10 yaşında çocuktan çırak olmaz!

10 yaşında çocuktan çırak olmaz!

Bursa’da hava kirli, su kirli, trafik sorunu mevcut, binalarımızın büyük bölümü depreme dayanıksız, bizi etkileyecek üç önemli canlı fay hattıyla çevrelenmiş durumdayız, göç sorunları ile baş etmeye çalışıyoruz, tüm ülke ile birlikte güvenlik sorunlarını paylaşıyoruz…

Sorunlar skalasını genişletmek için hiç zorlanmayacağımız kesin.

Tüm bu sorunların içinde merkezi hükümet tarafından unutulmuş, belediyelerinin ödenekleri kesilerek cezalandırılmaya çalışılan bir Bursa olarak hangi alanda ilk olduk dersiniz?

Mesleki Ortaokul açılışında…

Tamamen deneme maksatlı bir girişim olarak nitelendirebileceğim mesleki ve teknik Anadolu liseleri bünyesinde birer ya da ikişer sınıf olarak yerleştirilecek olan ‘mesleki ortaokul’lardan biri İnegöl’de Hacı Sevim Yıldız Mesleki Eğitim kampüsü’nde 64 öğrenci ile eğitim hayatına başladı.

Doğru dürüst yolu olmayan, ulaşımına, sağlığına yatırım yapılmayan Bursa’da yabancı dil eğitimi veren Anadolu liselerine ağırlık verilerek tüm dünyanın ihtiyacı olan yabancı dil eğitimli gençler yetiştirmek yerine sen kalkıyorsun, hangi akla hizmetse 10 yaşındaki çocukların bir meslek öğrenmesinin önemine vurgu yaparak ve bu çocukların kendi gelecekleri hakkında karar verme noktasında yetkin olduklarını düşünerek ‘mesleki ortaokul’ açıyorsun!

Hem de nasıl?

Müfredatı dahi olmadan!

Bu konuyu birkaç kez yazmıştım, yine yazacağım…

Normal ortaokullardan ayrı olan, ancak meslek lisesi kapsamında da bulunmayan bu okulların ayrı bir müfredatı olması beklenir.

Var mı?

Elbette yok…

Hatta bu konuda bir hazırlık da yapılmadı, niyetine bile girilmedi…

Hatta mesleki ortaokullara bir talep olup olmayacağına yönelik tahmin de olmadığından muhtemelen İnegöl’de mesleki ortaokula kayıt olan 64 öğrencinin şokunu yaşıyorlar şu anda.

Yaklaşım şuydu; biz birer meslek ortaokulu sınıfı açalım, talep çok olursa iki sınıfa çıkartırız, şimdilik normal ortaokulların müfredatı ne ise onu görsünler, talep olur da devamlılık sağlanırsa onlara yönelik bir müfredat çalışması da yapılır elbet…

Böyle bir bakış açısı ile kaydı yapılan 64 öğrenci ile birlikte poz veren İnegöl Kaymakamı Eren Arslan; “Bu okullarımızın bakanlığımız tarafından açılması bizce de önemli çünkü çocuklarımızın mesleki eğitim anlamında yeteneklerini erkenden keşfederek bu alanda eğitimlerini verip ilerleyen süreçte lise ve üniversite tercihlerini doğru yönlendirmek önemli” demiş yaptığı konuşmada kısaca.

İnegöl Milli Eğitim Müdürü Halil İbrahim Zengin ise; “2006 yılında temelleri atılan İnegöl Mesleki Eğitim Külliyemiz…” diyerek başladığı konuşmasında buranın bir okul olduğunu unutmuş görünüyor.

Konuşma; “İnşallah bu ortaokulumuz özellikle çocuklarımızın küçük yaşlarda mesleki eğilim açısından büyük bir çığır açacağına inanıyorum. Ben bu okulun açılmasında emeği geçen başta Sayın Bakanımız olmak üzere tüm yetkililere teşekkür ediyorum” diyerek devam ediyor. Öncelikle belirteyim cümle düşüklüğü bana ait değil! Konuşmacının kendi cümle düşüklüğünü üstüme alamam.

Sonrasında da belirtmek isterim ki, bir eğitimcinin inşallah ile maşallah ile işi olmaz. Eğitim işi insanların üzerinde hassasiyetle durması ve kurgulaması gereken, kadere terk edilmeyecek kadar önemli bir meseledir.

Gerçi burada ezilmiş, örselenmiş, sadece bant üretimde çalışmak üzere yetiştirilecek bir gelecek nesil arzusu da yatıyor olabilir.

Yani kurgu bu olabilir!

Her iki konuşma da gençlerin bu okullarda mesleki yönelimlerini küçük yaşlarda belirlemelerinin ne kadar mucizevi bir kazanç olduğundan bahsetmiş ki, bir kez daha belirtelim; mesleki ortaokullar en azından bu yıl, müfredatları olmadığından, yani kendilerine özel bir eğitim modeli belirlenmemiş olduğundan, normal ortaokul öğrencilerinin gördükleri eğitimi görecekler.

Öyle tahmin edildiği gibi mesleki yönelim belirlemeye yönelik bir amaca hizmet etmeyecekler, edemeyecekler.

Ortada müjdelik, alkışlık bir durum yok!

Bir diğer taraftan MESEM gibi uygulamalarla küçük yaşta çıraklık yapmaya başlayan, çıraklık ederken çeşitli kazalar geçiren, hatta hayatını kaybeden, haftanın sadece bir günü okula giderek eğitimden koparılan öğrencilerin yok sayıldığı gerçeğine ‘mesleki ortakokullarla tüy dikildiğini de hatırlatmak isterim.

Mesleki staj konusunda öğrencinin daha insaflı yaşlarda sanayiye yönelmesine vesile olan Meslek liselerinin meslek ortaokulları ile yer değiştirerek MESEM uygulamasının ülkedeki tüm meslek dersi veren okullara yayılması endişesi bile tüylerimi diken diken ediyor bir anne olarak.

10 yaşında ilkokuldan mezun olan bir çocuğun 11 yaşında mesleği ile tanışmasından bahsediyorsunuz!

Sizce bu bilimsel ve normal mi?

Mesleki ve teknik eğitime başlama yaşı aynı zamanda bireylerin tüm yaşantısını etkileyen ve bu yüzden çok önemli bir karar olan meslek seçiminin de yapılmasını gerektiren bir aşama.

İlerisi için düşünmeyen, üretmeyen, sadece çalışan ve mutsuzluğuna mutsuzluk katan bir gelecek yetiştirmek istiyorsanız yola devam, aksi halde 10 yaşındaki çocuktan çırak olmaz, mesleki ortaokullar bir hatadır!

Bursa Büyükşehir’den Cumhuriyet Bayramı’nda dolu dolu kutlama…

Bursa Büyükşehir’den Cumhuriyet Bayramı’nda dolu dolu kutlama…

Cumhuriyet Bayramına sayılı günler kaldı. Öte yandan Mustafa Bozbey’in de Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olarak ilk Cumhuriyet Bayramı kutlaması olacak.

Geçmişte Nilüfer Belediye Başkanlığı döneminde Bozbey’in özellikle Cumhuriyet Bayramı’nda görkemli kutlamalarına şahitlik ettik.

Binlerce Bursalı önce Nilüfer’de  FSM’de yürür sonrasında FSM Bulvarında Hastane Alanında konser gerçekleştirdi.

Coşku tavan yapardı…

Bozbey bu coşkuyu 17 ilçeye de yaymak istiyor.

Nasıl mı?

Bu sene Bursa Büyükşehir Belediyesi Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına  önce tüm ilçelere Cumhuriyet Tırını göndererek başladı.

Ardından şehirde her yerde bilboordlarda Cumhuriyet ile ilgili afişler astı.,

Şimdi sıra konserde…

Hatta konserlerde.

Birden fazla konser var.

Bu minvalde ilk olarak hemşehrimizin 25 Ekim 2024 Cuma günü Fettah Can’ın konseri ile Gemlik’te başlayacak.

Kutlamalar 26 Ekim 2024 Cumartesi günü İnegöl ile devam edecek.

Usta yorumcu Erol Evgin’in sahne alacağı İnegöl konserinin ardından 27 Ekim 2024 Pazar Günü Yıldırım’da Anadolu Rock’unun usta yorumcusu  Haluk Levent konseri ile devam edecek.

Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında 28 Ekim 2024 Pazartesi gününün akşamında ise  Ali Altay Gemlik’te konser verirken, aynı saatlerde Merinos AKKM’de ise  Arpanotalıa ve BDSO Orkestrası saat 20.00’de konseri gerçekleşecek.

29 Ekim Salı akşamı ise Nilüfer FSM’de önce Cumhuriyet yürüyüşü ardından hastane alanında Candan Erçetin konseri gerçekleşecek.

Hatırlatalım: Tüm konserler halka açık ve ücretsiz…

Hepimizin Cumhuriyet’i Hepimizin Bayramı…

Kutlu olsun.

Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar var olsun…

TVF’nunda ipi Üstündağ göğüsledi

Türkiye Voleybol Fedarasyonu’nun 18 Ekim 2024 tarihinde seçimli olağan genel kurulu olduğunu daha önce kaleme almıştık.

Hemşehrimiz Gökhan Dinçer de federasyon başkanlığına aday idi.

Kongre cuma günü gerçekleşti.

Seçimler sonucunda Mehmet Akif Üstündağ kullanılan 218 oyun 121’ini Gökhan Dinçer ise 95 oy aldı.

Başkanlığı Üstündağ kazandı.

Dinçer’in de aldığı oy gerçekten başarı diye düşünenlerdeniz.

Hayırlı olsun…

İznik için yapılacak çok iş var

İznik için yapılacak çok iş var

Ekim ayının bir sonbahar ayı olduğunu unutmuş dünya ekseni etrafında yavaşça dönerken, basın mensupları olarak İznik Gölü kıyısında toplanıp sadece doğal güzellikleri ve tarımı ile değil tarihi değerleri ile de ön plana çıkan ilçede yapılan kazı çalışmalarının yıllık değerlendirme toplantısına katıldık.

Toplantıya katılış nedenim bir yıl öncesine kadar süreci gayet iyi ilerlerken birden bire UNESCO Dünya Mirası Listesi’nden çıkma kararı alan ilçedeki son durumu kendi gözlerimle görmekti.

Hemen hatırlatalım; Türkiye’nin 2024 yılı UNESCO Dünya Mirası Listesi için tek adayı; Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı döneminden eserler barındıran, bütün kiliseler tarafından tanınan en önemli ekümenik konsillerden ikisine ev sahipliği yapmasından ötürü Hristiyanlık alemi için de büyük önem taşıyan ilçesi olması nedeniyle İznik’ti.

Çalışmalar, görüşmeler, toplantılar derken seyir iyi de ilerliyordu aslında ve neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu İznik’in UNESCO Dünya Mirası listesine eklenmesine. Son bir görüşme kalmıştı adaylık için, Dünya mirasını oluşturan değerlerin kriterlerini belirleyen ve denetleyen Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi, nihai değerlendirmesinde İznik’in Dünya Miras Listesine kayıt olmaması gerektiği yönünde görüş bildirdi.

Liste hazırlanırken bu görüş büyük ölçüde dikkate alındığından Bakanlık başvuruyu geri çekti. İznik’in UNESCO listesine girme hayalleri de bir başka bahara kaldı.

Bugün düzenlenen toplantıda İznik’te yapılacak arkeolojik çalışmalarla birlikte UNESCO sürecini yeniden canlandırmayı hedeflediklerini belirten Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, “Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak, İznik’i yaşayan ve her gün büyüyen bir kültürel miras merkezi haline getirmeyi, UNESCO sürecini yeniden canlandırmayı hedefliyoruz. Su Altı Bazilikal Kilisesi’nin ziyaretçilere açılması hedefimiz, İznik’in uluslararası arenada bir kez daha ön plana çıkmasını sağlayacaktır” şeklinde konuştu.

Çok da doğru bir yerden bakıyor Bozbey meseleye. Kilisenin önemi büyük, su altında yürütülen bir arkeolojik kazı çalışması da işe daha büyük anlam katıyor.

2014 yılında keşfedilen Su Altı Bazilikal Kilisesi inanç tarihinde önemli bir yere sahip. Bu keşif, aynı yıl içerisinde Amerika Arkeoloji Enstitüsü tarafından yayımlanan Arkeoloji Magazin isimli dergi tarafından 2014 yılının en önemli 10 keşfi arasında gösterilmiş. Kazı çalışmaları halen devam eden Su Altı Bazilikal Kilisesi, Birinci Konsil’in kabulünün 1700’üncü yılı olan 2025 yılında ziyaretçilerine kapılarını açmayı planlıyor.

Dolayısıyla 2025 yılı İznik ve Bursa için oldukça önemli bir yıl. Dünya’ya İznik’in öneminin bir kez daha hatırlatılması için çalışmalara şimdiden başlanmalı. Elbette aynı süreçte İznik ve yakın çevresinde konaklama imkanları ile inanç turizmi için İznik’i tercih edecek turist potansiyelinin tercihlerine uygun eğlence ve dinlence mekanları da oluşturulmalı.

En önemlisi de İznik’in zamanında birçok değerini ve korunması gereken yapılarını da kaybeden bir kent olduğu gerçeğinden yola çıkarak, en azından mevcut yapıların ayağa kaldırılması için gerekenler hızla yapılmalı.

İznik’in Efes gibi dünyaca tanınmış antik kentler statüsüne geleceğini söyleyen İznik Belediye Başkanı Kağan Mehmet Usta; “Biz 2014 yılından bu yana Hristiyan dünyasıyla görüşmelere devam ediyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı görüşmeleri takip ediyor. Din adamları buraya yoğun bir şekilde gelip ziyarette bulunuyorlar. Çok iyi hazırlanmamız lazım, çünkü gelen ziyaretçiler gerçekten çok değerli insanlar. Sonrasında da bu iş durmayacak, İznik’te Efes, Meryem Ana gibi adını tüm dünyaya duyuracak. Bununla ilgili tüm görüşmelerimizi tamamladık” diyor.

Tabi tüm bunların olması için, özellikle İznik’in UNESCO sürecinin yeniden başlaması adına, kıyı şeridinin özenle korunması, gölün dibindeki sanayinin kontrol altına alınması, Göçebe oyunları bahane edilerek doldurulan sazlık alanın yeniden doğal görümüne kavuşturulması ve definecilerin yağmasının önüne geçilmesi gerekiyor.

Tüm bunlar başarılabilecek mi?

Zamanla göreceğiz. Fikri takip bizim işimiz…

***

 

Sabit gelirli yüzde 30’u garantiledi

Son günlerde gazetelerde en çok okunan haberler sıralamasını ‘Asgari ücrete ne kadar zam gelecek?’ ve ‘Memur ve emekli maaşları ne kadar zamlanacak?’ başlıkları aralarında bölüşüyor.

Sebep?

Ülkenin büyük bölümü sabit gelirli.

Sabit gelirli demek ya asgari ücrete mahkum, olmadı asgari ücretin bir tık üzerinde çalışıyor ya da memur demek. Bir sabit ücret daha var ki, ona ‘ücret’ demeye dahi dilim varmıyor, o kesimi de emekliler oluşturuyor. Emeklilerin de büyük bölümü ‘en düşük emekli maaşı’ adı verilen dilime giriyor ve umutlu bekleyiş daimi olarak sürüyor.

Sabit gelirlerden oluşan bu ordu her gün önlerine düşen bu başlıklardaki haberlere şöyle bir göz gezdiriyorlar ve maaşlarına yapılacak zamlarla ilgili tahminleri okuyorlar. Hava tahmin raporlarından daha az isabet sağlayan bu tahminler ise aslında ‘bir kişinin ağzının içine bakıyoruz’ diyemiyorlar da ‘incinmişsin’ diyorlar…

İşte o ağzının içine bakılan bir kişinin maaş zam oranı bugün itibariyle belli oldu.

TBMM’ye sunulan Cumhurbaşkanlığı’na ait 2025 yılı bütçe teklifine göre, “Cumhurbaşkanı ödeneği” yüzde 30 arttı. 2025 yılı için ayrılan Cumhurbaşkanı ödeneği, 2 milyon 856 bin olarak belirlendi.

Bu ödenek doğrultusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın maaşına da yüzde 30 zam yapılıyor ve itibardan tasarruf olmaz şeklindeki Cumhurbaşkanı maaşı 238 bin lira şeklinde belirlenmiş oluyor.

2024 yılında 183 bin lira maaş alan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın maaş zammı yüzde 30 olarak belirlendiğine göre, asgari ücret zammının da yüzde 30’un altında kalmayacağını garanti edebiliriz artık.

Yüzünde gözü olan yüzde 30’un da üzerinde bir artışla ölümden kurtarır sabit gelirliyi.

İşin o kısmı ayrı…

 

 

BURSA SU ihracata başladı…

BURSA SU ihracata başladı…

Fırsat buldukça Bursa Büyükşehir Belediyesi şirketlerini ziyaret etmeye çalışıyorum.

Bu minvalde cuma gününü de Jeotermal AŞ Genel Müdürü Erman Aydıngün’ü fabrika binasında  ziyaret ettim…

Öncelikle bilmeyenler için hatırlatayım Jeotermal AŞ bünyesinde hem Bursa Su ve Bursa’nın yeraltı kaynakları içinde bilinen ama faydalanamadığımız jeotermal sular bulunuyor.

Öncelikle şunu net ifade edelim: Şirketin başına atanan isim Erman Aydıngün aynı zamanda konunun uzmanı Yüksek Maden Mühendisi.

Bu açıdan bakınca doğru atama…

Ama şunu da net ifade etmek gerekir.

Aydıngün, iki konudan şikayetçi.,

O şikayetlerde de haklılık payı yok desek yanlış olur.

Gelelim o konulara yerel seçimlerin ardından belediye kuruluşu olan şirketlerde üst düzey yönetim değişikliği kaçınılmazdır.

Böyle bir durumda yeni yöneticiler atanana kadar mevcut yöneticilerin rutin dışında bir şey yapmaması gerekir.

Ama BURSA Su’da acı olan ise iki bayisinin ödenmeyen çekleri…

Biri Bursa diğer İzmir bayisi…

Daha doğrusu eski bayi demek daha doğru olacak.

Batık olarak değerlendireceğimiz rakam 46 milyona yakın…

Çekler karşılıksız çıkmış, hukuki süreç devam ediyor.

Bu durumda vebal onlara bayilik verenlere…

Bu para tahsil edilmez ise sorumlusu kim?

Bursa’da yaşayanların kul hakkına girilmedi mi?

Acaba birileri BURSA Su’yu birilerine satmak mı istedi?

Yorum sizin…

Yaşanılan bu tür sıkıntıya rağmen Bursa Su ülke genelinde 26 ile ulaşmış durumda. Bursa’da ise satış noktası 31 Mart seçimlerinden sonra 3 bin 700’e ulaşmış.

Bu rakam daha önce 1000 civarında.

Yine bu dönem Almanya’ya ihracat gerçekleşmiş.

Şu an yeni sipariş alınmış o da 27 konteyner.

İngiltere pazarı için gün sayılıyor.

Migros, ŞOK ve Özhan gibi marketlerde yerini almış.

Çok yakında Bursa Su Büyük Britanya Krallığı‘nda market raflarında yerini alacak.

Fabrikada ayda ambalajlı olarak 1 milyon 100 bin paket üretim gerçekleşiyor.

Bu ambalaj içeriğinde 200 gr, 500 gr, 1.5 kilo ve 5 kg…

Üretim ise 31 Mart 2024 sonrasında ise yüzde 42 artış…

Çalışan sayısı 80 civarı.

Mavi yakalıların çoğunluğu oradaki köylülerden.

Kısaca Bursa Su’da işler yoluna girmiş.

Aydıngün’ün diğer hedefi ise Keles’in Haydar Mahallesi ile ilgili. Buradaki kaynaklar ile bir çalışma gerçekleştiriyor.

Gerçekleşirse de dağ yöresinin makus talihi değişebilir.

Yine de benim acizane bir önerim olsun Afyon’daki gibi termal su ile evlerde ısınma olursa çok mükemmel olur.

Öneri bizden değerlendirmek karar vericilerden…

Endişe; deprem, çözüm; dönüşüm!

Endişe; deprem, çözüm; dönüşüm!

Birkaç gündür ülke beşik gibi sallanıyor. Bursa için de alarm zillerinin çaldığını yıllardır söylüyoruz. Nedense söylendiği ilk anlarda ciddi bir etki yaratan, hemen ardından ise havada asılı kalıp hiç söylenmemiş gibi yapılan bir konu olarak öylece aramızda duruyor Türkiye’nin bir deprem kuşağı üzerinde bulunduğu, aktif fay hatlarının en yoğun olduğu ülkeler arasında yer aldığı gerçeği.

Malatya korkuttu bizi. Zaten büyük bir felaketin içinden çıkmaya çalışan şehirde yaşanan sarsıntılar birçok ilden de hissedildi. Şimdi de Sivas aynı korkuyu yaşadı. Yerin altındaki kırılmalar yavaş yavaş ilerliyor, yerin üstü huşu içinde Allah’a teslim olmuş kullar gibi sallanıyor…

Gerçekliğimize geri döndüğümüzde rakamlar karşılıyor bizi. Ülke nüfusunun yüzde 71 gibi bir oranı, topraklarımızın yüzde 66’sı aktif fay hatları üzerinde. 24 bin 500 kilometre canlı fay hattımız mevcut!

Kolay değil…

Dünyanın var oluşundan bu yana seyrettiğimiz pek çok doğal güzelliğin oluşmasına, yaşadığımız ovaların varlığına, serinlediğimiz yaylaların doğuşuna sebep olan yerin altındaki sürekli oynaklık, yani deprem aslında. İnsan oğlunun karşısında aciz kaldığı pek az şey var günümüzde, bunlardan birin doğa olayları olarak genelleyebiliriz, diğerini de ölüm olarak özelleştirmek mümkün.

Oluşumları karşısında aciz kaldığımız bu tabi olayların oluştukları esnada zarar vermelerinin önüne geçmek mümkün ya da ölüm gibi bir gerçeklikle olabilecek en geç sürede karşılaşmak için gerekli tedbirleri almak, sağlık hizmetlerinden yararlanmak söz konusu.

Bahsettiğimiz doğal afet deprem olduğunda ilk akla gelen elbette güvenli binalar oluyor.

Yazımın en başında Bursa için alarm zillerinin çaldığını söylemiştim. 6 Şubat depremlerinin hemen ardından yaptığımız pek çok programda uzmanların söylediklerini birleştirince depremsellik açısından en korkulan illerin başında bizim şehrimizin geldiğini vurgulamak isterim.

İstanbul’u olduğu kadar Bursa’yı da tehdit eden Marmara Denizi içerisinde her an kırılacağı öngörülen fay hattının dışında İznik-Gemlik-Mudanya fay hattı ve İnegöl’den başlayarak Bursa’nın adeta değil, tam olarak içinden geçen fay hattı hep eli kulağında bekleyen kırılmalara gebe…

Geçtiğimiz günlerde risk haritalarını güncelleyen AFAD kaynaklarından edindiğimiz bilgiye dayanarak Bursa’nın birinci derece risk altındaki illerden olduğunu, hatta sürekli olarak depremden ne kadar etkileneceği konuşulan İstanbul’un ikinci derece risk altında bulunduğunu hatırlatmak lazım.

Her depremde ‘İstanbul bu depremden ne kadar etkilenir?’ sorusunu soran meslektaşlarıma da Bursa’nın neredeyse İstanbul kadar önemli bir ekonomik potansiyelinin olduğunu, pek çok bölgesindeki cadde ve sokakların ise bir deprem ihtimalinde girilemeyecek hale gelebileceğini belirtmek isterim.

Buna karşı hızlı bir aksiyon almak şart. İşin bu kısmında mutabıkız. Çalışmaların başladığını, bir yandan Bursa için bir şehir anayasası yerine geçecek olan 2050 Çevre Düzeni Planı ile ilgili hazırlıklar yapılırken, diğer yandan Altıparmak bölgesi ve Merinos’a kadar olan alanı kapsayacak kentsel dönüşüm çalışmalarına yeniden start verildiğini, yenilenen protokolün ardından paydaşların geçtiğimiz gün bir inceleme gezisi yaparak bölgeyle ilgili bilgilerini tazelediğini de hatırlatmak gerekiyor.

Bir hatırlatma daha yapmak isterim ki, boş yere paranız pulunuz ziyan olmasın. Genellikle deprem ve pandemi gibi riskler gördüğümüzde müstakil yaşam alanlarına doğru bir yönelim sergileyerek can güvenliğimizi sağlamaya çalışıyoruz.

Ancak bungalov, tiny house, hobi bahçesi gibi bizi kurtaracağını düşündüğümüz yaşam alanlarının yeni çıkan kanun ile plan dahilinde olmadığı sürece yasal olmadığını bilmeniz önemli. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in de akademik odalara 2050 Çevre Düzeni Planı oluşturulmadan bu tür yapılaşmalar için plan yapmayacağına dair sözü varmış.

Bu noktada elimizde tek bir çare kalıyor, kentsel dönüşüm…

İki arada bir derede kentsel dönüşüm ekseninde uzlaşmak ve güvenli yapılara sahip olup huzur içinde uyuyabilmek lazım bu şehirde…

***

 

Vekile ucuz vatandaşa pahalı

Dolaylı vergilerle yaşayan bir devletin yaptığı hizmetlerle var olan bir ülke olduğumuzdan, ülkenin sade vatandaşın çökmüş omuzlarına basa basa ayakta durduğunu söyleyebilirim ve bunu söyleyen ilk insan da olmam sanıyorum.

Hadi buna alıştık, hadi biz sadece, ama sadece bizim vergi vermemize, gücü kuvveti yerinde olan koca koca fabrikaları olan patronlara da adeta ‘Ay kusura bakmayın bizim memurlar bir de sizin gibi yüce insanlara vergi çıkarmış’ denilerek milyarlarca liralık vergilerin tek kalemde bizim adımıza affedilmesine alıştık.

Bu işlemler öylesine çok kişi ve kurum için, öylesine uzun süre yapıldı ki, kanıksadık resmen…

Benim şimdilerde canımı sıkan, dünyanın en kalitesiz iletişim hizmetini en pahalıya alan bir ülke olarak telekomünikasyon şirketlerinin de benzeri bir uygulamaya gitmesinde.

İmam, cemaat mevzusu gibi…

‘Türkiye’nin dev GSM operatörü Turkcell’in, vatandaşa 900 TL’den sattığı paketi milletvekillerine 286 TL’ye verdiği ortaya çıktı. Haber sosyal medyayı salladı.’ şeklindeki haber tam da bu kapsama giriyor.

Devir iletişim devri ve telekomünikasyon şirketleri zaten işin bu kısmının kaymağını yıllardır yiyor. Aldığımız hizmet ve bize sunulan sadece bizi bağlayan, karşı tarafın her an her şeyden cayma hakkını bizzat anlatan teklifler de ortada.

Sonra iş dönüp dolaşıp geçim sıkıntısıyla boğuşan vatandaşın milletvekilinden daha zengin olduğunu düşündürten anlayışın temeline inmeye geliyor.

İniyorum o temele de nasıl çıkacağımdan emin değilim yukarıya. Öyle derin bir temel…

Maaş zam dönemlerinde hiçbir zaman bizim gözümüzün önünde oylanmayan maaş artışlarının hangi orana tekabül ettiğini sonradan gazetelerden okuduğumuz vekillerimiz de biliyor oyladıkları oranların asgari ücret, emekli maaşı hatta memur maaşı zam artış oranından yüksek olduğunu.

Ülkece hepimiz fakirleşiyoruz da sabit gelirli sade vatandaş fakirleşmenin dibini sıyırıyor, fakirliğe banacak ekmeği bulamıyor insanlar. Bunu da biliyor bizim vekillerimiz.

Ancak elbette, kendi kullandıkları paketin vatandaşa üç katına satıldığını tahminimce vekiller de bilmiyorlardır. Oturup bunu mu araştıracaklar? Fakat bugünden sonra artık durumu biliyorlar.

Bakalım tepkileri ne olacak?

 

 

Bakalım bu sefer Bursa gerçekten uçuşa geçebilecek mi?

Bakalım bu sefer Bursa gerçekten uçuşa geçebilecek mi?

Perşembe günü Bursa önemli toplantıya ev sahipliği yaptı. Bursa Kültür Turizm ve Tanıtma Birliği ile Sun Express Havayolları girişimleriyle Yenişehir Havalimanı’nda başlayacak olan iç hat uçuşları ve planlanan dış hat uçuşlarının bilgilendirme toplantısıydı.

Toplantının katılımcıları arasında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan, Bursa Kültür Turizm ve Tanıtma İş Birliği Başkanı, Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel, Kestel Belediye Başkanı Ferhat Erol, Saadet Partisi Bursa İl Başkanı Ali Osman Karahan, İYİ Parti İl Başkanı İsmail Kaya, Kültür ve Turizm İl Müdürü Kamil Özer, BESOB Başkanı Fahrettin Bilgit ve AK Parti 27 Dönem Milletvekili Mustafa Esgin, MÜSİAD önceki Dönem Şube Başkanı Hasan Çepni, TURSAB Güney Marmara Şube Başkanı Murat Saraçoğlu toplantıya katılan benim görebildiğim isimlerdi.

Keşke BTSO Başkanı İbrahim Burkay ve BTB Başkanı Özer Matlı da bu toplantıda olsaydı…

Gelelim uçuş konusuna….

Bursa için senelerdir şu iddiada bulunuyoruz: İstanbul’un arka bahçesi…

Öyle değil mi?

Binlerce  yabancı şirketin iş yaptığı yer resmi rakamlara göre bu rakam 2 binin üzerinde. Öte yandan bu firmaların üst düzey yöneticilerinin de yabancı olduğunu varsayarsak, Bursa özelinde ciddi anlamda yabancı vatandaşımız yaşıyor.

Keza Bursa’da yaşayan bir çok hemşehrimizin bir ayağı Kafkaslarda diğer ayağı da Balkanlarda… Sadece bu kadar mı?

Yine hemşehrilerimizin en yakını diyebileceğimiz bir çok akrabası da yurtdışında çalışıyor.

Yine THY’nın en fazla bilet sattığı yer.

Bursa’da yaşayanların yurt içi tatilde ilk tercihleri ise Akdeniz Bölgesi.

Bu kadar varların içerisinde Türkiye’nin 4. büyük ihracatta ise 3.büyük kentinde hava ulaşımı yok denecek kadar az.

Geçmişte bunun için en çok kafa oran isimlerden biri MÜSİAD Bursa Şube önceki dönem başkanlarından Hasan Çepni idi.

Bursa Hava Yolları’nın kurulması için çabaladı durdu ama ne olduysa görünmeyen bir el durdurdu.

İşte ondan sonra saman alevi gibi uçuşlar…

Bazen hac ve umre uçuşları.

Bazen charter seferleri.

Bazen Bora Jet, Anadolu Jet ve Sun Express tarafından gerçekleştirilen uçuşlar…

Hali hazırda 10 uçuş Yenişehir Havalimanından gerçekleşiyor.

Bu uçuşların artırılması için önceki dönem milletvekili Mustafa Esgin‘in de bitmek tükenmek bilmeyen özel gayretleri var.

İşte bunlar yavaş yavaş sonuç verdi.

Konuyla ilgili olarak 16 yıl önce kentimizden uçan Sun Express tekrar Bursa’dan uçuşa geçiyor.

Adana ve Antalya’ya uçuşlar 1 Kasım’dan sonra başlayacak.

Bursa bu uçuşlara destek olursa arkası gelecek.

Muhtemelen Bursa’nın  Almanya, Balkanlar, Ortadoğu, Samsun ve Gaziantep’e kanatlanması da bu uçuşlara olan talep belirleyecek.

Şimdi destek zamanı.

Bursalılar İstanbul’dan değil Bursa’dan uçsun…

Bakalım bu sefer Bursa gerçekten uçuşa geçebilecek mi?

Bekleyip, destek verelim…

 

 

Açtık kolları bekliyoruz…

Açtık kolları bekliyoruz…

Pandemi sürecinde görüp öğrendik ki, canım ülkemizin Avrupa tarafından kıskanılan tek hizmet alanı sağlık…

Pandemide zaten hakkını ödeyemeyeceğimize çoktan karar vermiş olduğumuz doktorları pandeminin hemen sonrasında haklarını ödemeden ‘giderlerse gitsinler…’ diyerek kovaladığımız andan itibaren, Avrupa’da hizmet anlamında hayli zorlanılan bir alan olan sağlık sektöründe Türkiye’de canhıraş çalışan tüm sağlıkçılarımızı da kaybettiğimizden artık bu alandaki kıskançlığın konusu değiliz.

Ne mutlu bize…

Tüm dünya için çok öğretici bir süreç olan pandemi süreci sonrası iki gelişme yaşandı; bunlardan ilki her ülkenin kendi kendine yetebilecek tarım ürünlerini üretebilmesi adına tarım alanında teknolojinin kullanımını en üst düzeye çıkarmasıydı, ikinci önemli gelişme de özellikle Avrupa ülkelerinin bizim gibi sağlıkçısının kıymetini bilmeyen ülkelerden doktor ve sağlık çalışanı ithal etmesiydi.

İşin bu noktasında dile getirmemiz gereken çok önemli bir gerçeklik var. Avrupa’nın yetişmiş işgücüne ihtiyacı aşikar, bu konuda çağrı da yapıyor Türkiye gibi ülkelerin yetişmiş elemanlarına. Gel gelelim kimse bizim gibi sınırlarına elek koymuş, ellerinde çiçekler beklemiyor kapıda.

Öncelikli olarak her ülke kendi dilinin en azından orta düzeyde konuşulmasını istiyor. Bu durum sağlık çalışanları için daha da kritik, zira hastanın dilinden anlamak mühim. Sonrasında bu ülkeler alanında yetişmiş eleman kabul ettiklerinden, ipe sapa gelmez tayfasını toplayıp başlarına dert olsunlar istemediklerinden, diploma denkliği talebinde bulunuyorlar.

Öyle diplomanızı elinize alıp benim diplomam sizin şu diplomanıza karşılık geliyor diye de giremiyorsunuz kapıdan içeri. Denkliği ispatlamak için 15-20 kadar evrak hazırlama gerekliliğiniz bir yana, girmeniz ve dolayısıyla başarılı olmanız gereken bir dizi sınav da mevcut.

Tüm bunlar olurken şöyle helalinden 6 ay ila 1 yıl kadar süren sabır dingildetici işlemler için her daim kafa yormanız ve tetikte olmanız da şart.

Her aşamayı tamamlayıp Avrupa ülkelerinden birinde çalışma hakkına kavuşursanız ne ala. Tabi tüm bu süreçleri Avrupa’ya çalışarak katkı sunmak için istihdam edilmek üzere geçtiğinizi unutmayın. İşinizden ayrılmanız halinde iki ay gibi kısa bir süre içinde yeniden iş bulup çalışmaya başlamazsanız geldiğiniz ülkeye paşa paşa dönmek zorundasınız. Çünkü şöyle diyor Avrupa ülkeleri; ‘Çalışarak benim ekonomime katkı sunmayacak, hatta bana sorun çıkaracaksan seni sınırlarım içinde istemiyorum!’

Bunun karşılığında biz ne yapıyoruz?

‘İçişleri Bakanlığı’nın Resmi Gazete’de yayımladığı, uluslararası işgücü kanunu uygulama yönetmeliğinde yapılan düzenlemeye göre, kapsam dahilindeki sığınmacılar, İçişleri Bakanlığı’nın bildiriminde belirlenen kapsam ve sürelerde çalışma izninden muaf tutulacak’ diyoruz.

Nedir bu kapsam meselesi bunu da hemen aydınlığa kavuşturalım…

Öncelikli olarak, Türkiye’ye insani ikamet izniyle giren sığınmacıların çalışma izni muafiyeti 6 aya çıkartılıyor bunu bir kenara koyalım.

Bu şekilde ülkeye yasal olarak gelen sığınmacılar, çalışma izni olmadan çalışabilecek ve ikamet edebilecek. Yönetmeliğe göre, Türkiye’ye ‘önemli hizmet ve katkı’ sağlayabilecek yabancıların muafiyetleri 3 yıla kadar çıkartılabilecek.

Bu kapsamda, ekonomik, sosyo-kültürel ve teknolojik alanlar ile eğitim konularında Türkiye’ye önemli hizmet ve katkı sağlayabilecekleri ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca bildirilen yabancılar için çalışma izninden muafiyet süresi 6 aydan 3 yıla çıkarılmış oluyor.

Kapsama gazeteciler ve sporcular da dahil ediliyor.

Hasılı kelam diyoruz ki, ‘Gel, ne olursan ol yine gel…’

Artık bu kadar da yeter…

Başka ülkelerden geleceklere imtiyazın dibini sunarken kendi doktorumuz için acaba neler çıkarsak da huzursuzluk yaratsak düşüncesinden de geri kalmıyoruz maşallah…

Sağlık Bakanlığı’nın Aile Hekimliği Yönetmeliği’nde yapmayı tasarladığı değişikliğe göre aile hekimleri bundan sonra maaşlarında kesinti olmaması için hasta peşinde koşmak zorunda kalacak gibi görünüyor.

Şöyle ki; Sağlık Bakanlığı’nın yeni yönetmeliğe göre aile hekimlerinin maaşlarında kontrole gelmeyen lohusalar nedeniyle kesinti yapılacak. Aile hekimine görünmeden devlet hastanelerine başvuran hastalar için de kişinin aile hekimine ceza puanı yazılacak. Bakanlığın yönetmelik taslağına göre, bütün şartları yerine getiren aile hekimlerinin maaşı değişmeyecek, ancak hiçbir şartı yerine getiremeyen hekimin maaşından yaklaşık olarak 32 bin TL’lik kesinti olacak.

Sen bir türlü oturtamadığın birinci basamak sağlık hizmetinin faturasını kalkacaksın doktora keseceksin, biz de seni alkışlamayacağız…

Vallahi kim düşündüyse çok şahane düşünmüş…

Yeni aile hekimleri yönetmeliğinin hazırlık aşamasında olması nedeniyle Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu, 19 Ekim Cumartesi günü eyleme gidiyor. Oradan da Avrupa ülkelerinden birine gitmek için yazının başında bahsettiğim zorlu yolu yürümeyi göze alarak yeni bir serüvene yelken açarlar herhalde.

Elimizdeki değerlerin kıymetini bilemeyip başka ülkelere kaçırdığımız gibi başka ülkelerden gelenleri de nedense başımızın üzerinde taşıma konusunda bizimle kimse yarışamaz diye naralar atıyoruz tüm dünyaya karşı.

Eminim tüm dünya da gülüyordur halimize…

Belki de tüm dünya kıskanıyordur bizi, öyle ya teşbihte hata olmaz…

 

BESAŞ’ta Gazioğlu farkı…

BESAŞ’ta Gazioğlu farkı…

Önceki gün BESAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Orkun Gazioğlu’nu makamında ziyaret ettim.  Uzun yıllar finans sektöründe üst düzey yöneticilik yapan Orkun Gazioğlu son seçimlerde Osmangazi’den Belediye Başkan aday adayı oldu ardından Mudanya’dan hem ilçe hem de Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi seçildi.

Aynı zamanda Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanvekilliği görevinin yanı sıra BESAŞ’ın yönetim kurulu başkanlığı görevi de Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey tarafından kendisine tevdi edildi.

Öncelikle şu tespiti yapmak gerekir: Gazioğlu farklı bir yönetim kurulu başkanlığı yapmaya gayret ediyor.

Görev yaptığı makamın hakkını vermek istiyor.

Bu minvalde ilk olarak BESAŞ’ın “karımız sağlığımız” sloganına eşdeğer olarak çalışmaya başlamış.

Burada da geleceğimiz olan çocuklarımızın BESAŞ ürünlerine kantinlerde rahatça ulaşabilme adına çalışma da sona gelinmiş.

Yakın bir tarihte Bursa genelinde okul kantinlerinde BESAŞ’ın ürünlerine ulaşmak mümkün olacak.

Bence bu önemli gelişme…

Fruktoz ve glukoz içerikli gıdadan ziyade bu tür gıdaları önemsemek gerekli.

Bunun dışında BESAŞ ile ilgili diğer gelişme de yeni dönemde BESAŞ satış noktalarına yönelik çalışma olacak.

O çalışmanın özeti: Bugün dünden daha iyi performans yarın da bugünden daha iyi performans.

Bu da BESAŞ büfelerini daha da hareketli kılar. Sadece emeklinin vakit geçireceği bir emekli maaşı da buradan alayım zihniyetinden uzaklaştırır…

Yazılarımızı takip edenler bilir yakın bir tarihte kaleme aldığımız bir yazımızda yeni fabrika inşaatının başlayacağını bunun da Görükle Hali’nin yakınında olacağını, fabrika için gün sayıldığını daha önce kaleme almıştık…

Muhtemelen fabrika inşaatı ile hem teknoloji yenilenmesi olacak. Hem de kapasite artırımı.

Bunun dışında diğer bir proje ise BESAŞ ürünleri bazı bölgelere mobil araçlarla ulaştırmaya yönelik bir çalışma var.

O da oldukça önemli…

Bu arada hatırlatmakta fayda var:

BESAŞ’ın OSB’deki arazisi sanayiden çıkartılırsa bunun için Bakanlar Kurulu Kararı gerekiyor eğer gerçekleşirse buradaki satıştan diğer fabrikanın maliyeti büyük oranda çıkar kanaatindeyim.

Bizim ziyaretten edindiğim en önemli detay ise Orkun Gazioğlu’nun sembolik yönetim kurulu başkanı olarak değil fonksiyonel sorumluluk alan bir başkan olarak görev yaptığı.

Bize düşen başarılı olsun demek…

 

Yenişehir Belediyesi’ne bürokrasi engelini kaldırın!

Yenişehir Belediyesi’ne bürokrasi engelini kaldırın!

Öncelikle eğri oturup doğru konuşmak lazım ki, Yenişehir Belediyesi’nin sokak hayvanları konusunda geçmiş yıllara dayanan olumsuz bir algısı mevcut.

31 Mart tarihinde gerçekleşen yerel seçimler sonrasında göreve gelen Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel bu olumsuz algıyı tam tersine çevirmek için canhıraş bir mücadele içerisinde. Kendisi de bir hayvansever olan, hayvanların yararına çalışan pek çok derneğe üye olan, kısacası bir hayvan hakları aktivisti sayılan Özer’in böyle bir çaba içerisinde olması kendisini az çok tanıyan bir gazeteci olarak beni şaşırtmadı doğrusu.

Beni şaşırtan Yenişehir Belediyesi can dostlarımız için yaşam alanı oluşturmak için uğraşırken karşılaştıkları sosyal medya saldırılarıydı. İlk olarak hayvan hakları savunucuları sosyal medya hesaplarından paylaşılan bir video ile Yenişehir Belediyesi Hayvan Barınağının üç yıl önceki görüntüleri üzerinden can dostlarımızın çok kötü koşullarda bakıldığını anlattılar.

Görüntüler doğruydu, ancak 3 yıl öncesine, yani Yenişehir Belediyesi eski belediye başkanı Davut Aydın dönemine aitti. Zaten şimdiki amaç da geçmiş dönemlerin yanlışlıkları üzerinden oluşan bu kötü algıyı değiştirmek, hayvan dostu ilçe sıfatını Yenişehir’e kazandırmaktı.

Karşı cephe de çok gecikmedi, geçtiğimiz hafta Yenişehir’de bir kız çocuğuna sokak köpeğinin saldırması üzerinden, Yenişehir Belediyesinin sokak köpeklerini toplamadığı ve uyutmadığına yönelik Başkan Ercan Özel’i de töhmet altında bırakacak yayınlar yine sosyal medya hesaplarında gündeme geldi.

Oysa hatırlatmak gerekir ki, belediyelerin kendilerine bir şikayet oluşturulmadığı sürece sokaklardan hayvanları toplama yetkisi yok! Hatta bunun köpek başına toplayana ve toplatana 60 bin lira cezası mevcut!

Son olarak, Kalyon İnşaat Şantiyesi’nde gerçekleşen ve Kalyon İnşaat işçileri tarafından köpeklerin poşetle boğulduğuna yönelik iddialarda bulunan, ancak durumu Yenişehir Belediye personeline ve Ercan Özel’e fatura eden bir platformun çıkışı vardı gündemde.

Burada da bahsi edilen konu her ne kadar vahim olsa da Yenişehir Belediyesi’nin özel bir şantiye alanına girme hakkının olmadığını belirterek meseleyi bağlamak istiyorum.

Şimdi bir de işin aslının ne olduğuna bakalım…

Davut Aydın yönetimi seçimlerden önce Yenişehir’de hayvan barınağı için bir yer belirliyor ve halka ‘Hayvan barınağını yapıyoruz, açıyoruz’ şeklinde lanse ediliyor bu durumu.

Ancak yerel seçimler sonrasında Ercan Özel başkanlık koltuğuna oturunca, konuyla ilgili yapılan incelemede, hayvan barınağı için belirlenen yerin uygun olmadığına karar veriliyor. Zira bahsedilen yer imar planlarında okul bölgesi ilan edilen noktaya çok yakın ve sanayi imarı içerisinde…

Hal böyle olunca, Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel, göreve geldiği ilk ay içerisinde Yenişehir Doğal Hayatı ve Hayvanları Koruma Derneği başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve daha önce hayvan barınağında çalışmış kişilerle bir toplantı tertip etti.

Bu toplantının sonucunda Yenişehir’de bir hayvan barınağından çok hayvanlar için doğal yaşam alanı olarak tarif edilebilecek, hayvanların özgürce yaşayabileceği, insanların hafta sonu gelip piknik yapabileceği, hayvanlarla oynayabileceği, kedilerin, köpeklerin ve eşek, at, gibi hayvanların olacağı bir yapı planlandı. Elbette yanında rehabilitasyon merkezi ve tedavi alanı da olacaktı.

Planlanan alanla ilgili yer tespitleri yapıldı, bir yer üzerinde mutabık da kalındı. Sorun aşaması da bundan sonra başladı aslında…

Hayvan barınakları Milli Parkların sorumluluğunda olduğu için bulunan yerin Milli Parklardan onayı alındıktan sonra Milli Emlak’tan bölgenin Yenişehir Belediyesine geçmesi için tahsisi istendi. Milli Emlak tahsisi uygun gördü. Onay almak için Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nün onayına sunuldu. İl Müdürlüğü, Milli Parkların ve Milli Emlak’ın onayına rağmen konunun tekrar görüşülmesi için evrakı Milli Emlak’a geri gönderdi.

Tüm bu işler olurken Yenişehir Belediyesinde bahsedilen yer ile ilgili mimari projenin hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor. Zira nedeni bilinmeyen bir biçimde topun oradan oraya çevrilmesi biçiminde bir devlet kurumundan diğerine aktarılan tahsis onayı uzayıp giderken, soruna çözüm aramak yine belediyeye düşüyor.

Şimdi ilk başta söylediğimizi bir kez daha yineleyelim; Yenişehir’in sokak hayvanları probleminin olduğu bir gerçek. Başta; Bilecik, İnegöl ve İznik taraflarından toplanıp ilçeye bırakılan köpeklerin dışında temiz bir maziye sahip olmamak da belediyenin elini kolunu bağlıyor.

Çözüm bulma noktasında ise bilinçli ya da bilinçsiz ağır aksak ilerleyen bürokrasi adım atılmasını engelliyor.

Buradan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne çağrımdır, Bursa’nın pek çok sorununu görmezden geldiğiniz gibi Yenişehir’in sokak canları için Doğal Yaşam Alanı oluşturma çabasını da görmezden gelmeyin, bu işi sürüncemede bırakmadan belirlenen alanın tahsisini gerçekleştirin ve bir ilçenin makus talihinin değişmesi için taşın altına elinizi koymuş olun.

Kendisine hayvansever ilçe olarak yeni bir kimlik oluşturmaya çalışan Yenişehir Belediyesi’nin bu desteğe ihtiyacı var…

Dolaylı vergiler, kredi kartlarından alınacak ücretler ve bir öneri…

Dolaylı vergiler, kredi kartlarından alınacak ücretler ve bir öneri…

Hatırlatmakta fayda var:

Örneğin bu ülkede senelerdir alınan vergiler var:

Onlardan ilki televizyonlardan alınan bandrol ücreti…

Öte yandan elektrik faturalarından alınan TRT payı...

Yine cep telefonu ücretlerinden alınan deprem vergileri…

Bunları çoğaltmak mümkün.

Devletin vergi noktasında en kestirme yolu dolaylı vergiler.

Bunun adı kimi zaman lüks tüketim vergisi, kimi zaman da ÖTV deniliyor.

Allah için sormak lazım bugün, buzdolabı, televizyona lüks tüketim demek ne kadar doğru?

Şimdi bu vergilere kredi kartından alınacak olan 750 TL  vergi geldi, gelmek üzere…

Kredi kartının limiti  100 bin TL ve üstü  ise hep beraber ödeyeceğiz…

Şimdi Allah için sormak lazım.

Zaten maaşın 20 bin TL ise kredi kartı limitin bunun 5 katı.

O da zaten 100 bin TL eder…

Ülke genelinde 60 milyon civarında limiti 100 bin TL’nin üzerinde kredi kartı mevcut.

Şimdi sormak lazım vatandaşın durumu iyi olsa zaten kredi kartı kullanmaz.

Kredi kartı ile iki ay geride gelmeyi kısmen telafi ediyoruz.

Bir taraftan hükümet bunla uğraşırken diğer taraftan ise büyük parçayı kaçırıyor.

Misal olarak;

Özellikle bir çok ticari işletme yıl sonuna doğru kar çıkmasın diye  ticari araç alıyorlar.

Bunu alınca hem KDV’den düşüyor.

Hem de amortismandan dolayı kardan düşüyor….

Bundan dolayı da vergiden.

Hadi ana iş konusu nakliye ve lojistik sektörü ise bu alımlara bir şey denmez. Ama ana iştigal konusu farklı bir sektör ise kapasitesinin de kat kat üzerinde ticari araç alınıyorsa burada devletin ciddi gelir kaybı oluşmuş oluyor.

O zaman yapılması gereken ana iş konusu dışında kalan işletmeler için böyle taşıt alınıyorsa kapasite raporunun, üzerinde ise alınan araçlardan o zaman KDV indirimi ve amortisman kaldırılmalı.

Hem bu sayede devlet gelir kaybına uğramaz.

Hem de talep artışı yaşanmaz.

Hem de dövizimiz yabancı ülkeye gitmez.  (Araç ithal değilse)

Hem de lojistik sektöründe istihdam artışı olur…

Biz bu şekilde önerimizi yapmış olalım.

Gerisi karar vericilere kalmış…

***

Gök ve Kahraman yedeklerde…

Hafta sonu olağan büyük kongresini gerçekleştiren Ali Babacan‘ın liderliğini yaptığı DEVA’da yönetim kurullarına yedeklerden Osmangazi İlçe önceki dönem Başkanı Yasin Gök girerken. Disiplin kuruluna ise asillerden önceki dönem İl Başkanı Zeki Kahraman seçildi. Özellikle Yasin Gök’ün siyasete devam kararı alması kentimiz açısından oldukça önemli…

Bizler de hayırlı olsun dileklerimizi bu köşeden iletmiş olalım.

‘Tarım kenti Bursa’ kolay iş değil!

‘Tarım kenti Bursa’ kolay iş değil!

Nilüfer Belediyesi’nin, Tarımsal Kalkınma ve Kooperatifçilik Çalıştayı gibi önemli bir etkinliğe imza atarak ve bu etkinliği sorunların tespiti çerçevesinde şekillendirmek yerine, çözümlerin tespiti ve uygulama biçimleri üzerine yoğunlaştıracak şekilde düzenleyerek, geleceğin daha sağlıklı ve güvenli gelmesi için önemli bir adım attığını belirtmek lazım.

Üç gün sürecek olan çalıştayın ilk gününde açılış konuşmaları hakimdi salona.

Açılış konuşmaları kapsamında kürsüye gelen Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir, kendisinden önceki dönemin üretim ağırlıklı tarım çalışmaları gerçekleştirdiğini, çiftçiye doğru tarım yapma biçimleri hakkında bilgi de veren bu çalışmalar ışığında iyi bir yol alındığını belirterek önceki dönem başkanlarına teşekkür ederken önemli birkaç noktanın da altını çizdi;

“Bir yere kadar güzel gelinmiş. Bu süreçte ana tema üretim olarak belirlenmiş, biz bu çalışmaları sürdüreceğiz, ama Bursa ilginç bir şehir. Özellikle Nilüfer ülkenin en kalkınmış ilçelerinden biri de olduğundan burada konut talebi çok yoğun ve doğruyu söylemek gerekirse konut talebini karşılamak için elimizde tarım topraklarından başka toprak kalmadı diyebiliriz.

Nilüfer ilçesinin hemen sınırına buradaki sanayi bölgelerinin kopyası sayılabilecek bir TEKNOSAB yapıldı. Önümüzdeki süreç bize 400 bin kişinin konut baskısını da beraberinde getirecek. Hem Nilüfer özelinde hem de Türkiye genelinde artık kimse tarımdan geçinirim diye düşünmüyor. Üzerimizdeki bir baskı da bu…

Tarım alanlarında kaçak yapılaşmalar yapılıyor. Koca koca fabrikalar kurulmuş. Çok net kararlı bir şekilde bunların üstüne gitmeye devam edeceğiz. Siz bize kaçak yapıların konumunu atın, biz gerekli işlemleri yaparız. Tarım alanlarına yapılan yapılara asla müsaade edilmeyeceğini artık herkesin bilmesi lazım…”

Kısaca özetleyelim ne demek istendiğini; ‘Nilüfer’de imara açmak için elimizde sadece tarım toprakları kaldı, tarım topraklarını imara açmamaya ve tarım toprakları üzerine yapılan kaçak yapıları yıkmaya kararlıyız, fakat bu arada agresif sanayileşmenin getireceği nüfus yükünün yerleşim sorununu nasıl çözeceğimizi de kara kara düşünüyoruz’

CHP’nin çalışkan milletvekili Hasan Öztürk her organizasyonda olduğu gibi bu toplantıda da hazır ve nazırdı. Kendisi de bir teknoloji insanı olan Öztürk, konuşmasını kooperatifleşme kanalıyla tüm dünyanın kullandığı ileri teknoloji cihazları kullanarak tarımsal üretim yapmaktan ve üretilen ürünleri de aracılara paye vermeden doğrudan tüketici ile buluşturmaktan, tüm bunları gerçekleştirerek üreticinin elini güçlendirmekten bahsederek bir mücadele üzerine kurdu.

Tarım 4.0 ile mücadeleyi elbette bizim elimizdeki tarım 1.0 teknoloji ile yapmak mümkün değil. Dağınık üreticinin aracı kurumlar tarafından sefalette buluşturulmasının önüne ise ancak kooperatifleşme gibi bir kavram geçebilir.

Ülkenin tarım politikaları üzerine kafa yoran CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, tarımda bir süredir yaşanan sorunların politik olduğunun altını çizdi, söylediklerini de; “Hükümet 2024 yılında 1.3 trilyon faize para veriyorsa, tarıma sadece 91 buçuk milyon lira veriyorsa bu parasızlıktan değil, çiftçi batsın diyedir!” cümlesi ile ispat etti.

Sarıbal’ın üzerinde durduğu bir diğer konu da geçtiğimiz günlerde Bursa Planlama Ajansının kuruluşunun duyurulması ile birlikte çalışmalarına başlanan 1/100.000’lik plandan beklentilerine ilişkindi.

Geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlarından Recep Altepe zamanında, 2011 yılında hazırlanan 2030 Çevre Düzeni Planının sümenaltı edildiğini hatırlatan Sarıbal; “O plana göre Bursa’da 13 sanayi bölgesi vardı. Planın sümenaltı edilmesiyle birlikte günümüze gelindiğinde 17 sanayi bölgemiz oldu, yanında KOBİ OSB’ler ve TEKNOSAB var. Bursa sınırsız büyümek zorunda değil!” diyerek bence toplantının en vurucu cümlelerinden birini sarf etti.

Çalıştayın iki ağır misafiri vardı, biri siyasilerin cephesinden, biri biz gazetecilerin cephesinden…

İlk olarak CHP Grup Başkan Vekili Gökhan Günaydın’ın konuşmasına değinmek istiyorum.

“Son 50 yılda çayır ve meralarımızın yarısını kaybettik. Tarım alanlarımızın 3’te 1’inde tarım yapabiliyoruz. Çiftçi işlemekten vazgeçti. Bunun hem kültürel hem ekonomik birçok nedeni var. Her yerde ‘Genç çiftçiler tarıma döndürülebilmelidir’ deniyor, fakat bu o kadar basit değil. Genç insanların yaşama sevinci alacağı, sağlık imkanları, eğitim imkanları olan bir ortam yaratmadan gençlerin tarıma dönmesini sağlayamayız” dedi Günaydın özetle. Çok da önemliydi bu tespit. Çünkü hiçbir şey ‘olsun’ dediğinizde olmaz, özellikle bahsedilen konu sosyolojik bir hadiseyse, olması ve olmaması için yılların geçmesi, bu süreçte de uygun koşulların yaratılması gerekir.

Gelelim, bizim cephemizdeki ağır misafire. Yazılarını ve tespitlerini özellikle takip ettiğim Tarım Uzmanı ve Gazeteci Ali Ekber Yıldırım, “Tarım konusunda bu seneki kadar kötü bir yıl görmedim. 2007-2008’de büyük kuraklık oldu, 1 milyondan fazla süt ineği kesildi. Yine de bu kadar kötü değildi her şey. Bu sene çiftçiler ektikleri her üründen zarar etti!” diyerek başladı konuşmasına.

Güya planlama yapılacak olan, yeni desteklerin açıklanacağı bir yıl olacaktı 2024, Ali Ekber Yıldırım’ın da belirttiği gibi büyük bir plansızlıkla başladı.

Ben size kısaca Bursa’yı ilgilendiren iki önemli destekten bahsedeyim. Küçük aile desteği kesildi, geleneksel zeytin bahçeleri desteği kesildi. Bursa’yı büyükbaş, küçükbaş ve kanatlı hayvancılık desteklerinde de göremedim.

Şimdi tüm bu konuşmalardan yola çıkarak küçük bir özet geçeyim…

Bursa benim tabirimle vahşi sanayileşmenin yaşandığı bir şehir olması hasebiyle konut sorunu konusunda ciddi baskı altında olan, ancak elinde imara açmak için tarım toprakları dışında pek az toprağı kalan bir şehir. Dolayısıyla bu şehirde hem toprak altın kıymetinde hem de tarım toprağını korumak çok zor! Bir yandan Bursa’nın artık daha fazla büyümemesi için çalışmalar yürütmek gerekirken, diğer taraftan vakti zamanında; ‘iki insan bir araya gelir de bir düşünce üretir’ korkusu ile kapılarına kilit vurulan kooperatiflerin yeniden canlandırılması, çiftçinin gelişmiş teknolojiyi kullanarak tarım yapmaya başlamasının sağlanması, ürünlerin tüketiciye ulaşması noktasında aracı kullanılmasından kaçınılması ve gıdanın ucuzlatılmaya çalışılması lazım. Elbette tüm bunlar yapılırken köhneleştirilen, ıssızlaştırılan köylerin canlanması, gençlere toprağın yeniden sevdirilmesi de bonus olarak duruyor karşımızda.

Tüm bu önemli işler için Bursa’nın merkezi hükümet tarafından destek göreceğini hiç düşünmüyorum zaten.

Çünkü Bursa’nın lobisi yok!

Kısacası öncelikle Nilüfer’i sonrasında da tüm Bursa’yı tarım kenti yapmak öyle kolay iş değil. Çokça emek istiyor. Emek verilip sonuç alınırsa Bursa’da meyve yemenin tadına vardığımız günlere yelken açarız o başka…

Yolun açık olsun Gökhan Dinçer…

Yolun açık olsun Gökhan Dinçer…

Bursa her şeyde irtifa kaybettiği gibi maalesef sporda da irtifa kaybetti.

Şimdilerde bırakın profesyonel maçları amatör branşlar bile tat vermiyor.

Hatırlatmakta fayda var: 80’li yıllardan başlayıp 2000’li yılların başına kadar Bursa sanayisinin güçlü şirketleri spora da ciddi anlamda yatırım yapıyorlardı.

İşte örnekleri;

Geçmişte Bursa’nın otomotiv devi Renault’un Oyak Reno olarak basketbol takımı vardı. NBA patentli Mehmet Okur‘un bir dönem basketbol oynadığı takım.

Reno sade basketbolda değil bir çok branşta da faaliyet gösteriyordu.

Keza bir başka kuvvetli şirket Mako‘nun da hem futbol, basketbol, voleybol gibi branşlarda ciddi yatırımı vardı.

Onlar da kapıya kilit vurdu.

Keza Robert Bosch da aynı şekilde spor ve sporcuya ciddi yatırımlar yapardı.

Onlarda şimdilerde sus pus…

Onun dışında Sönmez Holding‘in sponsorluğunda kurulan Sönmez Filamentspor da bu minvalde değişik branşlarda ciddi yatırımlar yapmıştı.

Futbolda 2. ligde o zamanki adı ile 1. ligin kapısından dönmüştü. Keza voleybol takımı da uzun yıllar süper ligde mücadele etmiş hep şampiyonluğun ucundan dönmüştü.

Sonrasında ise bir anda 1997 yılında ligden çekilmişti.

Ardından da 2005 yılında kapısına kilit vurulmuştu…

Ne hikmetse vurulan o kilit senelerdir açılmıyor, açmaya bile teşebbüs edilmiyor.

Kim bilir belki de anahtarları kaybettiler, ya da koyulan yeri unuttular.

İşte bu noktada çilingir lazım.

O çilingirin de usta olması lazım.,

Buradaki çilingir tarifini açacak olursak federasyonlarda etkin ve yetkili olabilmek demek daha doğru olacak.

Bu minvalde futbol adına geçen dönem şans vardı.

BTSO Başkanı İbrahim Burkay TFF Başkanvekili idi…

Ne oldu?

Bursa futbolunun sesi olabildi mi?

Hayır…

O zaman demek ki başkanvekilliği de yeterli olmuyor.

O zaman başkan olunmalı.

Başkan olmanın yolu da öncelikle adaylıktan geçiyor.

İşte çilingir tarafından kapısı kapatılan Bursa Voleybolu için bir şans var.

Önümüzdeki 18 Ekim tarihinde kongresini gerçekleştirecek Türkiye Voleybol Federasyonu Başkanlığı’na Bursa’nın yakından tanıdığı Gökhan Dinçer de aday.

Mevcut başkan M.Akif Üstündağ’ın karşısına aday olarak çıkan Dinçer’i özellikle bizler tebrik ediyoruz.

Kazanır mı kazanmaz mı?

Onu biz bilemeyiz.

Yaklaşık 250 civarında delege başkanı belirleyecek.

Tek bildiğimiz bugünden itibaren sonuç ne olursa olsun Bursa Voleybolunun harekete geçeceği.

Dünden daha dinamik olacağı.

Sandık sonucundan bağımsız olarak Dinçer’e de buradan bir önerimiz olsun.

Sonuç ne olursa olsun, Bursa voleybolunun çilingiri ol.

Voleybolu kentimizde eski günlerine getirmek için yılmadan yoluna devam et.

Bize düşen başarılar dilemek yolun açık olsun demek…

 

Bursa’nın neden lobisi yok?..

Bursa’nın neden lobisi yok?..

Gerçek olan şu: Bursa’nın herşeyi var hiçbirşeyi yok…

Birileri bu da ne demek diyebilir?

Bursa’nın bir şeyleri olsaydı

Bugün hızlı trenimiz biterdi.

Dağ yolunda ucu gözükmeyen tünel biterdi.

Yenişehir Havaalanı’ndan sadece Türkiye’ye değil en az üç beş ülkeye uçulurdu.

Turistler Bursa’ya günübirlik hava almaya değil en az üç beş gün konaklamaya gelirdi.

Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi bugüne kadar elli kez biterdi.

Stadyumu belediye değil merkezi hükümet yapardı.

Bursa’ya yeni en az iki devlet üniversitesi açılırdı.

Dört dağ ilçesi kalkınmada öncelikli olurdu…

Hekim ve öğrtemen açığı olmaz yıkılan okul binaları açılırdı…

Bu listeyi çoğaltmak mümkün.

Aslında Bursalı olmayı başarabilsek bunların hepsi mümkündü.

Ne hikmetse rotasyonla gerek iktidardan gerekse muhalefet partilerinden Bursa’ya tayini çıkan milletvekillerimizin ilk yaptığı icraat sorunları çözmeye yönelik olsa zaten bunları yazmayacağız.

Amma velakin öncelikle bürokrasi kadrosunu Bursalılar’dan ziyade doğduğu kentten doldurmaya gayret ediyorlar.

Partilerinden belediye başkan adayı ve ilçe başkanı ve il başkanı adayı tespit ederken hemşehrilerinden olması da gözlerden kaçmıyor.

Keza Bursa’daki görevleri bittikten sonra da yolu bir daha Bursa’ya pek düşmüyor.

Düşse de biz görmüyoruz, duymuyoruz…

Sonrasında miras kalan siyasi ve bürokratik kadrolar, sorunları ne kadar çözüyor derseniz, işte orası soru işareti.

Gerçekten çözülseydi yukarıda yazdıklarımı yazmaya gerek olur muydu?

Çözülmüyor lafın özeti…

Bu arada  yerel yöneticileri de unutmamak lazım.

Onlar ismi üzerinde yerel.

Neden ”a takımlarını“ Bursalılardan oluşturmazlar?

Onun da sorgulanması gerekiyor.

İster iktidar ister muhalefet partilerinden seçilen belediye başkanlarının “Bizim Ankara’da işlerimiz çözülmüyor” deme hakları hiç bir şekilde yok…

Siz ilk önce kendi çalışma ekibinizi bu kentte yaşayanlardan kurun, onları daha sonra Ankara’ya gitmesine vesile olsun.

Kısaca Ankara’ya taşıyın…

Onlar bir anlamda sizin eliniz, ayağınız, gözünüz, kulağınız velhasılı Ankara’daki lobiniz işlerinizin takipçisi olsun…

Sağlık sektörü, yalın yönetim ve hakkı teslim edilen kocakarı ilaçları ile yöntemleri…

Sağlık sektörü, yalın yönetim ve hakkı teslim edilen kocakarı ilaçları ile yöntemleri…

Cuma sabahı Bursa’da özel bir hastanenin gerçekleştirdiği bir çalıştay vardı.

Prof. Dr. Ömer Faruk Bilgen bu konuda fazlasıyla kafa yoruyor. Yalın yönetimin  kamu ve özelde uygulanması için özel gayreti bulunuyor.

Bu gerçekleşen; Çalıştayın konusu fonksiyonel tıp ve yalın yönetim idi. Son yıllarda yalın yönetimle ilgili pek çok çalışma yapılıyor.

Hedef gayet basit…

Minimum maliyet, maksimum fayda.

İşte asıl merak noktası bu: Sağlık sektöründe de yalın yönetim uygulanabilir mi?

Bunu uygularken hastanın sağlığına olumsuz bir etki olur mu?

Hızlı radyolojik teşhis yöntemlerini kullanayım derken insan hayatına mal olacak gözden kaçan hatalar olur mu?

Asıl bunların enine boyuna tartışılması gerekiyor.

***

Ama yalın yönetimden bahsedebilmek için önce birkaç sorunun net olarak cevaplanması gerekir.

Onlardan ilki özel sektörün hastaya müşteri olarak bakılmaması gerekliği.

Şu an geçerli kanı ne?

Özel hastaneye sağlam giren hasta çıkar, devlet hastanesine hasta giren iyileşerek çıkar…

İlk olarak buradan başlanması gerekir diye düşünenlerdenim.

Hasta açısından bu kanı ne demek diye sorsalar gereksiz tahlillerden  ve görüntülemelerden kaçmak demek.

Diğer bir kanı ise özellikle özel hastanelerde muayene olan hastaların hangi tahlil, görüntüleme ve ameliyat için ne kadar ödeyeceğini en yalın şekilde herkesin görebileceği şekilde duyurulmasıdır.

Yine doktorların malpraktis davalarını düşünmeden çalışmaya devam edebilmeli.

Ve en önemlisi özel sektörün ne kadar hastaya bakarsan o kadar ücret alırsın mantığından uzaklaşması şart.

Bugün özel hastaneleri değerlendirecek olursak, aynı hastanede aynı branşta iki doktorun ücretleri bile farklı.

Nerede kaldı yalın yönetim….

***

Yine diğer bir konu ise fonksiyonel tıp idi:

Fonksiyonel tıbbın hedefi hastalığın köküne inmek bütüncül tıp yaklaşımı.

Hani son yıllarda fazlasıyla duyduğumuz o bitkisel  kapsüller veya halk arasındaki ifade ile kocakarı ilaçlarına hakkının teslim edilmesi diyebiliriz.

Belki de bu hak verme olayının perde arkasında SGK’nın ilaçlar için belirlediği düşük kur politikası var.

Özellikle ilaç firmaları da farklı çıkış noktası bulma adına fonksiyonel tıbbın ipine sarılmış durumdalar.

Ama gerçek olan şu:

O gıda takviyelerinin SGK ödeme listesinde olmadığı.

 

 

 

 

Özel’den genele CHP…

Özel’den genele CHP…

CHP’nin AK Parti üzerinde yarattığı endişe, AK Parti’nin kendisini yenileyememesi, yani bizzat partinin bütününün bir metal yorgunluğu içine girmiş olduğunun açık göstergeleri nedeniyle devreye toplum psikolojisinin girdiğini, bel altı savaşların başladığını, ülkenin sinir uçları ile oynayan hamlelerin yapıldığını, tüm bunlar yapılırken de bıyık altından gülerek ‘normalleşiyoruz’ denildiğini fark etmişsinizdir herhalde…

İlk olarak ‘Bu Pazar seçim olsa’ anketleri girdi devreye…

Hatırlatalım, bu Pazar seçim yok! Olması üzerine öyle ahım şahım bir konuşma da yok! Gel gelelim anket çok…

Anketlerin gösterdiği en önemli eğilim ise ‘Bu Pazar seçim olsa’ seçimi herkesin kaybedeceği!

Ortada sandık yokken, adaylar belli değilken, partiler bir program ortaya koymamışken yapılan bu araştırmalar sadece o anki fotoğrafı ve eğilimi gösterebilir elbette. Sözüne güvenilir araştırma şirketlerinin eğilim göstergelerini şöyle özetleyebiliriz; CHP seçimin yarattığı ilk heyecanın ardından bir miktar oy kaybına uğrarken AK Parti CHP’nin kaybettiği oyları alamıyor. Dolayısıyla seçimin ardından ülkenin ilk tercih edilen partisi olan CHP ile AK Parti’nin oy oranı neredeyse eşitlenmiş durumda. Kararsızlar ise el yükseltiyor.

Onun için bazı CHP’lilerin bu anket sonuçlarına bakarak seçimi kazanacakları garantiymiş gibi davranmalarının garanti edeceği bir tek şey var: Seçimi kaybetmek!

Açıkça görünüyor ki parlamentoda tek başına çoğunluk sağlayabilecek bir parti yok. Cumhur İttifakı bileşenlerinin de gelecek seçimde meclis çoğunluğunu oluşturma ihtimali giderek zayıflıyor.

Hatırı sayılır çoğunluktaki kararsızların eski AK Parti seçmeni olduğunu ve karar vermeleri gerektiğinde eski siyasi tercihlerine kolaylıkla döneceklerini de cebimize koymamız, yola böyle devam edelim ki, doğru bir analiz yapabilelim…

Kararsızların korkularını yenecek, hayattan beklentilerine yanıt verecek bir programınız yoksa o seçmen döner ve yine bildiği partiye oyunu verir.

CHP’de böyle bir hazırlık yapıldığını görmüyorum. Daha ziyade ‘normalleşme’ kartını bir kez daha oynayan AK Parti’nin oyununa dahil olma durumu mevcut gibi.

Hukukun, ekonominin, eğitimin, güvenliğin, kısacası akla gelen her şeyin “anormal” olduğu, anormalliği te muhalefet partilerinin yaratmadığı bir ülkede ‘normalleşme’ abesle iştigal. Bir de şayet normalleşiliyorsa bu konudan önce vatandaşın haberi olmalı, zira onun yaşadığı hayat anormal!

Tüm bu hamlelerle Cumhurbaşkanlığı yarışında bir kez daha aday olmak isteyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçime giden yollarına altın kaplamalı taşlar tek tek döşenmeye çalışılırken bir de CHP içinde çok da zor olmayan muhalif kanatlar yaratılması hamlesi gerekiyordu ki, dört başı mamur olsun planın…

Kılıçdaroğlu cephesi ile Özgür Özel cephesini oluşturmak zaten var olanı aşikâr etmek oldu bir nevi.

TBMM’nin açılışında Erdoğan için ayağa kalkıp kalkmamak konusu köpürtüldü. “Biz sadece halk için ayağa kalkarız. Kimse bizden Anayasaya saygısı olmayan kimseye saygı beklemesin” denildi sosyal medyadan.

Karşı bir savunma geldi Özel cephesinden; “Oy verdiğim Cumhurbaşkanını tanımıyorlar” yaklaşımı sokakta sürekli karşıma çıkıyor” sözleri ile…

Kılıçdaroğlu’nun bolca konuşulan genel kurula girmeyen ya da girip ayağa kalkmayan CHP’li vekilleri ‘yurtsever’ diyerek övmesi konuyu bir basamak daha ileriye taşıdı.

Ülke kalkmış kopuyorken gerçeklerden uzaklaşmak için, asıl sorun görülmesin diye bir illüzyon yapmak için yine siyaset kullanıldı, CHP’de her daim olduğu gibi alet oldu mevzuya…

Bugün Mudanya Belediyesi tarafından Kurtuluşta İmzamız Var / 9. Gün: Barışa Giden Yol’ temasıyla 3-11 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilen kutlama etkinliklerinin son gününe katılmak üzere şehrimize gelen ve aslında Bursa’da birkaç günlük programla ağırlanması beklenirken programında son anda yapılan değişiklikle birkaç günlük varlığı birkaç saate inen CHP Genel Başkanı Özgür Özel, suya sabuna dokunmayan, barış temalı bir konuşmayla geçiştirdi kürsüdeki dakikalarını.

Yıllar sonra elde ettikleri Bursa’nın önemine yakışır gündem maddelerine değinilmesini beklerdim oysa ben kendisinden. Hele hele ülke böyle yangın yerine dönmüşken, sokaklar dehşet evi gibiyken, hayvanların katledilmesine dair görüntüler acımasızlığın tablosu gibi önümüze serilirken…

Mudanya Belediyesi için konsept barıştı, sonuçta önemli bir barışın yıl dönümü kutlanıyordu, Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç 9 günlük program için bolca kafa yordu, çokça çalıştı, Genel Başkanı da bu programa dahil etti…

Fakat ülke geneline bakınca hiç kimsenin barıştan söz edecek hali yok. Siyaset kendi kendine bir ‘normalleşme’ türküsü tutturmuş olsa da sokaklar savaş alanı gibi…

Bana kalırsa program da siyasetle ülke gerçekleri arasındaki bu uçurumdan nasibini aldı. Özgür Özel’in konuşmasının hemen ardından alan boşaldı. Konuşmaların dışında kalan kısım, az sayıda partili ile birlikte izlendi.

Sıklıkla dile getirdiğim, hep de dile getireceğim çok önemli bir nokta var; yerel seçimlerin sonuçları bir emanettir! Emanete sahip çıkan genel seçimlerde rahat eder, emanete sahip çıkamayan genel seçimlerden de umutlu olmasın, zira vatandaş hizmete bakar, cebine bakar, hanesinin içine neyin girip çıktığına bakar.

CHP’li belediyelere parti içindeki kavgalara müdahil olmanın çok dışında, adeta siyaset üstü bir görev biçildi bu dönemde. Safi vatandaşa hizmet etme vazifesi. Bu vazifenin içine kapının önündeki çöp de giriyor, sokakların aydınlatılması başlığı altında sokağın güvenliği de giriyor, halk lokantaları açılarak vatandaşın karnının doyurulması da giriyor, belediye kreşleri ile kadınların istihdama kazandırılmaları da giriyor…

Hizmetin sonu yok…

Normalleşme, normalleşememe falan bu hikayeleri bir yana bırakarak eldeki belediyelerin hizmet yarışında birinci gelmesine odaklanmak kararsızları doğru karara yönlendirirken seçimi kazandıracak en hızlı yol da olacaktır. İşte o zaman alanlar gerçekten dolup taşacaktır…

Cargill’in izleri kolay silinir mi?

Cargill’in izleri kolay silinir mi?

Bursa Barosu’nun ve belki Bursa’nın da yürüttüğü en büyük hukuk mücadelesi olarak sayabiliriz Cargill Davasını. Dile kolay neredeyse benim meslek hayatımla başlayan ve halen süren davaları ile benim meslek hayatımın devamını takip eden bir süreçten 26 yıllık bir hukuk savaşından bahsediyoruz.

Öyle bir dava ki, hiçbir zaman Amerikan şirketi doğrudan davalı taraf olmamış. 1998 yılında başlayıp 20 yıl süren hukuk mücadelesinin tek muhatabı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin valiliği, bakanlığı, başbakanlığı! Birinci sınıf tarım arazisini hukuksuz bir şekilde Cargill için imara açan idare, henüz inşaat aşamasındayken verilen yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarını uygulamamış, tesisin bitirilip faaliyete geçmesine göz yummuş. Sonrasında verilen iptal kararları da görmezlikten gelinmiş, aleyhte kararları bertaraf etmek için yeni idari kararlar alınmış, bunlar da yetmemiş, yönetmelikler çıkarılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi de sadece bir şirketin çıkarı doğrultusunda çalıştırılıp özel yasalar çıkarılmış.

Açılan ilk davalar plan değişiklikleri, emisyon ve deşarj izinlerinin iptaline ilişkindi. Hükümet, bu yöntemle sonuç alamayınca, tesisin kurulmak istendiği yeri özel endüstri bölgesi ilan etmiş, fakat bu da Danıştay tarafından iptal edilmişti. Bunun üzerine Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda değişiklik yapılarak tarım arazisi olan alan sanayi alanına çevrilmişti. Bu değişikliğin Cumhurbaşkanı tarafından TBMM’ye iadesi üzerine ikinci defa yasa değişikliği yapılmıştı. Bu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuş; yasanın kişiye özel çıkarıldığının belgelenmesine rağmen mahkeme başvuruyu reddetmişti.

Bu yargı sürecinden sonuç alınamaması üzerine, 2005 yılında AİHM’e AİHS’in adil yargılanma hakkı (Madde:6), yaşam hakkı (Madde:2), aile ve özel yaşam hakkı (Madde:8) ve etkili başvuru ve haklarının ihlali nedeniyle başvuru yapılma zorunluluğu doğmuştu.

Başvurunun üzerinden 13 yıl geçtikten sonra AİHM bu başvuru nedeniyle sözleşmenin adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermişti.

AİHM, kararında dönemin Başbakanı, Bayındırlık ve İskan Bakanı ve Gemlik Belediye Başkanının, mahkeme kararlarının uygulanması konusunda sorumlu olmalarına rağmen idare mahkemesi kararlarını uygulamadıklarını tespit etmiş ve kararı uygulamayan yetkililer hakkında açılan tazminat davasıyla ilgili olarak Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ve Hukuk Genel Kurulu’nun verdiği kararlara 3’er kez atıf yaparak bu durumu özellikle vurgulamıştır.

Sonuç olarak mahkeme, bir dizi nihai ve uygulanabilir yargı kararını uygulamak için gerekli tedbirleri almaktan yıllardır kaçınan ulusal makamların, başvuranları etkili yargı korumasından mahrum bıraktığını tespit etmiştir!

2018 yılında süreç tam da yukarıda anlattığım noktadaydı.

2024 yılının ilk aylarına gelindiğinde; “Amerikan Cargill şirketinin Bursa’daki fabrikasına ait bazı bölümlerine verilen ruhsat iptal kararları uygulanmıyor. Bursa Barosu, daha önce verilen AİHM kararlarını hatırlattı ve suç duyurusunda bulunacaklarını ifade etti” aşamasına geçildi.

Bu arada İznik Gölü’nün adeta yağmalanan Bursa’da en çok zarar gören bölgelerden biri olduğunu, gölün sularında ciddi bir çekilme gerçekleştiğini, gölün kıyısına kurulan iskelenin altında artık çocukların top oynadığını, balık ölümlerinin yaşandığını, göldeki yaşamın büyük ölçüde tahrip olduğunu falan yazmama gerek yok sanırım…

Tam da bu noktadan sonra kapıları basın mensuplarına sıkı sıkıya kapalı olan ve kendisini anlatma zahmetine neredeyse hiç girmeyen Cargill iletişim taktiğini değiştirdi ve dedi ki, ‘Biz aslında glukoz şurubu üretmiyoruz, üretimimizin yüzde 3’lük bir bölümü glukoz şurubundan oluşuyor. Biz mısır nişastası üretiyoruz!’

Şu anda glukoz şurubuna gelen devlet kotası ile birlikte böyle bir üretim kararı verilmiş olabilir. Burada alkışlık bir durum yok bence. Ürün gamında bir değişikliğe gitmenin de çevreye verilen zararın telafisi noktasında doğrudan bir katkısı olduğunu düşünmüyorum.

Değişen iletişim taktiği doğrultusunda Cargill ulusal ve yerel medyayı muhatap almaya ve kendisini anlatmaya başladı fark ettiyseniz. Bu noktada sosyal sorumluluk projesi olarak bölgeye yaptıklarından bahsetmenin yanında İznik Gölündeki su çekilmesinin sebeplerini de araştırmışlar.

Sonuçlar vahim ve öngörülebilir.

İkisi bir arada nasıl oluyor diye soracaksınız.

Hemen açıklayalım…

Cargill’in yaptığı araştırmaya göre İznik Gölündeki su çekilmesinin yüzde 80 oranındaki nedeni vahşi sulama, yüzde 16 oranındaki nedeni sanayi kullanımı, kalan küçük bölüm pek dikkate bile alınmıyor…

Sonuçların öngörülebilirliği, zaten ülkedeki su tüketiminin en önemli kısmının vahşi sulamaya gitmesinden mütevellit buradaki su çekilmesinde de vahşi sulama yönteminin başı çekmesi ihtimalini göz önünde bulundurmaktan kaynaklı.

Gelelim vahametine…

Mısırdan şeker elde etme yöntemi bir yandan Türkiye gibi su zengini olmadığı halde su zenginiymişçesine hareket etmeye alışık ülkelerde kullanılabilecek en tehlikeli yöntem, çünkü yetişirken çok su isteyen mısır pancar bitkisine göre daha fazla su ile şeker üretiyor!

Üstelik şeker üretmek üzere tarlalara ekilen mısırların neredeyse yüzde 90 gibi bir oranı GDO’lu!

Suyunu GDO’sunu bir kenara bırakıp ektiniz mısırı, doğrudan Cargill’e kendiniz satamıyorsunuz. Satış için ürününüzü toplayıp paketleyecek alet edevatı satın alabilecek sermayesi olan aracılar gerekiyor ve zaten artık hepimiz öğrendik ki, bu işlerden aracılar para kazanıyor.

Buraya kadar tamamsak, yani Cargill davasını hatırladıysak ve sadece fabrikanın varlığının değil, çevresinde yapılan üretimin de verdiği zararı özümsediysek, şimdi gelelim sosyal sorumluluk projelerinin devamına…

Cargill 1000 çiftçiye 1000 bereket paketi sunmak için çalışıyor son birkaç yıldır. Misal ne yapıyor derseniz hemen açıklayalım; toprağınızı, ürününüzü, hava koşullarını inceliyor, tahlil ediyor, analiz sonuçları hazırlıyor, sizin için en uygun ürünü, en uygun sulama ve gübreleme yöntemini söylüyor. Kısaca bu proje için başvuran bölge köylüsüne mihmandarlık yapıyor.

Pek güzel, zaten benim uzun zamandır mezun olup üç kuruşa sağda solda çalışan ziraat mühendisleri için düşündüğüm en anlamlı iş de buydu. Her köyün kendi ziraat mühendisi olsa, köylü zaten bu incelemeleri yaptırır, kendi köyündeki kendi danışmanına her daim danışarak hareket eder ve çok daha kaliteli ürünü çok daha verimli biçimde üretirdi.

Biz tabi ziraat mühendislerimizi daha ziyade marketlerde ve mağazalarda istihdam etmeyi tercih ettiğimizden ne çiftçinin yüzü gülüyor bu konuda ne de mühendisin…

Bir de işin daha acı olan tarafı, tüm analizleri yapın, en uygun yöntemleri sistemleri söyleyin iş ancak oraya kadar gider uygulamada. Çünkü bizim köylünün genel olarak parası yok. Adamlar yollara kamyon kamyon ürün döküp ‘yandık bittik’ diye bağırıyor her sene.

Hani diyeceğim o ki, doğru yöntemi bilseler de uygulamaya geçecek desteği köylüye sağlayamadıktan sonra bunun bir anlamı yok. Köylü karnını zor doyurur hale geldi.

Ezcümle; iletişim çabası güzel, köylüye yol gösterme girişimi iyi, bir de İznik Gölünden fabrikanın aldığı suyun bir kısmını göle geri kazandırma projesi varmış, o kısmın soru işaretlerini aydınlatmak şartıyla bunu da takdir edelim, fakat 26 yıl, dile kolay…

Öyle kolay silinir mi o izler…

AK Parti’de üç ilçede merak giderildi…

AK Parti’de üç ilçede merak giderildi…

Önümüzdeki günlerde kongrelere başlayacak AK Parti’de 14 ilçede devam kararı alınmış, 3 ilçede ise değişimden yana tavır alınmıştı.

Değişim kararı alınan ilçeler Mudanya, Gürsu ve Harmancık ilçeleri olmuştu.

Bu üç ilçenin ikisinde AK Parti muhalefette, Gürsu’da ise iktidarda…

Bu üç ilçede müstakbel başkan adayları için geçen hafta içinde temayül yoklaması yapan AK Parti teşkilatı, gerçekleşen temayül sonuçlarını da göz önünde bulundurarak sonunda yapılan istişareler sonucu kararını verdi.

Alınan karar gereği Buna göre, 30 Kasım’da Harmancık’ta yapılacak AK Parti İlçe Kongresi’nde Hülya Gedik isminde karar birliğine varıldı.

İlk defa başkanlık görevi için bir kadın isminde karar kılındı.

Öte yandan AK Parti’nin yerelde iktidar olduğu, Gürsu’da ise 17 Kasım tarihinde yapılacak olağan kongrede ise önceki Başkan Erkan Şekeroğlu’nun vekilliğini yapan Selçuk Karaduman isminde karar kılındı.

Bir başka ilçe Mudanya’da, 1 Aralık’ta da gerçekleştirilecek kongrede önceki dönemlerde AK Parti’den Mudanya Belediye Başkanı adayı gösterilen Arif Bayrak isminde mutabık kalındı.

Öte yandan bu üç ilçeden Harmancık ilçesinde geçen haftalar içinde geçmiş yıllarda ilçe başkanlığı görevinde bulunan Şirfan İpek aday olacağını açıklamıştı.

Harmancık’ta mevcut durumun devam etmesi durumunda AK Parti’nin kentimiz özelinde bazı ilçelerinde kongrelerin birden fazla aday ile geçmesi sürpriz olmaz.

Biz yine de süreci bekleyip, görelim…

***

Esgin ve Çelik aileleri 18 Ekim’de resmen akraba oluyor…

Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Artvin Milletvekili Faruk Çelik’in oğlu Safa Çelik ile AK Parti eski Bursa Milletvekili Mustafa Esgin’in kızı Berra Esgin geçen temmuz ayı içerisinde nişanlanmışlardı.

Çiftin düğün tarihi belli oldu.

Davetiyeler dağıtılmaya başlandı.

Edindiğimiz bilgilere göre çiftin nikahları ve düğünleri 18 Ekim 2024 tarihinde davetlilerin katılımı ile Podyum Park’ta gerçekleşecek.

Bizler de şimdiden evlenecek gençlere hayırlı geçimler diliyoruz…

 

Veda

Veda

Gazeteci için merhaba kadar veda da olağandır.

Merhaba yazısı yazmak da veda yazısı yazmak da aynı olağan heyecanı taşır.

Norm Haber’in yayın yaşamına başladığı 26 Nisan 2021 tarihinden bugüne 3.5 yıl geçti.

Geriye dönüp merhaba yazısında söylediklerime bakıyorum da…

“… halkın haber alma hakkını, bireysel ya da kurumsal hiçbir baskı ve çıkar gözetmeksizin yerine getirmeye çalıştık…

“Önceliğimiz kamu yararı oldu…

“Bütün siyasal görüşlere aynı mesafede durduk ve çok seslilikten yana olduk…

“Elbette insan haklarına saygılıydık ve elbette terör, ırkçılık ve sömürünün karşısında durduk…

“Yeri geldiğinde okuyucularımıza hesap verdik, onlara adil ve açık davranma yükümlülüğümüzü yerine getirdik…

“Yanlışlarımızı açık yüreklilikle kabul ettik ve ders aldık…

Kuşkusuz bunlar gazeteciliğin evrensel gereklilikleriydi ve Norm Haber için bundan sonra da yol gösterici olmaya devam edecektir. Zira kurumlar kişilerle değil ilkelerle ayakta durur. İlkelerin üzerine bir yayın organı inşa etme gayretimin yegâne nedeni budur.

Bugün Norm Haber’i pırıl pırıl genç arkadaşlarıma emanet ederken, teşekkür borçlarımı da ödemem gerek.

Öncelikle Bursa’ya, basın dünyasına Norm Haber’i armağan eden ve bunu yaparken “en doğrusunun yapılmasından başka çıkarım yok” diyerek biz gazetecilere can simidi uzatan değerli iş insanı Necati Çelebi’ye, her sıkıntılı anımızda yanımızda bulduğumuz Norm Haber Yönetim Kurulu Başkanı Abdulsamet Çelebi’ye teşekkür ederim.

Norm Haber’i birlikte bugünlere getirdiğimiz değerli kardeşlerim Bülent Civanoğlu’na, Nail Özer’e ve Furkan Kahraman’a,

Bu yaşımda her birinden bir şeyler öğrendiğim, haber merkezinin Z serisi; Serdar Ogan’a, Ece Gökçe’ye, Simlanur İnce’ye, Mesut Erdoğan’a ve Emirhan Akıncı’ya,

Sayelerinde kent gündeminin nabzını tuttuğumuz yazarlarımız Yasemin Güler ve İlhami Yıldız’a,

Çay ve kahve saatlerimi bir an olsun aksatmayan yardımcımız Sibel Canbaz’a,

Süreç içerisinde yollarımız ayrılsa da varlıklarıyla Norm Haber’e değer katan tüm meslektaşlarıma teşekkürü borç biliyorum.

Bana gelince…

Eee, artık “tekaüt”üm değil mi?

Gazetecinin emeklisi olmaz dediğinizi duyar gibiyim.

Hayırlısı…

Fason ve rant liderliğini kaptırmıyorlar

Fason ve rant liderliğini kaptırmıyorlar

Sektörel fuarcılığın geleceği tartışılıyor.

Dijitalleşme ve pandeminin sonuçları küresel ekonomide önemli etkiler yarattı.

Bu etkilerin başında fason üretimde ülkemizin giderek daha dezavantajlı duruma düşmesi var. Zaten dezavantajlı idi.

Otomotivde katma değeri düşük ihracat, tekstilde fasonculuk ve düşük AR-GE yatırımları sanayimizi kârsızlaştırmaya devam etti yıllar yılı.

Tekstilde verimli ovalarımız, içi teknolojik olarak sona gelmiş makine mezarlıklarına dönmüş kiralık fabrikalarla dolu. İrili ufaklı otomotiv yan sanayi fabrikaları şehrin her tarafında.

İşçi ücretlerimiz Euro bölgesinde bulunan 27 ülke sıralamasında 19.sırada. Sanayicimiz bunu yüksek buluyor.

Meslek hastalıkları, iş kazaları, belli bölgelere yoğunlaşmış plansız sanayileşme

Sürekli nüfus artışı, şehri içinden çıkılmaz sorunlar yumağına dönüştürmüş durumda.

KFA Fuarcılık tarafından yani BTSO öncülüğünde düzenlenen Tekstil Fuarı başladı geçtiğimiz gün. Bu yılki teması “HIZLI ÜRÜN HAZIRLAMA – HIZLI TESLİMAT” olarak belirlenmiş.

Güler misin ağlar mısın?

Yıllar yılı markalaşma, AR-GE yatırımı, inovasyon ile kalkınma konuları göz ardı edilip, kısa günün karı anlayışı ile villa yaptırıp, araba değiştirme konusunda başı çeken tekstil sanayicisi halen aynı noktada.

Fasonculuğunu içselleştirmiş artık.

‘Ben hızlı yaparım hemen teslim ederim’ tam bir fasoncu esnaf vizyonu.

Markalaşma olmadan, AR-GE yatırımları önemsenmeden, üretimde inovasyonla gelişmeden Bursa tekstil sektörünün geldiği nokta, Merinos’un tek bir holünde en büyüğü 40 m2’lik stantlarından Tekstil Fuarı!

BTSO yönetimi bu esnada, yüksek teknolojiden dem vurarak, arazi ve inşaat rantını pekiştirme planları tıkır tıkır işlediğinden olsa gerek, tekstilde geldiğimiz noktayı pek önemsemiyor görünüyorlar.

Hatta tekstil yatırımlarımızın Mısır’a kaydırılması konusunda kolaylaştırıcı rolünü bile üstlenmiş durumda.

Bursa’nın lojistik olanakları ve Asya Afrika ülkelerine göre kalite konusunda görece gelişmiş üretim alt yapımız, yabancı sanayici için halen daha çekim noktası.

BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay bu avantajı kullanarak yeni sanayi bölgeleri kurmak ve emlak rantları konusunda yerel yönetimlerle pazarlıklarını sürdürüyor.

Bu güzide kurumun “kümelenmeleri” kendileri dışında Bursa’nın bu ülkenin refahını ne zaman önceleyecek merak ediyorum.