Vatandaşın umutları tükeniyor!

Vatandaşın umutları tükeniyor!

Cumhur İttifakı’nın en küçük ortağı olarak anmaya alışık olduğumuz Büyük Birlik Partisi son dönemlerde ülkede yaşananların ardından aslında İttifak sürecinin seçim dönemi için geçerli olduğunu, dolayısıyla partinin kendi görüşlerini açıklayan, yapıcı muhalefet görevini üstlenmesinin zamanı geldiğini düşünerek olsa gerek bugün bir basın toplantısı düzenledi.

Toplantıyı üç ana başlık altında incelemek mümkün…

İlk başlık tüm dünya için bir trajedi olan İsrail’in Gazze’ye sürdürdüğü saldırıydı.

Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı; “Dün TBMM’de kapalı bir oturum gerçekleştirildi. 17 bin çocuk, 40 binden fazla şehit, 10 binden fazla enkaz altında kalmış insan var. Orta Doğu adeta kan gölü haline getirilmiş durumda. Buna Dünya’nın sözde özgürlük havarisi olan ülkeler sessiz kalıyor. UNESCO nerede? Camiler, ibadethaneler, tarihi dokusu olan her şey yerle yeksan edildi. Dünya Sağlık Örgütü nerede? Sağlık sistemi çökertildi. Daha yeni doğmuş bebekler var. Hiçbirinin sesi çıkmıyor. Birleşmiş Milletler’de katil İsrail’in katil Başbakanı da katliamlardan fütursuzca bahsetti. Siyonist, katil İsrail bazı şeyleri kendisi yaparken, bazılarını Amerika’ya, bazılarını terör örgütlerine yaptırıyor. Mutlaka Suriye’deki terör örgütü kalıntılarının temizlenmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Gazze’de büyük bir insanlık dramının yaşandığı gerçeğine tüm dünyanın kulaklarını tıkamış olmasına karşılık ses çıkarmak gerekiyor elbette. Ben tüm ülkeyi ilgilendiren bu konu hakkında kapalı bir oturum gerçekleştirilmesini pek de doğru bulmayanlardan biriyim. Ne konuşuluyor, ne karar alınıyor ise bu ülke vatandaşları bilmeli, konu hakkında bilgilendirilmeli ve bilinçlendirilmeli diye düşünüyorum…

Gelelim ikinci gündem maddesine…

Ülkenin sınırlarında yaşanan vahşetin sınırların içinde de farklı yansımalarını gördüğümüzü hepimiz iliklerimize kadar hissediyoruz sanırım. Bu ülkede kadın, çocuk, hayvan ve bitki olmanın nasıl büyük bir günah haline geldiğini, bu arsız günahı işleyen biz kadınların, bizim çocuklarımızın, hayvanlarımızın ve bitkilerimizin nasıl insanlık dışı biçimlerde şiddet eğilimleri ile cezalandırıldığını hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum…

Aslında anneler olarak hiç aklımızdan çıkmayan şiddet görüntülerine ne zaman maruz kalırız, evlatlarımızı böylesi şeylerden nasıl koruruz düşüncesi her daim beynimizi kemiren bir muamma artık.

Tüm Türkiye gibi Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı da polisin yakaladığı suçluların adliyenin kapısından elini kolunu sallayarak çıkmasından yakındı.

Suçlular adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor, iyi hal indirimi veriliyor. Tahliyesiz müebbet gibi bir sistemimiz yok. Katiller yine dışarıda. Suçlular tahliye olduktan sonra aynı suç defalarca işleniyor. Geldiğimiz nokta itibarıyla biz Büyük Birlik Partisi olarak 2 suça idam cezası istiyoruz. Cezalar caydırıcı olmazsa, mağdur olmuş, yakınlarını kaybetmiş, şiddete uğramışların yakınlarının içine su serpmezse, bu şiddeti, bu kaosu nasıl önleyeceksiniz? Küçük çocukları kaçırıp cinsel istismarda bulunarak öldüren canilere, askeri, polisi, masumu öldüren teröristlere, idam istiyoruz! Büyük Birlik Partisi’nin desteklediği Anadolu insanının özünü barındıracak, bizim içimizden çıkan yeni bir anayasaya idam cezasının konulması lazım” şeklinde konuştu.

Bir yanı ile hükümetin yakınında duran, diğer yanıyla yanlışları söyleyebilmek adına muhalefet görevini de yerine getirme gayreti gösteren Büyük Birlik Partisinin talebi olan idam cezası böylesi suçların önlenmesinde etkili olur mu tam olarak kestirmek güç.

Geçmişte yasalarımızda var olan idam cezasının fütursuzca uygulamaları nedeniyle yanan canları da unutmamak lazım. Bir intikam aracı olarak kullanılan idam cezası yerine caydırıcı ve uygulanan cezaların oluşturulmasını, cezaların azaltılmasına yönelik suçlulara sürekli bir iyimserlik içinde yaklaşan kanunların değişmesini daha gerçekçi bir tedbir olarak görüyorum kendi adıma.

Gelelim, üçüncü gündem maddesine…

Güvenlik sorunu kadar insanların canını yakan bir diğer konu olan ekonomik sorunların artık görmezden gelinecek hali kalmadığının Büyük Birlik Partisi temsilcileri de farkında elbette.

“Pandemi süreciyle başlayan ve Türkiye’nin deprem süreciyle yüzleştiği, savaşların, katliamların ekonomiyi etkilediğini biliyoruz. Ancak bunun sorumlusu ne emekli, ne asgari ücretli, ne de esnaf, sabit gelirlidir!” diyerek bir gerçekliğe dikkat çekti Alfatlı konuşmasında.

Sabit gelirlinin giderek fakirleşmesinin yanında üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir diğer konu da hayat pahalılığının devam ediyor oluşuydu.

İnanılmaz bir hayat pahalılığı, istismar var. Fırsatçılarla çok ciddi bir mücadele yapılması lazım. Gerekirse süresiz işyerlerinin kapatılması lazım. Birileri emekli maaşıyla geçinmeye çalışırken, fiyatları sürekli arttırmak, vatandaşı adeta bütün ekonomik sıkıntıların sorumlusu gibi göstermeye çalışmak vicdani değil. Eylül ayında açlık sınırı 19 bin civarı, asgari ücret 17 bin, emekli maaşı 12 bin 500 lira. Enflasyon rakamları yüzde 40’lar, 45’lerle 2024 yılının bağlanacağı ifade ediliyor!” sözleri kayda değer. Asgari ücretin yılda 2 kez arttırılmasını talep ettiklerini belirten Alfatlı, asgari ücretin enflasyon oranında artmasının dışında ilave olarak 5-10 puan refah payının da maaşlara eklenmesini istiyor.

Sözün özü ise şu; “Dolaylı vergilerin, dolaysız vergilerden fazla olduğu bir ülkede adaletten bahsedemeyiz. Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alındığı bir döneme geçilmesi gerekiyor”

Yıllardır üzerinde durduğum konu da bu zaten. Asgari ücretli maaşını cebine koymadan vergisi verirken, aldığı ekmeği sofrasına koymadan vergisini öderken, hayatımızda kullandığımız tüm tüketim maddelerinin yüzde 20’lere varan vergileri varken ve biz bunları öderken, milyonlarca liralık vergileri bir kalemde silinen dev gibi firmaların vatandaşın hakkına girdiği gerçeğini görmezden gelemeyiz.

Hele hele vergisini peşin peşin ödeyen, bir anlamda ülkenin geçimini sağlayan gariban vatandaş adına bu vergileri affetme hakkını kendisinde görenlerin umursamazlığı akıllara zarar…

Hasılı kelam, ülkede ciddi bir güvenlik ve ekonomi sorunu mevcut yaşamı sürdürebilmek adına. Aksi durumda, vatandaşın umutları giderek tükeniyor, yaşam giderek zorlaşıyor…

Alfatlı’dan idam isteği…

Alfatlı’dan idam isteği…

Çarşamba sabahı da soluğu şehrin doğu yakasında bulunan Kaplıkaya Cazibe Merkezi’nde aldık. Davet, BBP ev sahipliğinde
gerçekleştirilen, ağırlıklı olarak BBP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı’nın değerlendirmelerde bulunduğu basın toplantısı idi.
BBP yıllar sonra Bursa’da ilk defa yerel meclislerde iki meclis üyesi ile temsil ediliyor.
Bu meclis üyelerinden biri Gemlik diğeri de Yıldırım’da.
Yıldırım’dan seçilen meclis üyesi Haldun Filizli aynı zamanda Bursa Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi…
Bu açıdan bakınca BBP açısından Bursa’da yaşanan ilkler…
Muhtemelen bu meclis üyesi sayısı 2029 mahalli seçimlerine kadar üçe çıkar kanaatindeyim…
Filizli’den sonra İl Başkanlığı koltuğuna oturan ve Nilüfer Belediye Meclis Üyesi adayı olan Eyüp Eken’in de meclise gireceğini düşünüyorum.
BBP’nin tarifini yap deseler, toplumun vicdanı diyebiliriz.
Herkesin sevdiği ama oy vermediği siyasi parti.
Gelelim Alfatlı’nın açıklamalarına…
Alfatlı açıklamalarının ilk kısmında İsrail’in yaptığı katliamlardan başladı, ardından TBMM’de gerçekleşen oturumla devam etti.
Sonrasında sözde insani olan Gazze’de yaşananlar karşısısında sus pus olan uluslararası örgütleri de eleştiri bombardımanına tuttu…
Şehit düşen 40 binin üzerinde Filistinli’den bahsetti…
“Nerede bu örgütler”dedi.
Sonrasında son yaşanan olaylara, özellikle de kadın cinayetlerine değindi.
Burada net konuştu.
Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme yapılması gerektiğini savundu…
Özellikle iki suça idam istedi.
Şahsen ben de referandum olsa o iki suça idama evet derim…
Muhtemelen toplumun büyük kesimi de bu konuda hem fikir…
AB’ye gireceğiz diye idamı kaldırdık.
Ne AB’ye girebildik.
Ne de kadın ve çocuk cinayetlerini engelleyebildik…
Sivil anayasa konusuna da değinen Alfatlı, bunun da elzem olduğunu açıkladı…
Herkes yeni anayasa diyor…
Demekten de öteye geçemiyor…
Bunu da anlamak güç…
Alfatlı’nın konuşmasında dikkat çeken en önemli ayrıntı ise ekonomi politikalarında AK Parti ile ortak noktalarının oldukça sınırlı olması…
Alfatlı, dolaylı yoldan AK Parti’nin ekonomi politikalarını eleştirdi.
Yerelle ilgili olarak da ilerleyen günlerde İl Başkanı da basın toplantısı gerçekleştirecek.
Gerçek olan şu:
BBP ile AK Parti ilerleyen süreçte ciddi anlamda fikir ayrılığı yaşarsa sürpriz olmaz…

Her şey revize edilirken peki ya Atatürk?

Her şey revize edilirken peki ya Atatürk?

Şimdi soru şu; her şey revize edilirken yada rafa kaldırılırken Atatürk’e hangi cephede yer verilecek?
Atatürk ün keşfedilmemiş/paylaşılmamış yönleri kaynaklar eşliğinde kamuoyuna servis edilip “Türkiye ve Atatürk” başlığı herkesi kucaklayacak bir şekilde revize mi edilecek yoksa “Atatürk bu ülkenin kurucu lideri fakat her yerde her zaman Atatürk demek yerine onu ulaştığı yerde saygıyla anıp rahat bırakıp işimize bakalım” mı denilecek göreceğiz.

Her şey, her yer ve herkes güncellenirken “Türkiye ve Atatürk” başlığına da neşter atılacak mı sorusu ve bu soruya cevap olacak pek çok seçenek zihnime takıldı geçen gün.
Ve pek çoğunuz gibi kendimi bildim bileli zihnimi kurcalayan “tarihe dair salt gerçekleri mi yoksa önümüze konulan BİLMEMİZ GEREKENLERİ mi biliyoruz” sorusu eşlik etti Atatürk’e dair sorularıma ve cevaplarıma.

Atatürk karşıtları her devir oldu ve bu karşıtlar düşüncelerini SAYGI çerçevesinde zikrettikleri vakit sorun olmadı. Ki neden olsun? Sevip saymak kadar benimsememekte demokratik bir hak.
Saygı demişken kısa bir not düşmek istiyorum. Andemi ile yüzleştiğimiz yeni dünya düzeni her mecrayı kendisine göre dizayn etmeye başladı. İnsanların ruh sağlığı da “çıldırma” yönünde bu dizayndan nasibini aldı maalesef.
Saygı kavramı ile birlikte çocukluğumuzun rutini olan “sevmek ve sevilmek” kavramlarını da şu an mumla arıyoruz. Öyle ki yaşadığımız her şiddet olayında sıklıkla karşımıza çıkıyor sevilmediği için; sevmeyi bilmeyenler, zarar verenler, öldürenler, şiddetten beslenen nesiller…
Halbuki “saygı duymak-sevmek-sevilmek” ekmek gibi, su gibi, hava gibi, barınmak gibi temel ihtiyacıydı tüm canlıların…

Bugünkü başlığımıza dönersek yeni dünya düzeninde ve Türkiye Yüzyıl’ında “Türkiye ve Atatürk” bağlamı nasıl resmedilecek diye düşünmeliyiz derim zira bu konu her an yeni veriler eşliğinde masaya gelebilir.
Yazımın başında da dediğim gibi Atatürk’e ve devrimlerine olumlu bakmayıp eleştirenler her zaman oldu. Aslına bakarsanız Atatürk karşıtlığını besleyen/körükleyen başlıca faktör bir kesimin ısrarla uyguladığı “dayatmacı tekçilik” oldu.
Atatürk’e yöneltilen eleştirilerin toplandığı merkezde “Osmanlı Devleti Cumhuriyetten daha iyiydi-Atatürk Kürtleri sevmezdi-Atatürk muhafazakarlara karşıydı” eleştirileri ve yan dalları vardı.
Yeni anayasa hazırlıklarının konuşulduğu son süreçte “Türkiye-Atatürk-Yönetim Anlayışı” triasının güncellenmesini de konuşacağız büyük ihtimalle.

Siyaset mecrasının dezenformasyona maruz kalmasıyla “beklentileri karşılayacak siyaset anlayışı ve siyasetçi” arayışları sürerken toplumların “güncel Atatürk nabzı” da doğru alınmak zorunda elbette.

Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş/adaptasyon sürecinde sorun yaşanmaması ve hızla ilerlemesi için uygulanan “baskılama yöntemlerinin” aradan geçen yüzyıla rağmen hız kesmeden devam etmesi ebetteki pek çok aykırı anlayışı besledi. Ve bu “yok sayma-tekleştirme-baskılama” sürecindeki tüm sorunların mimarı olarak Atatürk gösterildi.
Halbuki Atatürk modernleşme/gelişme adına bir kapıyı aralamıştı ve bu geçişin hızlı-sorunsuz olması için “organik bütünlük” anlayışıyla bir dönemi yürütmüştü. Fakat ardından sağlanamayan “organik bütünlükten çıkıp demokrasiye geçişin” tüm sorunları dediğim gibi Atatürk’ün suç heybesine yüklendi.

Zihinlerdeki soru şu;

“Yeni Dünya Düzeni” ve “Türkiye Yüzyılı” diyoruz tamam da Atatürk ne olacak? Nerede konumlanacak?

Cevabım şu;

Atatürk bu ülkenin kurucu lideri bu sebeple hak ettiği yerde olmakla birlikte pazarda, manavda, sahilde, restoranda, kavgada, günlük sohbetlerde ve aklınıza gelebilecek tüm ortamlarda “ötekileştirmeyi körüklemek” için öne sürülen bir bahane olmamalı artık…

Yeni dünya düzeni; yüzyıllık prangalara mahkum edilemeyecek kadar hızlı, aktif, değişken ve zengin dil-din-mezhep-ırk yelpazesine sahip bu nedenle “tekleştiren anlayışı” benimsemiyor…

Mudanya’ya sporcu kimliği

Mudanya’ya sporcu kimliği

Dün aslında Bursa için iki önemli toplantı vardı basın mensuplarının gündeminde. 2050 Çevre Düzeni Planı’na ilk adımın atıldığı etkinliği kaçırmak istemediğimden bahsetmeyi bugüne bıraktığım konu 2024 Mudanya Triatlonu hakkında bir bilgilendirme toplantısıydı.

Öncelikli olarak Mudanya’ya ve dolayısıyla Bursa ekonomisine ciddi katkısı olacak, hatta gelecek yıllarda uluslararası düzeye taşınacak böylesine önemli bir sportif etkinliğin sporcu geçmişi ile tanıdığımız Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç’ın bir projesi olmasına hiç şaşırmadığımı belirtmek isterim.

Dünya üzerinde pek çok ülkede pek çok şehir, hatta pek çok köy ve kasaba böylesi önemli sportif etkinliklerin ev sahibi olmakla ciddi bir ekonomik karşılık sağlıyor bütçesine.

Türkiye Triatlon Federasyonu ve Mudanya Belediyesi’nin işbirliği ile 12-13 Ekim tarihlerinde Mudanya’da düzenlenecek olan 2024 Mudanya Triatlonu’nu tam da bu çerçeveden bakarak değerlendirmek gerekiyor.

Mudanya Kaymakamlığı ve Mudanya Belediyesi ev sahipliğinde gerçekleşecek olan etkinliğin basın toplantısının Mudanya Polis Lokali’nde gerçekleştiğini de belirtmekte yarar var.

Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç’ın konuşmasında biraz de espri ile değindiği; “Bizim Mudanya hep üçlemelerin ilçesidir. Tarih, turizm ve tarım Mudanya’da. Zeytin, incir, üzüm Mudanya’da. Güzelyalı, Trilye ve Mudanya’yız biz. Tarihi boyunca büyük mücadeleler göstermiş ve elde ettiklerini hep mücadelelerle elde etmiştir Mudanya. Bu nedenle Mudanya’ya karakteri ve tarihiyle Triatlon sporunun çok yakıştığını düşünüyorum. Federasyonumuz da bu konuda yaklaşım gösterdi. Türkiye Şampiyonası Finali’ni de buraya aldık. Mütareke’nin 102. yılına da bu etkinliği ekleyerek güzel bir organizasyon oluşturduk. Hepsinden daha önemlisi Sayın Kaymakamımız çok önemli destekler verdi. Hafta sonu yaklaşık 500 sporcunun katılacağı Triatlon yarışması düzenleyeceğiz. İleride hedefimiz Uluslararası Triatlon etkinliği düzenlemek” açıklamaları çok önemli.

Öncelikle spordan ve sporcudan hep uzak kalmış bir milletin evladı olduğumuz gerçeğinden yola çıkarak ‘triatlon nedir?’ sorusuna bir yanıt vereyim. Bir sporcunun yüzme, bisiklet ve koşu olmak üzere 3 spor dalını sırasıyla yaptığı branşın adı triatlon.

Yarışma süresince sporcular 400 metre yüzecek, 8 km bisiklet sürüp, 2.4 km koşacaklar. Yıldızlar 500 metre yüzecekler 12 km bisiklet sürüp, 3 km koşu yapacaklar. Sprint mesafe ise 750 metre yüzüş, 20 km bisiklet ve 5 km koşudan oluşacak.

Fark ettiniz mi bilmem, ama Mudanya için Avrupai bir çerçeve oluşturmaya çalışıyor Başkan Deniz Dalgıç. Böylece iki arada bir derede sıkışan, azıcık ondan azıcık bundan, ama asla hiçbir şeyi tam olmadan diye tıngır mıngır ilerleyen bir ilçeden odak noktaları belli bir ilçeye doğru yol alabilir Mudanya.

Ben bu spor kenti olma meselesini çok sevdim.

Düşünenlerin, üzerinde çalışanların emeklerine sağlık…

*****

 

 

 

BUMİAD’ın Cumhuriyet Ödülleri

 

Bursa Mühendis ve Mimar İş İnsanları Derneği’nin geleneksel hale getirdiği Cumhuriyet Ödülleri Töreni’nde bu yıl yine birbirinden değerli isimlere ödül takdiminde bulunacak. 2017 yılından bu yana etkisi giderek artan bir biçimde gelenekselleşen BUMİAD Cumhuriyet Ödülleri bu yıl Prof. Dr. İlber Ortaylı, Tarihçi Yazar Dr. Naim Babüroğlu, Busader Federasyonu ve Ayşe Şahin öğretmene verilecek.

BUMİAD Yönetim Kurulu ve Yüksek İstişare Kurulu Üyelerinin de katıldığı basın toplantısında konuşan Başkan Mustafa Gümüş, “Atatürk ilkeleri ışığında çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşma amacıyla çalışmalarımıza devam etmekteyiz. Bu çalışmalarımızdan bir tanesi de 2017 yılından bu yana sürdürdüğümüz cumhuriyet ödülleridir. Bu bağlamda cumhuriyet ödüllerimizi bizler gibi cumhuriyet Türkiyesi’ne aşık, Atatürk’ü önder edinen ve bu uğurda tüm güçleriyle çaba sarf eden şerefli kişi ve kurumlara; onların yanında olmaktan, onlar gibi düşünüp çalışmaktan onur duyduğumuzu belirtmek için vermekteyiz” dedi.

BUMİAD ödüllerinin büyük bir titizlikle hazırlandığını biliyoruz. Her yıl Cumhuriyet değerlerini en yüksek seviyeye taşımak adına alanında ciddi çalışmalar yapan isimler seçiliyor bu ödüllerin sahipleri olmak için.

Bu yıl ödüller arasında benim dikkatimi çeken ve zaten ilk kez verilen özel bir klasman var ki, hem üzülüp hem sevineceksiniz böylesine kıymetli bir alan fark edildiği için.

Cumhuriyet Özel Ödülü…

Bu ödülün sahipleri sizden, bizden, sıradan olan, ancak sıradan olduğu kadar sıra dışı olmayı da başaran, daha doğrusu sıradan bir vatandaş olarak sınırlarını aşıp Cumhuriyetin ışığını bir ileri basamağa taşımak adına özel gayretler gösteren vatandaşlar olacak.

Malumunuz günümüzde köy okullarından söz etmek artık çok nadir olan işlerden. Taşımalı sistem diye bir sistem getirerek köylerin eğitim yuvaları olan okullarını bir bir kapatıp, köyün en bilgili kişisi olarak imamları bırakan zihniyete inat, köyündeki ilkokulu şahsi gayret ve çabalarıyla bir ışık yuvası haline getiren, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, çağdaş, çalışkan, azimli ve gözüpek Ayşe Şahin öğretmen BUMİAD’ın Cumhuriyet Özel Ödülünü almaya hak kazandı.

Akademisyenlerden, iş dünyasının ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden ülkeyi bir adım ileriye taşımak adına gayret sarf etmelerini bekliyoruz elbette, sonuçta karşımıza hep aynı isimlerin çıkmasına da şaşırmıyoruz. Çünkü bu iş kelleyi koltuğa alarak yapılıyor şimdilerde.

Oysa mesele sade vatandaşın gönülden çabasına geldiğinde bence işin toplumun tüm kesimlerine nüfuz etmesi nedeniyle mücedele daha da tatlılaşıyor.

BUMİAD ödüllerinin sahiplerini bulacağı 25 Ekim gecesi düzenlenecek töreni merakla bekliyorum…

Sihirli sözcük ‘plan’

Sihirli sözcük ‘plan’

Haftanın ilk gününde Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi‘nde 2050 Çevre Düzeni ve Bursa Planına dair bir toplantı gerçekleşti.

Bursa Planlama Ajansı tarafından organize edilen toplantıya Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey de Hatay’dan gelerek, tabiri caizse hiç soluklanmadan katıldı…

Sihirli sözcüklerden biridir “plan…”

Kulağa da hoş gelir, doğru yapılırsa göze de…

Yapılmaz ise önce maddi, ardından manevi olarak zarar verir…

Planları ikiye ayırmak gerekir.

Biri planlı kenti yok etmek…

Diğeri de planlı olarak kentin geleceğini inşa etmek.

Ya da planı şöyle ifade etmek daha uygun olacak:

Planı, bıçak olarak varsayarsak, ekmek kesmek için mi kullanacaksınız yoksa cinayet işlemek için mi?

Meselenin özü bundan ibaret.

İşte biz bu toplantının cinayet işlemek için değil, Bursa’nın ekmeğine yağ sürülmesi için gerçekleştiğine inananlardanız.

Hedef daha güzel Bursa…

Buraya kadar hoş…

Plan, topyekün Bursa’yı ilgilendiriyor.

Hal böyle olunca gönül isterdi ki Büyükşehir Belediye Başkanı ile beraber 17 ilçe belediye başkanının ve Bursa milletvekillerinin tamamının orda olmasını…

Ama maalesef her zamanki gibi yoktu.

Hatta CHP Milletvekilleri bile tam kadro yoktu, keza belediye başkanlarını da gözlerimiz aradı.

Onlardan da Orhaneli Belediye Başkanı Ali Osman Tayir, Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın, Kestel Belediye Başkanı Ferhat Erol, İznik Belediye Başkanı Mehmet Kağan Usta görebildiklerimizdi.

Akademik odalar ise sınırlı sayıda…

Bursa’daki üniversitelerden de sınırlı sayıda katılım vardı.

Keza konuşmalar sırasında dikkat çeken bir ayrıntı ise AK Partili belediyelerden hiç kimsenin görüş belirtmemesi idi.

İşin akademik kısmında ise Bursa dışından ağırlıklı bir akademik kadro vardı.

Bursa’da öğretim veren üç üniversiteden sınırlı sayıda akademisyenin bulunması ise şahsen beni üzdü.

Acaba Bursa’da bu noktada yeterli sayıda akademisyen yok muydu?

Bu soruyu da sormadan edemedim.

Neden Bursalı akademisyen olmalıydı sorusuna basit yanıt vereyim.

Böyle bir plan yapıyorsan o şehrin ruhunu da bileceksin.

O ruha göre plan yaparsan o plan; ismi plan, soyadı ise uygulanmayan plan olarak kalır.

İşte benim bu konuda acizane önerim odur ki; bu çalışma ekibine, daha doğrusu akademisyen kadrosuna yolu Bursa’dan geçen ve kesişen akademisyenlerin bir an önce ilave edilmesi gerekir.

Bu planı yaparken de dikkat edilmesi gereken diğer ayrıntı ise Soğuksu gibi gecekondu sanayi bölgelerine kesinlikle izin verilmeyecek şekilde çalışmalar olmalı.

Keza dört dağ ilçesinin kapısına öyle kilit vurulmalı ki buralara kirleteci sanayinin girmemesi için her türlü çalışma yapılmalı.

Yoksa kıyamet kopmadan Bursa’nın kıyameti kopar.

Bizden hatırlatması.

Biz yine de emeği geçenleri tebrik ediyoruz.

Çalışmanın sonuçlarını da dört gözle bekliyoruz…

2040 olmadı, 2050’ye kısmet…

2040 olmadı, 2050’ye kısmet…

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, bugün düzenlenen toplantıda da altı ısrarla çizildiği gibi nüfusu 4 milyona yaklaşan Bursa’da şehrin geleceği ile ilgilenen insan sayısı 4, hadi bilemedim 5 bini geçmiyor.

İlgilenen sayısı böylesine düşükken, ilgilenenlerin ilgilendiği tüm konular aslında geriye kalan 3 milyon 995 bin kişiyi gayet yakından etkiliyor.

Şehirle ilgili yazılar yazmaya başlamamdan bu yana, 2020 Çevre Düzeni Planının ömrünü doldurduğunu, Bursa’nın bir süre plan revizyonları ile yönetilmeye devam edildiğini, gidişatın iştahı ile hareket edenlerin durumu fark etmesiyle artık belediyelerin de devre dışı bırakıldığı Ankara merkezli planların geleceğimiz hakkında karar verdiğini çeşitli örnekleri ile defalarca aktardım bu köşeden.

Peki bu saçmalığa dur denmesi, daha 1998 yılında ülkenin ilk şehir anayasasını yapan Bursa’nın yeniden hak ettiği kendi kendisini yönetme becerisine kavuşması için ne lazımdı?

Gelecek vizyonu olan, ileri tarihleri öngörerek şehri planlayan 1/100.000 ölçekli yeni bir Çevre Düzeni Planı…

2023 yılına kadar denendi elbette böyle bir planın hazırlanması, ancak çalışmaların yolu hep tarihin tozlu raflarına rast geldi. Onca emek, zaman, çaba, para unutuldu gitti…

Biz severiz öyle vatandaşın parasını ölü yatırımlara harcayıp üzerine bir bardak soğuk su içmeyi, sonrasında da yapılan yanlış hakkında bir özür dahi dilemeden aynı davranış modelini tekrar etmeyi.

2023 yılında durum biraz daha ciddiydi. 2020 yılında başlayan hazırlıklar pandemi nedeniyle sekteye uğramış, işin içine yerel seçimler de girince plan yeniden devreye alınarak 2023 yılında yeni bir Çevre Düzeni Planı ile Bursa’nın kavuşması için kollar sıvanmıştı.

Gel zaman git zaman, (gel plan git plan da diyebiliriz) seçimlere birkaç gün kala, dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş düzenlediği basın toplantısında aslında planın 2023 yılına girilmeden hazır olduğunu, ancak genel ve yerel seçimler nedeniyle uygulamaya koyulmadığını açık seçik dile getirmişti. Daha önce düzenlediği basın toplantılarında planı yapamadıklarını söylediğini unutmuş olması ihtimali yoktu elbette!

Kısacası ortada bir plan vardı, ancak bir çıkarlar çatışması da vardı. Rahmetli anneannem derdi ki, ‘eçeleş beçeleş iki kardeş çekeleş’ tam öyle işte. Bursa seçimlerden önce bu çekişme sonucu ortadan yırtılmasın diye plan meselesi seçimlerden sonraya bırakılmıştı.

Ancak istenen gibi olmadı işler. Seçimlerden sonra da aynı koltukta oturacağını düşünen Aktaş’ın yerine bu kez Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna Mustafa Bozbey yerleşti. Fakat Bursa’nın ebedi sorunu plansızlık ve plan yapılması zarureti gerçekliği değişmedi.

Seçimlerin üzerinden geçen 6 aylık süre içerisinde akademik odalarla iletişim sağlandı, yapıcı diyaloglar kuruldu, planın nasıl bir çalışma prensibi içinde nasıl bir mekanda çalışılacağına karar verildi. Geniş bir katılım beklentisi olduğundan bu geniş katılımı bölümlemek ve her bölümün etkisi çerçevesinde söz hakkı alabilmesi için bir çalışma şeması çıkarıldı.

Sonunda geldi bugüne…

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından kentin geleceğini şekillendirmek ve Bursa’yı daha yaşanabilir kılmak amacıyla hazırlanan Çevre Düzeni Planı ve Bursa 2050 Vizyonu projeleri için tanıtım toplantısı düzenlenince bunca zamandır takip ettiğim konunun devam filmini izlememek olmazdı elbette.

Toplantının ilk can alıcı vurgusu Planlama Merkezi’nin başkanlığını da yürütecek olan CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala’dan geldi. Daha doğrusu Planlama Merkezi’ne çalışacak ekibin sabah düzenlediği toplantıya katılan ve bence Bursa’nın elini yeni bir planlama ile şehri 2050 yılına kadar taşımayı garantiye almadan bırakmayacak olan geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Erdem Saker’in bir cümlesini aktardı Pala;

Bu planlamayı yapmaya başlayacak olan sizler bir bedel ödemelisiniz, bu bedelin karşılığı 1998’de yapılan planlamanın esaslarına sadık kalarak yeni bir plan yapmaktır!”

Salonda bulunan tüm katılımcıların yazımın başında belirttiğim şu kentle ilgilenen 5 bin kişilik gruptan olduğu düşünülürse bu cümlenin ne demek olduğunu herkes anladı bence.

İfadeyi daha da açalım, belki aramızda bu 5 bin kişilik grubun içine girmek isteyenler olabilir.

Efendim 2020 planı yapılırken muhabir olan bendeniz çok iyi biliyorum ki, planda esas yapılmak istenen şehrin doymuş sanayi bölgelerine yenilerinin eklenmesinin önüne geçmek, kirli havanın temizlenmesi için şehirde hava kanalları açmak, doğayı ve yeşili koruyan imar planları ile şehre yön vermekti. O dönemin Bursa’sı için dahi kalabalık olan nüfusun daha fazla artmaması, hatta mümkünse azaltılması düşünülüyordu 2020 planı yapılırken. 300’den fazla kez delinen, içeriğine sadık kalınmayan planın bizi getirdiği noktanın bu olmadığının elbette farkındayım, Sayın Saker de durumu gayet net görüp analiz edebiliyor. Ancak istersek başaramayacağımız bir iş değil bu. Yeter ki, herkes üzerine düşen bedelleri ödemeye hazır olsun.

Adı Bursaplan olan Planlama Ajansının çalışma prensibi şöyle ilerleyecek; gruplar kendilerine verilen çalışma konuları üzerine 12 ay boyunca yoğunlaşarak çalışacaklar ve kalan 3 aylık süreçte elde ettikleri verileri bir araya getirerek bahsedilen planı oluşturacaklar. 2025 yılının sonlarına doğru planın tamamlanması bekleniyor. Bu iş için 88 teknik uzman ile birlikte 125 personel görev alacak. Gönüllü ordusunu saymıyorum elbette.

Çalışma şeması doğrultusunda Bursa’nın merkez, doğu, batı, güney, kuzey ve kuzeydoğu olarak 6 bölgeye ayrıldığını belirtmekte yarar var. Hazırlanacak olan planın Marmara Bölgesi’ndeki diğer şehirlerle uyumunun yakalanması da isteniyor. Balıkesir ve Kocaeli bu doğrultuda çalışmalara başlamış iller arasında şimdilik.

Buraya kadar her şey tıkır tıkır işliyor gibi görünüyor. Aslında daha işin başında ilk düğmenin iliklenme aşamasındayız. Umarım aradan aylar geçtikten sonra ilk düğmeyi yanlış iliklemiştik cümleleri ile dolu sitemli söz öbeklerine vesile olmayan bir çalışma gerçekleşir.

 

NOT: Subliminal mesajları okumayı 23 yıllık AK Parti iktidarı döneminde iyice içselleştirdik sanırım. Çünkü ‘Nasıl bir Bursa hayal ediyoruz’ konseptli kısa filmin ilk vatandaş röportajında dikkatimi ‘Sanayi bölgelerinin şehrin içinde olmadığı, şehrin dışına taşındığı…’ cümlesi çekti. Bursa’nın sanayi bölgeleri ile imtihanı ve şehrin dışına yapılması için canhıraş mücadele edilen yeni sanayi bölgelerinin varlığı içimi gıcıklamadı desem yalan söylemiş olurum.

Hani diyeceğim o ki, biz de biliyoruz o sanayi bölgelerinin bir biçimde yapılacağını, ancak siz de bilin ki, o sanayi bölgeleri şehrin kalbine vurulmuş hançerlerden başka bir şey olmayacaktır, şehrin içinde kalan sanayi bölgeleri de yeni kurulan şehir dışındaki bu noktalara taşınamayacaktır!

 

Nereden nereye, kadın cinayetleri!

Nereden nereye, kadın cinayetleri!

Çok değil bundan 25-30 sene öncesinde bu ülke, insanların kapılarını kilitlemeden evlerinden çıktıkları, hatta kapılarının üzerine bir ip takmak marifeti ile eş, dost, akrabanın gelişine onlar daha gelmeden sıcacık bir ‘merhaba’ dedikleri yerdi…

Akşamları yemekten sonra kışsa ev gezmelerine, yazsa parklara, çay bahçelerine gidilirdi. Öyle her yere de yanlarında bir erkek nezaretinde gitmezdi kadınlar… Alıp başlarını, ellerinde çantaları, yanlarında çocukları ile güle oynaya giderlerdi gönüllerini şenlendirmeye…

Benim çocukluğum da böyle geçti, gençliğim de böyle geçti…

Gözümüz karanlıktan, ‘gece vakti oldu’ kavramından, sapa sokaklardan korkmadı, korkmamıza gerek yoktu, neden olsundu…

Sonra ne oldu, nasıl oldu, hangi ara oldu hep sorgulanacak olan sosyolojik çürüme hadisesi ile birlikte kadınlar sinik, silik tiplere dönüştürüldüler. Toplumsal hayatta sinmeye itiraz edenlere de kolaylıkla yapıştırılan ‘gizli ilişkisi var’ damgasını vurdular alınlarının tam ortasından. Manisa-Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay bu konuda hala kendisini aklamaya çalışıyor, hem de ciddi bir hastalıkla mücadele ederken bunu yapmak zorunda bırakılıyor mesela…

Bir kadının bir erkeğe itiraz etmesi görülmedik işmiş gibi davranılmaya başlandı. Kadının söz hakkı olmadığı gibi kendisine dayatılan her türlü yaşam biçimini kabul mecburiyeti de doğdu. Kabul etmeyenlerin sonunun doğal bir seleksiyona maruz kalmış gibi şiddet ve cinayet olacağına kesinmiş gözüyle bakmamız sağlandı.

Giyime kuşama karışıldı. İlk şort giyen kadınların sokak ortasında dövülmesiyle başladı sanırım hadise. Belki daha öncesi de vardı en bariz senaryoların, ben kaçırmış olabilirim. Sonrası tufan zaten…

İthamlar hep şiddete uğrayan, dövülen, yaralanan, hatta öldürülen kadına yönelikti ve hep aynıydı; ‘Ne işi vardı orada o saatte, öyle giyinirse böyle olur, dikkat etseymiş o zaman, kocanı doğru seçeceksin, o da yolluymuş zaten…’

Erkek korundu, kollandı, meseleye namus meselesi gözüyle bakıldı, öylesine çoğaldı ki, örnekler her şey normalleşti toplumun gözünde. Aslında hızlı ve kötü kokulu bir çürüme hadisesinin tam ortasında olduğumuzu üzerimize sıkılan hacı misi notalı parfümden olsa gerek kimse anlamadı, hep ‘bana dokunmayan yılan…’ dendi.

Muhtemel en çok kız çocuğu analarının yüreği sızladı, hatta kalbi ağzında attı. O şortlu kadınlara ilk tekme atıldığından beri ben de pek çok hemcinsim gibi kızlarımı baskılamadan ve güvenle bu ülkede nasıl yaşatırım diye düşündüm hep.

Ben düşünürken kadın cinayetleri arttı, politikleşti, tıpkı akademik mesleklerin itibarsızlaştırılması gibi kadın cinayetleri de önemsizleştirildi, olağanlaştırıldı ve giderek daha canileşti…

“Samuray kılıcıyla bir ruh hastası tarafından Başak Cengiz gibi otobüs beklerken öldürülmeden, hayatımda hiç görmediğim bir adam cezaevinden çıkıp av ararken beni gözüne kestirdiği için evimin önünde Ceren Özdemir gibi katledilmeden, şımarık bir erkek öğrenci tarafından mesleğimin gereğini yaparken Ceren Damar gibi silahla vurulup bıçaklanarak hayattan koparılmadan, boşandığım erkek tarafından evladımın gözü önünde Emine Bulut gibi boğazımdan bıçaklanarak öldürülmeden, ne idüğü belirsiz bir canavar tarafından parçalara ayrılan vücudum surlardan annemin önüne İkbal Uzuner gibi atılmadan, öldürülmeden yaşamak istiyorum…” diyerek sosyal medyadan seslerini duyurmaya çalışan pek çok kadının içindeki yangını yaşıyorum, yaşıyoruz yine…

Ülkede uyuşturucu kullanma yaşanın 9 gibi trajik bir rakamla açıklandığının altı giderek daha seyrek çizilirken, uyuşturucu ile mücadele komisyonları kurulmasına hem belediyeler nezdinde hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AK Parti ve MHP oyları ile gerek görülmezken, uyuşturucudan, hırsızlıktan, tacizden, gasptan, adam yaralamadan… Toplamda 10-15 kaydı olup elini kolunu sallayarak dolaşanlar yüzünden sokakların güvenliğinden artık söz edilemezken, benim çocukluğumdaki kilitlenmeyen kapılardan alarm taktırılan evlere geçilirken, bir de yaşanan o trajik hadisenin üzerine Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, suçlu olarak televizyon yapımlarını ve video oyunlarını işaret ediyor…

Öyle vatandaşın karşısına çıkıp mertçe konuşmak da yok artık. Zaten her şey ‘mış gibi’ yapıldığından sosyal medyadan uyduruk bir mesaj paylaşma gereği duyan Oktay Saral,

“-Gündemi büyük bir üzüntü ve öfke ile takip etmekteyiz. Öyle bir çağdayız ki; nereden, kimden, nasıl ya da ne şekilde bir zarar gelecek anlayabilmek mümkün değil.

-Gençler başta olmak üzere tüm toplumumuzu bu ruh hastası yaratıklardan muhafaza etmeli, sapkın düşünceleri özendirici her türlü yayın ve yapımdan uzak tutmalıyız.

– Televizyon dizileri, sabah programları, video oyunlarının hepsi bir filtreden geçirilmeli gerekirse yasaklanmalı ve yayından kaldırılmalıdır.

-Art arda yaşanan bu vehim olaylarda suçu gerçekleştiren, gerçekleştirilmesine vesile olan, yardımda bulunan herkes büyük bir titizlikle incelenmeli, gereği ivedilikle yerine getirilmeli, ceza sistemi ağırlaştırılmalı ve bu halkın takdirine sunulmalıdır.

-Aksi halde olanlar karşısında aklımıza mukayyet olmak ve sakin kalabilmek mümkün değildir. Cezalar yerini bulunca, toplumun içi bir nebze olsun soğuyacaktır” demiş.

Yine bir algı yaratma peşinde herkes. Sanki 23 yıldır bu açıklamaları yapanlar yönetmiyormuş gibi ülkeyi bir şikayet, bir ajitasyon evlere şenlik…

Tüm bunlar yaşanırken, ülkenin huzurundan sorumlu İçişleri Bakanı ne yapıyor denseniz hemen söyleyelim; İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da yine sosyal medya hesabından bir paylaşımla TEKNOFEST güzellemesi yapıyor. Üstüne de yazıyor kocaman; ‘Türkiye’nin Huzuru’ diye…

Sizin göreviniz TEKNOFEST güzellemesi yapmak mı Sayın Bakan? Bırakın işin o kısmından sorumlu bakan ilgilensin TEKNOFEST’le. Siz bir zahmet sokakları suçlulardan arındırın, uyuşturucudan arındırın, Türk Polisinin bin bir fedakarlıkla yakaladığı suçluları adliyenin arka kapısından uğurlamak yerine cezalarını en üst düzeyden çekmek üzere hapishanelere gönderin.

Ya sizin bu ülkede olanlardan haberiniz yok ya da haberiniz yokmuş gibi yapıyorsunuz. Deve kuşu da başını kuma gömdüğünde saklandığını sanıyor, ama küçücük kafası saklanırken kocaman vücudunun dışarıda olduğu gerçeği değişmiyor!

Kadınlar, geçmişinde bin bir suçtan hüküm giymiş, sokaklarda elini kolunu sallaya sallaya gezen psikopatların arasında yaşam mücadelesi verirken, 8 yaşında bir kız çocuğunun cinayetinin soruşturulması önerisi meclis açılır açılmaz ilk oylamada reddedilirken, kadın cinayetlerinin üstü basın yasaklarıyla kapatılmaya çalışılırken, kadınları korumaya yönelik en ufak bir yasa, öneri üzerine bile çalışılmazken, bakanlarla vatandaşların dünyasının çoktan ayrıldığını da hissediyor insan…

Durdurmak üzere adım atılmadığı sürece söylemekten çekinmeyeceğim; ‘kadın cinayetleri politiktir!’

 

AK Parti’de görev verilmeyen başkanların durumu ne olur?

AK Parti’de görev verilmeyen başkanların durumu ne olur?

Kongre sürecine giren AK Parti’de bu sene bir ilk olacak genelde kongreler nüfus olarak sayıca az ilçelerden başlar büyüklüğe göre devam ederdi.

Bu sene ilk olacak.

Kongreler büyük ilçelerden başlayacak.

Bu durum bir çok teşkilat mensubunu da şaşırtmış durumda.

Asıl merak edilen ise aday gösterilmeyen üç ilçe başkanı ile son yerel seçimlerde aday gösterilmeyen önceki dönem ilçe başkanlarının durumu.

Bu duruma giren Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar, Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt ve Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin bulunuyor.

Yine seçime başkan olarak giren seçimi kaybeden Harmancık Belediye Başkanı Yılmaz Ataş, Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş ve Karacabey Belediye Başkanı Ali Özkan bulunuyor.

Yine seçimlerde aday olan Mudanya Belediye Başkanı Adayı Gökhan Dinçer...

Bu isimlerin durumu da bu süreçte fazlasıyla merak ediliyor.

Saydığımız isimlere kongre sürecinde görev verilecek mi?

Yoksa ‘Size teşekkür ederiz‘ mi denilecek?

Bizler de bunu kongre süreci ile bu soruların yanıtlarını hep beraber öğrenmiş olacağız…

 

***

Orhangazi 5.Kitap Günleri’ne hazırlanıyor…

Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın‘ın ilçede kültürel anlamda yapmış olduğu çalışmalardan dikkat çeken icraatlarından biri de göreve geldiği ilk döneminden itibaren gerçekleştirdiği Orhangazi Kitap Günleri’dir.

İlçeler açısından değerlendirdiğimizde bu etkinlikler oldukça önemli. Gerçekleşen etkinlikler ilçe halkının moral ve motivasyonunu yükseltir.

Geleneksel hale gelen bu yıl beşincisi gerçekleşecek etkinlik  önümüzdeki hafta 14-20 Ekim 2024 tarihinde ilçede bulunan kültür ve gençlik merkezinde gerçekleşecek.

Bir çok kitabevinin binlerce eseri ve onlarca yazarı ile ilçe halkı ile buluşacak. Böyle bir etkinlik hem ilçenin vizyonuna hem de başta öğrenciler olmak üzere gelişimlerine katkı koyacağından eminiz.

Buradan etkinliğe katılacak yayınevleri ve yazarlara bir önerim olsun. Her yıl etkinlik sonunda bir okula kütüphane yapın.

Hem sosyal sorumluluk projesi olur. Bu sayede Orhangazi’de öğrencilerin faydalanabileceği bir kütüphane olur.

Öneri bizden değerlendirmek kitabevleri ve yazarlardan…

AK Parti’de devam kararı tabanı mutlu etti mi?

AK Parti’de devam kararı tabanı mutlu etti mi?

Geçen hafta içinde 14 ilçe başkanı ile yola devam kararı alan AK Parti‘de bu kararın yansımalarını yorumlamaya çalışan, partiye gönül veren isimlere rastladık.

Hepsinde ortak düşünce; devam kararı verilen bazı ilçe başkanlarının değişmesi gerektiği.

Hatta Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın seçimlerden sonra sandık sonuçlarının ardından değişim mesajı verdiğine dikkat çektiler.

Ne oldu da bu değişimden vazgeçildi.

Ya da çok kısıtlı kaldı?

İşte asıl sorgulanması gereken bu.

Özellikle son yerel seçimlerde istediği sonucu alamayan, bazı yerleri de kıl payı kazanan AK Parti’nin, aday göstermediği; Orhaneli’de Ali Aykurt, Keles‘te Ali Mersin kendilerine gelen başka siyasi partilerden teklifleri kabul etselerdi ne mi olurdu?

Bu iki ilçenin AK Parti tarafından kazanılması tek kelime ile mümkün değildi.

Bunu ben demiyorum, rakamlar, anketler ifade ediyor.

Öte yandan, AK Parti’de uzun ıllardır siyaset yapan dostum, önce il kongresi olmalıydı, ardından ilçe kongreleri diyor.

Hatta yapılabilse ilk önce büyük kongre yapılsaydı da dedi.

Anlaşılan o ki bu devam kararları kimseyi mutlu etmedi.

Öte yandan, Osmangazi ve Yıldırım başta olmak üzere devam kararı verilen ilçelerin yönetimlerinde yer alan bazı isimlerin yeni dönemde görev almayacaklarını şimdiden ilçe başkanı ile paylaştıkları bilgisi de kulağımıza geldi.

Bakalım AK Parti’de nasıl bir kongre süreci gerçekleşecek, daha önemlisi eski heyacanlar geri gelebilecek mi?

Bekleyip, takip edelim…

İnegöl Kent Konseyi’nde Bülent Temelli dönemi

Bülent Temelli İnegöl siyasetinin önemli isimlerinden biridir.

Kendisi AK Parti’nin kurulduğu ilk günden itibaren ilçe yönetimi, ilçe başkanlığı ve il yönetiminde görev aldı.

Öte yandan adaylık dönemlerinde zaman zaman belediye başkanlığı ve milletvekili aday adayı olmasına rağmen üst yönetim tarafından aday gösterilmedi.

Temelli’nin en önemli özelliği proje insanı olmasıdır.

İşte bu açıdan bakınca heybesinde her zaman projeleri vardır.

O projeleri hayata geçirmek en büyük arzusudur…

Şimdi o projeleri hayata geçirme zamanı…

İşte bu noktada bilgi ve birikiminden faydalanmak isteyen, aynı zamanda Bursa’nın en üretken ve proje üreten başkanlarından biri olan İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban, kent konseyinde yeni dönemde Bülent Temelli ile çalışmak istedi.

Temelli, Taban’ın daveti ile  geçen ayın son haftasında gerçekleşen genel kurul sonrası İnegöl Kent Konseyi Başkanı seçildi.

Yönetiminde de İnegöl’ün konusunda uzman ve tanınmış isimleri bulunuyor.

Bizler de proje insanı olan Temelli için biçilmiş bir kaftan olan İnegöl Kent Konseyi Başkanlığı görevine seçilmesinden dolayı tebrik ediyor, başarılar diliyoruz…

Yolu açık olsun…

 

‘Yuvamız yuvası olsun’

‘Yuvamız yuvası olsun’

Bursa Büyükşehir Belediyesi Sokak Hayvanları Rehabilitasyon Merkezi Bursa’nın isteye isteye sonunda elde ettiği az sayıda yatırımdan biridir bana göre. Bu konuda 5 yıl boyunca adım atmayan Alinur Aktaş, seçim süreci kapıya dayandığında apar topar bir merkez kazandırdı Bursa’ya. İşler öylesine apar topar yapılmış ki, önce asfaltı dökülmüş tesisin, sonra asfalt kırılıp kanalizasyon boruları döşenmiş.

Artık üçüne beşine bakmayarak sevineceğiz hep birlikte, sonunda bizim Büyükşehir Belediyemizin de bir Sokak Hayvanları Rehabilitasyon Merkezi var diye.

Bir sebepten dolayı açılışında göremediğim merkezi görmek ve 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü vesilesiyle üç beş satır yazmak adına katıldığım program aslında bir seferberliğin başlangıcı da olacak nitelikte.

Bursa Büyükşehir Belediyesi Sağlık İşleri Daire Başkanlığı Veteriner Hizmetleri Şube Müdürlüğü ile Bursa Kültür AŞ işbirliğinde can dostlarımızı korumak ve onlara yuva kazandırmak amacıyla hazırlanan ‘Yuvanız yuvası olsun’ projesi güya hayvanları korumak adına çıkartılan kanunun hemen arkasından başlayan kıyımlarla birlikte evcil hayvanının sorumluluğundan kurtulmak adına sokağa terklerin de artması ile yaşanan keşmekeşin önüne geçmeyi amaçlıyor.

Cümle biraz karışık oldu.

Hemen açalım…

Hatırlarsınız günlerce sabahlara kadar süren hararetli tartışmalar eşliğinde ‘sokak hayvanları’ diye başlayan sonrasında aradan kedilerin çıkarılması ile ‘sokak köpekleri’ diye devam eden bir kıyım yasası çıkartıldı. Adına ‘Hayvanları koruma kanunu’ dendi.

İçinde hayvanları öldürmeyi de barındıran bir yasanın nasıl bir koruma sağlayacağı tartışılırken, çipli hayvanını sokağa bırakmanın 50 bin lira para cezası içereceği duyulur duyulmaz bir anda sokaklar cins kedi ve köpeklerle dolup taşmaya başladı.

Ev ortamında yaşamaya daha uyumlu yapıları ve alışkanlıkları ile sokaklarda ne yapacağını bilemeyen bu garibanların acılı hikayeleri de yük oldu omuzlarımıza.

Şimdi tüm bunlara ilaveten bambaşka bir kısırdöngünün içine düştü Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri…

Bir tür döngü mantığı ile işleyen bu kurumlar, sokaklardan aldıkları hayvanları kısırlaştırma, aşılama ve tedavilerinin ardından yaşadıkları bölgeye bırakıyordu ve yerine yeni hayvanlar alarak döngüye devam ediyordu. Bursa Büyükşehir Belediyesi Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi de kısa süre içinde ayda 750 hayvan kısırlaştırma kapasitesine ulaşmıştı, hatta iş o noktaya gelmişti ki, kısırlaştıracak hayvan arama safhasına geçilmişti.

Sonra bu meşhur yasa çıktı. Kısırlaştırma için alınan hayvanlar yasa gereği bırakılamadığı için merkezin kapasitesi kısa süre içinde tam doluluğa ulaştı. Daha birkaç ay öncesine kadar aylık 750 civarında hayvan kısırlaştıran merkezin şimdiki kısırlaştırma kapasitesi 50!

Güya çıkan yasanın amacı popülasyonun artışını önlemekti. Güya çıkan yasa sayesinde sokaklarda köpek kalmayacaktı. Gelinen noktada sokaklarda köpekler çoğalmaya devam ediyor, zira kısır olmayan köpekler için yapılacak bir şey yok gibi görünüyor. Hal böyle olunca popülasyonun artışı hız kazanırken kısırlaştırma rakamlarında ciddi düşüşler yaşanıyor. Veteriner hekimler bu biçimde iki ay durmanın iki yıl geriye gitmek anlamına geldiğini söylüyor.

İşte burada ‘Yuvanız, yuvası olsun’ kampanyası ile sahiplendirmeye hız kazandırmak adına geliştirilen proje devreye giriyor. Bursa Büyükşehir Belediyesinin Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinden hayvan sahiplenenlere ücretsiz mama, aşı, tasma, köpek kulübesi, sağlık taraması ve diğer gerekli malzemeler temin edilecek bu seferberlik çerçevesinde.

Projenin tanıtımında konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey; “Mecliste kabul edilen ve sokakta yaşayan can dostların uyutulmasını içeren yasayı asla insani bulmuyoruz” dedi. “Belediyeler, kamu kurumları, fabrikalar, işletmeler ve okullarımızın bu kampanyaya dâhil olması için gerekli adımları attık. Can dostlarımızı sahiplenme konusunda sadece bireyleri değil, kurumlarımızı da teşvik etmeye çalışıyoruz. Buradan bütün kurumlarımızı bir can sahiplenmeye davet ediyorum” diyerek, konuyu ailelerle sınırlı tutmak gibi bir handikaptan da kurtardı.

Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini gezdiği sırada Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 7. katında bakmak üzere bir yavru kedi sahiplenen Bozbey, kedinin adını Bursalıların koymasını istedi.

Önümüzdeki süreçte merkezde ‘koruyucu ailelik’ gibi kavramların hayata geçirilmesi için çalışmalar yapılacağını da belirten Bozbey, yasanın sebep olduğu sirkülasyon eksikliği nedeniyle yaşanan alan darlığı sorununu Orman Bölge Müdürlüğü’nden kentin batısında ve doğusunda yer talep ederek oluşturulacak doğal yaşam alanları ile aşmaya çalışacak.

Doğal yaşam alanlarında gönüllü hayvan severlerin desteğinin istenmesi de mümkün görünüyor.

Yarın Merinos AKM’de düzenlenecek yuvalandırma şenliği ile umarım Bursa’da pek çok aile can dostuyla tanışma fırsatını bulur…

 

NOT: Buraya kadar anlattıklarımın hepsi iyi hoş gelişmeler, fakat tek işimiz güzel işleri aktarmak değil. Bahsettiğim program tamı tamına bir saat 5 dakika geç başladı. Gecikmenin özel bir nedeni var mıydı bilmiyorum, ancak herkesin vaktinin kıymetli olduğunu son derece iyi bilen, insanların arasında mevki ve maddiyat ayrımı olmadan tüm emeklerin ve tüm kişilerin değerli olduğunun düşünüldüğü bir dünya görüşünü temsil eden Cumhuriyet Halk Partisi’nden gelen Bozbey için bu ayrıntının önemli olduğu kanaatindeyim. Zaman planlaması gibi kolay bir işin yapılmak istenen güzel projelere gölge düşürmemesi için konu daha fazla dikkate alınmalı fikrindeyim.

 

Önce Meslek Grubu’nun adayı Hakkı Savunur Soğancı’dan mevcut Bursa Barosu yönetimine sert eleştiriler…

Önce Meslek Grubu’nun adayı Hakkı Savunur Soğancı’dan mevcut Bursa Barosu yönetimine sert eleştiriler…

Önümüzdeki günlerde olağan genel kurulunu gerçekleştirecek Bursa Barosu’nda aday olacak isimler teker teker adaylıklarını ve projelerini açıklıyor.

Bu minvalde haftanın son iş günü adaylığını açıklayan isim son genel kurulda da aday olan Önce Meslek Grubu’nun adayı Hakkı Savunur Soğancı idi…

Adaylık açıklamasında mevcut baro yönetimine oldukça sert eleştirilerde bulunan Soğancı göreve seçildiklerinde de neler yapacaklarını teker teker anlattı.

Soğancı, Bursa Barosu’nun siyasallaştığını şu sözlerle açıkladı: “Baromuz ve Barolar Birliği yıllardır hep siyasi neden ile verilen oylarla oluşmuş, mesleki bir örgüt olmaktan çok, siyaset üreten bir kurum haline gelmiş, bunun doğal sonucu olarak da meslektaşlar birbirine karşı, mesleğine karşı, Baro ve Barolar Birliğine karşı yabancılaşmışlar, ayrıştırılmışlardır.”

Bu konuda çözüm önerisi olarak da “Bursa Barosu ve Barolar Birliği en başta bir meslek örgütü ve hukuk örgütüdür. Hukukun siyasetini yapmalı, tüm meslektaşlarına eşit mesafede olmalı, Mesleğin onuru yüceltme ve meslektaşlarımızın ekonomik, sosyal açısından kazanımlar elde etmesine hizmet etmelidir. Mesleğimizin önündeki her türlü engeli ortadan kaldırmalı, meslektaşlarımızın sorunlarını doğru tespit edip zamanında ve doğru çözümler bulmalıdır”  şeklinde düşüncelerini aktardı.

Avukat sayısı ve hukuk fakültesi fazlalığına dikkat çeken Soğancı, “Son zamanlarda nerede ise her ilde açılmaya başlayan ve kontrolsüzce sayıları ve kontenjanları artan Hukuk fakültelerinden, ihtiyacın çok çok üstünde Hukuk fakültesi mezunları verilmeye başlanmıştır. Avukat sayısı 2013 yılından bu yana iki katına çıkmıştır. Bursa’da yaklaşık 5800 avukat mevcut olup ilimizde avukat başına ancak 586 kişi düşmektedir. Çevresinde oğlu, kızı, kardeşi, akrabası avukat olmayan kimse neredeyse kalmamıştır” dedi.

Meslektaşlarının iş yapamaz duruma geldiğini belirten Soğancı, baro yönetimini de “Yönetime yakın isimler seminer veriyor kurs veriyor” sözleri ile eleştirdi.

Mevcut yönetimin Özlüce’deki sosyal tesis projesi ve baro han konusunda adım atmadığına dikkat çekerek “Göreve biz gelirsek geldiğimiz ilk gün toplantıları şeffaf bir şekilde yapacağız. Gündem belli olacak, hatta özel durumlar hariç toplantıları herkes izleyebilecek. Bunun yanı sıra tüm hesapları bağımsız denetçilere kontrol ettireceğiz” dedi.

Mevcut yönetime Bursa Barosu sürekli her şeye itiraz etmekten meslektaş lehine talepte bulunmayı unutmuştur”  diyerek en sert eleştirisini yaptı.

Bursa Barosu başkan adayı olan Soğancı’nın yönetim kurulları listesinde Bursa kamuoyunun yakından tanıdığı Yavuz Arıcıoğlu, Öztürk Yazıcı, Okan Dursun, Ümit Ulusavaş gibi isimler var.

Toplantıya katılan avukatlar arasında dikkat çeken diğer bir ayrıntı ise farklı siyasi görüşlerden oluşması…

Bursa’da vatandaşa para sopası!

Bursa’da vatandaşa para sopası!

Marmara Belediye Birliği Meclis Toplantısı’nın 2024 yılı olağan ikinci toplantısı, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde yapıldı. Toplantı öncesinde AFAD Deprem ve Risk Azaltma Genel Müdürlüğü ile Marmara Afet Risklerini Azaltma Dairesi’nin katılımıyla, ‘Marmara Bölgesi’nin afet yönetimi’ konulu bir özel oturum gerçekleştirildi.

Konu bu kadar spesifikken acaba ilginç neler duymuş olabiliriz demeyin. Kulağımızı tersten tutarak başlayalım bugünkü yazımıza, sonunu daha da ilginç bağlayalım…

AFAD Deprem ve Risk Azaltma Genel Müdürü Prof. Dr. Orhan Tatar toplantının en önemli konuşmacılarından biriydi.

Marmara her yere yeter, ama ülkemizdeki diğer yerler Marmara’ya yetmeyebilir!” diyerek başladı konuşmasına Tatar. Ülke nüfusunun yüzde 31’lik kısmının yaşadığı Marmara bölgesinin ticaret ve sanayi açısından önemi de düşünüldüğünde, yıkıcı bir depremin sanayi bölgelerinde hasar yaratması durumu göz önünde bulundurulduğunda, ‘ülkenin anahtarını bırakıp gidelim’ minvalinde bir tablo duruyor karşımızda.

Her şeyden önce şunu ortaya koymak gerekiyor, topraklarında en fazla canlı fay hattı barındıran ülkeyiz Türkiye olarak. 485 tane tespit edilmiş canlı fayımız mevcut. Dolayısıyla her an ciddi sarsıntılara hazırlıklı olmamız gerekirken, biz yatay yerleşim yerine dikey yerleşimi tercih etmişiz, bu durum da dikey büyüyen şehirler ortaya çıkarmış. Şehirlerimizin büyük bölümünde tek bir merkez var, yerleşimler ve ticarethaneler bu tek merkezin etrafında tıkış tıkış doluşmuş durumda. Bahsettiğim durumun en çok Marmara Bölgesinde yaşandığını tahmin edersiniz sanırım.

Bunu bir yatırım sepeti gibi düşünün, yerleşimin yayılamaması demek, riskin yayılamaması demek elbette…

Yapılarımızın büyük bölümünün depreme dayanıksız olduğunu, belirtmeme gerek var mı bilemiyorum…

Marmara Bölgesinde 1509 ve 1766 yıllarında yaşanan, bölge için ‘küçük kıyamet’ olarak adlandırılan iki önemli deprem mevcut. 1500 yılda 38 yıkım yaratan deprem bölgeye damgasını vurmuş. Hali hazırda Marmara Bölgesinin aktif fay hatlarının bir bölümü enerji biriktirme sürecini tamamlamış olmalı yapılan hesaplamalara göre. ‘Depremin eli kulağında’ sözünün kaynağı da bu bilgi.

Beklenen biçimiyle büyük bir deprem gerçekleşirse yer kabuğunun 6 ila 7 metre civarında yer değiştirmesi bekleniyor.

Marmara için en korkulan fay hattının Gemlik fayı olduğunu da hatırlatalım…

Bir önemli bilgi daha, Osmangazi Köprüsünün Güney ayağının hemen dibinden canlı bir fay hattı geçiyor!

Buraya kadar yüreğimiz ağzımıza yeterince geldiyse, anlatılan bu doğru bilgileri aklımızın bir kenarına koyarak çözüm yollarına odaklanalım bence…

Deprem konusunda yapılan araştırmalarda ciddi bir koordinasyon eksikliği olduğuna dikkat çeken Orhan Tatar, “Pek çok kurum çalışmalar yürütüyor, hepsi birbirinden kopuk” diyor. Hem zaman hem para israfı…

Elbette yapılması gereken en önemli ve ilk iş, kurumlar arasındaki koordinasyonu sağlamak. Bu sayede aynı analizi üç beş kurumun yapmasını, buna zaman ve para harcamasını da önlemiş olacağız. Günümüz teknoloji çağı, kurumların birbiriyle bilgi paylaşması bir e posta göndermeye bakar. İşin bu kısmını bu teknoloji özürlüsü halimle ben bile yapabiliyorum…

Bunun dışında yapılması gereken en önemli ikinci iş elbette depreme dayanıklı şehirler inşa etmek. Bu durum güvenliği sağlayacak, depreme karşı korkuyu da azaltacak.

İşte burada biraz tıkanıyoruz. Aslında Bursa Büyükşehir Belediyesinin ve Osmangazi Belediyesi ile Yıldırım Belediyesinin kentsel dönüşüm konusunda attığı adımlar var, fakat mesele gelip paraya dayanıyor. Belediyelerin hali hazırda belini büken tasarruf tedbirlerinin yanı sıra, özellikle CHP’li belediyelerin çalışmasına ket vurma amacı güttüğünü düşündüğüm belediyelerin birikmiş SGK ve vergi borçlarının bir kalemde ödenmesi talebi bütçeyi sarsıyor.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in konuşmasına da tam bu noktada değinmek istiyorum.

Belediyelerimizin SGK ve vergi borçları mutlaka uzun vadeli, faizsiz olarak yapılandırılmalıdır. Depremlerin her an yaşanabileceğinin konuşulduğu, belediyelerin afete hazırlık için bütçe oluşturmaya çalıştığı ortamda, SGK ve vergi borçlarının ödeneklerden kesilmesi belediyeleri zor durumda bırakmaktadır. Bununla birlikte birçok belediyemiz bırakın zorunlu hizmetleri yapmayı, personel maaşlarını dahi ödeyemez duruma gelecektir. Bu durum sadece CHP’li belediyeleri değil, AK Parti’li ve diğer belediyeleri de etkileyecektir. Onun için TBMM’nin açılışının yapıldığı bugünlerde yeni dönem için bir an önce SGK ve vergi borçları yapılandırılması çıkarılmalıdır!” diyen Bozbey iyi niyetli taleplerine rağmen olumsuz bir tablo ile karşı karşıya olduklarını vurguladı.

Başkan Bozbey’in ‘el insaf’ şeklindeki yaklaşımı merkezi hükümeti sinirlendirmiş olsa gerek, kesintilere ilk olarak Bursa Büyükşehir Belediyesinden başlandı.

“Maliye Bakanlığı’ndan Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne Eylül ayı için gelmesi gereken genel bütçe vergi gelirleri payı, toplam 1 milyar 18 milyon lira iken, Bakanlık Belediyemizden 517 milyon lira kesti. Yani oransal olarak bakarsak, genel bütçe vergi gelirleri payımızdan yüzde 51 kesinti yapılmıştır. Teamüllere uygun olmayan bu kesinti, hizmet noktasında bizleri ve Bursa halkını zor duruma düşürmektedir. Çünkü bizim dönemimize ait bir borç olmadığının altını çizmek istiyorum. Geldiğimiz günden beri SGK ve vergi borçlarını rakamı rakamına ödüyoruz. Geçmiş döneme ait bu borcun neden o zaman tahsil edilmediğini yetkililere soruyorum. Şimdi kesilmesi de düşündürücüdür. İlk defa Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne uygulanan bu sıra dışı yüksek kesintiyi, diğer belediyelerimizin de yaşamasını istemiyoruz. Geçmişte SGK ve vergi borcuna ilişkin yapılmamış girişimin şu an yapılması, elbette bir takım soru işaretlerini de akıllara getiriyor. Olumsuz düşünmek istemiyoruz, ancak kamu alacaklarının şimdi gündeme getirilmesinin amacı nedir?” diye konuştu.

Amacın AK Parti tarafından her daim çantada keklik olarak görülen Bursa’nın bu kez CHP’li bir başkanı seçmiş olması nedeniyle vatandaşı para sopasıyla dövmek olduğunu herkes görüyordur sanırım.

Ancak bir nokta unutuluyor tüm bunlar yapılırken; 6 Şubat depremlerinde vatandaşı soğuktan donarak ölmeye terk etmenizin, enkaz altında can çekişen insanlara kendi selalarını dinletmenizin bedelini ödemediğiniz için böylesine acımasız bir yaklaşım sergiliyorsanız Marmara Bölgesinin insanının düşünce yapısının daha farklı olduğunu size hatırlatmak isterim.

Burada yıkıcı bir deprem meydana geldiğinde, merkezi hükümetin intikamcı yaklaşımı nedeniyle belediyelerin yatırım yapamaması halinde vatandaş zarar görürse, bedeli sadece belediye başkanları değil, merkezi hükümet de öder!

Şöyle biraz geriye gidip 17 Ağustos depremi sonrasında hükümete neler olduğuna bakarsanız demek istediğimi daha kolay anlarsınız diye düşünüyorum.

 

 

 

‘Marmara Depremi’ için kum saatinde süre bitti

‘Marmara Depremi’ için kum saatinde süre bitti

Bursa perşembe sabahı önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı.

Toplantının ev sahibi Marmara Belediyeler Birliği Başkanı ve aynı zamanda Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mustafa Bozbey idi.

Konuklar ve katılımcılar birliğe üye olan belediyeler ve meclis üyeleri.

Konu ise Marmara’da afet ya da eskilerin ifadesi ile afat yönetimi…

Öncelikle şunu net olarak ifade etmek gerekiyor.

Afet deyince selden tutun, depreme, heyelana, oradan da hayatın doğal akışına uygun olmayan bir çok olayı içine alıyor dersek daha doğru olur.

Misal son yaşanan büyük depremin acılarını hala yüreğimizde yaşıyoruz.

İşte orada olan deprem başka yerde olsaydı ya da Marmara Bölgesi’nde özellikle İstanbul, Bursa, Kocaeli gibi kentlerde olsaydı ne olurdu?

Bunun yanıtı basit…

Hem madden hem de manen batardık…

Bunu ben söylemiyorum rakamlar ifade ediyor.

Türkiye nüfusunun yüzde 30’undan daha fazlası Marmara’da yaşıyor.

İhracatın yaklaşık üçte ikisi Marmara’dan yapılıyor.

Yine verginin üçte ikisi Marmara Bölgesi’nden toplanıyor.

Ekonominin yarısı yine İstanbul’dan ya da Marmara’dan dönüyor.

Toplamda ise Marmara Bölgesi Türkiye’nin sadece yüzde 3’lük yüzölçümüne sahip.

Alanı küçük Marmara’nın, etkisi büyük…

İşte rakamlar ortada…

Bu rakamların büyüklüğü ortada iken Marmara’da oluşacak her türlü doğal afet konusunda hazırlıklı olmalıyız.

Bu hazırlığın ilk ayağında da olası afetten önce alınacak tedbirler ve koruyucu önlemlerin hayata geçirilmesi şart.

Toplantının açılış konuşmasını gerçekleşitren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in şu sözü işi özetliyor:

“Acısı halen daha taze olan Kahramanmaraş merkezli depremler ve yaşadığımız afetlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımızı rahmetle anıyorum. Ülkemizin coğrafi konumu ve iklimsel özellikleri nedeniyle sıklıkla karşı karşıya kaldığımız doğal afetler derin izler bırakmaktadır. Aktif fay hatları üzerinde yer almamız da ciddi riskleri beraberinde getirmektedir. Yerel yönetimler olarak bizlere düşen görev kentlerimizi afetlere karşı daha dirençli hale getirmek ve stratejik planları daha iyi hale getirmektir. Bizler kentlerimizi sadece bugünkü ihtiyaçlar doğrultusunda değil yarına da hazırlıklı şekilde planlamak zorundayız.”

Eğer o plan olmaz ise ne mi olur?

Allah korusun aklıma bile getirmek istemiyorum.

Programda sunum yapan AFAD Deprem ve Risk Azaltma Genel Müdürü Prof. Dr. Orhan Tatar, “depremlerin afete dönüştürülmesine insanların sebep olduğunu” belirtti.

Ardından depremler olmaz ise dünyanın yok olacağını ifade etti.

Tatar’ın konuşmasında dikkat çeken en önemli detay ise özellikle Türkiye’de bulunan aktif fayların her 250 senede bir büyük deprem ürettiği gerçeği.

Bu bazen 15-20 sene önce bazen sonra olabilir.

Ama gerçek olan şu: Gemlik’te büyük deprem kaçınılmaz bir son…

O zaman ne zaman deprem olacak sorusunu sormaktan ziyade bUgün deprem için ne kadar hazırlandım sorusunu hep beraber sormamız gerekir.

Gerisi teferruat…

O zaman bize düşen afetlerden aldığımız dersleri bir an önce hayata sokmamız gerekiyor.

Vatandaşla dalga geçme kitabı çıkıyor!

Vatandaşla dalga geçme kitabı çıkıyor!

Bundan birkaç gün önce okulların pisliği üzerine ülke çapında düzenlenen eylemleri ve okulların temizliğini üstlenen CHP’li belediyelere izin verilmeyerek işin nasıl siyasi bir boyuta taşınmak istendiğini yazmıştım.

Belki de uzun zamandır unuttuğumuz bir gerçekliği tam bu noktada hatırlamamız gerekiyor; sağlık, adalet, güvenlik, ulaşım, şehircilik, eğitim… Adı ne olursa olsun bakanlık denilen kurumun varlık nedeni, vatandaşa kapsamındaki alanlarda hizmet etmektir. Bakanlığın var oluş amacı, kurulu bulunduğu kapsamı göz önünde bulundurarak, kamu hizmeti sunmaktır. Devlet bu amaçla bakanlıklara memur alımı yapar, binlerce kamu personeli her gün mesaiye tam da bu nedenle başlar…

Bir bakanlığın kuruluş amacının içinden vatandaşa hizmeti çıkardığınızda geriye sadece arpalıklar, bilgisayarda oynanan oyunlar, savsaklanırken izlenen diziler, ‘öğlen yemeği nerde yesek canım…’ biçimli tatsız sohbetler ve bardak bardak içilen çaylar kalır…

Elbette bakanlığın sorumluluklarını yerine getirmek için mali kaynaklara ihtiyacı vardır. Bütçeleme tam olarak bu nedenle yapılır. Kazandığı parayı cebine koymadan, aldığı ekmeği sofrasına taşımadan vergisini ödeyen vatandaşın devlete olan bitmek tükenmek bilmeyen borcunu ödemesi suretiyle oluşturulan bütçeden her yıl bakanlıklara belirli ödenekler teklif edilir. TBMM’de durum görüşülür, karar kanunlaşır, bütçeler bakanlıklara aktarılır.

Şimdi yavaş yavaş işin bizim için önemli kısmına geliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütçesinden ödenek kullanan 41 kamu idaresi arasındaki en yüksek ödeneği Hazine ve Maliye Bakanlığı alır. İç ve dış borçlar da dahil olmak üzere ödemeleri bu kurumun yaptığı düşünüldüğünde şaşıracak bir tablo yok ortada. Bizim şaşırmamız gereken nokta en yüksek ikinci ödeneği alan kurumun Milli Eğitim Bakanlığı olması!

Milli Eğitim Bakanlığı uzun süredir ülke bütçesinden ikinci en yüksek ödeneği alan kurum. Elbette bu ödeneğin içine eğitim ve öğretim hizmetlerinin yaygınlaştırılması, temel eğitim için harekete geçirilmesi zorunlu personel ve alt yapı giderleri de dahil.

Eğitim hizmetlerinin böylesine yaygın olduğu bir ülkede bu duruma da şaşırmamak lazım aslında. Bizim şaşırdığımız esas nokta, bu kadar yüksek bütçe kullanan bir bakanlığın, temel haklardan biri olan eğitim hakkını, sağlıklı bir çevrede kullandırma konusundaki akıl almaz kayıtsızlığıdır.

Milyonlarca öğrenciyi, ‘tasarruf gerekçesi’ ile pislik içindeki sınıflara mahkum etmek, öğrenci velilerinin, temizlik malzemesi alıp bilfiil okul temizliğine katılmak zorunda kalması gibi akıl almaz durumlar yaratılmaması için önlem almamak, anormal ötesi bir durumdur.

İşin giderek ilginçleşen boyutunu ele aldığımızda şöyle bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz. 1.5 trilyon liralık (TL’nin yeni haliyle trilyon!) Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin yüzde 80’lik kısmı zaten personel harcamalarına gidiyor.

1.5 trilyon liralık bütçeden sadece yabancı öğrencilerin eğitim gördüğü okullara temizlik personeli ve temizlik malzemesi almak için doğru dürüst ödenek ayrılıyor. Çünkü bu okullar ‘sığınmacı öğrenciler okuyacak’ gerekçesi ile Avrupa Birliği Fonları kullanılarak yapıldı, içine sığınmacı öğrenciler de yerleştirilerek, bizim çocuklara üç beş fazladan derslik oluşturularak, muhteşem bir cin fikirlilikle inşa edildi. Haliyle şimdi Avrupa Birliği diyor ki, ‘Bizim fonlarımızla yaptığınız okullarda okuyan yabancı öğrencileri pislik içinde okutamazsınız!’

‘Bizim çocuklar ne olursa olsun’, diyen Milli Eğitim Bakanlığı da derya deniz bütçesinden ‘temizlik işi bizim velilerin işi’ deyip sıyrılıp çıkıyor konunun genelinden…

Okulların pisliğini eline temizlik bezi alıp çocuğunun sınıfına koşan veliler sineye çekiyor, hoooppp hemen arkasından daha güzel bir girişimle gündeme düşüyor Sayın Bakan Yusuf Tekin.

İlkokullar için örnek beslenme çantası listesi…

Çiğ sebze, buğday ekmeği, süt, kek, meyve, tost, poğaça…

Liste şahane de millette para yok!

Para olsa zaten herkes biliyor çocuğunun beslenme çantasına ne koyacağını…

Sanki devlet eliyle vatandaşla dalga geçmenin ayrı bir kitabı çıkacak da taslak olarak üzerimizde çalışıyorlar…

Çünkü vatandaşa çocuğun beslenme çantasına meyve sebze koyun, süt kuru yemiş koyun diyen Milli Eğitim Bakanlığı bir diğer taraftan garibanın çocuğunu MESEM denilen zincir üzerinden çoktan işçi etti bile…

Pek çok sendikanın devlet eliyle çocuk işçiliğin pekiştirilmesi olarak nitelendirdiği uygulama öylesine sağlıksız işliyor ki, daha dün açılan TBMM’de CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, MESEM’de yaşanan sorunları Meclis gündemine taşıyor.

Verilen soru önergesinin ana başlıkları şöyle;

“Milyonlarca öğrenci eğitim çağındayken mesleki eğitim adı altında, eğitimden, akranlarından ve arkadaşlarından koparılıp sermayeye ucuz işgücü haline getirildi. Çocukların haftada bir gün okula gelmesi ise büyük ölçüde kağıt üzerinde bir uygulamaya dönüştü. Kamuoyuna yansıdığı biçimde MESEM’lerin ortaokul kademesine düşürülmek istendiği biliniyor. Dört ilde kurulmak istenen meslek ortaokullarıyla çocuk işçi yaşı 10-11 yaşa kadar gerileyecektir!”

Şimdi tüm bu verileri toparlarsak elimizde ne var bir bakalım; bütçeden en büyük ikinci ödeneği alan Milli Eğitim Bakanlığı okulları temizlemek için trilyonla ifade edilen kasasındaki paradan pay ayırmayı reddederken, yoksullukla boğaz boğaza mücadele eden vatandaşına fındık fıstık almayı salık veriyor. Tüm bunlar olurken yoksulluğun yıprattığı çocukların daha ortaokul çağında işçi yapılması için gerekli düzeneğin kurulmaya çalışıldığını da unutmayalım…

Hani neresinden tutsan elinde kalıyor, tutmasan gönül razı değil…

AK Parti’de değişim beklentileri boşa çıktı

AK Parti’de değişim beklentileri boşa çıktı

Kurulduğu günden beri girdiği ilk seçimlerden itibaren yerelde ve genelde iktidar olan AK Parti bu liderliği son yerel seçimlerin ardından bıraktı.

Bu minvalde yerel seçimlerin ardından halktan beklemediği tepki alan AK Parti’nin yerel seçim sonrası nasıl bir karar alacağı merak konusu idi.

Beklenti şuydu:

Başta Ankara, İstanbul, Bursa gibi büyükşehirlerde kaybedilen belediyelerin faturasının il ve ilçe başkanlarına kesileceği düşünülüyordu.

Şu ana kadar bu beklentiler karşılandı mı?

Hayır…

Bundan sonra karşılanır mı?

O da muhtemelen hayır.

Konuyla ilgili olarak AK Partili bir dostum şunları söylüyor:

Bursa özelinde Büyükşehir Belediyesini kaybetmişsin, ardından Osmangazi gibi büyük ilçen gitmiş, Karacabey’i kaptırmışsın, Harmancık elinden gitmiş, Keles ve Orhaneli’yi iptal edilen oylar sayesinde kazanmışsın.

Mudanya ve Nilüfer’de yine beklentilerin aşağısında kalmışsın.

Gemlik’te sandığın dibine çakılmışın.”

Biz de bunların üstüne ilave olarak;

Keza kaybedilen Yenişehir ve Mustafakemalpaşa‘da tanıdığım MHP’lilerin iddiası “AK Parti bize yeteri kadar destek vermedi” diyorlar.

Keza Yenişehir’de İYİ Parti ile AK Parti’nin mecliste ittifakını görünce haksız da değiller diye düşünmeden edemiyoruz.

AK Parti son yerel seçimlerde ne yaptı, ne yapamadı?

Demeden edemiyoruz.

Bu bağlamda;

Yine zor denilen Gürsu‘yu kazanmışsın.

Ama gel gör ki Bursa’da şimdilik yola devam edilmeyeceği söylenilen Mudanya, Harmancık ve Gürsu ilçe başkanları bulunuyor.

Hadi Mudanya ve Harmancık’ta seçim kaybetmişsin.

Ya Gürsu’da Erkan Şekeroğlu her türlü zorluğa rağmen seçimi kazanmış.

Ama “senle devam etmeyeceğiz” diyor, AK Parti’nin karar vericileri.

Bundan sonra Gürsu’ya ilaveler olur mu olmaz mı onu kısa zamanda göreceğiz.

Amma velakin bugünden gördüğümüz AK Parti kurmaylarının Bursa’da son seçimlerden memnun olduğu.

Memnun olmasalar değişim olurdu.

Olmadığına göre kesinlikle memnunlar.

İster istemez şu soruyu sorma ihtiyacını hissediyoruz.

Vatandaş ya kökten genelde değişim isterse ne olacak?

Ardından da “siz bizim değişim isteğimizi duymadınız, biz de sizi duymayız” derse o zaman işte geriye dönüşü olmayan bir yola girilmiş olur.

Biz de süreçle beraber;

AK Parti kurmayları neden üylerine, delegelerine güvenmezler?

Neden tek adaylı kongre isterler?

Bırakın delegeniz tabanınız kararını versin.

Onların verdiği kararlar ile yöneticileriniz belirlensin…

Denemekten bir şey kaybetmezsiniz…

Yok demez iseniz ilçelerde birden fazla adaylı kongreler gerçekleşirse şaşırmayın!

Bizden hatırlatması…

 

Memenin altından neler çıktı?

Memenin altından neler çıktı?

Bir kadın gazeteci olarak özellikle izlediğimiz dönemlerden biri de ‘Meme kanseri farkındalık ayı’dır. Yine bu özel ayın ilk gününde bir etkinlik düzenleyerek konuya dikkatimizi çekmesine alıştığımız kurumlardan biri Hayat Hastanesidir.

Bu yıl da benim için gelenek bozulmadı. Sabahın erken saatinde, doktorların çalışma sürelerini de aksatmamaya özen göstererek programlanan etkinliğe katılım sağlamak için Hayat Hastanesindeydik kadın gazeteciler olarak. Bu kez kadın gazetecilerle birlikte kadın muhtarlar da davetliydiler.

Maksat, insanlar üzerinde etkisi olduğu düşünülen kişilere ulaşarak konunun önemini anlatmak ve bu kişiler aracılığı ile toplumun en azından hatırı sayılır bir bölümüne ulaşmaktı.

Toplantının açılış konuşmalarını son derece nezaketli, kısa ve öz biçimde gerçekleştiren Özel Bursa Hayat Hastanesi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Başhekim Fatih Özkul ve Özel Bursa Hayat Hastanesi Yönetim Kurulu üyesi ve Genel Koordinatör Betül Kabalar kanser türleri arasında erken teşhiste en rahat sonuç alınabilen meme kanserinden halen insanların ölmesinin trajedi olduğuna dikkat çektiler ve ‘erken tanı hayat kurtarır’ sloganını bir kez daha tekrar ettiler.

Elbette asıl konuşmacı olarak Op. Dr. Servet Yetgin’in söyleyeceklerini bekliyorduk. Her sekiz kadından birinin meme kanseri olma riski taşıdığına dikkat çekti ünlü doktor ve meme kanserinin son 5 yılda kadınları en çok öldüren kanser türü olarak ilk sıraya yerleştiğini hatırlattı.

Sonrasında sıra ilginç bilgilere geldi…

Mesela halen ‘meme’ denilen organa ismiyle hitap etmeye utan bir toplum olduğumuz gerçeği nedeniyle hastaların önce bir ‘göğüs hastalıkları’ uzmanına görünüp sonra ‘genel cerrahi’ doktoruna yöneldikleri bilgisine ulaştık…

Mesela dünyada yapılan araştırmalarda hastaların kanserlerini yüzde 70 gibi çarpıcı bir oranda kendi yaptıkları el muayeneleri sonucu yakaladıklarını, ancak bizim ülkemizde kadınlarımızın sadece yüzde 8’inin elle meme muayenesi yaptığını öğrendik…

Mesela kadınlar arasında bir şehir efsanesi gibi dolaşan ‘mamografi kanser yapıyor’ sözünün asla ve kata gerçeği yansıtmadığını, aksine mamografinin henüz kanserleşmemiş, ancak kanser olmaya aday bölgeleri dahi tespit etmekte büyük faydaları olduğunu öğrendik…

Mesela ülkemizde her yıl mevcut meme kanseri hastalarına 20 bin ila 28 bin aralığında değişen sayıda yeni meme kanseri hastası eklendiğini öğrendik…

Mesela, yurtdışında ‘kanserin kökünü kurutacak ilaç’ diye satıldığını düşündüğünüz ilaçların büyük bölümünün her yıl piyasaya sürülen yeni ilaçlardan sadece biri olduğunu, meselenin ilaç piyasasının pazar büyütme çabasından ibaret olduğunu öğrendik…

Operatör Doktor Servet Yetgin’in elle meme muayenesi konusunda hazırladığı son derece kolay anlaşılabilen ve doğru yönlendiren bir bilgilendirme videosu mevcut. Mutlaka izlemenizi öneririm. Yine doktorumuzun toplantıda bize söylediklerini tekrar ederek size şunu söyleyebilirim, ilk muayenede hiçbir şey anlamayacaksınız muhtemelen, ya dokunduğunuz her yerde kitleler olduğunu düşüneceksiniz ya da elinize hiçbir şey gelmeyecek. Ancak her ay düzenli olarak muayene yapmaya devam ederseniz beyninizde meme iç yapınızın bir haritası çıkacak. Dolayısıyla en ufak bir değişikliği ilk önce algılayan siz olacaksınız…

İşin buraya kadar olan kısmı ağırlıklı olarak sıklıkla tekrar edilen bölümdü. Bundan sonrasında memenin altından öyle bir iş çıktı ki, evlere şenlik…

Ülkemizde pek çok tedaviye eşlikçi vitaminlerin ve tedaviye yardımcı ilaçların nedense Sağlık Bakanlığı tarafından değil de Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından onay aldığını, bu onay alınırken de öyle ahım şahım bir inceleme yapılmadığını, hatta tam bu nedenle pek çok zayıflama ilacının kendisini ‘bakanlık onaylı’ diye piyasada lanse ederek insanların hayatına mal olduğunu biliyorsunuzdur sanırım.

İşte bu saçma işin yanına yepyeni bir yöntem eklenmiş…

Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan onaylı tedaviye yardımcı vitamin ve ilaçlar şimdilerde Operatör Doktor Servet Yetgin gibi halkın tanıdığı doktorların tavsiyesi ile satışa sunulmuş gibi kendilerini lanse etmeye başlamışlar.

Ne şahane değil mi?

Doktor beyin ya da doktor hanımın konudan hiç haberi yok, fakat kendisiyle hiç alakası olmayan, hatta belki insan sağlığına da zararı bulunan bir ilacın üzerinde kocaman resmi mevcut. İlacı satanlar da diyorlar ki, ‘falanca doktor bu ilacı öneriyor’

İşin daha da ileri boyutu mevcut. Hayatımıza pat diye giren şu yapay zeka var ya, işte o yapay zeka ile doktor beyin ya da hanımın katıldığı programlar değiştiriliyor, programın arasında bir bakıyorsunuz, ‘falanca hastalığın tedavisinde filanca ilacı öneriyorum’ deyiveriyor bu ilaçtan hiç haberi olmayan doktor…

Bir de ülkenin en prestijli üniversitelerinin isimlerini kullanarak ‘falanca üniversiteden onaylı’ damgası basıyorlar kimi ilaçların üzerine. Üniversiteye soruyorsunuz bu ilaca siz onay vermişsiniz doğru mudur diye, üniversitenin konudan haberi dahi yok…

Elbette bu işleri yapanlar sırtlarını iyi yerlere dayamışlar ki, böylesine fütursuzca hareket edebiliyorlar. Doktorlar da üniversiteler de bu yalan beyanlarla ilaç satanlarla uğraşmaktan bıkmış usanmış. Zaten çoğundan haberdar dahi değiller…

Hasılı kelam, inanmayın efendim, doktorunuza gitmeden, iyice araştırmadan, tedaviye yardımcı ilaç ya da vitamin kullanmayın!

Benden söylemesi…

Hem temizlemiyor, hem temizletmiyor!

Hem temizlemiyor, hem temizletmiyor!

Okullar başladı, sorunlar da peşinden geldi. Hatta okullar başlarken başlayan sorunlar kartopu gibi giderek büyüyüp önümüze yığılır hale geldi.

Bir süredir okullardaki hijyen sorunu ile ilgili çeşitli illerden açıklamalar yapılıyor. Bu açıklamalardan biri de Bursa’da yapılmıştı, Eğitim İş Bursa Şubesindeki görev değişiminin hemen ardından ellerinde kovalar fırçalar ve deterjanlarla Bursa Milli Eğitim Müdürlüğünün kapısına dayanmıştı sendika üyeleri.

Eğitim İş Bursa Şubesi’nin yeni Başkanı Engin Yurdakul burada yaptığı açıklamasında ‘Sağlıklı eğitim, güvenli okul’ talebine vurgu yapmıştı öncelikli olarak. Açıklamanın sloganı da bu olmuştu.

Yurdakul, konuşmasında; “Eğitimde tasarruf olmaz. Çocuklarımızın geleceği, sağlığı ve güvenliği siyasi hesaplara kurban edilemez. Eğitim-İş olarak, okullarda gerekli hijyenin sağlanması, temizlik sorunlarının giderilmesi, okulların daha güvenli olması, iş gücü uyum protokolünün iptal edilmesi, temizlik ve güvenlik personeli ihtiyacının kalıcı kadrolu personelle sağlanması için eğitim emekçileri, demokratik kitle örgütleri ve velilerimizle birlikte tüm Türkiye’de alanlardayız!” diyordu.

Bir veli olarak hemen hatırlatmak isterim, uzun zamandır okulların hijyen malzemelerini veliler karşılıyor. Okullara sadece bir kadrolu temizlik personeli veren Milli Eğitim Bakanlığının bahşettiği bu personel genellikle irade katının temizliği ve çay kahve servisi ile görevlendiriliyor. Dolayısıyla okulun genel temizliğini yapmak üzere velilerin kayıt parası olarak verdikleri paraların yanında öğrenci velilerinin kimi zaman dönemlik kimi zaman aylık yaptığı ödemeler de kullanılarak personel istihdam ediliyor.

Neden?

Çünkü okulun ne elektrik parasını, ne su parasını, ne doğalgaz parasını ne personel parasını ne temizlik malzemesi parasını ödeyecek bütçesi yok!

Bir yerlerde alışmaya başladığımız bir durumdu bu aslında. Sanki bizim görevimizmiş gibi, sanki sorumluluk sahibi olan bizmişiz gibi…

Ödeme yapmaya bütçesi yetmeyen vatandaşların okula temizliğe giderek borcunu eda etmeye çalıştığı halleri de biliyoruz, sınıflarının pisliğinden utanıp kovayı bezi alarak ‘kendi sınıfını kendin temizle’ deyip işe koyulan sınıf annelerini de duyduk bu süreçlerde…

İşin güvenlik personeli kısmına hiç girmiyorum, çünkü daha temizlik personeli kısmından çıkmadım fark ettiyseniz. Güvenlik apayrı bir boyutta, hatta güvensizlik okullarda had safhada…

İşler zaten bu noktadaydı ve bizler de milletin geniş sinesinde bu işi yumuşatmış yine görev bilinciyle bize kakalanan her işte olduğu gibi almış kabul etmiştik zaten mesuliyetimizi. Gel gelelim bu yıl kantarın topuzu iyice kaçırıldı. Zaten itirazların büyük bölümü de buna…

“29 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan İşgücü Programlarının Yürütülmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, kamu kurumlarında kalıcı istihdam yerine geçici ve düşük ücretli sömürünün önünü açmıştır. Bu yönetmeliğe göre haftanın 3 günü 8 bin 447 TL’ye çalıştırılacak kişilerle okulların ne güvenliği ne temizliği sağlanabilir, üstelik bu asla kabul edilemeyecek bir emek sömürüsüdür” diyerek özetliyor konuyu Yurdakul.

Eğitim İş, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin hakkında görevi ihmalden suç duyurusunda bulundu bu süreçte.

Yurdakul’un; “Hemen her ilden birçok okul yöneticisi, bu koşullarda çalışacak insan bulamadıklarını, gelenlerin de okulları ve şartları görüp bir daha dönmemek üzere okuldan çıktığını anlatıyor. Yani okulların sabun, tuvalet kağıdı gibi hayati ihtiyaçlarını bile gideremeyip bu ihtiyaçları velilerin sırtına yükleyen Bakanlık, artık okulların temizliğinden tamamen elini çekmiştir. Savaşlarda bile hedef alınmayan, dünyanın en güvenli binaları olması gereken devlet okullarının pisliğe ve dış tehditlere terk edilmesini kabul etmiyoruz. Okula gelirken hangi hastalığı kapacağımızı, kim tarafından şiddete uğrayacağımızı düşünmek istemiyoruz” sözleri çok kıymetli.

Güvenlik sorunu konusunu unutmadığımı bir kez daha hatırlatayım. Başka bir yazı konusu olarak okulların güvenlik meselesini masaya yatırmaya söz vererek,  temizlik meselesini tamamlayalım isterim…

Bu açıklamalar ülkenin pek çok yerinde yapıldıktan ve ellerinde temizlik malzemeleri ile veliler sınıflara akın etmeye başladıktan sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi çocukların kir pas içinde okumasına gönlü razı gelmediğinden konuya müdahil olmak istedi ve kendilerinden talepte bulunan okullara temizlik personeli göndererek destek sağlamayı amaçladı.

Peki karşılığında ne oldu dersiniz?

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, okullarda temizlik için talepte bulunan 271 okuldan 113 tanesinin talebini geri çektiğini, okul müdürlerine, ‘Belediyeden hiçbir şey istemeyin’ diye mesaj atıldığını bildirdi. Duruma tepki gösteren Yavaş, “Biz zehirli gıda falan vermiyoruz. Biz temizlik malzemesi veriyoruz. Bir de okulları temizlemeye talibiz. Böyle bir olayın bu kadar ülke gündemine taşınmasını da gerçekten garipsiyoruz. Biz bütün kurumlarla iş birliği yapmaya hazırız. Yeter ki oradaki çocuklar güzel bir şekilde eğitimlerini alsınlar” diyerek iyi niyetini açıklamaya çalıştı.

Hatta açıklamalardan anlaşıldığına göre Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından temizlik yapılırken temizliğin yarım bıraktırıldığı olaylar da vuku bulmuş.

Olayın siyasileştirilmesine gerek yok diyor Yavaş, fakat bence mesele gayet siyasi zaten. Zira Milli Eğitimi Bakanlığı bütçesini bir takım dernek ve vakıflara aktaracağına temizlikle ilgili konulara eğilmiyorsa bu işin içinde siyasetin tillahı vardır…

Hem işini yapma, hem senin işini yapmaya talip olanı engelle, hem de bu ülkede her çocuğun eğitime eşit erişimi olduğunu savun.

Oooohhhhh… Ne ala memleket diyeceğim de, size zaten ala bu memleket…

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, devlet eliyle çocuk işçiliğini ortaokul düzeyine getirdiği hamlesini aşmak istedi sanırım. Hem temizlemediği hem de temizletmediği okulların sağlık karnesini kendisine veliler olarak sizler verin bence…

 

NOT: Bursa’daki CHP’li belediyeler okulları temizlemeye gönüllü oldukları durumda neyle karşılaşacaklarını artık biliyordur sanırım. Bence siz yine de gönüllü olun, çocuklar temiz okullarda okusun…

 

Türk dünyasının bilim insanları Bursa’da buluşacak

Türk dünyasının bilim insanları Bursa’da buluşacak

Özellikle son bir yılda İsrail’in gerek Filistin, gerek Lübnan, gerekse dünyanın birçok yerinde yaptıklarını görünce ve olup bitenler karşısında sus pus olanları görünce böyle medeniyetin, böyle medeniliğin diye çok cümleler kurmuşumdur.

Sessiz kalan Avrupa ve ABD karşısında tek susmayan yine Türkiye

Türk Milleti…

İşte bu minvalde Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün ifade ettiği “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” vecizi aklıma geliyor.

Gerçekten de öyle…

O damarlarımızdaki asil kuvvetle, geçmişte, 1371 yılında Çimen Savaşında 800 kişilik Akıncılarımızın 70 bin kişilik Sırpları savaşta yendiğini İrfan Tatlıoğlu‘nun ağzından basın toplantısından öğrendik.

Sadece savaşta mı?

Bilimde de öyle…

Bugün birçok modern bilimin babası Türk…

İşte onların adlarını yaşatan torunları içerisinden de dünyada önemli işler başaran bilim insanlarını bu hafta içerisinde Bursa’da ağırlayacağız.

Nasıl mı?

Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği tarafından Bursa Teknik Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenecek olan “Türk Dünyası Bilim Ödülleri” programına Türkiye’den ve dünyadan buluşlarıyla çığır açmış önemli bilim insanları katılacak.

Toplamda 27  dalda 29 ödül verileck. Bunlardan bir tanesi Onur Ödülü, bir diğeri Türk Dünyası’na Vefa Ödülü, diğerleri ise bilim ödülü…

Dünyanın 5 farklı ülkesinden 7 Türk bilim insanı da bu ödüllleri almak için Bursa’da olacak.

Diğer ödül alan isimler Türkiye’den.

Bu minvalde Uludağ Üniversitesi’nden bir isim de ödüle layık görülmüş.

Öte yandan yine ödül töreninin sunumunu ise bir robot yapacak.

Robotlar aynı zamanda karşılamada da yer alacak. Bu açıdan da belki Türkiye’de ilk…

Ödül törenine gelecek 15 bilim insanı da 15 farklı lisede öğrencilere deneyimlerini anlatacak.

Bir anlamda öğrencilere rol model olmuş olacaklar.

Güzel bir organizasyon.

Biz şimdiden emeği geçenleri tebrik ediyoruz…

ASRİAD’da Karakoyun güven tazeledi

Bursa’da iş dünyasının nabzını tutan sivil toplum kuruluşlarından biri de Asrın İş İnsanları Derneği, kısa adı ile ASRİAD…

Hafta sonu bu minvalde ASRİAD’ın Bursa Şubesi’nin 4. olağan genel kurulu vardı.

Gerçekleşen seçimlere tek aday olarak giren mevcut başkan Mehmet Akkoyun bir anlamda güven tazeledi.

Akkoyun’un yönetiminde Yüksel Uğur, Ali Turgut gibi Bursa iş dünyasının yakından tanıdığı isimler de bulunuyor.

Bizler de  hayırlı olsun diyoruz.

Bursa Barosu’nda üç adaylı seçim heyecanı…

Bursa Barosu’nda üç adaylı seçim heyecanı…

Akademik odalarda seçim heyecanı önümüzdeki ay itibari ile Bursa Barosu ile devam edecek.

Hatırlatmakta fayda var: Son baro seçiminde üç aday yarışmıştı.

Onlardan ilki Özgür ve Bağımsız Avukatlar Grubu Başkan Adayı Metin Öztosun, Önce Meslek Grubu Başkanı Hakkı Savunur Soğancı ve Levent Çelik yarışmışlardı.

Yapılan seçimler sonucunda Gürkan Altun‘un TBB Başkanı olmasıyla baro başkanlığından istifası üzerine yönetim kurulu oylarıyla başkan olan Öztosun, o zaman genel kurulun kararı ile başkanlığa seçilmişti.

Baroya kayıtlı 5 bin iki avukattan  sandığa giden 3 bin 752’si seçimlerde oy kullanmış. 3 bin 10 geçerli oyun, bin 986’sını Metin Öztosun alırken,

Hakkı Savunur Soğancı 778, Levent Çelik ise beklentilerin oldukça altında kalarak sadece 684 oy almıştı.

Ya da diğer bir ifade ile mevcut başkan, rakiplerinin toplamından daha 534 daha fazla oy alarak başkan seçilmişti.

Şimdi yeniden seçim zamanı…

Bu yıl 19 ve 20 Ekim 2024 tarihinde BAOB’da gerçekleşecek seçimlerde üç adayın yarışması bekleniyor.

Baroya kayıtlı beş binin üzerinde avukat kendi başkanlarını seçecek.

Şu an için üç aday  bulunuyor.

O adaylardan ilki mevcut başkan Metin Öztosun yine ikinci aday bir önceki seçimlerde aday olan Hakkı Savunur Soğancı  son aday ise Bursa kamuoyunun yakından tanıdığı Sibel Özbudak.

Sandıktan nasıl bir sonuç çıkacak?

Geçmişte Zekeriya Birkan’ın yaptığı sürpriz bir kez daha gerçekleşir mi?

Ya da seçimler öncesi adaylar arasında bir birleşme ihtimali oluşur mu?

Yine adayların listeleri nasıl oluşacak?

Bunlar da seçimin sonucuna etki edecek unsurlar.

Onu ilerleyen günlerde öğrenmiş olacağız.

Benim de asıl öğrenmek istediğim ise,

Baronun senelerdir yapamadığı sosyal tesisler yeni dönemde yapılacak mı?

Stajyer avukatların ücretlerinde iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapılacak mı?

Bu ve buna benzer projeler adayların seçim vaatlerinde  yer alacak mı?

Ne diyelim…

Şimdiden hayırlı olsun…