EURO 2024’ün ardından: İşini şansa bırakmadan hem hakemi hem UEFA’yı yeneceksin!

EURO 2024’ün ardından: İşini şansa bırakmadan hem hakemi hem UEFA’yı yeneceksin!

İşimiz spor yazmak değil, ama birilerinin sporda da çifte siyasetini görünce yazamadan geçemiyoruz.

Futbol müsabakalarına sadece spor organizasyonu olarak bakarsanız hep beraber yanılırız.

Bazı kesim ve kuvvetler, görünmeyen eller hesaplaşmaları, milyonları peşinden sürükleyen bu tür müsabakalar üzerinden yapabilir.

Bunun geçmişte de bugün de örnekleri yaşandı.

Muhtemelen gelecekte de olacaktır.

Sahada kazanabileceğin bir maçı ayak oyunları ile kaybedebilirsin…

Bunun örneği en son EURO 2024’de kendini gösterdi.

Ya da diğer bir ifade ile son yıllarda artan Türk düşmanlığı Avrupa’daki şampiyonada da kendini gösterdi, diyebiliriz.

Malum;

Avrupa Şampiyonası EURO 2024 maceramız cumartesi akşamı oynanan Hollanda maçı ile sona erdi.

Maçın özeti tek kelime ile “yenildik ama ezdik…”

Keşke kötü oynasaydık da kazanasaydık, diyenler de olacaktır.

Ama asıl üzerinde durulması gereken konu bu değil.

Avrupa’nın sözde ileri demokrasi yaşadığını iddia edenler çifte standartını maçlarda da gösterdiler, yanıltmadılar, şampiyona maçlarında gözümüzün içine soktular.

Maçların genel özetini değerlendirdiğimizde; Milli Futbol Takımımızın futbocularına haksız yere sarı kart gösterdiler, penaltımızı vermediler, onların attığı golde faulu görmediler, rakiplerimizin kırmızı kartla atılması gereken oyuncularını atmadılar.

Türk Milli Takımı’nın turnuvadan elenmesi için ne gerekiyorsa velhasılı, UEFA  adına birileri yaptı.

Allah’tan atılan gollerimizi iptal edecek mazaret bulamadılar.

Bulsalar bir saniye bile durmazlardı.

Gereğini yaparlardı.

Aynı Gürcistan ile yaptığımız maçta olduğu gibi.

Yine Türklüğün simgesini yaptı diye Merih Demiral‘a 2 maç ceza verdiler.

Neden verdiler, diye bana sorsalar geçmişin kuyruk acısı olduğu için der, geçerim…

Olsun, her şeye rağmen Milli Takımımız ülkemizi turnuvada en iyi şekilde temsil etti.

O zaman bundan sonra bu tür tezgahlara karşı ne yapmamız gerekiyor?

Hem rakibi, hem hakemi, hem de UEFA’yı yeneceksin.

İşini şansa bırakmadan onların fişini çekeceksin.

Bunu yaptın mı, kralı gelse sana engel olamaz.

Biz bu vesile ile Milli Futbol Takımımızı bir kez daha kutluyoruz.

Darısı nice daha güzel başarılara diyoruz.

 

Yağmur kapıyı çalmadan…

Yağmur kapıyı çalmadan…

Geçtiğimiz hafta yaşadığımız yoğun yağış ile birlikte bir felaketin de eşiğinden dönmüştük hatırlarsanız. Odunluk Hafif Raylı Sistem istasyonunda yaşanan su baskını bir yandan raylı sistemin durmasına neden olurken, bir yandan da Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey dahil tüm Bursalıların şaşkınlığına ve endişesine neden olmuştu.

Çarşamba günü itibariyle benzeri bir yağış daha kapımızı çalacak. Dolayısıyla konuyla ilgili tüm uyarılar, alınacak tüm tedbirler birbirinden önemli. Çünkü tek ana arter ile yaşamını sürdüren Bursa’da ulaşımın bel kemiğini Hafif Raylı Sistem oluşturuyor ve bu sistemin kullanım yoğunluğu nedeniyle karşılaşacağı her türlü olumsuzluk bir felakete davetiye çıkarıyor.

Başkan Bozbey istasyondaki su baskınının nedeni konusunda derin araştırma yapılması talimatını su baskınının yaşandığı aynı gün vermişti. Bu konudaki çalışmanın sonuçlarını henüz alamadık, ama elimize İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Ulaşım Komisyonu’nun konuyla ilgili raporu geçti.

Rapor, yaşanan su baskınının tekrar yaşanmaması için gerekli değerlendirmeleri ve çözüm önerilerini içeriyor.

Konuyla ilgili daha önce yazdığım yazıda Nilüfer Çayının Stadyum inşaatının yapılabilmesi için batıya doğru metrelerce kaydırıldığını, Odunluk İstasyonunun da tam bu lokasyona rast geldiğini belirtmiştim. Yağışın yoğunlaşması ile birlikte Çay akması gereken yere doğru genişlemiş ve olan olmuştu.

İMO Ulaşım Komisyonu da raporunda;

‘Hafif raylı sistem hattında oluşan su baskını, birkaç ana faktörün bir araya gelmesi sonucu meydana gelmiştir. Bu tür olayların detaylı analizinde genellikle şu nedenler göz önünde bulundurulur: Aşırı yağışlar, drenaj sistemi yetersizliği, altyapı sorunları, arazi yapısı ve eğimi, kanalizasyon ve su yollarının tıkanması, iklim değişikliği ve aşırı hava olayları…’ diyerek özetliyor dikkat edilmesi gereken hususları.

Bölgede yoğun sağanak yağmurların her daim altyapı sistemlerini zorladığını biliyoruz. Rapora ve benim şahsi gözlemime göre, hızlı kentleşme ve yoğun yapılaşma, doğal su yollarının ve drenaj sistemlerinin yetersiz kalmasına neden oluyor.

Dolayısıyla yeni bir felaketle karşılaşmamak adına Odunluk bölgesinde yağış sonrası suyun hızla tahliye edilmesini sağlamak için kapsamlı bir drenaj sistemi gerekli. Ancak hızlı yapılaşma ve bölgenin topoğrafik yapısı, mevcut drenaj altyapısının yetersiz kalmasına yol açıyor. Yaşadığımız olayda, mevcut drenaj sistemlerinin kapasitesi, özellikle aşırı yağış dönemlerinde suyun etkin bir şekilde tahliye edilmesi için yetersiz kalmış gibi görünüyor.

Bölgede sürekli olarak yeni inşaat projelerinin yükseliyor olması ve bu projelerin geçici altyapı sorunlarına, ayın zamanda su akışının yön değiştirmesine neden olması da işin tuzu biberi.

Gelelim İMO’nun raporunda tespit edilen sorunların nasıl özetlendiğine;

-İnşaat faaliyetleri sırasında yollar ve geçici drenaj sistemleri suyun etkin bir şekilde yönetilmesini zorlaştırmıştır.

-Yeni yapılan yollar ve binalar, mevcut altyapı sistemleriyle uyumsuzluk oluşturmuş ve suyun doğal akışını engellemiştir.

Var olanı değiştirmek ne kadar mümkündür?

Mesela Nilüfer Çayını tekrar eski yatağından, yani Timsah Arena’nın bulunduğu yerden akıtmak söz konusu olabilir mi?

Hiç sanmıyorum…

Bunun yerine başka çözüm önerileri ile geliyor İMO Bursa Şubesi karşımıza;

-Mevcut drenaj sistemlerinin kapasitesini artırmak ve tıkanıklıkları önlemek için düzenli bakım ve yenileme çalışmaları yapılmalıdır.

-Yağmur sularının etkin bir şekilde toplanması ve depolanması için yağmur suyu toplama sistemleri kurulmalı ve böylece su baskınlarını önlerken suyun tekrar kullanımı da sağlanmalıdır.

-Yeni yapılaşma ve altyapı projelerinin planlanması sırasında, mevcut sistemlerle uyumlu ve sürdürülebilir çözümler geliştirilmelidir.

-Yeni projelerin çevresel etkileri dikkatlice değerlendirilerek, su yönetimi üzerindeki olumsuz etkiler minimize edilmelidir.

Raporun sonuç bölümünü de olduğu gibi aktarmak istiyorum;

“Odunluk mevkiinde yaşanan su baskını, yukarıda belirtilen faktörlerin bir kombinasyonu sonucu oluşmuştur. Aşırı yağışlar, yetersiz altyapı ve drenaj sistemleri, bölgenin coğrafi yapısı gibi etkenler bu tür olayların temel nedenlerindendir. Kısa zaman diliminde hızla gelişen ve değişen Bursa gibi Odunluk Bölgesi’nin de bu değişimden fazlasıyla etkilendiğini söyleyebiliriz.

İlk açıklamalar neticesinde yoğun yağışın mevcut yağmur suyu hattının yükü taşıyamadığı, bunun sonucunda bölgedeki binaların bodrum katları ve Odunluk İstasyonu gibi alçak kotta bulunan yapıların sular altında kalmasına sebep olduğudur.

Toplu ulaşım ağının bel kemiği rolünde bulunan HRS hattının baştan sona risk analizi yapılmalıdır. Her ne kadar hattın büyük çoğunluğu yer üstünde bulunsa da Ataevler İstasyonu hariç tüm istasyonların yolcu bağlantıları yer altından yapılmaktadır.

O yüzden diyoruz ki; ulaşımdan altyapıya, tarımdan kentleşmeye, turizmden su yapılarına, depremsellikten kentsel dönüşüme kadar sağlıklı çözümler ve adımlar atmak daha dirençli ve huzurlu yaşanabilir bir gelecek inşa etmek için 2050 Kent Anayasa çalışmaları biran önce başlamalı ve ortak akılla oluşturulmalıdır!”

Kendisi yolculuğunun büyük bölümünü yerin üstünde sürdüren ancak yolcularını büyük ölçüde yerin altındaki duraklarda alan Hafif Raylı Sistemimizin güzergahı ile birlikte riskli bölgelerdeki binaların alt katlarını, otoparkları, batçıkları ve daha aklıma gelmeyen pek çok kotu düşük yaşam alanını korumak adına bu şehrin altyapısının yağmur kapıyı çalmadan gözden geçirilmesi şart!

NOT: Hatırlatalım Bursa Büyükşehir Belediyesi 2024 yılını Nazım Hikmet Yılı ilan etmişti daha önce. Mahpusluk hayatının önemli bir bölümünü Bursa’da geçiren dünyaya mal olmuş ünlü şairle belki de ilk kez bu yıl karşılaşacak bazı çocuklarımız ve gençlerimiz.

Şimdi de güzel bir sosyal sorumluluk projesi ile karşımıza çıkıyor Mustafa Bozbey ve ekibi. ‘Plastiksiz Temmuz Hareketi’ dünya çapında yürütülen harekete Bursa’da destek verecek…

Bir ay boyunca plastik ve türevi ürünlerin kullanımını minimalize ederek daha temiz ve daha yaşanabilir bir dünya için katkıda bulunabiliriz. Tek kullanımlık tabak ve bardaklar, pet şişeler, hatta ıslak mendiller dahi dünyanın daha kirli olmasına neden oluyor. Unutmayın!

 

 

 

Okullar, sınavlar, yerleştirme 4+4+4 ve beyaz ve mavi yaka sorunu…

Okullar, sınavlar, yerleştirme 4+4+4 ve beyaz ve mavi yaka sorunu…

Hatırlatmakta fayda var: geçmişte eğitim sistemi nasıldı?

İlkokul 5 sene, ardından ortaokul 3, sonrasında lise ise 3 sene…

Ardından sınavlar…

İstisnası sınav sonucu girilen anadolu ve parasız yatılı okulların ortaokullarında bir sene hazırlık okunurdu. O süre zarfından öğrenci en az bir dili iyi seviyede ikinci dili de öğrenirdi…

Öte yandan ilkokuldan sonra öğrencinin okumaya yatkınlığı yoksa zanaat okullarına verilir sonrasında haftada bir gün çıraklık okuluna gidilirdi.

Şimdilerde genel şikayet haline gelen mavi yakalıların ücrette beyaz yakalıları geçmesinin sebebinin de bu olduğunu düşünenlerdenim.

Yaş ilerledikçe zanaata yatkınlık uzaklaşır.

Ağaç yaşken eğilir misali…

Bu kısa özetten sonra gelelim mevcut duruma…

Sınavların sonuçları açıklandı, açıklanmak üzere…

Sonrası da tercih…

Aslında şunu net olarak ifade etmek gerekiyor, öğrenciler de veliler de nefesleri tuttu. Açıklanan LGS sonucunda veliler de öğrenciler de  hangi okullara gireceğini merak ediyorlar.

Muhtemelen önümüzdeki hafta da üniversite sınavları açıklanacak.

Herkesin puanı belli olacak.

Liselere Giriş Sınavı’nın sonuçlarına göre tercihler yapıldıktan sonra açıkta kimse kalmayacak.

En kötü ihtimalle mahallesindeki bir okula yerleşecek.

O yerleştikleri lise onları mutlu eder mi?

Orası soru işareti.

Mutlu olmayanlar ama maddi gücü olanlar da özel okulların yolunu tutacak..

Hatırlatmakta fayda var:
Geçmişte bizim zamanımızda ne vardı? Girişte yazmıştık, biraz daha detaylandıralım.
İlkokulda 5. sınıfta Parasız Yatılı Sınavına girerdiniz, bir de Anadolu lisesi sınavlarına.
Her ikisi de iki aşamalıydı.
Anadolu lisesi sınavına girdin mi?
Tercihlerin arasında Anadolu liseleri ağırlıkta olurdu. Maddi durumun iyi ise özel liseleri de yazardın.
Şimdi her yer özel lise…
Şimdi her yer Anadolu lisesi…
Öte yandan liseden sonra ÖSS ve ÖYS sınavları vardı…
Şimdi liseden sınavlar devam ediyor. Sadece adı değişti mantalite aynı…

AYT oldu, TYT oldu

Vesaire vesaire…
Ama asıl sorgulanamsı gereken puan türüne göre yerleştirme yapılmayan  liseler arasında iyi eğitim veren okulların bulunduğu mahallelerde kiraların tavan yapması…
Kaliteli eğitim veren okulların bulunduğu adreste kiralar tavan yaptı…

Geçmişte ne vardı?

En azından homojen dağılım vardı. Anadolu, fen lisesi ve parasız yatılı okuluna gidemeyenlerin gittiği meslek liselerinden de, düz liselerden de üniversite sınavında her bölümü kazanan öğrenciler vardı.

Bugün bu oran git gide düştü…

Şimdi sormak lazım:

Tüm okullarda eğitim ve öğretim faaliyetlerinin homojen yapıya ulaşması gerekmez mi? Yavuzselim’e de, Keles’e, Büyükorhan’a, Kükürtlü’ye, Bademli’ye de nitelikli eğitim vermek ve okul yapmak Milli Eğitim’in işi değil mi?
Hele bir de bazı özel okulların sınavlarda döküldüğünü görünce bir an önce harekete geçmek gerekir.

Eğitim müfredatını değiştiriken bu ülkenin ihtiyacı olan mavi yaka ve çırak ihtiyacını da göz ardı etmemek gerekir.

Ara bir formülle çıraklık okulları tekrar aktif edilmeli.

Bu da ilkokuldan sonra başlamalı.
Yoksa yarın geç olabilir

Mavi yakalı elemanı da ithal etmek zorunda kalabiliriz.
Bizden hatırlatması…

Eğitimde tablo acı!

Eğitimde tablo acı!

Bursa talihsiz, Bursa sahipsiz, Bursa bedbaht derken öyle boşa konuşmuyorum, oturduğum yerden ahkam kesmiyorum. Ülke ekonomisine sunduğu katkı oranında yatırım alamamak konusundaki makus talihini yenemeyen Bursa’nın eğitim konusundaki yatırımlardan da payına pek bir şeyin düşmediğini her fırsatta dile getirmeye devam ediyorum.

Bu kez elimizdeki veriler benim söylediklerime matematik bir karşılık da sağlıyor.

Şu ekonomik koşullarda anne baba olma cesaretini göstermiş tüm ebeveynlerin çocukları için yaşadıkları doğruluk payı yüksek gerçekliğinden hareket ederek pek çok yazı kaleme aldım. Bu yazıların büyük bölümünde bizden daha iyi duruma gelsinler diye çeşitli fedakarlıklarla bir gelecek hazırlamaya çalıştığımız evlatlarımızın en iyi ihtimalle bizimle aynı duruma gelebileceklerine yönelik pek çok araştırma sonucuna da yer verdim.

Tüm bunlardan ortaya şöyle bir anlam çıkıyor; anne babalar olarak umut olarak gördüğümüz çocuklarımız adına boşa kürek çekiyoruz özellikle de Bursa’da!

Geçtiğimiz günlerde öğrencilerin kaderini belirleyen iki sınav yapıldı. LGS sınavı sonrasında kontenjanlar da belirlendi ve kamuoyuna açıklandı.

Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy’un konuya yönelik değerlendirmesinin ilk cümleleri şöyle;

“Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü bu sene de okul türleri ve kontenjan planlamalarını yaparken tarikat destekli STK’lar ile ara eleman talebinin karşılanmasını bekleyen sanayicilerin sesine kulak vermeyi tercih etmiştir!”

LGS sınavına Bursa’da 40 bin 428 öğrenci girmiş. Bu çocukların hepsinin liseye gitmesi gerekiyor, çünkü ülkemizde zorunlu eğitim 12 yıla çıkarıldı. Dolayısıyla her biri için kontenjan açılması lazım liselerde. Okullarımızın da nitelikli ve niteliksiz olarak ikiye ayrıldığını, bu ayrımın altında meslek liseleri, imamhatip liseleri ve MESEM’lerin de yer aldığını bir kez daha dile getirelim.

Şimdi, 40 bin 428 öğrenci için nitelikli okullara gidebilmeleri adına kaç kontenjan açıldı dersiniz?

6 bin 828 kontenjan!

Hemen öyle heyecana kapılmayın, bu kontenjanların 17 ilçedeki toplam 8 fen lisesine ait olan kısmı 810 kontenjan, sosyal bilimler liselerine ait olanı 240 kontenjan, Anadolu liselerine ait olanı ise 2 bin 430 kontenjan. Toplam 3 bin 480 öğrenci mesleki eğitim ya da imamhatip lisesi gibi zorunluluklara katlanmadan nitelikli okullara gitme hakkını elde etmiş olacak bu yıl!

Bunun dışında kalan 3 bin 348 öğrencinin Anadolu meslek lisesi ya da Anadolu imamhatip lisesine gitmesi gerekiyor!

Türkiye geneli kontenjan oranlarının çok altında kalan bu rakamın ayrıntılarına baktığımızda Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri kontenjanı 1938’e yükselirken, Anadolu İmam Hatip Liseleri kontenjanı da artırılarak 1410 olarak belirlenmiş görünüyor.

Türkiye genelinde başvuru yapan öğrencilerden sınav sonucuna göre nitelikli okullara yerleşecek öğrenci oranı yüzde 20,5 iken Bursa’da bu oran yüzde 16,88’de kalmış durumda. Türkiye genelinde adrese dayalı okul türlerine yerleşecek öğrenci oranı yüzde 79,5 iken Bursa’da bu oran yüzde 83,11 olarak gerçekleşiyor. Bursa’da sınavla yerleşecek öğrenci oranı yüzde 16,88’de kaldı. Adrese dayalı yerleşecek öğrenci oranı ise yüzde 83,11.

Ne demiştik?

Bursa talihsiz, Bursa sahipsiz, Bursa bedbaht…

Eğitim alanında da bu böyle…

Özel okulların fiyatlarındaki ani ve fahiş artışın ardından çocuklarını devlet okuluna göndermek isteyen velilerin çırpınışları, uzun yıllardır derslik yatırımı dahi yapılmayan Bursa’nın eğitim konusunda ne kadar geri kaldığını ortaya koymuştu zaten.

Şimdi elimizdeki bu oranlarla birlikte, çocuklarımızın akademik eğitim olanaklarından yaşıtlarına göre daha uzak kaldığını ve daha niteliksiz bir eğitime mahkûm edildiğini açıkça görüyoruz.

“Ulusal ve uluslararası ölçme değerlendirme sınavlarında da görüldüğü üzere Bursa Milli Eğitimi, kentin çocukları için değil ideolojik amaçları ve sanayinin ihtiyaçları için çalışıyor. Adeta çocuk işçi bulma kurumuna dönüşen Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü 2024 yılı için geçtiğimiz günlerde MESEM’lere kayıtlı 9. sınıf öğrenci sayısını 5123 olarak açıklamış, 2028 hedefini de 9. Sınıflarda 7 bin öğrenci olarak ortaya koymuştur. MESEM’de kayıtlı toplam öğrenci sayısını ise yine gizlemiştir. Hedefleri arasında “Öğrencilerin 7 ve 8. sınıflardan başlamak üzere mesleki eğitim alarak istihdam edilebilirliklerini” ortaya koyan Bursa İl Milli Eğitim Müdürü 15 yaşındaki çocuk işçiliğin yeterli olmadığını ve 13 yaşındaki çocukların işçileştirilmesini hedeflediklerini söylemiştir!” diyor Yeliz Toy.

MESEM konusu da eğitim sistemimizin özellikle Bursa gibi sanayi ağırlıklı şehirlerde yaşattığı ayrı bir dram.

Aslında tüm öğrencilerin doktor, avukat, eczacı, mühendis, mimar, öğretmen… olması taraftarı değilim. Elbette elinden iş gelen ve bu iş gelme meselesinden hoşlanan tüm öğrencilerin el emekleri ile iyi işler başarabilecekleri meslekleri de olabilir ve bizler bu mesleklerle gurur duyabiliriz.

Ancak bu iş 13 yaşındaki çocukların, hiçbir denetimin ve öğrencinin öğrenmesine anlam katan artı değerin olmadığı küçük sanayi işletmelerinde, çocuk eğitiminden anlamayan ustaların ellerinde kullanılması anlamına gelmemeli.

Pek çok konuda sınıfta kalan Bursa eğitim konusunda benim gözümde zaten çoktan sınıfta kalmıştı, durum bir kez daha perçinlendi. Devlet okuluna giden öğrencilerine köklü okullarında dahi yabancı dil hazırlık sınıfı sunamayan, öğrencilerini günümüz koşullarına hazırlayamayan, küçük yaşta çocuklarını sanayinin kucağına atmayı eğitim marifeti sayan bir zihniyetin sınıfta kalmaması zaten şaşırtıcı olurdu.

Tablo acı, ama gerçek bu!

Özel hastanelerin ve hastaların durumu: Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık!

Özel hastanelerin ve hastaların durumu: Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık!

Halk arasında bir deyim vardır:

Allah ne eksik etsin, ne düşürsün!

İşte bu sözün muhatabı hastaneler ve doktorlar.

İnsan bir hastaneye düşerse ne yapacağını şaşırıyor!..

İşte şaşıran, derdine derman arayan okurlarımız da bu noktada bizden destek bekliyor.

Zaman zaman elektronik postamıza özel hastanede yaşanan maddi sıkıntılara yönelik iletiler düşüyor.

Bu konuyu daha önce defalarca gündeme getirdik.

İşin özeti, özel hastanelerin ve hastaların durumu; aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali…

Biz bugün elektronik postamıza gelen iletilerden sonra konuyu bir kez daha gündeme getirelim.

Özel hastanelerde alınacak ücretler Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) belirlenen rakamlara göre istenebilir. Buradaki üst rakam bellidir.

O rakam da belirlenen rakamın en fazla yüzde 200’ü…

Asıl sıkıntı burada başlıyor.

SGK birçok teşhis ve tedavi ücretini güncellemediği için istenen farklar maliyeti karşılamıyor ve her hastane kendi kafasına göre fark belirliyor.

İstenen farklar yüzde 3 bine kadar çıkabiliyor…

Bu güncellememenin nedeni devlete de yük binmesi.

Ama bazı durumlar var ki fark da istenmemesi gerekiyor. Bunlar SUT’da belirtilmiş.

Ne yazık ki bazı özel hastaneler o durumda bulunan hastalardan da fark istemeye başladılar.

Misal, geçen hafta içinde Bursa’da özel bir hastane kolon kanseri olan hastadan 140 bin TL’nin üzerinde fark, yatak ücreti olarak da her yattığı gün için 4 bin TL artı masraf şeklinde ücret istemiş.

Sadece bu mu?

Yine Bursa’da bir başka özel hastanenin kalça operasyonu için istediği ücret 300 bin TL’nin üzerinde…

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Muayene ücretleri desen 1000 TL’nin üzerinde…

Artık bunlara çeki düzen verilmesi şart.

Bu arada tamamlayıcı sağlık sigortaları da her geçen gün anlamını yitiriyor.

Onu da ilerleyen günlerde kaleme alacağız.

Dönelim tekrar özel hastaneler ve farklar konusuna…

Devlet vatandaşın ve sektörün mağdur olmamasını istiyorsa SUT fiyatlarını bir an önce güncellemeli, ardından güncellenen bu fiyatların üzerinden kanunun belirlediği fiyat farkının üstünde ücret alan özel hastane ve teşhis merkezlerine ağır müeeyideler uygulamalı.

Bu denetimler geçmişte maliyenin yaptığı fiş denetimleri gibi olmalı.

SGK müfettişleri hasta kılığında hastaneleri denetlemeli…

“Yok bunlar olmaz” diyorsa da o zaman SGK’da “sizlerin reçetelerini kabul ediyorum artık ben size ücret ödemeyeceğim. Siz kendi fiyatlarınızı kendiniz belirleyin” demeli…

Bu sistem olursa devletin ciddi anlamda ekonomik geliri olur.

Biz yine önerimizi yapalım.

Karar vermek onlara kalmış…

Emniyet kemerleri için kazaları önleyecek renk önerisi…

Geçen hafta içinde Orhangazi dönüşünde rutin trafik kontrolleri sırasında emniyet kemerlerinin takılıp takılmadığı da kontrol ediliyordu.

Bu kontroller hayat kurtarıyor.

Bazen bu kontroller gözle de oluyor. Emniyet şeridi kurulunca hız azalıyor, sonrasında kimi zaman trafik polisleri göz ile kontrolde emniyet kemerinin takılı olup olmadığına göre aracı durdurabiliyor.

Bu kontrol gündüz olunca pek sorun olmuyor.

Fakat akşamları hava karardığında, kontrollerde gözden kaçmalar olabilir. İşte bu durumda yanımda bulunan arkadaşım acizane öneride bulundu.

Emniyet kemerleri neden fosforlu renklerden oluşmuyor?

Gerçekten üzerinde durulması gereken, otomobil firmalarının ve yan sanayinin de üzerinde durması gereken bir öneri.

Bu öneri akşam trafik kontrollerinde trafik polisinin işini rahatlatır.

Hem zaman, hem de can kaybını önleyebilir.

Kemer konusunda duyarsız olanlar bunun çabuk farkedileceğini de düşünerek kemerlerini takarlar, bu takışları hafife almazlar. Belki basit ama can kurtaracak öneri.

Öneri bizden, değerlendirmek yetkililerde…

 

Felaketin nedenleri, çözümleri…

Felaketin nedenleri, çözümleri…

Dünkü felaketten payıma düşen küçük hisseyi aldığımdan olsa gerek biraz burnumu çekerek, biraz da benim gibi tiryakisi olana hakaret niteliğindeki yüzde 25 zamlanmış çayımı yudumlayarak oturdum çalışma masamın başına.

Derdimiz elbette dün yaşanan felaketin nedenlerine ulaşmak, bundan sonrasında yaşanmaması için yapılması gerekenleri dile getirmek.

Öyle haybeden ‘Gülümseyin Bursa’dasınız’ demişlerdi, işte gülümsedik mi bakın!’ demekle olmuyor bu işler. Aramak, araştırmak, sonuçlara ulaşmak ve uyarılarda bulunmak gerekiyor toplumsal sorumluluğu yerine getirmek için. Geriye kalanı klavye delikanlılığından öte bir iş değil.

Her şeyin başında şunu söyleyelim, dün yaşadığımız bir doğal afetti, hatta rahmetli anneannemin deyimi ile ‘afad’dı. Fakat her sorunun çaresine ulaşılan şu zamanlarda sorunları nelerin yarattığını bilirsek, çözümlere de ulaşmak mümkün. Teknolojinin gelişmiş halini sanayide kullanamıyorsak bile hayatımızın kalan bölümlerinde kullanmamak için bir neden göremiyorum şahsen.

Elbette yaşadığımız ilk sel baskını değil bu, en küçük yağmurda sulara teslim olan bir şehir Bursa. Sorunlar zamanında çözülmeyip halı altına süpürülür, ‘gözlerinizi kapatın, hiçbir şey olmamış gibi yapııınnn’ repliği gibi bir hayat sürdürülürse olacağı da bu zaten.

Hatırlarsanız yakın süreçte bir yerel seçim atlattık, yerel seçimlere yaklaşıldığında belediye başkanlarının ellerini sürmek istemedikleri en mühim icraatlar arasında kaldırımları yenilemek, caddeleri genişletmek ve alt yapı çalışmalarına girişmek sayılabilir.

Elbette kaldırımlara, caddelere ve özellikle de alt yapı çalışmalarına girişilmedi bir süredir bu şehirde.

Yiğidi öldür, hakkını yeme diyerek daha üç ay önce koltuğa oturan, belediyenin kendi usulüne göre çalışmasını sağlayalı daha bir ay olan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’i yaşanan afetin felakete dönüşmesinden mesul tutmak biraz insafsızlık gibi geliyor bana.

Öncelikli olarak şunu kabul etmeliyiz, küresel ısınmanın yoğun etkilerini artık iliklerimize kadar hissediyoruz. Eskiden benzerine pek rastlamadığımız yağış oranları ile artık sık sık karşılaşır olduk. Dolayısıyla yaptığımız yapıların, yolların, raylı sistemlerin, köprülerin, alt ve üst geçitlerin dayanması gereken yağış oranının arttığını göz önüne almak lazım ve buna göre bir revizyona gitmek şart.

Ayrıca şehrin yenisiyle eskisiyle tüm yerleşim bölgelerinde plansız ve ranta yönelik bir yapılaşma yoğunluğunun olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Nilüfer Çayı’nın dere yatağının eskiden stadın olduğu alana kadar yayılım gösterdiğini de bir anımsayalım. ‘Stadyumu buraya yapın, burası güzel’ emrinin verilmesinin ardından inşaatı yapabilmek için Nilüfer Çayı’nın batıya doğru 50-60 metre kadar kaydırıldığını, koskoca çaya ‘Sen aslında yanlış yerde akıyordun, gel biraz da buradan ak’ denildiğini de unutmayalım.

Kentsel dönüşümün ilk gündeme geldiği, Recep Altepe’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu, Mustafa Bozbey’in ise Nilüfer Belediye Başkanlığı görevini yürüttüğü dönemi şöyle bir gözünüzün önüne getirin. En büyük kavga, Nilüfer’in alt yapısının öngörülen yoğunlaşmayı taşıyamayacağına yönelik verilen kavgaydı. Kavgayı rant kazandı, Nilüfer kaybetti! Şimdi sırada altyapının bu yoğunluğu taşıyamadığı noktalarda yaşadığımız sorunlarla boğuşmak var.

Tüm bunlardan ayrı tutarak Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in özellikle Odunluk İstasyonunda yaşanan felaketle ilgili söylediği;

“Yaşadığımız bir afet, ama Odunluk İstasyonu’nda oluşan bu duruma şaşmamak mümkün değil. 22 yıl boyunca bu istasyonda sürekli olarak yağmurlar yağdı. Bursa’da yine metrekareye yüksek yağmurların düştüğü günler olduğunu biliyoruz. Ama bugüne kadar bu hatta herhangi bir şey olmamıştı. Fakat bu istasyonun yapılmasından sonra böyle bir olayın olması akıllara şüpheleri getiriyor. Onun için bu konunun teknik olarak incelenmesi talimatını verdim. BUSKİ, Fen İşleri ve Ulaşım daireleri olmak üzere bir araya gelip teknik ekip oluşturulacak. Giderlerde mi tıkanma var? Yoksa yapım aşamasında giderleri mi kaldırdılar? Ya da başka bir sorun mu var? Bu su niçin tahliye edilemedi? Suyun çekilmesinden sonra arkadaşlarımız teknik inceleme yapacaklar. Net bir rapor ortaya çıkacak. Önceki yıllarda bir hata yapılmışsa onu düzeltmek de bizim işimiz. Zaten yanlış yapıldı ki bu sorun ortaya çıktı. Bu yanlışın teknik olarak ne olduğunu bulmamız gerekiyor. Sonrasında o yanlışı ortadan kaldıracak tekniği uygulamalıyız.” sözleri çok değerli.

Fakat yeterli değil!

Çünkü konunun gerekli incelemenin ardından kamuoyuna da net biçimde sorumluları ile birlikte duyurulması, yaşanan sorunla ilgili Bozbey yönetiminin bir dahli varsa Bursalılardan özür dilenmesi, felaketin yeniden tekrarlamaması adına alınacak önlemlerin takvimleri ile birlikte şeffaf biçimde açıklanması mühim!

Şimdi gelelim bundan sonrasında atılması gereken adımlara…

Dün itibariyle Çarşamba-Altıparmak kentsel dönüşüm planının hazırlanması ile ilgili yeni yönetimle ilk görüşmenin yapılacağını daha önce yazmıştım. Görüşme yapıldı, planlamanın hatları da açıklandı kamuoyuna. Buraya kadar her şey güzel. Bundan sonrasında felaketlerden kaçınmak için bölgenin sadece üst yapısının değil, beklenen yoğunluk oranında alt yapısının da planlanması hatta alt yapının küresel ısınma etkileri de göz önünde bulundurularak ele alınması gerekiyor.

Bir de tabii çalışmaları ayın 10’unda başlayacak olan Çevre Düzeni Planı var. Bursa’yı 2050 yılına kadar planlamayı düşünüyorsak bu işin içinden sadece yerin üstünü planlayarak çıkamayacağımızı yaşadığımız olaylar bize çok açık biçimde gösterdi.

Yerin altını, yani alt yapıyı da aynı biçimde planlamamız, küresel ısınma etkileri ile birlikte şehir yoğunluğu hakkındaki öngörüleri de ekleyerek felaketlerden uzak bir şehir yaratmamız çok önemli.

Madem bu şehirde gerçekten gülümsemek istiyoruz, o halde iş başına…

BTSO neden vakıf üniversitesi kurmuyor?

BTSO neden vakıf üniversitesi kurmuyor?

Lafa geldi mi, kentimiz ile ilgili mangalda kül bırakmıyoruz.

Türkiye’nin dördüncü büyük kentiyiz, diyoruz.

Ardından sıralamaya başlıyoruz.

İhracatta Türkiye’nin ikinci büyük kentiyiz…”

Oysa uzun yıllardır ikinciliği Kocaeli’ye kaptırdık.

Sıraladıkça sıralamaya devam ediyoruz.

Aynı zamanda sanayi ve ticaret kenti olan Bursa’da iş insanlarının temsilcisi olan BTSO’dan da şu açıklamayı duyuyoruz:

Bursa büyürse Türkiye büyür…”

Kulağa hoş gelen bir ses.

Ama gerçekten Bursa büyürse Türkiye mi büyüyor?

Yoksa bu söz lafta mı kalıyor?

Ya da diğer bir ifade ile büyük bir heyacanla ve sinerji ile yola çıkan, BTSO Başkanı İbrahim Burkay‘ın başkanlığında, 2013 yılından itibaren Bursa gerçekten büyüdü mü?

Bana göre hayır!..

Birçok isme göre de hayır!..

Büyüyen sadece sanayi bölgeleri...

Misal, ismi Teknoloji Sanayi Bölgesi olan, ama mevcut üretim modelleri ve mevcut üretimden başka yeni bir şey üretilemeyen bir sanayi bölgesi kuruldu.

Burada teknolojik anlamda ne üretiyoruz?

Bırakın teknolojik üretimi, en azından cep telefonu ekranı, televizyon ekranı ya da teknoloji anlamında bir chip üretebildik mi?

Yazılım mühendisliği konusunda ne gibi çalışmalar yaptık?

Bursa’dan çıkıp da tüm dünyanın kullandığı kaç tane bilgisayar programı yapabildik?

Bu soruların yanıtları maalesef hayır!

Yakında Soğuksu‘ya “ileri teknoloji sanayi bölgesi” kurulacak.

Oraya talip olanlara baktığımızda, “kimler ileri teknoloji yatırımına girecek?” diye sormadan edemiyoruz?

Tekstilcisi mi ya da benzeri işleri yapanlar mı?

İster istemez, “geçin bunları!” demek zorunda kalıyoruz.

Evet,  genel değerllendirme yapacaksak, bir şeyler büyümüş…

Sanayi alanlarımız büyümüş, yeşilimiz azalmış, tarım arazisinde sanayi oluşmuş.

Bu süreçte ne kadar büyüme olduğunu kamuoyunun takdirine bırakalım.

Yapılması gereken neydi?

Yükte hafif, pahada ağır işler yapacak çalışmalara önderlik etmek, bu konuda öncü olmaktı.

Hadi bu teknolojik yatırımlar yapılmadı, en azından bu yatırımların önünü açma adına BTSO Bursa’ya butik bir vakıf üniversitesi kuramaz mıydı?

4 fakültenin, 2 meslek yüksek okulunun olacağı bir yüksek teknoloji üniversitesinin temelleri yıllardır atılamaz mıydı?

Burkay’ın vaatlerinden biriydi…

Bunlarla ilgili çalışmalara Burkay’ın ilk seçildiği 2013 yılında başlansaydı, bugün en azından ikinci mezunlarını verirdi.

BTSO’ya yakışan buydu.

Ama maalesef bugüne kadar yapılmadı.

Bnndan sonra yapılabilir mi?

Bize düşen inşallah demek…

Büyük Birlik Partisi’nde bayrak değişimi

Yerel siyasette zaman zaman hareketlilik yaşanıyor. O hareketliliği yaşayan siyasi partilerden biri de BBP.

Bu dönem Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi’nde ilk defa Haldun Filizli ile  temsil edilen partide önceki gün İl Başkanlığı’nda devir teslim yaşandı.

Filizli aynı zamanda il başkanıydı.

BBP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı‘nın da katıldığı törende  il başkanlığı görevine Yıldırım İlçe Başkanlığı ve İl Koordinatörlüğü görevlerinde bulunmuş Eyüp Eken başladı.

Ördekli Kültür Merkezi’nde gerçekleşen törene geniş katılım olması da gözlerden kaçmadı.

Bize düşen hayırlı olsun demek…

Bursa hep bedbaht…

Bursa hep bedbaht…

Bursa pek çok meziyeti bir arada barındıran fakat talihsizlikleri nedeniyle olsa gerek bu meziyetlerin hiçbirinden doğru dürüst kar edemeyen şehirlerden.

Uzun yıllar öncesinden Bursa için biçilen rolün İstanbul’un arka bahçesi olmak olduğunu biliyorduk. Zaman içinde durumun gerçekliğini de yaşayarak görme şerefine nail olduk.

Kendi yükünü taşıyamayan İstanbul, katma değeri düşük, kirliliği ve insan yoğunluğu yüksek sanayisinin en azından bir bölümünü Bursa’ya doğru püskürttü ki, ayakta kalmayı başarabilsin.

Elbette bu arada Bursa aldığı insan yükü ve yaşadığı çevre kirliliği nedeniyle ciddi bir kabuk değişimine uğradı. Eskisinden daha kirli, daha gürültülü, daha kalabalık, kısacası yaşanması zor bir kabuk…

Tüm bunlar olurken en azından zengin bir kent olmak, ekonomisi güçlü bir şehir olmak ne bileyim ülke ekonomisinde de söz sahibi olmak gibi meziyetler edinir şehir belki, belki pek çok yatırımın yapıldığı bir yer olur da hayat kolaylaşır en azından dedik, ama bu da olmadı maalesef…

Bugün yağan yağmurun ardından bu şehrin geçtiğimiz 20 yıllık süreçte yatırımlar açısından ne kadar fakir kaldığını düşünürken Norm Haber Merkezinin derlediği bir haber ilişti gözüme. Şöyle bir hatırlatma yapıyordu haber;

“Bursa’nın ihracattaki payının yıllar içerisinde daha da artarak İstanbul ile rekabet eder boyuta gelmesi bekleniyordu. Ne var ki 2018 yılında ikincilik koltuğunu Kocaeli’ye kaptıran Bursa, 2020 yılı haricinde son yılları üçüncü sırada tamamladı” cümlesi de hiç şaşırtıcı gelmedi doğrusu.

Nasıl şaşırtıcı gelsin ki…

Bursa önce markalarını bir bir yitirmeye başladı, dünyaya mal olmuş markalarımızın sesi soluğu çıkmaz oldu, sonra yavaştan üretim kapasiteleri düşürüldü. Üretimler üç vardiyalı sistemden iki vardiyalı sisteme dönmeye başladı.

Haliyle bu durum ihracat rakamlarına da yansıdı.

İşin daha da ilginç yanı Bursa’nın ihracat potansiyelinin sürekli olarak arttığına yönelik açıklamalarda bulunan BTSO verileri ile mevcut verilerin birbirini tutmaması.

Biliyorsunuz ki, bazen böyle oluyor. Herkes bardağın görmek istediği tarafına bakıyor tıpkı Bursa’daki sanayi bölgelerinin doluluk oranları konusunda Bursa Büyükşehir Belediyesi verileri ile BTSO verilerinin büyük farklar sergilemesi gibi.

Kısacası topraklarını, havasını, suyunu bedbaht eden Bursa ihracat rakamlarında dahi sebat edemedi…

Rotaryler çalışıyor…

Şehrin kendi kendine kalkınamadığından, yeterli yatırım da alamadığından bahsettikten sonra bu yazacaklarım daha bir manidar olacak.

Bizler kalkınmayı, yatırımı ve desteği artık sivil toplum kuruluşlarının örgütlü çalışmalarından bekler olduk malum. Derneklere yardımlar da başka sivil toplum kuruluşlarından geliyor…

Uluslararası Rotary Bölge 2440’ın, 2024-2025 dönem faaliyetlerini açıklamak üzere düzenlediği toplantıda aklımda hep bu düşünceler vardı.

Her bölgenin yardımlaşma projelerini aktardığı ve destek talebini yinelediği tanıtım toplantısında çok bilindik organizasyonların yanı sıra Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kız Yurdu’na yapılan yardımı son derece anlamlı buldum.

Bir de Her Eve Bir Pati Derneği ile düzenlenen organizasyonların gönlümdeki yeri ayrı oldu elbette. Kanserle Savaş Derneği’nin özellikle çocuk hastalara yönelik moral alanı oluşturma çabaları da son derece kıymetliydi.

Bölge 2440 Federasyon Başkanı Mert Korur, 15 maddelik dönem manifestosu ile döneminin öne çıkan başlıklarını paylaştı. Buradaki en önemli nokta ise; Otto-Fran Walter tarafından 15.5 Milyon Dolar karşılığında kurulan BAU Rotary Barış Merkezinde her yıl 40 öğrencinin eğitim görecek olması ve her yıl bir öğrenciye Atatürk Barış Bursu verme projesiydi.

Ne diyelim, Rotaryler çalışıyor…

 

 

Dağ yöresinde tarım ne zaman ayağa kalkar?

Dağ yöresinde tarım ne zaman ayağa kalkar?

Son yerel seçimlerin ardından iş başına gelen Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in ilçe ziyaretlerini kısmen takip etmeye çalıştık.

Bu minvalde Bursa’da bazı ilçelerin tarımsal üretim ve ekoturizm ile öne çıkması gerektiği konusunda ilçe belediye başkanlarına tavsiyelerde bulunmuş.

Tarım ve ekoturizm konusunda tavsiye alan ilçeler; dağ bölgesi ilçeleri; Orhaneli, Keles, Büyükorhan ve Harmancık…

Bu dört ilçenin ortak sorunu genç nüfusun olmaması, genç nüfusun iş bulamaması nedeniyle göç etmek zorunda kalması.

İlçe sınırlarında bulunan arazilerin ekilip biçilmemesi, buna paralele olarak da her geçen gün hayvancılığın irtifa kaybetmesi.….

Aslında üzerinde durulması gereken konuların en başında arazilerin neden ekilip biçilmediği geliyor.

Bu sorunun yanıtı da basit…

Ekilen biçilen ürünlerin bedelleri maliyeti karşılamıyor.

İşte bu konuda en son örneği geçen hafta ziyaretime gelen bir dostum anlattı:

“Köyde bu sene kiraz rekoltesi oldukça iyi. İhracata yönelik toplanan kirazın kilosunu 60 TL’den alıyorlar. Fakat bu rakam bizi kurtarmıyor. Nedeni basit. Geçen hafta içinde dört tane yevmiye ile çalışana toplam 4 bin TL verdik. Toplanan kiraz da 100 kilo, varın hesabını sizi yapın.”

Keza bu yıl çilek de çok iyi para ediyor.

Ama onda da çiftçi maliyetlerden dolayı çok mutlu değil.

Gerçekten de öyle, bu şartlar altında maliyetleri kurtarmak mümkün değil.

O zaman bu konuda farklı alternatifler üretilmeli.

Dört ilçenin belediyelerinin ve köylülerin ortak olacağı Bursa Büyükşehir Belediyesi önderliğinde kooperatif kurularak, burada farklı tesisler hayata geçirilmeli.

Misal; meyveli yoğurt üretimi, kurutulmuş meyve ve sebze üretimi desteklenerek, hem çiftçinin daha fazla gelir elde etmesi sağlanır, hem de istihdama katkı sağlanır.

Bu konuda gerekirse farklı yerel, genel ve uluslararası fonlardan faydalanılabilir.

Yapılması gereken ilk nedir?

Bölgede acilen kooperatifleşmeyi teşvik edecek bilgilendirme toplantıları yapılmalı.

Ardından kooperatif kurulmalı…

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden…

Altepe’den Bozbey’e ziyaret

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e hayırlı olsun ziyaretleri devam ediyor.

Bu minvalde de bir önceki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, bir önceki dönem Genel Sekreter Yardımcısı- Şehir Plancısı Bayram Vardar, AK Parti’nin önceki dönem il başkanlarından Nagip Vardar da Bozbey’e ziyarete gittiler.

Sohbetin ortak konusu muhtemelen Bursa ve Bursaspor oldu.

Bu tür ziyaretleri bizler de önemsiyor ve destekliyoruz.

 

‘Bozkurt’ işareti MHP’nin tekelinde midir?

‘Bozkurt’ işareti MHP’nin tekelinde midir?

Ne yani, İran topraklarında Güney Azerbaycan’da bulunan, her maçta tüm taraftarları Bozkurt işareti yapan ve 35 milyon taraftara sahip olan Tractor Futbol Takımı ve taraftarları da mı MHP’lidir?

Milli olan her şeye muhalif olmayı bırakın kardeşim!

Siz milli şuurdan yoksunsunuz diye, biz de mi milli şuurdan yoksun olalım!

Neden mi böyle bir girizgâh yapma gereği duydum:

Avusturya ve Türkiye Milli Takımları arasında yapılan eleme maçında, iki golü de atarak, elemeyi geçmemizi sağlayan Merih Demiral’ın, maç bittikten sonra yapmış olduğu Bozkurt işareti neticesinde, UEFA kendisi hakkında bir soruşturma başlatmış ve konu Türkiye’nin gündemine de oturmuş bulunmaktadır.

Ve bu yapılanı kimi sözde aydınlar, bir siyasi partinin tekelinde gibi göstererek, siyasete indirgeyip, Sayın Demiral’ın yapmış olduğunu, yakışıksız olarak nitelendirmektedirler.

Türk Milli Takımı’nın herhangi bir futbolcusuna, Bozkurt işareti yapmayı yasaklamak ile Bursasporlu herhangi bir futbolcunun, gol sevinci olarak, Bursaspor’un simgesi olan, timsah yürüyüşü yapmasını yasaklamak, aynı derecede deli saçması ve hastalıklı bir bakış açısının ürünüdür. İdrak yolu enfeksiyonu olanlar için, konuyu bu kadar detaylandırarak, anlatmak zorunda kalmış bulunmaktayım.

“Çok uzağa gitmeye gerek yok” diye bir söz vardır ya, biz tam aksini yapıp, çok uzağa gidip, Orta Asya’da yaşayan atalarımızın bu sembolü kullandığını ve Türk Milleti için her zaman değer atfeden bir sembol olduğunu iddia edip, ispatı için, Çin’in yazılı kaynaklarını incelemelerini, buradan rahatlıkla, detaylı bilgi ve belgelere ulaşmalarını salık veririz.

Ayrıca, Bozkurt işareti MHP’nin tekelinde ise neden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Bozkurt sembolü üzerine bu kadar yoğunlaşıp, ona bu kadar değer atfetmiştir?

Velhasıl-ı kelâm; Türk Milleti’nin bağımsızlık sembolü, tarihte Bozkurt’tu, bugün de Bozkurt’tur ve Yüce Allah’ın izni ile kıyamet kopuncaya dek, Bozkurt olarak kalacaktır.

Ayrıca, çok uzak bir geçmişe gitmeye gerek yok; dünyaca ünlü golcü futbolcu Samuel Eto’o, Türkiye’de de futbol oynadı, İspanya’da da. Bakın bakalım tarihe, Türkiye’de  mi ırkçılık yapılmış kendisine, yoksa İspanya da mı? Kusura bakmayın ama ırkçılık Türk Milleti’ne, en az beş beden büyük gelir!

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

Emekliye yine sabır düştü

Emekliye yine sabır düştü

Temmuz ayı sabit gelirlilerin hayatlarının bundan sonraki bölümünü nasıl geçireceklerine dair önemli ipuçları barındıran, kısaca söylersek yılın ikinci yarısında alacakları maaşları belirleyen bir ay olduğu için büyük önem taşıyor ülkenin yüzde 50’si açısından.

Geçtiğimiz günlerde asgari ücret konusundaki açıklamaları bir miktar ele almıştık. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ülkemizdeki asgari ücretin yüksek olduğuna yönelik söylemlerinden bahsediyorum.

Hangi ülkelerle kıyaslanmıştık bir hatırlayalım; Endonezya, Filipinler, Tayland, Brezilya, Şili, Kolombiya, Bulgaristan, Macaristan…

Eskiden olsa, bu ülkelerle aynı skalada olmaktan büyük üzüntü duyacağımız kıyaslama madem yapılmış, şöyle biraz daha derinden bakalım konuya, hazır bakan bey de bizim böyle bir karşılaştırma yapıp halimize şükretmemizi isterken.

Bir önceki yazımda söylemiştim zaten dolar bazında bahsi olunan ülkelerin önünde görünen asgari ücretin asıl sorumlusunun ülkede yıllardır baskılanan doların olması gereken yerde olmaması olduğunu.

Şimdi asgari ücret düzeyleriyle birlikte asgari geçim düzeylerini de incelememiz gerektiğinden bahsi geçen ülkelerle kendi ülkemizin yolsuzluk düzeylerini de karşılaştırmak gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü bir yanda artık olağanlaşmış yolsuzluklar sayesinde kazanılan sınırsız paradan bahsederken, diğer yanda doların baskılanması neticesinde dünyanın en düşük asgari ücreti olmaktan kıl payı kurtulan maaşları değerlendirmek ancak yolsuzluk düzeylerindeki inceleme ile adil olabilir.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından her yıl 180 ülkenin incelenmesi ile oluşturulan yolsuzluk endeksi 2023 sonuçlarına göre, Türkiye 115. ülke olmayı başardı. 2022 yılında 101. Sıradaydık ve 2023 yılına göre durumumuz yolsuzluk açısından daha iyiydi. 2024 yılının sonuçları elbette henüz yayınlanmadı, ama ben görmekten büyük bir endişe duyuyorum.

Asgari ücret düzeyi ile ilgili kıyaslandığımız sekiz ülkeden hiçbiri yolsuzluk konusunda bizden daha kötü durumda değil.

Bu ne anlama geliyor?

O ülkelerin asgari ücretleri Türkiye’deki asgari ücretin altında bile olsa, yolsuzlukla mücadele ve yolsuzluk algısı konusunda bizden fersah fersah ilerideler. Dolayısıyla bir adalet mekanizmasının işlemesinin verdiği güven örtüsü ile sarılıp sarmalanıyorlar.

Yani demem o ki, onların asgari ücretlerinin düşüklüğü bizdeki kadar can yakmıyor!

Gelelim maaşları bugün belli olan emeklilere.

Toplumun en mağdur kesimi olarak da sayabiliriz onları.

Asgari ücrete ara zam beklemediğim gibi en düşük emekli maaşına yönelik bir düzenleme de beklemediğimi belirtmiştim defalarca.

Beklentiler mevcut, ancak ben halen böyle bir beklenti içinde değilim, belirtmekte yarar var.

TÜİK’in beklentilerin altında kalan verilerinin açıklanmasının ardından işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşlarına gelecek düzenleme oranı da belli oldu. ‘Düzenleme’ kelimesini bilerek kullanıyorum, çünkü bu gerçekten de bir düzenleme, yaşanan enflasyon oranında bir yükselişle maaşların alım güçlerinin eskisiyle aynı oranda kalması hedefleniyor güya.

Burada ‘güya’ kelimesini de bilerek kullanıyorum, çünkü altı aylık enflasyon için açıklanan yüzde 24.73’lük oran kesinlikle gerçeği yansıtmıyor! Dolayısıyla maaşlara düzenleme de yapılsa alım gücü giderek düşüyor.

Açıklanan oran biraz dostlar alışverişte görsün cinsinden, hatırları gönülleri kalmasın kabilinden bir artışa neden oluyor sadece. O da işe yaramıyor haliyle. Üstelik mahkeme kararlarına rağmen TÜİK halen bu saçma oranlara ulaşmasını sağlayan enflasyon sepetindeki ürünleri ve bu ürünleri nerelerden temin ettiğini açıklamıyor ısrarla.

Bir de şu yanılgı oluştu kafalarda; en düşük emekli maaşı olan 10 bin lirayı aylık olarak alan, ancak kök maaşı 10 bin liranın altında kalan milyonlarca emekli ya çok az bir artış görecek emekli maaşında ya da düzenlemeye rağmen 10 bin liranın altında kalan kök maaşının azizliğine uğrayarak yine 10 bin lira ile yaşamaya çalışacak önümüzdeki 6 aylık süre boyunca.

Emeklilerin artık sosyal medya platformları da dahil olmak üzere pek çok alanda sesini duyurmaya çalıştığını, AK Partiye körü körüne bağlılıklarının sona ermek üzere olduğunu, çünkü 10 bin lira emekli maaşı ile geçinmenin hayal bile olmadığını biliyoruz.

Yakın süreçte bir seçim olsa AK Partili seçmenin büyük bölümü yerel seçimlerde AK Partiye oy vermiş dahi olsa, bu kez tercihini başka siyasi partilerden yana kullanacak burası kesin.

Hükümet, 31 Mart yerel seçimlerinde özellikle emeklilerden aldığı oylarda ciddi bir düşüş yaşamıştı zaten, durumun daha da netleşme ihtimaline karşılık, gözler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a çevrildi. Malum, emekli yılı ilan edilen 2024 yılında emeklilerin açlıktan ölmeden 2025 yılına varabilmesi için Erdoğan’ın en düşük emekli aylığı konusunda adım atması ihtimali hala dillendiriliyor.

Bense bu ülkeye hizmet ederken, dolaylı vergilendirme sistemi nedeniyle vergisini tıkır tıkır öderken dahi değer görmeyen sade vatandaşın emekli olduktan sonra hiç değer görmediğini bildiğimden bu ihtimali pek olumlu bulmuyorum.

Tüm emeklilere de Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in asgari ücretliye dilediği gibi sabır diliyorum.

Başkan Aydın ve oğlu Arda Almanya’da milli heyacana ortak oldular

Başkan Aydın ve oğlu Arda Almanya’da milli heyacana ortak oldular

Aslında bugün siyaset yazacaktım.

Kulislerden kulağımıza gelen birkaç bilgi var. Onları siz değerli okurlarla paylaşmak istedim.

Fakat tarihi zaferin ardından şimdilik bunu erteledim. İlerleyen günlerde o bilgiyi paylaşırız.

Gelelim tarihi zaferimize…

Türkiye 2024 Avrupa Şampiyonası’nda yoluna devam ediyor. Grup maçlarında kazandığı iki maç ile grup ikincisi olarak son 16 turuna kalan Türk Milli Takımı, salı akşamı da favori gösterilen Avusturya Milli Takımı‘nı Merih Demiral‘ın attığı iki golle 2-1 yenerek son 8 takım arasında kaldı.

Çeyrek final müsabakası bu hafta cumartesi günü Hollanda Milli Takımı ile oynayacak.

Milli Takımımızın yolu açık olsun.

Maçı stadda seyredemeyen, ekranları başında maç heyacanına ortak olan milyonlarca insanımızın duaları da milli takımımızla beraber.

Genci, yaşlısı, kadını, çocuğu, engellisi… velhasılı kalbi milli takım için atan herkes, bu süreçte milli takımımızı gerek saha içinde gerekse saha dışında yalnız bırakmıyor.

Onlar attıkça, kazandıkça Türk Milleti coşuyor, dertlerini üzüntülerini bir nebze unutuyor…

Avusturya Milli takımı ile oynadığımız maç saatinde saha içindeki taraftarlarımızın coşkusu ekranlardan taşıp tüm Avrupa’yı inletti.

Almanya Leipzig’de oynanan maçta taraftarlar arasında yerini alan isimlerden biri de Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın ve oğlu Arda oldu.

Aydın ve oğlu Arda milli formayla maçı yerinde seyrederek büyük heyecana ortak oldular.

İlk dakika gelen golden sonra da video paylaşan baba oğulun sevinci gerçekten görülmeye değerdi…

Aynı sevinci büyük Türk Milleti de yaşadı…

Bu durumda sadece tek bir şey denir. Darısı cumartesi günü oynanacak Hollanda maçına…

Yolunuz açık olsun bizim çocuklar…

Siyasi partiler kombine alımında örnek olmalı

Yazımıza spordan başladık, spordan devam edelim.

Malum, bugünlerde kentin marka değeri olan Bursaspor‘un eski günlerine dönmesi ile ilgili olarak Enes Çelik ve yönetimi olağanüstü gayret gösteriyor.

Bu sürecin içerisinde beklenti herkes karınca kararınca destek olsun.

Bursaspor’un eski günlerine dönebilmesi için bulunduğu ligde şampiyonluk yolunda en büyük destekçisi 12. adam, yani taraftarı olacaktır.

Dolu bir stadda oluşan hava ile rakiplerin korkululu rüyası olmaya çalışacak Bursaspor’a destek sırası taraftarda. Bu destek de satışa sunulan kombinelerin alınması ile olur.

İşte bu noktada acizane bir önerim siyasi partilere…

Bugün başta AK Parti, CHP, MHP, İYİ Parti, YRP, BBP, DP başta olmak üzere tüm siyasi partilerimizin il ve ilçe yöneticileri kombine biletlerden alırlarsa örnek olurlar.

Bunun yanı sıra bu desteğe 17 ilçede seçilmiş belediye meclis üyelerini de ilave edersek toplamda yaklaşık 10 bin kombine eder.

Öneri bizden, değerlendirmek onlardan…

Aydın kızını evlendiriyor…

Mütevazi kimliği ile tanıdığımız, bu dönem halkın teveccühü ile bir kez daha Orhangazi Belediye Başkanı seçilen Bekir Aydın ve eşi Kıymet hanım bugünlerde tatlı bir telaşenin içerisinde.

Başkan Aydın ve eşi Kıymet Hanım’ın kızları Şevval ile Alperen’in düğün merasimleri var.

Bizler de evlenecek çiftlere bir ömür boyu mutluluklar diliyoruz.

 

 

Bursa büyüdükçe BTSO

Bursa büyüdükçe BTSO

Ülkemizin en eski ticaret ve sanayi odalarından biri.

Kurucusu, Başkan Osman Fevzi Efendi, Oda’nın ilk meclis toplantısı diyebileceğimiz oturumunu “Efendiler, miktar-ı kâfi ekseriyet mevcuttur. İlk içtimai küşat ediyorum” diyerek açar.

Bundan tam 135 yıl önce, 6 Haziran 1889 tarihinde.

Sadece 70 üyesi vardır o yıllarda.

Yıllar geçer, Türkiye büyür, Bursa da büyür.

Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte ülkemiz için ekonomik kalkınma her şeyden önemlidir. Bu da üretim ile gerçekleşecektir. Bir yandan her bölgenin kendi kaynakları belirlenir, o bölgenin üretim ve istihdamı buna göre göz önüne alınır.

Sanayi mi tarım mı esas alınacak?

Cumhuriyet’i kuran kadroların öncülüğünde, devlet bunları özenle planlar.

Bursa bu aşamada önemli bir yere sahip olur.

Ülkemiz ekonomisinde Bursa’nın önemi de hızla artar.

Özellikle tekstil alanında gösterdiği gelişme, Suni İpek Fabrikasının, Merinos’un Bursa’ya kurulması ile taçlanır.

Merinos’un Bursa’da kuruluş amacı ve hikâyesi, Bursa için bugün bile ilham ve heyecan vericidir.

Bursa Ticaret ve Sanayi Odası ise 135. yılını kutlarken sessizliğe bürünmüş durumda.

İlimiz sınırları içinde Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu çerçevesinde tüzel kişilik sıfatını kazanmış 17 adet Organize Sanayi Bölgesi bulunuyor.

Buna rağmen BTSO Başkanı İbrahim Burkay, sık sık yeni sanayi bölgeleri oluşturma konusundaki gayreti ile gündeme geliyor. Örneğin; Bursa’mızın bir ilçesinin belediye başkanı, ilçesindeki tarım alanları sanayi bölgesine dönüştürülmesin diye verdiği uğraşta BTSO Başkanı Burkay ile karşı karşıya kaldı. BTSO Başkanı’nın başını çektiği bir lobi yüzünden partisi tarafından yeniden aday gösterilmedi.

Kestel’a bağlı Soğuksu bölgesi, lojistik konumu nedeni ile seçilip sanayi bölgesi yapılması için canhıraş bir çaba harcanıyor, belli çevreler tarafından.

Kendini bu kentin sahibi sanan sermaye grupları kısa günün rantı peşinde.

Oysa yeni “İleri Teknolojileştirmek” bahsinin Bursa için karşılığı daha fazla çevre kirliliği, yok edilen tarım alanları, Euro Bölgesi sıralamasına göre en düşük asgari ücretle çalışan göç nüfusunun artışı demek.

Tüm aleyhteki koşullara rağmen hali hazırda, gıda tarım hayvancılık sektör üyeleri yüzde 9.47 ile BTSO’nun 4. büyük üye grubu.

Bursa, gerek iklim özellikleri gerekse lojistik avantajları yüzünden tarım alanında çok önemli artı değer üretebilecek bir konumda. İleri teknoloji kisvesi altında arazi rantı üretmekten vazgeçip tarımda ileri teknolojiye geçmeyi hedeflemeli.

Tekstilde fason imalatçılığının tatlı kârları için yıllarca marka ve Ar-Ge yatırımı yapmadan çalışmanın acı faturası bugünlerde ortaya çıktı.

Her şey tersine dönmüş durumda Bursa için.

Hatta Türkiye büyüdükçe büyüyen Bursa vizyonunu bile “Bursa büyürse Türkiye büyür” şartına çevirdiler.

Gelgelelim bu büyüme Bursa’nın hayrına değil maalesef.

Üstelik büyümekten anladıkları sadece sanayi bölgelerini büyütmek.

Çözüm gettolaşmanın önüne geçmek!

Çözüm gettolaşmanın önüne geçmek!

Ülkesi, ili, ilçesi, köyü, mahallesi, tüm yöneticilerin sorumlu oldukları kesim yönetimleri altında yaşayan vatandaşlardır. Vatandaşının geçiminden, barınma ihtiyacından, temiz su kaynaklarına kavuşmasından ve en önemlisi de güvenliğinden sorumludur tüm yöneticiler.

Burada işin kolluk kuvvetlerine yüklenen kısmını ayrı tuttuğumu ve aslında üretilen politikalarda gözetilmesi gereken güvenlik meselesinden bahsettiğimi belirtmekte yarar görüyorum.

Şöyle bir göz atarsak son dönemlerde yaşadıklarımıza; vatandaşın geçimi içler acısı, barınma ile ilgili ciddi sorunlar yaşanıyor, su kaynaklarımız hızla ve zalimce tüketiliyor, üstüne bir de güvenlikle ilgili yürütülen saçma politikalar nedeniyle günden güne artan sıkıntılarla yüzleşiyoruz.

Bugünkü konumuz, Kayseri’de başlayan, Bursa’ya kadar sıçrayan, bir bölümü de sınır ötesinde gelişen olaylar nedeniyle güvenlik elbette…

İster hükümetin deyin, ister iktidarın, ben kısaca bizi yönetenlerin demeyi tercih ediyorum; göçmen politikasının Türkiye’nin başına büyük dert açacağını sıklıkla dile getiren yazarlardan biriyim. Bu noktada bana yöneltilecek, ırkçı, faşist falan gibi suçlamalara da çoktan kulaklarımı tıkadım. Çünkü gördüm ve biliyorum ki, dünya üzerinde hiçbir devlet, sınır kapılarını sonuna kadar açıp sorgusuz sualsiz herkesin giriş yaptığı bir döneme tanıklık etmedi şimdiye kadar.

Bundan yaklaşık 12 yıl önce yaşanan savaşı, savaşın yarattığı mağduriyetleri anlayabiliyorum, fakat şunu da biliyorum, ülkesinde çalışacak insan kaynağı kalmadığı için başka ülkelerdeki yetişmiş insan gücüne davet çıkartarak; ‘kapılarımı açtım, gel ve benim ülkemde yaşa’ diyen ülkeler bile milyon tane koşul koyuyor ülkesine gelmek istediğini beyan eden insanların önüne.

Bakıyorlar mesela, onların istediği eğitim düzeyinde misiniz, ülkelerinde konuşulan dile onların istediği düzeyde hakim misiniz, yapabildiğinizi iddia ettiğiniz iş konusunda ne kadar deneyimlisiniz…

Beğenmezlerse almıyorlar…

Neden?

Çünkü ileride kalifiye olmayan, ülkelerine adapte olamayacak insanlar vatandaşları için güvenlik sorunu haline gelebilir.

Bizim gibi kapılarını sonuna kadar açıp, ‘koca ülke, arada kaynar giderler’ mantığı ile yaklaşan, ülkesinde kaç yabancının yaşadığını, kaç uyuyan hücrenin var olduğunu, kaç ajanın cirit attığını kendisi dahi bilmeyen ülke olur mu yahu?

Burada mesele ırkçılık, etnik ayrımcılık falan değil, doğrudan kendi vatandaşını koruma meselesi.

Şimdi geldiğimiz noktada, Kayseri’de yer yerinden oynadı. Bardağı taşıran damla çok çirkin bir olay, bu olayı yatıştırmak için Kayseri Valiliğinin yaptığı açıklama ondan beş beter.

Bunları geçiyorum ve işin vandallık kısmının savunulacak tarafı olmadığını, sokaklarda yaşanan kaba kuvvetin asla onay kabul etmeyeceğini bir kez daha vurguluyorum. Mutlaka sokaklarda yaşananların provokasyonlara açık noktaları var. Elbette bu işin altında bir kışkırtıcı el var, fakat gelinen noktada iktidarın peş peşe yaptığı hataların hiç mi payı yok? Bunun da düşünülmesi gerekiyor.

Avrupa Birliğinden üç beş kuruş para almak uğruna ya da yapılan gizli anlaşmaların içerikleri kime ne fayda sağlıyorsa, bu faydalar uğruna, ülkeyi doğudan batıya doğru akan insan seline karşı bir kör tıpa haline getirmeye, vatandaşını her türlü tehlike ile karşı karşıya bırakmaya ne gerek var?

Çözümü sokaklarda aramak elbette doğru değil.

Fakat biliyorum ki, bundan sonra çözümü bu işi bizim başımıza saranlarda aramak da mantıklı değil. zira çözme aşamasına hiçbir zaman gelmeyecekleri artık çok açık.

Kayseri’yi bilmem, İstanbul’un çapı benim için fazlaca büyük, ancak Bursa ile ilgili az biraz bilgi sahibiyim, özellikle dün akşam gerginliklerin de yaşandığı Çarşamba bölgesini gayet iyi biliyorum.

Bölgeyi bildiğimiz gibi sorunlarını da biliyoruz elbette. Hatta ukalalık olarak alınmayacaksa işin çözümünün nereden geçtiğini de az çok tahmin ediyoruz.

Sosyal medyada dünden bu yana sıkça dolaşan 21 Haziran 1934 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış şöyle bir metin mevcut; ‘Türk soylu olmayanlar istediği yere yerleşemez. Anadili Türkçe olmayanlar müstakil mahalle kuramaz, işçi ve sanatçı kümesi oluşturamaz. Ecnebilerin bir belediyedeki nüfusu yüzde 10’u geçemez’ bilgisini içeren.

Atatürk’ün sığınmacı yasasının ardından yapılan yeni düzenlemeler nelerdir, iş nerelere evrilmiştir bunu araştırmak benim için biraz güç ve meşakkatli, ben 1934 yılındaki yasanın doğruluğunu kabul etmeyi tercih ediyorum, çünkü tüm dünya bunu böyle uyguluyor.

Gelelim bizim bu yasayı Bursa’ya nasıl uygulayacağımıza.

Bence çözüm kentsel dönüşümde…

Biliyorsunuz seçimlerin ardından şehrin en sorunlu bölgelerinden olan Altıparmak-Çarşamba’daki kentsel dönüşüm planları ile ilgili görüşmeler askıya alınmış, yeni yönetimin konuya nasıl bakacağına yönelik bir bekleyişe girilmişti.

Buradan hemen bir müjde vereyim, Altıparmak-Çarşamba Kentsel Dönüşüm planları ile ilgili Mustafa Bozbey döneminin ilk görüşmeleri Perşembe günü başlıyor.

Kentsel dönüşümün bölgeyi hem sosyolojik hem ekonomik, hem de şehir huzuru ve güvenliği açısından daha farklı bir çehreye büründürmesi amaçlanıyor elbette.

Kısacası burada bir kentsel dönüşüm olduğunda mevcut gettolaşma da dağılacaktır umudu hakim bende.

Bunun yanında 1/100.000’lik planlarla ilgili ilk toplantının da 10 Temmuz itibariyle yapılacağını, yani bir yandan kentsel dönüşüm planlarının diğer yandan şehrin anayasasının paralel ilerleyeceğini söyleyebilirim.

Süreç çetrefilli, kentsel dönüşüm kendi bağlamında zaten zorlu bir uygulama, yanına bir de aslında hükümetin yanlış politikaları dışında kimsenin dahlinin olmadığı sorunların çözülmesi sorumluluğu size yüklenince iş daha da zorlaşıyor.

Tüm bunları anlıyorum. Beklentim, bu çok önemli toplantılarda çalışmalara iyi niyetle katkı sunan tarafların iyi niyetlerinin daha önceki yönetimin görüşmelerinde olduğu gibi suiistimal edilmemesi.

Hani toplanıp toplanıp, fikirleri alıp alıp sonra o toplantılar hiç yapılmamış gibi sadece kendi bildiğini okursa yerel yönetimler, yolumuz bundan önceki yönetimde olduğu gibi yine çıkmaza girer.

Benden söylemesi…

Geçmişte AK Parti’de bir görevden alma ve sandığa yansıması

Geçmişte AK Parti’de bir görevden alma ve sandığa yansıması

Hatırlatmakta fayda var: Bursa siyasetinde parti ayrımı gözetmeksizin Osmangazi ilçesinin ayrı bir önemi var.

Belirleyici özelliği var.

Bu özelliği bilen, il ya da gerekse büyükşehir belediye başkanı gibi sıfatlarla görev yapan isimlerin, bir yandan da kendisine olası rakip çıkma durumuna karşı Osmangazi gibi ilçeleri domino etmek için gizliden gizliye mücadele ettiğini, siyasetle uğraşan herkes bilir.

Bunun tek sebebi var.

“O isim koltuğuma göz dikerse, benden daha başarılı olursa onu bir sonraki seçimde aday gösterirlerse…” düşüncesi.

Bundan dolayı parti ayrımı gözetmeksizin Bursa özelinde Osmangazi gibi ilçelerde siyaset yapan isimler bir üstünün fikirleri ile ters düştüğünde (parti ile değil bunu da yazmış olalım) sudan sebeplerle ilk fırsatta ya görevden alınıyor.

Ya da siyasi mobbing uygulanıyor.

Bunun geçmişte örnekleri var.

Olaya parti içi yarış, demokrasinin gereği diye bakanların sayısı maalesef yok denecek kadar az.

İşte böyle bir rekabete Bursa özelinde kurban olan isimler çok fazla.

O isimlerden biri de AK Parti’de Osmangazi’de ilçe başkanlığı görevini uzun yıllar başarı ile yürüten Ufuk Cömez ve yönetim kurulu oldu.

Hatırlatmakta fayda var: Cömez ve ekibine bir gece ansızın görevden el çektirilmişti.

İşin enteresan tarafı, Cömez’den önce de Yıldırım İlçe Başkanı Ali Erbay görevinden ayrıldı veya istifası istenmişti.

Kim bilir bu görevden ayrılmalar sonucu birileri kendilerinin bir yere aday gösterileceğini tahmin ediyordu…

Sonuçta iki eski ilçe başkanı şimdilik siyasete nokta değil virgül koydu.

Ama gel gelelim Osmangazi’deki bu değişim sandığa olumlu olarak yansımadı.

Daha önce Osmangazi’de girdiği tüm seçimlerde partisini sandıktan birinci çıkaran Ufuk Cömez ve ekibinin başında olmadığı son seçimlerde AK Parti Osmangazi’de belediye başkanlığını kaybetti.

Bursa’nın en büyük ilçesi Osmangazi’yi kaybeden AK Parti’de bu kaybetme domino etkisi yaparak, “en büyük ilçeyi kaybeden Büyükşehir’i de kaybeder” tezini doğrulayarak  Büyükşehir’i de kaybetti.

Alınan kararın seçmen nazarında değerlendirilmesinde ortaya çıkan sonuçta Ufuk Cömez’in görevden alınmasının doğru bir karar olmadığı ortaya çıktı.

Bu kararın alınmasındaki gerekçeleri de hatırlarsak, karar için yerelde ve genelde kulis yapılmasının sonucu sandıkta AK Parti’ye eksi olarak yansıdı.

Sadece olaya bu kadar bakmamak gerekiyor.

Misal yönetimde görev alan başta Ufuk Cömez olmak üzere tüm üyelerin sandık bölgelerine baktığımızda AK Parti için ortaya çıkan sonuç hiç açıcı değil.

Geçmişte CHP’nin bir elin parmakları kadar oy aldığı, eski beldeler Kirazlı ve Demirtaş başta olmak üzere AK Parti, Cömez zamanında Osmangazi İlçe yöneticilerinin mahallelerindeki vatandaş da bu karara tepki gösterip sandıkta ana muhalefet partisine oy vermiş.

Öte yandan dağ yöresi insanının yaşadığı bölgelerde ve Osmangazi sınırlarında bulunan dağ köylerinde sandığa gitmeyenlerin tepkisi çoğalmış. CHP’nin oyları artmış.

Bu durumda bunun sorumlusu kim oluyor.

Geçmişte partisinin başarısı için çalışan Cömez ve ekibine görevden el çektirilmesinin ne kadar yanlış bir karar olduğu bugün daha rahat anlaşılıyor.

Bundan sonra ne yapılmalı?

Bu konuda AK Parti’nin kuruluş döneminde yer alan bir ağabeyim şunları söyledi:

“AK Parti’nin eski günlerine gelmesi isteniyorsa parti içi tabanın sesine kulak verip adaylarını da ona göre belirlemesi şart.

Bu konuda ille de tek aday diretmesi olursa, bazı ilçelerde adaya tepkiler olabilir, bizden hatırlatması.

Sonrasında ise çok adaylı kongreler olması da muhtemeldir, diye düşünüyorum.”  

 

Savaş kapıyı mı çalıyor?

Savaş kapıyı mı çalıyor?

Asgari ücrete bir ara zam beklemediğimi daha önce söylemiştim zaten. Söylediğim gibi de oldu, üstüne bir de açıklama yapıldı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından; “Asya’daki ülkelere, Endonezya, Filipinler, Tayland’a bakın, bir de Latin Amerika, Brezilya, Şili, Kolombiya, Avrupa’da Bulgaristan, Macaristan ile karşılaştırın. Polonya hariç, gelişmekte olan ülkeler arasında en yüksek asgari ücret bizde!” diyerek.

Asgari ücreti bu ülkelerle karşılaştırmak için elbette dolara çevirerek bir ortak değer elde edilmeye çalışılıyor. İyi güzel de kardeşim, bizim ülkemizde uzun, çok uzun süredir dolar şiddetle baskılanıyor, asla hak ettiği değerde değil, olması gereken en iyi ihtimalle 45-50 TL civarı.

Şimdi sen asgari ücreti baskıladığın dolara çeviriyorsun, sonra da diyorsun ki, ‘bizim ülkemizde asgari ücret yüksek!’

Asgari ücreti alım gücü açısından diğer ülkelerle karşılaştırmayı deneseniz zaten gerçek ortaya çıkacağından buna hiç kimse yeltenmiyor bile.

Haaa… Bir de işin şu kısmı var, şimdilerde asgari ücret açısından karşılaştırıldığımız ülkelere şöyle bir bakıverin, bir zamanlar o ülkelerle aynı skalada olmak Türkiye için ne kadar geri kalmışlık göstergesiydi…

Vehbi’nin kerrakesi anlaşıldı, asgari ücretlinin ve emeklinin tepesine binerek bol keseden dağıttığınız, üç beş kişilik gurupları zengin ettiğiniz sürecin bedelini ödemeyi düşünüyorsunuz. Daha doğrusu ödetmeyi düşünüyorsunuz.

Bu ülke bu tür işleri öyle çok gördü ki…

Biraz da göz korkutmak, ‘aman elinizdekilerin kıymetini bilin, üçüncü dünya savaşı kapıda, bizi çok zorlarsanız şimdi bulduklarınızı da kaybetme ihtimaliniz var’ diyebilmek adına ortada dillendiriliyor bir dünya savaşı ihtimali.

Olmaz mı?

Olur…

Kaynakları böylesine daralan, nüfusu böylesine artan bir dünyada bal gibi de olur üçüncü dünya savaşı…

İsrail ile Lübnan arasında giderek artan çatışmanın, Ukrayna-Rusya savaşının, Kuzey ve Güney Kore arasındaki gerilimin, Çin’in Tayvan üzerindeki baskısının bir anda bizi de içine alan bir girdaba dönüşme ihtimali hiç de yabana atılacak cinsten değil.

Fakat başka, bambaşka bir sebeple!

Dünya nüfusuna 2050’de en iyimser tahminle 2 milyar insan eklenmiş olacak. 9 milyar insanı doyurabilmek için gezegenimizin bize bugün ürettiğimizin 1,5 katı mahsul bahşetmesine ihtiyacımız var.

Dünyanın en kalabalık bölgelerinde kuraklık hüküm sürüyor. Pakistan kavruluyor, Hindistan’ın tarım rekoltesi dörtte bir azalmış. Bizim ülkemizin hayırseverleri zaman zaman kuyu bağışlıyor oradaki halk temiz suya kavuşabilsin diye.

Çin’de de durum farklı değil. Bazı bölgelerde kuraklık bazı bölgelerde ise seller nedeniyle pirinç tarlaları zarar görüyor. Çünkü dünyanın düzeni değişiyor. Küresel olarak ısınıyoruz ve hiçbir ülke bu sorunun sonuçlarından kaçınamıyor…

20. yüzyılda dünya için petrol nasıl bir öneme sahipse 21. yüzyılda da gıda ve su aynı öneme sahip olacak!

Biz ülkemizde hala yapabiliyorken doğru dürüst bir tarım politikası oluşturup kendi kendine yeten ülke statüsüne geçmek yerine, başka ülkelerden tarım ürünlerini ithal edelim, şehirlerimizin verimli tarım topraklarının üzerine sanayi bölgeleri, konut bölgeleri inşa edelim.

Bakın elin Çin’i, ABD’nin en büyük et üreticisini satın almış. Şu anda Amerika’da üretilen her dört domuzdan biri, artık Çinlilere ait.

Suudi Arabistan bağlantılı yatırımcılar Arizona eyaletinde 39 bin dönüm tarım arazisini kapatmışlar.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla yaşanan tahıl krizini biliyoruz. Savaşın en önemli nedeninin ‘su’ olduğunu biliyor muyduk?

Ne kadarı doğrudur bilinmez, ama bazı devletlerin paravan şirketler aracılığıyla paralı askerler tutarak dünyanın farklı bölgelerinde tarım arazilerini ele geçirmeye çalıştıklarına yönelik bilgiler dolaşıyor etrafta.

Tüm bunlara bakınca Üçüncü Dünya Savaşı’nın tarıma elverişli toprak ve su kaynaklarını ele geçirmek için çıkma ihtimalinin daha yüksek olduğunu bir tek ben düşünmüyorumdur herhalde.

Satmıyorum diyenin malını alamayacağınıza göre, bizim için açlık savaşları sürpriz olmayacak!

Anlayacağınız yeni bir savaşın kapıda olması ihtimali beni şaşırtmaz. Fakat ben hali hazırda zaten pek çok gıdaya erişimi olmayan, suyun da kalitelisini içemeyen asgari ücretliyi böyle sözlerle ürkütebileceğinizi düşünmüyorum Sayın Bakan.

Sabit gelirli vatandaşı ‘Bak savaş kapıda!’ diye korkutmak yerine, doğru dürüst bir vergi sistemi oturtup, bu vergi sisteminin denetimini de bir o kadar doğru dürüst yaparsanız eğer, işinizi daha bir layıkıyla yerine getirmiş olursunuz.

Bir de buna işleyen tarım politikaları ile birlikte tarımsal ve sulak alanların korunmasına yönelik çalışmaları ilave ettiniz mi tadından yenmez. Ama o zaman rant da yenmez, yenemez dolayısıyla tüm bunlar işinize gelmez.

İşinize gelen sadece korkutmak, o da bize gelmez…

 

‘Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!’

‘Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!’

Kırk yılın başında, sabah namazını camide cemaat ile kılmak üzere niyetlenmiş, hazırlığımı yapıp, evden çıkmış, bir cami bulup içine girmiş, namazımın sünnetini eda etmiş, farza geçilmesini beklerken, hoca vaaz etmeye başlamış ve konu “faydasız işler.”

Faydasız işlerin konusu da önceki akşam oynanmış olan Milli Takım maçı.

Yahu bu kadar faydasız iş arasında Milli Takım maçını faydasız işler arasından saymak ve bunu cemaate vaaz etmek, faydalı bir iş midir?

Memleketin o kadar derdi varken, siz ve sizin gibiler yüzünden, ülkedeki insanların inanç sistemi çökmüşken, deve sidiği içmenin faydalı olduğundan, Hazret-i Peygamber’in sümüğünden Sümük-ü Şerif olarak bahsetmekten, kertenkele öldürmenin sevap olduğuna dem vurmaktan, varılmak istenen nokta nedir?

İlm-i siyasetten bu kadar mı uzaksınız?

Milli Takım’ın dünya çapında başarı elde etmesi mi faydasız bir iştir?

Sizin bu faydasız sözlerinizi nereye koyacağız?

İslam’a sizin gibi beyin(siz)ler düşman ve karşı misyoner faaliyeti olarak yetmektedir!

Allah ıslah etsin!

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

Sen işine gücüne baksana!

Sen işine gücüne baksana!

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, bir bayram ziyaretinde, kardeşi Barış Özel’in işsiz olduğunu söyleyerek, CHP’li belediye başkanlarına eş, dost, akraba işlerinden uzak durulması talimatını vermişti.

Büyük bir bankada yazılım uzmanı olarak çalışan Barış Özel’ın, kendisine “Adalet Yürüyüşü”ne katılmak için izin vermeyen yönetime rest çekip istifa ettiğini de bu vesile ile öğrenmiştik.

Elinde dev belediyeler ve bütçeler bulunan bir genel başkanın kardeşinin işsiz güçsüz kaldırım arşınlaması toplumumuza garip gelmişti. Ama kardeş Barış Özel, Türkiye’de son 22 yıldır görmediğimiz bir şey yaparak, yine insanlarımızın ezberini bozdu.

Ne yaptı işsiz Barış?

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı, iktidarımıza göre su fiyat güncellemesini (bize göre hâlâ zam) sosyal medya hesabından eleştirdi.

CHP’nin kalesinde, ağabeyinin genel başkanı olduğu belediyeyi eleştirince herkes bir kez daha şaşırdı. Çünkü bunlar normal hareketler değildi.

Kardeşim, sen işsiz güçsüz kalmışsın, ağabeyin genel başkan olmuş, hemen apar topar bir anonim şirket kur! Faaliyet alanlarını da yazdır; turizm, tarım, reklamcılık vs. vs…

Hemen git, mesela İstanbul Büyükşehir ve İlçe belediyelerinden park bahçelere lale soğanı gibi ihaleler kovala!..

Niye eleştiriyorsun İzmir Büyükşehir Belediyesini? Gidip ‘ben genel başkan kardeşiyim’ diyerek, Çeşme’den Alaçatı’ya çöksene plajlara, büfelere!..

Daha sonra bak yaz mevsimindeyiz, CHP’li belediyelerin yapacağı meyveden sebzeden türlü türlü festivallerin organizasyonlarına el atıp, reklâm tanıtım giderlerini hortumlasana!..

Belediyelerin otobüs, metro, feribot, gemi… ne kadar ilan reklâm alanı var, üç kuruşa kiralayıp bir şirkete taşerona verip aradaki farkı kılçıksız kemiksiz cebe indirsene!…

Sonra al bir tane James Bond çanta, Ankara’da genel merkeze git, kimin belediyelerde ne işi varsa tereyağından kıl çeker gibi halledip aradan zarfları cukkalasana!..

Mavi bocuk dağıtır gibi “ağabeyimle konuştum, onu oraya bunu buraya aday yapacak” deyip, teknelerde, beş yıldızlı otellerde tatillerini yapsana!..

İstanbul’dan Ankara’ya kadar belediyelerin şirketlerine kendini yönetim kurulu üyesi yaptırıp 5-10 yerden ballı maaşları indirip “Ama bu benim yasal hakkım” desene!..

Ardından topladığın paralarla deprem bölgesinden ihaleler kapatsana!.. O ihalelerin parasıyla gemicikler alarak İstanbul, İzmir ve deniz bulunan ne kadar CHP’li belediye varsa kiraya versene!.. Limanda gemiler yatsın, sen de sırtüstü yatıp milyonları istiflesene!..

Bir bakan gibi ruhsat verdiğin projeden villaları üstüne geçirip sorana “Mülk Allah’ın, biz sadece kiracıyız” desene!..

Ya Barış Özel, sen işsiz güçsüz boş gezip ağabeyinin genel başkanlığını yaptığı CHP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında zam tweetleri atacağına gidip işine gücüne baksana!..

Bursaspor’un son durumu; BEDFE’nin bağışı diğer hemşehri derneklerine örnek olmalı…

Bursaspor’un son durumu; BEDFE’nin bağışı diğer hemşehri derneklerine örnek olmalı…

Haftanın ilk günü siyaset yazmayalım.

Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm fakat bir türlü fırsat bulamadığımı Bursaspor ile ilgili bir kaç satır yazı kaleme almak istedim.

Benim de hem taraftarı hem üyesi olduğum ve ondan başka bir takımı tutmadığım tek futbol takımı Bursaspor’dur.

Geçmişte Atatürk Stadı’nda zamanında maçlara girebilmek için az koltuk temizlemedik, su satmadık!..

İkinci olarak, takımın Kütahya’da şampiyonluk maçını gittiğim günü dün gibi hatırlıyorum.

Gerçek olan şu: Bursaspor, Bursa’nın birleştirici çimentosu. Bu çimentoya sahip çıkmak gerekiyor.

Geçmişte Kapalıçarşı’da maç ertesi konuşulan tek bir şey vardı.

O da Bursaspor’un oynadığı maç…

Maalesef artık o da konuşulmamaya başlandı.

Bundaki en büyük sebep  Bursaspor’un istenilen ligde olmaması. Kentin değişiksebeplerden dolayı takıma küsmesi.

Malum;

Son yıllarda oldukça kötü yönetilen Bursaspor şampiyon olduğu Süper Lig’den düşe düşe şimdilerde 3. ligde mücadele edecek.

Borç desen gırtlağı da geçmişti.

Kimse taşın altına gerçekçi anlamda uzatmak istemiyordu.

Ta ki gerçekten Bursaspor’a gönül veren Enes Çelik ve yönetimi çıkana kadar. Dile kolay 3.ligde mücadele edecek bir takıma yönetim taahhüdü olarak 200 milyon TL kimse rüyasında bile taahhüt etmez.

Edilen bu taahhüdün büyük çoğunluğunu da göreve geldiği ilk ayda kimse kulubün kasasına koymazdı.

Helal olsun!

Onlar taahhüdünün arkasında durdular.

Hatta başkan Enes Çelik ekstradan daha fazla da katkı yaptı.

Bu durumda buna şapka çıkartılır.

Ardından kentte “Yanındayız” kampanyasını başlattılar. Karınca kararınca kent dinamiklerinin takıma sahip çıkmasını istediler.

Şu ana kadar fena gitmiyor.

Ama daha iyi olabilir mi?

Kısa bir zamanda kulübün üzerindeki ölü toprağını kaldıran umutları yeşerten Çelik ve yönetimi Bursaspor’un transfer tahtasını açarak büyük iş başardılar.

Tebrikler!

Ama bu süre içinde dikkat çeken en önemli detaylardan biri de katılım noktasında Bursa’da sayısı binleri geçen hemşehri derneklerinin kampanyaya yeterli ilgiyi göstermediği.

Bu noktada Savaş Albayrak’ın başkanı olduğu BEDFE yani Bursa Erzurum Dernekleri Federasyonu’nu ayrı tutuyorum.

Onlar karınca kararınca Bursaspor’a 500 bin TL gibi bir rakamda bağışta bulundular.

Ama gönül isterdi ki Bursa’da Sivil Toplum Kuruluşları denince ilk akla gelen RUDEF, BALGÖÇ, BİLDEF başta olmak üzere tüm hemşehri dernekleri de bu kampanyaya karaınca kararınca destek verirse Buırsaspor daha çabuk sürede olması gereken yere ulaşır.

Buradan tüm hemşehri derneklerine naçizane bir önerim olsun. Bursaspor ile bir program dahilinde üyelerinden SMS yolu ile de bağış alınabilir.

Bir SMS bedeli 100 TL gibi bir rakam olsa Bursa’da hemşehri derneklerinde üye olan 200 bin Bursalı bir SMS atsa ortaya ciddi bir rakam çıkar…

Son söz olarak diyeceğimiz odur ki, Bursaspor hepimizin, başka Bursaspor yok!