Bozbey’den milletvekillerine davet

Bozbey’den milletvekillerine davet

Bu köşeden daha önce görüşleri ve partileri farklı olsa da ortak paydası Bursa olan tüm milletvekillerin bir masada toplanamadığını kaleme almıştık.

Istisnası geçmiş dönemlerde Faruk Çelik‘in önceki yıllarda bakan ve milletvekili olarak görev yapmış isimlerle yaptığı buluşmalardı…

Aslında milletvekilleri toplantısının Ankara’da AK Parti önderliğinde yapılması gerekiyordu.

Ama ne hikmetse akıllara gelmedi…

Yerel seçimler öncesi, seçilecek Büyükşehir Belediye Başkanının bu tür toplantılar yapması gerektiğini ifade etmiştik.

Bozbey’in seçilmesinin ardından da öneri olarak geçmişten günümüze kadar Bursa’da görev yapmış belediye başkanlarının, milletvekillerinin aynı masada toplanması gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştık.

Neticede Bursa’nın yumak haline gelen bazı sorunlar var ki bunlarda el birliği şart.

Belki birileri bunların çözülmesinden rahatsız olabilir…

Kendilerine siyasi rant oluşturmak isteyenler hariç sorunları kim çözerse çözsün, ama çözsün…

Bu çözüm noktasında;

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, siyasi parti ayrımı gözetmeksizin milletvekillerini böyle bir buluşmaya davet etti.

Önümüzdeki ay başı 3 Eylül 2024 Salı günü Gemlik Atatepe  Sosyal Tesislerinde gerçekleşecek bu buluşmaya kaç vekil katılacak?

Daha doğrusu CHP’nin dışında diğer siyasi partilerin milletvekilleri katılacak mı?

Onu da ilerleyen süreçte göreceğiz.

Ama bugünden gördüğümüz bu tür organizasyonların doğru olduğu ve devam etmesi gerektiği…

Memişoğulları’nı sevenleri ebedi istirahatgahına uğurladı

Dün bu köşeden Bursa siyasetinin iki genç kaybını kaleme almıştık.

O isimlerden Feyyaz Alptuğ Memişoğulları, büyük dedesinin de (Kamil Çakır) görev yaptığı Yıldırım Camii’nde öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından Baruthane Mezarlığı’nda ebedi istirahatgahına uğurlandı.

Cenazede birçok tanıdığımız simaya rastladık.

Evlat acısı yaşayan değerli dostumuz Ahmet Memişoğulları ile ayaküstü sohbet ettik, acısını paylaştık.

Ama öncesinde şu anektodu da paylaşmak istiyorum.:

Yerel seçimlerin ardından Memişoğulları soluğu Umre’de almıştı. Dönüşteki sohbetimizde “umre benim en huzur bulduğum yer, Allah nasip ederse tekrar gideceğim” demişti.

Gelelim baba ile sohbete…

Memişoğulları’nın sohbette dediği tek bir şey var ki oldukça dikkat çekici:

“Oğlum intihar etmedi, basın mensubu arkadaşlar lütfen bunu düzeltsin.

Bu konuşmanın ardından olayın üzerinde bir sis perdesi olduğunu düşünmeye başladık.

Hayata pozitif bakan, karıncayı bile incitmeyen Alptuğ Memişoğulları’na bizler de bir kez daha Cenab-ı Allah’tan rahmet, sevenlerine sabır diliyoruz.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun…

Bursa’nın acilen yoğun bakım yatağına ihtiyacı var

Bursa’nın acilen yoğun bakım yatağına ihtiyacı var

Zaman zaman bu köşeden sağlıkla ilgili yazılar kaleme almaya çalışıyoruz.

Bu minvalde AK Parti döneminde yapılan çalışmaları takdir etmişimdir.

Fakat bu süreçte yapılması gereken en önemli noksanlıklar nelerdir, diye sorsalar, “yoğun bakım yatağı ihtiyacı” derim.

Son birkaç gündür arayan dostlarımızın hasta yakınları için bizden yoğun bakıma yatırmak için talepleri oluyor.

Ama maalesef gücümüz yetmediği için hastalara faydamız dokunmuyor.

Birçok hasta acilde kırmızı bölgede boşalacak yatağı bekliyor.

Beklerken de bir kısmının bünyesi dayanamayıp hayatını kaybediyor.

Resmi rakamlara göre Bursa’da hastane sayısı 42, yoğun bakım yatak sayısı ise bin 542.

Bu rakam Bursa ve ilçeleri kapsıyor. Bazen siz Bursa’da otursanız dahi hastanız İnegöl veya Mustafakemalpaşa’daki hastanenin yoğun bakım servisine sevk edilebiliyor.

Bu da madalyonun diğer yüzü…

Öte yandan yoğun bakım yatak sayılarına baktığımızda Ankara’da 4 bin 229, İzmir’de 2 bin 231, Adana’da ise bin 643…

Bursa dışında Çanakkale, Bilecik ve Yalova’ya da hizmet veren Bursa’da yoğun yatak kapasitesinin bir an önce artırılması gerekiyor.

Bunun için siyaset üstü çalışma yapılması şart.

Herkes bu konuda sorumluluk alarak gereğini yapmalı.

Gereğini yapmaz ise diyeceğim odur ki…

Bir gün o yoğun bakım size de lazım olursa son pişmanlık fayda etmeyebilir.

Bizim duamız, inşallah buna gerek kalmaz…

Bu sorun da çok kısa sürede ortadan kalkmış olur.

Bursa siyasetinin iki genç kaybı…

Özellikle yazı alanımızda önceliğimiz siyaset.

Zamanımızın büyük bir bölümünü siyasetçi dostlarımızla beraber geçiriyoruz.

Bazen dertleşiyoruz, bazen sohbet ediyoruz…

Ama bu köşeden o dostların acı haberini vereceğimiz aklımıza gelmezdi.

Maalesef bugünkü yazımızda iki değerli dostun acı haberini veriyoruz…

Onlardan ilki Feyyaz Alptuğ Memişoğulları.

CHP Osmangazi Grup Sözcüsü, aynı zamanda İmar Komisyonu Üyesi olan Memişoğulları evinde ölü olarak bulundu…

Bursa siyasetinde uzun yıllardır tanıdığımız Ahmet Memişoğlu’nun oğlu olan, hayırsever kimliği ile tanıdığımı Memişoğulları aynı zamanda bir Bursaspor sevdalısı idi.

Ölüm nedeni otopsi sonucunun ardından belli olacak.

Biz buradan eşine ve ailesine sabırlar diliyoruz.

Diğer bir vefat haberi de AK Parti İl Gençlik Kolları Başkanı olarak görev yapan Süleyman Akyüz’ün ölüm haberi idi.

Memleketi Trabzon’da bulunan Akyüz de genç yaşta geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Akyüz’ün cenazesi de memleketi Trabzon’da toprağa verilecek…

Bize düşen tek bir şey var.

Allah ailelerine sabır versin, başları sağolsun…

Benzinlik olmadı, Merinos olsun bari…

Benzinlik olmadı, Merinos olsun bari…

Bizim şehirde ya evrenin alma verme dengesine uyumlu yaşamak konusunda bir sıkıntı var ya da birileri neyi alıp neyi vereceği konusunda sadece kendi çıkarlarını kolladığından iş tahterevalli oyununa dönmüş.

Hatırlarsınız Bursa Büyükşehir Belediyesi Temmuz ayı toplantısında Bursaspor’a kalıcı gelir oluşturmak adına yapılan bir plan değişikliği hem CHP’nin kendi iç dinamiklerini sorgulatmıştı, hem de benim de kaleme aldığım bir konu olan ‘Bu kaçıncı benzin istasyonu? Bu Bursaspor hayranlığı bir yönteme mi dönüştü?’ sorularını geçirmişti akıllardan. Konuyla ilgili yazdığım yazının ilk yazının linkini aşağıya bıraktıktan sonra devam ediyorum…

CHP’DE İLK ÇATIRTILAR

Nilüfer İlçesi Özlüce Mahallesi sınırlarında kalan, dolayısıyla şimdilerde ederi hayli yüksek olan ve mülkiyeti Maliye Hazinesinde görünen arazi aslında Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne tahsisli. Şimdilerde otopark ve bahçe olarak kullanılıyor.

Cümlenin başında da söylediğim gibi Bursa’nın özellikle Nilüfer İlçesindeki arsalarının bedelleri öylesine yükseldi, bölgedeki rant öylesine arttı ki, bu tür araziler hep çok kişinin dişini kamaştırıyor. İşin bu kısmını Carrefoursa satışından da hatırlayacaksınız. Kimsenin bir karış boşluk görmeye tahammülü kalmamış…

Bahsettiğimiz yer sadece benzin istasyonu olmakla kalmayacak, ticaret alanı ve sosyal tesis alanı olarak da planlanacak. Yani buraya bir iş merkezinin yapılması da planlanıyor ki, benzin istasyonu tartışmasında gölgede kalan bu kısım bence en önemli rantı sağlayacak yer.

İşin buraya kadar olan bölümü şehrin yoğun yapısı içinde bir boşluk yaratan alanın nasıl olup da yoğunluğun yoğun bir parçası olması için çaba sarf edildiğine dair size fikir vermek adına anlatıldı. Bundan sonraki kısımda ise CHP’nin bir kez daha kendi iç muhasebesini yapması gerektiği kanaatindeyim.

Şöyle ki;

Konu meclise geldiğinde CHP Meclis Grup Sözcüsü Yücel Akbulut, gündem maddesinin Temmuz ayı oturumunun görüşülecek konuları arasına son anda koyulduğunu, konuyu meclis grubunda görüşemediklerini, tüzük gereği görüşmedikleri bir konuya onay veremeyeceklerini, gündem maddesinin bir sonraki mecliste görüşülmesinin uygun olacağını belirtti. Buna karşılık Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ve meclis üyeleri Mehmet Aydın Saldız ile Yalçın Işıkyıldız, AK Parti ve MHP ile birlikte plan değişikliklerine ‘evet’ oyu verdi, plan değişikliği onaylanmış oldu.

Haaa… Bozbey, Saldız ve Işıkyıldız plan değişikliğine ‘evet’ oyu vermese de plan değişikliği onaylanacaktı, çünkü CHP’nin Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi’nde çoğunluğu yok. Dolayısıyla bu durum sadece partinin kendi içi dinamiklerini sorgulamasından ibaret bir görüş ayrılığı olarak rafa kaldırıldı. Dosya rafta şık dursun diye de Akbulut’a CHP’nin ilçe belediye başkanlarının destek vermesi hayli eleştiri konusu yapıldı. Parti içindeki kutuplaşmalar gün yüzüne çıkarılmaya, kılıçlar keskinleştirilmeye çalışıldı.

Gelelim son gelişmeye…

Yanlış hesap Bağdat’tan döndü.

Eksik düzenlemelerle meclisten geçirilmeye çalışılan dosyaya Ankara’dan ‘dur’ emri çıktı.

Proje öncelikle Bakanlık tahsisi kalkmadığı için durdu, hemen ardından Bursa Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nden plan değişikliğine itiraz edildi.

İşte burada koruyamadık mesela alma verme dengesini. Sonsuzca, sorgusuzca, hatta doğru dürüst masaya dahi yatırmadan, iyi saiklerle de olsa hep verdik…

Başka gelir sağlayıcı yöntemler düşünmek yerine yakın gelecekte yine Bursaspor yönetiminden birilerine satılacak benzin istasyonu ve ticari alan yapılması izni cebimizde hazırdı adeta.

İşin bu kısmında alabildiğine bonkör davranıyor ve şehir olarak elimizde avucumuzda ne varsa veriyoruz da, şehrin kimliğini oluşturan diğer markaları için hiç öyle bir yaklaşıma sahip değiliz. Alma dengesini kuramıyoruz bir türlü, alamıyoruz, isteyemiyoruz, almayı beceremiyoruz şehir için gerekli olan hiçbir şeyi…

Açılışını 2 Şubat 1938 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı ve o dönem için ülkenin kalkınması adına lokomotif sektör olarak tekstili seçtiğine dair en bariz örneklerden biri olan, Merinos’un isim hakkını satıveriyoruz mesela…

2004 yılında kapanan Merinos’un arazisi Bursa Büyükşehir Belediyesine devredilmişti. Şehrin en büyük kültür merkezi olan Merinos AKKM de tam olarak bu arazinin üzerine kuruldu. Böylelikle Merinos adı kullanılmaya devam edildi.

Koskoca bir şehrin kimliğini silmek deyince de biz…

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Merinos’un isim hakkını satışa çıkardı.

Şehrin markalarına sahip çıkmaksa, işte size marka, işte Atatürk’ün Bursa’ya emaneti…

Herkes kolları sıvayıp Bursa’nın bu çok önemli değerinin isim hakkını satın almak için birlik olmalı.

Bizim şehirde pek olmaz öyle içinde rant olmayan işlere gönüllü olmak, bizim şehirde daha ziyade gönüllülük maskesi kullanılarak nereden ne kar edilir gayesiyle hareket edilir.

Bu kez ‘Her şey Bursa için…’ diyerek kendi ceplerini düşünenlerin bir kenara çekildiği ve gerçekten şehri düşünenlerin bir araya geldiği bir oluşum olabilecek mi, bu önemli markanın isim hakkını geri alabilecek mi, yakın takipçisi olacağız…

NİLÜFER’İN YENİ SLOGANI

NİLÜFER’İN YENİ SLOGANI

Nilüfer’in uzun yıllardır bilinen sloganı geçtiğimiz günlerde değişti.

Bunun duyurusunu da Başkan Şadi Özdemir kendi sosyal medya hesabından yaptı.

Ancak Başkan’ın duyurduğu bu slogan “Gülümseyin Nilüfer’desiniz” sloganından oldukça geride kaldı.

Buradaki tek avuntu, bu sloganı dolaşıma sokan Mustafa Bozbey‘in sloganı üstlere taşıyarak tüm Bursa için kullanılır bir yere getirme başarısı oldu.

Bir kent için sloganı, düşünüldüğünden daha önemlidir.

Çünkü bu slogan bu önemin gerektirdiği özenle belirlenirse kente değer katar.

– Öncelikle akılda kalmalı,

– O kentin vaat veya ayırt edici bir özelliğini vurgulamalı,

– Merak uyandırmalı,

– Kentin tanıtım stratejisine uygun olmalı,

– Sık sık değiştirilmemeli,

– Slogan olası değişimlere rağmen gücünü ve etkisini koruyabilmeli,

– Basmakalıp olmamalı.

 

HERKESİN SESİ, HEPİMİZİN NİLÜFERİ” sloganı oldukça yavan ve basmakalıp.Kullanımı uzun ömürlü olmayacaktır

Bu subjektif kelimelerin akıllarda kalması zor.

Daha önemlisi kent kimliğine ilişkin bir vaadi yok.

Nilüfer’in özelliğini bilinir yapmaktan da çok uzak.

 

“Las Vegas: Vegas’ta Olan Vegas’ta Kalır

Kaliforniya: Kendinizi Burada Bulun

 Virjinya: Virjinya Aşıklar İçindir

Malezya: Gerçek Asya

Maldivler: Hayatın Güneşli Tarafı

Slovakya: Küçük, büyük ülke”

Bunlar başarılı kent sloganlarından birkaç örnek.

Hatta “Vegas’ta Olan Vegas’ta Kalır” ikonik bir slogan olarak ihtiyaç duyulan her yerde kullanılan bir bilinirliğe sahip.

Nilüfer ilçesinin uzun yıllardır elde edilmiş bir kimlik algısı, nitelikli bir yaşam alanı ve modern kimliği ile iddialı bir çağrışımı var.

Doğru yönetilmez ise kısa zamanda bu algı tersine döner.

Devlet eliyle özel hastaneye

Devlet eliyle özel hastaneye

Tüm Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da devlet eliyle ve neredeyse zorla özel hastanelere doğru itildiğimizi bir tek ben mi fark ediyorum, yoksa sizin içinize de ara ara böyle bir his doğuyor mu?

Şimdi siz bu şahane sorunun yanıtını düşünürken ben hazır düşünmüş biri olarak küçük küçük fikirler vereyim.

Hatırlayalım yakın geçmişte hali hazırda var olan devlet hastanelerimizin kapatılması ve hastaların Şehir Hastanesine yönlendirilmesi gibi bir süreç yaşadık. Sonra da bir baktık ki, son derece hantal bir yapı olan şehir hastanelerinde hastaların da sağlık çalışanlarının da memnun kalmadığı bir dönemin temeli atılmış bu süreçte.

Temel atılmış atılmasına da yapıya ulaşım da öyle zor, deveye hendek atlatsak daha iyi. İnsan işi gücü bırakıp hastaneye ulaşmaya çalışırken zaten bir biçimde ayaklanıyor. O derece yani…

Neyse, bunu böyle bırakacak değildik. Hastaneden daha pahalıya bir de yol yaptırdık. Çünkü hastaneyi yaptırdığımız yere toplu ulaşım olmadığını fark edememişiz, atlamışız bu küçük detayı.

Eee… Hususi arabasından inmeden belediye otobüslerinde ömür çürüten vatandaş için karar vermeye kalkanların hazin sonu…

Şimdi geldiğimiz noktada, o günden bugüne sürekli olarak nüfusu artan, hatta dışarıdan göçlerle birlikte öngörülenden de fazla insan yükünü sırtlanmak zorunda kalan Bursa, devletin sağladığı imkanlarla Şevket Yılmaz Devlet Hastanesi, Yüksek İhtisas Hastanesi, Muradiye Devlet Hastanesi, Çekirge Devlet Hastanesi, Şehir Hastanesi ve Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi olmak üzere toplanma altı hastanenin sırtına bindi.

6 hastane, 3 milyon 250 bin insan!

Çekirge Devlet Hastanesinin Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesinin bitmesi durumunda buraya taşınacağını ve Çekirge’deki bu kıymetli yerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin planların yapıla durduğunu da biliyoruz herhalde.

Bilmiyorsanız da ben hatırlatmış olayım.

Dolayısıyla bitmesini iple çektiğimiz ve daha bugün İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nun yaptığı açıklamada söylediği gibi dışı göstermelik biçimde makyajlanan, ancak içi hala büyük ölçüde kaba inşaat olarak kalan hastane ne zaman devreye girer bilinmez, işin garibi, hastanenin devreye girmesi vatandaşa bir şey kazandırmayacak olmasında.

Çekirge buraya taşınacak. Çekirgeye giden hasta acemlere gidecek, olan biten bu aslında. Hadi kattı diyelim bir fayda üç beş yatak fazlası o kadar. O da bizi kurtarmaz!

Peki elimizdeki şehir içine yayılmış hastanelerimizin kapatılıp hepimizin Şehir Hastanesine yollandığı bu süreçte başka hangi gelişmeler oldu. Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş ile bu konuda biraz hasbıhal ettik. İş doktor hasta meselelerine gelince, öyle bilgi almak gibi resmi bir noktada olamıyor insan, herkes dertli olduğundan daha ziyade hasbıhal ediyoruz biz…

Öğrendim ki, bahsettiğim zaman diliminde Bursa’nın özel hastane sayısı 22’ye çıkmış.

Hay maşallah…

Anlaşılan o ki, sağlık sektöründe para var!

Aslında etrafımdaki tüm tanıdıklarımın tamamlayıcı sağlık sigortası yaptırmayı düşünmesinden, her doktordan geldiklerinde, ‘falanca hastaneden geliyorum, aynı devlet hastanesi gibi olmuş, bir kalabalık, görsen…’ yollu sitemlerinden sektörün önünün daha da açılacağını anlamak güç değil.

Kısaca diyorum ki, Sayın Bursalılar; devlet nasıl ki, yeni okul yapmayarak hepimizi özel okullara mahkum bırakmaya çalışıyor, yeni hastane yapmayarak özel hastanelere de mahkum ediyor bizi haberiniz olsun!

Devlet eliyle özel hastanelere itiliyoruz!

Sistemi bilinçli olarak tıkayan da onlar, sistemin açılmasının yolunu yöntemini bilip kullanmayanlar da onlar.

Eski Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın döneminde başlayan ‘Beyaz Reform’ sürecinin vatandaş ve sağlık personeli için değil, daha ziyade özel hastane sahipleri için bembeyaz bir sayfa olduğunu anlamışsınızdır herhalde. Durum hiç şaşırtıcı değil, biliyorsunuz Fahrettin Koca’nın kocaman kocaman özel hastaneleri olduğunu…

Bugün sağlık camiasından en çok bulunulan ricanın ‘yoğun bakımda bir yatak’ olduğunun da altını çizelim.

Hani şu reform adı altında 5 dakikaya indirilen muayene süreleri var ya, hani doktorların ‘bu kadar sürede hasta nasıl muayene edilir?’ diye isyan ettiği meşhur düzenleme. İşte o kadar sürede hasta muayene edilemediğinden, aslında şikayetiyle doktoruna muayene olabildiği durumda yapılan müdahalelerle kısa sürede toparlayacak pek çok hastanın sistem içinde oradan oraya savrulurken yoğun bakım hastası olacak noktaya gelmesinden yaşıyoruz bu saçma durumu!

Yoğun bakım yatak sayımız pek çok Avrupa ülkesine göre çok daha iyi durumdayken, hastalarımızı muayene edemediğimiz, ,muayene düzeyindeyken tedavi edemediğimiz için, hastalar yoğun bakım hizmeti alacak pozisyona geldiğinden artık yeterli gelmiyor yoğun bakım yataklarımız.

Hay ben böyle sistemin gözünü seveyim diyor insan. Göz göre göre insan sağlığı ile oynamak diye buna derim…

Bir yandan da en 28 Mart tarihinde Bursa’ya gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yalandan bir açılış yaptırdıkları Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesinin ne zaman açılacağını merak etmiyor değilim.

Hastanenin önünde bir açıklama yapan Türkoğlu; “28 Mart’ta üç ay içinde açılacak denilen, hatta derme çatma yapılan giriş katı göstermelik törenle Cumhurbaşkanı tarafından açılan o hastanede maalesef ‘Harç Bitti, Yapı Paydos’ denildi” diyor.

CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş da sosyal medyasından bir paylaşım yaparak konuya dikkat çekti. Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesinin inşaatını gezen Yeşiltaş, mevcut hastanelerin Bursa halkına sağlık hizmeti olarak yetersiz geldiğini belirtirken, dışarıdaki makyajın içerideki kaba inşaat durumunu gizlemek için yapıldığını, inşaatın durması nedeniyle içerideki malzemelerin adeta çürümeye bırakıldığını hatırlattı.

Keşke çürümeye bıraktıkları tek şey inşaat malzemeleri olsaydı. Anlaşılan o ki, topyekün hepimizi çürümeye bıraktılar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Büyükorhan panayırı başlıyor…

Büyükorhan panayırı başlıyor…

Bursa‘da son yerel seçimlerin ardından göreve seçilen yeni başkanların içinde bütçesine göre en fazla borçlu belediyelerin başında dağ yöresi belediyelerinden Büyükorhan geliyor.

Bütçesinden daha çok borcu var.

Gelirleri ise yok denecek kadar az…

Göreve geldiği ilk andan itibaren borç yüküne rağmen bir kişi dahi işten çıkarmayan ve “çıkarmayacağım” diyen Kamil Turhan‘ın bu davranışı umarım diğer tüm belediyelere örnek olur.

Kıt kaynaklarla maksimum faydayı sağlamak için gayret eden Turhan, bir yandan rutin işleri yaparken diğer yandan da ilçedeki sosyal çalışmalara ağırlık veriyor.

Bu minvalde Büyükorhan’da geleneksel hale gelen Cuma Panayırı, bu sene 22-25 Ağustos 2024 tarihleri arasında Görecik Yaylası‘nda gerçekleştirecek.

Farklı etkinliklerin ve eğlencelerin gerçekleşeceği panayıra özellikle komşu illerden de yoğun bir ilgi oluyor.

Festival kapsamında yöresel sanatçılar, 25 Ağustos 2024 Pazar günü Büyükorhan Görecik Yaylası’nda konser verecek.

Menteşeli Cengiz, Mehtap Takmaklı, Emel Örgün, Asako Harada, Ahmet Bayhan’ın sahne alacağı panayırın sunuculuğu Zeynep Akın yapacak.

Öte yandan çocuklar için de ücretsiz özel oyun alanları yapılmış.

Bu arada, Büyükorhan Belediyesi tarafından yapımı tamamlanan sosyal tesisinde açılışı gerçekleşecek.

Bursa’nın saklı yüzü, cennetten bir köşe olan, birçok hemşerimizin de görmediği Görecik Yaylası’nı görmek için okullar açılmadan  güzel bir fırsat…

Hem oksijen soluyun hem de kafanızı dinleyin…

Benim tavsiyem vakti olanlar kaçırmasın…

Öte yandan, Büyükorhan ile ilgili diğer bir gelişme de ilçeye kadrolu olarak uzman doktor atanması… Geçen haftalar içinde ilçenin önemli bir eksikliği de giderildi.

İlçede göreve başlayan Dahiliye Uzmanı Nevriye Gül Ada ilçe halkının birçok rahatsızlığına da şifa olacak.

Tahlillerini yaptıracak, raporlarını çıkaracak, Bursa’ya gelmeye ayaktan tedavi konusunda gerek kalmayacak.

Bizler de ilçede göreve başlayan doktorumuza bu köşeden hayırlı olsun dileklerimizi iletmiş olalım.

Yeni Türkiye, yeni gelecek

Yeni Türkiye, yeni gelecek

Türk aile yapısının anne babalara yüklediği sorumluluklar düşünüldüğünde hepimizin ağzında şöyle bir cümle sürekli dolanıyor; ‘Ben çocuklarım için yaşıyorum, tüm bunları çocuklarım için yapıyorum.’

Basitçe söylemek gerekirse, ömrümüzü vakfettiğimiz durum, çocuklarımızın kendi ayakları üzerinde durabilecekleri noktaya gelmelerini sağlamak, birer iş edinmelerini, kendilerini geçindirmelerini, bizim gibi bir aile kurmalarını ve yine aynı cümleleri söyleyerek, geleceğe aynı cümleleri tekrar ederek devam etmelerine önayak olmak…

Kısaca kendi soyunu devam ettirme kaygısı…

Fakat iş her geçen nesilde biraz daha zor, biraz daha karmaşık bir hal alıyor. Hele de bizim ülkemizde.

Çocuklarını yetiştirmek için artık anne ve babanın birlikte çalışmasının mecburi olduğu yepyeni aile yapımız bir diğer yanıyla moderniteye de göz kıptığından, çekirdek olarak devam edip, çocuğun anneanne ya da babaanne tarafından büyütülmesini reddediyor. Hadi reddetmedi diyelim, çalışmak için zorunlu şehirde olma durumu bu işe imkan sağlayamayabiliyor.

Dedim ya moderniteye göz kırpıyoruz. Dolayısıyla yeni eğitim metotlarına sıkı sıkıya sarılıyoruz, çünkü çocuğumuzun bizden daha ileriye gidebilmesi için bu metotlara ihtiyacımız var. Şimdilerde eğitim sistemi bize çocuğun erken yaşta anaokuluna başlamasını, böylelikle hem öğrenmeye uyumlanmasını hem birey olarak gelişimini uygun zemine oturtmasını hem de sosyalleşmesini salık veriyor.

Bir diğer yandan bakıldığında ise anne babası çalışan küçük bir çocuğun tek başına evde kalması zaten imkansız olduğundan anaokullarının, kreşlerin yolu tutuluyor.

Gelelim bu noktada yapılacak olan harcamaya.

Geçen yıl da benzeri bir artıştan söz ettiğimizi, bu artışa maruz kalan tüm veliler yakından hatırlayacaktır. Bu yıl için de öyle TÜİK’in öngördüğü gibi bir enflasyon oranı artışından söz edemiyoruz elbette özel anaokulları ve kreşlerin ücretleri konusunda. Hatta giderek işin çığırından çıktığını dahi söylemek mümkün.

Geçtiğimiz yıl zaten bir önceki yıla oranla yüzde yüzün üzerinde zamlanan fiyatlar bu yıl da yüzde yüzün üzerinde bir zam görerek 17 bin lira ile 35 bin lira arasında bir banda oturuverdi.

Elbette her işin daha lüksü, dolayısıyla daha pahalısı var. Verdiğim rakamlar orta halli bir kurum için geçerli. Bunu unutmamak önemli.

Fark etmiş olmalısınız 17 bin lira zaten bir asgari ücret. Haliyle asgari ücretle çalışan bir annenin çocuğunu bulabileceği en ucuz kreşe vererek dahi çalışmaya gitmesi artık mümkün değil. (Buraya hemen kadınların çalışma hayatından neden uzaklaştığına dair önemli bir ayrıntıdır ekini de düşelim)

Diyelim ki, üst düzey bir çalışansınız o zaman da maaşınızın hatırı sayılır bir kısmını çocuğunuzun anaokulu eğitimi ya da kreş masrafı için harcayacağınızı göz önüne almanız gerekiyor.

Köylerden ya da yaşadıkları şehirlerden çocuklarının yanına göç eden anneanne ya da babaannelerin sayısı giderek artıyor bu nedenle.

Her şeye göğüs gerdiniz ve çocuğunuzun eğitimini anaokulu seviyesinden itibaren yemeyip içmeyip başlattınız diyelim, zaten çoğumuz böyle ilerliyoruz. İşin sonunda, yani çocuğunuz üniversiteden mezun olduğunda tek hedefiniz olan ‘çocuğum kendi ayaklarının üzerinde tek başına dursun’ kısmına ulaşabileceğinizi sanıyorsanız yaşayabileceğiniz hayal kırıklığına şimdiden hazırlanmalısınız.

Çünkü geçtiğimiz günlerde tercih sonuçları da açıklanan YKS sonrasında kontenjan açığı bulunan onlarca bölüm olduğu ortaya çıktı.

Çünkü dünya değişti ve biz bu değişimin her konuda olduğu gibi eğitim konusunda da çok çok dışında kaldık!

Dünyanın en iyi üniversite ve diğer öğretim kurumları tüm derslerini çoktan sanal ortamlarda herkese açık hale getirdi, getirmeye de devam edecekler.

Böylece bilgiye aç çocuklar için tek bir kanaldan bilgi alma yerine, çok farklı kanallardan bilgilenerek çok daha farklı analiz ve senteze ulaşmak mümkün olacak. Elbette bunun için analiz ve sentez metotlarını bilmek gerekiyor, bizim ülkenin bu konuda zaten sınıfta kaldığını hemen hatırlatmakta fayda var.

Dünya dijital eğitime geçerken bizim hala ülkenin her mahallesine üniversite binası dikmeye çabaladığımız kısmını da atlamayalım!

‘Değişime direnir, klasik eğitimde ısrar eder, çocuklarımızı bilgi hamalı ve sınav köleleri haline getirmeye devam edersek çok şeyler kaçırırız’ diyor uzmanlar. Biz de tam bunu yapıyoruz!

Tüm ülkenin kurumsal hafızasını, şehirlerin kimliklerini, tarih içinde doğru bildiklerimizi sıfırlamak konusunda bir yarışa girdik. Her şeyi sistematik bir biçimde yeniden inşa ediyoruz, ancak bir yandan da bu inşanın son derece çarpık olduğunu hepimiz görüyoruz.

Birkaç nesil sonra çiftçilik, hayvancılık yapacak köylü bulmak mümkün olmayacak. Tamircisi, terzisi, kuaförü, berberi… Öğrencileri sınavlar, sosyal medya ve bilgi hamallığının ötesine geçmeyen dayatmalarla eğitimden öylesine uzaklaştırdık ki okulun, öğrenmenin tek adresi olduğunu hatırlayan kalmayacak!

Kolay para kazanmak öylesine kanımıza işledi ki alın terinin, milli ve manevi değerlerin ne olduğunu hatırlayan kalmayacak…

Şimdilerde herkesin bugün itibariyle tutuksuz yargılanmasına karar verilen Dilan Polat gibi kafasına dolarlardan bigudiler sarıp, başından aşağı altınlar döküp dolaşmak istediğini kimse inkar edemez herhalde.

Anne babaların varını yoğunu döküp büyütmeye çalıştığı çocukların akıllarında ilginç bir canlı yayın açarak sosyal medyadan para kazanmak gibi düşünceler dolaşırken bu işi nasıl başarabiliriz bilemiyorum.

El birliği ile çürüttüğümüz bir toplumun içinde çocuklarımızı birer cevher olarak büyütme hayali tüm anne babaların gönlünde yatıyor bundan eminim, ama bunu nasıl başarabileceğimiz gerçekliğini uzmanların dahi kaybettiğini görebiliyorum.

Yeni Türkiye, yeni gelecek hepimize hayırlı uğurlu olsun…

 

BESAŞ kapasite artırımı için harekete geçiyor…

BESAŞ kapasite artırımı için harekete geçiyor…

Cumartesi günü gerçekleşen Mustafa Bozbey’in basın toplantısında şirket müdürlerinin ve yöneticilerinin de katıldığını kaleme almıştık.

Toplantı öncesi ayak üstü sohbet ettiğimiz isimlerden biri de BESAŞ A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Orkun Gazioğlu idi.

Son yerel seçimlerde Osmangazi Belediye Başkan Aday Adayı olan Gazioğlu, CHP’nin Mudanya meclis listelerinde kontenjandan meclis üyesi seçilmişti.

Uzun yıllar finans sektöründe üst düzey yönetici olarak çalışan Gazioğlu, seçimlerin ardından Başkan Mustafa Bozbey’in tensipleri ile BESAŞ’ın yönetim kurulu başkanlığına getirildi.

Gazioğlu sıradan yönetim kurulu başkanı değil.

BESAŞ için kafa yoruyor.

Süt ürünleri ve ekmek dışında yelpazenin genişlemesi için ‘neler yapılırsa daha iyi nasıl olur’ diye araştırıyor.

Bundan dolayı biz de kendisine BESAŞ ile ilgili bir gelişme olup olmadığını sorduk.

Gazioğlu da “Bizler yakın tarihte fikir edinme adına İstanbul Halk Ekmek Fabrikası tesislerini arkadaşlarımız ile beraber gezdik. Bizler yakın bir tarihte kapasitemizi arttırmak istiyoruz. Bu konuda yatırım yapmayı düşünüyoruz.” şeklinde görüşlerini bizimle paylaştı.

Gerçekten de öyle, mevcut kapasite zaman zaman yetersiz kalabiliyor. Bu noktada üretimin arttırılması şart.

Düşünülen yer ise bizim önceki yıllarda köşemizde yazdığımız bir alan. Orası da Görükle Kent Hali’ne yakın.

Görükle Kent Hali’ne yakın olan araziye yeni fabrika planlanıyor.

Bunun da toplam maliyetinin 150 milyon dolar olduğunu öğrendik. İlk bakışta  yüksek bir rakam gibi gözükse de bu noktada yerel ve genel yönetim işbirliğine giderse BESAŞ’ın cebinden beş kuruş çıkmadan yatırım gerçekleşebilir.

Bunun için yapılması gereken tek şey BESAŞ’ın arazisinin OSB’den çıkartılması. Bu da Bakanlar Kurulu Kararı ile gerçekleşebilir. Bunun için de AK Parti’nin destek vermesi şart.

BESAŞ OSB’den çıkarılırsa burada uygulanacak imar planındaki değişiklikle araziden elde edilecek gelirle daha büyük fabrika yapmak mümkün.

Hem fabrika yapılır, hem de yatırımın ardından BESAŞ’ın kasasına bir miktar para bile kalabilir….

Ama dediğimiz gibi bu konuda merkezi hükümetin desteği şart.

Biz en azından nasıl yapılabileceği konusunda bir hatırlatma yaptık. Bundan sonrası onların daha doğrusu yerel ve genel karar vericilerin işi…

Bize düşen süreci takip etmek…

Bekleyip, görelim…

 

 

 

Bu yıl yine konuştuk, icraat önümüzdeki yıla kaldı

Bu yıl yine konuştuk, icraat önümüzdeki yıla kaldı

Aslında hiç kimse bundan çeyrek asır önce gerçekleşen ve ülke tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan 17 Ağustos depreminin ardından yapılması gerekenler hakkında konuştuğunda birbirinden farklı şeyler söylemiyor.

İşin garibi tamı tamına 25 yıldır sadece konuşuyor olmakta zaten…

Mikro bölgeleme çalışmaları yapılması, zemin etütlerinin çıkarılması lazım deniyor, ülkenin bina envanterinin bilinmesi lazım deniyor, fay hatları ile ilgili haritaların hazırlanmalı ve imar planlarına uygulanmalı deniyor, fay hatlarının üzerinde bulunan yapılardan başlamak suretiyle hızla belirlenen öncelikler doğrultusunda kentsel dönüşüme gidilmesi gerekir deniyor, depremin öncesine ve sonrasına hazırlanmak için tüm kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir deniyor…

Ertesi yıl aynı cümleler bir kez daha kuruluyor!

Ama sadece konuşuluyor!

Konuyu dün yapılan açıklamalar doğrultusunda yazmıştık zaten, bugün iki önemli muhatabın verdikleri beyanatlarla meseleyi biraz daha derinleştirmek istiyorum.

İlk açıklama sabah saatlerinde Mimarlar Odası Bursa Şubesinden geldi. İstanbul’da tüm Marmara bölgesindeki Mimarlar Odalarının ortaklaşa düzenledikleri, ‘Türkiye’nin Deprem Gerçeği’ sempozyumundan dönen Oda Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek, “Ülkemizde ortaya çıkan durumu ‘doğal afet’ten ziyade ‘insan kaynaklı afet’ olarak tanımlamak yerinde olacaktır” sözleri ile konunun en can alıcı noktasına değindi.

Türkiye ortalama 5.5 yılda bir yıkıcı bir depremle karşı karşıya kalıyor. Olası bir Marmara Depreminden en çok etkilenecek iller arasındaki Bursa’da ise tedbir hareketleri son derece yavaş işliyor.

Bir deprem durumunda ne olacağını bilmek isteyen herkese de bir yanıtı var Şimşek’in; “Kahramanmaraş merkezli depremlerde IRAP tahminlerinin üç katı kadar bir kayıp yaşandı. IRAP’ın Bursa için olası bir depremde yaşanacak kayıp tahminlerini önümüze aldığımızda rakamları üç ile çarpmak yeterli olacaktır!”

Şirin Rodoplu Şimşek’in 25 yılda, ‘yasa ve masa üstünde olumlu şeyler var’ diyerek tanımladığı gelişmelerin yıllar içinde daha da olgunlaştığını kabulde yarar var, fakat hep söylediğim gibi daha kuralı koyarken etrafından nasıl dolaşacağını hesaplayan bizimki gibi toplumlarda denetim mekanizmasının eksikliği büyük bir boşluk. Hele bir de iyi niyeti suiistimal gibi çok da sevdiğimiz işler girince devreye, mesela 6 Şubatta tüm sevdikleriyle birlikte evini barkını kaybeden ve günlerce acı çeken insanların acılarının üzerinde tepinmekten dahi geri kalmayan bir güruhun zuhur ettiğini hatırlatmakta fayda var.

Anlaşılan o ki, deprem bölgesinde kent merkezlerindeki geniş alanlar ‘riskli alan’ ya da ‘rezerv alan’ ilan edilerek, mülkiyet değişiminin, dolayısıyla demografik dönüşümün de yolu açılmaya çalışılıyor.

Evi barkı yıkılmış gariban bu bölgelerde inşa edilecek konutları alamayacağına göre, yabancı yatırımcıya satılacak olan konutlardan birileri yine büyük paralar kazanacak, olan da depremzedeye olacak gibi.

Mimarlar Odasındaki toplantının hemen ardından Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in toplantısı vardı.

Deprem kapıyı çalıyor, Bursa’nın yapı stokunun büyük bölümü depreme dayanıksız, ova alanı üzerinde yükselen dev binalar göz korkutuyor derken, elbette herkes yeni yönetimin bakış açısıyla depreme karşı nasıl önlemler alınacağını öğrenmek istiyor.

6 Şubat depremlerinde Defne bölgesinde 20 gün görev yapan Bozbey’in orada yaşadıklarından ne kadar etkilendiğini yakından biliyoruz. Tespitleri de bence çok yerinde. Deprem bölgesine ilk günden itibaren gönderilmeye çalışılan yardımların büyük bölümü aslında vatandaşın o anki ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak. Dolayısıyla öncelikle böyle bir bilinç oluşturmak, acil ihtiyaçların tuvalet, su ve gıda sıralamasıyla gittiğini bilmek faydalı.

‘Çalışıyoruz’ diyor Bozbey. ‘Bilimin ışığında, ölçümler ve analizler yaparak ilerliyoruz, ancak merkezi yönetimin yerel yönetimler kadar depremi umursamadığını görüyoruz!’

Çok doğru bu noktadaki serzenişi. Bir deprem ülkesinde ‘afetlerden sorumlu bakanlık’ yok!

Deprem toplanma alanlarının oluşturulmasından, mahallelerde afet konteyneri sisteminin kurulmasına kadar pek çok proje üzerinde çalışılıyor. ‘Taşın altına elimizi koyacağız’ diyor. Zaten yeni seçilen yerel yönetimlerin en önemli sınavı da depremsellik nedeniyle hızlanması gereken kentsel dönüşüm çalışmaları olacak.

Kaçak yapı ile ilgili tavizlerinin olmayacağının altını çizen Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı, anlaşılan o ki, önümüze alel acele hazırlanmış, isimden ibaret, içi boş şeylerle gelmek yerine yapılan çalışmalar hakkında bilgi vermeyi daha doğru buluyor yaklaşım olarak.

Kendi adıma lafla avutulmak yerine gerçekten yapılan çalışmalar mevcutsa bunları dinlemeyi tercih ederim.

Toplantıdan çıkardığın sonuçlara göre bundan sonrasında kentsel dönüşümün bütüncül planlar doğrultusunda ele alınacağını söyleyebilirim. Şimdilerde yürütülen mikro bölgeleme çalışmalarının sonuçları doğrultusunda 2025 yılında bir kentsel dönüşüm strateji planı gelecek Bursa’nın önüne. Bu planın çalışmaları da yürütülüyor hali hazırda.

27 Ağustos itibariyle 1/100.000’lik plan için çalışmaların yeniden başlayacağını ve planın 2050 vizyonu ile iki yıl içinde tamamlanacağını da söyleyebiliriz. Eski Başkan Alinur Aktaş döneminde JICA ile başlatılan çalışmaların devam ettirildiğinin altını da çizelim.

Önümüzdeki süreçte, elbette sürecin doğru işletildiği düşünüldüğünde, 4 bin 500 hektarlık alan kentsel dönüşümle iyileştirilecek.

Şu meşhur emsal artışları için de birkaç kelam etmek gerek bu noktada. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey yaptığı açıklamada imar adalarının birleştirilmesi ile büyüyen alanlarda emsal artışının daha fazla olabileceğini, küçük alanların emsal artışının da alanın boyutu ile uyumlu olarak az olacağını belirtti.

Bursa Büyükşehir Belediyesi uhdesinde oluşturulan Kentsel Dönüşüm ve Danışma Komisyonu kentsel dönüşüm ile ilgili çalışmaları değerlendirecek, vatandaşları yönlendirecek. Aynı zamanda CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala’nın başkanlığında oluşturulan Akademik Kurul sayesinde yapılacak çalışmalar ışığında 2050 Çevre Düzeni Planının oluşturulması ile Bursa’nın Ankara’dan yönetilmesine son verilecek.

Bursa’nın eksilerde olan kaçak yapı karnesine de son verilecek!

Uzun lafın kısası bu yıl yine 17 Ağustos depreminin 25. yılında neler yapılmakta olduğunu, neler yapılacağını ve neler yapılması gerektiğini konuştuk.

Önümüzdeki yıl icraatlarla karşınızda olmak dileğiyle…

Bursa Büyükşehir depreme hazırlanıyor

Bursa Büyükşehir depreme hazırlanıyor

Son birkaç gündür Bursa özelinde 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin yıldönümü münasebeti ile konunun muhatapları birer birer basın toplantısı yapıyor.

Bu minvalde cumartesi günü de önce Mimarlar Odası Bursa Şubesi‘nin, ardından da Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey‘in gerçekleştirdiği basın toplantısı vardı.

İlk toplantıya gidemesek de Bozbey’in toplantısını yakından takip etme fırsatını yakaladık.

Ama öncesinde şunu bekliyoruz: 1855 yılında gerçekleşen depremin bir benzerini…

İşte o deprem ne zaman olacak?

Biriken enerji ne zaman boşalacak?

Bilim insanları da bu soruyu birbirine soruyor.

Tarihi belli değil, fakat enerjinin boşalacağı kesin.

Belki de bugünden sonra yarından önce bir zamanda…

Gelelim yeniden basın toplantısına…

Bozbey’in basın toplantısında hem iştiraklerin yönetim kurulları, müdürleri, hem de belediyenin bürokratları tam kadroya yakın salonda idi.

Başkan Bozbey’in bir de Marmara Belediyeler Birliği Başkanı gibi sıfatı olunca depreme biraz yerelden genele bakar gibi bakması gerekiyordu…

Öte yandan dünkü yazımızda depreme vurgu yaparken şundan bahsetmiştik:

Depremin gerçekleştiği 1999 yılının ardından yola koyulsaydık 6 Şubat 2024’te gerçekleşen depremde yaşanan maddi ve manevi kayıpların çoğu yaşanmazdı demiştik.

Aklın yolu bir.

Bu bağlamda, Bozbey de gerçekleştirdiği basın toplantısına yarım asırdır yapılmayanlarla başladı. Ardından devam etti…

Geçmişte Nilüfer Belediyesi’nde yapmış olduğu çalışmaları anlattı, “refarans gösterdi” diyebiliriz.

Mahalle deprem gönüllüleri ve mahallelere kurmak istediği depreme müdahale merkezleri ve toplanma merkezleri önemli bir proje.

Bu projeler hayat bulursa hayat kurtarabilir.

Bulmaz ise onlar da laftan öte gidemez…

Özellikle Bozbey’in çizdiği yol haritasında altyapı ve üstyapı çalışmaları da önemli bir yer tutuyor.

Bozbey’in “Emsal artışı şeklinde uygulanan kentsel dönüşüm çalışmalarının bütüncül bakış açısıyla gerçekleştirmek için imar adalarının birleştirilmesi ve sosyal donatı alanlarının yenilenmesi ve büyütülmesi son derece önemli” açıklamasından  kentsel dönüşümün yeni dönemdeki şifresini; “kentsel dönüşüm alanı ne kadar büyürse emsal de o kadar büyüyecek” şeklinde anladım…

Yine anladığım başka bir konu ise kaçak yapı ile ciddi mücadele…

Bu konuda ilçe belediyelerine her türlü desteği vermeye hazır Bozbey…

Ama bence daha önce yapılması gereken ise ekonomik ömrünü tamamlamış binaların bir şekilde kentsel dönüşüme girmesi.

Bunun için değil bir yıl beklemeyi bir gün bile bekleyecek zaman kalmadı.

Umarım bu konuda yerel ve merkezi yönetimler bir an önce ortak noktada buluşur. Gerekli hukuki ve mali düzenlemeler yapılarak vatandaşı da fazla hırpalamayacak bir çözüm noktası açıklarlar.

Bozbey’in “Kentsel Dönüşüm ve Danışma Komisyonu” kurulduğu açıklaması da önemli bir ilerleme. Bu komisyonun başında da  Milletvekili Kayıhan Pala olacakmış…

Komisyon ne yapar onu bilemem. Bildiğim ise bugün bir deprem olsa Bursa’dan çıkışın zor olacağı.

Bu konuda herkes taşın altına elini sokmalı. Aksi durumda çoluğumuz çouğumuz, eşimiz, anamız babamız o taşın altında kalıyor…

Bu durumda şimdilik bize tek bir şey demek düşüyor.

Allah depremden korusun…

 

 

Bir deprem, çeyrek asır…

Bir deprem, çeyrek asır…

17 Ağustos Depreminin üzerinden tamı tamına 25 yıl geçti. Bu zamanı bir insan ömrü olarak düşünsek, mesleğini eline almış, hayatın gailesine ta göbekten dalmış, genç dinamik bir insandan bahsediyor oluruz.

Depreme dair bir yaşam bilinci oluşturma çalışması olarak düşündüğümüzde gördüğümüz tablonun ‘az gittik, uz gittik, dere tepe düz gitti, bir de baktık ki, bir arpa boyu yol gitmemişiz’ masal girişinden ibaret olduğuna ise herkes katılacaktır sanırım.

25 yıl bilinçlenmek, yenilenmek, hazırlanmak, kendini güçlü ve güvende hissetmek, hatta tüm bunları geride bırakıp yepyeni sulara yelken açmak, artık yeni gaileler için tasalanmak adına yeter de artar kullanmasını bilene.

Oysa bizim bundan önceki 25 yıllık süreçte yaptığımız sadece konuşmak, uyarmak, endişelenmek, korkmak ve tüm bunları benzeri bir döngü içinde sürekli tekrarlamaktan ibaret oldu.

Haa… Bir de işin içine paldır küldür dahil ettiğimiz, ihtiyaç ile yapılanın arasında en ufak bir bağlantı kuramadığımız kentsel dönüşüm kalkışması girdi. Şahtı şahbaz oldu.

Şimdi bugün 25 yılın ardından, eskiden bir araya gelerek açıklama yapan akademik meslek odaları ayrı ayrı açıklamalarla yaşananların ve olması gerekenlerin önemine dikkat çekmek için bir kez daha sahnedeydi.

İlk olarak İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’nin toplantısına katıldım. Başkan Serdar Atilla Erdem, depremin yaşanmasının ardından gelen o en hararetli günlerde; “Birçok kamu kurum ve kuruluşu, üniversiteler ve meslek odalarınca depreme yönelik hazırlık, güvenli ve sağlıklı kentleşme konularında bilimsel-teknik çalışmalar yapılmış, raporlar hazırlanmış, eylem planları oluşturulmuştur. Ancak afete hazırlık konusunda yürütülen tartışmalar zamanla gündemden çıkmış, yapılan onca bilimsel-teknik çalışma ise kurumların tozlu raflarında unutulmaya terk edilmiştir” diyerek bizde lafın çok, icraatın yok hükmünde olduğunun altını çizdi.

İşin ABC’sinden başlayalım dersek, o kısımda da öncelik yapı stokunun çıkartılması meselesine gelip dayanıyor.

Aslında şehrin yapı stokunun çıkarıldığına, yapıların yüzde 65’inin depreme dayanıksız olduğunun tespit edildiğine ilişkin bir veri mevcuttu elimizde. Her yerde, her yazıda bu veriyi kullandık. Elimizdeki verinin daha ziyade Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı’nın incelemelerine dayandığını ve zemin analizi üzerine temellendiğini belirten Erdem;

“Bursa’daki yapı stokunun bina bina tespitinin yapılmasını istiyoruz. Bursa’da yaklaşık 500 binin üzerinde yapı stoku var. Bu binaların depreme karşı ne kadar direnç göstereceğini görelim istiyoruz. JICA’nın yaptığı çalışmalar daha çok zemin üzerinde yaptığı çalışmalar. Bursa’nın yüzde 65’i riskli diyorlar. Biz de bunu daha noktasal yapalım ve tüm binaların depreme ne kadar direnç göstereceğini belirleyelim, diyoruz. Kent anayasasını ve kentsel dönüşüm çalışmalarında da bu veriler bize yol göstermiş olacak” diyerek sonlandırdı açıklamasını.

Geçtiğimiz dönem belirli bölgelerde binaların dolaşılması ile de bir çalışma yürütülmüştü. Ancak bölgesel planlamayı hedef alıp bazı kabullerle gitmek daha mantıklı ve hızlı bir yol izleme metodu olarak benimsenmişti. 6306 sayılı yasaya altlık oluşturması için bir envanter hazırlanması konusunda tüm odaların hemfikir olacağı kanaatindeyim. Bu envanterin bina bina gezerek detaylı çalışılması gerekliliğine de elbette odalar kendi alanlarındaki uzmanlıkları ile karar vereceklerdir.

Her ne yapılacaksa bir an önce yapılmasının elzem olduğu konusunda herkesin aynı fikirde olduğu net.

İkinci açıklama ise Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube’sinde yapıldı.

Bir süredir ufak ufak sarsılan Gemlik üzerinden endişeleri giderek artan bir Bursa için Jeoloji Mühendislerinin konuşması ayrı bir önem arz ediyordu. Beklediğimiz sansasyonel açıklamayı alamadık Oda Başkanı Mehmet Yıldız’dan. Mesleğinin haklı gereği olarak endişeye sevk etmek yerine tedbire davet etmek gibi bir yol seçti başkan ve dedi ki; “Bu sarsıntıların bir öncü ya da bölgedeki gerilimi hafifletici olup olmadığına yönelik tahminler yürütmek yerine, hızla çözüme odaklanmalıyız. Depremin etkilerini hafifletmek, doğru tekniklerle her türlü zemine yapı yapmak mümkün. Bunlar üzerinde çalışmalı, kentsel dönüşüme ivme kazandırmalıyız”

Sonrasında da şöyle devam etti;

“17 Ağustos 1999 depreminin üzerinden çeyrek asır geçmesine rağmen, doğa kaynaklı afetler karşısındaki toplumsal, sosyal, ekonomik, kurumsal ve teknik altyapımızdaki kırılganlık katlanarak artmış, getirilen çözümler ise afet risklerini azaltmak yerine, ‘pansuman olmanın’ ötesine geçememiştir. ‘Neşter Vurmanın Zamanı’ ise elbette gelmiştir”

Aslında aradan geçen sürede tüm ülkede alınması gereken tedbirler yerine göz boyama işine daldığımızdan, taptaze bir acı daha kattık 17 Ağustos’un üzerine. Depremzedelerin halen yakınlarını aradığı 6 Şubat’ın travmasını ben daha atlatamadım siz atlatabildiniz mi bilemiyorum…

17 Ağustos açıklamaları yarın da devam edecek.

NOT: Günün önemli bilgilerinden birini de atlamayalım isterim. İMO’nun kadrolarının harıl harıl çalışarak ‘Bursa Vizyonu’ adı altında geniş bir dosya hazırladıklarını biliyorduk. Dosyalar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış. 18 dosya konusu üzerinde yoğunlaşıyor üyeler. İlk dosya konuları ile bu ayın sonunda düzenlenen bir toplantı sayesinde buluşacağız. Bakalım İMO Bursa için nasıl bir vizyon çiziyor? Bu vizyon ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin icraatları ne derece uyum içinde olacak? Zaman içinde göreceğiz…

 

 

Depremden sonra değil depremden önce… Hazırlık zamanı geldi geçiyor…

Depremden sonra değil depremden önce… Hazırlık zamanı geldi geçiyor…

Gerçek olan şu: Biz unutsak da o zaman zaman bize kendisini hatırlatıyor. Bazen doğuda, bazen batıda, bazen güneyde, bazen kuzeyde…

Neden mi bahsediyorum?

Eskilerin ifadesi ile “zelzele“, bizim bildiğimiz adı ile deprem

Özellikle 17 Ağustos 1999 tarihindeki büyük Marmara Depremi olarak hafızamıza kazanan depremin ardından çeyrek asır geçti.

Bir nesil demek.

İşte hal böyle olunca geleneksel hale gelen 17 Ağustos depreminin yıldönümünde akademik odaların, belediyelerin, bilim insanlarının teker teker açıklamalarını takip etmek de her zamanki gibi bize düşüyor…

Onlar  konuşuyyor, bizler yazıyoruz.

Peki üzerinde sorumluluk yüklenenler neler yapıyor?

İşte orası muamma…

Bugüne kadar yapılanların özeti, bir arpa boyu kadar alınan yol.

Umarız bundan sonra yapılması gerekenler yapılır da hep beraber geleceğe yönelik umutlarımız yeşerir.

Aslında dedik ya bizim neslin aklındaki ilk büyük depremin üzerinden çeyrek asır geçti.

Bu çeyrek asırda istenilseydi neler mi yapılırdı?

İstenilse idi, irade ortaya konulsaydı hep beraber Türkiye’yi sıfırdan yeniden inşa edebilirdik.

Yeniden inşa etseydik neler mi olurdu?

Ya da olmazdı demek gerekiyor.

Belki Düzce depremi haricinde ne Bingöl’de ne Van depreminde, ne Elazığ Sivrice, ne de son yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremde can kayıplarımız olmazdı…

Analar evlatsız, babalar eşşiz, çocuklar yetim ve öksüz kalmazdı…

Dedeler, nineler torunlarını sever başlarını okşardı.

Şimdi ne yapıyorlar?

Mezarları başında dua ediyor, sadece Fatiha okuyup acılarını yaşıyorlar.

İşte bu acıları tekrar yaşamama adına son yaşanan 6 Şubat depreminin ardından çok az da olsa biraz silkinme oldu…

Bu silkinmenin Bursa özelinde devam etmesi adına Cuma sabahı önce İMO Bursa Şubesi, ardından Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesi BAOB’da basın toplantısı gerçekleştirdi.

İMO Bursa Şube Başkanı Serdar Atilla Erdem‘in konuşmasında dikkat çeken satırbaşları şunlar:

“Gölcük merkezli 7,4 büyüklüğündeki deprem başta Marmara bölgesi olmak üzere tüm Türkiye`yi derinden etkilemiştir. Yalnızca can ve mal kayıpları itibariyle değil meydana geldiği bölgenin, sanayinin ve nüfusun yoğunlaştığı bir coğrafya olması dolayısıyla depremin ekonomik sonuçları da ağır olmuştur.”

Bunun açılımı ne demek: Kısaca 6 Şubat 2023’te meydana gelen depremin bir benzeri Bursa ve Marmara Bölgesi’nde yaşanırsa Türkiye’de hayat durur…

Erdem, çözüm önerisi olarak da şu görüşleri paylaştı:

“… ilk yapılacak iş mevcut yapı stoğunun tüm Bursa’da tespiti ve kentsel dönüşümde öncelikli bölgelerin belirlenmesinde kullanılmasıdır. Bu çerçevede Yapı Stoğu Envanteri çıkarıldıktan sonra tüm Bursa için bir Kentsel Dönüşüm Strateji Belgesi çıkarılarak acilen Kentsel Dönüşüm Kriterleri tüm kentimiz için aynı olacak şekilde belirlenip 1.Derece Riskli Bölgelerden başlayarak uygulama sürecine geçilmelidir. Kentsel dönüşüm parsel bazlı değil mahalle bazlı, bütüncül bir yaklaşımla yapılmalı, süreç Büyükşehir Belediyemiz önderliğinde, şeffaf bir şekilde, Meslek Odalarının, Kamu Kurumlarının içinde olduğu, ortak akılla yapım yöntemi belirlenerek bir an önce hayata geçirilmelidir. Bu süreç yaşanırken halkımız riskin büyüklüğü konusunda ikna edilmeli, eğitilmeli ve kentsel dönüşüme katkı koymaya hazır hale getirilmelidir.”

Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Mehmet Yıldız da 17 Ağustos 1999 depremi ile ilgili olarak gerçekleştirdiği basın toplantısında, “Parsel bazında zemin etütleri, imar planına esas mikrobölgeleme etüt çalışmaları ve yerleşim alanlarının doğru seçimi gibi jeolojik veriler ışığında bilimsel yaklaşımlarla desteklenmelidir” dedi.

Yıldız, bir başka öneri olarak da “Risk azaltma odaklı ve bütünleşik bir afet yönetim sisteminin kurumsal yapılanması yeniden düzenlenmeli, tüm afet hizmetleri için dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, acilen ‘Afet, Acil Durum ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ kurulmalıdır.” diyerek görüşlerini paylaştı.

Kısaca depremin ayak seslerini duyarken tünele girmeden tek çıkış kaldı. İşte o çıkışı bulma adına artık harekete geçme zamanı.

Biz harekete geçmez isek deprem harekete geçerse bir daha o şansımız kalmayabilir…

Çok lafın özeti ise depremden sonra değil, depremden önce harekete geçme zamanı geldi geçiyor bile…

Çocuklar sistemin dışında, yoksulluğun içinde!

Çocuklar sistemin dışında, yoksulluğun içinde!

Nihayet eğitim sisteminin dışında kalan çocukların neler yaşadığına dair birkaç kelam etmeye sıra geldi. Öyle bir adaletsizlik ki, hem ülke gündeminde hem de benim gündemimde siyaset kazanından çıkan dumanlar çocukların ve onları un ufak eden sistemin bozukluklarının önüne geçti.

Öz eleştirimizi de masaya koyduktan ve siyasetin insanı içine çeken girdabına kapıldığımı itiraf ettikten sonra gelelim ülkenin en önemli sorunlarından birine.

Bu işin önemini hatırlamak için de vakti zamanında büyük savaşlarla ülkeyi bağımsızlığına kazandırdıktan sonra, ‘asıl savaşımız şimdi başlıyor’ diyerek bir kalkınma hamlesi gerçekleştirmeye, aynı zamanda bir eğitim seferberliği başlatmaya, böylelikle ülkenin kendi yetişmiş insanlarının bu toprakların hamuruyla yoğrulmasını hedeflemeye gayret etmiş olan Mustafa Kemal Atatürk’ün yapmaya çalıştıklarını anlamak gerekiyor.

Malumunuz, sürekli bir devrim dönemi içinde olduğumuz hatırlatılıyor, fakat bu devrimin ilerici olmadığının herkes farkında. ‘Gelişim eğitimle başlıyor’ denklemini tersten okursak, gerilemenin de eğitim araçlarının tek tek boşa çıkarılması ile sağlanacağını söyleyebiliriz.

İçinde bulunduğumuz süreç de tam olarak böyle işliyor zaten…

Öncelikle bu ülkenin çocuklarının içinde bulunduğu mali tabloyu ortaya koymakla başlayalım işe. Sonuçta her şey gelip paraya dayanıyor çünkü. Türkiye sosyal devlet olmaktan çoktan çıktı!

Efendim, Birgün.net’in haberine göre çocuklara yönelik sosyal yardım verileri incelendiğinde yoksul hanelerde yaşayan toplam 5,4 milyon çocuk için ailelere ödeme yapıldığı görülüyor.

Veriler, Türkiye’deki çocuk nüfusunun yüzde 25’inin yoksulluk içinde olduğunu bize ispatlıyor!

2022 yılında uygulamaya koyulan Türkiye Aile Desteği Programı, uygulamaya konulduğu tarihte 2.5 milyon hanenin destekten yararlandığını belirtmişti. 2024 yılına gelindiğinde programdan yararlanan hane sayısı 3 milyon 479 bin 832 oldu.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının ‘Çocuk Desteği Bileşeni’ kapsamında 2.2 milyon hanedeki 5.4 milyon çocuğa ödeme yaptığını açıklaması yoksul çocukların sayısı hakkında bize hayli fikir veriyor aslında.

Aile Bakanlığı ve TÜİK’in karşılaştırmalı verilerine göre, çocuk nüfusunun yüzde 25’i yoksul hanelerde yaşamını sürdürüyor. Türkiye’deki milyonlarca çocuğun aile yanında en temel ihtiyaçları dahi karşılanamıyor. Bakılamayan çocukların ailelerinden alınma riski bulunuyor. Aile Bakanlığı, ‘’Bakılamayan çocukları” Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) projesi kapsamında ailesinin yanında destekliyor. Bu kapsamda Temmuz 2024 itibarıyla 171 bin 895 olan ailesi yanında en temel ihtiyaçları dahi karşılanamayan çocuk sayısının 2028 yılında 230 bine çıkacağı öngörülüyor.

Elbette ailelere sağlanan yardımların çocuklar için kullanılıp kullanılmadığına yönelik net bir bilgi yok, bu konunun doğru ve yeterli biçimde denetlendiğini de hiç sanmıyorum.

Yoksul çocukların eğitim sisteminin dışında kalmaları bir yana küçük yaşta çalışmaya başladıklarını da atlamayalım gerçeklik olarak.

Yaklaşık bir hafta kadar önce Bursa’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çocuk işçiliği ile mücadelenin önemine vurgu yapmak amacıyla ve Mevsimlik Tarımda Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi Projesi’ni anlatmak üzere düzenlenen ‘Yerel Medya Buluşması’nın içeriklerinden biri de çocuk işçiliğinin en ağır düzeyde seyrettiği mevsimlik tarım işçiliği yaşam sisteminde çocukların durumu hakkında neler yapılabileceğiydi.

İyi dilekler, temenniler, ‘muhakkak önlenmesi gereken bir durumdur’ içerikli konuşmaların dışında ortada net olarak sadece şu rakamlar mevcut;

“Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 1994 yılında ekonomik işlerde çalışan çocukların oranı %15,2 iken bu oran 1999 yılında %10,3’e 2006 yılında ise %5,9’a, 2019 yılında ise %4,4’e düşmüştür. Türkiye İş Kurumu verilerine göre Bursa’da 13 bin 987’si Türkiye vatandaşı, 2 bin 741’i göçmen olmak üzere toplamda 16 bin 728 çalışan olduğu bilgisi vardır.”

Oranlara şöyle bir bakınca görüyoruz ki, 1999-2006 yılları arasındaki 7 yıllık süreçte çocuk işçiliği neredeyse yarı yarıya azalmış, 2006 yılından 2019 yılına kadar geçen 13 yıllık süreçte ise bu oran ancak yüzde 1.5 düzeyinde bir gerileme göstermiş!

Hasılı kelam, yoksulluk içindeki ailelerin çocukları çalışıyor, çalışmaya devam ediyor ve bu çalışma düzeni neredeyse hiç azalmıyor!

Buna karşılık olarak hem çalışıp hem okuyan çocuklar konusu da rafa kalktı ülkemizde, çünkü hali hazırda çalışmadan sadece okula giden çocukların dahi yeterli eğitimi alamadıklarına yönelik pek çok uluslararası veri geçiyor elimize.

Kısaca ‘eğitime yatırım yapmıyoruz’ diyerek özetleyebilirim sanırım durumu ve bu konuda bana itiraz eden çok az ses yükselir.

Peki, neye yatırım yapıyoruz?

Misal ne olduğunu henüz eğitim alanında uzman pek kimsenin anlayamadığı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ ismini verdiğimiz müfredat değişimine uygun kitapların basılmasına yatırım yapıyoruz.

MEB, 2024-2025 eğitim ve öğretim yılında ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine dağıtılacak kitapların basımı için üç farklı matbaa şirketiyle sözleşmeler imzalandı. Ders kitaplarına toplam 269 milyon tl ödenecek ve hepimiz biliyoruz ki, bu ders kitapları ücretsiz dağıtılırken diğer yandan öğretmenler yardımcı ders kitabı adı altında asıl eğitim verdikleri kitapların alınması için velilere ve öğrencilere listeler uzatacak!

Bir de dininde, kininde nesil yetiştirmek adına sıvanan kollara yatırım yapıyoruz.

Bir yandan okul öncesi dini eğitimi fonlarken, diğer yandan okulların içine sızan vakıf adı altında örgütlenmiş cemaat ve tarikatlara yatırım yapıyoruz.

Küçük bir örnekle durumu sonlandırayım; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan 4-6 yaş Kuran Kursu Desteği Programı Protokolü uyarınca Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden 2024 yılının ilk altı ayında Diyanet’e 37.3 milyon lira aktarıldı.

Şöyle bir toparlama cümlesi ile bitirelim; eğitim sisteminin dışında kalan çocukların büyük bölümü yoksul ailelerin çocukları, dolayısıyla çoğu çocuk işçi olarak bir yerlerde çalışma hayatının içine dalıyor. Bu standardın dışında kalanlar için ise yine eğitimle alakası olmayan, ancak Milli Eğitim Bakanlığının desteklediği dini eğitim araçları devreye giriyor.

Yani çocuklarımız sistemin dışında parça parça ediliyor…

 

 

Bursa’nın kanayan yarası öğretmenevi

Bursa’nın kanayan yarası öğretmenevi

Yazılarımızı takip edenler bilir.

Eğitim ve öğretim yılı başlamadan her sene öğretmenevi konusunu gündeme getiririm.

Ben getirmekten yorulmadım.

Yetkililer de bu konuda bir şey yapmadı.

Hazır yerel seçimler yapıldı.

Şimdi tam fırsatı.

Malum;

Okulların açılmasına sayılı günler kaldı.

Özellikle bu minvalde Bursa özelinde eğitim camiasında bir hareketlilik yaşandığı da gerçek.

Özellikle atamaların yapılmasının ardından atandığı ile gelen öğretmenleri bugünlerde fazlasıyla görmeye başladık.

Hepsinde tatlı bir telaş…

Özellikle şehir dışından gelen öğretmenler barınma derdinde.

Kiralık ev arayışındalar.

Bulamayanlar da geçici bir süre misafirhane arayışında…

Öğretmenlerin öncelikle baktığı misafirhanelerin başında öğretmenevleri geliyor.

Yine öğretmen çocukları da bugün yarın kentimize üniversite kaydı için gelecekler…

Onlar da en az geçici bir süre için öğretmenevinde kalmak isteyecekler…

Ama maalesef kent merkezinde öğretmenevinin yatak kapasitesi oldukça sınırlı…

Toplasan iki elin parmakları kadar.

Senelerdir bizler başta olmak üzere Bursa’da öğretmenevi ihtiyacı var diye gündeme getiriyoruz.

Bizlere zaman zaman eğitimciler de eşlik ediyor.

Ama yetkililerden ses yok…

Kimse de “yeni öğretmen evi yapacağız” demiyor.

Zafer Plaza’nın arkasındaki öğretmen evinde konaklamak için gelenler şansları varsa yer buluyorlar.

Yoksa bir bardak çay içip bir de tavla atarsan şanslısın demek

Konaklamak için otellere talim…

Kim ne derse desin, şehrin merkezinde öğretmenevi önemli bir ihtiyaç

Binlerce eğitimcinin ve yakınının bulunduğu kent merkezinde en öncelikli konulardan biri olmalı öğretmenevi.

Gerekirse şehrin içindeki öğretmenevi satılıp daha güzel ve kullanışlı bir öğretmenevi yapılması için kaynak oluşturulabilir.

Kentsel dönüşüm projelerinde yer ayrılabilir.

Yeni öğretmenevi nereye mi yapılmalı?

Bana göre kent merkezine en az üç tane yeni öğretmenevi yapılmalı.

Osmangazi, Yıldırım ve Nilüfer’e…

Biz üzerimize düşeni yaptık, yine gündeme getirdik.

Umarız yöneticilerimiz de sorumluluklarının gereğini yapar ve Bursa’nın kanayan yarası öğretmenevi meselesi çok kısa zamanda kökten çözülmüş olur…

Bize de bundan sonraki süreçte temelini atma ve açılışını yazma görevi düşer.

 

 

CHP’de kılıçlar çekildi!

CHP’de kılıçlar çekildi!

CHP İl Başkanlığında dün itibariyle düzenlenen toplantının iki sonucu olabileceğini söylemiştim. Mağlubiyet de mümkündü, güçlenerek ulaşılan bir galibiyet de.

İmza toplama girişimlerine görevden alma söylentileri de eklenince saat 18.30’da düzenlenen toplantı sırasında CHP Yıldırım Örgütünden 50-55 kişilik bir grup il binasına giderek İlçe Başkanı İlhami Gün’ün arkasında durduklarını gösterdiler.

Bence CHP’nin bir parti olarak farkını ortaya koydular ve yönetim kademelerindeki güç çekişmelerinden bağımsız, örgütün sesinin dinlenmesi gerektiğini hatırlatmak üzere masaya yumruğu vurdular.

Burada örgüt üyelerinin kimi desteklediği, neden taraf olduklarından ziyade, güçlerini ortaya koyarak istedikleri doğrultuda bir karar alınmasını sağlamasıydı bence önemli olan.

Tam da bu doğrultuda, kongre sürecinde İlhami Gün’ün karşısında yer alan isimlerin dahi bu desteğin içinde yer alması daha da kıymetliydi.

Yönetenlerin değil, çoğunluğun istekleri ile şekillenmesi gerekiyordu atılacak adımların.

İmzalar atıldı, atılan imzalar geri çekildi, falan filan…

Bunlar siyasetin küçük ayak oyunları.

Burada önemli olan birkaç nokta mevcut.

Bunlardan birincisi CHP Yıldırım İlçe Başkanının ve yönetiminin görevden alınması için bir imza toplama girişimi gerçekleşmiştir!

Bunlardan ikincisi yönetim istifa imzaları ile düşürülemezse İl Başkanlığının kararı ile görevden alınması meselesi gündeme gelmiştir ve konuşulmuştur.

Hasılı kelam, CHP Yıldırım İlçe Başkanı İlhami Gün’ün kuyusu kazılmak istenmiştir.

Şimdi gelinen noktada, CHP İl Başkanlığı ile CHP Yıldırım İlçe Yönetimi birbirinden uzaklaşmıştır.

Buradan şöyle bir yere varmak pek ala mümkün, önünde ciddi bir genel seçim süreci olan, yerel seçimlerde elde ettiği başarıyı hizmetleriyle taçlandırarak genel seçimlerde de benzeri bir noktaya taşımaya hevesli CHP Genel Merkezi Bursa’da bu emeli nasıl gerçekleştirecek?

İl Yönetimi ile şehrin en büyük ilçelerinden Yıldırım’ın yönetimi birbirine ters düşmüşken, daha şimdiden Yıldırım örgütü üvey evlat muamelesi görüyorken, hem hizmetler noktasında, hem de genel seçim hazırlıklarında nasıl tek vücut olunacak?

İlhami Gün bugün itibariyle görevinin başında. Görevinin başında olduğunu basın kuruluşlarına gönderdiği bilgilendirme metninde de açıkça belirtmiş ve yakın zamanda geniş katılımlı bir basın toplantısı düzenleyerek parti içi dinamikleri kamuoyu ile paylaşacağını belirtmiş. Son cümlesi ise şöyle;

Biz Yıldırım Cumhuriyet Halk Partisi olarak dimdik ayaktayız ve görevimizin başındayız. Örgütümüzün hafızası bu yapılanları unutmayacak!”

Buna karşılık olarak yine basın kuruluşlarına servis edilen ve ‘İstifa eden yönetim kurulu üyeleri’ adına hazırlanan metinde şöyle diyor;

Bizler istifa eden yönetim kurulu üyeleri olarak, hiç kimsenin baskısı ile hareket etmedik… 12.03.2024 tarihinde 10 asil ve 6 yedek yönetim kurulu üyesi imzasının işleme alındığına dair evrak tarafımızca teslim alınmıştır. İstifa dilekçeleri ıslak imzalı ve herkesin hür iradesiyle verdiği karardan sonra asılları ile birlikte il başkanlığına sunulmuştur…

Bu istifaların sunulmasından sonra, hemen ertesi gün, ilçe başkanı, yönetimden birkaç kişi ve birkaç meclis üyesi, istifa eden bir asil üyenin şehir dışında ailesi ile tatil yaptığı otele giderek bir asil yönetim kurulu üyesinin istifasını baskı ve etki altında geri çektirmiştir…

Ancak 12.03.2024 tarihinde verilen istifalar işleme alınmıştır. Daha sonrasında geri çekilen istifaların, ilçe yönetimi ile ilgili alınacak karara hiçbir surette etkisinin olmadığına dair pek çok mahkeme kararı da bulunmaktadır…”

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere önümüzdeki süreç CHP Yıldırım İlçe Yönetiminde bir değişiklik rüzgarının esme ihtimalinden tutun da yönetimin toptan değişimine kadar pek çok ihtimale gebe.

Ben merakla İlhami Gün’ün düzenleyeceği basın toplantısını bekliyorum…

Kim bu yorulanlar?

AK Parti’nin 23. yaşında doğum günü kutlaması babından düzenlenen basın toplantısına dahil olmak için yerimizi aldık Bursa basını olarak. Bekliyoruz ki, şöyle tumturaklı bir muhalefet yapılsın, 4 ay 15 gündür yönetimde olan yeni belediye başkanlarının icraatları yerden yere vurulsun, bizim göremediğimiz açıklar yakalansın ve ortaya dökülsün…

Öyle kolay değil, sen neredeyse 20 yıldır elinde tuttuğun belediyeyi CHP’ye kaptır, sonra da bir köşede sessizce izle…

Ama nerdeeee…

Aslında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e en büyük muhalefeti yapan, hatta bu konuda son derece yalnız bırakıldığını hissettiğim, eski Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın dahi geç kaldığı toplantıdan böyle bir performans beklemek elbette hayalcilikti.

Kısa bir açılış konuşmasının ardından ‘AK Parti il binasındayız’ etiketi ile fotoğraf paylaşmak üzere salona doluşmuş izleyicilerin eşliğinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Yorulanlar kenara çekilsin’ ana temalı konuşması önce izlenmeye çalışıldı, izleme internet yetersizliği nedeniyle olsa gerek gerçekleşemeyince mesele konuşmayı dinlemeye döndü.

Herkes huşu içinde, Cumhurbaşkanının ‘Yorulanlar kenara çekilsin’ nidasını dinlerken, kimseler üstüne alınmayınca usulca ayrılmak da bana düştü…

Sahi, kim bu yorulanlar?

 

 

AK Parti’nin 23. yaşı

AK Parti’nin 23. yaşı

AK Parti kuruluşunun üzerinden çarşamba günü itibariyle 23 yıl geçti. Kurulduğu ilk günden itibaren girdiği ilk seçimlerde iktidar olan AK Parti, yerelde de benzer bir başarı yakaladı. Ülke genelinde AK Parti bayrağını dalgalandırmadığı il ve ilçe sayısı oldukça sınırlı…

Bursa‘da bu minvalde Nilüfer, Türkiye’de Şişli, Çankaya; il olarak da akla İzmir geliyor. Onun dışında AK Parti’nin birçok belediyelerde dalgalanan bayraklarının bir kısmı 2019 yerel seçimlerinde, içlerinde Bursa gibi illerin bulunduğu bazı illerde ise 2024 yılında indi.

Kurulduğu ilk günden itibaren kuruculardan kaçı hala partide ya da değil, onun istatistiğini tutamadım.

Ama birçoğunun olmadığı kesin…

Tüzüğün yazımında büyük emekleri olan Bursalı siyasetçi dostlarımız İsmail Tatlıoğlu, Ertuğrul Yalçınbayır gibi isimlerin bugün AK Parti’de siyaset yapmadıkları kesin.

Bursa özelinde geçmişte görev yapan bazı il ve ilçe başkanları, belediye başkanları, hatta milletvekilleri şu an AK Parti’de siyaset yapmıyor.

Yine kuruluşta başbakan yardımcılığı, başbakan, hatta cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan birçok ismin de AK Parti ile yollarını ayırdığı da diğer bir gerçek…

O isimler arasında Abdullah Gül, Ali Babacan, Abdüllatif Şener gibi siyasetçilerin de AK Parti ile ilişiği kalmadı.

Kimi parti kurdu, kimi de siyaseti uzaktan takip ediyor.

Öte yandan, bir de kuruluşunda AK Parti’ye ciddi muhalefet yapıp sonradan AK Parti’ye dahil olan bakan, milletvekili olan isimler var ki onlar da konuşmasına “AK Parti’yi kurarken…” diye başlıyorlar, o zaman sadece gülüp geçiyorum.

Yine de kurulduğu günden itibaren birçok temel taşın ayrıldığı bir siyasi parti uzun yıllardır iktidarda kalıyorsa bunun tek bir yanıtı var…

O da AK Parti’nin lider partisi olması…

Halkın teveccühünün Recep Tayyip Erdoğan‘dan yana olması, kendine yakın görmesi bu iktidarı perçinleştirdi.

Bunun hem avantajı hem de dezavantajı var…

Onları ilerleyen süreçte kaleme alacağız.

Bir de gerçek olan şu:

AK Parti’nin kurumsallaşma aşamasında gidecek daha çok yolu olduğu.

İşte onu tamamladığı zaman AK Parti daha uzun yıllar Türk siyasetinde var olur. Aksi durumda ise siyasi partilerin konulduğu tozlu raflarda yerini seçmen ayırtır.

İşte bu ayrıntıların yeni dönemde öne çıkması isteniyorsa gövdeden kopan dalları da içinde tolere edebilen bir AK Parti toplumun umudu olmaya devam edecektir.

Bu dönemde AK Parti’nin yapmış olduğu birkaç icraat var ki ona şapka çıkarmamak haksızlık olur.

O da milli savunma sanayi yatırımları…

Bizim üzerimize bu durumda düşen doğru icraatları tebrik etmek, yanlışları da eleştirmek.

Biz üzerimize düşeni yapacağız, yapmaya da devam edeceğiz.

Yerel yöneticiler hem dert yanıyor hem başlarına yeni dert açıyor

Yerel yöneticiler hem dert yanıyor hem başlarına yeni dert açıyor

Yerel seçimlerin ardından birçok belediye başkanı yoğun bir şekilde borçlardan şikayet etti.

Kimi önceki yönetimlere veryansın ederken, kimileri de kendi partisinden devraldığı için “kan kusup kızılcık şerbeti içtik” dediler.

Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan‘ın belediyelerin SGK borçları ve kaynağından kesinti açıklamasını da hesaba katarsak yerel yönetimleri zor bir dönem bekliyor.

Sonrasında “hizmet yapamayız” diyen belediye başkanları…

Bir tarafta bunu diyen belediyelerin başındaki isimlerin diğer tarafta spor kulupleri alması gözlerden kaçmıyor.

Bu kulüplerin futbol yönüyle öne çıktığını da ilave edelim.

Kulağımıza gelen bilgilere göre Bursa’da iki belediye başkanı farklı iki kulübün haklarını satın almış durumda.

Bunlardan biri kısa adı BAL  ya da uzun adı ile Bölgesel Amatör Ligde oynayacak, diğeri de 3. Lig’de.

Diğer bir gerçek de alınan bu takımlarIN belediyelerin mali yüklerine yeni ilave yükler getireceği.

Ister istemez biz de “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diyemeden edemiyoruz.

O zaman diyeceğimiz tek bir şey var…

Onu da siz anladınız…

Bursa Artvin Vakfı’nın kongre tarihi belli oldu…

Özellikle sivil toplum kuruluşlarında yaşanan kongre süreçleri dikkatimizi fazlası ile çekiyor.

Bursa‘nın en büyük sivil toplum kuruluşlarından biri olan Bursa Artvin Vakfı‘nın kongresinin yakın bir tarihte yapılacağını, yönetim kurulu kararı alınmasının an meselesi olduğunu daha önce bu köşede yazmıştık.

O tarih belli oldu.

İlan edildi…

Kongre çoğunluk sağlanırsa 31 Ağustos 2024 tarihinde dernek merkezinde, sağlanmaz ise bir hafta sonra Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi‘nde çoğunluk aranmaksızın gerçekleştirilecek.

Kongre ile ilgili diğer bir detay ise kongrenin en az iki adaylı gerçekleşeceği şeklinde aldığımız duyumlar…

O adaylardan ilki mevcut başkan Adnan Demirci… Diğer adayın kim olacağı bazı üyelerin istişareleri sonucu ilerleyen günlerde belli olacak.

Bu noktada Erdinç Altun ismi öne çıksa da netleşmiş değil.

Bize düşen süreci takip etmek, çıkacak adaylara başarılar dilemek…

CHP’de dizayn savaşları

CHP’de dizayn savaşları

Aslında bugün eğitim sisteminin dışında kalan çocukların nelerle boğuştuğunu konuşmak için sözleşmiştik, fakat geçtiğimiz cumartesi günü düzenlenen CHP Yıldırım Gençlik Kolları seçiminde yaşananlar ve sonrasındaki gelişmeler siyaset kazanının bir kez daha fokurdadığını işaret edince sözümüzü bir sonraki güne ertelemeyi mantıklı buldum.

CHP Yıldırım İlçe Başkanı İlhami Gün’ün, CHP Yıldırım İlçe Gençlik Kolu Başkanlığına seçilen Buket Altay’a açık destek verdiğini, seçimlerin hemen ardından ekip olarak halaylarla kutlamalar yaptıklarını biliyoruz.

Kadınların ve gençlerin seçimlerine özellikle il ve ilçe yönetimlerinin doğrudan taraf tutarak müdahil olmalarını hiçbir zaman doğru bulmuyorum. Bunu bir yana koyarsak, seçim sürecinin pek ilkeli yürütülmediğini de belirtmekte fayda var. İlhami Gün tarafından gündeme getirilen, kongreden önce bir grup tarafından kendisine ve ailesine yönelik ağır hakaretlerde bulunulduğu iddiası önemli bir hadise.

O günden bu güne, şunun şurasında aradan dört gün geçmişken, bugünkü gündemimiz; Yıldırım İlçe yönetiminin düşürülmesi için istifa imzalarının toplanması ve konuyla ilgili bu akşam düzenlenecek olan olağanüstü toplantıda izlenecek yol hakkında verilecek karar!

Ben bu satırları yazarken istifa imzalarının 10’u geçtiğini, dolayısıyla yönetimin düştüğünü söylüyordu kulisler.

Elbette siyaset zemininin oynaklığını konuşmaya gerek yok. Yazım yayına girerken, Yıldırım İlçe yönetimi bu badireden güçlenerek çıkmış bir yönetim de olabilir, tarih de olabilir…

Bu küçük ayrıntıyı es geçersek, basın mensuplarına istifa nedenlerine yönelik bir açıklama gönderen, kendilerine; ‘İstifa eden yönetim kurulu üyeleri’ titrini uygun gören grubun istifa nedenleri arasındaki en önemli maddelere şöyle bir göz atmakta fayda var.

Dar kapsamlı toplantılarla kararlar almak, ilçe başkanının kendi yönetimiyle sorunlar yaşaması, hatta bu sorunların bağrışmalara dönüşmesi, kadın kolları ve gençlik kolları seçiminde doğrudan taraf olunması, gençlerin üzerine yürünmesine varan tartışmalar…

Hasılı kelam, iddialara göre İlhami Gün yönetimi ile hatta gençleri ve kadın kolları ile kısacası örgütün önemli bir bölümü ile anlaşamıyor iddiası hakim istifacı tarafta.

Bir de işin karşı tarafı mevcut, CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş’ın İlhami Gün’ü yönetimden düşürme çabası içinde olduğu iddiasında köprünün bu tarafındaki görüş. Seçimlerin başından bu yana Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile yakın bir mesai yürüten Nihat Yeşiltaş’ın bu işte yalnız olmadığı, konunun bir CHP’yi dizayn etme çabası olduğunun altı özellikle çiziliyor.

Yeterli imzanın toplanamaması durumunda İlhami Gün’ün olağanüstü toplantıda yönetim kurulu kararı ile görevden alınması da gündemde.

Gelelim yönetimi düşürülmeye çalışılan, kısacası görevden alınması için her türlü çaba sarf edilen CHP Yıldırım İlçe Başkanı İlhami Gün’e…

Vakti zamanında Nihat Yeşiltaş’ın güçlü desteği ile ilçe başkanlığı koltuğuna oturan, şimdi yapılanları ise bir darbe girişimi olarak değerlendiren Gün, Yıldırım’ın seçimlerin ardından üvey evlat muamelesi gördüğünü, ilçeye emeği geçenlerin liyakat esasına göre hak ettikleri yerlere yerleşmelerine yönelik taleplerin karşılanmadığını söylüyor.

Buraya kadar konuştuklarımız buzulun su üstünde kalan kısmı ve hepimiz biliyoruz ki, bir buzulun üçte ikisi suyun altında seyreder, en önemli, güçlü ve büyük parça buzulun suyun altında kalan kısmıdır.

Seçmenlerin büyük bir umutsuzluğa kapıldığı, altılı masanın hüsrana uğradığı genel seçimlerin ardından yaşanan kurultay süreci ve yeni genel başkanla gelen yerel seçim başarısının ardından uzun bir aradan sonra ilk kez aldığı oy oranına bakıldığında ülkenin tercih edilen ilk siyasi partisi olma yükünü omuzlarında taşıyan Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüm illerinde durum aynı mıdır bilmiyorum, ancak Bursa için şunu söylemek mümkün; kendisini güçlü hisseden tüm figürler partiyi istedikleri biçimde dizayn etme çabasında!

Yazının başından beri anlatmaya çalıştığım kaosun tek açılımı bu aslında. Bir yanda Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ve il yönetimi, diğer yanda adaylık belirleme sürecinde adını ve ağırlığını sıkça duyduğumuz, şehrin en güçlü siyasi kimlikleri arasında yer almayı başaran CHP Bursa Milletvekili Nurhayat Altayaca Kayışoğlu ve CHP’nin Osmangazi, Nilüfer, Mudanya Belediye Başkanları!

Seçimlerin hemen ardından kendini hissettirmeye başlayan ayak oyunları sonrasında yazdığım yazılarda da belirtmiştim, vatandaşın yerel seçimlerle CHP’li belediyelere bir yönetim hakkı tanıdığını, bu hakkın yerinde ve doğru kullanımı söz konusu olmazsa genel seçimlerin yine hüsranla sonuçlanabileceğini. Tüm belediye başkanlarının kenetlenerek bir hizmet yarışı içine girip vatandaşı pişman etmemek adına ellerinden geleni yapmakla mükellef olduklarını…

Ancak gelinen noktada hizmetten önce ikbalin geldiğine yönelik işaretler gözleri kamaştırıyor.

Kısacası CHP’de derin bir güç mücadelesi hakim bugünlerde…

Şu sıcak yaz günlerinde esen meltemle birlikte burnunuza çalınan ılık kan kokusunun nedeni budur efendim…

NOT: CHP Yıldırım İlçe Başkanı İlhami Gün bu akşam düzenlenecek toplantı sonrasında çıkacak karara göre bir basın toplantısı düzenleyerek yaşananları Bursa Medyası ile paylaşmayı düşünüyormuş. Bence son derece isabetli bir karar olur, hatta karara bakılmaksızın böyle bir toplantı düzenlenmesi daha da şık olur. Sonuçta unutulmaması gereken bir gerçek var; CHP susup her şeyi sineye çekenlerin değil, konuşanların ve hakkını savunanların partisidir.

100 bin liraya devlet okulu!

100 bin liraya devlet okulu!

Şunun şurasında bir ay sonra okullar açılıyor ve biz veliler biliyoruz ki, çocuğumuzun zaten kayıtlı olduğu bir okul yoksa, geçireceğimiz en telaşlı sürecin tam göbeğindeyiz. Çünkü sadece okul forması, kırtasiye ve kitap masrafı değil, bir de okul kayıt ücreti adı altında belimizi bükecek rakamlarla boğuşma sırası gelmiştir.

Şimdi hiç kimse, ‘devletin mis gibi okulları var, kayıt ücreti de neymiş, kayıt ücreti alınmayacağına dair bakan bey açıklama yaptı’ falan gibi cümleler kurmasın.

Öncelikli olarak devletin mis gibi okulları vardı bir zamanlar, fakat bu mis gibi okulları mis gibi yapan kadroları öyle bir dağıttılar ki, şimdi okulların içinde mis gibi öğretmen arama karmaşası yaşıyor veliler. Mis gibi öğretmeni bulan, çocuğunu bu sınıfa aldırmak için ayrıca bir para ödüyor. Devletin öğretmenine devletin okulu bir değer biçiyor yani!

Diğer taraftan bir zamanlar neredeyse okul parasının yarısını devletin ödediği ve vatandaşın adeta kucağına itildiği özel okul muamması artık çözülemez bir hal aldı. Çocuğunu özel okula göndermek için çektikleri kredileri ödemekle meşgul pek çok veli. Üstelik özel okulların da büyük bölümünün içi eğitim kalitesi açısından boşaltıldı.

Tüm bunları bir kenara koyarsak, çocuğunuzu yeni bir devlet okuluna kaydettirmek istediğinizde elbette karşınıza bir ‘okul kayıt parası’ kavramı çıkıyor!

Ben diyeyim 20 siz deyin 30 hatta belki 40 yıldır olan bu işe şaşırmamayı bilmek, mücadele edebiliyorsanız bu konuyla mücadele etmek lazım.

İşin mücadele kısmını ben vakti zamanında yapmıştım. Öyle pek kolay olmuyor elbette. Hele şimdiki kayıt sistemi ile daha da zorlu bir süreç bahsettiğim, ancak mümkün.

Konuyla ilgili bugün bir açıklama yayınlayan Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, “Laik, bilimsel, nitelikli, parasız eğitim haktır. Tüm velilerimizi, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için haklarına sahip çıkmaya davet ediyoruz” derken yerden göğe kadar haklı.

Zira devlet okullarında bu yılın kayıt parası 100 bin liraya kadar çıkmış!

“Okullar arasındaki eşitsizliği gideremeyen, öğrencilere evine yakın, güvenle gidebileceği bir okul türü sunamayan Milli Eğitim ve kamu görevini kötüye kullanarak okulun ihtiyaçlarını velilerden bağış adı altında kayıt parası ile karşılamaya çalışan okul idareleri, bu yıl kayıt ücretini 100 bin TL’ye kadar çıkarmışlardır!” cümlesi mevcut açıklamada.

100 bin lira kesin kayıt yolunu açıyor, üstelik o ballandırıla ballandırıla anlatılan sistem nasıl oluyorsa devre dışı bırakılıyor ve çocuklar kendi mahalle mekteplerinin dışındaki yerlerde okuma hakkını da satın alabiliyor. Eğer 80 bin liraya gücünüz yetiyorsa sizi bir havuza alıyorlar ve boşluk bulabilirlerse kaydediyorlar.

Açıklamanın devamında bahsedilen fahiş fiyatlı kayıt parasının nedenlerine de değiniliyor;

Derslik ihtiyacı bakımından Türkiye’de ilk sıralarda yer alan Bursa, önce İnşaat-Emlak birimi, daha sonra Enerji Birimi yolsuzluk iddialarıyla kilitlenmiş, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün iç çatışmalarıyla tek bir okul, tek bir derslik yapamaz duruma getirilmiştir. Bugüne kadar deprem tahkiki yapılan eğitim binası sayısı sadece 178’dir. 1050 eğitim binasına deprem tahkiki yapılmamış, güçlendirme amacıyla yıktıklarını söyledikleri okullar da senelerdir tamamlanmamıştır. Bu koşullarda kalabalık sınıflarla başlayacak yeni eğitim-öğretim döneminde bir de İmam Hatip ve Meslek Lisesi dayatmasıyla LGS kontenjanları kasıtlı olarak öğrencilerin tercih etmediği okul türlerine aktarılmıştır. Akademik eğitim almak isteyen öğrenciler ya yüzlerce bin lira vererek özel okulları tercih edecek ya da yüzlerce bin lira vererek sıra gelirse devlet okuluna kayıt yaptıracaktır!” diyor Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy.

Yine bugün, Bursa Valisi Mahmut Demirtaş’ın bir sosyal medya mesajından yola çıkarak şu bilgilere ulaşıyoruz; 2024-2025 Eğitim Öğretim Yılında inşaatı tamamlanarak hizmete girecek olan okullarla ilgili valilikte bir toplantı düzenlenmiş.

Sayın Vali der ki; ‘Her bir okulumuzun modern eğitim standartlarına uygun, güvenli ve donanımlı bir şekilde hizmete açılmasını hedefliyoruz’

Buraya kadar pek güzel de, Eğitim İş Sendikası Bursa Şubesi’nin yeni eğitim yılında, yani şunun şurasında önümüzdeki bir ayın sonunda hizmete girecek olan okullardan neden haberi yok?

Üstelik Milli Eğitim Müdürlüğünden kulağıma gelen fısıltılara göre, şube müdürlerinden bazılarının inşaat işine merak salmasından kaynaklı, bundan iki yıl öncesinden bu yana süregelen sorunlar yumağı artık nasıl bir yumaksa bir türlü çözülemediğinden, yine bu sebeple kurumda kimse hiçbir evraka imza atmak istemediğinden, işler bir türlü yürümüyormuş.

Herkes de birbirinin kulağına, ‘işte durumu biliyorsunuz, kimse risk almak istemiyor’ diyormuş.

Aslında hayır, durumu pek de bilmiyoruz.

Üstünden iki yıl geçmiş, bir açıklasanız artık tüm ayrıntıları ile de bilsek!

Şimdi bu depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle yıkılan okullar aslında depreme dayanıklı olduğu halde yıkıldı ve inşaatından bir rant mı elde edildi? Yoksa okullarımızın depreme dayanıklı olup olmadığını tespit ettirmekten korkan, okulların pek çoğunun depreme dayanıksız çıkması endişesi içinde olan, bu yükü de sırtlanamayacağı düşüncesindeki kesimin çekinceli tutumları bir haklılık payı mı taşıyor?

Dersliklerle ilgili yakın zamanda Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in yaptığı ‘bir derslikte 23 öğrenci eğitim görüyor, bu bir devrimdir’ açıklamasının da Bursa’da bir karşılığı yok!

“Artan çağ nüfusu ve yoğun göç ile okulların tüm fiziki alanlarının dersliğe çevrilmesi, ikili eğitimin artarak devam etmesi de Bursa’da ihtiyaçları karşılamamış, İl-İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri derslik inşası için hayırsever arayışına girmiştir. On binlerce öğrenci MESEM adı altında işçileştirilmiş, açık öğretim adı altında özellikle kız öğrenciler, dezavantajlı öğrenciler ve eğitim maliyetini karşılayamayan yoksul emekçi ailelerin çocukları örgün eğitimden kopmuştur. Bunlara ek olarak, eğitimdeki niteliğin düşmesi ve LGS, YKS gibi ölçme araçları nedeniyle de pek çok öğrenci özel okul yolunu seçmiş yine de sınıf mevcutları elliye dayanmıştır!” diyor açıklamasında Yeliz Toy.

Sen kalk, ülkede zorunlu eğitimi 12 yıla çıkar, fakat okulların bu uygulama için yeterli olmayınca çocukları çeşitli isimler altında sistemin dışına it, o da olmayınca saçma sapan açıklamalarla bir sınıfta 23 kişinin okuduğunu söyle!

Bursa’da devletin orta öğretim öğrenci sayısı, resmi verilere göre; 298854, derslik sayısı 2145 olarak verilmiştir. Bu durumda orta öğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı 52.9’dur!

Bir derslikte 23 öğrenci…

Ne güzel hayal…

Yarın da şu sistemin dışına itiverdiğiniz çocukların hangi bataklıkta boğuştuğunu konuşalım, ne dersiniz?