Nerden başlasam, nasıl anlatsam!

Nerden başlasam, nasıl anlatsam!

Bursa’nın uzun zamandır ihmal edilmiş, içine alabileceği her eşyanın tıkıştırıldığı bir depo gibi kullanılmış, şişkin nüfusuna rağmen kasaba havasından çıkamamış hallerinin yüreğimi burktuğunu her zaman söylerim, bilirsiniz.

İstanbul’un arka bahçesi olmayı kaderi sayan, kendisine doğru itilen tüm kirletici ve tüketici sanayilere ‘istihdam kapısıdır’ diyerek kucak açan, geleceğinin tarımdan ve turizmden değil de fabrikasyon üretimden yana şekillenmesi için ovalarını, dağlarını, feda etmekten geri durmayan bu koca şehir; artık içinde kolay beri nefes alınamayacak, çeşmesinden akan suyu içilemeyecek, balkonunda bahçesinde rahat rahat oturulamayacak, caddesinde parkında huzurla yürünemeyecek hale geldikten sonra nihayet biraz akıllandı galiba…

Kapıyı çalan deprem tehlikesini ve günün her saati yaşanan trafik kargaşasını da hakkını vererek bir anmak lazım elbette.

Şimdi, geldiğimiz noktada şehirdeki yapı stoğunun depreme dayanıklı olmadığının, acilen kentsel dönüşüme gidilmesi gerektiğinin, şehre Ankara’dan yapılan müdahaleler nedeniyle planlamanın artık şirazesinin kaydığının altını kalın kalemlerle çiziyoruz.

Yakın zamanda Altıparmak semtinin Merinos’a kadar olan bölümünün kentsel dönüşüm planlarının hazırlanması için geniş katılımlı bir paydaşlık esası ile protokol imzalandı hatırlarsanız.

Şehrin en sorunlu yerlerinden olan bu lokasyonda kentsel dönüşümün kolay olmayacağını, fakat bu işi hakkını vererek yapan başkanın da şehrin kahramanı olacağını belirten bir yazı ile konu hakkındaki fikirlerimi beyan etmiştim.

Benzeri bir çalışma da eş zamanlı olarak Osmangazi Belediyesi tarafından yürütülüyor. Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın Çiftehavuzlar, Soğanlı, Soğukkuyu ve Ebuishak mahallelerinde bir kentsel dönüşüm için kolları sıvadığını biliyoruz. Hali hazırda yine Osmangazi Belediyesinin Kükürtlü’de kentsel dönüşüm için önemli bir girişimi mevcut.

Yıldırım İlçesi geçtiğimiz dönem de kentsel dönüşüm çalışmaları ile adından çok söz ettirmişti malum. Bu dönem daha ziyade özel sektör girişimciliği ile kentsel dönüşüm yolunda ilerlemeyi düşünen Yıldırım’ın da şehrin silueti yenilenirken geride kalacağını pek zannetmiyorum.

Hasılı kelam, bir yandan planlamalara ağırlık verilirken bir yandan da şantiyeye dönmemize şunun şurasında bir, hadi bilemediniz bir buçuk yıl kaldı…

Bugün Norm Haber ailesini ziyarete gelen İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Atilla Erdem ile de ağırlıklı konuşma konumuz elbette kentsel dönüşüm ve planlama oldu.

Her şeyden önce Bursa’nın fizibilitesinin çıkarılması gerektiğini, bunun için İMO Bursa Şubesinin Başkan Bozbey’e bir öneri sunduğunu, eğer önerileri kabul görürse şehrin fizibilite raporunun bir yıl gibi kısa bir sürede çıkarılabileceğini söyledi Erdem.

Bundan sonra işin planlama kısmını Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından kurulan Planlama Ofisi çerçevesinde, yeni yapılacak işlerle ilgili oluşturulan ekiplerle halledeceğiz, orası tamam.

Kentsel dönüşüm konusuna karşı çıkacak kimse yok zaten, orası da tamam…

Benim aklımın almadığı, bir anda başlayacak bu kadar çok kentsel dönüşüm çalışması sırasında evlerinden başka yerlerde yaşamak zorunda kalacak insanların ne yapacağı…

Aslında Altıparmak bölgesinin kentsel dönüşüm planının hazırlanması ile ilgili protokol imzalanırken de sormuştum bu konuyu Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e. Rezerv alanlar oluşturulması ve vatandaşa hem alternatif olarak bu rezerv alanların sunulması hem de yerleşimin kolaylaştırılması konusunda, planlar hazırlanırken bir çalışma yapılacak mı diye…

Ellerinde Belediyeye ait olan konutları satmadıklarını söylemişti Bozbey yanıt olarak.

Bu yeterli olacak mı?

Emin değilim…

Aslında kafamda oturmayan şöyle bir durum var, ‘Bu kadar ev yıkıldıktan sonra bunca insan nerede yaşayacak, bu sırada ev kiraları ve satılık ev fiyatları ne noktaya varacak?’

Zaten barınma ile ilgili sıkıntı yaşayan, kiraların hayli yüksek seyrettiği, ev fiyatlarının tavan yaptığı Bursa’da böyle bir karmaşanın içinde kaldığımızda iş nereye kadar gider kestirmek zor…

Sanırım işe başından başlamak lazımdı, yani önce boş alanlara TOKİ ya da belediye kaynakları vasıtası ile rezerv konutlar inşa edilecek, kentsel dönüşüme giren vatandaşa bu konutlar kalıcı ya da kiralık, yani geçici olarak sunulacak, böylelikle bir domino etkisi yaratılarak şehir yenilenecek…

İşin başını kaçırdık mı?

Bilemiyorum…

 

 

Tarzan zorda!

Tarzan zorda!

Şimdilerde uygulanan para politikasının adı ‘değerli tlTürk Lirası’nın değerli olması aslında kulağa ilk duyulduğunda pek bir hoş geliyor. Şöyle bir milli duyguları da okşuyor, falan, ama mesele pek de kulağa ilk geldiğindeki kadar güzel değil ne yazık ki…

2024 ihracatçı için en iyimser tanımlamayla keyifsiz, 2025 de böyle giderse felaket olacak gibi…

Ülkenin en büyük ihracatçı sektörlerinden olan otomotiv sektörünün kan ağladığını ise bizzat biliyorum.

Elbette bunu size rakamlarla da kanıtlayabilirim.

Öncelikle otomotiv sektörünün lokomotif sektörler gibi piyasa algıları ile ilerleyen ya da gerileyen bir sektör olmaktan ziyade durlu oturaklı ilerlediğini, yavaş, ama derinden bir ivme ile hareket ettiğini, yani sanayinin masaya yumruğunu vurduğunda ses getiren ağır abilerinden olduğunu hatırlatmak isterim.

Bu nedenle Otomotiv Sanayi Derneğinin verileri son derece anlamlı ve iyi değerlendirilmesi gereken veriler arasında yer alır benim için.

Veriler der ki; otomotivde üretimde de, ihracatta da ciddi gerileme var. Otomotiv üretimindeki düşüş yüzde 7, otomobildeki düşüş yüzde 5’lerde.

İhracat düşüş oranı yüzde 3. Sektörün kapasite kullanımı yüzde 68’lere gerilemiş.

Harika ekonomi masalları anlatılırken realiteyle yüzleşmek isteyenler etrafına bir bakınca ülkenin ihracat ivmesindeki gerilemeyi hemen fark ediyor.

Bu bir sır değil.

Benim gibi ekonomiden anlamayan sıradan vatandaşın dahi anlayabileceği rakamlar var ortada.

Otomotiv sektöründen gelen ilk 8 aylık veriler umut kırıcı…

Dedik ya ihracatçı sektörler lokomotif sektörler arasında sayılamaz belki, ancak ağır abidirler, sarsıntıları hissedilir diye…

Çünkü bu sektörler emek yoğun sektörlerdir. Sektörün sarsıntısı emeğin de sarsıntısı anlamına gelir ve dolayısıyla toplumda hissedilir bir değişiklik oluşturur.

İhracatın ivmesindeki düşüşün nedeni de aslında tam olarak bu durumdur. Emek yoğun kısmının yanına bir de enerji yoğun bölümünü eklemek lazım ki, tam hakkıyla konuşulsun konu…

İhracatçı sektörler insan olsalar, her dakikası planlı işkolik tiplerden olurlardı herhalde. Sektör de tam olarak böyle bir sektör çünkü. Hesaplar, kitaplar, anlaşmalar, sözleşmeler, paydaş olunan projeler, satın almalar, üretimler… Her şey önümüzdeki 10-15 yıllık şekliyle çoktan planlanmıştır bu sektörlerde.

Gel gelelim bizim ülke öyle planlı programlı işlere pek uygun bir atmosferde değil. Biz daha ziyade anı yaşayan uçarı tiplerin (sektörlerin) ülkesi olduk son zamanlarda.

Ne demiştik, ‘değerli TL’…

İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer de tam olarak burası.

Türk Lirası’nın değerli olması için ucu bucağı sıkı sıkıya tutulan, döviz nedeniyle 10-15 yıllık fiyat anlaşmaları çoktan yapılmış bu sektörler iş paydaşlarına neden ek zam talep etmek durumunda olduklarını bir türlü anlatamıyorlar.

Bizim asgari ücret karnımızı doyurmazken diğer taraftan döviz olarak da artmış bir maliyet kalemi olarak duruyor karşımızda. Çünkü ‘değerli tl’ politikası gereği döviz hak ettiği değerde tutulmuyor, sürekli baskılanıyor.

Enerjiyi de aynı kefeye koyup, sürekli artan maliyeti açıklanamazlar sepetine ekleyebiliriz.

Tüm bunlar ihracatçının yıllar öncesinden yıllar sonrasını planladıkları maliyet hesaplarını ve iş anlaşmalarını alt üst ediyor.

Daha bu bir şey değil, siz bir de yılbaşında asgari ücret zamlandıktan sonrasını hayal edin…

Anlayacağınız, ‘Tarzan zorda!’

Şimdi bu noktada kenara koyduğu dünyalıklar yedi sülalesine yetecek olan ihracatçı için dertlendiğimi düşünüyorsanız çok yanılırsınız. Burada benim için mühim olan bu sektörün emekçilerinin karşılaşabileceği zorluklar.

Bir fabrikanın kapanması ya da üretime ara vermesi hadi bilemediniz en iyi ihtimalle tek vardiyaya düşmesi kaç kişinin ekmeğine mal olur bir düşünün…

Bakalım bu şahane politikalarla nereye kadar…

Rekabet Kurumu ne iş yapar?

Küçük, çok küçük bir maruzatım olacak…

Rica ederim, hatırı sayılır her sektörün köşe başlarının üç beş aile arasında nasıl bölüşüldüğünü ve bu aileler arasında muhtemelen bir centilmenlik anlaşması yapılaraktan nasıl bir rekabetçi piyasa oluşturulması işinden sıyrılıp vatandaşın cebine çökme aşamasına geçildiğini biri bana açıklasın…

Ben anlamıyorum çünkü market zincirlerinin nasıl olup da ağız birliği edip fiyatlarını aynı anda aynı oranda yükseltmeyi başardığını…

Kapıya su getiren şirketlerin nasıl her hafta zam yapmak konusunda ağız birliği edebildiğini…

GSM Operatörlerinin nasıl dünyanın en kalitesiz hizmetini en pahalıya bize kakalayarak, her taahhüt yenilemesi döneminde yüzde 300’lere varan zamlar yaparak bir de üstüne ‘sudan ucuz’ diyerek vatandaşla dalga geçebilecek kadar fütursuz olabildiğini…

Ne iş yapar bu Rekabet Kurumu?

Bizim gördüğümüzü görmüyorlar mı?

Bizim yaşadığımız ülkede yaşamıyorlar mı?

 

Kamuya iş yapan müteahhitler kepenk indiriyor

Kamuya iş yapan müteahhitler kepenk indiriyor

Geçen hafta içinde bir dostumu ziyaret ettiğimde şöyle bir bilgi vermişti:

“Bursa’da birçok firma konkardato istiyor ama harcı yatıramadıkları için müracaat bile edemiyor” demişti…

Bu işin ticaret ve sanayi kısmında.

Bir de kamu kısmı var. Özellikle kamu kısmı deyince de akla müteahhitler geliyor.

Öncelikle şu tespiti yapmak gerekiyor:

Özellikle son zamanlarda görüştüğüm, devlete iş yapan müteahhitlere bir dokunup bin işitmeye başladık.

Bu işitmenin sebebi belli.

Devlete iş yapan müteahhitler birkaç konudan sıkıntılı;

Özellikle hammmadde fiyatlarındaki artış.

Hammadde fiyatlarındaki artış TEFE+TÜFE artışından çok daha fazla.

Sadece bu kadar değil.

Yine işçilik fiyatlarında, bakanlığın belirlediği fiyatlar ile reel fiyatlar arasında uçurum var.

Bir de bunların yanına hakedişlerin ödemeye dönen oranı da düşük kalınca işler çıkılmaz hale geliyor.

Diyor ki kamuya iş yapan müteahhitler:

“İşimizi bitirdikten sonra 200 TL hakediş veriyoruz, güç bela imzalatıyoruz. Ama çıkan ödeme rakamı bazen yüzde 10’u, bazen yüzde 20’si şeklinde olunca bizim karımız gittiği gibi zarara dönüyoruz.

Bu noktada cari giderlerimiz için de yapmamız gereken kredi kullanmak oluyor. Böyle giderse ipoteksiz bir şeyimiz kalmayacak. Yakında bankalar iş makinesi emlakçılığa başlarsa şaşırmayın!..”

Gerçekten anlatılanlar doğruysa müteahhitlerin işi oldukça zor. Bu zorluğun yansıması da devlete olumsuz olarak yansıyacak.

Yarın öbür gün fiyat teklifi verecek müteahhit kalmayacak.

O durumda piyasada tekelleşme olursa şaşırmamak lazım!..

O zaman yapılması gereken birkaç husus var.

O hususlardan ilki devletin sadece işçilikleri ihale etmesi, tedarikleri kendi yapması.

Böyle bir durumda rahatlama olur mu?

Bence olur…

Karar vericilerinin bu konuda kafa yorması şart…

Öneri bizden değerlendirmek onlardan…

Kılıç’a yeni görev

AK Parti Bursa Milletvekilleri arasında yapmış olduğu çalışmalarla dikkat çeken Ahmet Kılıç‘a yeni bir görev daha verildi.

O görevi de AK Parti Bursa Milletvekili Ahmet Kılıç resmi sosyal medya hesabından duyurdu.

Kılıç, AK Parti Sosyal Politikalar Birim Başkan Yardımcılığına atandı.

Fatma Betül Sayan Kaya’nın yardımcılığına atanan Kılıç’a bizler de yeni görevinde başarılar dilioruz.

Neler olmuş öyle, Bozbey şaşkın!

Neler olmuş öyle, Bozbey şaşkın!

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’i genişçe sorular sorabileceğimiz bir toplantı ortamında bulunca Bursa’nın dertli olduğu konuların sorulması da pas geçilmedi elbette.

İnsanın aklı hayali almıyor, şehrin en gözde yerinde bulunan öylesi kıymetli iki mekanın adeta lokasyonun çöküntü bölgesi haline gelmesi, önceden planlanmış gibi uzayıp giden, yılan hikayesine dönen, sonucunda da şehre faydalı bir yere varmayan projelerle sürekli olarak yok sayılması…

Meşhur Çekirge Teras konusundan ve İntam ne olacak merakından bahsediyorum.

Hatırladığım kadarıyla 2022 yılının Temmuz ayı gibiydi, Büyükşehir Belediyesi’nin 30 yılı aşkın süredir atıl kalmış Çelik Palas Oteli’ne ait ek binalarının bulunduğu alanda hayata geçirmeyi planladığı Çekirge Teras Projesi’ne başlaması.

‘Seçimlerden önce Bursalıların hizmetine girecek’ diye duyurulmuştu bu proje de apar topar harekete geçilen pek çok proje gibi.

Sosyal ve kültürel bir tesis yapılacak, kütüphanelerin yanı sıra sergi salonları ve kafeler de bu yapıda yerini alacaktı.

Geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın ‘Vizyon projem’ olarak tanıttığı projelerden biriydi Çekirge Teras.

Şimdi, aradan iki yıl geçtikten sonra, proje tamamlanma aşamasına geldiğinde, bir de bahsedilen seçimi geçirdikten sonra, yeni Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in konuyla ilgili değerlendirmesini duymak isteyebilirsiniz.

“Çekirge Teras Projesi yapılmış. Yani bir proje var ortada, ama nasıl yapılacağından öte üzülerek belirtmem gerekiyor ki; belediyeyle bir protokolü yok! Yani bir tahsisi yok! O bölgenin bir tahsisi olmaksızın ihale yapılmış ve müteahhit burada iş yapıyor. Onun karşılığında para ödeniyor. Bu ilk değil tabii, yani onu size söyleyeyim. Bu bir tane de değil tabii. Hatta maalesef müteahhide para ödemelerinde bizim dönemimiz de var. Bilseydim zaten kesinlikle bir lira ödemezdim! Çünkü tahsisi yapılmamış bir yere bir kurum ihale de yapamaz, para da, hak ediş de ödeyemez. Şimdi tahsis için başvurduk, bekliyoruz büyükşehir belediyesine tahsisin çıkmasını. Garip bir şey, bir sistem var. yapılmış mı, yapılmış. Bu konuda konuşacak çok şey var. Hakikaten ben de çok üzüldüm. Benim imzam da var, garip olan da o zaten!” diyor Bozbey…

Bir yerin yapılması ile ilgili ihale yapılmış, ödemeler de gerçekleştirilmiş, fakat Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin burayla ilgili öyle kütüphaneler, sergi salonları, kafeler gibi planlarından hiç bahsedilmemiş ihalede.

default

‘Bu durum neyi getiriyor peki?’ diyebilirsiniz…

Yanıt yine Bozbey’den gelsin…

Şimdi tahsis için başvurduk. Sözle iş yapılmış, tahsisi vermiyoruz diyebilirler! O zaman dava söz konusu olacak. Bunun örnekleri de var. Bursa’nın doğu bölgesinde belediyenin yaptığı bir gasilhane var mesela, zamanında yapılmış. Orman buraya el koymuş, kendine ofis yapmış. Tahsisi olmadığı için. Durumumuz böyle olabilir!”

Haydaaaa… Neler olmuş öyle, Bozbey bile şaşkın…

Sen ihalesini yap, takibini yap, projeyi duyur, ödemesini gerçekleştir, sonra da hiç hak talep edeme…

‘İşin olacağına bak’ derdi rahmetli anneannem…

Gelelim İntam mevzusuna…

2006 yılında yıkılan ve sonrasındaki akıbeti de yılan hikayesine dönen İntam’da geçtiğimiz yıl bambaşka bir tehlike baş göstermiş, İntam istinat duvarı çevresinde bir anda biriken su Çekirge Caddesi’ni göle çevirmişti.

Dönemin Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er, “Temel Drenajın mutlaka yapılması lazım. Suyun mutlaka drenaj edilip, etkisini kaldırmamız gerekiyor. Su eğer cepheden geliyorsa büyük bir tehlike var!” açıklamaları ile vatandaşları uyarmıştı.

Su bir biçimde tahliye edildi, ancak istinat duvarının ömrünün de bitmek üzere olduğu gerçeğini bize hatırlattı.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Daha önce 13 kattı orası. Mahkeme tarafından iptal edildi, 10 kata geriledi. O bölgenin siluetine uygun olarak 10 kat olması yönünde görüşmeler devam ediyor, ama diğer taraftan da acele etmemiz gerekiyor.

Arkadaki istinadın ömrü çok az kaldı. Bu konuyla ilgilenmek için çok geç kalınmış. Arkadaşlarımız yoğun biçimde üzerinde çalışıyorlar. Yer sahiplerini ikna etmeye çalışıyoruz. Sunduğumuz çözümde yer sahiplerinin alanları küçülecek, ama yapacak bir şey yok arkadaşlar. Orada kurumun bir beklentisi de yok. Alanlar küçülüp, ona göre pay edilip onu sonuçlandırmamız lazım hızlıca. Bu da oradaki yer sahiplerinin fedakarlığına bağlı…” dedi.

Dertler derya bir şehir Bursa

Bozbey’in bu toplantı esnasında verdiği önemli bir söz de vardı, yazıyı kapatmadan hatırlatmak isterim; “Artık Bursa Büyükşehir Belediyesinde her şey hukuka nizama, yasalara uygun biçimde yapılacak!”

Bizde fikri takip önemli, bu sözün de takipçisi olacağız elbette. Hatta en çok bu sözün takipçisi olacağız…

Hibe fon nasıl alınır? Öğrenmek isteyenlere adres Mustafa Işık

Hibe fon nasıl alınır? Öğrenmek isteyenlere adres Mustafa Işık

Genel olarak Türkiye’nin AB fonlarından ne aldığını sorsalar en basit ifade ile şu ana kadar verdiklerinin dörtte birini desek yalan olmaz.

Bursa pay olarak ne aldı diye soracak olursak.

Onun cevabı da basit; çok çok az…

Yine kentimizde en çok payı kim aldı dersek, notu pekiyi olan belediye hangisi dersek…

Bu konuda liderlik için açık ara vereceğimiz yanıt Mustafa Işık’ın belediye başkanlığı yaptığı Gürsu Belediyesi’dir.

Bu minvalde ikinci belediye kim derseniz önceki dönem Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt da yerli ve yabancı noktasında başarılıydı diyebiliriz.

Yine önceki dönem Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in de bir başarısı var…

Diğer belediye başkanlarının bu konuda karnesi istenilen düzeyde değil.

Şimdi gelelim günümüze;

Özellikle yerel seçimlerin ardından birçok belediye başkanının dert yandığı ortak konu kaynak yetersizliği.

Kaynak alternatifleri arasında bulunacak yolların başında AB fonları ve dış hibeler geliyor. Bu hibelerden faydalanabilmenin öncelikli yolu ise açılan projeleri takip etmek… Bunun yanı sıra da mantıksal döngü çerçevesinde projeler yazılması da şart.

Bunun açılımı da projenin sürdürülebilir olması.

Yurtdışında başvurulacak fonların olmazsa olmazı bu.

Keza aynı şeyleri BEBKA kaynakları için de söyleyebiliriz.

Bugün itibarı ile ne yazık ki Bursa’da 31 Mart yerel seçimlerinin ardından göreve gelen başkanların “borcum çok yüksek, kaynak yok” diye ağlayan, Mudanya, Nilüfer, Yenişehir ve Mustafakemalpaşa belediyelerinin reisleri başta olmak üzere bu konuda harekete geçtiklerine dair bir izlenimimiz olmadı.

Acaba neden?

Madem borç gırtlağa kadar, vatandaş hizmet bekliyor, fonların kapısını çalın…

Yok ben kapıyı vuramam diyorsanız o zaman o yolu da yazalım.

Gitsinler desteği dışarıda falan aramasınlar, Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık’ın kapısını çalsınlar.

Işık, onlara hem proje yazma eğitimi hem de fon avcılığının nasıl yapıldığını öğretir.

Bu sayede de dışarıya proje yazdırılmaz.

Danışmanlar getirilmez.

Öte yandan sonuç olarak hibelerden de kimseye komisyon vermeye gerek kalmaz.

Bilmem, bu yazıdan birileri ne demek istediğimi anlamıştır diye umuyorum.

Altıparmak’ı yenileyen şehrin kahramanı olur!

Altıparmak’ı yenileyen şehrin kahramanı olur!

Altıparmak Semti ve Çarşamba Pazarının kurulduğu bölge olması hasebiyle genel olarak Çarşamba diye anılan, Merinos’a kadar uzanan kısmın kentsel dönüşüm konusunda öncelikli bölge ilan edilmesi yeni değil. Bu konuda Geçmiş Dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın girişimleri olmuş, hatta proje nihayete ererse Bursa için çok büyük bir eser bırakacağını belirtmişti.

Aktaş’ın konuyla ilgili olarak Akademik Odalarla bir protokol de imzaladığını, İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi, Mimarlar Odası Bursa Şubesi ve Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesinin konuyla ilgili ortaklaşa çalışarak Altıparmak ve Çarşamba aksına yepyeni bir hikaye yazmak üzere kolları sıvadığını biliyoruz.

Akademik Odalar yepyeni bir kentsel dönüşüm modelinden, mahalle bazlı dönüşümün getireceği avantajlardan, bölgeye tarihi değerini de yeniden kazandıracak projelerden bahsederken, birden bire; ‘2023 yılı bitmeden kazmayı vuracağım o bölgeyi dümdüz edeceğim, Bursa’yı yıkarak güzelleştireceğim…’ minvalinde açıklamalar gelmişti Aktaş’tan.

Her şeyden önce ‘Yıkarak güzelleştirmek’ cümlesinin son derece olumsuz çağrışımlar yaptığını kendi tespitim olarak burada belirtmek isterim. Bunun dışında Akademik Odaların hiç arzu etmediği biçimde apar topar bir şeylere girişmenin, bir de Akademik Odaların ağırlığını hiçe saymanın da işin tuzu biberi olduğunu hatırlatmak lazım.

Sonuç olarak konu şöyle toparlanmıştı o süreçte; Dönemin İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek, ‘Akademik Odaları bir projeye dahil ettiyseniz kafanıza göre hareket edemezsiniz. Bizimle bir protokol imzaladıysanız bu protokolün gereklerini yerine getirmekle mükellefsiniz. Dolayısıyla bahsettiğimiz kentsel dönüşüm projesi üzerindeki çalışmalar henüz tamamlanmamışken başlayamaz’ demiş ve mesele seçim sonrasında yeniden ele alınmak üzere belediye tarafından kapatılmış, Akademik Odalar da çalışmalarına devam etmişlerdi.

Ne kadar çok Akademik Odalar dedim…

Bu aralar Bursa’da Akademik Odaların lafının geçmesinden memnuniyet duymayan, odaları çalışmalara adeta bir aksesuar gibi dahil edip, sonra bildiğini okumayı tercih eden bir zihniyet, mevcudiyeti itibariyle toplum yararına hareket eden bu yapıların kıymetini elbette anlayamaz.

Umarım Akademik Odaların hak ettikleri değer Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey döneminde bilinir. Zira bugün Altıparmak Caddesi ve Merinos arasında yer alan mahalleleri kapsayan bölgeyle ilgili yeni imar planı ve kentsel tasarım projelerinin hazırlanması amacıyla, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Osmangazi Belediyesi arasında, ilgili akademik odalar ile Bursa Kent Konseyi’nin de yer alacağı iş birliği protokolü imzalandı.

Bence, protokol tazelendi.

Üstelik katılımcı oda sayısı arttı. İnşaat Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası, Peyzaj Mimarları Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası protokol paydaşları arasında.

Benim çocukluğuma denk gelen zamanlarda bir ya da iki katlı yapıların yıkılarak yerine 5-6 katlı apartmanların yapılmasıyla zaten bir değişikliğe uğramıştı Altıparmak. Aynı sokaklar, aynı caddeler, dört hatta beş kat fazla nüfus yoğunluğu…

Zamanla taşıyamadı şehrin merkezi bu kalabalığı, insanların bölgeyi birer ikişer terk etmesiyle bir çöküntü bölgesi haline gelmeye başladı bu nezih semt.

Şimdilerde herkesin malumu olan bir küçük Halep durumu da var ki, evlere şenlik…

Mustafa Bozbey’in; “Bursa Büyükşehir Belediyesi 2023 yılında Şehir Plancıları Odası, İnşaat Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası ile bu amaca yönelik protokol imzalamış, bölgenin daha yaşanabilir hale getirilmesi için çözüm önerileri ortaya konmaya çalışmıştır. Şimdi ise biz, bu işi bu başlangıç noktasından alarak çok daha ileriye taşımak için hazırız. O çalışmada bölgenin sorunlarını detaylı biçimde ele almayı sağlayacak birçok analiz ve anket çalışması da yapılmıştır. Meslek odalarımızın sağladığı teknik ekip desteği ile bölgedeki her bir binanın deprem açısından risk durumu tek tek tespit edilmiştir. Mahalle muhtarlarımızdan bölgenin sorunları ve beklentileri hakkında da bilgiler alınmıştır. Burada yaşayan hemşerilerimiz ve esnafa anketler düzenlenmiş, kentsel tasarım için gerekli bilimsel analizler yapılmıştır. Çeşitli üniversitelerin değerli hocalarının da katılımı ile bölgenin, kentimizin tarihi ve kültürel yapısına uyumlu en doğru kentsel tasarımın nasıl olması gerektiğine ilişkin ilkeler ortaya konmuştur. Kentsel tasarım projesinin altyapısını oluşturacak taslak plan çalışmaları yapılmıştır” diye konuştu.

Dile kolay, 830 dönümlük alan, pek çoğu hisseli tapu ile satılmış, yıllar içinde pek çok kez el değiştirmiş daireler…

Kimse kolay olacağını söyleyemez…

Kimse olmasın, böyle kalsın diyemez…

Dolayısıyla gerçekleşmesi zor ve kaçınılmaz olanı gerçekleştirenler, hele hele vatandaşın gönlünde taht kurmayı da başarırlarsa bu şehrin kahramanı olurlar orası kesin

Proje alanı planlama ilkeleri kapsamında, fiziksel mekânın iyileştirilmesi, sosyal donatı alanlarının artırılması, ulaşım sisteminin çözümlenmesi öncelik olacak. Bölgenin yeniden bir cazibe merkezi haline getirilmesi, bu yapılırken caddenin üst kısımlarında kalan tarihi dokuyla uyumunun korunması hedefleniyor.

Bölgenin yüzde 95’i 40 ila 50 yaşında binalardan oluşuyor ve pek çoğu depreme karşı dayanıksız olma kötü unvanını taşıyor.

İyi olan şu ki; parsel bazlı bina yenilemelerden, ada bazlı dönüşüm planlarına, oradan da mahalle ölçekli kentsel dönüşüm tasarımlarına kadar ilerledik. Belki işin bundan sonraki kısmı illerin birbiriyle entegre dönüşümüdür. Zira Harita ve Kadastro Mühendisleri Odasından İstanbul’un dönüşümünden sanayileşme ve insan yoğunluğu açısından ne denli etkilendiğimize yönelik şahane bir yorum da geldi toplantıda.

Mesele bu noktaya ne zaman gelir, nasıl gelir bilmiyorum, ancak Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in şu çağrısını çok önemli buluyorum; “Merkezi hükümetin de böylesine büyük bir dönüşüm için Bursa’ya destek olmasını talep ediyoruz. Uzun vadeli 0 faizli kredi, KDV muafiyeti, hatta mümkünse vergi muafiyeti ile hem vatandaş dönüşüm esnasında ödemesi gereken meblağı kolaylıkla öder, hem de bizler yenilenmiş, depreme karşı dirençli hale getirilmiş mahalleler, semtler, şehirler kazanırız!”

Bozbey’i seçim öncesinde Norm Haber ekranlarında yayınlanan Ortak Akıl programına iki kez konuk ettim. Her konuşmamızda kentsel dönüşümün öneminden ve bu işin Avrupa’da nasıl vatandaşa alternatifler sunularak yapıldığından bahsetti.

‘Altıparmak bölgesi kentsel dönüşümünde vatandaşa farklı çözümler de sunulabilecek mi?’ soruma şöyle yanıt verdi Bozbey;

Biliyorsunuz Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin şehrin farklı yerlerinde daireleri var. Biz şu anda bu daireleri satışa çıkarmıyoruz bildiğiniz gibi. Bu daireleri vatandaşlarımıza birer alternatif olarak sunma durumumuz söz konusu olabilir. Bu konudaki bir çözümümüz de böyle olacak

Kısacası herkes kendisinden bir miktar fedakarlık yapacak, belediyeler, vatandaşlar, merkezi hükümet, hatta müteahhit firmalar…

Böylelikle şimdikinden çok daha güzel bir Bursa olacak gelecekte…

Ana gövdeden koparak kurulan partiler ve siyasi kültür

Ana gövdeden koparak kurulan partiler ve siyasi kültür

Geçmişte yazılarımızda şunu ifade etmiştik:

Ana gövdeden ayrılan siyasi partinin toplum nazarında belirli bir yere gelmesi, geldiği yerde durması oldukça zor…

İşte örnekleri…

Misal CHP’den ayrılan Mustafa Sarıgül liderliğinde kurulan TDP kendini lağvetti; Sarıgül tekrar CHP’ye döndü, milletvekili seçildi.

TDP tuttu mu?

Hayır…

Yine CHP’den ayrılıp siyasi parti kuran Muharrem İnce’nin Memleket Partisi’nin durumu da iç açıcı değil. Son yerel seçimlerde aldığı oy bir ilçe nüfusu kadar bile yok…

Biraz daha gerilere gidelim…

CHP’den ayrılan Öztürk Yılmaz Yenilik Partisi’ni kurdu. Belki bir çoğumuz partinin ismini bile bilmiyor.

Yine CHP’nin önemli isimlerinden Emine Ülker Tarhan Anadolu Partisi’ni kurmuştu. Girdiği seçimlerde istediği sonucu alamayınca partiyi kapattı.

Türk siyasi tarihinde CHP’den ayrılıp da halkın gönlüne giren tek siyasi parti vardır.. O da Demokrat Parti.

Onun dışında başka bir siyasi parti yoktur.

Gelelim madalyonun diğer tarafına…

Peki milliyetçi muhafazakar olarak siyasi yelpazede yer alan siyasi partilerden ayrılıp da tutan bir parti var mı?

Onun için son 24 yılı irdelememiz yeter. Fazilet Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından kurulan AK Parti dışında başarılı olan siyasi parti yok diyebiliriz.

Belki okurlarımızdan bazıları MHP’den ayrılıp da kurulan İYİ Parti’yi ya da BBP’ye söyleyebilir.

Bu minvalde BBP’yi biraz ayrı tarafa koyalım.

Fikirleri noktasında devlet yardımı almadan yoluna devam ediyor.

Ya İYİ Parti... Son girdiği genel seçimin ardından bir çok milletvekili istifa etti.

Tabanda rahatsızlıklar var.

Sonu ne olacak?

Onu da seçmenin vereceği karar belli edecek.

Bir de AK Parti’den ayrılıp parti kuranlar var.

Biri Gelecek Partisi diğeri de DEVA

Allah için onlar da son genel seçimlerde kendilerini CHP listelerine iyi pazarladılar.

En azından bazı isimler ilk defa milletvekili oldu.

Bir daha olur mu?

İmkansızdan da öte…

Onu ben söylemiyorum, son yerel seçimlerde aldığı o oranları söylüyor.

Velhasıl siyasette ana gövdeden koparak kurulan siyasi partilerin tutma olasılığı yüzde 1 ile 2 arasında…

Bizim siyasi kültürümüz buna onay vermiyor.

Onu da şu ana kadar kurulan siyasi partilerden öğrenmiş oluyoruz.

O açıdan yeni parti kurmaktan ziyade partilerin kendilerini yenilemesi gerekiyor.

Bilmem bir şeyler anlatabildim mi?

 

Gastronominin ‘lezzet’ kısmındayız

Gastronominin ‘lezzet’ kısmındayız

Bursa’nın turizm kenti olma sevdası uzun yıllardır kara sevda olarak varlığını devam ettiriyor. Sevda var, fakat karşılığı yok, sevda var, fakat ilerleme yok…

Önce tarih turizmi ile bu kulvarda yer bulmak istedik. Elimizde tarihe yön veren pek çok değer bulunmasına rağmen başarılı olamadık. Hemen ardından sağlık turizmi fikri gündeme geldi. Sağlık turizmine yönelik de çok kıymetli kaynaklarımız mevcuttu, şu an bu kaynakların bir kısmının üzerine TOKİ bina yaptığından başarımızın değerini ölçemiyorum bile. Bir de inanç turizmi meselesi var, İznik konusu malumunuz olduğundan insanın tadı iyice kaçıyor…

Olumsuzlukları bir kenara koyarsak, ölçebildiğimiz bir kriter elimizde mevcut aslında. 1.8 gecelik konaklama süresi!

Bursa günübirlik turistlerin otobüslerinden inip birkaç noktayı gezdikten sonra yanlarında getirdikleri dolma, börek, kurabiye menüsünü tüketerek, maksimum kalabalık, minimum kazançla evlerine döndükleri bir turizm lokasyonu.

Şimdilerde tüm dünyanın odak noktalarından biri olan, ülkemizde de pek çok şehirde bu işin iyi örneklerini gördüğümüz Gastronomi festivalleri çekiyor ilgimizi.

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Bursa Gastronomi Festivali ‘Damağımdaki Bursa’ alt başlığı ile yaptı açılışını.

Normalde, yerel gıdaları ve yerel yaşamın özelliklerini yansıtan ve yerel gıda mirasını tanıtan etkinlikler olarak tanımlanan gastronomi festivallerinin Bursa gibi pek çok kültürü içinde barındıran şehirlerde bir miktar amacının dışına taşması insanı şaşırtmıyor. Zira şehrin hem eski lezzetlerini hem de şehirde bir arada yaşayan kültürlerin kendilerine has kültürel özelliklerini bir arada bulabiliyorsunuz bu tür festivallerde.

Gastronomi festivallerinin organizasyonunda lezzet, yer ve gelenek olmak üzere üç temel unsurun yer alması beklenir. Festivale katılan ziyaretçiler bölgeye özgü gastronomik ürünleri öğrenme, deneyimleme ve bu gastronomik unsurlar eşliğinde eğlenme motivasyonu ararlar bu festivallerde. En azından bizim konukların beklentilerine yönelik tahminimiz bu olmalı. Zira bu beklenti kaliteyi de beraberinde getirir.

‘Bedava ekmek arası köfte var mı?’ sorusuyla festivale katılan, işin daha da kötüsü bu beklentisine karşılık bulan katılımcı işin gastronomik kısmından hayli uzaktır, festivalin konseptini de amacından uzaklaştırır…

Peki neler olmalıdır bir gastronomi festivalinde?

Festivalin düzenlendiği şehrin direk ve dolaylı olarak gastronomi sektörüne ürün ve hizmet üreten üreticisi, işletmecisi, satıcısı, dağıtıcısı gibi ticaret odaları ile esnaf sanatkâr odalarına kayıtlı tüm paydaşları olmalıdır elbette. Ayrıca, organize olmuş kadın üreticileri ile bireysel üretim yapan kadınlar asla unutulmamalıdır.

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Bursa Gastronomi festivalini tam da bu açılardan değerlendirmek için, özellikle açılışın yapıldığı ve her şeyin son derece intizamlı bir biçimde işlediğinin kentin yöneticilerine gösterildiği ilk gün değil de ikinci gün ziyaret etmeyi tercih ettim.

Geçtiğimiz yıl da festivali açılışının ertesinde ziyaret etmiştim. Dolayısıyla kıyaslama yapma imkanı elde etmiş oldum.

Öncelikle şunu belirteyim festival gibi organizasyonların en önemli özelliği her yıl bir önceki yıldan daha iyi olmalarıdır. Bir önceki yıldan ders alan, eksiklerini gidermeye çalışan, kendisini geliştirme yolunda adım atan etkinlikler etkilerini artırarak ömürlerine devam ederler.

Bursa Gastronomi Festivali’ni bu açıdan değerlendirdiğimde doğru yolda olduğumuzu söyleyebilirim. Yöre derneklerinin kendi lezzetlerini sunduğu bölümlerin, kadın kooperatiflerinin el emeği ürünlerinin ayrı alanlarda sergileniyor oluşu çok içime sinen bir durum oldu. Yemek yeme telaşından uzak, daha kendine has bir noktada durmaları bence görünürlüklerini de artırmış.

Bursa’nın ünü tüm ülkeye yayılmış lezzetlerinin pek çok stantta vatandaşın beğenisine sunulduğunu görmek de güzeldi. Her üründen sadece bir tedarikçinin olması talebi geçtiğimiz yıl bir miktar sorun çıkarmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Kimse rekabet istemiyor, herkes alanın sadece kendisine ait olmasını, dolayısıyla kalite ya da fiyat konusunda son sözü kendisinin söylemesini arzuluyor. Bu yıl kalite ve fiyat konusunda rekabetçi bir ortam vardı. Katılımcılar için bir avantaj da buradan yakalandı.

Geçtiğimiz yıl yaşadığımız göz gözü görmeyen, duman dumana festival havası daha doğru bir yerleştirme ile nispeten azaltılmış görünüyor. Bu kadar kusur kadı kızında da olur, hatta seneye çok daha iyi olur kanaatindeyim.

Bildiğimiz markaların yanında geçmişte unutulmuş lezzetlerin yer aldığı, Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanmış stantları görmek sevindiriciydi benim için. Önümüzdeki yıl çok daha fazla eskide kalmış lezzetin bu stantlarda yer alacağını düşünüyorum.

Vatandaşın ilgisi yoğundu, ancak alan geniş tutulduğu için yoğunluk ziyaretçileri boğmuyordu.

Biliyorum ki festival daha çok genç, biliyorum ki bu işler için zamana ihtiyaç var yine biliyorum ki bir festivalin güçlenmesi için tanıtıma büyük önem vermek gerekiyor. Tüm bu verileri bir araya getirdiğinizde festivalin şimdilik sadece Bursalılara hitap eden bir yönü olduğunu söylemekte yarar var.

Belki önümüzdeki yıl festivale kardeş şehirlerimizden ziyaretçiler getirmeyi başarır, en azından işin ulusal boyutunu aşmış oluruz.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in; “Gastronomi turizmi, bir seyahatten çok daha fazlasıdır; bir deneyim, bir keşif, bir paylaşım yolculuğudur. Bu anlamda festivalimiz, hem kültürümüzün ve mutfağımızın zenginliklerinin dünyaya tanıtıldığı hem de en keyifli lezzetlerimizin sunulduğu bir sahne olacaktır. Festivalimizin amacı, yemeklerimizi tanıtmak ve deneyimlemek kadar, yerel üreticileri desteklemek, sürdürülebilir mutfak anlayışını yaygınlaştırmak ve gastronomi dünyasında köprüler kurmaktır” sözü çok kıymetli bu noktada.

Ulusal ve uluslararası platformlara bir festivali taşımanın altın anahtarının yaratacağı farklılık ve bu farklılığın doğru tanıtımı olduğunu düşünüyorum.

Gastronomi festivali gurme tadımcıların önerdiği lezzetlerin, hatta belki Michelin yıldızlı işletmelerin de kendisine yer bulacağı, bir tabak değil belki bir lokmanın tadımı için insanların katılmaktan keyif alacağı, rafine tatların buluşacağı atölyeler oluşturabilir içinde.

Şimdilik gastronominin ‘lezzet’ bölümünün daha ağır bastığı bir festival havasında Bursa Gastronomi Festivali…

Kucağımıza doğan bu bebeğin her yıl kendini geliştirerek ilerlediğini görmek güzel.

Uğraşanların emeğine sağlık…

 

Osmangazi’de dikkat çeken icraatler

Osmangazi’de dikkat çeken icraatler

Osmangazi Belediye Başkanlığı görevine seçilen Erkan Aydın‘ın seçimlerden sonraki performansı seçim öncesinden oldukça farklı.

Bu fark olumlu yönde.

Artarak devam eden bir performans var.

Halkla iç içe sorunları yerinde dinliyor ve çözmek için gayret ediyor.

Öte yandan az zamanda yapılan çok icraat var.

Bunun dışında yapmış olduğu birkaç icraat var ki onlar da atıl olan değerleri kadınlarımızın hizmetine sunmuş durumda.

O icraat Yenibağlar Kadın Spor ve Yaşam Merkezi.

Spor merkezinin içerisinde fitness aletleri, pilates topları ve bantları, kondisyon bisikletleri ve ağırlık setleri gibi ihtiyaç duyulan tüm spor aletleri yer alıyor.

Haftanın her günü 08.00 ile 19.00 saatleri arasında hizmet veren spor merkezine gelecek olan Osmangazili kadınlar, uzman antrenörler eşliğinde spor yaparak hem formda kalacak hem de günlük yaşamın stresinden uzaklaşma olanağına sahip olacak.

Asıl üzerinde durulması gereken ise bu aletlerin önceki yıllarda Soğanlı Hizmet Binasında sadece başkan ve başkan yardımcılarının kullanımında olması.

Aydın ve ekibi hem aletleri atıl durumdan kurtardı hem de düşük maliyetle icraat yapıp halkın kullanımına açmış oldu.

Bence asıl üzerinde durulması gereken bu.

Bundan dolayı Aydın ve ekibin tebrik ediyoruz.

Bu arada, Aydın’ın yapmış olduğu diğer bir icraat var ki onu da bir muhtar arkadaş anlattı.

Belediyeden görevlendirilen bir ekip her hafta muhtarları ziyaret ediyor, onların mahalle olarak ihtiyaçlarını ve eksiklikleri tespit ediyormuş.

Eksiklikler de en kısa zamanda giderilmeye çalışılıyormuş.

Bu da oldukça önemli bir çalışma.

Bu sayede demokrasinin uçbeyleri bir anlamda onore edilmiş oluyor.

Öte yandan yazıyı Osmangazi’den bir gelişme ile sona erdirelim.

Soğanlı Hizmet Binasında spor salonundan boşalan alana Osmangazi Belediyesi’nin şirketi OKİ’nin taşınacağını ifade edelim.

Osmangazi’de beklenmeyen istifa

Özellikle içten içe çok konuşmaların olduğu siyasi partilerin başında AK Parti geliyor. Kurulduğu günden itibaren girdiği seçimlerde ilk defa ikinci parti olan AK Parti’de kongre öncesi fokurdamalar dikkati çekior.

Bu minvalde ilk büyük tepkiyi AK Parti Osmangazi İlçe Gençlik Kolları Başkanı Çağatay Muti gösterdi.

Zehir zemberek açıklama ile görevinden istifa etti.

Bakalım bu istifaların arkası gelecek mi?

Bekleyip takip edelim…

Büyükorhan’da Kamil Turhan termal su için harekete geçti

Büyükorhan’da Kamil Turhan termal su için harekete geçti

Son yerel seçimlerde olağanüstü borçla karşılaşan belediye başkanlarından biri de Büyükorhan Belediye Başkanı Kamil Turhan.

Bütçesinden daha fazla borçla karşılaştı…

Bu borca rağmen;

Başkan Turhan, her şeye rağmen kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerden.

Mazeret üretmedi. Çözümün parçası olmak için olağanüstü gayret gösteriyor.

Cuma  günleri kurulan tarihi hayvan pazarının olduğu alana belediye adına sosyal tesis kurdu ve işletmeye başladı.

Geçen ay içinde ilçe merkezinde kültürel etkinlik gerçekleştirdi.

En önemlisi hiç personel çıkarmadı.

Bir tarafta bunları yaparken diğer tarafta da ilçesinin gelişimine katkı koyma adına ek çalışmalar yapıyor.

Ama gerçek olan şu: Bölgenin tabii dokusunu bozmadan bölgeye bir şeyler yapmak gerekiyor.

Bunun yolu da tarım, hayvancılık, termal ve ekoturizmden geçiyor…

Bunlar gerçekleşirse bölgede tersine göç de başlar…

Bu minvalde geçen haftalar içinde Başkan Turhan, Cuma Hamamı ve çevresindeki 10 km’lik alanda termal su arama ruhsatı müracaatını yapmıştı.

O müracaat olumlu karşılandı ve gerekli izinler verildi.

Turhan ve ekibi izin sonrasında sondaj noktasında hemen işe koyuldu.

Sondajlarla ilgili ön çalışmalar yapıldı.

Çok yakın zamanda sondaj yapılacak.

Bölgede istenen debide kaynak bulunursa Büyükorhan termalin önemli ilçelerinden olmaya aday. Bizim temennimiz de odur ki Büyükorhan gibi ilçeler kalkınacaksa tarım, hayvancılık, ekoturizm ve termal turizm ile kalkınmalı.

Umarım Turhan ve ekibi sondajdan istediği sonuca ulaşırlar.

Büyükorhan da termal noktasında iyi bir yere gelir….

Ardından yapılması gereken ise Görecik Yaylasını ekoturizme kazandırmak olmalı.

Öneri bizden değerlendirmek karar vericilerden…

AK Parti’de kritik toplantı

Kongre sürecine giren AK Parti’de hazırlıklar devam ediyor.

Aslında önümüzdeki kongrelerde soru bir anlamda şu: AK Parti toplumun beklentisi yönünde mi değişecek, yoksa mevcut durumda devam mı edecek?

Bu sorunun yanıtını da öğrenmiş olacağız.

Bu minvalde önceki gün AK Parti İ Başkanlığı’nda bölge koordinatörleri Nazlı Ergül ve Furkan Leventoğlu‘nun da  katıldığı bir toplantı gerçekleşti.

Toplantıya ilçe başkanlarının da katıldığını belirtelim.

Bir anlamda kongreler öncesi yol haritası belirlendi.

Bakalım bu haritada kimler devam edcek?

Kimler mola verecek?

Bekleyip görelim…

Yavuz Ağıralioğlu’nun partisi için geri sayım

Yavuz Ağıralioğlu’nun partisi için geri sayım

Türkiye’de siyasetin pek çok noktadan tıkandığını söylemek mümkün. Bir lider partisi olan AK Parti’nin saltanatı her geçen gün sarsılırken, solun merkez partisi olmaya çalışan CHP’nin güç topladığı ortada. Şimdi dengenin sağlanması açısından sağın güçlü bir merkez partiye ihtiyacı var ki, siyaset marjinal partilerle birlikte sağlıklı bir sac ayağına otursun.

Hatırlarsanız bir zamanlar merkez sağ parti alternatifi olarak İYİ Parti’nin hızlı yükselişi epey ümit vadetmişti, ancak İYİ Parti’nin yükselişi ile aynı oranda bir ivme ile düşüşe geçmesi, hali hazırda şimdilerde oy oranının yüzde 3 ila 5 civarında olduğunun söylenmesi, merkez sağa gönül vermiş kitleler için bir kez daha arayışın başladığının habercisi oldu.

Konjonktürün oluşturduğu itici gücün de etkisiyle daha çok duymaya başladığımız ‘Yavuz Ağıralioğlu parti kuracak’ haberi nihayet bir gerçek olarak duruyor artık karşımızda.

Evet Yavuz Ağıralioğlu bir parti kuruyor ve partinin Bursa yapılanması için oluşturulan bir koordinasyon ekibi şimdilerde harıl harıl çalışıyor.

Koordinasyon ekibinin başında uzun süredir siyasetten elini ayağını çekmiş olan, ancak ülkenin dertleri ile dertlenmekten hiçbir zaman uzaklaşmayan, dolayısıyla yaşananlara dur demenin vakti geldiği kanaatindeki bir isim, Fikret Aslan bulunuyor.

“Sıkışan demokrasinin önünü açabilmek adına Yavuz Bey bir hareket başlattı Türkiye’de. İnşallah Türk demokrasisinin hegemonyacı bir yapıdan kurtulmasına vesile olacak bir yapı kurmak hedefindeyiz. Ezanla, bayrakla, milletle derdi olmayan, marjinal ideolojilerden arındırılmış bir kadro kurma derdindeyiz” sözleri ile özetliyor Fikret Aslan çıktıkları yolun varmak istediği noktayı.

Bursa için hali hazırda bin kişiye yakın bir liste oluşmuş durumda. Her gün yapılan görüşmelerde bu listeye sürekli yeni isimler ekleniyor. 200 kişinin üzerinde randevu bekleyen var görüşmelere dahil olmak için.

Böylesine yoğun bir ilgiye tek bir ismin yetişmesi mümkün olmadığından Fikret Aslan’ın önderliğinde 30 kişilik bir koordinasyon ekibi oluşturulmuş.

“Liyakat endeksini ön planda tutarak hakikaten bu işi hak edebilecek, ahlakla vicdanın ve aklın bir arada olabileceği bir kadro çıkarma derdindeyiz” diyor Aslan.

Bir yanda kurulacak yeni partiye karşı yaşanan yoğun talebe yanıt vermenin gayreti, diğer yanda şimdiden böylesine bir talebin yarattığı heyecanı sesinden okumak mümkün.

Bu hareketin bir özelliği de kadınların erkekler kadar söz söyleme hakkının olacağı dengeyi sağlama gayreti olacak gibi.

“Milliyetçi, mukaddesatçı yapılanmalarda kadınlar hep geri planda kalıyor. Bizim yapılanmamızda hem etkili hem de ön planda olacaklar. Erkeklerimiz kadar söz söyleyebilecekler” sözleri bu noktada çok önemli.

Gelelim bu partinin Bursa yapılanmasında İl Başkanı olarak kimin ya da kimlerin rol alacağına…

“Küçük yerlerde liyakatli kadroları tespit etmek daha kolay aslında. Bursa 5 milyona dayanmış büyük bir metropol olduğundan partinin yönetici kadrolarını oluşturma görevini yürütmek adına bir il koordinatörlüğü ekibi kurduk. Ekip olarak görevimiz, il başkanlığı yapabilecek, yönetim kademelerinde bulunabilecek en iyi, en liyakatli isimleri ortaya koyup yaptığımız çalışmayı genel merkezimize sunmak olacaktır. Bu noktada çalışmalarımız soluksuz devam etmekte. Önümüzdeki bir iki ay içinde partinin yönetim kadrosunu belirlemiş olacağımızı düşünüyorum” diyor Fikret Aslan.

Yeni partinin adı 29 Ekim tarihinde açıklanacak. Şimdiden tüm kalbiyle inandığı için bütün mesaisini harcayarak çalışmalarını yürüttüğü partinin adının ne olacağına yönelik bir araştırma yapmamış Aslan. ‘Bilmek de istemiyorum’ diyor, çünkü bir partiyi isminin değil, yaptığı işlerin tanımlaması gerektiğini düşünüyor.

Biz yine de belirtelim, hali hazırda 7 tane ismin patenti alınmış. İçlerinden biri tercih edilecek, ancak şimdilik seçilecek isimle ilgili bir kesinlik yok.

Siyasetin kirliliğine düşmemiş isimlerle yol yürümeyi amaç edinecek yeni yapılanma Bursa’nın siyasette güçlü isimleri ile de görüşüyor elbette. Genç meslektaşlarımdan Ercan Çalışır sayesinde haberdar olduğum ve Bursa’ya duyurma görevini memnuniyetle yerine getirdiğim yeni yapılanmada arzumuz sansasyon yaratmak değil, daha ziyade bilgilendirme yapmak olduğundan bu isimlerin açıklanmasını yeni partinin kurucularına bırakıyorum.

Fikret Aslan’ın; “Siyasi dilimizi olaylar ve şahıslar üzerinden şekillendirmeyeceğiz. Türk milletine Türk tarihine kadrosunu kitleselleştirebilecek, Türk milletini kendi kodlama alanına çekebilecek bir yapıdan bahsediyoruz” sözleri belki sizin için birkaç isim çağrıştırır…

Ülkenin yaşadığı sorunların en kısa özetini de veriyor Aslan; “Şu an halkımız ahlak ve erdem bekliyor, güven bekliyor. Bunu yapabilmek için eğitimde, sağlıkta, güvenlikte, gelir bölüşümünde fırsat eşitliği yaratabilmek için gayret ediyor olacağız. Öncelikli olarak devletin iş kapısı olmadığını anlamamız lazım. Uzun süredir içinde bulunduğumuz durum bize devleti iş kapısı olarak dayatmış, dolayısıyla devlet kurumları şişkin kadroları ile hareket kabiliyetlerini kaybetmiş yerler halini almıştır. Kalbiyle dili arasındaki mesafesi kısa olan, söylediği söz ile bağlanan kadrolarla yola çıkıp bu ülkeyi tüm halkımız için refah düzeyine ulaştırmak istiyoruz” diyor.

Kendisine yürekten katılıyorum. Sürekli olarak kadrolarındaki şişkinliği beslemek için mücadele eden, bu arada sürekli şişen, ancak bir türlü ortaya iş çıkaramayan devlet kurumları yerine işi üretmek olan, atik yapıları ve emeğin hakça bölüşümünü tercih ederim her daim.

Hani şu ‘Devletin malı deniz, yemeyen keriz’ lafının bize hiç yaramadığını iyice öğretecek gibi Yavuz Ağıralioğlu’nun önderliğinde kurulan bu yeni yapılanma…

Yola çıkan, yolda katılan herkese hayırlı olsun.

Gastronomi Festivali’nin ‘uluslararası’lığı

Gastronomi Festivali’nin ‘uluslararası’lığı

3. Bursa Gastronomi Festivali başladı, 13-14-15 Eylül tarihleri boyunca da sürecek.

Merinos‘ta geniş alanda ferah ferah kurulmuş standlarda birçok Bursa lezzeti ve Bursa menşeli tarımsal ürün sergileniyor.

Özellikle Kadın dernekleri ve çeşitli kooperatiflere ayrılmış sokağı gezmenizi tavsiye ederim.

Bu kentin sıcaklığını, tarımsal zenginliğini, insan emeğinin değerini hissedeceksiniz. Güler yüzlü, çalışkan kadınlar adeta ellerinin hamuruyla karşılıyor sizi.

Öte yandan, Bursa’da üretilen ve Bursa yiyecek içecek sektörünün bilinen ürünleri, markaları festivalde yerini almış. Çeşitli işletmeler stantlarda satış yaparak bilinirliklerini arttırma çabası içinde lezzet yarıştırıyorlar.

Kurulan sahnede ve çeşitli çadırlarda yarışmalar, rekor denemeleri, ikram ve tadımlar var. Böylelikle festivalin ziyaret edebilecek herkes için bir çekim noktası olması amaçlıyor.

Bursa’nın iç turizmi için bir vesile olduğu ise bir gerçek.

Özellikle iç turizm vurgusu yaptım. Her ne kadar festival logosunun üzerine bir “uluslararası” ibaresi eklenmiş ise de pek uluslararası bir yönünü göremedim.

En başta tek bir tane turizmci ya da TURSAB flamasına ben rastlamadım.

Turizmcilerin paydaş olmadığı bir “uluslararası” nasıl oluyor bilemedim doğrusu.

Nitekim programda da buna dair sadece 2. gün “Yarışma – Ulusal Şefler Yarışıyor – Bursa Lezzetleri ile Füzyon Mutfağı – Bursa Aşçılar Derneği Katkılarıyla” isimli bir etkinlik konulmuş.

Bu festivalin ilkinden itibaren her geçen gün daha kimlikli ve nitelikli bir hal almaya devam edeceğini biz de gözlemledik şüphesiz. Zaten gerek katılım koşulları gerek fiziki şartlar açısından her yıl bir diğerine göre gelişme sağlandığı da ortada.

Ancak bu “uluslararası”lık kısmı maalesef halen tartışmalı.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığına geldiği günden bu yana Başkan Mustafa Bozbey‘in özellikle devam edegelen projeleri ele alış biçimi tüm kentte memnuniyetle karşılanıyor.

Çünkü tüm Bursa’ya, Bursalılara faydayı ve en geniş katılımla ortak aklın projelerde kendini ifade edebilmesini özellikle önemsiyor. Dolayısı ile bu festivalin de bu sene değilse bile seneye bu yönüyle ele alınmasını umuyorum.

Bu gastronomi festivalinin amacına ulaşmasının bir göstergesi de, uluslararası turizmde kendini kabul ettirebilmesi olacak. Gastronomi artık önemli bir destinasyon gerekçesi.

Bursa gastronomi zenginliğini “sen ben bizim oğlan” festivalleri ile geçiştiremez.

Yerli işletmeler ile Bursa ve çevre illerin dikkatini çekerek yaratılacak hareketlilik hedef olmamalı.

Bursa’mıza gelen turist sayısı yıllardır, tarihi ve doğal güzellikleri ve gastronomisinin zenginliğine tezat, bir fakirlik yaşıyor. Dolayısı ile önümüzdeki yıl gerçek bir “uluslararası” olmak için planlama bu festivalin bitiminden başlamalı.

Bursa turizmi algıdan kısa vadeli planlardan yoruldu.

Sürdürülebilir, verimli uygulamalar beklemeye devam ediyor.

Bir kez daha yazalım; meslek ortaokullarının müfredatı yok!

Bir kez daha yazalım; meslek ortaokullarının müfredatı yok!

Her boyayı boyamış sırada fıstık yeşili kalmış eğitim sistemimizin yepyeni bir okul modeliyle daha karşımızda olduğunu 4 Eylül tarihli (Meslek okullarının müfredatı yok) başlıklı yazımda kaleme almıştım.

Baktım bugün Anadolu Ajansı konuyu büyük bir müjde olarak duyurmuş. Hatta uygulamanın başladığı dört ilden birinin Bursa olduğunun altı da çizilmiş kalın kalemlerle.

Öyleyse bir kez daha hatırlatmakta fayda var, tabela kandırmacasıyla şehir yönetmekten, tabela kandırmacasıyla ülke yönetmekten, tabela kandırmacasıyla sistem yönetmeye geçiş yapmak büyük bir başarı, gerçekten tebrik edilmesi gerekiyor.

Lakin, iş hakikatle yüzleşmeye geldiğinde meselenin aslı ortaya çıkıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın iştahını kabartan, mesleki eğitime yönelik ‘Beceri Geliştirme Programı’ları kapsamında bu yaz tatilinde ‘zanaat atölyeleri’ adıyla öğrencilerle buluşturulan kurslar oldu.

Sonrasında da bu sürece katkı sağlamak amacıyla Türkiye’de ilk defa ortaokulda öğrenim gören öğrencilerin kabul edileceği mesleki ve teknik Anadolu liseleri bünyesinde kurulacak olan ‘mesleki ortaokullar’ fikri ortaya atıldı.

Şimdilik Bursa, Sivas, Konya ve Burdur’da açılıyor bu okullar. Daha doğrusu meslek liselerinin içinde bir iki sınıf olarak yerini alacak ve görecekleri ilgiye göre gelecekte şekillenecek yeni okul modeli.

Bir de güzel süslenmiş, “Mesleki ortaokullar uygulamasıyla ortaokul dönemindeki öğrencilerin mesleki eğitime ilişkin farkındalığının oluşması, öğrenci ve velilerinin ortaokul sonrası eğitim planlamaları sürecinde meslekler hakkında daha sağlıklı bilgilere ulaşması amaçlanıyor.

Bu ortaokullarda eğitim alacak öğrencilerin beceri ve yeteneklerinin daha erken yaşlarda keşfedilip yetenekleri doğrultusunda uygun eğitim sürecinin planlanması hedefleniyor” deniyor haberde.

Benim duyumlarım Demirtaş Endüstri Meslek Lisesi bünyesinde de bir okul oluşturulacağı yönündeydi, ancak bu fikirden vazgeçilmiş ve sadece İnegöl’de bulunan Hacı Sevim Yıldız-2 Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi bünyesindeki Hacı Sevim Yıldız-2 Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Ortaokulu olarak kapılar aralanmış bu yıl.

Tüm yapılanların kabul edilemez pek çok tarafı var, bu pek çok tarafın hepsini bir kenara koysam, bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum; bu okulların müfredatı yok!

Müfredatı olmayan okul türü mü olur?

Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda kendisini hiç mi sorgulamaz!

Anlamak zor…

Hele de benim gibi yeni Türkiye düzeni olan ‘kervan yolda düzülür’ mantığını kavrayamayan biri için çok zor…

Mesleki ortaokullar bu yıl müfredatları olmadığından, yani kendilerine özel bir eğitim modeli belirlenmemiş olduğundan, normal ortaokul öğrencilerinin gördükleri eğitimi görecekler.

Anlayacağınız; adı meslek ortaokulu olacak, kendisi normal bir ortaokul olarak devam edecek hayatına. Aradaki tek fark bu ortaokullar meslek liselerinin içindeki birkaç sınıftan ibaret kalacak.

Ortada öyle müjdelik, alkışlık bir durum yok!

Belediyeler SGK’ya devrediyor, SGK kime devredecek?

Merkezi hükümetin çeşitli biçimlerde ekonomik imkanlarını kısıtlamaya çalıştığı CHP’li belediyelerin neredeyse tamamı borç defterlerinde SGK ile ilintili kısımları ödemekle ilgili hayli zorlanıyor malum. Bursa’daki CHP’li belediyeler de bu durumdan nasibini alıyor elbette.

Borcu ödemenin en kestirme en kolay yolu ise elbette mülk satışı.

Bazen kestirmeyi tercih ediyor olmaktan, bazen başka çare bulamıyor olmaktan pek çok belediye bu yola başvuruyor.

Şimdilerde en çok konuşulan konu ise Bursa’nın ‘orman arazisi’ vasfındaki en kıymetli yerinin malum borçların ödenmesi için SGK’ya devri meselesi…

Nilüfer Belediyesi’nin, iştirakleri ile birlikte toplam 626 milyon 799 bin 415 TL’lik borcuna karşılık 17 bin metrekarelik dev arazinin tapusunu Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na devretme kararı alındı.

Yapılacak görüşmeler sonucu mutabakat sağlanması halinde belediye adına kayıtlı 1/1000 Ölçekli Odunluk Uygulama İmar Planı dahilinde ‘Günübirlik ve Spor Tesisleri Alanında’ yer alan Gümüştepe Mahallesi 8067 Ada 1 Parsel sayılı 17 bin 49 metrekarelik arazinin tapusu SGK prim borcuna mahsup olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına devredilecek.

Devir sonrasında bahsedilen arazilerin yine kamu yararına kullanılacak olduğunu, yine yeşil alan olarak korunacak olduğunu bilse insanın canı yanmayacak da, yaşanan iklim krizinin etkilerini en sert biçimde gören, havası en kirli iller içinde yer alan Bursa için bu konunun önemini anlayacak kaç kişi çıkar işte orası tartışılır…

Bu noktada ‘borçlarımla başbaşayım’ şeklinde bir haleti ruhiye içinde olan belediyeleri eleştirmek niyetinde olduğum, Nilüfer Belediyesi’ni bu yola başvurmuş tek belediyeymiş gibi gösterme derdinde olduğum düşünülmesin. Bu işi bu noktaya getirenler de, özellikle CHP’li belediyeleri sıkıştırmayı marifet sayanlar da bu işin içinde çok ciddi rol üstleniyorlar.

Tüm Türkiye’de çeşitli belediyelerin bu yöntemle borçlarından arınmaya çalıştığı düşünüldüğünde bir anda gayrimenkul zengini olacak olan SGK bu arazileri hangi devlet kurumuna ya da hangi vakfa, devrediverecek onu da ileriki günlerde takip edeceğiz gibi duruyor.

Sonuçta iş dönüp dolaşıyor, yine vatandaş zararlı çıkıyor, ben ona yanıyorum…

 

Bursa’nın yemekleri ve Bursa’nın değerleri

Bursa’nın yemekleri ve Bursa’nın değerleri

Gerçek olan şu: Zaman zaman içimizden çıkan değerlerimize yeteri kadar değer vermediğimiz kesin.

Bugün gerek sanat dünyasında gerek bilim dünyasında gerekse spor dünyasında Bursa’da doğan veya Bursa’da ömrünü geçiren birçok ismin, bu noktada yerel yöneticiler başta olmak üzere, bu kente küskünlüğünü bilmeyen yoktur.

İşte örnekleri;

Festival olur davet etmezsin, Bursa’nın kurtuluşu olur aklına gelmez….

Velhasıl unutur gideriz.

Gönüllerde var olur, pek de öte gitmez.

Gönüllerin gördüğü yerden gözlerin gördüğü yere de ancak etkinlikler vasıtası ile olur…

O etkinliklerden birinin, daha doğrusu festivallerden birinin başlamasına sayılı saatler kaldı.

Bu yıl üçüncüsü düzenlenecek Bursa Gastronomi Festivali de bu minvalde Başkan Mustafa Bozbey’in Uluslararası Bursa Festivali’nin ardından en önemli etkinliklerinden…

İşte bundan dolayı Gastronomi Festivali’ni fazlası ile önemsiyoruz.

Festivalin ismi Bursa, soyadı da gerçekten Bursa gastronomisinden daha doğrusu yemeklerinden esintiler olacak mı?

Onu hep beraber pazar akşamına kadar festival kapsamında görmüş olacağız.

Ya da sadece orada dumanlar mı göreceğiz…

Ama bugünden gördüğümüz iki detay var ki onlar da gerçekten övgüye değer.

Bursa’nın yetiştirdiği iki isim festival kapsamında sahne alacak.

Oğuzhan Koç ve Fettah Can konserleri…

Oğuzhan Koç, 13 Eylül Cuma akşamı; Fettah Can da 15 Eylül Pazar akşamı Merinos Parkı’nda sahne alarak Bursalı hemşerileri ile buluşacak.

Bursa’nın yemek festivalinde Bursalı sanatçıların sahne almasını fazlası ile önemsiyor ve başta emeği geçen Başkan Mustafa Bozbey’i tebrik ediyoruz.

Öte yandan sohbetler grubunda da Bursa mutfağından çıkan şeflerin tecrübelerini kentimiz insanı ile paylaşmasını beklerdik.

Bir sonraki festivalde;

Erkan Can, Ceyda Düvenci, Olgun Şimşek, Ata Demirer, Halil Ergün, Tarık Tarcan gibi ilk aklıma gelen isimlerin de festival kapsamında Bursalılarla buluşması kent adına önemli kazanç olur diye düşünüyorum.

Öneri bizden, değerlendirmek karar vericilerden…

Bir sınav, bir karar ve suskun MEB

Bir sınav, bir karar ve suskun MEB

Memlekette idarenin neredeyse her şeyi eline yüzüne bulaştırmakta üstüne yok!

Hele mesele eğitim olunca…

Hatırlayacaksınız, bu yıl 2 Haziran’da yapılan Liselere Giriş Sınavı’ndan (LGS) sonra Fen Bilimleri Testi’nde yer alan makara sorusu üzerinde günlerce süren bir tartışma yaşanmış, uzmanlar buz gibi suda kalmışçasına ikiye bölünmüştü.

Fizik bilgim “su kaldırır, yer çeker”den ibaret olduğu için tartışmalı sorunun doğru yanıtına ilişkin akıl yürütecek değilim.

Soruyu şuraya koyayım, siz bakın:

Soru üzerine tartışma başlayınca çok sayıda veli Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) itiraz etti.

MEB bütün itirazlara aynı matbu yanıtı verdi.

Sonuçta dedi ki:

Test maddesinde itirazınıza konu olacak hata ya da eksiklik yoktur.

Test maddemiz 8. Sınıf öğrencilerinin yanıtlayabileceği düzeyde olup bilimsel geçerlik, madde yapısı, dil ve anlatım yönünden doğrudur.”

Soruyu hazırlayan Fen Bilimleri Komisyonunun bu iki cümlelik yanıtı velilerin itiraz dilekçelerine eklenen uzman görüşlerine hiçbir karşılık sunmuyordu.

İtirazlar reddediliyordu ama ret gerekçesini oluşturacak “bilimsel bilgi” ortada yoktu!

LGS gibi bırakın bir doğru soruyu, bırakın binde bir puanları, bırakın öğrencilerin diploma notlarını, çocukların doğum tarihlerinin bile sonuca etki edebildiği bir sistemde aileler için yapılacak tek şey konuyu yargıya taşımaktı.

Çok sayıda veli 5 gün süren itiraz süreci sonrası yasal süre olan 10 gün içinde idare mahkemelerine yürütmenin durdurulması ve iptal davası açtı.

Yedi gün içinde ilk incelemenin yapılması, en fazla altı gün içinde savunmanın alınması, en geç 15 gün içinde de karar çıkması gerekiyordu.

Başka deyişle her şey kitapta yazdığı gibi gerçekleşse karar en geç temmuz ortasında çıkmış olacaktı.

Adaletin gelse de geç geldiği memlekette LGS sonuçları 28 Haziran’da açıklandı, ardından birinci-ikinci yerleştirmeler ve nakiller yapıldı.

Aylarca süren sınav stresinin ardından bir de akıllarına “soru doğru muydu yanlış mıydı, iptal edilir miydi, puanlarına 3-5 puan daha ilave edilir miydi?” çengellerini taktığımız çocuklar, neredeyse bütün yaz tatilini çaresiz bir öfke ve yalnız bir ümitle geçirdi.

Tam hayatlarındaki yeni sayfayı açarak yeni okullarına başlamışlardı ki davaların birleştiği Ankara 3. İdare Mahkemesinin kararı geldi: Açıklanan nedenlerle dava konusu işlemin iptaline

Anlaşılıyor ki mahkeme 5 Temmuz 2024 tarihinde bir ara karar almış (puanlar açıklanmış ve tercih işlemleri yapılmaya devam ederken) ve konuyu bilirkişiye havale etmiş.

Üç Fizik Profesöründen oluşan bilirkişi heyeti raporunu 19 Ağustos 2024 tarihinde (birinci ve ikinci yerleştirme ve nakil işlemleri tamamlandıktan sonra) mahkemeye sunmuş ve karar tam da okulların açıldığı 9 Eylül 2024 tarihinde çıkmış.

Ne mi diyor bilirkişi raporuna dayanan kararda?

– Sorunun doğru cevabının bulunabilmesi için adayların üst seviye bazı kazanımlara (etki-tepki, ivme, denge, tork, eylemsizlik momenti) sahip olmaları gerektiği,

– Farklı değerlendirme yapılma ihtimali nedeniyle 8. Sınıf seviyesine uygun olmadığı,

– İp ve makaraların ağırlıklarının ve ipin kütlesinin önemsenmesine yönelik ifadelere 8. Sınıf seviyesi öğrencilerin yorum yapmasının beklenemeyeceği, bu tip ifadelerin sorunun doğru cevabını etkileyecek ifadeler olduğu,

– Sorunun açık ve doğru bir şekilde anlaşılmasının mümkün olmadığı,

– Sorunun 8. Sınıf seviyesinde herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermeyecek kadar iyi hazırlanmış ya da okuyan her öğrencinin aynı anlamları çıkarabileceği kadar net olmadığı…

Eee MEB, eee MEB Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü, eee Fen Bilimleri Komisyonu…

Hani test maddenizde itiraza konu olacak hata ya da eksik yoktu!

Hani test maddeniz 8. Sınıf öğrencilerinin yanıtlayabileceği düzeydeydi?

Hani test maddeniz bilimsel geçerlik, madde yapısı, dil ve anlatım yönünden doğruydu?

Hani bir deli kuyuya taş atar da kırk akıllı çıkaramazmış derler ya. Durum tam da öyle arapsaçına dönmüş halde.

Şimdi gözler bir kez daha MEB’de.

Haziran başında LGS ile ilgili hiçbir tartışma yokmuş gibi süreci yönettiğini sanan MEB yine suskun, yine devekuşu rolünde.

Sanırım bundan gocunmuyor da…

Nasıl olsa düz yeri yok! Nereden tutsan elinde kalıyor.

Bakalım MEB, meseleyi Danıştay’a taşıyarak süreci biraz daha uzatıp velilere-öğrencilere “3-5 puandan ne olur canım” dercesine haklarını unutturmaya mı çalışacak, yoksa geri adım atıp hatadan dönme ve hakkı teslim etme erdemini mi gösterecek?

Çocuklar açısından giderek daha da trajik bir hal alan süreç bakalım nereye evrilecek?

 

 

 

Bu proje hem köylüden hem doğadan yana

Bu proje hem köylüden hem doğadan yana

Çok uzun zamandır yaşadığımız olumsuzluklara odaklandığımızdan, biraz da Eylül ayının hüznüyle, iyiye, güzele yönelik hiçbir şey yazmadığımın, yazamadığımın farkına vardım.

Tam da bu sırada hemşerilerim yetişti yardımıma. Meğer Mustafakemalpaşa’da çok güzel işler oluyormuş, yavaştan adımları atılan…

Hatırlar mısınız bilmem, vakti zamanında Recep Altepe döneminde bir kurutma fabrikası kurulmuştu ilçeye. Sonrasında akıbeti belirsiz olan yapının artık sadece yapıdan ibaret kaldığını, hatta yapı olarak da ciddi hasar aldığını, bu arada içindeki makinelerin ve hurdada para edecek büyük aksamın tamamının satıldığını belirtmek lazım ki, durumu gözünüzün önünde şöyle bir güzel canlandırın.

Anlayacağınız hali perişan bir bina olarak hiç işe yaramadan duruyordu kurutma fabrikası bir süredir…

Bursa Büyükşehir Belediyesi Tarım Peyzaj AŞ.’nin bu binayı damla sulamada kullanılacak boruların üretileceği bir fabrika haline getirerek değerlendireceği geldi kulağıma.

Proje pek çok yönüyle güzel.

Konuyu hemen açalım isterim…

Öncelikle artık su fakiri olma yolunda hızla ilerleyen, ancak bu durumu bir türlü kabul edip gerekli önlemleri alamayan Bursa için suyun nerede zayi olduğu meselesi çok önemli biliyorsunuz. Defalarca yazdığımız gibi suyun kayba uğradığı en önemli alan ‘vahşi sulama…

Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak’ın açıklamalarından alıntılayarak meseleyi akademik bir noktaya da taşıyalım ve diyelim ki; ‘Vahşi sulama, bitkinin ihtiyacından fazla ve bitkinin istemediği biçimde yapılan, dolayısıyla hem bitkiye hem de toprağa zarar veren bir sulama biçimidir. Vahşi sulamada su, kontrolsüz ve ölçülmeden toprağa verilir. Aşırı su kullanımı öne çıkar. Bu durum hem toprağa hem ürüne hem de su kaynaklarına zarar verir.’

Şehrin su kaybının yaklaşık yüzde 60’lık bölümünün de vahşi sulama nedeniyle ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Vahşi sulamadan damla sulamaya geçemeyişteki en önemli etken ise maliyetin çok yüksek olması ve bu maliyeti zaten zor durumda olan çiftçinin karşılayamamasıdır.

Hadi buradan toparlayalım…

Şimdilerde üretim için hazırlanan, makinaları sipariş edilmiş olan, damla sulama borusu üretecek bu fabrika her şeyden önce bir kazanç gözetmeden çiftçinin damla sulama borularına ulaşmasına vesile olacak. Hatta yapılacak planlamaya göre damla sulama borularının destek amaçlı hibe olarak köylüyle buluşturulması da ihtimaller arasında.

Dolayısıyla bir yanda daha verimli tarıma kapı aralanırken bir yanda da su tasarrufu yapılmaya çalışılacak.

Damla sulama borularının iki çeşit olduğunu, yuvarlak boruların üretiminin çok daha kolay ve düşük maliyetli olduğunu, yassı boruların ise daha yüksek maliyete ve daha ileri bir teknolojiye ihtiyaç duyduğunu, ancak her iki çeşit borunun üretimi için de gerekli hazırlıkların yapıldığını ve fabrikanın muhtemelen önümüzdeki 4 ay sonunda üretime başlamayı planları içine aldığını da belirtelim.

Üreticinin ve çevrenin yanında yer alan her projenin destekçisi olduğumuzun da altını çizelim…

‘Anomi’nin pençesinde…

Bir süredir siz de benim gibi ‘bize ne oluyor böyle?’ sorusunu soruyorsanız içinizden, toplumun içinde savrulduğu durumun tanımının 1897 yılında Emile Durkheim tarafından yapıldığını ve bize en uygun tanımın ‘Anomi’ olabileceğini belirtmek isterim.

Uzun bir felsefi tanım olan ve toplumun çeşitli dönemlerini kapsayan Anomi kavramını yine felsefeye yatkın isimlerin destekleri ile özetlemek mümkün…

Şöyle ki;

“Toplumsal geçiş dönemlerinde normların olmadığı ya da görece normsuzluk durumu…

Anomi, toplumun sancılı bir krizle ya da ani geçişlerle sarsıldığı zamanlarda meydana gelen, normların bulunmadığı bir durumdur. Toplum ve birey arasında olan bağın kopması ve toplum-birey arasında kültürel ve ahlaki etkileşim hâlinin yok olması olarak tanımlanabilir.

Durkheim’a göre, toplumsal geçiş süreçlerinde var olan kuralların bireyler üzerindeki bağlayıcılıkları çözülmektedir. Ayrıca yeni kuralların eski kurallar kadar kabul görmemesi durumunda Durkheim, normsuzluk veya kaidesizlik olarak tanımladığı tehlikeli bir durumun ortaya çıkacağından da söz etmektedir.

Durkheim genel olarak 19. yüzyılın sanayi toplumunu, kazanmayı düzenleyen normların ya cılız biçimde kurumsallaştığı ya da hiç norm bulunmadığı bir toplum şeklinde analiz etmiştir. Sanayileşmenin gelişmesiyle beraber arzular çoğalır ve tam da geleneksel kuralların otoritesini kaybettiği bir anda, bu arzuların sunduğu zengin ödül insanları kışkırtır ve onları daha çok açgözlü ve denetime karşı daha çok tahammülsüz kılar. Tutkuların dizginsiz kalması, tam da daha fazla disipline ihtiyaç duydukları anda düzensizlik, yani anomi durumunu iyice yoğunlaştırır.

Hayatın anlamsızlaşması, değersizlik duygusu, heyecan yitimi, hedef belirleyememe, hiçbir şeyin hiçbir zaman düzelmeyeceğine olan inanç, umutsuzluk ve çaresizlik, görünmez bir zehirli gaz gibi bilinci yavaş yavaş öldürür.

Böylesi toplumlarda kurallar birbiriyle çelişir. Bir gün alınan karar veya söylenen söz ertesi gün inkar edilir. Kanun ve kurallara uymamanın yaptırımı olmaz. Uygulamalar keyfidir, akıl erdirilemez.

Bu durumda toplumda moral çökmesi ve hukuk eksikliğine yol açar. Tüm geçmiş toplumsal modeller göstermiştir ki, ekonomik dengesizliğin arttığı tüketim toplumlarında şiddete yönelik kaçınılmaz olarak artmaktadır.

Bunun nedeni, bu tür toplumların bireylerinin birbirilerine yabancılaşmaları nedeniyle birbirleriyle ilişkilerini, birbirlerini nesneleştirerek kurmalarında yatmaktadır.

Böyle bir ortamda mekana yabancılaşan insanın ötekini bir nesne olarak görüp ona şiddet uygulamasının önüne geçilmesi imkansızlaşır…”

Elbette bu tanımlamalara ve yorumlara pek çok ekleme daha yapılabilir, ben toplumumuzun içinde bulunduğu durumun giderek bu tanıma daha çok uymaya başlamasına yönelik bir saptamada bulunmak istedim sadece.

Felsefede uzmanlaşmış, derin okumalar yapan herkesin konu hakkındaki düşünceleri ve yorumları bu anlamda çok kıymetli olacaktır…

Bizim durumu tanımlamamız faydalı olacak mıdır?

En azından teşhis koymuş oluruz…

Artvin Vakfı’nın kongresinde Altun neden aday olmadı?

Artvin Vakfı’nın kongresinde Altun neden aday olmadı?

Geçen hafta içinde Bursa’da Artvin Vakfı’nın kongresi vardı.

Kongre ile ilgili olarak daha önce kaleme aldığımız yazıda Başkan Adnan Demirci’nin karşısında camianın sevilen ve sayılan isimlerinden biri olan Erdinç Altun’un adaylığının söz konusu olduğunu dile getirmiştik.

Altun ile dün sohbet etme fırsatını yakaladık.

Sohbetin ana konusu Artvin Vakfı’nın hafta sonu gerçekleşen kongresi idi.

Altun, kongre ile sözlerine göreve yeniden seçilen Adnan Demirci ve yönetimini tebrik ederek başladı.

Sonrasında ise birkaç saptama yaptı.

O saptamaları da bu köşeden aktaralım:

“Öncelikle şunu net olarak ifade edeyim, Artvin Vakfı seçimlerinde resmi bir adaylık açıklamamız olmamıştır.

Konuyla ilgili olarak benim de içinde olduğum iş insanlarıyla WhatsAap grubunda istişarelerimiz olmuştur.

İstişarelerimiz sonucunda, camiamızın önde gelenlerinin iki adaylı seçimde küskünlükler, dargınlıklar olmaması temennilerini de dikkate alarak kararımızı birlik beraberlik adına kullandık ve bu seçimlerde aday olmadık.

Bizim bu yapıların dışında zaten grubumuz var ve faydalı olacak çok işlere imza atıyoruz, o yüzden bir yere başkan olmak önceliğimiz de olamaz. “

Sonrasında ise konuşmamızın son bölümünde Altun, şunları ilave etti:

“Tekrar yeni yönetimi tebrik ediyorum, onlara da iki tavsiyem var: Vakıf siyasete yön verecek bir yer olamaz, olmamalıdır. Ayrıca başarılı olmak istiyorlarsa siyaset, güven, zihniyet değişikliği gibi gönül kırıcı ifadelerden de uzak durarak kuruluşundan bugüne kadar emek veren başkan ve yöneticileri de baş üstünde tutmaları gerekir.”

Gerçekten de öyle…

Bu tür kuruluşların siyasetçiye yakın, siyasetten uzak durması gerekiyor…

Ana öncelik üyelerinin ve doğdukları kent ile doydukları kent arasında ilişkileri en üst düzeye çıkarmak olmalı.

Temenni ederiz ki Demirci ve yönetimi Bursa’da yaşayan Artvin Vakfı üyelerinin gurur duyacağı beş katlı güzel bir tesisi bu dönemde yaparlar…

Bizlere düşen seçilen yeni yönetime başarılar dilemek…

Metro’da ilköğretim esintileri

BURULAŞ’ın genel müdürlüğü görevine Fahrettin Beşli’nin atanmasının ardından toplu taşımadaki değişiklikler gözden kaçmıyor.

İstanbul Otogarı’nın çehresini yapmış olduğu çalışmalarla değiştiren Beşli, benzer uygulamaları Bursa’da da gerçekleştiriyor.

Bu minvalde toplu taşıma araçlarını aynı zamanda müzeye çeviren Beşli, bu minvalde ilk olarak 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda otobüs ve metrolarda Zafer Bayramı kutlamalarına yönelik afişler asmıştı.

Sonrasında metro istasyonunda sergi açmıştı.

Gazilerimizi de unutmadı.

Buna ilave olarak bu hafta okulların açılması ile metro içlerine okuma fişleri koyarak öğrencilerin ve velilerin dikkatini çekti.

Bizleri de bir anlamda ilkokul günlerimize götürdü.

Bizler de emeğine sağlık Beşli diyoruz.

6 milyon çocuk açlık sınırında!

6 milyon çocuk açlık sınırında!

Bugün itibariyle CHP’nin 81 ildeki İl Başkanlıklarında eş zamanlı olarak okunan basın açıklamaları eğitim sistemimizin içinde bulunduğu sıkıntıları dile getirmeyi amaçlıyordu.

Uzun uzun yazdım, hali hazırda, çocuğu üç yaşına varmadan kreşe başlayan ve o andan itibaren kadrolu veli olarak 23 yılını sorunlarla boğuşarak dolu dolu yaşayan bir anne olarak, içinde olmaktan hiç de keyif almadığım bu konuyu.

Yazmaya da devam edeceğim, çünkü velilik görevimi sonlandırmama nereden bakarsanız bakın helalinden bir 5-6 sene var önümde.

Dolayısıyla, CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş’ın; “Özel okul ücretlerine yapılan fahiş zamlarla ve kitap, yemek, servis, kıyafet, etüt gibi ekstra ücretlerle aileler özel okulların ücretlerini de karşılayamayacakları bir noktaya gelmiştir. Nitelikli eğitime erişim hakkı hem devlet okullarında hem özel okullarda toplumun küçük bir kesiminin erişebileceği bir ayrıcalığa dönüşmüştür” sözleri ile başlamak istiyorum bugünkü yazıma.

Öğrenci araç, veli müşteri, eğitimciler de peşin satan tüccar oldu bu sistemin içinde. Aynı düzenin kayıt sürecinde devlet okullarında da benzeri biçimde işlediğini düşünebilirsiniz.

Ortalama şöyle; 22 yıllık AK Parti yönetimi, 9 bakan, her bakan için 2.5 yıllık görev süresi, 18 sistem değişikliği, her sistem için 1.2 yıllık sistem uygulama ortalaması.

Bu ortalamalardan çıkan sonucu da şöyle özetleyelim; aslında sistemin işleyip işlemediğine, sonuçlarının ne olduğuna, göreve gelen bakanın bu işi yapıp yapamadığına bakılmıyor. Çünkü bahsedilen sürelerde bu sonuçları elde etmek güç. Anlaşılan o ki, gözetilen tek bir unsur var eğitim sisteminin yönetiminde; bilimin ışığında, aydın bir modelden uzaklaşabildiğin kadar uzaklaş!

Farklı kurumların hazırladıkları açıklamaları karşılaştırınca (hadi yalan demeyelim de) birbiriyle çelişen ifadelere de rast gelmek mümkün oluyor. Yeşiltaş;

“Bakan Yusuf Tekin, 2 Eylül’de yaptığı açıklamada “İhtiyacımız açısından şu anda yüzde 95’e yakın öğretmen normumuz dolu” dedi. Bakanın ifadesine ve MEB istatistiklerine göre 48.700 öğretmen ihtiyacı bulunuyor. Ancak 2023-2024 eğitim öğretim yılında valiliklerden alınan bilgiye göre 91 bin norm açığı bulunuyor. Geçtiğimiz yıl ise 85 bin ücretli öğretmen görevlendirildi. Veriler arasındaki tutarsızlıklar sürüyor!” diyerek ortaya koyuyor bu garip durumu…

Açıklamaya katılan CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal da konuşmasında ilginç detaylara dikkat çekti.

“Türkiye tarihin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Bu ülkenin 8 milyon çocuğu yoksulluk sınırında, 6 milyon çocuğu ise açlıkla koyun koyuna hayatını sürdürüyor. Yetersiz beslendikleri için gelişemeyen çocuklarımız var artık bizim. Çocuklarımız devlet okullarında bile ‘zengin sınıfları, fakir sınıfları’ diye ayrılıyorlar!” sözleri ülkenin gidişatına yönelik önemli ipuçları veriyor.

Gelelim, Bursa özeline…

Bursa’da yeterli derslik yok. Tüccar, iş insanı aranıyor ki derslik yapılsın. Bursa’nın İl Milli Eğitim Müdürlüğü yolsuzluklarla gündeme gelmiş, ekonominin güçlü olduğu bir kentte eğitimde iyi olamadık. Eğitim karnemiz kötü!” diyor Sarıbal.

Şehrin yıkılan okullarının yerine yenileri halen yapılmadı. Hatta lokasyonu paha eder bölgelerde olan okulların geçmişi unutturularak buraların ranta açılması için büyük bir çaba sarf ediliyor.

Eğitim karnemiz kötüden de öte, bence berbat! Bursa gibi pek çok alanda ülkenin ilk üç sıralamasına giren bir şehirde böylesine köhne, böylesine battal bir eğitim skalası hakikaten yakışmıyor, üstelik bu yakışıksızlıktan kimse rahatsız da olmuyor.

Eğitim ve çocuklar ana konusunu konuşurken ülkenin sıcak gündeminden soru sormasam olmazdı elbette. Narin Güran’ın kaybolması ile başlayan süreçte ortaya şöyle bir gerçeklik de çıkmıştı; TÜİK 2016 yılından bu yana ülkenin kaybolan çocuk sayısını açıklamıyordu.

Narin ile birlikte kaybolan adaleti ararken muhtemel benzer akıbetleri yaşayan tüm çocuklarımızın peşine düşmek gibi bir gaflet içine girdim. Dolayısıyla, ‘CHP olarak siz bu konuda ne yapıyorsunuz?’ diye sordum.

CHP her yıl açıklanmayan verilerle ilgili birkaç milletvekili ile birlikte soru önergesi veriyormuş. Ancak ülkede Anayasa Mahkemesini sallamayan irade bu soru önergelerini de yanıtsız bırakmayı tercih ediyormuş.

“Yine gereken her türlü girişimde bulunacağız, sorularımızı sormaya, yanıtlar aramaya devam edeceğiz, bu halkın öğrenmesi gerekenleri açıklamadıklarını en azından meclis kayıtlarına geçsin diye bıkmadan hatırlatacağız” diyor Orhan Sarıbal.

Söz eğitimden açılmışken konunun bir parçası olan, ancak il başkanlığının yetki alanına girmediği için cevabını doğrudan Bursa Büyükşehir Belediyesinden aldığım bir bilgiyi de sizinle paylaşmak isterim.

Geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş döneminde hayata geçirilen, eski adıyla ‘Anakucak’larının, yeni adıyla ‘Bursa Yuvam’ kurumlarının pazartesi günü itibariyle eğitim öğretime başlamadığı doğru, fakat bu meselenin önemli nedenleri var.

Bundan önceki yapının çoğu kiralanmış binalarda, hizmet alımı şeklinde çalışılan öğretmenlerle idare edilmekteydi. Yaz tatiliyle birlikte tüm özlük hakları sona eren öğretmenler adeta mevsimlik işçi gibi çalışıyordu bu kurumlarda.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey bu konuda çok daha kurumsal bir iş ortaya koymak istediğini daha önce düzenlediği toplantılarda dile getirmişti zaten. Mümkünse belediyenin üretebileceği kendi binalarında, belediyenin kendi personeli olan eğitimcilerle yola devam etmek, dolayısıyla kurumsal kimlik olarak daha iyi bir işe imza atmak amaçlanıyor.

Öğretmenlerle sözleşmelerin imzalanması aşamasında yaşanan uzama nedeniyle bu hafta kapısını açamamış ‘Bursa Yuvam’ kurumları.

Bu konuda eller biraz daha çabuk tutulmalı mıydı?

Kesinlikle, evet…

Önem sırasında çocukların en başta yer alması gerekiyor artık Bursa’da. Dolayısıyla Pazartesi günü kapısını açamayan ‘Bursa Yuvam’lar bu kurumlara bel bağlamış velilerine ve öğrencilerine bir özür borçlu elbette.

Fakat yoğun bir çaba içinde çalışıldığının da altını çizelim ve eğitimin en geç iki hafta içinde muhtemelen de önümüzdeki hafta başlayacağının müjdesini verelim.

İnanıyorum ki, kurumsal bir yapı yaşanan gecikmeyi kısa sürede unutturacak hizmetler sunacaktır Bursalılara…

Eğitim öğretim yılı dertlerle başladı

Eğitim öğretim yılı dertlerle başladı

Gerçek olan şu: 2024-2025 eğitim ve öğretim yılı fiilen geçen hafta, resmen de hafta başı pazartesi günü başladı.

Öncelikle yeni eğitim ve öğretim yılı vatanımıza, eğitim camiasının aktörlerine hayırlı uğurlu olsun.

Pandemisi ve hastalığı olmayan güzel bir yıl olur inşallah…

Ders başı zilinin çalması okullardaki ve eğitim camiasındaki eksikliklerin tamamen giderildiği, sorunsuz olarak yeni dönemin başladığı anlamını taşımıyor.

İşte bu noktada zaman zaman eğitim camiasının önemli aktörlerinin, sendikaların açıklamalarını bu köşeden yayınlamaya devam ediyoruz.

Bu minvalde son zamanlarda en sert eleştiri yapan sendikaların başında Eğitim Bir Sen Bursa 1 No.lu Şube Başkanı ve aynı zamanda Memur Sen Bursa Şube Temsilcisi Ramazan Acar geliyor.

Özellikle birileri tarafından iktidara yakın diye eleştirilen Acar, son açıklaması ile eğitim ve öğretim hayatında yaşanan aksaklıkları yazmış, çözüm yollarını da bir anlamda göstermiş.

Özellikle bu minvalde okulların en büyük ihtiyacı olan temizlik personeli çözümü için hükümet tarafından çözüm olarak ortaya konulan İUP işgücü Uyum Programı‘nı sert bir şekilde eleştiren Acar, “çözüm değil” diyor.

Bana göre de onun adı ucuz işgücü pazarı… Asgari ücretin de altında bir rakama kimse çalışmaz. Program dahilinde önce bir hafta, sonra günde 7,5 saat üç gün çalışıyorsununz. Elinize de aşağı yukarı ay sonunda 10 bin TL gibi bir rakam geçer.

Bu rakama çalışsa çalışsa 3308 sayılı çıraklık eğitim kanunu ile çalışan öğrenciler çalışır. Onlar bile haftada üç gün staja asgari ücretin brütününün yüzde 30’unu alıyor.

O bile 7 bin TL ediyor.

O zaman geriye çözüm olarak meslek liselerine temizlik personeli yetiştirme bölümü açmak kalıyor. Bu öğrenciler de stajını okullarda yapsın demek gerekiyor.

Acar çözüm olarak şunu öneriyor:

“Okulların temizlik ve güvenlik personeli açığı sorununa kalıcı çözüm bulunmalı, personel ihtiyacı tamamen karşılanmalıdır.  Yardımcı hizmetler sınıfı çalışanları genel idare hizmetleri sınıfına geçirilmelidir. Yardımcı hizmetler sınıfı uygulamasına son verilmeli, bu sınıfta yer alan çalışanlar genel idare hizmetleri sınıfına geçirilmeli ve özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda daha fazla zaman geçirilmeden adım atılmalıdır.”

Kısaca okul bazlı bütçeyi de çok lafın özeti olarak ifade etmiş Acar…

Öte yandan Acar mevcut durumu özetlerken de ana başlıklar halinde sıralamış.

İŞTE O BAŞLIKLAR:

“Eğitim çalışanlarının sorunlarından arınmış olarak işinin başına gitmesi önemlidir.”

“Sözleşmeli öğretmenlik uygulaması sona erdirilmelidir.”

“Sıra tayinini de kapsayan kalıcı bir yer değişikliği sistemi kurulmalıdır.”

“Eğitimcilerin motivasyonunu artıran bir kariyer sistemi için yasal düzenleme yapılmalıdır.”

“Meslek kanunundaki eksik ve hatalı kısımlar bir an önce tamamlanmalıdır.”

“İkili eğitim uygulamasına son verilmeli.”

“Görevde yükselme ve ünvan değişikliği sınavları belli bir takvim dâhilinde düzenli olarak yapılmalıdır.”

“Okulların ödenek sorunu ivedilikle çözülmelidir.”

“Deprem bölgesinde görev yapan eğitim çalışanlarının hayat ve çalışma şartları iyileştirilmelidir.”

“Eğitimcilere yönelik şiddetin önüne geçecek tedbirler ivedilikle alınmalıdır.”

“Eğitimin asıl amacı, öğrenciyi daha donanımlı yetiştirme ve yeteneklerini daha iyi geliştirerek hayata hazırlama olmalıdır.”

“Sokak köpeği terörüne dur denilmelidi.r”

Genel olarak değerlendirdiğimizde her bir başlığın üzerine aylarca kafa yorulabilir. Bu kafa yormanın eğitimin erkleri tarafından kabul görmesi halinde çözüm üretmek mümkün.

İşte bu noktada yapılması gereken diğer bir ayrıntı da ekmeğin sağı solu, ideolojisi olmaz deyip tüm sendikaların en azından bu tür ortak sorunlarda hareket etmesi gerekir diye düşünüyorum.

Özellikle Başkan Ramazan Acar’ın açıklamalarını  AK Parti kurmaylarının dost acı söyler mantalitesi ile yorumlaması, ona göre tedbirler alması şart diye düşünüyorum.

Bize düşen aktarmak, yorumlamak takip etmek…