Dersler mi başladı dertler mi?

Dersler mi başladı dertler mi?

Okullarda ilk ders zili çaldı.

Bursa için öyle /neşeli çocuk sesleri okulları doldurdu/ minvalinden bir serüvene adım atmadığımızı bildirmekte yarar görüyorum.

Geçtiğimiz hafta karşı karşıya olduğumuz pek çok soruna değindiğim eğitim camiasında bir adım iyileşme olmadan girdik yeni eğitim öğretim dönemine.

Her şeyden önce bu eğitim öğretim yılında sendikalı öğretmenler ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın dayattığı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adlı yeni müfredatın çekişmesine sıklıkla sahne olacağımız açık. Zira sendika üyesi öğretmenler ilk ders olarak, “Çanakkale’den Gazze’ye Vatan Savunması” dersini okutmaktansa laiklik konusuna değinmeyi tercih ettiler.

Bence çok da iyi yaptılar çünkü bu devletin asıl oturması gereken temel laiklik temelidir!

Gazze’de yaşanan insanlık dramı hepimiz için yürek parçalayıcıdır, fakat bu konuda girişimlerde bulunması gerekenler okul sıralarını doldurmuş olan küçücük çocuklar değil, Meclis sıralarını ve hükümet makamlarını doldurmuş olan kocaman yöneticilerdir.

Dolayısıyla müfredatta yeri olmayan böyle bir konunun nedensizce kindar nesil yetiştirme amacına uygun olarak ilk ders şeklinde dayatılması kabul edilebilir bir şey değildir.

Hali hazırda ÇEDES Projesi adı altında pek çok dini cemaat, STK ve vakfa teslim edilen okullarda artık laiklik ilkesinden pek az bahsedileceği ortada. Sendika üyesi öğretmenlerin bu haklı tercihini yürekten destekliyorum.

Pazar günü bir basın toplantısı düzenleyerek Bursa’nın eğitim sorunlarına değinen Hürriyetçi Eğitim Sendikası’nın dile getirdiği şehrin il milli eğitim müdürlerine uzun süredir ulaşılamıyor oluşu da sorunların giderek daha fazla derinleşmesinde çok etkili.

“İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün öğrenci, öğretmen ve okulları ile dertlenen bir yapısı maalesef yoktur!” deniyor açıklamada.

Bursa’da yıkılan okul binalarının halen, söz verildiği halde yapılmadığını, şu an 20’ye yakın okulun, öğretmensiz ve öğrencisinden mahrum bir şekilde yeni eğitim öğretim dönemini karşılamakta olduğunu da yine bu açıklamadan alıntılayarak belirtmiş olalım.

Çocuklarımız nerede?

Tüm Türkiye olarak 20 gündür Narin’e ne olduğu ile dertleniyoruz. Sonunda hepimizin tahmin ettiği acı gerçeği bugün itibariyle öğrendik.

Bir anne olarak yaşadığım üzüntüyü tahmin edersiniz, çünkü bu ülkenin eli vicdanında tüm vatandaşları benimle aynı duyguları paylaşıyor.

Benim bu yükün yanına eklediğim yük ise Narin’in kaybolan ve sosyal medyanın baskısı ile hüzünlü hikayesini bildiğimiz ender çocuklardan biri olduğu gerçeği. Oysa öyle çok Narin var ki, bu biçimde hayatımızdan çıkıp gitmiş ve akıbeti dahi araştırılmamış.

Biz aslında Narin’le birlikte kaybolan adaleti de arıyoruz. Kayıp tüm çocukları arıyoruz. Ailelerinin insafına terk edilen çocukları, tarikat ve cemaatlerde geleceği yok olan çocukları, depremde kaybolan, kaybolduğunu iddia ettiğimiz halde kaybolmadığı iddia edilen, ancak bir türlü bulunamayan çocukları arıyoruz.

Asıl soru şu; ‘Bu çocuklar nasıl kayboluyor?’

Almancı bir ailenin çokça ağlayan bir çocuğu olarak annemin beni büyütürken yaşadığı en büyük korkulardan birinin komşuların sosyal hizmetleri arayarak kendisini şikayet etmeleri olduğunu biliyorum.

Çünkü devlet çocukların tüm haklarına sahip çıkan güçlü bir kuruluş olarak dimdik ayakta duruyor Almanya’da.

Öyle güzelleme olsun diye söylemiyorum. Avrupa’nın bizi gerçekten kıskanması için çocuklarımızı ‘dindar, kindar nesil’ olarak yetiştirme çabası yoluna kurban etmek yerine onlara sahip çıkmamız gerektiğini bildiğimden konuşuyorum.

Verilere göre Avrupa Birliği ülkelerinde her yıl kaybolan çocuk sayısı 250 bin. Bu sayı dünya genelinde 3 milyon.

Zamana vurduğumuzda her iki dakikada bir çocuk kayboluyor!

Gelelim taşı toprağı altın güzel ülkemizin bu konudaki ortalamasına. Türkiye’de yılda ortalama 10 bin, günde ise 32 çocuk kayboluyor. TÜİK verileri her nedense bu konudaki rakamları açıklamayı 2016 yılında bırakmış. Tüm ısrarlara rağmen şimdiye kadar böyle bir veri yayınlanmadı.

Hasılı kelam, Türkiye, kayıp çocuklar ülkesi olma yolunda hızla ilerliyor. Hatta belki başı çekiyor da biz bilmiyoruz, çünkü elimizde veri yok!

Biz Narin’in derdindeyiz haklı olarak, fakat Narin’i aradığımız her gün bir çocuk kayboluyor belki, sessiz sedasız…

Nerede bizim çocuklarımız?

Eğitimine sahip çıkamıyoruz, sağlığına sahip çıkamıyoruz, adaletine sahip çıkamıyoruz bari varlıklarına sahip çıkalım diyoruz, ‘Bizim de bildiğimiz şeyler var, ama söyleyemiyoruz, aileyi tanıyoruz’ diyen devlet büyüklerine tosluyoruz…

Oluyor mu şimdi böyle…

CHP’de tüzük tamam, sıra erken seçimde

CHP’de tüzük tamam, sıra erken seçimde

CHP’nin tüzük kurultayının sadece bir tüzük kurultayı olmayacağını, burada parti içindeki güç dengelerinin kendi güçlerini göstermek için fırsat kollayacağını biliyordum da partinin erken genel seçim çağrısını en kuvvetli biçimde dillendireceğini, hatta erken seçim için yaptığı ilk hazırlıkların lansmanını böyle net olarak yapacağını tahmin etmemiştim doğrusu.

Tüzük kurultayı devam ededursun, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, anket sonuçlarını okuyarak ve erken seçim çağrısında bulunarak toplumun isteklerini yüzdelerle açıkladı.

Toplumdaki erken seçim beklentisi, seçimden hemen sonra yüzde 25 civarındayken, bugün anketlere göre bu oran yüzde 50’yi aşmış durumda. Koşullar, erken seçimi kaçınılmaz hale getirecek. Ülkenin mevcut yönetimle dört yıl daha devam etme gücü kalmamıştır. 2025 Kasım’da bizim karşımıza çıkmaya varsanız CHP burada!” sözleri şimdilerde size çok iddialı gelebilir. Fakat siz de benim gibi zaman zaman ekonomiden hakikaten iyi anlayan insanların yorumlarına kulak veriyorsanız şu meşhur ‘En kötüsünü geride bıraktık’ sözünün doğruyu yansıtmadığını, hatta ‘En kötüsünü daha görmediniz’ sözünün daha gerçekçi olduğunu biliyorsunuz demektir.

İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşamak için bir değil, iki değil tam üç maaş gerekiyor artık. Ne yapacak bu insanlar okul çağındaki çocuklarını da işe yerleştirip hayata tutunmaya mı çalışacaklar siz ‘enerciiiiiii’ diye bağıranları alkışlarken.

Gerçi bu bedbahtlığın içindekilerin çoğunun da ‘enerciiii’cilere alkış tuttuğuna eminim ya neyse…

İşin o kısmını bir kenara bırakıyorum.

Açıklamaya geri dönelim…

“Yüzde 38 alınca hepimiz isteriz ki bu oyla bir erken seçim çağrısı yapalım. O gece dedim ki; bu ‘oyu araçsallaştırmak’ bir erken seçim talebine bulunmadık. O günden sonra bizden erken seçim çağrısı bekleyen bazı çevreler rahatsızlık duydu. Bir gerçek var 31 Mart’ta aldığımız oyu gösterip erken seçim demedik, ama geçim olmazsa seçim olur dedik. AK Parti, kendisine oy verenleri bile pişman etti.

Bu milletin 5 yıl dayanacak gücü olmadığı gibi bizim de iktidarı 4 yıl daha bekleyecek sabrımız yok. Millet artık CHP’nin iktidar olmasını beklemekte. Bunun için biz şunu söylüyoruz, gelecek sene kasım ayı 5 yıllık dönemin ortasıdır. İnat eder, 2,5 yıl daha durursa bir daha aday olamaz. 2,5 yılı geçirmeden çıkarım derse biz Meclis’te kasım ayına kadar seçimleri yenilemeye, erken seçim yapmaya hazırız. Eğer varsanız kararı bugünden alalım ya da 8 ay sonra alalım. 2025 Kasım’da bizim karşımıza çıkmaya varsanız CHP burada!” diyor Özel.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL, “GELECEK SENE KASIM AYI, ERDOĞAN’IN 5 YILLIK BU DÖNEMİNİN TAM ORTASIDIR. “ERDOĞAN, 2,5 YILI GEÇİRMEDEN BEN KENDİME GÜVENİYORUM DERSE KASIM AYINA ADAR ERKEN SEÇİM YAPMAYA HAZIRIZ” DEDİ. (ALİ OĞULCAN ARSLAN – MUHAMMED MUSAB GÜMÜŞER/ANKARA-İHA)
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, “Gelecek sene kasım ayı, Erdoğan’ın 5 yıllık bu döneminin tam ortasıdır. “Erdoğan, 2,5 yılı geçirmeden ben kendime güveniyorum derse kasım ayına adar erken seçim yapmaya hazırız” dedi.

Parti artık daha güçlü, gücünün farkında, karşısındaki erimenin de farkında, inanıyorum ki, rakibinin ne kadar iddialı olabileceğinin de farkındadır…

Cümlenin son bölümü için içinde bulundukları tüzük kurultayının en büyük amacı örgütün genelini memnun etmek olacaktı.

Oldu mu?

Nispeten diyelim.

Zira örgüt; hakim denetiminde önseçim istiyor, blok liste yerine nispi temsil istiyor, MYK’nın Parti Meclisinden seçilmesini istiyor, Parti Meclisinin yetkilerinin devredilememesini istiyor, aktif üyelerin belirlenmesine yönelik kıstasların net ve gerçekten ayırıcı olmasını istiyor, kısacası Genel Başkanın tek güç olduğu, son sözü söyleyen olduğu bir parti olmayı değil, demokrasiyi kucaklamayı istiyor.

Kılıçdaroğlu döneminde yukarıda belirttiğim taleplerin var olmadığı, parti içinde uygulanmadığı gerekçesi ile pek çok gruplaşmanın oluştuğunu ve örgütün sıklıkla rahatsızlığını dile getirdiğini hatırlatmakta fayda var.

Kısacası bu talepler geçmiş dönemlerde karşılanmamıştı zaten, şimdiki dönemde karşılanması umudu ile başlamıştı tüzük çalışmaları.

Çıkan sonuçlar şöyle;

CHP’deki yeni kurallara göre bir kişi en fazla üç dönem üst üste milletvekili, belediye başkanı, belediye veya il genel meclis üyesi seçilebilecek. Bu kural 24 Haziran 2018 seçimlerinin ardından başlayan 27. dönem sonrası geçerli olacak. Partinin milletvekili bulunmayan seçim çevrelerinde milletvekili çıkarmak veya bu seçim çevrelerinde partinin oyunu yükseltmek amacıyla Merkez Yönetim Kurulunun önerisi, PM kararıyla, dönem kuralı uygulanmayabilecek.

Değişiklikle, milletvekilliği için adayların belirlenmesine yönelik yöntemlerin, ön seçim, örgüt denetiminde ön seçim, aday yoklaması, örgüt denetiminde aday yoklaması, merkez yoklaması olduğunu görüyoruz. Tüzüğe göre, hangi seçim çevresinde hangi yöntemin uygulanacağına, il örgütlerinin görüşü doğrultusunda Parti Meclisince karar verilecek.

Örgüt denetiminde ön seçim ve örgüt denetiminde aday yoklamasında PM, TBMM üye tamsayısının yüzde 15’i kadar sırayı genel merkez kontenjanı olarak belirleyebilecek. Bu kontenjan her bir seçim çevresinde toplam milletvekili sayısının yüzde 15’i kadar olabilecek.

PM, ölçme değerlendirme yöntemlerinden yararlanarak, genel merkez kontenjanına ayrılan sıraları üçte birine kadar il örgütüne, üçte birine kadar gençlik ve kadın kolları üyelerine, üçte birine kadar da TBMM’nin mevcut partili üyelerine ayıracak. Gençlik ve kadın kolları üyelerine ayrılan sıraların en az dörtte biri önceki seçimde milletvekili seçilmiş sıralara ayrılacak.

Merkez yoklamasında ise adaylar doğrudan PM tarafından belirlenecek.

Ön seçim, örgüt denetiminde ön seçim, aday yoklaması ya da örgüt denetiminde aday yoklamasına katılanlar, merkez yoklaması, merkez adaylığı veya genel merkez kontenjanı için başvuramayacak.

Üç dönem kuralı yerel seçimlerde aday belirleme sürecinde de uygulanacak. Seçim çevresi değişikliğinde dönem istisnası, Merkez Yönetim Kurulu önerisi PM kararıyla uygulanabilecek.

Tüzük belirlendi. Elimizde aday belirlemesi için demokratik olduğu kadar Genel Merkeze yüklenen yollar da mevcut. Elbette beni en çok CHP Bursa İl Başkanlığının hangi yolu tercih edeceği ilgilendiriyor. Eminim ki, bundan sonrasında daha katılımcı bir CHP için daha demokratik aday belirleme yöntemleri tercih edilecektir.

Her daim söylüyorum. CHP gücünü konuşabilmekten, konuşulan, fikir beyan edilebilen parti olmaktan alır. Tam da bu nedenle asla bir isim, bir kişi partisi olmamış her daim bir görüş partisi olmuştur. Dolayısıyla önümüzdeki günler partinin daha çokça konuşacağı, çokça eleştireceği ve tüm bu tartışma ortamında en doğrusunu bulmak için mücadele edeceği süreçler olacaktır.

İş ki; bu tartışma, görüş beyan etme, demokratikleşme mücadelesi daha fazla katılımı, parti için partinin görüşlerinin anlatılması için daha çok çaba sarf edilmesi gerekliliğini örgüte hatırlatsın…

 

İYİ Parti’de son düzlüğe girilirken…

İYİ Parti’de son düzlüğe girilirken…

Ah bu ülkenin siyaset sevdası ne zaman son bulacak bilmiyorum. Hatta siyasete olan sevdamızdan ülkenin sorunlarına değil de siyasetin karmaşasına dalıp gitmek durumunda kalmaktan da imtina ediyorum. Yazılarımın genel olarak yaşadığımız sorunlar üzerine şekillenmesindeki en önemli neden, merkezden uzaklaşmamak adına bir gayrettir.

Fakat gelin görün ki, meselelerden uzak kalmamak için zaman zaman siyasetin nabzını tutmak da gerekiyor. Misal şimdilerde bir yandan AK Parti bir yandan İYİ Parti fokur fokur kaynıyor.

Gel de yazma…

Bugünkü konumuz bir süredir ivme kaybetmesine karşın hala elindeki kemik tabanı muhafaza etmeyi başaran, dolayısıyla yaklaşık yüzde 5-6 dolayında bir oyu ve Bursa’dan iki milletvekili ile iki belediye başkanını elinde bulunduran İYİ Parti’nin il başkanı atama süreci.

Bir süredir partinin İl Başkanlığını yürüten Doktor Mehmet Hasanoğlu yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle görevinden müsaade isteyip huzuru aramak üzere dinlenceye çekildi malum. Kendisine yürekten geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Hasanoğlu’nun boşalttığı koltuğun nasıl dolacağı konusuna gelirsek işin o kısmı biraz karışık…

Daha doğrusu sonuç tahmin edilebilir de, İYİ gelir mi? Orası tartışılır…

Öncelikle il başkanlığı makamına Genel Merkezden bir atama yapılacağını belirtmekte yarar var. Geçtiğimiz günlerde Bursa’ya gelerek teşkilatın nabzını tutmaya çalışan Turhan Çömez başkanlığındaki heyet küçük bir yoklama da yaptı. Öne çıkan isimler arasında partinin İl Başkan Yardımcısı ve hemşerim Nevzat Kocakurt’un da yer aldığına dikkat çekmek isterim.

Fakat iş Genel Merkez atamasına dayandığından ve partinin iki Milletvekili Selçuk Türkoğlu ile Hasan Toktaş kendisine yoğun destek sağladığından, Orhangazi eski İlçe Başkanı İsmail Kaya’nın da adı geçiyor bu yoklamalarda.

İşin benim için dikkat çekici olan tarafı ise il başkanlığı makamı konusundaki ilk konuşmalarda teşkilatın adını sıklıkla dillendirdiği ve küskünlerle birlikte mevcut üyelerin de il başkanı olarak görmek istediğine vurgu yaptığı, geçmiş dönem İl Başkan Yardımcılarından Erdal Ay’ın adının son düzlükte hiç anılmıyor oluşu.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, parti içinde bir küskünler grubu olduğunu ve bu grubun ‘Türkoğlu ve Toktaş ne isterse o olur’ statükosundan çokça sıkıldığını hepimiz biliyoruz. Kimi istifa ederek, ancak gönlünü İYİ Parti’de bırakarak devam etti siyaset yolculuğuna, kimi köşesine çekilip olacakları izleyerek ve konuşma sırasının kendisine gelmesini bekleyerek bir umut beslemeyi tercih etti.

Bence Erdal Ay gibi isimler bu iki grubun da mevcut partililerle birlikte aynı çatı altında toplanması ve partinin gerçekten merkez sağa çekilen bir siyaset yürütmesi açısından son derece kıymetli. Ay, teşkilatın kuvvetli desteğini de arkasına almış durumda. Atama sürecinde şansı var mı derseniz, taban yoklamasında adının hiç geçirilmiyor oluşundan anlamak gerek ki, bu pek istenmeyen bir durum…

Gelinen noktada önümüzdeki sürecin il başkanı olarak Orhangazi eski İlçe Başkanı İsmail Kaya’nın adını duyacağımızı söyleyebiliriz, zira arkasındaki destek ve bu desteğin genel merkezdeki yansıması kendisini bu koltuğa taşıyacak gibi görünüyor.

Peki, İYİ Parti’yi bundan sonra neler bekleyecek?

Yeni il başkanının atanması bir istifa dalgalanmasına daha sebep olur mu?

Pek ala olabilir, olmaya da bilir.

Fakat bu kısım o kadar da mühim değil, zira bu işin bir de kongre süreci var…

İş kongre sürecine geldiğinde rekabet daha da sertleşecek, teşkilatın söz söyleme hakkı da bir o kadar yüksek olacak. Dolayısıyla teşkilatın desteğini arkasına almayı başaran, küskünleri, İYİ Parti’nin kuruluş aşamasından bu yana gönlü bu hareketle birlikte olan isimleri, mevcut teşkilat yapısını bir araya getirebilecek siyasi kabiliyete sahip olan isimlerin desteklenmesi önemli.

Partililere küçük bir hatırlatmada bulunmak isterim; size verilen sözler genellikle tutulmaz, vaatlere kanmak ise şark kurnazlığından öteye gitmez. Belki şimdi değil, ama kongre sürecinde bir avuç yemle kandırılan tavuklar gibi olmak yerine ‘biz aç gezeriz kuyruğumuz dik gezeriz’ diyebilen, gerekirse yalnız kalmayı dahi göze alabilen kurtlar gibi olun ki, davanıza sahip çıkıp parti için en doğru yolun çizilmesinde önemli bir aktör olarak konum alabilin.

Seçimlerden bu yana sürekli eriyerek yoluna devam eden bir partinin önünde iki yol vardır; ya toparlanacak ya da tabela partisi olarak ‘küçük olsun benim olsun’ mantığı ile varlığını sürdürecektir. Tüm İYİ Parti Bursa teşkilatının partisini nerede görmek istediğine, partiyi görmek istedikleri noktaya kimin taşıyabileceğine odaklanması bundan sonraki siyasi hayatlarında önemli bir karar olacaktır.

Zengine adalet!

Günün tüm manşetlerini kaplayan Polat çiftinin serbest bırakılması ile ilgili konuya değinmeden geçemeyeceğim.

Kara para aklama suçlamasıyla tutuklanan ve 40 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanan Dilan Polat ile eşi Engin Polat’ın davasında ara karar açıklandı. Mahkeme, Engin Polat, Sezgin Polat, Kürşat Polat ve Ahmet Gün hakkında tahliye kararı verdi.

Tahliye kararı ‘enerciiii’ diye şarkılar söyleyen Dilan Polat’ı haliyle büyük sevince boğdu; ‘Devletimiz sağolsun’ dedi kendisi. Lüks arabalarda şarkılar söylendi, aracın sunroofundan çıkılarak videolar çekildi.

Kısacası Polat ailesi Türk adaletine teşekkürü bir borç bildi.

KARA PARA AKLAMA İDDİASIYLA TUTUKLU OLAN ENGİN POLAT TAHLİYE EDİLDİ. KARAR SONRASINDA EŞİ DİLAN POLAT, MUTLULUĞUNU KENDİ ŞARKISI ‘ENERCİ’Yİ PAYLAŞARAK GÖSTERDİ. (UĞUR ÇETİN/İSTANBUL-İHA)
Kara para aklama iddiasıyla tutuklu olan Engin Polat tahliye edildi. Karar sonrasında eşi Dilan Polat, mutluluğunu kendi şarkısı ‘Enerci’yi paylaşarak gösterdi.

Bildiği borcu da ödedi anlaşılan…

Karar elbette güven endeksi giderek düşen adalet mekanizması için Ankara’da inşa edilmesi planlanan ve ‘dünyanın en büyük adalet sarayı’ olarak lanse edilmeye şimdiden başlanan binanın yapılışına yönelik bir tepkiyi de doğurdu.

Sosyal medyada; ‘Dünyanın en büyük adalet sarayını boş yere yapmayın. İçinde adalet olacak mı? Bu ülkede adalet kalmamış, zengine tahliye garibana ceza…’ paylaşımları yapıldı.

Nasıl yürekten katılıyorum bu konuda yazılan her eleştirel yazıya…

Şu koca denizde, denizin en dibinde Türkiye’deki besin zincirinin son halkası olarak verdiğimiz yaşam mücadelesinde ne kadar yalnız olduğumuzu bir kez daha anlamış olmanızı umuyorum. Fakat bunun hiç de böyle olmayacağını, bu insanların dejenere hayatına bir ucundan dahil olmak için sosyal medya hesaplarını derhal takibe alacağınızı, onlara sevgi ve övgü dolu mesajlar yazacağınızı, kendinizi güçlüye göstermek için birbirinizi ezeceğinizi biliyorum.

Başını kaldırıp ‘beni ezemezsin’ demenin ne kadar cesaret istediğini bildiğim gibi.

O yüzden;

Akrep Gibisin Kardeşim,

Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

Serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

Midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,

Beş değil,

Yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

Gocuklu celep kaldırınca sopasını

Sürüye katılıverirsin hemen

Ve âdeta mağrur, koşarsın Salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

Hani şu derya içre olup

Deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

Senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

Kabahat senin,

— Demeğe de dilim varmıyor ama —

Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

 

Nazım Hikmet Ran

 

Gastronominin peşini bırakmamak lazım

Gastronominin peşini bırakmamak lazım

Gastronomi bizim coğrafyamızın en büyük, aynı zamanda en kıymeti bilinmemiş zenginliği.

Sahillerimizden uzun yemek listelerimiz, dağlarımızdan renkli sofralarımız var oysa…

Her şeyden önce yemek yapmak için gerekli malzemelerin çeşitlenmesini sağlayan dağıyla deniziyle, gölüyle güneşiyle tam bir karma yaratan coğrafi konumumuz bunda çok etkili.

Elbette bu coğrafi konumun yanına iklim çeşitliliğini de eklemek lazım. Gerektiğinde soğuk, gerektiğinde kuru ve sıcak havayı, hatta nemli ve esintili havayı da sunabiliyor bu topraklar bize…

Muhteşem otlar, sebzeler, etler, balıklar…

Tüm bu malzemeyi bir lezzet şölenine çevirmek için harmanlama tecrübesi, geçmişten gelen, geleneklerle pekişen bir birikim de gerekli. Medeniyetin beşiği Anadolu için bu saydığım özellikler elbette çocuk oyuncağı işler…

İçine daldığınızda tadına doyulmayacak Anadolu sofralarını çok çabuk unutup, bir kenara itip, Batı’nın bize dayattığı, belirli yaşam standartlarına ulaşabilmenin gereği olarak sunduğu kendi alelacele tüketilecek tüm besin alternatiflerini yerleştirdik hayatımıza. Sonra da elimizdeki en önemli turizm değerlerinden olan gastronomi turizmini bir kenara itiverdik.

Modern bir biçimde hamburger, pizza hatta belki sushi yerken Ege’nin zeytinyağlıları, Doğu’nun kebapları, İçanadolu’nun etli yemekleri unutuldu gitti. Şimdilerde yeniden hatırlamaya çalıştığımız, turizm sektörünün önemli bir kolu haline gelebileceğinden umutlu olduğumuz gastronomi konusu, bu anlamdaki potansiyelini artırmaya çabalayan Bursa için de çok mühim bir mesele.

Bursa’yı sadece Bursa Kebabı ile tanıyanlara hüzünle bakardım öğrenciliğimde, ‘Aaaahhh…’ derdim, ‘Ankaralılar bir pideli köfte, bir tahanlı, bir cevizli lokum yeseler buralara kocaman kocaman dükkanlar açılır, benim de hasretim biraz azalır…’

O dönem için olmadı. Ne diyelim, bugünlere kısmettir belki…

Gastronomi konusundaki iddiamızı ortaya koymak için ilk festival düzenlenmesi fikrini dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş basın mensupları ile paylaşıp ‘sizin fikirleriniz nedir?’ diye sorduğunda hayli heyecanlanmıştım şehir için.

Sınırlarımızın dışına çıkmamış tatlarla, unutulmuş lezzetlerle pek çok insanın elit bir düzeyde buluşacağını düşlemiştim.

İlk festival biraz hüsrandı bu konuda. Aktaş kendisi de itiraf etmişti yaptığı değerlendirme toplantısında. İkinci festival için daha derli toplu bir düzen kurmaya çalışıldı, ancak onun da havası ‘ekmek içi sokak lezzetleri burada, dumanı kokusu caba…’ konseptinden çok sıyrılamadı.

Şimdi yeni bir belediye, yeni bir bakış açısı, yeni bir anlayış var. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in hepimizi şaşırtan basın toplantısı aslında pek çok gastronomi belgeselinde kullanılan bir konseptle doğrudan bağlantılı.

Dünyaca ünlü şeflerin bulundukları doğal ortamda yemek yapmak için önce malzeme toplaması ve sonra bu malzemeleri kullanarak, o yörenin eski lezzetlerinden bir sofra oluşturması, pişen yemeklerin de yine doğanın içinde kurulan sofralardaki büyük masalarda yenmesi her zaman gıptayla izlediğim bir iştir.

Biz de bugün Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından 3’üncüsü düzenlenecek olan “Uluslararası Bursa Gastronomi Festivali”nin tanıtım toplantısına tam böyle bir sofra eşliğinde dahil olduk. 13-15 Eylül tarihlerinde “Damağımdaki Bursa” temasıyla düzenlenecek olan festival, geçtiğimiz günlerde coğrafi işaret tescilini alan ve artık üzerinde kimsenin hak iddia edemeyeceği Bursa Siyahı İncir ağaçlarından oluşan büyük bir alanda tanıtıldı basın mensuplarına.

Keyifli bir lezzet durağı sözü verdi Başkan Bozbey toplantının açılış konuşmasında.

Bursa’nın kendine has lezzetlerinden oluşan ürünlerle donatılmış sofrada ilk kez tattığım ‘enginar tatlısı’ bana bu festivalin diğerlerinden daha farklı bir konsepte sahip olacağı izlenimini verdi. En azından lansmanda bir gastronomi havası sezinleme fırsatı yakaladık.

Başkanın; “Her bir ürünümüz Bursa’nın renklerini, tarihini anlatıyor. Bursa’ya özgü yemeklere ve onların tariflerine yer verilmesi, önerilmesi son derece önemli. Yerel tedarik bilincinin de yerleşmesi çok önemli. Gastronomi turistleri sadece tadım yapmakla kalmıyor yemeğin hikayesini de öğrenmek istiyorlar. Kıymetli şeflerimiz kadar yüz yıllardır bu toprakların muhafızı olmuş çiftçilerimiz de var. Aynı hikayenin tekrarlanarak anlatılması gerekiyor. O zaman bu ürünler turizme ve geleceğe katkı sağlamış oluyor. Mobil gastronomi mutfağımızla ilçe ilçe geziyor, bu lezzetleri tadıyoruz. Gastronomi turizminin halka sağladığı katkı kadar bu katkının adil paylaşımı da bizim için çok önemli. Önümüzdeki hafta Bursa’da 3.’sünü gerçekleştireceğimiz festival geçmiş yıllardan farklı olacak” sözlerinin elbette takipçisi olacağız.

Buradaki ‘yemeğin hikayesinin anlatılması, turizmin halka sağladığı katkı kadar bu katkının adil paylaşımı da bizim için çok önemli, festival geçmiş yıllardan farklı olacak…’ sözleri kilit cümleler benim için.

Bir de tabi; “Bursa tarımının sürdürülebilir şekilde yapılması için tüm gücümüzle destek veriyoruz. Yeşil enerjinin, yapay zekanın Bursa tarımını bir üst seviyeye çıkarması için çalışmalara başladık. Kırsal üretimi, hasat turizmi destekleyecek. Tur operatörlerimize çok önemli görevler düşüyor” cümlesi çok kıymetli.

Geçmişe dönüp şöyle bir düşündüğümde rahmetli anneannemin hünnaptan, minik sarı domateslerden yaptığı reçeller geliyor gözümün önüne.

Hele bir şu festivali istediğimiz ölçekte gerçekleştirelim de…

Meslek ortaokullarının müfredatı yok!

Meslek ortaokullarının müfredatı yok!

Dün yazdığım meslek liselerinin içine mesleki ortaokullar da yerleştirilecek konusuna bir kez daha değinmek istiyorum.

Hatırlarsanız yazımda 11 meslek okulunun içine ortaokul yerleştirilmeye uygun olduğuna yönelik bir tespit yapılmıştı müfettişlerin incelemeleri sonrası.

Bu okulların isimleri Milli Eğitim Bakanlığına gitmiş ve Demirtaş Endüstri Meslek Lisesi ile İnegöl’de bir meslek lisesine mesleki ortaokul bölümü açılabileceğine yönelik karar verilmiş. Şu an bakanlıkta onayı bekleyen dosyanın içeriği ise bundan ibaret.

Bundan ibaret sözünün burada askıda kalmaması için birkaç kelam da etmek lazım. Haliyle normal ortaokullardan ayrı olan, ancak meslek lisesi kapsamında da bulunmayan bu okulların ayrı bir müfredatı olması beklenir.

Var mı?

Elbette yok…

Hatta bu konuda bir hazırlık da yok…

Hatta mesleki ortaokullara bir talep olup olmayacağına yönelik tahmin de yok.

Şöyle bir bakış açısı var; biz iki okula birer meslek ortaokulu sınıfı açalım, talep çok olursa iki sınıfa çıkartırız, şimdilik normal ortaokulların müfredatı ne ise onu görsünler, talep olur da devamlılık sağlanırsa onlara yönelik bir müfredat çalışması yaparız.

Daha doğrusu biz bir tabelasını asalım da kervanı da yolda düzeriz…

Tabelası olup, toplu açılış ve temel atmalarda temelleri atılan, kurdeleleri kesilen, ancak kendileri ortada olmayan pek çok hayali kurum ve proje gibi tabelası önden asılan işlerden biri daha…

Adı var, müfredatı yok bir okul türü.

Ne diyelim, Milli Eğitim Bakanlığı beni hiç şaşırtmıyor artık…

****

 

 

Siyasete yön veren olmak…

 

Tüm ülkede olduğu gibi Bursa’da da hemşeri derneklerinin son derece güçlü olduğu lobiler mevcut biliyorsunuz. 7 Eylül Cumartesi günü Olağan Genel Kurulu’nu düzenleyecek olan Bursa Artvin Vakfı da bu güçlü derneklerden biri.

Vakfın başkanlığını yürüten ve önümüzdeki kongre sürecine de muhtemelen tek adaylı listesi ile yeniden başkan adayı olarak katılacak olan Doç. Dr. Adnan Demirci, artık sayı çokluğundan ziyade niteliğin de önemli olduğuna vurgu yapmayı, şehre nitelikli insan gücü ile güç katmanın önemine değinmeyi daha doğru bulmuş konuşmalarında.

“Bursa’da Artvinliler çok fazla ve nitelikli olarak yer işgal ediyorlar. Bazı yanlış algılar var. Özellikle seçim dönemlerinde ortaya çıkan Artvinlilerin 5. ve 6. sırada olduğunu söyleyenlere karşı ben de Artvinlilerin çok fazla olduğunu vurgulamak istiyorum. Artvinlilerin Bursa’ya göçü 100 yılı aşkın bir süredir var” diyor.

Önümüzdeki süreçte 100 yıllık göç hikayesinin bir nüfus dökümünü yapmayı da hedefliyorlar.

150 üniversite öğrencisine burs veren vakfın dayanışma adına pek çok etkinliğe imza attığını zaten biliyoruz.

Bilmediğimiz şey Artvinlilerin geçtiğimiz dönem genel seçimlerinde umdukları temsiliyeti bulamadıkları için çok incinmiş oldukları. “Seçimlerde aday adaylarımız dahi yoktu, yerel partiler bizi adeta yok saydılar” dedi Başkan Demirci. Buna karşılık yerel seçimlerde Nilüfer ilçesinde Şadi Özdemir, İnegöl ilçesinde Alper Taban, Gürsu ilçesinde Mustafa Işık ile temsil edilmek onları memnun etmiş gibi görünüyor.

Bundan sonraki siyasi emelleri de şu cümle ile özetleniyor; ‘Siyasetin yön verdiği bir vakıf değil, siyasete yön veren bir vakıf olmayı hedefliyoruz

Devlet eliyle çocuk işçilik tam gaz!

Devlet eliyle çocuk işçilik tam gaz!

Bir dönem her şehre hatta her ilçeye bir üniversite açmak için kolları sıvayan ve bu durumu büyük müjdelerle her konuşma yaptıkları noktada duyuran AK Parti iktidarının yeni projesi; her adım attıkları yere mesleki eğitim veren çeşitli yapılar oluşturmak.

Meslek Lisesi olur, MESEM olur, hatta şimdilerde dillendirildiği gibi Meslek Liselerinin içinde Meslek Ortaokulları olur…

Olur da olur…

Bursa’da da içinde Meslek Ortaokulu oluşturulabilecek 11 okul tespit edildiğine dair duyumlar mevcut. Denmekte ki, konu müfettişler tarafından incelemede. Kaç okulun Meslek Ortaokulunun olmasına karar verildiği henüz belli değil, hatta okulların açılmasına bir haftadan az bir süre kala bununla ilgili bir hazırlık da yok!

Fakat biliyorsunuz ki, akıllara koyulan şeyleri yapmak için hazırlığa gerek de yok. Pat diye oluveriyor ve kervan her defasında yolda düzülmeye çalışılıyor.

Belli olan bir gerçeklik var, her geçen yıl daha da çok çocuk, mesleki eğitim adı altında sanayide işe başlayacak

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, konuyu açıklarken; “Ortaokullarımızda, 7. ve 8. sınıflarda, çocuklarımızın bu anlamdaki mesleki becerilerini, yeteneklerini test etmek üzere ‘zanaat atölyeleri’ oluşturuyoruz. Mesleki ve Teknik Eğitim Liseleri bünyesinde ortaokullar açmaya başlıyoruz” diyor.

Pek çok medya kuruluşu da açıklamaları ‘eğitimde devrim gibi karar’ olarak duyuruyor!

Konuyla ilgili saha çalışması tüm Türkiye’de yapılmış. Hangi ilin hangi elemana ihtiyacının olduğu tespit edilmiş, dolayısıyla hangi ilde hangi meziyette eleman yetiştirilmesi gerektiği artık biliniyormuş.

“Buna göre biz hem okullarımızdaki alan ve programlarımızı revize ettik hem de 10 Ağustos tarihi itibarıyla Sayın Cumhurbaşkanımızın imzasıyla ‘Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesi’ yayımlandı. Sektör içi okul, sektöre entegre okul, bölge okulu, organize sanayi bölgeleri içerisinde pansiyonlu okullar gibi bir sürü yeni model sunduk. Burada istediğimiz şey, elemana ihtiyaç duyan sektörle eleman yetiştiren meslek liselerimizi bir araya getirerek ortak bir noktada bu eleman ihtiyacını giderecek tedbirleri almak. Bu konuda da çok yoğun bir talep ortaya çıktı” diyor Milli Eğitim Bakanı.

Aslında işin buraya kadarki kısmında ben de bir hata göremiyorum. Ancak bundan sonrasındaki bölüm hayli sorunlu, sıkıntılı, hatta her köşe başına açılan, eğitim açısından içi boş, gençlere verdiği umutlar açısından kocaman kırmızı bir balona benzeyen, pek çoğunun adını bilmediğimiz ve hiç öğrenmeye niyet de etmeyeceğimiz üniversitelerin yarattığı ‘ev genci’ kavramı gibi depresif bir mevzu yaratacak kadar kötü…

Çünkü bu eğitim modellerinin içine henüz 13-14 yaşındaki çocukları dahil etmeyi planlıyor hükümet!

Avrupa’yı örnek almakla övündüğümüz bir dönemde oralarda işler nasıl işliyor diye şöyle bir araştırma yaptım. Çeşitli eğitim modelleri ve çeşitli ülkeleri inceledikten sonra çocukların 16-17 yaşından önce mesleki eğitim almadıklarını, aldıkları eğitim ile ilgili uygulamaları ise 20’li yaşlarda bin bir türlü güvenlik tedbirinin alındığı, sosyal hakların tanındığı sistemler doğrultusunda yaptıklarını gördüm.

Doğru, meslek lisesi mezunu çocuklarımız şu anda çok daha rahat iş buluyorlar. Fakat bu onların eğitim almaları gereken yaşlarda ağır koşullarda çalışmak sebebiyle örselendiği gerçeğini değiştirmiyor.

Gelecekle ilgili projeksiyon da şu; meslek lisesi mezunu bir çocuk gelecekte mesleği ile ilgili bir iş yaparken asgari ücretin yüzde 30 kadar fazlasını alsın. Rakamı hemen söyleyelim; 22 bin 100 lira!

Hani insan düşünüyor, yoksulluk sınırının 60 bin liranın üzerine çıktığı bir ülkede büyüyünce 22 bin 100 lira kazansın diye bir çocuğun hayatıyla oynamaya değer mi diye…

Emine Erdoğan’ın projesi kapanıyor!

Söz hazır eğitimden açılmışken, seçim vaadi olarak tabela değişikliği ile birkaç gün içinde açılıveren 6 bin bağımsız anaokulunun akıbetinden bahsedeyim size.

O anaokulları şimdilerde hızla kapanıyor.

Neden?

Çünkü seçim vaadiydi bu, zaten gerçek değillerdi, var olan anaokullarının tabelalarını değiştirip yeni anaokulu yaratmış gibi bir algı oluşturmuşlardı. Şimdi o algıyı da değiştirmeye karar vermişler. Tabela anaokullarını kapatma yoluna gitmişler.

Pek değerli bir eğitimci tanıdığımla biraz hasbıhal edince küçük de bir hesap yaptık. 6 bin anaokulunun tabelalarını 5 bin liradan yaptırsanız sadece tabela masrafı 30 milyon lira.

Eee… Ne oldu şimdi?

Kim kazandı?

Kim kaybetti?

Bu tabelalar neden değişti?

Devam edelim…

Yine seçim vaadi olan ücretsiz yemek meselesi de seçimin hemen sonrasında sona ermiş. Mayıs ayı itibariyle ücretsiz yemek uygulamasına son verilmiş.

Maddi durumu iyi olmayan ailelerin anaokulu sürecindeki çocuklarının okul aidatlarının devlet tarafından karşılanması da iki üç ay içinde sonlandırılmış

Şimdi ben burada 30 milyon lira kazanan tabelacıdan başka avantaj yakalamış kimseyi görmüyorum.

Siz görüyorsanız seçim vaatleri ile oyalanmaya devam edin…

Kitaplar sade, okullar satılık!

Kitaplar sade, okullar satılık!

Koca yazı yedik. Döndük, dolandık, yine geldik kürkçü dükkanına. Herkes deniz kokusunun burunlarda bıraktığı ferah duygudan arınıp bol egzoz kokulu şehir havasına adapte olmanın zorluğunu yaşarken, okula gidenler için durum bundan bir kademe daha zor.

Çünkü daracık sınıflarda balık istifi günler başlıyor, hatta ilk, orta ve lisenin ilk sınıflarına gidenler için oryantasyon süreci başladı bile…

Sorunları bitmek tükenmek bilmeyen Bursa eğitim camiasının ilk gün değerlendirmesini haftaya bırakarak yeni eğitim dönemi ile birlikte oryantasyon için okula adım atan öğrencilerin yeni eğitim müfredatı ile de ilk kez temasta bulunacaklarının altını çizmek lazım.

Pek çok kesimden pek çok eleştiri alan yeni müfredat, tam adıyla söyleyecek olursak, ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ iddialara göre beceri temelli bir model.

“Müfredat ağır olmakla eleştiriliyordu, sadeleştirdik. Toplumsal yapımızın ihtiyaç duyduğu bir müfredat oldu. Birinci sınıf yeni müfredat ve kitaplara sahip olacak. Diğer sınıflar eski müfredata devam edecek. 9 Eylül günü inşallah bu kitaplarımız sınıflarımızda olacak” diye bir açıklamada bulundu Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin.

Matematikçilere göre matematiğin en önemli konuları olan integral, türev, limit gibi hayattaki her şeyi bu temellere oturtabileceğiniz üniteler yok. Fizikte manyetizma yok mesela yeni müfredatta. Evrim teorisi zaten pas geçilmiş. Su döngüsü yok kimyada. İleride su sıkıntısı çekecek bir ülke için gerek olmadığını düşündüler herhalde.

Sınavlarda çocuklara neyi soracaklar çok merak ediyorum.

Bu sadeleşmiş haliyle eğitim camiasını şaşkına çeviren müfredatın en sade hale gelmesi için bir madde daha gerekliydi, o konuda da harekete geçilmiş. Hayat Bilgisi dersinin 1’inci sınıf 1’inci kitabının girişinde zaten 2013 yılından bu yana okutulmayan ‘Andımız’ın son cümlesi olan ‘Ne Mutlu Türk’üm diyene’ ibaresi yer almaktaydı. Bilin bakalım yeni kitaplarda durum nasıl?

Elbette ki, sadeleştirme kavramından ‘Andımız’ da nasibini almış, yeni kitaplarda kendisine yer bulamamış.

Bir ülkenin kimliğine yönelik silme işlemi nasıl uygulanır isimli çalışmada başarı giderek çıtayı yükseltiyor.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin her yıl olduğu gibi bu yıl da devletin ücretsiz olarak öğrencilere ulaştırdığı ders kitaplarının deveye hendek atlatma faslındaki zorluğa benzeyen sınavlara hazırlanan öğrencilerimizin eğitimi için yeterli olacağı kanaatinde.

Ancak hem ben hem de benim gibi deneyimli tüm veliler biliyoruz ki, daha okulun ilk günü öğretmenler çeşitli kanalları kullanarak ‘kaynak kitap’ adı altında pek çok kitap isteyecek bizlerden ve yine biliyoruz ki, asıl dersler bu kitaplardan işlenecek. Yıllardır düzen böyle devam ettiğine, hususiyetle özel okullarda devletin verdiği kitaplar hiç işlenmediğine göre, ‘Bu kitaplar neden basılıyor? Kitapların basımından hangi yayın evleri kaç lira kazanıyor? Her yıl müfredat değişti diyerek değiştirilen kitapların tekrar tekrar basımı kimlere yarıyor?’ diye soruyoruz, zaman zaman da bu köşeden konuyla ilgili köşeyi dönenleri size aktarıyoruz.

Tüm bunlar olurken diğer yandan özel okul sistemi ile müşteriye dönüştürülen öğrenciler ve veliler okullarının sürekli olarak el değiştirmesi endişesi ile karşı karşıya da kalmış durumda.

Eğitimin paralı hale getirilmesi ve AK Parti’nin teşvikleriyle sürekli büyüyen, hormonlu bir yapıya dönen özel okullar artık öğrencisi ile birlikte satılan yerler olarak çıkıyor karşımıza. Hatta bazı okullara öğrencili ve öğrencisiz olarak iki ayrı fiyatlandırma yapılıyor.

Satış ilanlarında çeşitli özellikleri ve öğrenci sayısı belirtilen okullar kendine müşteri ararken, bugün itibariyle oryantasyon sınıflarına kapıların açılmış olması bu satış ilanlarının kalkması anlamına da gelmiyor. Anlayacağınız veli öğrencisini bir okula gönderiyor, ancak okulun adı, eğitim kadrosu, eğitim bedeli, eğitim şekli belki de sene ortasında değişecek!

Ne deniyordu AK Parti iktidarının ilk yıllarında, ‘Yaparsa AK Parti yapar’ gerçekten de bu kadarını kimse hayal edemezdi sanırım…

DAĞDER kulislerinde başkan adaylığına sürpriz isim…

DAĞDER kulislerinde başkan adaylığına sürpriz isim…

Bursa’nın en büyük sivil toplum kuruluşlarından biri olan Orhaneli-Keles-Büyükorhan-Harmancık ve Osmangazi’nin dağ köylerinin üst çatı derneği olan DAĞDER‘de seçimlere 8 ay gibi bir süre olmasına rağmen kulislerdeki hareketlilik gözlerden kaçmıyor.

Özellikle son yerel seçimlerde DAĞDER’in önceki dönem başkanlarından Erkan Aydın‘ın siyasette başarılı bir performans sergilemesi, milletvekilliğinin ardından Osmangazi Belediye Başkanı olarak seçilmesi, derneğe olan ilgiyi fazlasıyla artırdı.

Belki de yöre insanın siyasete başlaması için bu bir milat…

Bu minvalde kongre sürecine giren derneğin kulislerine hakim bir dostumuz süreçle ilgili olarak da “DAĞDER üzerinden kimileri adını duyurmak isterken kimileri de siyasette basamak olarak kullanmayı düşünüyor” diyerek düşüncelerini bizimle paylaştı.

Biz de buna binaen; daha önce kulislerde adaylık için nabız yoklayanların isimlerini teker teker bu köşede aktarmıştık.

Fakat son zamanlarda yörenin kulislerinde sürpriz bir ismin adaylığı inceden inceye konuşulmaya başlandı.

O isim de DAĞDER’in önceki dönem başkanlarından Mustafa Kahraman

Görev yaptığı dönemde yörenin birlik ve beraberliği noktasında taşın altına elini değil gövdesini koyan, köy dernekleri ve o zaman var olan Dağgücü Spor Kulubü ile DAĞDER arasındaki buzları eriten Kahraman, ayrıca burs ve eğitime verdiği destekle tanınan bir isim…

Kahraman’ın aday olması durumunda kulislerde adaylığı konuşulan bir çok ismin geri çekileceği bilgisine de ulaştık.

Bakalım Kahraman, önümüzdeki 2025 yılının Mayıs ayında gerçekleşmesi beklenen seçimlerde DAĞDER Genel Başkanlığı’na aday olacak mı?

Yoksa adaylık bilgisi kulislerden ileri gidemeyecek mi?

Onu da ilerleyen süreçte öğrenmiş olacağız.

***

Kısa bir mola…

Yaza elveda, sonbahara merhaba dediğimiz bugünlerde bizler de siz değerli okurlardan kısa bir süreliğine izin istiyoruz.

Allah nasip ederse tekrar 11 Eylül Çarşamba günü bu köşede buluşmak üzere hoşça ve dostça kalın…

 

Deprem öldürmez bina öldürür!..

Deprem öldürmez bina öldürür!..

Özellikle kendini en sık hatırlatan konuların başında deprem ve orman yangınları geliyor.

Depremin oluşunu engellemek mümkün değil ama zararlarını minimize etmek mümkün.

Keza orman yangınlarının da yüzde 99,9’u insan hatasından kaynaklanıyor.

Kimi atılan bir izmaritten, kimi bir cam kırığı, kimi de söndürülmeyen ateşten…

Bunun yanısıra sobataj ve kasıtları da unutmamak gerekir.

İşte bu konularda yapılması gerekenlerle ilgili her deprem ve orman yangını sonrasında uzmanlar o kanal, bu kanal ekranlara çıkıp konuşup duruyor.

Ta ki bir sonraki depreme kadar…

Bugün Bursa özelinde ve Türkiye genelinde yaşı 30’un üzerinde satışa konulan birçok gayrimenkul var.

Yapı denetim kurallarına uygun yapılmadığı için betonun ömrü yüzyıl olmasına rağmen bizdekilerin ömrü maalesef en fazla elli yılı geçmez.

Bunu ben demiyorum.

Konunun uzmanları diyor

Böyle durumda bunların çoğu canlı mezar desek abartmış olmayız.

Birileri satışa konu olan gayrimenkuller için  şunu diyebilir:

Alan razı satan razı, sana ne kardeşim!

Hiç de öyle değil.

Depremde her koyun kendi bacağından asılmıyor.

Bir anda herkes asılıyor.

Acısı hepimize…

İşte geçen hafta İstanbul’da yaşanan bir durum…

Bir kızımız banyo yaparken tavan çökmesi sonucu alt kata indi.

Keza yine bir başka yerde asma tavanın çökmesi sonucu namaz kılan bir yurttaşımız yaralandı.

Allah’tan can kaybı olmadı…

Olası bir depremde bu kadar şanslı olamayabiliriz.

Özellikle depremlerin verdiği hasarı önleme adına yapılması gerekenlerin başında eski binaların betonlarının analizinin yapılması şart.

Bu konuda maliyetler yüksek olduğu için hiçbir ev sahibi bu analizleri yaptırmıyor.

İşte bu noktada görev hükümete düşüyor.

Özellikle 1999 depremi öncesi yapılan binaların satışında karot analizi zorunlu olmalı…

Bu analiz de beş sene geçerli olmalı…

Bu bedel de apartmandaki kat maliklerine eşit şekilde dağıtılmalı.

Neticede deprem öldürmüyor fakat çürük bina öldürüyor.

Bunun için de yerel yönetimler, belediyeler birliği kanalı ile her ilde tüm belediyelerin ortak olacağı kar amacı gütmeyen belediye iktisadi teşebbüsü kurmalı.

Bu analizleri de bu kurulan şirketler yapmalı.

Binanın çürük çıkması durumunda kesinlikle oturuma izin verilmemeli, satışı iptal edilmeli.

Bu konuda acil önlemler alınmalı.

Yoksa yarın inanın gerçekten geç olacak.

Bizden hatırlatması…

Her zamanki gibi öneri bizden değerlendirmek yetkililerden.

Gastronomi Festivali’nde Bursa’ya özgü tatlar olacak mı?

Gastronomi Festivali’nde Bursa’ya özgü tatlar olacak mı?

Özellikle son yıllarda gastronomi turizmi başlığında yeni bir turizm dalını duymaya başladık. En basit ifade ile yiyecek ve içeçek turları demek daha doğru olacak.

Parası olan Adana‘ya gidip öğleyin şalgam içip, akşama doğru da Bursa‘da Kayhan Köftesi yedikten sonra ağzını kestane şekeri ile tatlandırabilir.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Daha da zenginsen çikolata yemek için Brüksel‘e çikolata müzesine bile gidebilirsin…

Özellikle bu noktada arz talep dengesini görmeye başlayan yerel yönetimler ve hemşeri dernekleri de buna ayak uydurarak gastronomi festivalleri düzenlemeye başladı.

Bu minvalde Bursa Büyükşehir Belediyesi de benzer bir festivali Merinos Parkı‘nda düzenliyor. Bu yıl gerçekleşecek festival 13-14 ve 15 Eylül 2024 tarihlerinde yapılacak.

Gerçekleşecek festival öncesi de Bursa Gastronomi Tırı ilçeleri dolaşıyor.

Buna diyeceğim bir şey yok

Ama festivalin içeriği umarım farklı olur.

Festivalin adı Bursa Gastronomi Festivali.

Amma velakin Bursa’nın yemekleri yok denecek kadar az.

Festivalde Bursa haricinde her yörenin tadları var.

Bu sene misal olarak Bursa’ya özgü kabuklu fasulyeyi, ceviz tatlısını, kurutulmuş yufka böreğini, Mustafakemalpaşa domatesini, Harmancık ayvasını, Gemlik zeytinini, Orhangazi turşusunu, İznik kivisini, velşhasılı bu ürünlerden yapılan Bursa’nın gerçek tatlarını görmek isterim.

Adana kebabını, lahmacunu her gün adım başı her yerde görüyorum. Kebab yemek istersem bir tarafta Adana diğer tarafta Urfa.

Yemek istersem bol.

Öte yandan kabuklu fasulyeyi ancak dağ yöresinde, ceviz tatlısını da keza öyle, kuru yufka böreğini, kulak hamurunu da köylerde görebiliriz.

Bursa’da yaşayan hemşerilerimiz ve dışarıdan gelen ziyaretçilerimiz bu festivalde bu sene gerçek Bursa mutfağını görebilmeli.

Festivalin gerçekleştiği alan sokak mutfağı gibi olmamalı.

Bir yanda dumanlar, bir yanda kokular oldu, inanın o festivale ne gidesim oluyor ne de göresim.

İşte önümüzde fırsat…

Bu fırsatı değerlendirmek için Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey‘e de acizane önerim odur ki Bursa’nın 17 ilçesinden esintiler olan Bursa Gastronomi MutfağıBURFAŞ eliyle bu kente kazandırmalı…

İnanın bu sayede gerçek anlamda Bursa tatları için Bursa’ya özel ziyaretler bile düzenlenir.

Öneri her zamanki gibi bizden değerlendirmek karar vericilerden.

Şehit Sancaktar Mehmetçik’i nasıl mahzun bıraktınız?

Şehit Sancaktar Mehmetçik’i nasıl mahzun bıraktınız?

Tarih 31 Ağustos 1922

5 gece 5 gün süren Başkomutanlık Meydan Savaşı sona ermiş; Türk ordusu Yunan’ı İzmir’e kovalarken, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa savaş meydanını dolaşmaktadır.

Çalköy yakınlarındaki Berberçam mevkisinde tanık olduğu manzara onu derinden etkiler: Top mermisinin açtığı çukurda şehit düşen ve üzeri neredeyse yarı yarıya toprakla örtülmüş bir Mehmetçik’in kolu, sancağı gökyüzüne doğru dimdik tutar şekilde kaskatı kalmış haldedir.

Şehit Sancaktar Mehmetçik’in künyesi yapılan tüm araştırmalara rağmen bulunamaz ama Mustafa Kemal Paşa savaş meydanındaki bu manzaranın anıtlaştırılması emrini verir.

Anıtın temeli Büyük Zafer’in ikinci yıldönümünde, 30 Ağustos 1924 tarihinde, bizzat Gazi’nin katılımıyla atılacaktır.

İstanbul’dan İzmir’e, Konya’dan Adana’ya, Afyon’dan Kütahya’ya binlerce yurttaşın Dumlupınar’a akın ettiği törende Mustafa Kemal, “Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı”nın simgelediği anlamı tek cümleyle özetler:

Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ebedi hayatı burada taçlandı.” *

(Kaynak: ata.msb.gov.tr-Atatürk Albümü)

“Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı”, Zafertepe’de Mimar Hikmet ve Taşçı Kadri tarafından üç yılda inşa edilir ve yine törenle açılır. Yaklaşık 30 yıl sonra Zafer Tepe’ye yeni bir anıt yapılması ve “Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı”nın, Atatürk’ün şehit sancaktarı bizzat gördüğü Berberçamı Tepesi’ne taşınması kararlaştırılır. Anıtın mermer parçaları ile sancak kısmı parçalar halinde Afyonkarahisar Müzesi’ne taşınır.

Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın sevk ve idare edildiği 1181 rakımlı tepede inşa edilen Zafer Anıtı 4 yılda tamamlanarak 1968 yılında açılırken, “Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı” 10 yılı aşkın bir süre müzede unutulur! Ta ki Yurtiçi Batı Bölge Komutanı Tümgeneral Ali Özveren devreye girene kadar… Özveren’in talimatıyla anıtın yeniden inşasına başlanır ve Berberçamı Tepesi’ndeki “Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı” 30 Ağustos 1979 tarihinde yeniden açılır.

1982 yazında Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtında, annem ve ablamla birlkte… (Fotoğraf: Cemal Kaplan)

Benim şehit sancaktar ile tanışmam dokuz yaşımı sürdüğüm sıralarda oldu. Sene 1982 olduğuna göre, demek ki anıtın yeniden açılmasından 4 yıl sonra…

Bir İzmir seyahati sırasında rahmetli babamın duyarlılığı sayesinde Dumlupınar güzergâhındaki hemen tüm anıt ve şehitlikleri ziyaret etmiştik. Bir de bugün Dumlupınar merkezinde bulunan, hafızam beni yanıltmıyorsa o zamanlar Zafer Tepe’deki küçük bir müzeyi gezmiştik. Kırık bir kağnının başında ailecek toplandığımızı gören yaşlı müze görevlisi usulca yanımıza yaklaşmış, kırık kağnının hatırasını hikâye etmişti. O kağnı yıllar sonra Atatürk’ün “Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı”nın temelini atarken yaptığı konuşmada karşıma çıkacaktı:

“Efendiler, Ağustos’un otuz birinci günü yaklaşık öğle vakti idi ki, yine bu Çalköyü’nde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki vaziyeti konuştuk. Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi sona erdirebilecek bir büyüklük ve önemde olduğunda birleştik. Şimdi Bursa istikametinde çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber bütün orduyla dinlenmeden İzmir’e yürüyecektik.” *

30 Ağustos 1922’de Atatürk’ün deyişiyle “alevler ve dumanlar içinde yanan Çalköy”de nasılsa sağlam kalmış kırık kağnı  bugün Dumlupınar Kurtuluş Savaşı Müzesi’den sergileniyor…

“Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı”nı ikinci ziyaretim ilkinden 24 yıl sonraya 2006 yılına rastlar. Bu kez eşimle birlikte ziyaret etmiştik, anıt ve şehitlikleri. Bir hayli de üzülmüştük.

Çevredeki birçok şehitlik sahipsiz, çoğunlukla kuru ot basmış; yangın tehlikesiyle karşı karşıya, mezar taşları kırılmış, anıtlar yıkık dökük durumda, şehitlikleri birbirine bağlayan yollar gölet sularıyla kapanmış haldeydi.

Büyük Aslıhanlar Üçtepeler Şehitliğinin 2006 yazındaki hali…

Dumlupınar Şehitliği her zamanki gibi temiz ve bakımlıydı neyse ki…

Kısmen “Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı” da öyle…

Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtını 2006 yazındaki ziyaretimizden…

Temmuz 2024’te bir kez daha düştük Dumlupınar yollarına. İkinci ziyaretimizden 18 yıl sonra… Bu kez 15 yaşındaki kızımız Işık’la birlikte.

Maalesef gözümüz gibi bakmamız, koruyup kollamamız gereken Kurtuluş Savaşı hatıralarını yine yalnız, yine tek başına, yine ıssız ve neredeyse kaderine terk edilmiş halde bulduk.

Her 30 Ağustos’ta resmi törenlerin yapıldığı Zafer Tepe’nin yamaçlarındaki alan son derece bakımsız. Zafer Anıtı’nın çevresinde sergilenen toplar, dev uçak maketleri sahipsiz. Hani kaldırıp götürsen nereye diyecek kimse yok!

Temmuz 2024’te Zafer Tepe…

Zafer Tepe’den hemen sonra “Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı”na geçiyoruz. Büyük bir coşku ve heyecanla Işık’a anıtın hikâyesini anlatıyoruz, o da tarih öğretmenlerini anarak “derslerde anlatmışlardı” diyor sevinçle, ama bizi karşılayan manzaranın simgelediği anlama layık olmadığını görünce yüzümüz düşüyor.

Temmuz 2024’te Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı…

Şehit Sancaktar Mehmetçik’in kolu yine dimdik ama kıpkırmızı sancağının rengi solmuş, söylemeye dilim varmıyor da neredeyse pembeye dönüşmüş.

Anıtın mermer kaidesi yer yer çatlamış, mermer merdivenleri kararmış.

Etrafını çevreleyen mermer korkulukların hali daha da vahim. Çatlayan mermerleri sözde yapıştırmışlar, sağlam dursun diye altlarına kırık mermer parçalarından gelişigüzel destek yapmışlar.

Öfkeyle söylenerek rotamızı Büyük Aslıhanlar Üçtepeler Şehitliği’ne çeviriyoruz.

Büyükaslıhanlar Köyü hayli büyük, nüfusu hatrı sayılır derecede, tarım var, hayvancılık var, gelgelelim şehitlik yine yalnız, yine mahzun.

Büyük Aslıhanlar Üçtepeler Şehitliğinin 2024 yazındaki hali…

Şehitliğin yamaçları yine kuru otlarla çevrili, sözde açık hava müzesine dönüşsün diye yamaçlara serpiştirilen etnografik parçalar kırık dökük, harap durumda. Küçük bir tepenin üzerindeki anıt belli ki 2006’dan sonra yenilenmiş.

1982’den 2024’e Dumlupınar İlk Hedef Anıtı…

Aslıhanlar’dan sonra Dumlupınar merkezindeki “İlk Hedef Anıtı”nı selamlayıp neyse ki yine temiz ve bakımlı gördüğümüz Dumlupınar Şehitliği ile turumuzu tamamlıyoruz.

Temmuz 2024’te Dumlupınar Şehitliği ve Bursalı şehitlerin mezar taşları…

Daha kapsamlı bir gezi için Işık’a söz verip direksiyonu Antalya’ya doğru kırıyorum ama aklımda binlerce soru dolanıyor.

Türklere Anadolu’nun kapısını açan Malazgirt, Anadolu’yu vatan yapan Çanakkale ve Cumhuriyeti getiren Büyük Taarruz.

Bugünlerde Ankara’daki bazı aklı evveller tarihi vakaları birbirleriyle kıyaslamayın, kategorik ayrımcılık yapmayın, sonuçları çok tehlikeli olur filan diyor ya!..

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!

Her 26 Ağustos’ta Malazgirt’e akın edip devletin zirvesini Ahlat’ta toplarsanız, Selçuklu Mezarlığına gösterdiğiniz hassasiyeti Afyon’daki, Kütahya’daki şehitliklerden esirgerseniz, Gelibolu’ya paye verip Dumlupınar’ı görmezden gelirseniz kıyaslarlar!

Kıyaslarım!

Hatta şunu sorma hakkını bile kendimde bulurum:

Malazgirt milliyetçi duygularınızı okşuyor, Çanakkale inancınızı derinleştiriyor da Kurtuluş Savaşı hatıraları sizi neden ürkütüyor?

Hatırlayın ne demişti Atatürk, “Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı”nın temelini atarken:

Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ebedi hayatı burada taçlandı.” *

* Hakimiyeti Milliye gazetesi, 31 Ağustos 1924.

NOT: Kurtuluş Savaşı şehitlikleri Doğa Koruma ve Milli Parklar’ın sorumluluğunda. Oysa Çanakkale‘de, Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığının sorumluluğu altında güzel işler yapılıyor, izleyebildiğim kadarıyla. Alan Başkanlığı organizasyonu Uludağ‘dan çok Kurtuluş Savaşı alanlarına yakışmaz mıydı?

Bozbey milli bayramlarla ilgili hedefini gerçekleştiriyor

Bozbey milli bayramlarla ilgili hedefini gerçekleştiriyor

Gerçek olan şu:

29 Ekim de 23 Nisan da 19 Mayıs da 30 Ağustos da hepimizin ortak değeri.

Bunlar milli değerlerimiz ve bayramlarımız.

Aynen dini değerlerimiz Ramazan ve Kurban Bayramı’nda olduğu gibi.

Kimsenin bu değerlerle problemi olmamalı, olamaz da…

Olanların da birilerinin kuklası olduğu kesindir…

Yine hatırlatmakta fayda var:

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in Nilüfer Belediye Başkanlığı döneminde 29 Ekim kutlamalarında hastane alanında yapmış olduğu kutlamalar ve öncesinde gerçekleşen yürüyüşler bu kentin hafızasına kazındı.

Artık o yürüyüş geleneksel hale geldi…

Kendisinden sonra Nilüfer Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan önceki dönem belediye başkanı Turgay Erdem de o geleneğin üzerine koyarak devam ettirdi.

O geleneğin bir benzerini de Mustafa Bozbey bu sefer Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatıyla kente kazandırmak istiyor.

Bozbey, göreve başlamasının ardından basın mensupları ile buluştuğu ilk basın toplantısında hedeflerinden birinin de ulusal  bayramları geçmişte olduğu gibi stadyumda halkla beraber kutlamak olduğunu ifade etmişti.

Şimdi bugün bu hedefini, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı Bursaspor’un şampiyonluklar kazandığı, bizim küçüklüğümüzde ilkokul ve ortaokuldayken 23 Nisan ve 19 Mayıs’ta yürüyüş gerçekleştirdiğimiz, yıkılan Atatürk Stadyumu, yeni adı ile Millet Bahçesi’nde gerçekleştirecek.

Büyük Taarruz’un 102 yıldönümünde “Hepimizin Zaferi” konsepti ile gerçekleşecek etkinlikler saat 19.30’da tarihi Bursa Büyükşehir Belediye Binası’nın önünden halkın katılımı ile fener alayı ile başlayacak, yürüyüş Millet Bahçesi’ne kadar devam edecek.

Sonrasında ise akşam saatlerinde kutlamalar gecenin geç saatlerine kadar 20.30’da başlayacak Nilüfer konseri ile devam edecek.

Öte yandan bugün toplu taşıma araçlarının ücretsiz olması da oldukça önemli…

Bu vesile ile bu güzel toprakları bize bırakan ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyor, mekanları cennet olsun diyorum.

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun…

Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar var olsun!..

Önce ormanlarımızı, ardından sularımızı kaybetmemek ve yeniden Yeşil Bursa için

Önce ormanlarımızı, ardından sularımızı kaybetmemek ve yeniden Yeşil Bursa için

Özellikle bu yaz Bursa‘da onca uyarıya rağmen çıkan yangınlar sonucu yüzlerce dekar ormanımız yok oldu.

Bu satırları kaleme aldığımız anda bile İznik‘te devam eden yangın vardı…

Belki ihmal, belki kasıt.

O konu yargıda muhtemelen…

Ama gerçek olan şu: Bursa’nın ormanlarının her geçen gün azaldığı, yeşilin bugün dünden daha az oduğu.

Temennimiz odur ki yarın, yeşil bugünden az olmaz, yarından sonra eski yeşil Bursa‘dan bahsetmek mümkün olur.

Böyle olması için icraata geçmek gerekir…

Malum Bursa özelinde;

Bir tarafta yanan ormanlar diğer tarafta ise kurulu onlarca sanayi bölgesi, binlerce fabrika…

Ve kurulmaya çalışılan sanayi bölgeleri…

Kurulmak istenen sanayi bölgeleri de yeşilin tam göbeğine kurulacak.

Plansız, çarpık yapılaşma da bunun tuzu biberi olacak.

Bursa’nın griliğe çalan renginin diğer sebebi…

Bugün geçmişte yeşillikler içinde koşturduğumuz parklar kaybolup gitti.

İşte bu noktada yapılması gereken nedir?

Bunun için cevap basit, Bursa’yı tekrar yeşil Bursa yapabilmek için topyekün gayret etmeliyiz.

Misal bu noktada Bursaspor Başkanı Enes Çelik bir misyon üstlenebilir. Bursaspor’u izlemek için kombine alan her taraftar için bir fidan dikerek Bursaspor ormanı oluşturabilir.

Yeşil beyaz renkleri ile pozitif hava yakalayan bu kentin çimentosu Bursaspor, bu vesile ile kentin rengini tekrar yeşile döndürebilir.

Yine açılışlarda ve vefatlarda cemiyet sahipleri çelenk yerine ilgili kişi ve kurumlara fidan bağışı yapılmasına vesile olarak Yeşil Bursa için katkı koyabilir.

Öte yandan şehirlerarası terminale giren, Bursa’nın havasını kirleten, yolcu taşımacılığı yapan her araç için fidan dikimi zorunlu tutulabilir.

Yine Bursa özelinde minibüs, dolmuş ve toplu taşıma araçları için her yıl beş fidan dikme zorunluluğu getirilebilir.

Onun dışında trafiğe çıkan her yeni aracın adına fidan dikme zorunluluğu yasal düzenleme ile getirilebilir.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…

Bunları uygulamaya koymaz isek önce ormanlarımızı ardından tüm yeraltı su kaynaklarımızı kaybederiz.

Uyarı ve öneri her zamanki gibi bizden.

Değerlendirmek karar vericilerden…

Yaz döneminde bazı milletvekillerini neden göremiyoruz?

Bursa’yı TBMM‘de temsil eden 20 milletvekili bulunuyor. Gel gör ki seçildiği ilk günden itibaren yemin töreni için Ankara’a giderken gördüğümüz, ardından bir daha göremediğimiz birçok vekil var.

İktidarda olsun muhalefette olsun törenlere giden milletvekilleri aynı vekiller.

Misal olarak AK Parti‘de Ahmet Kılıç, tabiri caiz ise 7/24 halkın sorunları ile ilgileniyor.

Öte yandan Refik Özen de birçok etkinlikte bulunmaya özel gayret ediyor.

Keza Artvin Milletvekili olmasına rağmen Faruk Çelik hem seçim bölgesinde, hem daha önceki seçim bölgesi Şanlıurfa, hem de yaşadığı kent Bursa‘da her yerde…

Tam joker…

Ama Gelecek Partili C. Kani Torun‘u gören var mı bilemiyorum. Keza SP’li Mehmet Atmaca‘yı da az görür olduk.

Öte yandan AK Partili N. Müfit Aydın da çoğu zaman Sapanca’da…

Milletin aslının beklentisi milletin vekili olanların sürekli yanında olması.

Maalesef ne yazık ki biz göremedik…

Vatandaş nasıl görecek?

Orası kocaman soru işareti.

Belki de yaz çıkmadan görürüz…

Kim bilir?..

Yerel yöneticiler seçim vaatlerini çabuk unuttu!

Yerel yöneticiler seçim vaatlerini çabuk unuttu!

Yerel seçimlerin üzerinden beş ay geçti. Birkaç gün sonra altıncı aya girecek. Bundan sonra kimsenin bahanesi kalmadı.

Koltuğa ilk defa oturanların alışma süresi idi.

Bir anlamda belediyeyi tanıma süresi idi.

Öte yandan Bursa özelinde bazı isimler var ki onlar koltuğa ilk defa otursa da önceki dönemlerde ya aday adaylığı ya da partisinin adayı olarak seçime girmişlerdi.

Misal olarak geçen seçimlerde Şükrü Erdem, Millet İttifakı adına İYİ Parti’den aday olmuştu.

Bu seçimlerde CHP’den Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı adayı oldu.

Orhaneli’de Ali Osman Tayir bundan önceki dönemlerde birden fazla AK Parti’den aday adayı olmuştu. O da hedefine bu dönem ulaştı.

Keza Keles’te belediye başkanı seçilen Ali Doğru da önceki yıllarda aday adayı olmuştu.

Bunun yanı sıra Yenişehir’de Ercan Özel de önceki yıllarda birden fazla aday adaylığı olan bir isim. O da bu dönem hedefine ulaşabildi.

Yine Harmancık’ta Haşim Ali Arıkan da daha önce belediye başkan adayı olmuş isimlerden.

Mustafa Bozbey de bir önceki yerel seçimlerde Büyükşehir Belediye Başkan adayı sıfatıyla sandığa girdi. Siyasette uzun yılları aşan deneyimi mevcut.

Osmangazi’de ise Erkan Aydın üçüncü kez aday olarak girdiği sandıktan başkan olarak çıkmayı bildi.

Kestel’de başkanlık koltuğuna oturan Ferhat Erol da hem il hem de ilçe yönetiminde uzun yıllar görev yaptı.

Seçimlerden önce gerek AK Parti gerek CHP gerekse İYİ Parti’den aday olan başkan adaylarının en önemli vaatlerinden biri mevcut personelin işten çıkarılmayacağına yönelikti.

Bunun dışında önceki dönem belediyeden daha iyi yönetim sözü vardı.

Son birkaç gündür telefonlarımız susmuyor. Özellikle bazı belediyelerden personel çıkarıldığına dair bilgiler kulağımıza ulaşıyor.

Ekmek aslanın ağzında değil, kursağında, belki de daha ileride.

Bu zamanda iş bulmak ayrı bir dert.

Geçinmek daha büyük dert.

Üstüne üstelik işsiz kalırsan çık işinden çıkabilirsen.

Bir de önümüzdeki hafta okulların açılacağını düşünürsek, zor dostum zor.

Netice olarak biz de seçilmiş belediye başkanlarına soruyoruz…

Hani işçi çıkarmayacaktınız?

Seçim öncesi verdiğiniz vaatlerinizi çabuk mu unuttunuz?

Sormamız gereken diğer bir konu ise eleman niye alıyorsunuz, o zaman çalışanları neden çıkardınız?

Yine göreve geldiğiniz beş aylık süre zarfında belediyeye ait menkul ve gayrimenkulleri satışa çıkardınız mı?

Çıktıysa satış gerçekleşti mi?

Gerçekleşen satış sonunda belediyenin kasasına ne kadar bir rakam girdi?

Bu elde edilen geliri nerelerde kullandınız?

Bu soruları çoğaltmak mümkün.

Bu arada borca rağmen emekçinin hakkını koruyan, onları işten çıkarmayan, evine ekmek götürmesine vesile olan tüm yerel yöneticileri de ayrıca tebrik ediyoruz.

Son söz olarak diyeceğimiz odur ki kriz ortamında ilk iş personel çıkarmak, gayrimenkul satmak olmamalı!..

 

Kayıt bölgesinde olmasına rağmen bağış isteyen okullar var mı?

Kayıt bölgesinde olmasına rağmen bağış isteyen okullar var mı?

Okullarda kayıt paraları ve çözülemeyen istihdam sorunu ile ilgili dünkü yazımızın ardından bir çok mesaj aldım.

Okurların mesajlarından yazımıza katılanlar olduğu gibi katılmayanlar da var. O katılmayan isimlerden biri de  ESDER Bursa Şubesi Başkanı İbrahim Özacar.

Geçmişte Saadet Partisi‘nde uzun yıllar siyaset yapan Özacar şimdilerde  ESDER’in Bursa Şube Başkanlığını yürütüyor.

Özacar, yazdığımız yazının ardından  bir tanıdığının başına geleni bizlerle paylaştı. Tanıdığının çocuğu ismi bizde saklı okulun kayıt bölgesinde olmasında rağmen  bu okul Nilüfer sınırlarında bir ortaokul öğrenciyi kayıt parası almadan kaydını yapmamış!

Öğrenci velisinden ilk önce istenilen rakam 5 bin TL…

Veli ile daha sonra zar zor 1.200 TL’ye anlaşılmış…(buna zoraki anlaşma denir)

Bu arada en önemli detay ise bağış istenen bu ailenin, deprem dolayısı ile geçen sene Bursa’ya yerleşen bir aile olması.

Bu özel durumlarını okul idaresine  anlatmasına rağmen, bir de üstüne üstlük adrese dayalı kayıt bölgesinde olmasına rağmen kayıt parası istemişler.

Özacar’a bunu özellikle sordum.

O da, okulun da öğrencinin de ismini verdi.

İsmi şimdi bende gizli…

Veli de evladının mağdur olmaması adına sağdan soldan borç bulup o kayıt parasını ödemiş…

İş sadece kayıt parası değil.

Bize gelen mesajlardan ve iddialardan okullardan fotokopi kağıdının dışında abartı şeklinde malzeme isteyenler de mevcut…

Neler istenmesi konusunda bakanlığın bir liste hazırlaması şart diye düşünüyorum.

Bu listenin dışına çıkanlara devletin ihtar ve soruşturma mekanizmaları işletilmeli…

Bağış ve bu tür malzeme isteyen okulun ismi şimdilik bende saklı. Eğer ihtiyaç duyulması halinde Nilüfer İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Altınok ve Bursa İl Milli Eğitim Müdürü Ahmet Alireisoğlu’na veririm.

Kayıt dışından alınan istenen rakamların izahı var amma velakin kayıt bölgesinden istenen zorunlu bağışları veya diğer adı ile kayıt paralarını kim nasıl izah eder bilemem!

Umarım bu tür iddialar bir daha kulağımıza gelmez…

 

Süt sarmalı yeniden!

Süt sarmalı yeniden!

Bu köşeden sizlere sürekli kötü haberler vermekten bıkmış usanmış bir yazar olarak önümüzdeki dönemde süt fiyatlarının geçtiğimiz birkaç yılda yaşanan önlenemez yükselişe benzer bir ivme kazanacağını söylemeyi boynumun borcu bilirim.

Süt konusunda da tarımın ekili alanlarındaki ürünlerde olduğundan daha farklı bir durum yok aslında. Bir dönem fiyatlar iyi gidiyor ve sektöre pek çok üretici giriyor. Ürün bolluğundan fiyatlar düşüyor, bu kez sektörden pek çok üretici çıkıyor, ürün az olduğundan fiyatlar hızla yükseliyor ve TUSEDAD Yönetim Kurulu Başkanı Sencer Solakoğlu’nun tabiri ile bir yoyo gibi durum bir azalıp bir artan rakamları takip ederek devam ediyor.

İşin ilginç tarafı ise şu, et ve sütte fiyatların düşmesi asla raflara yansıtılmıyor. Fiyatların yükselmesi ise raflara fahiş biçimde yansıyor.

Yani üretici kan ağlıyor, tüketici kan ağlıyor, arada gülen kim bir türlü bulunamıyor.

Esas mesele plansız üretimde, işin sorumlusu biraz da hakkını aramak için sivil toplum örgütlerinde bir araya gelmesi gereken, ancak bunu bir türlü başaramayan halkta!

Peki şu anda ne oluyor?

“Şu anda süt üreticisine yüzde 13’lük bir gerileme yapılıyor. Süt üreticisinin fiyatını 2 lira daha geriye çektiler. Önümüzdeki sene çok daha pahalıya süt içecek vatandaş!” diyor Solakoğlu. Anlayacağınız o meşhur sarmala yine girdik.

Et fiyatlarının düşmesi için geçtiğimiz iki yılda yabancı çiftçiye 3 milyar dolardan fazla para verilmiş durumda. Toplam tarımsal desteklemeden daha fazla bir paradan bahsediyoruz.

Geçtiğimiz dalgalanmada zaten küçük işletmelerin büyük bölümü sektörden kendini arındırmıştı. “Üretici bitti yok oldu, köylerde insan kalmadı. Kalan kazıntıları da sıyırmaya çalışıyorlar. Sözleşmelere rağmen yapılıyor tüm bunlar!” diyor TUSEDAD Başkanı.

Hemen hatırlayalım geçtiğimiz dönem ne olduğunu. Sattığı süt yem parasını dahi karşılamayan vatandaş süt ineklerini memelerinden sütler akarken ağlaya ağlaya kesime göndermiş bir ineğin kesim parası ile diğer ineklerine yem alıp onları yaşatmaya çalışmıştı ve bu böyle hiç inek kalmayana kadar sürüp gitmişti.

Ne ineklerin memelerinden akan sütün ziyan olmasının verdiği iç acısına ne de çiftçinin gözyaşına kimse aldırmamıştı.

Şimdi geldiğimiz noktada;

“Geçtiğimiz dönemde yaşanan süt ineklerinin kesilmesinden çok daha ağır kıyımlar yaşanacak. Şu anda bahsettiğimiz şey Türkiye’nin protein üretiminin tamamen yok olması ile karşı karşıyayız. Hiç olmadığı kadar ağır bir krizle karşı karşıya çiftçiler ve bunun altından bu koşullarda kalkmaları mümkün değil!” feryadı yükseliyor Sencer Solakoğlu’nun ağzından.

Ortada son derece basit bir hesap var aslında. Bir inek yaklaşık 80 bin lira. 10 ineği olan bir çiftçi 800 bin lirayı cebine koyuyor. Aylık 30-35 bin lira faiz geliri demek bu. Hayvan bakma derdi yok, yem yapma derdi yok, hastalık derdi yok…

“Kimsenin farkında olmadığı kadar kötü ve rezil bir durumdayız. Bu düzensizlikten para kazanmaya alışmış bir sanayici tarafı var. Onlar bu düzenin bozulmasını kesinlikle istemiyorlar.

Bakanlık sonuna kadar arkamızda rekabet kurumu da şimdi incelemeye girdi. Adeta çiftçiye komplo kuran bir sanayici var. Süt üreticinin elinde tutulabilir bir ürün olmadığından bundan yararlanıyorlar. İş kölelik sistemine geçmiş gibi bir davranış sergileniyor” sözleri yine Sencer Solakoğlu’na ait.

Süt fiyatlarında kilo başına iki lira ucuzlama olmuş, benim peynirimi süthaneden ya da marketten alan bir üretici olarak hiç haberim olmadı, aldığım ürünün fiyatına bu ucuzlama hiç yansımadı. Sizde de durum aynıdır diye düşünüyorum. Ette de benzeri bir durum yaşanıyor. Üretici etini yüzde 30 daha ucuza satıyor, tüketici tarafında ise et fiyatlarındaki artış devam ediyor.

Eee… Ben zarardayım, üretici zararda, kim kazançta, neden kazançta?

Traktörüyle yolları kapatan domates biber üreticisinin yanında tüketiciler yoktu. Köylü tek başına sokaktaydı, fakat unutmamak gerekiyor ki, onların ürettiğini biz tüketiyoruz ve bizim alış fiyatlarımızın el yakmasının nedeni çiftçi değil.

Öyleyse neden evimizde sessizce oturup, ‘Aaaa… Yolları kapatmışlar…’ diyerek izliyoruz çiftçiyi, neden yanlarında olmuyoruz. Arada fahiş kar sağlayan büyük aktörlere karşı neden birlik olarak ortaya kuvvet doğurmuyoruz?

Bence bunu bir düşünün…

NOT: Kısa bir molanın vakti gelmiş de geçiyordu bile. Yaz bitmeden güneşin tadını çıkarmak lazım. Uzun sürmez yine görüşürüz elbet…

 

 

Okullarda istenen kayıt paraları, eleman sıkıntısı ve TYP

Okullarda istenen kayıt paraları, eleman sıkıntısı ve TYP

Okulların açılmasına sayılı günler kaldı.

Alıştırma eğitimi olarak ifade edeceğimiz 1. sınıfların başlangıcı 2 Eylül, diğer sınıflar için ders başı 9 Eylül.

Bir taraftan bu gerçek varken diğer taraftan da okulların eğitim ve öğretime fiziki olarak hazırlanması için birçok okulda çalışmalar yapılıyor.

Kimisi boya yaptırıyor, kimisi kırık dökük yerleri tamir ettiriyor.

İşte bunlar nasıl yapılıyor?

Belki de birçok okuyucumuz Milli Eğitim Bakanlığından ödenek geldiğini düşünüyor. Ama işin aslı öyle değil.

Bu masrafların birçoğu okul aile birlikleri kanalıyla karşılanmaya çalışılıyor. Veya diğer bir ifade ile o sürekli gündeme getirilen kayıt paraları var ya, onlarla bu giderler karşılanmaya çalışılıyor.

Bugün gerçek olan şu; kayıt bölgesine gitmeye hak kazanan hiçbir öğrenciden okula kayıt olurken herhangi bir ücret talebi olmuyor.

Olsa olsa en fazla fotokopi kağıdı isteniyor…

O istenen paralar ise kayıt bölgesi haricinde kayıt olanlardan isteniyor.

Neden istendiğini hatırlatayım.

Okulda okul aile birliği tarafından çalıştırılan personelin maaşını ödemek için bir, okuldaki ihtiyaç sahibi öğrencilere destek olmak için iki, okulun bakım ve onarım giderlerini karşılamak için bu da üç…

İşte istenen ücretlerin gittiği kalemler…

Bunun dışında başka bir yere harcama gittiğini düşünen varsa araştırabilir.

Diğer gerçek ise okul aile birliği tarafından da kaynak sağlanamadığı için yeteri kadar personel çalıştırılmadığı…

Zaten bu konuda Milli Eğitim okullara personel tahsisi yapmıyor.

Bu ihtiyaçlar ise İŞKUR üzerinden topluma yararlı proje kapsamında kısmen karşılanıyor. O da en erken ekim ve kasım aylarını buluyor.

İşte bu noktada Memur Sen ve aynı zamanda Eğitim Bir Sen Bursa İl Temsilcisi Ramazan Acar‘ın hafta başında sosyal medyasında yapmış olduğu açıklama oldukça dikkat çekici.

O açıklamanın virgülüne dokunmadan aynen yayınlıyorum:

“️Okulların açılmasına üç hafta süre kaldı. Yardımcı Personel ihtiyacı devam ediyor.

Hıç şüphesiz eğitim-öğretimin nitelikli ve verimli bir şekilde, sağlıklı bir ortamda devam ettirilebilmesi, okulların sağlıklı koşullarda açılması hedef/beklentisinin gerçekleşmesi için temizlik, güvenlik, bakım ve onarım gibi hizmetleri yürütecek personel ihtiyacının karşılanması kaçınılmazdır.

Malum olduğu üzere eğitim-öğretimin uygun şartlarda, hijyen tedbirlerinin tam alındığı, eğitim çalışanlarının ve yöneticilerinin asli işlerini dışında başka işleri de yapmak zorunda kalmadığı bir eğitim öğretim ortamı için personel ihtiyacı her zamankinden daha fazladır okul açılma arefesinde.

Okullarımızın yardımcı personel ihtiyacı kadrolu memur statüsünde personelle karşılanamadığından, vazgeçilemez nitelikteki hizmetler, okul-aile birlikleri tarafından veya Toplum Yararına Program (#TYP) kapsamındaki geçici istihdamla yürütülmeye çalışılmaktadır.

Okulların açılmasına üç haftadan daha az bir süre kalmış olmasına rağmen TYP kapsamında okullarda çalışacak İş-Kur personelinin/temizlik ve güvenlik personel sayısının sadra şifa bir kontenjan artışıyla gerçekleşmesini umduğumuz; ama ne vakit başlayacağına dair bir haber henüz gelmediği vakitleri yaşıyoruz.

Zor ve ağır birçok yükü omuzlamak durumunda kalan okul yönetimleri ve eğitimciler, destek hizmetleri personeli ihtiyacının karşılanamaması nedeniyle okulları eğitime hazır tutmak için büyük gayret göstermekte fakat sorunları tek başlarına çözmekte zorlanmaktadır.

Okulların kendi kullanımlarına sunulmuş herhangi bir ödenekleri de olmadığından personel açığı sorunu kalıcı olarak çözülememektedir.

Yetkili Kurumlarımız, okullarımızın sağlıklı koşullarda eğitim öğretim yapması hedefini, personel ihtiyacını karşılayarak güçlendirmeli, temizlik, güvenlik ve hijyen konusunda taviz vermemelidir.

En kısa sürede okullarımızın personel ve diğer ihtiyaçlarını karşılayacak adımlar atılmalı ve bir an önce Okul Bazlı Bütçe uygulamasına geçilmelidir”

Acar’ın özellikle okul bazlı bütçe önerisi oldukça değerli. Umarım siyasi iktidar bu isteğe kulakları tıkamaz…

 

Tarihi Hisar Bölgesi’nde butik otelcilik teşvik edilmeli

Tarihi Hisar Bölgesi’nde butik otelcilik teşvik edilmeli

Özellikle senelerdir konuşulan konuların başında Bursa’nın turizmden yeteri kadar pay alamadığı geliyor. Bu konuda haklılık payı yok dersek haksızlık etmiş oluruz.

Bunu resmi rakamlar söylüyor.

Turizm noktasında rotamızı bir türlü bulamadık.

“Hafta sonu Bursa’ya” dedik yanlış anlaşıldı.

Hafta sonu soluğu Bursa yerine başka yerde alanların sayısı hiç de az değil.

“Hedef Güney Kore” dedik…

Turist sayısı oldukça sınırlı kaldı.

Keza var olan Arap turistleri de Karadeniz Bölgesine kaptırdık.

Netice olarak Bursa farklı…

Sanayii de tarımı da tarihi de turizmi de yok sayamayız…

Birileri sanayi kenti deyip geçiyor.

Birileri de turizmi sadece Uludağ’ın kayak mevsiminin açılmasıyla başlayan dönemden ibaret sanıyor.

Ama dünyada bu tür bölgeler 12 ay kullanılıyor…

Bizde ise 40 gün…

Öte yandan Bursa yerli ve yabancı turistler için inanç turizminin merkezi olabilir.

Tarih turizminin merkezi olabilir…

Başarılı planlama ile Bursa’nın ihracattan elde ettiği gelir kadar turizmden de gelir elde etmesi mümkün olabilir…

Tarım arazilerine fabrika yapmaya gerek kalmaz.

Belki de iş insanları turizme daha çok ilgi duymaya başlar.

Turizmi geliştirme adına, misal olarak Bursa’nın en eski mahallesi, tarihi Bursa olarak bildiğimiz Hisar Bölgesini, Kale İçini, Cumalıkızık gibi cazibe merkezi haline getirebiliriz.

Öncelikle konsept olarak da;

Bitinya’dan Bursa’ya başlığı ile bu bölgeyi turizm bölgesi ilan etmek gerekiyor.

Siyasiler üzerine düşeni yaparak  bölgedeki turizm faaliyetleri ile ilgili teşvik çıkartırsa, tahminen önce buradaki tarihi evler  restore edilir, ardından buralar butik otellere, kahvaltı salonlarına, restoranlara dönüştürülürse cazibe merkezi haline gelebilir.

Etrafından bulunan yatır ve camilerle ilgili de güzel bir düzenleme yapılması durumunda özellikle Ramazan ayında inanç turizmi ile bölgede hareketlilik de artar.

Yapılması gerekenler basit doğal müzenin üzerindeki tozu kaldırmak…

Bölgenin ruhaniyetine uygun hareket etmek…

Kısaca yapılması gereken gayet basit…

Amma velakin siyasi iradenin de yerel ve genel anlamda taşın altına elini sokması şart.

Bununla beraber herkesin ortak noktada buluşması ayrı seslerin çıkmaması da şart…

Biz her zamanki gibi önerimizi yaptık değerlendirmek ise karar vericilere düşüyor…

İlaçlama var, salgın yok!

İlaçlama var, salgın yok!

Bir yanda sıcak, bir yanda nem tam da virüslerin en sevdiği havalar…

Üstüne bir de tüm dünyayı saran, haliyle bizim ülkemizi de es geçmeyen Batı Nil Virüsü korkusu çıktı başımıza. Hatta denildi ki, şu meşhur Maymun Çiçeği Virüsünden daha çabuk bulaşıyor ve daha öldürücü bir virüs Batı Nil Virüsü.

Dünyada ilk kez 1937 yılında Uganda’da tanımlanmış bu virüs. Norm Haber Merkezi son derece detaylı bir araştırma yapmış konuyla ilgili. Çalışma arkadaşlarımın izniyle bu bilgilerden biraz da ben alıntılamak istiyorum.

Hastalığın sıklıkla sivrisineklerin ısırıkları ile bulaştığını biliyoruz. Tipik sıtma özellikleri gösteriyor yani virüs. Taşıyıcılar sivrisinekler olduğundan hastalığın yayılma ayları da Haziran ve Eylül arası dönem.

Hastalığın ülkemizde görüldüğü rotalar da daha çok göçmen kuşların yol üstü mekanları. Çünkü kuşlar gibi göçebe hayvanların sinek ısırıkları ile hastalanıp taşıyıcı olması sayesinde dünyaya yayılıyor virüs. Bir dönemlerin fareler nedeniyle Avrupa’yı kırıp geçiren Veba’sını düşünün…

Allah korusun…

Yüksek ateş, uyuşma, baş ağrısı, bilinç bulanıklığı, ishal gibi pek çok belirti ile birlikte öldürücü etkisi de yabana atılmayacak cinsten bir hastalıktan bahsediyoruz.

Virüslü sinek ısırığına maruz kalanların yüzde 80 gibi önemli bir oranı hiçbir belirtiyi yaşamadan durumu atlatıyor. Ancak kalan yüzde 20’nin kayda değer bir bölümü ciddi sıkıntılarla boğuşmak durumunda kalabiliyor.

Gelelim sivrisinekli, göçmen kuşlu Batı Nil Virüsü’nü bize bağlayan sebebe…

Bizim şehirde nadiren bu vakaların görüldüğünün altını çizmek lazım. Şimdiye kadar halk sağlığı açısından tehdit oluşturacak bir noktaya hiç gelinmemiş.

Elbette tedbir olarak sivrisineklerle etkin mücadele öneriliyor. Aklın mantığın sesi de bunu söylüyor zaten.

İşin bu kısmında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in şehrin sorunlarını masaya yatırmak adına Bursa basını ile bir araya gelerek düzenlediği toplantıların, hafızam beni yanıltmıyorsa ilkinde söylediği şu sözler geliyor aklıma:

“Bursa’da bir sinek sorunu var bunu kabul ediyorum. Çünkü sineklerle, kış aylarında, larva döneminde mücadelenin başlaması lazımdı. Biz o zaman görevde değildik. Larva mücadelesi yapılmadığı için şu anda yaptığımız ilaçlı mücadele yeterince etki göstermiyor, daha etkili yöntemler araştırıyoruz. Bursalıları bu konuda mağdur etmeyeceğiz” demişti Bozbey.

Peki şimdi gelinen noktada durum nedir?

Halen zaman zaman sivrisinek şikayetlerinin de olduğu düşünüldüğünde, bence asıl sorulması gereken ve yanıt aranması lüzumlu olan soru bu. Bu konuda en yetkili merci de sinek ilaçlamasından sorumlu olan Bursa Büyükşehir Belediyesi İştiraklerinden Tarım Peyzaj AŞ. Genel Müdürü Sedat Akar.

Kendisi ile yakın dönemde konuşulanlar üzerine kısa bir sohbetimiz oldu.

Öncelikli olarak şunu söylemek gerekiyor, şimdiye kadar ilaçlama işini hep Tarım Peyzaj AŞ. gerçekleştirmiş, şimdi de bu işi aynı iştirak yürütüyor, bundan sonra da düzen bu biçimde devam edecek ve ilaçlamadan sorumlu iştirak bu işi kendi bünyesinde çözecek. Altını çiziyorum, her zaman olduğu gibi yürüyor işler ve yürüyecek.

“Bu süreçte ilaçlama araçlarımızın sayısını 70’den 80’e çıkardık” diyor Sedat Akar.

Geçmiş dönemde larva mücadelesi yapılmadığından ellerinde şu anda etkin biçimde sinek mücadelesi yürütmelerine faydası olmayan ilaçlar kalmış. Gerekli araştırmaları yapmışlar, daha güçlü, etkisi daha yüksek ilaçlar bulmuşlar ve ilaçlama bunlarla yapılıyor. İlaçla ilgili bir sıkıntı yaşanmadığı da bana verilen bilgiler arasında. Ellerinde de geçen yılkinin iki katı ilaç mevcutmuş.

“Şu an yürüttüğümüz ilaçlama mücadelesinde etkili olduğumuzu düşünüyorum, çünkü şikayet oranları yüzde 50 azalmış durumda” diyor Tarım ve Peyzaj AŞ. Genel Müdürü.

Gelecek yıl zaten böyle bir sorun yaşanmayacağını, çünkü sinekle mücadeleye larva döneminde, yani asıl ilaçlamanın yapılması gereken zamanda başlayacaklarını öngörüyorum.

Etkilisinden, yetkilisinden, kendi ağzından bilgiler böyle.

Şimdilik Bursa için endişelenecek bir durum yok gibi.

Hepimize geçmiş olsun, bir salgını daha başarıyla atlatmanın haklı gururunu yaşayalım hep birlikte…