta ise bu durumu üreticinin de önemsemiyor oluşu. Herkesin yaklaşımı benden sonrası tufan

Allah tarafından Avrupa Birliği ülkeleri işin arkasını kovalıyor da Türkiye’de üretim yapan firmalar yeşil ve sürdürülebilir olmanın üzerinde biraz hassasiyet gösteriyorlar.

Para sopasıyla döveni para sopasıyla dövüp dünya için iyi bir şey yapmaya çalışan Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yeşil girişimci ve sürdürülebilir üretimden yana olan şirketlerine selam olsun. Bizimkilerin de kulağına küpe olsun…

 

 

NOT: Hatırlarsınız Nöbetçi Gazete Köşe Yazarı Lale Akasoy ilk kez gündeme taşımıştı radyoloji raporlarının kopyala yapıştır yöntemi ile radyolojik görüntülemeler incelenmeden hazırlandığını. Erkeklere hamilelik teşhisi koyulduğunu, kadınlarda prostat kanseri tespit edildiğini…

Konuyla ilgili bir basın açıklaması yapan Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş; ‘Hizmet Alımı’ adıyla kamu hastanesinde radyoloji görüntüleme hizmetlerinin büyük ölçüde taşeronlaştırıldığını belirterek Bursa’daki MR- BT gibi görüntüleme ve raporlama hizmetlerinin tek bir taşeron firma tarafından karşılandığını dile getirdi. Binbaş;

Taşeron firma ile yapılan sözleşmeler kamuoyuyla paylaşılmamakta ‘ticari sır’ mantığı ile gizlenmektedir. Film kalitesinde, sekanslarında ve raporlamasında ciddi hatalar, eksikler, kopyala yapıştır yöntemleri göz çarpmaktadır. Taşeron firma çok sayıda (günlük 2 bin 500 civarı) tetkik istenmesinden ve hızlı raporlandırma taleplerini gerekçe göstererek raporlama işini alt taşeronlara havale etmiştir. Öyle ki raporlarda adı geçen bir hekim Ağrı ilinde özel bir sağlık kuruluşunda çalışıyor görünürken Antalya’da ikamet etmekte, ama Bursa’daki MR-BT raporlarını yazmaktadır” diyerek anlatmaya çalıştı yaşananların saçmalığını.

Yapılması gerekense çok basit aslında; BT ve MR raporlamaları kamuda istihdam edilen radyoloji uzmanları tarafından raporlanmalı! Hepsi bu kadar…

Gürkan: En heyecanlı ve katılımı yüksek kongreler Bursa’da…

Gürkan: En heyecanlı ve katılımı yüksek kongreler Bursa’da…

Kongre sürecine devam eden AK Parti’de bir yandan ilçelerde  kongreler devam ederken diğer yandan da yürütme kurulları belli oluyor.

Kongresini gerçekleştiren ilçelerle ilgili olarak, bir önceki yazımızda “AK Parti’nin  Bursa özelinde gerçekleştirdiği kongreler ve Gürkan’ın adaylığı” ile ilgili bir yazı kaleme almıştık.

Katılımın az ve heyacanın bir önceki kongreye göre düşük olduğunu ifade etmiştik.

Bu noktada Gürkan’ın itirazı var…

Yazmış olduğumuz yazının ardından AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan ile telefonla görüştük.

Gürkan yazdığımız yazıda katılım ve heyecan eksikliği konusuna şu şekilde yanıt verdi:

“Bu sene gerçekleşen kongreler öncesi bir ilk yaşanıyor. O da kongre öncesi delege ve teşkilat buluşması… Perşembe akşamı Yenişehir İlçe Teşkilatı ile buluştuk. Kongrelerimize katılım ise delege bazında bir önceki kongreye göre daha yüksek. Coşku oldukça fazla…

Bursa’daki kongrelere katılım ve heyecan noktasında AK Parti’nin ülke genelinde en heyecanlı kongreleri” şeklinde görüşlerini paylaştı.

Bize düşen yanıt hakkına saygı göstermek.

Bundan sonraki süreçte AK Parti kongrelerinde neler yaşanacak?

Hep beraber izleyip, takip edip göreceğiz…

***

A Parti’de yönetimler için görüşmelere başlandı…

Siyasette hareketlilik devam ediyor. Kış aylarında sıcak gelişmelerin yaşandığı partilerden biri de yeni kurulan Anahtar Parti…

Geçen hafta içinde Fikret Aslan’ı Bursa İl Başkanı olarak atayan Yavuz Ağıralioğlu’nun partisi Anahtar Parti’de il ve ilçe yönetimlerinin oluşturulması için görüşmelere başlandı.

Önceki gün bu bağlamda İl Başkanı Fikret Aslan’ın görüşmelere başladığını öğrendik.

Aslan’ın Bursa’da tanınan fakat geçmiş yıllarda siyasetle uğraşmamış isimlerle görüşmeler yaptığını öğrendik.

Bu minvalde görüşmelerden sonra önce il yönetim kurulunu ardından ilçe yönetim kurullarını oluşturulacağı bilgisini bu köşeden paylaşmış olalım.

Görüşmelerin ardından Bursa’da birlikte hareket eden ekibin toplantısı da gerçekleşti.

Bakalım bu görüşmeler sonunda nasıl bir teşkilatlanma oluşacak?

Bekleyip, takip edelim…

BUSİAD’dan dikkat çeken rapor!

BUSİAD’dan dikkat çeken rapor!

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ‘Bursa’ya Akademik odalardan STK’lara bilim adamlarından şehrin gerçek sahiplerine kadar her alandan temsilcilerin dahil olacağı geniş katılımlı bir planla şekil vereceğiz. Yepyeni bir Bursa vizyonu oluşturacağız, yapacağımız plan 2050 yılını hedefleyecek, ancak öyle bir biçim vereceğiz ki şehre, belki de 2100 yılında da şu anda yapacağımız planın devamı olarak yol yürünecek…’ diyerek hayli iddialı bir çalışma başlattı malumunuz.

Bursa Planlama Ajansı kuruldu, şehir bileşenlerinin bu ajansla birlikte çalışmalar yaparak 1/100.000’lik planı oluşturması bekleniyor.

Ortaya koyulan hedef büyük olunca, konuyla ilgilenen STK’lar da yavaş yavaş yaptıkları çalışmaları kamuoyu ile paylaşıyorlar.

Bundan bir yıl kadar önce düzenlediği bir toplantı ile Bursa için tarım, turizm ve sanayiyle gelişen şehir vizyonunu açıklayan, bu çalışması ile de pek çok kesimden tam puan alan BUSİAD bu kez kent anayasası konusundaki görüşlerini ‘ara rapor’ olarak adlandırdığı çalışmayla Bursa kamuoyuna duyurdu.

Raporun kapağında dünya mimari literatürüne en kötü yapılardan biri olarak girmeyi başaran ve Bursa’nın siluetinin tam ortasında bir bıçak gibi duran Doğanbey TOKİ konutları bulunuyor, altında da ‘Yaşanabilir Bir Kent İçin Plan Şart’ başlığı yer alıyor. Denmek isteniyor ki; ‘Bir daha böyle hatalar yapmayalım, plan yapalım, doğrudan şaşmayalım!’

BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar ve ekibinin titizlikle hazırladığı ‘ara rapor’ şöyle ilerliyor;

‘Hedef, sanayiyi tarımdan ve turizminden daha ön planda tutan değil, bunları il ölçeğinde planlayarak Avrupa’da çokça örneğinin bulunduğu yaşanabilir şehirler arasında yer almak olmalı. Tıpkı 1961’de Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesini planlayarak oluşturduğu gibi. O gün Türkiye’ye pilot olan ve Pilot Sanayi olarak anılan, organize sanayi bölgesi anlayışı, bugün Bursa için artık planlı kent anlayışına evrilmeli. Bugün de Bursa salt sanayinin değil, sanayi ile birlikte tarım, turizm, hizmet, madencilik, eğitim ve sağlık gibi sektörlerin gelecek yıllardaki gelişim alanlarının da hesaba katıldığı planlı bir kent için pilotluk yapmalı. Bursa’mızın, dolayısıyla ülkemizin kalkınması için doğru planlama yapmak Bursa’mız için olmazsa olmaz bir ön koşuldur. Uzun yıllardır yaşadığımız üzere, plansızlık maalesef her alanda geri dönülemez, içinden çıkılamaz sorunlara neden oldu ve oluyor’

Dikkat çekilen bir diğer husus, Bursa’nın 33 yılda 2 kat büyüyen, daha doğrusu 2 kat büyürken plansızlıkla da boğuşan bir kent olmasıydı.

Peki, sanayinin öncelenmesinden şikayetçi olan sanayiciler olarak BUSİAD ne istiyor?

Ara raporda öneriler şöyle sıralanıyor;

-Sanayi yapılaşmasına uygun (yani tarım toprağı olmayan) tekil alanlarda gerekli koşulları sağlamak kaydıyla tekil sanayi yapılarının ve yerleşimlerin oluşumuna izin verilmelidir.

-Nilüfer’de yeni organize sanayi yapılaşmasına gidilmemeli, Bursa’nın diğer ilçelerindeki uygun alanlarda yeni yapılaşmaların olabilirliğine bakılmalıdır.

-Tarım özendirilmeli, çiftçilik mesleğine itibar yeniden kazandırılmalıdır. Tarımın sanayi olarak görülme anlayışı geliştirilerek iş insanlarının tarıma yönelmesi, büyük ölçeklerde, yetkin iş gücüyle ve teknolojiyi kullanarak üretim yapmaları sağlanmalıdır.

-Üretimden kullanıcıya kadar uzanan süreçte kooperatifçilik yapılanması Bursa ve ülke çapında oluşturulmalı ve desteklenmelidir.

-Termal turizm “Yeşil Bursa” nitelemesi korunarak kamu özel sektör işbirliği ile geliştirilmelidir.

-İnanç turizmine yönelik tarihsel sürece ilişkin yenileme çalışmaları tamamlanmalı ve bu konuya ilişkin kültür turizmi politikaları belirlenerek hayata geçirilmelidir.

-Sektörel yelpazesi en geniş şehir olan Bursa’mız konu bazlı tematik festivaller şehri yapılmalıdır. Uludağ’ımız yılın her mevsimi yararlanılabilecek bir alan haline getirilmelidir.

-“Yeşil Bursa” söyleminin tüm Bursa il merkezi ve ilçelerinde gözle görülebilir ve yaşanabilir olması sağlanmalıdır.

-Bursa 2050 Çevre Düzeni Planı ilgili tüm paydaşların görüş, öneri ve olurları alınmış olarak hayata geçirilmeli ve plan mutlaka korunmalıdır.

Şimdi ben de notlarımı kısaca size aktarayım; talepler güzel, ‘şehrin Nilüfer harici bölgelerinde sanayileşme için uygun alanlar gözden geçirilmeli’ kısmı ise benim ısrarla karşısında durduğum Doğu Bölgesi TEKNOSAB projesine bir gönderme gibi göründü gözüme.

Termal turizm trenini ise Sıcaksu bölgesine TOKİ konutları dikerek kaçırdık gibi geliyor bana. Yeşil Bursa nitelemesini korumanın bundan sonra önümüzdeki tek yolu daha fazla sanayiye yer açmadan tarım ve turizm ağırlığımızı korumaktır.

Sanayiciler de bir zahmet şimdilerde depo olarak kullandıkları sanayi bölgelerini işler hale getirsinler ve halen yüzde 35 gibi bir bölümü boş olan sanayi alanlarını gerçekten üretim için kullanmaya odaklansınlar.

Karacabey Ovasının verimli toprakları üzerinde yükselen ve nedense yıl sonuna kadar 11 fabrikanın faaliyete geçmiş olacağı bir müjdeymiş gibi bize iletilen TEKNOSAB bir işlesin, dolsun, taşsın hele de yeni sanayi bölgelerine ondan sonra bakarız…

AK Parti kongrelerine genel bakış ve Gürkan’ın durumu…

AK Parti kongrelerine genel bakış ve Gürkan’ın durumu…

Öncelikle şunu net ifade etmek gerekir: Demokrasinin vazgeçilmez unsuru seçimlerdir. Demokrasiden bahsediyorsak seçimler de onun olmazsa olmazıdır.

Öte yandan bu minvalde demokrasinin birer şubeleri olan siyasi partilerin de kongre süreci de bu bayramın önemli figürlerindendir.

İşte bugünlerde AK Parti kongre sürecini yaşayarak bayramı yaşamak istiyor.

Ama gördüğümüz kadarıyla AK Parti’de bu bayramlaşmalar bu dönem buruk geçiyor. Bir önceki kongrelerde AK Parti ve Cumhur İttifakı‘nın elinde olan Osmangazi, Harmancık, Yenişehir, Mustafakemalpaşa, Karacabey ve Bursa Büyükşehir Belediyesi başka partilerin eline geçmiş durumda.

Öte yandan kazanılan belediyelerdeki oy düşüşü ve sandığa gitmeme oranı da dikkat çekici…

Bu gerçeklerin yanı sıra diğer bir gerçek de gerçekleşen seçimlerde katılım oranının düşüklüğü.

Bugün kongreleri değerlendirdiğimizde ortalama olarak 460 delegeden katılım oranı oldukça düşmüş durumda. Keza başka ilçelerden gelen misafirler olmasa salon bomboş olacak.

Bugün 17 ilçe ve il teşkilatının ana kademe, gençlik ve kadın kolları her ilçeye beşer kişi gitseler en az 270 partili yapar.

Önceki dönem yöneticilerinden de gelenler olursa bu rakam beş yüz kişi demek…

Keza 10 milletvekili ve kongre yapılan ilçenin teşkilatlarını da katarsak kongrelerin en az bin 500 kişiyle gerçekleşmesi gerekir. Bu rakamları görmedik desek abartmış olmayız.

O açıdan kongre sürecini önceki yıllarla mukayese edersek oldukça geride…

Yine merak edilen diğer bir konu ise,

İl Başkanı Davut Gürkan‘ın durumu…

Devam edip etmeyeceği konusunda edecek diyenler oldukça fazla…

Ama bu konuda önceki  dönem il başkanlarından Ayhan Salman örneğini verenler var.

Salman için kesin aday gösterilir deniliyordu.

Ama ilçe kongrelerinin ardından Davut Gürkan isminde karar kılınmıştı.

Benzer durum bu dönem ‘neden olmasın’ diyenlere rastladık…

Bakalım biz süreci takip edelim…

Son tahlilde ne olacak?

Yeni Medya Düzeni ve Gelir Modelleri

Yeni Medya Düzeni ve Gelir Modelleri

Bu konuda internete bağlı teknolojik dönüşümler tetikleyici oldu.

Yeni medya düzeninde o kadar uzun süredir ve hızla çeşitli değişimler yaşanıyor ki ele almak zor ;

*Basılıdan dijitale geçiş dönemi

*Etkin sosyal medya dönemi

*Yapay zekâ dönemi

Öncelikle bu teknolojik dönüşümler, medyaların yapısal kimliğini neredeyse yeniden oluşturdu.

Sosyolojik etkenler de var;

Medya kuruluşları ister sosyal medya, isterse dijital bir web sitesi olsun kamu kaynaklarından pay almaya ne kadar muktedirse o kadar güçlü ve sürdürülebilir bir kurumsallık taşımaya başladı. Bu da doğal olarak medyayı objektif olmaktan ve bağımsız habercilik nosyonundan uzaklaştırdı.

Çok kolaylıkla  şu soruyu sorabiliriz: ABD seçimlerinde Twitter’in sahibi Elon Musk, Trump değil de rakibini desteklese idi bu seçiminin sonucu, farklı olur muydu?

Okumayan, takip eden kitlelerin duygusal motivasyonlar yaratmak için, sosyal medya kanalları çok önemli roller oynuyor. Dolayısı ile ben bu soruya kolaylıkla evet diyebilirim.

Yapay zekânın ayak sesleri şimdiden bir çok sektörü ürpertmeye yetiyor. Medya için olacakları ise fütüristik bir bakış açısı ile değerlendirmek üzere, bir kenara bırakalım.

Bu projeksiyondan sonra şunu bir kez daha vurgulamak gerekir ki, medyaların artık okuru değil, takipçileri var. Bu takipçilerin bir haber sayfasında kalma süreleri, medya organlarının büyük kısmı için çok düşük oranda. Bu oranı ülkemizdeki internet yasa koyucuları yasayı ilk yayınladıklarında resmi olarak tanınacak web siteleri için 20 saniye olarak belirlemişlerdi. Sonradan bu süreyi 10 saniyeye düşürdüler.

Sanırım takipçi ve okur arasındaki farkı bu sürelerin düşüklüğü yeterince açıklıyordur.

Okur değil takipçi olunca içerikte aynılaşma kaçınılmaz oldu.

Geçmişin bir haberi kılı kırk yararak araştıran, gerçekliğini teyit için özgün haber kaynakları olan gazetecilik nosyonu genel anlamda etkisini kaybetti.

Daha hızlı

Daha manipülatif

Daha kısa

Daha görsel

Haberler takipçiyi oyalarken, gerçekler yaya kaldı diyebiliriz.

Reklam verenler ise bu sırada yeni medya düzeninde muhteşem olanaklara fırsatlara kavuştular.

Medyaların okuru ya da takipçisi olması onları ilgilendiren bir tartışma değil artık. Çünkü yeni medya düzeni hedef kitleye ulaşmak için gerek yaş, gerek bölge, gerek mesleki ya da cinsiyet kimliklerine göre müşterilerine erişim konusunda muhteşem bir alt yapı sunuyor.

Bu alt yapı medya içeriklerinden hem bağımsız hem bağlı olarak oluşuyor üstelik. Örneğin Google’un arama penceresindeki arama kelimelere bağlı olarak, arayanların sosyal medya izlerinden hareketle hedef kitleye erişimde hızla sonuçlar alınıyor.

Ya da haber sitelerinde yayınlanan içeriklerin BIGDATA ile toplanarak değerlendirilmesi siyasi ya da ticari hedeflemeler konusunda çok gerçekçi sonuçları ortaya koyabiliyor.

Böylelikle kurumlar markalar işletmeler hedeflerine doğru yola koyulabilirler.

Bu yüzden medyanın habercilik gerçekleri, kimsenin umurunda olmayabilir.

Yeni medya düzeninin algıyı gerçeğe dönüştürmesi en büyük mahareti.

Bu değerlendirmeden sonra yeni medya düzeninde var olmaya ve şekillenmeye devam eden yerel medya için de birkaç gelir modeline vurgu yapalım.

 

-Medyalar için reklam pazarlama devri kapandı. İçerik pazarlama esas unsur. Marka ve işletmelere takipçilerin dikkatini çekecek içerikler reklam yayınından daha önemli.

-Pazarlama talep ten çok, arza dayalı işliyor. Günün trendlerini yaratan BIG BROTHER her an göz önünde tutularak, işletme ve marka motivasyonları yönetilmeli. Yakın zamanda başlatılan Dubai Çikolatası furyası bu “arz mühendisliğine” en iyi örnek olarak verilebilir.

-Belirli bir alanda yani tematik yayıncılık ile nitelikli ekip yatırımı, medya gelir odaklı hedeflerinin en kısa yolu olabilir. 

-Hızlı tüketim çılgınlığında görsel içerik en önde. Görsel içerik oluşturmada dinamik olmak, ilgiyi koruyan en önemli unsur.

İlgi göreni satın alan daha çok olacaktır.

AK Parti’de siyaset yapanların silkelenip kendine gelmesi şart…

AK Parti’de siyaset yapanların silkelenip kendine gelmesi şart…

Öncelikle her seçim döneminde siyasette hasır altı edilen bir çok konu vardır. Bunlar ötelenir. Bunun da tek sebebi vardır. Partisi yerel veya genel anlamda iktidardadır.

Bursa özelinde de AK Parti’de hasır altı edilen bir çok buna benzer konular olurdu. Onlar da hem yerel de hem genel de iktidar oldukları için ötelendi.

Ama son yerel seçimlerde sandıktan hüsranla çıkan AK Parti’de bazı konular Bursa özelinde daha sesli dillendirilmeye başlandı.

Bunların bir kısmı teşkilat içinde konuşulurken bir kısmı da sosyal medya aracılığıyla  açık açık yazılırken yazılmayanlar da iğnelenerek gündeme getirilmeye gayret ediliyor…

Bizler de zaman zaman bu minvalde parti kulislerinde neler olup bittiğini öğrenmek için  ziyaretler yapıyoruz. Öte yandan geçen hafta içinde bu minvalde AK Parti’de önceki dönemlerde yöneticilik yapan bir dostumu ziyaret ettim.

Ziyarette söz döndü dolaştı politikaya ve AK Parti’ye ulaştı. Gerçek olan şu: AK Parti’de bir düşüş olduğu.

Bu düşüşün gerekçeleri arasında yanlış yönetimde var, ekonomik sorunlar da…

Bunları uzatmak mümkün.

Kimi ahde vefasızlık olarak yorumlar…

Kimi de başka bir şey.

Ziyaret ettiğim dostum şunu söyledi.” AK Parti’de siyaset yapıyorsan birinci derece akrabaların özellikle yerelde belediye başkanı olduğun ilçelere mal ve hizmet vermemeli. Etik açıdan doğru değil” dedi.

Gerçekten de öyle…

Bugün AK Parti’de il ve ilçe yönetimlerinde kim varsa bu öneriyi dikkate almalı.

Ardından diğer bir iddiası da var o daha ilginç

“Bugün AK Parti’den belediye başkanı, siyasi başkan yardımcısı olan bir çok yöneticimizin reşit olmuş çocukları partimize üye değil.” iddiasında bulunuyor.

Bu iddia daha da vahim…

Eğer gerçekten il, ilçe ve yerel yönetimlerde AK Parti kontenjanından seçilip görev yapıp da eşi, evlatları partisine üye değilse o daha ilginç…

Önceki dönemlerde siyaset yapan dostumuz başka iddialarda daha bulundu, onlar daha vahim.

Onları da ilerleyen günlerde kaleme alacağız.

Belki de bu kadar yazının ardından özet yaz deseler şunu demek lazım. AK Parti muhalefete düşmeye hazırlıksız yakalandı. Belki de hep yerelde iktidarda kalacağını düşünüyorlardı.

Son söz olarak diyeceğim odur ki AK Parti’de siyaset yapanların silkelenip kendine gelmesi şart…

 

‘Bizimle dalga mı geçiyorsunuz?’

‘Bizimle dalga mı geçiyorsunuz?’

Özelleşen, özelleştikçe güzelleşen, güzelleştikçe mecbur kalınan, mecbur kalındıkça vatandaşa etmediğini bırakmayan sağlık sisteminin son günlerde tüm ülke tarafından içimiz kıyıla kıyıla izlediğimiz skandallarına her geçen gün yenileri ekleniyor.

Bir yandan adliye koridorlarında özel sağlık kuruluşu temsilcilerinin dahil bile olmadığı, mağdur 10 çocuktan sadece ikisinin avukatlarının duruşma salonuna alındığı, buna karşılık olarak Sağlık Bakanlığından İl Sağlık Müdürlüğüne, hastanelerden doktorlara kadar her bir sanığın avukatlar ordusu tarafından korunduğu bir hukuk mücadelesinden bahsediyorum.

Eskilerin ‘Köpeğin önüne atsan yemez’ diyerek asıl değerini hatırlatmak istedikleri, ancak şimdilerde dünyanın dönmesinin ana nedeniymiş gibi davrandığımız ve bunu doğal karşılamaya alıştığımız ‘para’nın insanı düşürdüğü rezilliği izlemeyi içim almıyor pek çoğunuz gibi…

Üç kuruş para için ettiğinize bakın’ diyeceğim, ama mevzu bahis üç kuruş para değil, milyonlar! Kim bilir kaç tane çocuğun bile isteye, daha dünyaya gözlerini açmaya çalışırken canını yakan, aileleri perişan eden, küçücük hayatlara acımasızca son veren ‘yenidoğan çetesi’ bir diğer yanı ile SGK’nın içini boşaltan sistemin de ana aktörlerinden.

SGK batıyor!’ naraları atıp ardına ‘bunun sebebi EYT’liler, bunun sebebi yüksek emekli maaşları, bunun sebebi çok fazla emekli olması…’ gibi sözleri ekleyenler SGK’yı hortumlayanları bulup ortaya çıkarmak yerine faturayı vatandaşa kesmeyi yeğliyor olabilir. Fakat ne demiş büyük Türk düşünürlerinden bir ünlümüz; ‘Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır

İşte şimdi gerçekler bir bir ortaya çıkıyor, üstelik tüm çıplaklığı ile hatta içimiz almayarak izlediğimiz, dinlediğimiz, şahit olduğumuz biçimi ile…

SGK’yı hortumluyorlar, bunun için sağlıklı çocukları hasta ediyor, öldürüyor, aileleri perişan ediliyor, tüm bunlar yapılırken de adı geçen dokuz hastanenin üç yılda devlete ödediği toplam vergi 3 milyon lirayı geçmiyor!

Neydi şu aralarında konuşurken kullanıp gülüştükleri Kurtlar Vadisi repliği; ‘Devleti soymak milleti soymaktan iyidir…’

Bunlar devleti soyuyor, milleti hem soyuyor hem öldürüyor, hem de yüzsüz yüzsüz ortalıkta gezmeye devam ediyor…

Biz bu filmi şimdilik sadece İstanbul’da izliyoruz. Sanmayın ki, benzeri işler Bursa’da olmuyor…

İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nun, Sağlık Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerinde yaptığı çıkış ve gösterdiği Menzil cemaati ile ilgili fotoğraf bugün için ortalığı karıştıran önemli bir ayrıntıydı bu noktada.

Bursa Şehir Hastanesi’ndeki 400 milyon TL’lik yolsuzluğa değinen Türkoğlu, “Sn. Bakan, Bursa Şehir Hastanesi yaklaşık 6-7 yıldır soyuluyor. 400 milyon TL’ye yakın hırsızlık var. Yöneticiler hiçbir şey olmamış gibi yerinde oturuyor. Acaba Başhekim ile Hastane Müdürü, Menzil Şeyhinin dizinin dibinde oturuyor diye mi dokunmuyorsunuz?” sorusunu yöneltince salona, ortalık buz kesti adeta…

Eğri oturup doğru konuşalım, FETÖ terör örgütünden boşalan mekanizmalara Menzil tarikatının yerleşmeye çalıştığını herkes biliyor…

Üstelik işin belgesi de mevcut bu kez. Türkoğlu, elindeki fotoğrafı gösterip Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun masasına koyarken şöyle konuştu;

“Sn. Bakan, Bursa Şehir Hastanesi’nde meydana gelen, yargıya da yansıyan yolsuzlukları sağır sultan bile duydu, siz duymadınız mı Sayın Bakan?

Duyduysanız, soruşturmanın selameti açısından Başhekim başta olmak üzere idareciler koltuklarında hiçbir şey olmamış gibi neden oturmaya devam ediyorlar?

Bursa Şehir Hastanesi yaklaşık 6-7 yıldır soyuluyor. 400 milyon TL’ye yakın hırsızlık var. Yöneticiler hiçbir şey olmamış gibi yerinde oturuyor. Acaba Başhekim ile Hastane Müdürü, Menzil Şeyhinin dizinin dibinde oturuyor diye mi dokunmuyorsunuz?

Mesela Teftiş Kurulunuz gelmiş, müfettişleriniz bu hastanenin Başhekimine ceza da vermişler. İşte bu teftiş kurulu raporunu bir türlü açıklamıyorsunuz, cezayı da tebliğ etmiyorsunuz. Neden?

Bunda, Başhekiminizin ve Hastane Müdürünüzün Menzil cemaatine mensup olmasının etkisi var mı?

Bakın işte bu da belgesi!

Sağda Başhekiminiz Dursun Topal, solda hastane müdürünüz Ahmet Boz, ortada Menzil Cemaati şeyhiyle bir güzel poz da vermişler!

Böyle ‘tarikatli, cemaatli, şeyhli’ karelere girince ‘dokunulmazlık’ mı kazanılıyor?

O yüzden mi görevden alamıyorsunuz?

Buradan Adalet Bakanına da sesleniyorum;

Tarikat mensubu olanın, cemaatle iltisakı olanın, herhangi bir şeyhin elini öpenin, bu ülkede suç işleme özgürlüğü mü var?

Siz bu milletle dalga mı geçiyorsunuz?”

Olduğu gibi alıntıladığım bu konuşmanın sonunda İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’na ben yanıt vermek isterim;

‘Evet, bizimle dalga geçiyorlar, çünkü biz bunu hak ediyoruz. Memnunuz yani durumdan. Onlarca bebek ilk nefeslerini aldıkları andan itibaren anlatılamayacak cinste eziyetlere sırf para kazanmak adına maruz kalmış ve bunun için biz hala ülkeyi ayağa kaldırmıyorsak, hatta bu davada adı geçen hastaneler halen hasta kabul etmeye devam ediyorsa, faaliyetleri askıya alınmamış, kapılarına kilit vurulmamışsa, buna da itiraz eden kimse yoksa, herkes ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyorsa, biz durumdan memnunuz. Evet, bizimle dalga geçiyorlar, ilginçtir biz onlardan daha çok gülüyoruz bu duruma…’

Bursa UNESCO’dan Mübadele kültürü

Bursa UNESCO’dan Mübadele kültürü

Bursa’nın sadece bir sanayi kenti olması durumunda gelişebileceğine yönelik algı yavaş yavaş kırılıyor. Şehrin sanayiye olan doygunluğu, bu doygunluğun getirdiği yaşam yorgunluğu sürekli hissedilen bir gerçeklik. Şimdilerde istenen daha ziyade tarım ve turizm kenti Bursa olma misyonları üzerine yoğunlaşmak.

İşin tarım tarafını kuvvetlendirmek adına Bursa Büyükşehir Belediyesinin ve ilçe belediyelerin çeşitli çalışmaları var, malumunuz tarımı desteklemek kısmında ülkenin Tarım Orman Bakanlığı sürekli sınıfta kalıyor. Belki de neredeki tarımı geliştirecekleri konusunu tamamen yanlış anlıyorlar, zira sürekli olarak tarım ürünlerini yurt dışından getirdiklerinden başka ülkeleri tarım alanında desteklediklerini söyleyebiliriz.

Bir de turizm kısmı var meselenin. Bursa için içler acısı bir halde olan turizm konusunda 1.8 gecelik konaklama ile kendimizi ‘yetersiz’ olarak tanımlayabiliriz.

Elimizdeki turizm değerlerini korumayı bilmememiz bu konudaki başlıca etken elbette. Sıcak sularımızı çoktan kaybettiğimize ve sağlık turizminde pek çok şehrin gerisine düştüğümüze göre elimizde kültürel mirasımız ve tarihi yerlerimizin korunup ayağa kaldırılması dışında bir şey kalmıyor.

İşin bu kısmında geçtiğimiz günlerde ziyaretimize gelen Bursa UNESCO Derneği önemli çalışmalara imza atıyor. 1998 yılında kurulan, ilk başkanı Erdem Saker olan, 2014 yılında Bursa’nın UNESCO Dünya Mirası listesine girmesiyle Bursa UNESCO Derneği adını alan kuruluş, 2020 yılından bu yana son derece aktif çalışmaları ile dikkat çekiyor.

Derneğin Başkanı İlker Özaslan ile Bursa’da turizmin ve kültürel mirasımızın ayağa kalkabilmesi için neler yapılabileceğini konuştuk uzun uzun.

Öncelikle şunu belirtelim, İznik’in UNESCO Dünya Mirası Listesine girmesi bu anlamda son derece önemli. “Geçmiş dönemde yanlış bir politika yürütüldü bu konuda, İznik Konsülü gibi önemli yapılara beklenen önem verilmedi, daha ziyade Osmanlı dönemi yapılarının ön plana çıkarılması üzerinde duruldu. Oysa İznik ilk konsülün kurulduğu yer olarak bilinir tüm dünyada. Bizim bundan sonraki müracaatımız için bu yönümüzü kuvvetlendirmemiz lazım” dedi Özaslan.

Bursa UNESCO Derneği Başkanı İlker Özaslan ve Yönetim Kurulu Üyesi Yurdanur Oktay ile sohbet ederken, somut olmayan kültürel miraslarımız üzerinde yoğunlaşmanın büyük bir turizm potansiyeli taşıdığını da fark ettim aslında.

Misi’de hem Bursa UNESCO Derneğinin binası hem de somut olmayan kültürel miras öğelerinin sergilendiği bir müze olan köy evi müzesinde yapılan gezeklerin pek çok Bursalı tarafından dahi bilinmediğini, ancak Urfa’nın meşhur sıra gecelerinin herkesin bildiği bir kavram olduğunu konuşmak biraz ufuk açıcıydı.

Turizmi konuşurken her defasında ‘Bursa’da eğlence olmadığı için günübirlik turist ağırlıyoruz’ deriz. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Bursa Gezeklerini tanıtan ve bu eğlence biçimini özenilir hale getiren bir politikası olursa, en azından bir gece fazladan konaklamayı cebimize koyabiliriz diye düşünüyorum.

Önümüzdeki günlerde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile bir görüşme gerçekleştirecek olan İlker Özaslan, başkandan Bursa’nın ilçelerinde bulunan 6 kilisenin restorasyonu ile ilgili destek isteyecek.

Bozbey’in memnuniyetle böyle bir projeye destek vereceğini düşünüyorum. Böylece hem bu ilçelerde yaşayan gayrimüslim hemşerilerimiz ibadetlerini rahatlıkla yapabilir hale gelecekler hem de 6 ilçemizde 6 tarihi ve turistik mekan kazanmış olacağız…

Cumartesi günü Mübadele ve Mübadillerin Kültürel Mirası paneli için hummalı bir hazırlık içinde olan Bursa UNESCO Derneği konuşmalardan film gösterimlerine, müziklerden gıda seçkilerine kadar pek çok alanda mübadil kültürünü yaşatmayı amaçlıyor.

****

 

Verginizi harap ettiğiniz kente ödeyin!

 

Bursa’nın sadece bir sanayi kenti olarak anılamayacak kadar önemli değerleri içinde barındırdığını belirttim yazımın ilk yarısında.

Şimdi bir de bağrımıza bastığımız, hem ekmeğini yediğimiz hem de bol bol ekmek yedirdiğimiz sanayinin şehre neler kattığına bakmak isterim.

Zaman zaman dile getirdiğim, sancısı bazen daha fazla hissedildiğinden bir kez daha ele alma ihtiyacı duyduğum bir konunun üzerinde bu kez Orhangazi İlçesi’nde ‘Başkan Bozbey Burada’ programı için bulunan, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey durmuş.

Hemen yancısı olalım ve konuyla ilgili görüşlerimizi başkana dayandırarak aktaralım…

Üretimini Bursa’da gerçekleştirip, dolayısıyla Bursa’nın havasını, toprağını, suyunu kirletip kullanan sanayicilerimizin pek çoğunun vergisini kayıtlı şirket adresinin bulunduğu kente (Bu kent genellikle İstanbul oluyor) ödediğini hatırlatmış Bozbey.

“Bölgemize değer katan bu fabrikalar, zaman geçirmeden Bursa Vergi Dairesi’ne geçiş yapmalı ve vergilerini Bursa’ya yatırmalıdır” ibaresini de kullanmış.

“Yaptığımız tespitlerde pek çok fabrikanın vergisini Bursa dışındaki şehirlerde ödediğini fark ettik. Bu bizi son derece üzdü. Vergisel anlamda bu kente katkıları olmadığını biliyoruz. Bu tür fabrikaların vergilerini mutlaka havasını, suyunu ve yollarını kullandıkları Bursa’da ödemelerini istiyoruz. Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak ihtiyaçlar noktasında büyük bir harcama yapıyoruz. Zaman geçirmeden Bursa Vergi Dairesi’ne geçiş yapmalı ve vergilerini Bursa’ya yatırmalıdırlar” cümlesinin her kelimesine tamamen katılıyorum.

Zaten pek çoğunun temiz çevre için gerekli olan kurallara uymadığını, tarım alanlarını işgal ettiğini ve etmeye devam ettiğini varsayarsak. Vergilerini bu şehre ödemelerini beklemek hiç de abes değil.

Hatta vergisini Bursa’ya ödemeyen firmaların tespit edilip bir biçimde ifşa edilmesi bir yaptırım olarak düşünülebilir.

Bursa’nın sağlığı entübe edilmek üzere…

Bursa’nın sağlığı entübe edilmek üzere…

Gerçek olan şu: Son yıllarda hem ülke genelinde hem de Bursa’da sağlığa erişimde oldukça sıkıntı olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.

AK Parti’nin geçmişte en beğenilen icraatı şimdilerde ise en başarısız bulunan icraatlerin ilk sırasında.

Memnuniyetsizlik oranı her geçen gün artıyor

Velhasıl;

Çok uzatmadan şunu ifade edebiliriz.

Sağlık hastalanmış durumda, acil tedaviye ihtiyacı var.

Bunun bir kaç sebebi var.

Doktorların bir kısmı tercihlerini özel sektörden yana kullanmış durumda. Bir kısmı da tercihini yurt dışından yana kullandı.

Bunun sonucu olarak da devlet hastanelerinde randevu almak  deveye hendek atlatmakla eşdeğer hale geldi.

Üniversite hastanelerinde hoca da her geçen gün azalıyor.

Misal endoskopi için en az beş altı ay bekleniyor.

Allah korusun kötü bir rahatsızlık varsa altı aylık süre içinde o hastanın durumu ne olur?

Bu durumda vatandaş ister istemez özel hastanelerin yolunu tutuyor.

Sadece bu kadar mı?

Poliklinik randevularında bekleme süreleri uzadıkça uzuyor.

Tomografi, MR, ultrasonda randevular da aylar sonrasına verilmeye başlandı.

Bazı branşlarda randevu almak hiç de kolay değil…

Bunun çözümü basit.

Hem yeni hastane açacaksınız hem de yetişmiş iş gücünün özel sektöre geçişine engel olacaksınız.

Bursa’da bu anlamda hastane açılışı için ödenekler bekleniyor.

Onlardan ilki temeli yıllar önce atılan Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi’nin normalde bir kaç sene önce açılması gerekiyordu.

Amma velakin açılmadı.

Sebebi belli…

Para yok…

Diğer bir proje olan Muradiye Devlet Hastanesi’nde de inşaat hızı karınca hızı ile bile gitmiyor.

Rölövesi için bir kaç yıl beklendi…

Bu iki hastane inşaatı aynı hızlı tren inşaatına benzedi…

Trenin adı hızlı ama inşaatı yavaş.

Bu iki hastanenin aciliyeti var, bir an önce bitirilmesi şart.

Ama durum tam tersi.

Ardından doktorların özel sektöre geçişlerinin önüne set konulmalı.

Bunlar olmaz ise bu gidişle Bursa’nın sağlığı entübe edilmek zorunda kalacak.

Vatandaş ise öbür dünyaya göç edecek…

Bu gidişatın devam etmesi durumunda diğer bir sonucu da

AK Parti’yi de iktidardan edecek.

Geç olmadan önlem almak şart.

Öneri bizden değerlendirmek onlardan…

CHP Osmangazi yine karmakarışık!

CHP Osmangazi yine karmakarışık!

Bir seçimler partisi olan CHP’nin demokratik yapısının iki temel taşı var; delege seçimleri ve kongre süreçleri.

Olağanüstü kongreler dönemine girdiğimizi şu günlerde Bursa’da bu konuda en çok ses çıkan ilçe elbette şehrin en büyük ilçesi olan Osmangazi İlçesi oldu.

Yerel seçimler öncesinde büyük umutlar ve demokratik yaklaşım sözleri ile CHP Osmangazi İlçe Başkanlığı koltuğuna oturan Cengiz Çelikten’i bir kez daha sandığa götürmek için imzalar toplanıyor yaklaşık iki haftadır. İmzaların son teslim tarihi 25 Kasım Pazartesi.

Parti içinde olağanüstü kongre için imza toplayan ekibin Pazartesi gününe kadar beklemeyeceği, imzaları bu hafta Perşembe ya da Cuma günü İl Başkanlığına teslim edeceği konuşuluyor. Bir kendinden eminlik mevcut, zira iddialara göre yeterli imza sayısı çoktan geçilmiş, şimdilerdeki gaye ne kadar çok imza ile başvuru yapılırsa o kadar iyi düşüncesinin vereceği gücü kullanmak.

Diğer yandan, yeterli imza sayısına ulaşılamadığını iddia eden bir açıklama ile karşımızdaydı bugün CHP Osmangazi İlçe Başkanı Cengiz Çelikten.

İlk dikkat çeken ifade olağanüstü kurultay talebinde bulunanlar için ‘kumpas kuruyorlar’ cümlesinin kullanılması oldu. ‘Yerel seçimlerde kazandığımız zaferi kutlayamadan yeni kumpaslarla karşılaşıyoruz. Kumpaslara karşı duruyoruz. bu tür kumpas çalışmalarına asla müsaade etmeyeceğimizi tüm kamuoyunun bilmesini isteriz…’ dedi Çelikten.

Olağan ya da olağanüstü kurultay süreçleri CHP’nin geleneğinde demokrasinin işlemesi için kullanılan en önemli araçlardan biridir. Dolayısıyla seçimden kaçınmak, seçim talebinde bulunanları itham etmek yerine, seçimden güçlenerek çıkmak üzerine odaklanılsa bence çok daha kıymetli CHP ruhuna uygun hareket edilmiş olur.

“Bugün elde ettiğimiz bilgilere göre, bu imza kampanyasına katılanların sayısının resmi olmayan verilere göre henüz 140 civarında olduğu ifade edebiliriz. Ancak bizler, partimizin gerçek delegelerinin ve üyelerinin, örgütümüzün birliği ve başarısı adına tavırlarını net bir şekilde ortaya koyacaklarına inancımızı tam olarak sürdürüyoruz” sözleri de açıklamayı yapan Cengiz Çelikten’e ait.

Fakat kulisler öyle söylemiyor.

220-230 imza toplandığı söylentisi ile çalkalanan CHP kulislerinde dananın kuyruğunun hafta sonuna kadar kopacağı algısı son derece yerleşmiş görünüyor.

İşin ilginç yanı yerel seçimler öncesinde Cengiz Çelikten’i şu anda bulunduğu koltuğa oturtmak için kurulmuş olan birliktelik bu kez kendisini o koltuktan kaldırmak için harekete geçmiş durumda. Yine o dönemde Çelikten’e o veren delege, kendisinin yok sayıldığı gerekçesi ve daha ciddi iddialar eşliğinde kendisinin acilen olağanüstü kongreye gitmesi gerektiği yönünde imza vermekte.

Seçim süreçleri ile ilgili olarak CHP’ye yöneltilen en ağır eleştiri de her daim ‘halkın bunca sorunu varken, birbirimizi yemeyelim, halkın sorunları ile ilgilenelim’ söylemi.

A Parti Şehreküstü ve Fomara’da yer bakıyor…

A Parti Şehreküstü ve Fomara’da yer bakıyor…

Gerçek olan şu: Siyaset boşluk kaldırmaz. Özellikle son genel ve yerel seçimlerde görülen boşluğu doldurmak için harekete geçen isim olarak dikkat çeken isim Yavuz Ağıralioğlu idi.

Geçen ayın 28’inde partisini kuran Ağıralioğlu ardından harekete geçti.

Anadolu yollarına dökülmeye başladı.

İlk durak da Bursa idi…

Bu minvalde;

Cumartesi günü Bursa’da önce STK, ardından basın mensupları, akşamında ise iş insanları ile buluşan A Parti lideri Yavuz Ağıralioğlu’nun programı ile ilgili detaylarını dün kaleme almıştık.

Gerçekten yeni kurulan bir parti için başarılı bir programdı.

Başarının mimarı ise birkaç isim kişiydi, o isimlerden biri de Tahir Kahveci idi.

Öncelikle şunu net olarak ifade etmek gerekiyor.

Kahveci, daha önce Ankara programında olduğu gibi cumartesi günü Bursa programında da basın mensuplarını çok iyi ağırladı.

Her türlü sorunun çözümü olmak için uğraştı.

Bize düşen ise sadece teşekkür.

Bizim asıl merak ettiğimiz ise hareketin başladığı ilk günden itibaren Ağıralioğlu ile beraber hareket eden Kahveci bundan sonraki süreçte hangi görevi üstlenecek?

Yoksa görev üstlenmeden saf bir partili olarak mı yoluna devam edecek?

Bunları ilerleyen süreçte hep beraber göreceğiz.

Ama bizim Kahveci’yi görmek istediğimiz yer ise tecrübelerinden faydalanılması, buna paralel olarak da genel merkezde bir birim başkanın yardımcısı veya Genel Başkan Yavuz Ağıralioğlu‘nun danışman kadrosunda yer alması…

Bize düşen süreci takip etmek..

Biz böyle düşünüyoruz.

Ağıralioğlu ne düşünüyor?

Asıl önemli olan o…

Öte yandan bu süreç içinde takip edeceğimiz diğer ayrıntı ise İl Başkanı Fikret Aslan’ın nasıl bir yönetim kurulu oluşturacağı.

İstişare toplantılarında yer alan isimler yönetim kurullarında görev alacak mı?

Öte yandan ilçelerde kimler ilçe başkanı olacak?

Yönetimlerde siyasette miadı dolanlar mı yoksa siyasete ilgi duyanlar mı ağırlıklı olacak?

Bunların hepsini periyodik şekilde yakın bir tarihte göreceğiz.

Bu arada A Parti’nin İl Başkanlığı binasının Fomara’da olacağını bununla ilgili arayışlara başlanıldığını da bu köşeden yazmış olalım…

Muhtemelen bu arayışlardan sonra A Parti’nin İl Başkanlığını da Fomara ve civarında göreceğiz.

Anahtar Parti iddialı başladı

Anahtar Parti iddialı başladı

Partisinin kuruluşunu ilan ettiği, adını ve amblemini açıkladığı ilk toplantıda da takip etme fırsatı bulduğum Anahtar Parti Genel Başkanı Yavuzağıralioğlu’nu 15 gün sonra Bursa’da izledik..

Öncelikle şunu söyleyeyim, uzun zamandır Bursa’yı bu denli övgü dolu sözlerle tarifleyen, tarihin akışındaki yerini böylesine öne çıkararak anlatan bir hatiple karşılaşmamıştım. Merkezi hükümetin çantada keklik olarak görmesinden kaynaklı bir boş vermişlik içinde çaresizce savrulan, dolayısıyla hak ettiği yatırımlara asla kavuşamayan, buna rağmen ülke ekonomisine katkı sunmaya devam eden, bir yandan da yetişmiş insan gücü kaynağı olarak görülen Bursa’da benim dinlediğim konuşmayı dinleyen kim olsa duygulanırdı.

İyi bir hatip, akıllı bir siyasi figür olan Ağıralioğlu, bir saatten uzun süren konuşmasını tamamen spontane gelişen kurgusuyla yazılı metin ve teknolojik destek kullanmadan gerçekleştirdi.

Henüz teşkilatlanma çalışmalarına yeni başlamış bir siyasi partinin düzenlediği toplantıya katılım hayli yüksekti bana göre. Partililerdeki coşku da görülmeye değerdi. Yaklaşık 2 bin arabalık konvoydan söz edildi.

“Bursa’nın bugünkü hali halen doğru planların yapılamamasının da ahvalidir. Burada işsizlik, kaos, yerleşme programı, tarım arazilerine karşı talan var” sözleri son derece önemliydi.

Yaşadığımız abuk subukluğu kanıksamış olmamızı her zaman soğuk suya atılan ve suyun içinde yüzerken suyun kaynar hale geldiğini fark edemediğinden haşlanırken kendisini kazanın içinden dışarıya atamayan kurbağaya benzetirim.

Siz buna ister büyük resmi görmek deyin, ister kendini dışarıdan gözlemlemek deyin…

İçinde bulunduğumuz kazandaki su kaynıyor, biz yanıyoruz, fakat farkında değiliz, tek bildiğimiz canımızın acıdığı…

Bir siyasi sistemden bahsediyor Yavuz Ağıralioğlu, daha doğrusu siyasetin sirayet ettiği tüm yaşam alanlarından çekilmesinden, devletin siyasetin elinde oyuncak olması sorununun ortadan kaldırılmasından, burada oluşan boşluğun bir genel devlet politikası ile desteklenmesinden, dolayısıyla siyasetin uğradığı her değişiklikte devlet kurumlarında değişiklik yapılmasının önüne geçilmesinden…

Kısaca siyasetin sadece seçim zamanları konuşulan, sonrasında devletin devamlılığına ve kadimliğine teslim olunan bir yapıdan bahsediyor.

Partisini merkez sağ gibi bir konuma yerleştirmeyi arzu etmekten ziyade ‘merkezinde milletin olduğu bir boşluğu doldurmaya’ talip olduğunu söylüyor diğer yandan. Belki biraz kafa karıştırıcı bir ifade, ama uzun zamandır unuttuğumuz, merkezde milletin olması hadisesinin cazibesine şimdiden ülkenin yüzde 3.4 gibi bir oranı kapılmış gibi görünüyor.

Önümüzdeki günlerde anketlerde daha da yüksek oranlarla ifade edileceklerini belirten Anahtar Parti Genel Başkanı, ‘İlk gireceğimiz seçimde baraj sorumuz olmayacak’ diyecek kadar da iddialı.

‘Milletin A Planıyız, kimsenin B Planı değiliz’ sözleri ittifaklara açık bir politika gütmeyeceklerinin açık ilanıydı.

Teşkilatlanma konusunda da iddialılar. Birkaç ay içinde bütün teşkilatlanmayı tamamlayarak kurultay sürecine gitmeyi planlayan Anahtar Parti’nin Bursa İl Başkanının Fikret Aslan olması bekleniyordu. Beklendiği gibi de oldu, Anahtar Parti Bursa İl Başkanlığına Fikret Aslan atandı.

Parti içinde kadınların yerinin erkeklerle eşit olacağını da söyledi Ağıralioğlu, ancak ülkemizde kadınların evlere girip politika yapmak zemininde ne kadar başarılı olduğunun açık kanıtı olarak karşımızda duran AK Parti’nin bu konudaki yöntemlerini benimseyeceklerini belirtti.

Siyasi Partiler Kanunu değişikliğini ilk Anayasa tartışmasında gündeme taşımak var planlarında. Siyasetin finansmanı konusu ülkemizde son derece kritik bir mesele malum. Şimdiye kadar bu konuyu gündeme taşıyan CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala olmuştu Bursa zemininde. Demek ki, konunun siyasi ideolojiyle değil, temiz siyaset yapmak istemekle alakası var.

Siyasetin finansmanı siyaseti ve devleti kirletir. Şu anda yaşadığımız sıkıntıların büyük bölümü buna bağlıdır. Siyaset finansmana borcunu ödemek için devletin kurumlarını kullanırken ülke bu hale gelmiştir. Siyasetin küçük bir miktar finansmanı olmalı, bu meblağ Avrupa’daki gibi kriterlere bağlanmalıdır’ sözleri ile önemli bir konunun altını çizmiş oldu.

Son olarak kazanda kaynamak üzere olan kurbağanın farkına varması gereken bir noktaya daha dikkatleri çekmek isterim Yavuz Ağıralioğlu’nun vasıtasıyla.

Siyasilerin şimdilerde; ‘Yolsuzluk yapmayacağız, ülke kaynaklarını boşa harcamayacağız, şahsi çıkar gözetmeyeceğiz, liyakatli kadrolarla yol yürüyeceğiz, kamu kaynaklarının her kuruşunun hesabını vereceğiz, adaleti işler hale getireceğiz, herkese sağlık, eğitim imkanı sunacağız diyerek vatandaşa vaatlerde bulunmaları ne büyük ayıptır. Bunlar zaten olması gerekenlerdir. Bunları gerçekleştireceğini söylemek bir vaat olamaz, olmamalıdır!’

İYİ Parti’den ayrıldığından beri bir parti kurması beklenen, parti kurma çalışmaları beklenenden uzun süren, ancak görünen o ki, altta bir teşkilatlanma çalışması çoktan tamamlanmış olan Anahtar Parti önümüzdeki süreçte anketlerde nasıl bir seyir izleyecek, ülke sorunlarına yönelik nasıl politikalar üretecek merakla takip edeceğiz.

Ağıralioğlu’nun ilk ziyareti neden Bursa oldu?

Ağıralioğlu’nun ilk ziyareti neden Bursa oldu?

Cumartesi günü Bursa’nın misafirleri arasında Anahtar Parti Genel Başkanı Yavuz Ağıralioğlu vardı. Yeni kurulan siyasi partinin Genel Başkanı sıfatı ile Ağıralioğlu Bursa’ya geldi.

Neden ilk ziyaret Bursa diyenlere bir hatırlatma yapalım.

Bursa bu anlamda tarihsel çizgiyi değiştirmede oldukça önemli.

Beylikten imparatorluğa geçişin mimarıdır Bursa…

Öte yandan yakın tarihte AK Parti’nin iktidara gelmesinde önemli etkendir Bursa.

Belki birileri nasıl diyecektir.

MHP lideri Devlet Bahçeli Keles Kocayayla’da erken seçim istemeseydi acaba AK Parti iktidara gelebilir miydi?

Bu açıdan Bursa önemli…

Evliyalar şehri manevi huzurun başkenti Bursa’dan yola çıkan Ağıralioğlu’nun bu ziyareti genel başkan sıfatı ilklere konu olacak ziyaretti.

Buluşmaya geçmeden önce ilk önce bir tespit yapalım.

Son gerçekleşen yerel seçimlerde sandığa gitmeyen bir önceki seçimlerde oyunu AK Parti veya MHP’ye veren önemli bir seçmen kitlesi bulunuyor.

O seçmen kitlesi elim sola gitmiyor amma velakin AK Parti’ye de gitmiyor.

AK Parti’ye ders verelim diyordu.

Alternatifini bulursam bir başka siyasi hareket neden olmasın diyordu.

İşte bu açıdan bakınca AK Parti’nin alternatif A Parti olabilir mi?

Neden olmasın…

Gelelim tekrar buluşmalara

Buluşmanın üç ayağı vardı.

İlk ayağında Bursa’nın STK’ları muhtarları ile olan buluşma. Diğer buluşma basın mensupları ile olan sohbet. Sonunda ise iş insanları ile olan buluşma…

Bir de arada iptal olan Tophane’de Osmangazi ve Orhangazi Türbeleri ziyareti vardı.

Gelelim sırasıyla ilk buluşmaya…

Buluşmanın gerçekleşeceği nokta Merinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi Yıldırım Beyazıt Salonu idi.

Salonda misafirler salon dışında ise partiye gönül verenler vardı.

Yeni kurulan siyasi partinin Bursa’daki buluşması nasıl gerçekleşecekti?

İstenilen kalabalığa ulaşılacak mıydı?

Bunların hepsi soru işaretiydi…

O soruların yanıtlarını kısmen öğrendik.

Öncelikle yeni kurulan siyasi partiye ilgi oldukça iyi idi diyebiliriz. Bunu mukayese ederken kıstasımız Gelecek ve DEVA partileri oldu.

Bana göre A Parti her halükarda taban noktasında onları katlar…

Keza STK ve muhtarlar arasından nasıl katılım oldu diyorsanız?

Salon doluydu…

Velhasıl A Parti’nin Bursa kurmaylarının beklentilerini karşıladı…

Gelelim ilk buluşmaya…

İlk buluşma öncesinde Ağıralioğlu , salon dışında bahçede bulunanlara bir konuşma yaptı. Ardından salona girdi.

Salondaki konuşmasında ise ana vurgusu biz daha iyisini yapacağız, ülkeyi tükenmişlik sendromundan kurtaracağız mesajını verdi dersek abartmış olmayız.

Siyasetçi zaten ne konuşacağını değil ne konuşmayacağını, nerede duracağını değil nerede durmayacağını bilmeli.

Bu anlamda Ağıralioğlu “daha iyi Türkiye mümkün” minvalinde konuşmasını sürdürdü…

Ardından ise basın mensupları ile bir otelde buluştu.

Biz sorduk o yanıtladı.

Benim sorduğum bir soruya ise önseçim olacak diye yanıt verdi…

Bence olması da gereken o…

Ağıralioğlu’ya göre;

Platonik aşk gerçek aşka dönüşecek A Parti’de…

Öte yandan Cumhur İttifakı’na bakışı da “mecbur değiliz” diyerek konuşmayı özetledi.

Bu arada ne prompter ne de başka bir şey kullandı Ağıralioğlu, bu ayrıntıyı da yazmış olalım.

Bu arada il başkanlığı görevine de koordinatör olarak görev yapan Fikret Aslan atandı.

Bize düşen başarı dilemek, yolu açık olsun demek…

Daha çok çocuk, daha az asgari ücret

Daha çok çocuk, daha az asgari ücret

Gazetelerin en çok okunan haberlerinin başında dar ve sabit gelirliyi enterese eden asgari ücret ve emekli maaşı ne kadar olacak konuları yer alır.

Yaşanan enflasyonist ortamı göz ardı ederek kemer sıkma politikası uygulayacağız deyip, kemeri dar ve sabit gelirlinin beline bağlayan hükümetimiz yılın ikinci altı ayı için asgari ücrete zam yapmayınca elbette önümüzdeki yıl ülkenin yarısının maaşını belirleyecek olan en alt düzey işçi maaşının ne olacağı konusu Ekim ayından bu yana konuşulmaya başlanmıştı.

Aylardan Kasım olunca konu daha da derinleşti. Sonuçta zenginin malı züğürdün çenesini yorar lafının ete kemiğe bürünmüş hali olarak her gün bu türdeki haberlere bakar olduk.

Ancak ben asgari ücrete geçmeden önce BES-AR araştırma merkezinin yayınladığı verilerden bahsetmek istiyorum.

Büro Emekçileri Sendikası Araştırma Merkezi, kasım ayına ilişkin açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı 29 bin 100 lira olarak belirtildi.

Tek bir bekâr çalışanın yaşam maliyetinin 39 bin 341 lira olduğunu kaydeden BES-AR, yoksulluk sınırının 78 bin 617 lira olduğunu ifade etti.

Elimizdeki verilere göre 2024 yılında 17 bin 002 lira alan asgari ücretli, 29 bin 100 lira olan açlık sınırının yüzde 71.15 altında ücret alıyor hali hazırda.

Bir küçük hatırlatma daha yapalım ve aynı araştırmaya göre sağlıklı beslenmenin maliyetinin günlük 969 lirayı geçtiğini vurgulayalım.

Bu verilere karşılık asgari ücret için dört ayrı senaryo gündemde.

İlk senaryo asgari ücretin ekonominin patronlarının isteği üzerine tahmini enflasyon oranında artmasına dayanıyor. Yüzde 25’lik bir zam gören asgari ücret 21 bin 500 lira olabilir ve hali hazırdaki açlık sınırının dahi altında kalarak başlar yıla. Bu senaryo 2025 yılının ilerleyen sürecinde asgari ücretli çalışan çiftlerin ikisinin de çalışması halinde dahi açlık sınırının altında kalabileceğini de gösteriyor bize.

İkinci senaryo biraz daha insaflı. Yıl sonu enflasyon hedefi olan 41,5’lik zammın uygulanması halinde  asgari ücret 24 bin 57 liraya çıkacak. Görüldüğü üzere yine açlık sınırının altında bir gelirden söz ediyoruz.

2025 enflasyon hedefi olan yüzde 17,5 baz alınırsa asgari ücret rakamı 19 bin 975 lira olacak ve bu duruma hepimiz oturup güleceğiz bol bol.

Halk hep birlikte gülmeye başlayınca kralın ne yaptığını hatırlıyorsunuzdur diye düşünüyorum.

Son senaryo ise Merkez Bankası’nın yüzde 44’lük yıl sonu enflasyon beklentisi oranında zam yapılması durumunda asgari ücretin 24 bin 483 liraya olması.

Sıraladığım tüm senaryolar asgari ücretin her halükarda 29 bin 100 lira olan açlık sınırının altında kalacağını gösteriyor.

Benim tahminim asgari ücretin 22 bin lira ile 23 bin lira arasında bir rakam olarak belirleneceği şeklinde.

Öyle 25 bin liralar falan hayal yani…

Olsa fena mı olur?

Elbette hayır!

CHP’nin 30 bin lira Gelecek Partisi’nin 33 bin 337 lira taleplerini de söyleyelim ve olmayacak duaya kimsenin amin demeyeceğini hatırlatalım.

Ülkenin yarısının asgari ücretle maaş aldığını, yaklaşık yüzde 20’sinin de asgari ücrete komşu ücretlere ‘Allah Bereket Versin’ dediğini biliyoruz.

Buradan bakınca ülkenin neredeyse yüzde 70’lik kısmı açlık sınırının altında ya da civarında gelirlerle yaşamaya çalışıyor.

İktidarın yarattığı ekonomik krizi yamamak için elindeki en büyük koz ise sosyal yardımlar. Neredeyse herkesin dilenciye döndüğü canım ülkemde 15 milyon vatandaş doğrudan sosyal yardım alıyor. Bu yardımlar için 2025 yılında 219.7 milyar lira harcanacak.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 407 milyar 10 milyon 627 bin TL’lik 2025 yılı bütçesine yerleştirilen, “Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Yardımlaşma” kalemi dev bir hane…

Bakanlığın bütçesinin yüzde 54’ünü yoksullukla mücadele için ayrılan para oluşturuyor.

Fakirliğin üstü bir yandan yardıma muhtaçlıkla örtülürken, diğer yandan yardımların kesilmesi ihtimali ile korkutulan vatandaş oy deposu olarak kullanılmaya devam ediliyor.

Elbette en çok çocukların etkilendiği bu saçma düzenden çıkmaya uğraşan vatandaşa ise daha çok çocuk sahibi olması salık veriliyor en yetkili ağızlar tarafından.

Tabi daha çok çocuk, daha çok sefalet, daha çok ‘asgari ücret kaç olacak’ konusunun konuşulması, daha çok sosyal yardım için kapı kapı dolaşmak, daha çok sosyal yardımlar kesilecek diye korkarak aynı siyasi partiyi desteklemeye devam etmek, daha çok çocuk…

Başa döndük galiba…

BESAŞ ve BURFAŞ’ın yerel üreticilere desteği…

BESAŞ ve BURFAŞ’ın yerel üreticilere desteği…

Bursa Büyükşehir Belediyesi şirketlerinin yeni dönemde ürün yelpazesini genişletirken yerel markalara ve üreticilere olan destekleri gözlerden kaçmıyor.

Bu minvalde ilk olarak BURFAŞ ardından BESAŞ‘ta hareketlilik var.

Norm Haber olarak geçen hafta ziyaret gerçekleştirdiğimiz kurumlardan biri de BURFAŞ idi. Genel Müdür Erhan Pınar ile konuşmamızda kendisi bir konuya dikkat çekmişti…

O konu da alışverişlerde yerel markalara, yerel üreticilere destek verilmesi…

Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey‘in de talebi bu yönde.

Hatırlatmakta fayda var.

Özellikle son zamanlarda kadın kooperatifleri kurulmaya başlandı.

Bu kuruluşlara destek şart.

Keza Bursa’da yerel anlamda bir çok gıda firması da bulunuyor.

Onlardan biri de Marmarabirlik.

İşte bu noktada BURFAŞ sosyal tesislerde kullanmak üzere Bursa’da üretim yapan Marmarabirlik ile görüşmeler sonucunda 11 bin litre zeytinyağı alımı konusunda mutabakata varıldı.

Bu açıdan bakınca doğru ve yerinde hamle.

Adeti 5 litreden hesap edersek 2 bin 200 teneke zeytinyağı demek.

Muhtemelen bu ürünlere yakında Bursa’da imalat yapan diğer firmalardan da  ilaveler olacağını düşünüyorum

Bundan dolayı BURFAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Yalçın Işıkyıldız ve Genel Müdür Erhan Pınar’ı bu anlamda tebrik ediyorum.

Öte yandan BESAŞ’ın da üreticiler birliği ile et ve benzeri anlamda anlaşma yapıp bunu satışa sunması da oldukça anlamlı.

Bundan dolayı da  BESAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Orkun Gazioğlu ve  Genel Müdür İbrahim Demirtaş ve bu konuda en büyük destek veren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’i  tebrik ediyorum.

***

Ağıralioğlu Bursa’ya geliyor…

Türk siyasi hayatının en yeni partisi Yavuz Ağıralioğlu‘nun Genel Başkanlık görevini üstlendiği Anahtar Parti.

Parti bir yandan teşkilatlarını kurmaya çalışırken diğer yandan da Ağıralioğlu’nun toplumun değişik kesimleri ile buluşmaları dikkatlerden kaçmıyor.

Bu minvalde Ağıralioğlu hafta sonu cumartesi gününü kentimizde geçirecek.

Önce sabah sivil toplum kuruluşları ile buluşacak, ardından basın mensupları ile sohbet edecek sonrasında iş insanları ile görüşecek.

Muhtemelen bu görüşmeler sonunda yakın bir tarihte Bursa ve ilçelerinde teşkilatlanmayı da tamamlamış olacak.

Bakalım Ağıralioğlu ile bildiğimiz isimler dışında kimler yol arkadaşlığı yapmak isteyecek ve rol kapmaya çalışacak?

Bu ziyarete kimler daha çok ilgi gösterecek?

Onu da ziyaretle beraber öğrenmiş olacağız…

Ne diyelim, hayırlı olsun…

Daha çok sanayi bölgesi şart mı?

Daha çok sanayi bölgesi şart mı?

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ve BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın geçtiğimiz günlerde BTSO çatısı altında bir araya gelerek şehrin geleceği hakkında istişare etmesi son derece mühim bir konuydu.

Pas geçmeyelim, herkesin kendi hesabına beklentiler içinde olduğu 2050 vizyonlu 1/100.000’lik Çevre Düzeni Planı hakkında şehrin iki güçlü figürünün neler konuştuğunu irdeleyelim isterim.

BTSO Başkanı İbrahim Burkay’ın talebi belli aslında.

Daha çok sanayi bölgesi…

Organize Sanayi Bölgesi olur, KOBİ OSB olur, TEKNOSAB konseptli bölgeler olur…

Nitelik fark etmez…

Şöyle diyor Burkay; “Kentin nitelikli dönüşümüne rağmen, üretim alanlarının yetersizliği nedeniyle ihracat performansını artıramıyoruz!”

Oysa ‘Sanayici batıyor mu, çıkıyor mu?’ isimli yazımda belirttiğim gibi geçtiğimiz haftalarda iflasın eşiğinde olan üreticilere ‘konkordato ilanı’ dersi verilmişti bizzat BTSO tarafından. Ekim ayında küçüklü büyüklü 157 firmanın kapandığına, 2024 yılının başından itibaren 1346 firmanın iflas ettiğine ilişkin bilgiyi de bir kez daha hatırlatmış olayım.

Yine de toplantıda en yoğun talepler KOBİ OSB projesinin bir an önce hayata geçirilmesi ve organize ticaret bölgelerinin kurulmasına yönelikti. Bunlara ek olarak üretim alanlarının, ulaşım ağlarının, lojistik imkanların ve depolama sahalarının akıllı şehircilik konseptine uygun şekilde gerçekleştirilmesi arzusu da iletildi.

Son kertede herkes 2050 vizyonlu 1/100.000’lik Çevre Düzeni Planının bir an önce hayata geçirilmesi istediğinde olduğunu belirtti.

İstek aynı da beklentiler farklı.

Bu noktada Mustafa Bozbey’i son derece temkinli cümleler kurarken dinliyorum hep. Bu kez de; “Düzensiz sanayi alanlarının düzenli bölgelere taşınması taleplerinin farkındayız. Şu anda yapacağımız, kent anayasası dediğimiz plan gelecek 100 yılımızı şekillendirecek. Bu yüzden kent ekosistemini koruyacak bir yapıda, sürdürülebilir bir anlayışta olması gerekiyor” cümleleri ile ‘Nasıl bir yöntemle ilerleyeceğimizi hala düşünüyoruz. Kentin kıymetli tarım toprakları son derece önemli’ mesajı veriyor aslında.

En son 2023 yılı başında planın hazır olduğunu, birkaç rötuş dışında eksiğinin kalmadığını, seçimden sonra bu rötuşlar üzerinde uzlaşılarak planın devreye koyulacağını söyleyen Alinur Aktaş da benzeri müdahaleler nedeniyle sıkışmıştı zaten.

Altlık çalışmaları aslında tamamlanmış olan bir plan hazırlığı her ne kadar mevcut olsa da Bozbey yönetimi plan yapma işini sıfırdan ele almak, daha doğrusu yoğurdu kendi biçimiyle yemek istiyor. Bu noktada sonuna kadar haklı da buluyorum tüm ekibi.

Beni en çok ilgilendiren ise ‘Bursa’nın artık daha fazla büyümeyi değil, en azından olanı korumayı, hatta mümkünse nüfusunu azaltmayı düşünmesi lazım’ sözlerini sıklıkla dillendiren Başkan Bozbey’in bu sözlerin arkasında ne kadar durabileceği, sanayileşmeye daha fazla meyleden bir tutum sergileyip sergilemeyeceği.

Çünkü görünen o ki, baskılar şimdiden başlamış bile…

***

 

CHP Osmangazi seçime mi gidiyor?

CHP’nin kendi iç dinamiklerinden oluşan, biraz da kaoslu siyasi hayatının cazibesi bir tek benim etkilendiğim bir durum değil sanırım. Dolayısıyla gelişmeler yaşanırken yazmadan olmuyor.

Bir kurultay sürecine girdi giriyor CHP demiştim bundan birkaç gün önce. Hala da böyle düşünmekteyim. Tüzük kurultayını olağanüstü kurultaya dönüştürmek için yoğun bir çaba sarf edilmeye başlandı İstanbul ve Ankara cephesinde. Buralardaki çalışmaların göstereceği yol, işin Bursa’ya sıçrayıp sıçramayacağına da işaret olacak.

Bunun dışında yönetiminden memnun olmadığı ilçeleri olağan üstü kongreye götürüyor bir yandan CHP delegesi.

Günün konusu elbette Osmangazi

CHP Osmangazi İlçe Başkanı Cengiz Çelikten; ‘CHP’ye Osmangazi Belediye Başkanlığını kazandıran başkan olacağım, olmazsam da istifa edeceğim’ diyerek başladığı yolculukta belediye başkan adayı olan Erkan Aydın için ‘Benim adayım değil. Seçilmezse istifa etmem’ ifadesini yönelttiğinde aslında hava bozulmuştu kendisi açısından.

‘Benim için önemli olan partiye seçim kazandırmak, bu yolda babamı tanımam’ diyen, partiyi her daim her şeyden üstte tutan CHP delegesi o dönem yönetimden istifa etmek isteyenleri durdurmuş, kısa süre içinde seçime gidileceğinden, güçlü bir parti olarak seçime hazırlanmak adına adeta sabır göstermişti.

Şimdi CHP’nin önünde kuvvetle muhtemel bir erken seçim duruyor, dolayısıyla ‘babamı tanımam’ diyen delege seçime yeni bir ilçe başkanı, daha güçlü bir yönetim, kırgınların barıştığı bir ortam içinde girmek istiyor. Bu kez hedef genel seçimlerde de yerel seçimlerdeki başarıyı yakalamak.

Gelelim sadede…

Bir konsensüsle yönetime gelen, yönetime geldikten sonra iddialara göre bir güç zehirlenmesi yaşayarak etrafında ciddi bir kırgınlar ordusu yaratan Çelikten’i kongreye götürmek için gerekli imza sayısı büyük ihtimalle toplanmış görünüyor. Elbette imzalar açık biçimde teslim edilmeden önce bu konuda kimse iddialı olamaz. Ancak şimdilik kuvvetli ihtimal bu.

Osmangazi için Bülent Özdemir, Mustafa Şenyurt gibi isimleri duymaya başladım bile.

Yine dağınık bir delege yapısıyla yürütülen olağanüstü kongreye imza toplama çalışması nedeniyle net iki cephe olduğunu söylemek mümkün değil. Bu nedenle öne çıkacak isimleri önümüzdeki günlerde daha şeffaf görmek mümkün olacak.

Bakalım gelecek CHP Osmangazi’ye ne getirecek…

Orhangazi’de güzel işler oluyor…

Orhangazi’de güzel işler oluyor…

Zaman zaman fırsat buldukça ilçe belediye başkanlarını makamında ziyaret etmeye gayret gösteriyorum.

Hem neler yapıldığını hem de neler yapacaklarını en yetkili ağızdan öğrenmiş oluyorum.

Bu minvalde de salı günü soluğu Orhangazi’de aldım.

Öncesinde ilçedeki dostlarımdan zeytin üreticilerinin sorunlarını dinledim. Ardından da Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın‘ı makamında ziyaret ettim.

Aydın’ın Orhangazi’de yapmış olduğu çalışmaları yakinen takip ediyorum. Bu minvalde kendisi borç yığını olarak aldığı belediyeyi sürdürülebilir hale getirdiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.

Onun hedefi yeni dönemde Orhangazi’yi daha da ileri götürmek.

Bu dönem önemli çalışmalara imza atmak istiyor.

Aydın’ın en önemli özelliği mütevazi kişiliği.

Göreve geldiği andan itibaren tasarruf tedbirlerini uygulayan belediye içerisinde her türlü şatafattan kaçan Aydın bu dönemde de aynı mütevaziliği gösteriyor.

Başkanlık makamında lamba yanmıyor dersek abartmış olmayız.

Bu dönem içerisinde belediye olarak iç kaynakların yanı sıra dış kaynaklara da önem veren Aydın ve ekibi bu minvalde uluslararası fonlardan yararlanmak için çalışmalara başlamış. Konuyla ilgili olarak birim kurulmuş…

Gerek AB, gerekse başka ülkelerin ve kuruluşların  bu noktada sağladığı imkanları araştıran birim yakın bir tarihte uluslararası fonlara müracaat edip ilçenin ve ilçe halkının gelişimine katkı sağlayacak çalışmalar yapacak.

Yine yakın bir tarihte ilçe merkezinde 30 dönüm arazinin üzerinin yapılacak hayvan barınağının maliyeti yaklaşık 20 milyon TL’nin üzerinde…

İhalesi gerçekleşmiş.

Temeli de kasım ayı içerisinde atılacak.

Bursa’da hatırı sayılır ve bölgenin en iyi hayvan barınağı olacak.

Bunu yanı sıra Orhangazi Belediyesi Tarım AŞ’de zeytin hasadına başlamış durumda. Beklene rekolte 100 tonun üzerinde. İlk ürünler toplanmış yağhane de çekilmiş zeytinyağı haline de getirilmiş.

İlerleyen süreçte farklı pazarlara açılma noktasında çalışmalar yapılıyor.

Kısaca Orhangazi’de başkan Bekir Aydın soyadı gibi ilçesini aydınlık bir geleceğe hazırlama adına olağanüstü gayret gösteriyor.

Bize de düşen onu tebrik etmek takdir etmek…

Son gülen iyi güler…

Son gülen iyi güler…

Halkın yoksulluğu ile dalga geçilmesinin bir adım ötesi nedir?

Bu soruya bir yanıt vermek güç. Zira bir adım ötede açlıktan ölmeyi göze alan suskun ve itaatkarlar ordusunu da görebiliriz, yaşananlara başkaldırı da…

Bir adım öteyi öngöremiyoruz elbette, fakat şimdiyi görmek mümkün.

Halkın yoksulluğu ile dalga geçilen bir dönemi yaşıyoruz.

Geçtiğimiz günlerde İzmir Selçuk’ta yaşadıkları derin yoksulluk koşullarında hayatını kaybeden beş kardeşin vefatına şahit olduk.

Üzüntülerimiz öyle çok parçaya bölündü ki, beş küçük çocuğun acı biçimde hayattan kopmasına oturup ağlayanlar günün siyasi gelişmeleri ile ilgilenenlerden daha azdı eminim.

Yine de İzmir Selçuk’ta hurda toplayıcılığı ile geçinen yalnız bir annenin en küçüğü 1, en büyüğü 5 yaşında olan beş çocuğunun tek başlarına kalmak zorunda oldukları baraka evde çıkan yangında hayatlarını kaybetmeleri derin bir üzüntüydü.

Olayın korkunçluğu bir yana, derin yoksulluk çemberinde sıkışan çocukların ne kadar büyük risklerle karşı karşıya kalarak yaşam mücadelesi verdiğinin kanıtı olarak da durdu karşımızda. Bu kayıplar yalnızca bir kaza değil aynı zamanda sosyal adaletsizliğin, çocuklarımızı koruyamayan yetersiz sosyal politikaların ve görünmeyen derin yoksulluğun çığlıydı.

Yaşananlar karşısında toplum olarak beklentimiz elbette varlıkları tek başlarına kalmak zorunda oldukları barakalarda feci biçimde can verdiklerinde hatırladığımız çocuklarımız için daha güvenli bir gelecek inşa etmek adına sürdürülebilir, kapsayıcı ve olası paydaşlar ile işbirliği içerisinde harekete geçmiş devletle kucaklaşmaktı.

Bugün sokaklarda zorla çalıştırıldığı ve dilencilik yaptırıldığı için mobil ekiplerce müdahale edilen çocuk sayısı 50 bin 293’e ulaşmış görünüyor BBC Türkçe’nin paylaştığı bilgilere göre. Bu çocukların 19 bin 500’ü Suriyeli.

Sokakta tespit edilip ailesine para cezası yazılan çocuklar bir süre ortadan kayboluyor, sonra başka bir bölgede çalışarak yeniden aynı cenderenin içine düşüyor.

Konuyla ilgili hazırlanan rapora göre, 2024’ün ilk altı ayında 34 bin çocukla görüşüldü, 16 bin aileye rehberlik hizmeti sunuldu. Risk altındaki 337 bin çocuğa sosyal hizmet müdahalesinde bulunuldu.

Sonuçta sokaktaki çeteleri kendi ellerimizle oluşturduğumuz, sahipsiz kalan çocukları çetelere ya da cemaat ve tarikatlara teslim ettiğimiz gibi bir gerçeklik var ortada.

Tüm bunların karşısında AK Parti Grup Başkan Vekili Özlem Zengin; “Dönüyorsunuz, dolaşıyorsunuz, her şeyi paraya bağlıyorsunuz. Bunların olmasının sebebi parasal sebepler mi?” deyiverince işte insanın aklı başından gidiveriyor.

Bir annenin beş küçük çocuğunu bir barakada tek başına bırakarak gece gece sokaklara hurda toplamak için çıkması ve bu sırada çocukları ısıtmak için sadece bir elektrikli ısıtıcının kullanılıyor olması hikayesinin hiçbir yerinde parasızlıkla ilgili ayrıntı bulamıyor Sayın Zengin.

Bir barakada yaşamak zenginlikten çünkü, hurda toplamak için geceleri sokaklarda dolaşmak da zenginlikten, ısınmak için doğalgaz gibi çok daha güvenli bir yol varken mesela elektrikli ısıtıcı tercih etmek de zenginlikten…

Özlem Zengin’in açıklamalarının üstüne tuz biber ekecek cinsten bir cümle de daha geçtiğimiz gün hastanelerinde çocukların nasıl canice öldürüldüğüne ve bu caniliğe nasıl yıllarca ses çıkarmadıklarına, bahsi geçen hastanelerin sahiplikleri noktasında iki eski Sağlık Bakanından bahsedilmesinin yarattığı infiale rastlamamışız gibi Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’ndan geliyor;

“Özellikle şehirleşen ve çalışma yöntemi değişen ailenin küçülmesi ve özellikle doğurganlık oranının düşmesiyle maalesef bu durumda ailenin ve doğurganlık oranının yükseltilmesi gerekir. Türkiye’de doğurganlık oranı 1970’lerde 5,1 iken, bugün maalesef 1,5’e kadar düşmüş durumdadır. Bu hem toplumun geleceğini hem de aile yapısını tehdit etmektedir. Bu konuda bakanlığımız özellikle anne eğitiminin ve normal doğumun eylem planını hazırlamış ve uygulamaya koymuştur” diyor Sayın Bakan.

Şimdi bu sözün neresinden tutayım…

Şehirleşme ve çalışma yönteminin değişmesinden ziyade fakirlikten çocuk yapılamıyor mu diyeyim…

Türkiye dünyanın ucuz işçi merkezi olsun diye kadınların sürekli doğurmasını istiyorsunuz mu diyeyim…

Toplumun ve ailenin yapısı tehdit altındaysa insanların yaşam koşullarını biraz iyileştirmeye ne dersiniz mi diyeyim…

Normal doğum yapan anneyi anne kabul edip sezaryen doğum yapan anneyi ötekileştiren kamu spotu filmleriniz çirkinin de ötesi ithamlar içeriyor mu diyeyim…

Hani neresinden tutsam elimde kalıyor…

Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu ve AK Parti Grup Başkan Vekili Özlem Zengin nasıl da birbirine paralel şeyler söyleyebiliyor, nasıl da halkın içinde bulunduğu durumdan hiç haberleri yokmuş gibi yapabiliyor.

Nasıl da utanmadan halkın yoksulluğu ile böyle dalga geçebiliyor.

Bugün siz dalganızı geçin, yarın son gülen iyi güler…

Zeytin üreticisi mağdur; Türkşeker ve Tarım AŞ piyasaya girmeli…

Zeytin üreticisi mağdur; Türkşeker ve Tarım AŞ piyasaya girmeli…

Bursa’nın bir tarafı tarım, diğer tarafı sanayi öbür tarafı da turizm. Ne yazık ki her üçünde de istenilen düzeyde başarıyı yakalayamadık. Hepsi yarım yamalak…

Tarımsal çalışmaların içerisinde Bursa ile adı anılan coğrafi işaret alan ürünlerimizden biri zeytin

Bursa’nın siyah elması…

Ama elmas denilmesine rağmen bu sene gerçekleşen fiyat politikasına baktığımızda değeri adeta teneke gibi…

Velhasıl Bursa özelinde birçok ailenin geçim kaynağı olan zeytinde bu sene oldukça sıkıntı var.

Piyasanın belirleyicisi olan Marmarabirlik’in açıkladığı fiyatlar ortada…

Yanı sıra tüccar o rakamlardan daha da düşük fiyatla alım yapıyor.

Olan bu durumda üreticiye oluyor.

Öte yandan yeterli derecede yağmur yağmamasından dolayı yağlık zeytin üretimi oldukça yüksek tonajda

Bunun sonucunda mağdur olan üretici oluyor.

Yemeklik zeytin rekoltesi ise beklentilerin altında kalmış durumda.

Ortalamaya vurunca zeytinin ortalama satış fiyatı da 50 TL civarında.

Bu açıdan bakınca zeytin üreticisi oldukça mağdur.

Konu ile ilgili olarak önceki gün Orhangazi’ye gittim.

Üretici mağdur. Piyasa da bir anlamda Marmarabirlik’e teslim olmuş durumda…

Üreticinin beklentisi ise yeni alıcıların piyasaya girmesi.

Fiyatların yukarıya doğru hareket etmesi…

Konu ile ilgili olarak AK Parti Bursa Milletvekili Ahmet Kılıç ile görüştüm. O da yaşanılan mağduriyetin farkında.

Çiftçinin mağduriyetini giderme adına Ankara’da çalışmalara başlamış.

Hatta önceki yıllarda olduğu gibi Türk Şeker’in piyasadan zeytin alımına geçmesi için görüşmeler yapmış.

Şartlar oluşursa yakın bir tarihte Türk Şeker zeytin alımına geçecek.  Bu gelişmeyi önemsiyoruz… Öte yandan bizim bu konuda diğer bir önerimiz de Bursa Büyükşehir Belediyesi yetkililerine…

Bu konuda Tarım AŞ’nin de alım noktasında pazara girmesi gerekiyor. Alınan ürünleri de paketleyip BESAŞ büfeleri başta olmak üzere belediyenin sosyal tesislerinde kullanılabilir.

Bunların yanı sıra da önümüz Ramazan ayı…

Orada da ihtiyaç sahibi vatandaşlara dağıtılabilir.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden…