Bozbey’in makamını Büyükorhan’a taşıması neden anlamlıydı?

Bozbey’in makamını Büyükorhan’a taşıması neden anlamlıydı?

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey‘in seçim öncesi vaatlerinden biri de makamını ilçelere taşımasıydı.

Başkan Bozbey bunun ilkini cuma günü başlattı.

Başlattığı ilçe de Büyükorhan.

Bursa merkeze en uzak ilçe olan Büyükorhan’dan başlatması da oldukça anlamlı.

Geçen hafta içinde bölgede çıkan yangın ilçe halkını tedirgin etmişti. Herkesin gayretleri ile yangın daha da büyümeden söndürülmüştü.

İş maddi kayıplarla atlatılmış, buna şükür demiştik.

Diğer bir ayrıntı ise Büyükorhan’ın Mustafa Bozbey’e Bursa genelinde başkanlık seçiminde en düşük oy verilen ilçe olması…

Bu durum Bozbey’in makamın Büyükorhan’a taşımasını daha da anlamlı kılıyor.

Şunu da rahatlıkla ifade edebiliriz: Dağ yöresi için kim gelirse gelsin başının üstünde yeri vardır. Orada siyaset konuşulmaz, misafirliğin gereği yapılır.

Bir de bu ziyaretin ilçe pazarının kurulduğu güne denk gelmesi Bozbey’in daha geniş kitlelere ulaşması adına doğru bir zamanlama.

Hem muhtarlarla hem STK’larla hem vatandaşlarla görüşen Bozbey sorunları dinledi.

Çözüm noktasında neler yapacak onu zamanla göreceğiz.

Ama bugünden gördüğümüz ilçe halkının kendisine oldukça sıcakkanlı davranması, bağrına basması, kendisinin de aynı şekilde yanıt vermesi.

Bu ziyaretten anlaşılan o ki;

Her 15 günde gerçekleşecek bu ziyaretler kapsamında Bozbey her ilçeye makamını taşıyacak demektir.

Bu ziyaretler küçük ilçelerde pazarın kurulduğu gün gerçekleşecek.

İlerleyen zamanlarda dağ ilçelerinden Keles’e ziyaret cuma, Hamancık’a çarşamba, Orhaneli’ye de salı günü gerçekleşecek.

Zamanını ilerleyen süreçte öğrenmiş olacağız.

Öte yandan, Bozbey’in ziyaretlerini Büyükorhan Belediye Başkanı Kamil Turhan ve ilçe merkezi ile sınırlı tutmaması da oldukça dikkat çekici.

Bozbey ve ekibi ilçe merkezinin ardından Çeribaşı köyüne Ferik ailesine konuk oluyor.

Ardından akşamın ilerleyen saatlerinde Balıoğlu Köyüne gidiyor.

Son olarak da emekli resim öğretmeni Kamil Erol’un Dokuz Boğaz Çiftliğini ziyaret ederek günü tamamlıyor.

Hatta ertesi güne geçiyor…

Netice olarak diyeceğimiz odur ki Bozbey en zayıf olduğu ilçeden sorunları dinlemeye başlıyor. Bundan dolayı da halkın gönlünü fazlası ile kazanıyor.

Bize düşen takip etmek…

Adalet yok!

Adalet yok!

Bir süredir İnegöl İlçesi Eymir, Sülüklügöl, Kurşunlu, Süpürtü, Babaoğlu ve Küçükyenice köylerini etkileyecek olan bölgede ormanlık alanlar kesilerek maden sondajı çalışmaları yapılmaya başlatıldığı konusunda bilgimiz vardı.

Bugün bölgede köylüler ve CHP Milletvekilleri ile birlikte açıklama yapan DOĞADER Başkanı Murat Demir;

“Öğrendik ki, köy sınırları içerisinde, ormanlık alanlarda, ormanımız kesilerek altın madeni sondaj çalışmaları başlatılmış. Bunlar başlatılırken köyümüzün muhtarına, insanına haber bile verilmemiş” diyerek meselenin nasıl oldubittiye getirilmeye çalışıldığına işaret etti.

Bir kez daha hatırlatalım, altın siyanür kullanılarak aranan bir maden, dolayısıyla çıkarıldığı bölgenin yakınlarındaki toprakların da etkileneceği, geri dönülemez bir çevre bozulmasına neden oluyor. Bir de bu aramanın ormanlık alanda yapılacağını, yani ağaçların kesileceğini göz önüne getirdiğinizde trajedinin ne kadar büyük olduğunu anlayacaksınız.

Türkiye son 20 yılda sadece topraklarının üstünü satmakla kalmayan, aynı zamanda topraklarının altındaki zenginlikleri de bir biçimde yabancılara satarak elden çıkaran ülkelerden, 20 yılda 386 madene ruhsat verilmiş bu toprakların yer altı zenginliklerini çıkarmak için. Bu izinlerin çoğunu yabancı şirketler almış. Dolayısıyla meseleyi ormanları, meraları, tarım topraklarını madenci şirketlere peşkeş çekme ve bu topraklar üzerinde bir sömürge madenciliğine göz yumma olarak adlandırmak son derece mümkün.

Tahmin edeceğiniz gibi köylüler ürün yetiştirdikleri, evlerinin olduğu, çocuklarının oynadığı, ağaçlarından yararlandıkları yerlerde siyanür gibi bir zehirle maden aranmasını, topraklarının zehirlenmesini istemiyorlar.

Daha çok kadınlar bilinçli bu konuda, toprağına daha çok kadınlar sahip çıkıyor. Aslında toprağının kıymetini bilenlerin çoğunluğunu kadınların oluşturması şaşırtıcı da değil, çünkü hepimiz biliyoruz ki, bu ülkenin köylerinde tarlada tapada en çok çalışanlar kadınlardır, hayvanlara bakanlar da kadınlardır, dolayısıyla ellerindekini kaybetmenin korkusunu en çok yaşayanlar, onlara en çok sahip çıkanlar da kadınlardır.

Yanlarında sivil toplum kuruluşları var, çevreci dernekler var, milletvekilleri var, Bursa Barosu var…

Ne yok biliyor musunuz?

Adalet yok!

Kadınlar tarım yapmak için destek, kapalı sistem sulamanın yaygınlaştırılmasını istiyorlar, mazot desteği, tohum, fidan, yem ve gübre desteği istiyorlar. Karşılarında koskoca yabancı maden şirketlerini buluyorlar.

43 milyon metrekarelik ormanlık alanda önce ağaçlar kesilecek, dinamitli patlatmalar nedeniyle yer altı suyolları yön değiştirecek, dolayısıyla köyün su kaynakları azalacak, toprak yığınları Siyanürlü yıkama sonrası buharlaşma nedeniyle köye asit yağmurları yağdıracak…

Köyün suları, toprağı, havası siyanüre bulaşacak…

CHP’li vekillerden Orhan Sarıbal, Kayıhan Pala ve Hasan Öztürk köylüye söylenecek yalanlardan şimdiki birliğin bozulması, bazı köylülerin satın alınması için yürütülecek çalışmalardan bahsettiler, fakat benim için en çarpıcı olan açıklama Bursa Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Eralp Atabek’in yaptığı konuşmaydı.

“Elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışacağız. Süreç uzun bir süreç. Bu süreçte sabırlı ve birlikte olmalıyız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidiyoruz. Hemen sonuç alamazsak bize kızmayın. Bu uzun bir mücadele. Siz de bu toprakları korumak adına uzun yıllar mücadele etmek zorunda kalabilirsiniz, bunu unutmayın!” sözleri sürecin gideceği yeri işaret ediyordu ne yazık ki…

Sürecin nasıl işleyeceğini artık biliyoruz. Tüm mahkeme yolları tüketilene kadar çevre savunucularının davaları oradan oraya sürüklenecek. Bu süreçte bir yürütmeyi durdurma kararı verilmeyeceği ve aradan yıllar geçeceği için, maden şirketi yapacağını zaten çoktan yapmış olacak. O ağaçlar kesilecek, o toprak zehirlenecek, o yeraltı suları yön değiştirecek…

Sonra da adaletten şöyle bir karar çıkacak, ‘kamu yararına uygun olmadığı gerekçesiyle iptal’

Fakat olan olmuş olduğundan, geç gelen adaleti ne yapacağımızı bilemeden, yine elimiz böğrümüzde kalacağız öylece.

Tıpkı Duvar Gazetesindeki haberinde Pelin Akdemir’in,

‘TOKİ tarafından Bursa’nın İnegöl ilçesi Karalar Mahallesi’nde tarım alanına yapılan konutlar, TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi tarafından yargıya taşındı. Mahkeme, TOKİ’nin planlarını üst ölçekli planlara, imar mevzuatına, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olmadığı gerekçesiyle iptal etti. Şehir Plancıları Odası Bursa Şube Başkanı Murat İlkme, inşaatın tamamlanması nedeniyle geri dönüşün olmadığını söyledi!’ diye başlayan haberinde olduğu gibi.

O zaman yeni bir mücadelemiz daha oldu Bursa…

Hayırlı olsun…

Bursa’yı festival havası saracak

Bursa’yı festival havası saracak

Cuma sabahının ilk saatlerinde 62. Uluslararası Bursa Festivali ve 36. Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması‘nın tanıtım toplantısı için soluğu Kültürpark içinde aldım.

Uzun yıllardır Kültürpark‘ta açık hava tiyatrosunda gerçekleşen festivalin tanıtım toplantısı çoğunlukla bir otelde yapılıyordu.

Bu festival toplantısının Kültürpark içerisinde gerçekleşmesi Bozbey’in farklı bir yönü.

Bu bence üzerinde durulması gereken bir konu.

Öte yandan geçmişte festival denince Kültürpark içinde gerçekleşen fuarlar da aklımıza gelmedi desek yalan olur.

Neydi o günler…

Basın toplantısı esnasında film şeridi gibi gözümün önüne geldi; bir yanda lunapark, bir yanda piknik, diğer yanda açık hava tiyatrosunun kapısının önünde ses var, görüntü yok misali konser dinlemeler.

İşte bunu dünya hayatında yarım asrı Bursa’da geçiren herkes bilir.

Biz de bu noktada önemli hafızaya sahip olmuşuz.

Bu seneki festivalin hazırlıkları seçim öncesinde başladığı için muhtemelen Bozbey’in kafasındaki festival ile ortaya çıkacak festival aynı eksende olmayabilir.

Ama sonradan dokunuşları görmedik dersek yalan olur.

Bozbey’in sanat ve festivallerle ilgili hedefi sanatı mahalle, sokak, ilçelere kısaca tüm Bursa’ya yaymaktıı. İşte bunu bu sene kısmen gerçekleştirmiş.

Festivali Kültürpark Açık Hava Tiyatrosu dışında Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi, Kestel, Mustafakemalpaşa, Nilüfer, Yıldırım ve İznik‘i kapsayacak şekilde yaymış.

Keza 36. Altın Karagöz Halk Dansları Yarışmasına gelen toplululuklar da Bursa’nın 17 ilçesinde sahne alacak.

Halkla bütünleşecek.

Gelelim bilet fiyatlarına…

Bedavaya da konser var, belirli rakamlara da, her bütçeye uygun.

62. Uluslararası Bursa Festivali, 5-31 Temmuz tarihleri arasında birbirinden ünlü sanatçı ve grupların katılımıyla gerçekleştirilecek.

Festival, Siudy Garrido Flamenko Topluluğu ve Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası konseriyle 5 Temmuz’da başlayacak ve 31 Temmuz’da Büyük Ev Ablukada konseri ile sona erecek.

Sanatçılar noktasında bir çok isim var, o teferruatları sitemizde okuyabilirsiniz.

Biz şimdiden emeği geçen herkesi tebrik ediyor, kentimize yakışan festival olmasını temenni ediyoruz.

 

 

 

‘Nilüfer Deresi Islah Projesi Kampanyası’nı başlatıyorum

‘Nilüfer Deresi Islah Projesi Kampanyası’nı başlatıyorum

Bu şehrin müzmin sorunları var biliyorsunuz. Bunlardan biri, tek ana arter üzerinde ilerleyen, dolayısıyla, alternatif yollar üretilmeden çözüme ulaşması mümkün olmayan şehir içi trafik, diğeri de Nilüfer Deresinin salına salına tüm şehri dolaşan sularının bir türlü temizlenemiyor oluşu.

Ben mesleğe başlayalı şöyle bir 30 yıl kadar oluyor, Nilüfer Deresi o gün de günün sanayi atığını dereye salan tesinin tercih ettiği renge göre; mavi, yeşil, kırmızı ya da kahverengi akıyordu, bugün de durum değişmedi…

Derenin durumu ovaya sanayi kurulmasına karar verilmesi, bununla birlikte gelen çarpık yapılaşmanın önüne geçilmemesi sürecinden bu yana böyle…

Dönemin en şenlikli Belediye Meclis Üyelerinden, babamın da çok sevdiği arkadaşlarından Şemsettin Şen’in söylediğine göre, bir zamanlar derede balık tutulur, etrafında piknik de yapılırmış.

Hatırlıyorum, Erdem Saker döneminde Nilüfer Deresinin temizlenmesi ile ilgili bir seferberlik başlatılmış, kendi çapında bir başarıya da ulaşılmıştı. Derenin artık temiz aktığını, hatta içinde balıkların yaşadığını ispatlamak için Şemsettin Şen’in dereye girip eline alabalıklarla kameralara verdiği pozu hala aklımda.

Kabul, dere o zaman da pek temiz değildi, ama uzun zamandır en temiz olduğu halinde kaldı birkaç yıl. Sonrası yine hüsran…

Bu konu hep konuşulur, burası muz cumhuriyeti olmadığından, atıkların öylece derelere bırakılmasını önleyecek kanunlar, yönetmelikler falan da mevcut, fakat gelin görün ki, kanunu kitabı pek takan yok. Zaten hep söylediğim gibi, biz önce sıkı sıkıya kurallar koyar, sonra bu kuralların arkasından nasıl dolanacağız onu düşünürüz. Dolayısıyla dere etrafında konuşlanan özellikle tekstil işletmeleri, atık sularını hiç arıtma kullanmadan öylece bırakıverdiklerinden sorunun çözümü yoktur, denetleyeni, ceza keseni, hesap soranı zaten yoktur…

Bu kadar iç kararttıktan sonra, artık yerel yöneticilerin dışında da konuya eğilenlerin olduğuna yönelik bir müjde vermek isterim size. Geçtiğimiz günlerde BUSİAD’ın 2024-2025 Çalışma takvimi hakkında basını bilgilendirmek adına düzenlediği basın toplantısında özel bir başlık açıldığını öğrendik Nilüfer Deresi için.

Çalışmanın adı; “Tertemiz Nilüfer Çayı-Nilüfer Çayı Raporu.

Konuyla özel olarak BUSİAD’ın Avrupa Yeşil Mutabakatı Çevre Grubu Sorumlusu Hüsamettin Çoban ilgileniyor.

Çok muhataplı bir konu Nilüfer Deresini temiz akıtma meselesi. DSİ, Tarım İl Müdürlüğü, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve belediyeler… Muhataplık konusunda çok başlılık olunca, konuyu üstünden atmak konusunda da bir o kadar kaçış noktası oluşur. Bunun altını kalınca bir çizmek isterim.

Bundan sonraki bölüm de şöyle ilerliyor; Nilüfer Çayı Uludağ eteklerinde birinci sınıf su olarak doğuyor. Hani al bardağına koy, kana kana iç cinsinden kaliteli bir su. Karacabey’den Marmara’ya döküldüğü yerde ise dördüncü sınıf bir suya dönüşüyor. Üstelik kaynaktan çıktığı haliyle denize döküldüğü hali arasında ciddi bir debi farkı var.

Konuyla ilgili Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın bir toplantı esnasında, “Nilüfer Deresinin etrafında 4 bin tane işletme var, bu işletmelerin dereye bıraktıkları atık suları olmasa o dere Marmara Denizine kadar akmaz” dediğini de biliyoruz.

Nasıl desem, bir zamanlar hepimizin yaşadığı minik sokakların ortasından geçen suyolları vardı, hatırlar mısınız bilmem… Annelerimiz sırayla sokağın başındaki logara kadar süpürürdü oraları her gün… İşte sanayinin suyolu olmuş anlayacağınız Nilüfer Deresi, bu sözler de en açık kanıtı.

Derenin suyu tarımsal sulamada kullanılıyor, ancak gelin görün ki, kurbağaların bile yaşamadığı bir su kalitesi var ortada. Balık ölümleri ile sıkça gündeme geliyor.

Bunlar yıllarca oldu, olmaya devam ediyor, biz de arada sırada yazıyoruz sorunları, fakat bir çözüm yok elbette ve sonunda Nilüfer Deresinin kirliliği ile de Türkiye gündemine oturmayı başardık.

Hani demiştim ya, mavi, yeşil, kırmızı her renk akıyor dere diye, Sözcü Gazetesi Yazarı Uğur Dündar da;

“Nilüfer’in kaynağındaki berrak rengi, Bursa Ovası’na yaklaştıkça değişip koyulaşıyor. Hatta sanayi bölgelerinden geçerken, o senenin giyimde moda rengi neyse, o rengi alıyor. Çünkü boya fabrikalarının kimyasal atıkları, hiçbir arıtmadan geçirilmeden Nilüfer’e bırakılıyor!” diye yazdı.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve DSİ’ye ortak bir eylem planı hazırlama çağrısında bulundu.

Bizim yıllardır yazdığımızı dikkate alan pek çıkmadı şimdiye kadar, umarım Dündar’ın yazdıkları dikkate alınır, çağrısı karşılık bulur.

Önümüzde hazır örnek de var. CHP’li efsane belediye başkanlarından Yılmaz Büyükerşen’in Porsuk Çayını nasıl ıslah ettiğini bilmeyen yok.

Hatta Yeniden Refah Partisi Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sedat Yalçın’ın bu konudaki çözüm önerisi bana son derece mantıklı gelmişti. Özetle; ‘Kirleten öder’ diyordu Yalçın ve Nilüfer Deresinin etrafındaki 4 bin sanayi tesisinin dereyi kirletme kapasitesi oranında derenin ıslahı projesine destek vermesini savunuyordu.

Ben bu fikri çok beğenmiştim.

Benim kirletmediğim derenin temizlenmesi için neden benim verdiğim vergilerden bir ödenek ayrılmaya çalışılsın ki, bence de kirleten ödesin, bu şehirden kazanırken yerine getirmesi gereken sorumlulukları yerine getirmeyenler, görevlerini yapsın, deremizi temizlesin, öyle değil mi?

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in de Nilüfer Deresine karşı boş olmadığını, her fırsatta çevreci politikalar çerçevesinde derenin ıslahının yapılması, içinde balıkların olduğu, etrafında piknik yapıldığı eski haline döndürülmesi gerektiğine değindiğini biliyoruz.

O halde, yerel yönetimlerle sanayicilerin el ele verip yapamayacağı iş olmadığını da bildiğimize göre neden hemen bir Nilüfer Deresi Islah Projesi Kampanyası başlatmıyoruz ki…

 

Grinin elli tonu

Grinin elli tonu

Sabah saatlerinde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in attığı tweet ile öğrendik, gri listeden çıktığımızı…

Peki, gri liste ne demekti?

Ülken kara para cenneti olmuş, dünyadaki mafya babaları voltada değil, kimlik alıp vatandaş olarak dolaşıyorlarsa, hatta kendi aralarında hesaplaşarak çatışıyorlarsa kimse senin ülkene güvenmiyor demektir!

Peki, gri listeden çıktık da ne oldu?

Yandaş kanallarda bir sevinç, bir sevinç!.. Sanki Avrupa Birliğinden çıkan İngiltere‘nin yerine bizi aldılar!

Yahu kardeşim, gri listeye biz kimin zamanında girdik, kimin zamanında “Nerden Buldun Yasası“nı kaldırdık?

Bir tane güvenlik makalesi okumayan İçişleri Bakanı zamanında Avrupa’da ya da Orta Doğu‘daki, Kafkaslar’daki mafya babalarına Türkiye Cumhuriyeti kimliği kartvizit gibi dağıtılmamış mı?

Tamam, gri listeden çıktık ama biliyoruz ki grinin elli tonu daha var.

Gençlerin bavulları toplayıp kaçmak için fırsat kollamıyorlar mı?

Vize kuyruklarında İran’a yaklaşmamış mısın, adliyelerinde şaibeler havalarda uçmuyor mu?

Senin gibi düşünmeyen kendi ülkenin vatandaşlarını çapulcu, sürtük, terörist yapmıyor musun?

İnsanları seçime sokup mazbata verip sonra kulağından tuttuğun gibi cezaevine atıp halkının iradesine hiçe saymıyor musun?

Ülkende kaç milyon mültecinin gezdiğini biliyor musun?

Gerçek enflasyon rakamlarını bile açıklayamıyor, açıklayanları da Silivri ile tehdit etmiyor musun?

Gençler ellerine telefon aldıklarında kapıma polis mi gelir ya da sosyal medyamdan fişlenip yarın devlet kapısı yüzüme kapanır diye düşünmüyor mu?

Gazetecilerin yaptığı haberler beğenilmeyince hedef gösterip ülkede inek besleyeceğine yandaş troller besliyor musun?

En ufak toplumsal bir olayda interneti kapatıp yaptığın hastane, köprü gibi hizmetlere bile ne kadar harcandığını sır gibi saklamıyor musun?

15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL ilan edip yıllarca Türkiye’yi bir imza ile kim yönetti?

Arkasından mahkeme kararlarını bile kim tanımayıp uygulamadı?

Yeni Anayasa yapalım derken mevcut olana kim uymuyor? Anayasa Mahkemesinin kararlarını kim uygulamadı? Üstüne küçük ortağın Anayasa Mahkemesini kapatmayı dillendirmedi mi? Peki sizin sesiniz çıktı mı?

Yani bunlar ortadayken kara paranın gri listesinden çıksan ne olur çıkmasan ne olur!

Bu işler düzelmeden kusura bakmayın ekonomi düzelmez. Bunlar olmazsa emekli emekçi daha çok inim inim inler.  Kimse bunları yapmadan “gel sevgili Türkiye, nasıl olsa Avrupa Birliğinden İngiltere çıktı, yerine seni alalım” demez.

O gri listelerdeki adın da grinin tonlarındaki listeler de uzayıp gider.

Yenişehir ve yeni bir bakış

Yenişehir ve yeni bir bakış

Norm Haber ekibi olarak çiçeği burnunda belediye başkanlarına hayırlı olsun ziyaretlerimiz sürüyor.

Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel‘e yaptığımız ziyaret de samimi bir sohbet havasında geçti.

Diğer belediyelerle neredeyse aynı manzara var bu belediyemizde de borçlar ve şişirilmiş kadrolar!

Ercan Özel, borcu önemsemediklerini, vadettikleri projeleri gerçekleştirmenin önünde bir engel olarak görmediklerini vurguladı. Ayrıca belediyede hiç kimsenin işinden çıkarılmadığını da ekleyelim.

Yenişehir ilçemiz, bereketli ovası, yanı başında İznik Gölü ile sulak ve her türlü tarıma elverişli, muhteşem bir yer.

Başkanın ifadesi ile Yenişehir’de nüfusun yüzde 80’i çiftçilik ile geçiniyor. Ancak maalesef yılda birkaç kez mahsul alınabilecek bu iklimin kazandırması gereken tarımsal zenginlikten eser yok.

Tarımsal üretimde ileri teknolojiye geçilememiş. Tarım ürünlerinin kooperatifleşme, birlik vb. yoluyla yüksek rekabet şartlarına uygun pazarlaması yok. Çiftçi devletin açıkladığı barem fiyatların ve tüccarın insafına terk edilmiş durumda. Yüksek maliyet girdiler de cabası.

Burada elde edilebilecek tarım ürünlerinin dünyaya ihracı için bütün imkânlar mevcut. Uluslararası bir havaalanı, 30 dakika mesafede Gemlik Limanı mevcut.

Öte yandan İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük kentlere ulaşımı olan otoban üçgeninde lojistik bir üs adeta Yenişehir.

Tüm bu imkân ve imkânsızlıkların farkında Başkan Ercan Özel.

Belediye olarak yapabilecekleri konusunda Bursa Büyükşehir’den beklentileri olduğunun altını çizdi. Akademik odalar ve meslek kuruluşları ile işbirliklerini genişletmek için özel bir çaba sarf ettiklerini vurguladı.

Belediye için gelir getirici bazı çalışmalara başladıklarını, önündeki dosyadan okuyarak örnekler verdi.

Uzun yıllardır çözümsüz kalmış imar sorunları onu bekliyor.

Soğuksu bölgesi sanayileşirse Yenişehir’e yakınlığı nedeniyle çeşitli etkileri, bugün değilse de yarın önemli bir sorun kaynağı olacak gibi görünüyor. Bu konularda akademik odalarla işbirliğini önemsediğini vurguladı Ercan Özel.

Yenişehir’in sanayileşmesinde ise ancak tarımsal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi vb. bir sanayiden yana olduklarını bilhassa belirtti.

Yörede faaliyet gösteren kooperatifleri bir çatı altında toplama ve yerli üreticiye güç birliği sağlanmasının önemine de vurgu yaptı.

Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel, yerel yönetim bürokrasisi konusunda Bursa’nın belki de en deneyimli isimlerinden biri.Yeni bir vizyonu çizme konusunda kararlı.

Kendisinin deyimi ile “tozlanmış” Yenişehir, yeni bir bakış açısı ile tarımsal üretim alanında Türkiye için  bir rol model olabilir.

Her şey yeni başkanın bu yeni vizyonunun hayata geçirip  geçirilemeyeceğine bağlı.

 

Yenişehir’de Başkan Ercan Özel’in hedefleri

Yenişehir’de Başkan Ercan Özel’in hedefleri

Norm Haber olarak yerel seçimlerin ardından fırsat buldukça hayırlı olsun ziyaretleri yapmaya devam ediyoruz.

Bu bağlamda çarşamba günü yolumuz Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel‘e düştü.

Bursa MÜSİAD‘dan başladığımız tanışıklığımız Başkan Özel’in Recep Altepe‘nin önce Osmangazi Belediyesi ve ardından da Bursa Büyükşehir‘de özel kalem müdürlüğü yaptığı dönemlere kadar uzanıyor.

Yani kendisini yıllardır yakınen takip etmiş isimlerden biriyiz.

Sonrasında siyasete ilgi duyan Özel’in, önce AK Parti’den aday adaylığı, sonrasında MHP ve İYİ Parti’ye geçişi…

Yine Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi’nde görev yaptığı dönemler, İYİ Parti’den son iki dönemdir de Yenişehir Belediye Başkanı adayı oluyor.

Geçen dönem Cumhur İttifakı‘nın adayı Davut Aydın‘a karşı seçimi kaybeden Özel, bu dönem aday olarak tekrar sahaya çıktı ve hedefine ulaştı.

Yenişehir seçimlerinin analizini daha önce yapmıştık.

Bugün onu yapmayacağız.

Başkan Özel’in yeni dönem hedefleri noktasında neler düşündüğünü yazacağız….

Yenişehir stratejik noktada.

İstanbul’a, Bilecik’e, İznik’e, İnegöl’e oldukça yakın.

Öte yandan hızlı trenin istasyonunun bulunduğu bir ilçe, Bursa’nın havaalanı da Yenişehir’de…

Lojistik merkezi olmak için biçilmiş kaftan.

Bu noktada Özel, yapımı yılan hikayesine dönen 4 bin 300 dönümlük alanda Otomotiv Test Merkezi yerine lojistik merkezi için harekete geçmek istiyor.

“Burası hem havaalanına hem de hızlı tren istasyonuna uzaklığı 1 km, elimizden geleni yapacağız.” diyor.

Gerçekten lojistik merkezi olursa yeteri kadar yolcu taşımacılığında kullanamadığımız havaalanını yük ve parsiyer taşımacılıkta kullanmak mümkün olabilir.

Özel’in yeni dönemdeki bir başka  hedefi Yenişehir’e yeni yatırımlar ulaştırmak. Bu konuda sanayicilerle görüşmeler devam ediyormuş.

“Kirletici olmayan tarımsal sanayiye destek olacağız.” diyor.

Yine bir başka gerçek ise Yenişehir’deki arazilerin yüzde 60’lık çoğunluğu değişik sermaye güçleri tarafından geçmiş yıllarda alındı, bunu da bir köşeye yazmak gerekebilir.

Özellikle İstanbullu sanayicilerin Yenişehir’in lojistikte öne çıkan özelliğinden dolayı bu ilçe için özel projeleri olduğu da bir gerçek.

Geçmişte MESS’de bu bölgeye katı atık tesisi yapmak için bayağı uğraş göstermişti. Allah’tan halk yekpare olmuş, o yatırımın önünde durmuştu. Yine çimento fabrikasına karşı Yenişehir halkı Barçın‘da önemli bir duruş sergiledi bunları hatırlıyoruz.

Osmanlı’ya 26 sene başkentlik yapan Yenişehir’in bu yönünü de öne çıkarmak için çalışmalar gerçekleştimeyi hedefleyen Özel, “akademik kurul oluşturacağım” dedi.

Bir başka konu ise köylerin mahalleye dönmesi sonucu köylerden ilçe belediyesine geçen arazilerin satışının bu dönem gündeme gelip gelmeyeceği…

Özel’in geçen dönem ısrarla karşı çıktığı bu konunun gündeme gelmesi halinde ne yapacağını sordum.

O da “artık kalan parsel tarlalar ve imarlı arsaların satışı için talep olursa olabilir” dedi.

Son olarak da Özel, “bu bir bayrak yarışı. Bülent Hamdi Cingil’den bayrağı Süleyman Çelik başkanımız, ardından Davut Aydın başkanımız, sonrasında biz aldık. Biz de bu bayrağı biraz daha yukarıya taşıyabilirsek, gök kubbede hoş seda bırakabilirsek mutlu oluruz” dedi….

Bize de düşen kendisine başarılar dilemek…

Yenişehir’in geleceği tarımda

Yenişehir’in geleceği tarımda

Hep söylerim, bize çocukluğumuzda ülkelerin ve şehirlerin, ilçelerin, köylerin, hatta kişilerin kendi kendilerine yetebilirliklerinin önemi vurgulanmıştı sıklıkla.

Sonra bu kadim bilgiler unutuldu, ‘Paramız var, satın alırız’ mantığı hem ülke yöneticilerine hem de kişilere yerleşti.

Ülkeyi yönetenler tarlada çalışan çiftçiyi, besicilik yapan köylüyü desteklemek yerine paraları ile dışarıdan getirdiler her türlü ürünü.

Bu konuda imam ve cemaat arasındaki ilişkiyi bilirsiniz. Vatandaş da ‘param var neden kendim uğraşayım’ diyerek evde yaptığı pek çok şeyi dışarıdan hazır olarak almaya ve tüketmeye başladı.

Gün geldi, devran döndü, Allah’ın sopası yok, bir pandemi ile işimizi bitiriverdi.

Hatırlarsınız savaş halindeki Ukrayna’dan gelen tahıl yüklü gemileri alkışlarla karşıladığımız günleri.

Bir zamanların bize tarım ürünü satan ülkeleri önce kendi vatandaşlarını doyurmak için içlerine kapanınca, aç kalma korkusu sardı herkesi, çünkü biliyorduk ki, içten içe kendi üretmediğin şey karşındaki izin verdiği sürece alabileceğin bir şeydir!

Çünkü biliyorduk ki, içten içe parayı yiyemezsiniz!

İşte bu hikayenin sonunda bir kez daha hatırladık, Bursa gibi ova üzerine kurulmuş, toprağının her bir metrekaresi son derece değerli yerlerde aslında sanayiye değil de tarıma yönelmenin ülke refahı açısından daha doğru bir hamle olduğunu.

Şehir merkezi için iş işten geçti belki, fakat ilçelerde halen tarım merkezli gelişmenin ön plana çıkarılması için umut var.

Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel’e Norm Haber olarak yaptığımız ziyarette de bu umudun yeşerdiğini görmek beni ziyadesiyle memnun etti.

İlçesini tanımlarken, “Yenişehir Bursa’nın şimdiye kadar hep talihsizliklere uğramış bir ilçesi. Kent merkezinde şehrin hangi ilçesini sorarsanız sorun size nereden, nasıl gideceğinize dair bilgi verebilir vatandaş, ancak Yenişehir’i sorduğunuzda pek çoğundan doğru ve net bir yanıt alamazsınız. Yenişehir’i Bursalılar dahi yeterince tanımıyor. Biz Yehişehir’in bu makus talihini değiştirmeye, onu hak ettiği değerle buluşturmaya talip olduk, bunu başarmak için yola çıktık” diyor Ercan Özel.

Pek çok basın mensubu gibi ben de kendisini çok eskilerden, Bursa Büyükşehir Belediyesinin eski başkanı Recep Altepe’nin özel kalemliğini yaptığı dönemden beri tanıyorum. O zamandan bu yana Yenişehir konusunda hep azimli hep çalışkan hep farkındalık yaratma gayretinde olan bir isimdi. Bu seçim döneminde emeklerinin karşılığını aldı, ama kendisinin başkanlık koltuğuna oturduğunu da söyleyemeyeceğim doğrusu. Çünkü Başkan Özel ‘Başkanlık sandalyesine’ oturuyor!

Başkanlık sandalyesinde otururken de şunu ısrarla, tüm konuşmalarında, kurduğu tüm cümlelerde vurguluyor; “Yenişehir’in kalkınması tarım merkezli olacaktır. Biz elbette burada sanayi de gelişsin istiyoruz ve bu konuda bazı girişimlerde bulunmak için çalışmalara başladık, fakat tek bir şartımız var, Yenişehir’e bu verimli toprakları kirletecek sanayi istemiyoruz. Sanayinin kurulacağı alanların da tarım toprakları üzerinde olmasına asla izin veremeyiz. Çünkü bu ilçenin geleceği tarımdadır”

Yenişehir yakın bir gelecekte tarım ürünlerinin işleneceği temiz sanayi olarak adlandırılacak tesislerden oluşan bir ‘tarım sanayi bölgesi’ne de kavuşacak. Böylece burada üretilen ürünler, işlenerek katma değeri daha yüksek ürünlere dönüşüp bu biçimde satışa sunulacak.

Hem vatandaşın, hem de ilçenin kazanacağı şahane projelerden birinin bu olduğunu düşünüyorum.

Her belediyede olduğu gibi Yenişehir Belediyesi’nde de ‘seçim harcamalarının belediye bütçesinden karşılanması yasadışı geleneği’ nedeniyle bir darboğaz olduğunu biliyoruz. Başkan Özel göreve ilk geldiği günlerde borç detaylarını açıklamıştı, bu borçların üzerine sürekli yeni ödemelerin eklendiğini de söylemek lazım.

Bir yandan belediyenin olağan çalışmaları yürütülme gayretinde olunurken, diğer yandan yeni hizmetler yapmak da gerektiğinden ve bu arada sızlanmak meselesi vatandaşın pek hoşuna gitmediğinden, elbette aklı kullanmak, yaratıcı olmak gerekiyor.

İşte tam bu noktada devreye Avrupa Birliği Projeleri giriyor.

Yenişehir’in en önemli eksikliklerinden biri olan hayvan barınağının yapımı için Avrupa Birliği Proje desteklerinden yararlanılacak. Böylelikle bölgenin mühim sorunlarından biri daha çözülmüş olacak.

Sorunlar çok ve yığılmış olunca herkesin ivedilikle meselelere çözüm beklediğinin, durumun Bursa’nın her yerinde böyle olduğunun farkındayım elbette. Şu ana kadar personeli işten çıkarma gibi bir tasarrufta bulunmayan, elindeki ekiple çözümlere yönelen, bu konuda Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile de pozitif ve yapıcı görüşmeler gerçekleştiren Ercan Özel, özellikle tarımın desteklendiği ve öncelendiği yoldan şaşmadığı takdirde çok iyi işler yapacak diye düşünüyorum.

Elbette yanlışta, eksikte, gözden kaçan durumlarda, her daim eleştiri hakkımı saklı tutarak; Yenişehir’in bölgeyi gayet iyi tanıyan, akademik odalardan ve akademik kurullardan oluşan danışma ekipleri ile hareket etme gayesinde olan Belediye Başkanı Ercan Özel’e başarılar diliyorum.

1 milyon 200 bin kişi ölümle dans ediyor!

1 milyon 200 bin kişi ölümle dans ediyor!

Aslında hep bir anne kucağı ritminde hafif hafif sallanmaya alışık Anadolu toprakları son günlerde kendini hissettiren, yakın illerden de hissedilen depremler ile yine gündeme, bölgenin depreme yatkın bir bölge olduğu gerçeğini ve dolayısıyla bu topraklar üzerindeki kötü yapı stoğu nedeniyle kentsel dönüşümü taşıdı.

Hasılı kelam, 1999 depreminden bu yana konuşulan, 6 Şubat depremleri ile konuşulma sıklığı artan, ‘depremle birlikte yaşamayı ve güvenli alanlarda barınmayı öğrenmeliyiz’ konusu bir kez daha gündemde.

Bu kez konuyu gündeme Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği Bursa Şube Başkanı Serkan Işık taşıdı.

Toplantıya davet edildiğimde çok çarpıcı bilgilerle karşılaşacağıma dair garanti vermişti Işık. Hakikaten de elindeki analizler hayli dikkat çekici.

Mesela; “31 Aralık 2017 itibarıyla tüm Türkiye’de yapı kayıt belgesi yaygınlaştırıldı. Devlet bu belgeyi çıkartıyor, ancak inceleme kurumlara bırakılıyor. Bursa’da 2017 yılından itibaren denetim altına alınan alan 120.769.000 metrekare olup, bunun 74 milyonu konut alanıdır. Toplam yeni tesis alanı ise 3.900.000 metrekaredir. Bu binaların yüzde 50’sinin Nilüfer ilçesinde bulunduğunu söyleyebilirim!” sözü çok önemliydi.

İnsan imar barışından yararlanan, yapı kayıt belgesi alan binaların şehrin mühendislik hizmeti görmemiş bölgelerinde daha yoğun olmasını bekler…

Bu gerçekle birlikte Bursa’nın sıvılaşma oranının yüzde 70 olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Yani bir yanda yeterli mühendislik hizmetleri almadığımız ya da mühendislik hizmetleri ile doğru orantılı yapmadığımız binalar var, diğer yanda bu binaları ovaya yapmak gibi şahane bir meziyetin sonuçlarına katlanmak zorundayız…

Hep İstanbul depreminden bahsedilen güzel ülkemde Bursa’da yaşanacak bir depremin hem daha yakın hem daha şiddetli hem daha yıkıcı hem de neredeyse İstanbul’un yıkılmasının ülkeye vereceği zarara yakın bir ekonomik bilanço doğuracağının göz önünde bulundurulması için davul çalmamız gerekiyor sanırım.

Buradan İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’na sesleniyorum; Bursa’da kentsel dönüşüm projelerinin acilen hayat bulması konusunda vatandaşa yardımcı olmak adına geliştirilecek projelerde merkezi hükümetin acil desteğinin talebi konusunda bir davullu eylem iyi olmaz mı TBMM’de…

Tekrar konumuza dönelim…

Şehirde 7 ve üzeri büyüklükte deprem beklentisi olduğu sıkça dile getirilen bir ifade, ancak Serkan Işık’ın söylediğine göre, bu yapı stoğu ve bu sıvılaşma potansiyeli ile Bursa 6.5 büyüklüğünde bir depreme dahi dayanacak güçte değil!

Çok daha çarpıcı bir söylemle; “Osmangazi, Mustafakemalpaşa ve Gemlik yaşanacak ilk şiddetli depremde yok olacak” diyor Işık!

Riskli binalarda yaşayan Bursalıların sayısı, eğer ben rakamı doğru aldıysam, 1 milyon 200 bin civarında

Bu şehirdeki 1 milyon 200 bin kişi her gün her gece ölümle dans ediyor adeta…

Mevcutta devam eden kentsel dönüşüm projeleri var şehirde, ancak en önemli planlama Altıparmak-Çarşamba aksının kentsel dönüşüm planının devreye sokulması ve şehrin Garaj Altı bölgesine, yani sıvılaşmanın en yoğun olduğu bölgeye yönelik de hızlı bir planlamanın yapılması.

Daha önce de yazdığım, aslında sürekli dile getirdiğim, akademik odaların da katkı sundukları 1/100.000’lik planın bir türlü askıya çıkmadığını hepimiz biliyoruz. Seçime yakın düzenlenen bir toplantıda geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın aslında planın hazır olduğunu, küçük rötuşlardan sonra askıya çıkarılabilecek durumda olduğunu, ancak seçimler nedeniyle bu askı sürecinin ertelendiğini, yani şehrin neredeyse bir yılının siyasi saikler uğruna çalındığını kendi ağzıyla söylediğini de yazmıştım birkaç kez.

Şimdi geldiğimiz süreçte, hazır Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Doç. Dr. Ergül Halisçelik de makamına oturmuşken elimizde altlığı olan, akademik odalar da dahil olmak üzere bir akademik kurulla birlikte çalışılmaya hazır olan plan hazırlığı ile karşılayabiliriz kendisini.

Eldeki altlık çalışmalarına Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği Bursa Şubesi de dahil olmuş vakti zamanında. Önümüzdeki çalışmalara da davet aldıkları sürece katılmak ve kendi analizlerini sunmak istiyorlar.

Hatta derneğin elinde Çarşamba ve Altıparmak için planlanmış bir kentsel dönüşüm projesi de var. Binaların ortasında yeşil alanları, altlarında otoparkları bulunan adalardan oluşan bir plandı gördüğümüz.

Tüm güçler birleştirildiğinde, tüm sesler duyulduğunda ortaya çok güzel bir müzik çıkabilir, elbette orkestra şefinin yönetim becerisine ve ahengi yakalama yeteneğine bağlı pek çok şey…

Yazımı yine Serkan Işık’ın konuşmasından bir alıntı ile noktalamak isterim;

“Sayın Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, bu şehrin anayasası olması gerektiğini söylüyor. Haklı, olmalı. Fakat bunun artık başlaması lazım. Geç kalmamalıyız, bir an önce başlamalıyız. Anca konuşuyoruz. Konuşmayı biz çok seviyoruz. Birilerinin bir şekilde kalkıp elini taşın altına koymak zorundadır. Bir gerçek var, deprem bizi bekliyor”

 

Başkan Bozbey’e belediye şirketleri ile ilgili bir öneri

Başkan Bozbey’e belediye şirketleri ile ilgili bir öneri

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, koltuğa ısınmadan hesap verilebilirlik adına belediyenin şirketler ve BUSKİ dahil olmak üzere mevcut durumunu ve yapılan çalışmalarla ilgili olarak şu ana kadar iki basın toplantısı gerçekleştirdi.

Bu hesap verilebilme ve kamuoyunu bilgilendirme adına oldukça iyi.

Bu tür toplantıların seçilen yerel idareciler tarafından rutine bağlanması gerektiğini düşünüyorum.

Bozbey’in basın toplantısında gündeme getirdiği konulardan biri de belediyenin iştiraklari ve sahibi olduğu şirketlerin durumuydu…

Bursa Büyükşehir Belediyesi uhdesinde Bursa’nın en büyük ekmek üretim tesisi BESAŞ, kent içinde yemek ve catering hizmeti veren BURFAŞ, ulaşımı sağlayan BURULAŞ ve Bursa Su‘yu üreten Jeotermal AŞ gibi hatırı sayılır büyük şirketler bulunuyor.

Bozbey’in iddialarına göre bu şirketlerin ciddi zararları söz konusu.

İşte bu noktada Bozbey, göreve geldikten sonra geçmiş yöneticilerden brifingleri alıp önceki yönetimle yolları ayırdı, kendi çalışacağı isimleri şirketlerin başına atadı. Ayrıca yönetim kurullarını oluşturdu.

Kısaca Bozbey ve ekibi kendi çalışma prensiplerine göre, geçmişte başarısız olduğunu savunduğu, belediye şirketlerini zarara  sokan yöneticilerle yolları ayırmış oldu. Bir anlamda başarısızlık için de bahane kalmadı.

Bozbey, her ay rutin gerçekleştireceği basın toplantılarında belediyenin işleyişi dışında Büyükşehir Belediyesine bağlı şirketlerin durumunu da paylaşırsa güzel olur.

Misal bu noktada şirketlerde yeni yönetimler göreve başladıktan sonra hangi noktadan hangi noktaya gelindiğini, genel müdürlere ne kadar maaş verileceğini, yönetim kurulu başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin ne kadar hakkı huzur alacağını ve toplamda kaç yeni personel alındığını ve kaç personelle yollarının ayrıldığını kamuoyu ile paylaşırlarsa güzel olacağı kanaatindeyim.

En azından bu sayede kamuoyu bilgilenmiş olur.

Belki bunlar geçmişte yapılmamış olabilir.

Başkan Bozbey başlatırsa güzel olur…

Öneri bizden, değerlendirmek Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’den…

 

 

Memleketimden insan manzaraları

Memleketimden insan manzaraları

Anladım ki ne kalemi bırakabiliyor insan ne de gördükleri karşısında kelamı.

Hele ki yaşadığımız coğrafyada bu olan bitenler varken.

Diyarbakır ve Mardin başta olmak üzere ülkece zor ve sıkıntılı zamanlardan geçtiğimiz şu günlerde gördüklerimiz, duyduklarımız hakikaten şaşkınlık seviyemizi bir kat daha artırıyor.

Diyarbakır ve Mardin’de canlarımızı kaybetmiş ve yüreğimiz yanıyorken, ülkede peşisıra yaşananlar da bir o kadar hayret verici.

Bir yanda son canlı yayın gafıyla gerçek kişiliğini gösteren; seçim döneminde sevgi pıtırcığı olarak pazarlanmaya çalışılan ama aslında hiç bir ilkesi olmayan dava simsarının Kürtler yoktur çıkışı,

Bir yanda insan olan herkesin içini acıtan Gazze katliamını gerekçe göstererek toplumsal kaosa meydan verecek mekan baskınları,

Bir yanda yıllardır bu devletin maaşını alıp bu ülkenin meclisinde vekillik yapan bir zatın milli takım hazımsızlığı ve Türkiye düşmanlığı,

Bir yanda sözde Kürt partisinin vekilleri, özde ise ne oldukları belli olmayan iki şahsın Diyarbakır ve Mardin başta olmak üzere Kürt vatandaşların yoğun olduğu bölgeler yanarken, başka dertleri yokmuş gibi Haliç’e LGBT bayrağı asıp gerçek yüzlerini ve dertlerini göstermesi,

Bir yanda milli takımda yaşanan ilginç olaylar ve günlerdir gündemi meşgul eden TFF yönetimi ve son Montella~Arda krizi,

Simpsonların Yerli Versiyonu Kemal Sunal Filmleri

Tüm bu konular bir yana son günlerde ülke gündemini meşgul eden bir başka konu da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamaları ve dolaşan senaryolar.

Kemal Sunal’ın yıllar önce çektiği filmlerdeki sahneler bir bir gerçekleşiyor. Kiracı ev sahibi ilişkileri, karavan mevzuları, her gün gelen zamlar ve daha onlarca şey.

Yapılan açıklamalar ve atılacak adımları planlarken şu gerçeği de unutmamak lazım.

Bakanlık yaptığı bina başta olmak üzere tüm bakanlıklarda ve onlara bağlı genel müdürlüklerde çift maaş almayan yokken, Meclis’te bir gün bile kalıp ölene kadar emekli maaşı alanların maaşını kesmiyorken, büyük firmaları vergiden muaf tutup küçük esnafı zor durumda bırakan uygulamaları yürürlüğe koyup, yurt dışı çıkış harcını on kat artırmak, yakıta ve tüketim maddelerine ek vergi getirmekle, her gün yeni bir düzenleme getirip emekliyi, esnafı ve kıt kanat geçinen vatandaşı zor duruma sokmakla düzelmez bu işler.

Anlaşılan o ki önümüzdeki günlerde vatandaşın üzerine daha çok şimşek çakacak.

Selamete varmayabilir bazı şeyler diyordu şair; Allah selamete erdirsin demek düşer bize.

Hülasa; tüm bu gelişmeler ışığında.

Diyarbakırlı şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın dediği gibi;

“Efkar ettiğimiz şey memleketin halidir

Sanmam hemşehrim sanmam bundan acısı olsun.”

Vesselam…

Keşke devlette de olsa!

Keşke devlette de olsa!

Günün yazı konusu, tüm dünyanın benimsemek için yarışa girdiği ‘Yalın Yönetim’ ve bu yönetim anlayışının ülke için kazanımları.

Kavrama yabancıyız, dolayısıyla yazıya ilk olarak ‘Yalın Yönetim’ anlayışının çıkış noktası ve kazanımlarını tanımlayan bir alıntıyla başlamak tam yerinde bir hareket olacak kanaatindeyim…

“Japonya’daki Toyota fabrikasında geçen yüzyılın ortalarında uygulanmaya başlayan ‘yalın yönetim’ 21. yüzyılda tüm dünya ülkelerinde yaygın kullanım alanı buldu. Bu yaygınlaşmada yalın yönetimin, küreselleşmenin bıçak sırtı rekabetine uyumlu yapısı da önemli rol oynadı. Aynı dönemde pazarda gerçekleşen devrim ile işin ağırlık merkezinin arzdan talebe kayması, yalın düşünce ve yönetimin yıldızını parlattı. Çünkü yalın yönetim, pazarda egemenliğin zaten tüketicilerde olduğu varsayımına göre çok önceden şekillendirilmişti.

Bir yönetim felsefesi, bir iş yapma kılavuzu ve bir pazarı okuma rehberi olarak öne çıkan yalın yönetim ile iş dünyası, geçen yüzyılın 80’li yıllarında tanıştı. 1996 yılında James Womack’ın ‘Dünyayı Değiştiren Makine’ adlı kitabını yayınlaması yalın düşünceye ilgiyi artırdı. ‘Toyota’nın DNA’sını Deşifre Etmek’ adlı kitabın 1999’da yayınlanmasından sonra ise şirketler, yalın yönetimi hayata geçirmek için somut adımlar attı.

Yalın yönetim, çoğunlukla büyük sanayi şirketlerinde uygulanır. Ancak bu yönetim tekniği, sermaye sıkıntısı çeken, yetişmiş eleman bulamayan, yerli ve yabancı büyük şirketlerle rekabet etmekte zorlanan küçük ve orta boy işletmelerde de uygulanabilir. Çünkü yalın yaklaşım ve yalın yönetim uygulamaları yatırım harcaması gerektirmez. Mevcut kaynakları daha etkin kullanmayı sağladığı için önemli tasarruf potansiyeli vardır.

Yalın yönetimin çalışanlar ve girişimciler için avantajlarını şöyle sıralamak mümkün olmaktadır:

Yabancılaşmanın azalması: İşçilerin üretim süreçlerini bütünüyle görmesi ve onlara farklı yeteneklerin kazandırılması işteki tatmin duygusunu yükseltir.

İşlerin hızlanması: Yalın yönetim uygulamasında ürün tasarımından satış sonrası servise kadar her alanda faaliyet hızı yükselir. Bu hız önemli bir rekabet avantajı sağlar.

Pazarın mesajlarının alınması: Başlangıç noktasının tüketici olması ve “çekim” ilkesinin uygulanması nedeniyle yalın yönetim, pazarın “okunmasını” kolaylaştırır. Yalın üretimi uygulayan bir şirkette kitlesel ısmarlama gibi yeni üretim ve pazarlama yöntemleri daha verimli bir şekilde uygulanabilir. Yalın yönetimin israftan ve yüksek miktardaki hammadde ve ürün stoklarından kaynaklanan maliyetleri düşürmesi ile elde edilen kaynaklar, yeni ürünlerin geliştirilmesi için kullanılabilir.

Yalın yönetimin gelişmekte olan ülkelerde ve bu arada Türkiye’de iyi sonuç vermesinin nedeni de diğer yönetim tekniklerini de bir şemsiye altında toplaması olmaktadır. Yalın yönetimin, kaizen, 6 sigma, toplam kalite yönetimi gibi diğer yönetim tekniklerini dışlamaması aksine bunlardan son noktasına kadar yararlanması, şirketlerin verimlilik konusunda kapsamlı bir atılım yapmalarını kolaylaştırmaktadır.

Bu yönetim tekniği, yalnız sanayi dallarında değil hastaneler, eğitim kurumları ve finans kuruluşlarında da iyi sonuç vermektedir…”

Tanımlama yazısının bundan sonraki kısmını ben devralıyorum ve Medicabil Sağlık Grubu’nun, kuruluşundan bu yana geçen 14 yılda Yalın Yaklaşım ilkelerini hem tedavi yöntemlerinde hem de hizmet sunumunda titizlikle kullanarak geçekleştirdiği Kaizen uygulamalarıyla da ‘Kaizen Award Türkiye 2024’ yarışmasında birinciliği elde ettiğini müjdelemek istiyorum.

Bahsederken, ‘bunca süslü lafa ne gerek var, alt tarafı daha verimli bir üretim sistemi işletiyorlarmış’ diyebilirsiniz. İşin içine girmeyen, istatistikleri bilmeyen herkese hak vereceğim gibi size de bu konuda hak verebilirim, ancak şunu da belirtmek isterim; eğer bir kurum, kuruluş ya da üretim merkezi ülkede alışılagelmiş yüzde 60 oranındaki verimlilik duvarının üzerine çıkmayı başarıyorsa, gerçekten büyük bir iş becermiştir bence.

Yalın Yönetim anlayışında kendisine dört hedef koymuş Medicabil Sağlık Gurubu; ilk hedefleri olan sıfır enfeksiyon hedefine çok yaklaşmışlar. Enfeksiyon oranları binde iki! İkinci hedefleri olan erken taburcuda da çok yol kat etmişler. Hastaların bir an önce ev konforuna kavuşması hem bütçeyi hem de ruhu rahatlatıyordur eminim. Üçüncü hedef tedavi gören hastaların aynı hastalıktan yeniden hastaneye başvurma oranlarını düşürmekmiş. Bu konuda da büyük başarı elde etmişler. Medicabil Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ömer Faruk Bilgen; “Siz bir hastanın işini ilk müracaatta çözebiliyorsanız, hastayı doğru teşhis ve doğru tedavi ile hastaneye ilk geldiğinde buluşturabiliyorsanız, emin olun bu size daha büyük bir artı olarak dönüyor” diyor.

Hasta ve hasta yakınını merkeze koyan bir sistem olan Yalın Yönetim anlayışı son yıllarda iyice tırmanan sağlıkta şiddet vakalarının önüne geçmek konusunda da yararlı bir yöntem. Medicabil Nilüfer Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Aysun Yılmazlar; “Bu yöntem çerçevesinde sorunları tek tek inceliyor ve sorunların merkezine inmeye çalışıyoruz. Şunu görüyorum ki, sorunların büyük bölümü iletişim kazalarından kaynaklanıyor. Bu konuda personelimize doğru eğitimleri aldırarak, hasta ve hasta yakınları ile hassasiyetleri doğrultusunda nasıl iletişim kuracaklarını anlatıyoruz” diyor.

Bu yıl KAIZEN Award Türkiye 2024 birincisi olan “Medicabil Sağlık Grubu” Global KAIZEN Award programı içerisinde değerlendirilmeye hak kazandı. Kasım ayında Brezilya’da düzenlenecek Dünya Kaizen yarışmasında (Global Kaizen Award)  Türkiye’yi temsil edecek gurup da Medicabil Sağlık Grubu oldu.

Yalın Yönetim işi burada halledilmiş görünüyor. Fakat ben, neden böylesi bir yönetim biçimi verimliliği had safhaya çıkması gereken devlet kurumlarında, özellikle de devlet hastanelerinde yapılmaz, böylelikle sağlık harcamaları büyük ölçüde düşürülmez ve tüm sağlık kurumları efektif kullanılmaz düşünceleri içinde ayrılıyorum toplantıdan…

Sahi neden tüm dünyanın verimliliği artırmak peşinde koştuğu dönemlerde biz hala en verimsiz işletmelerimiz olarak devlet kurumlarını sıranın önüne koyuyoruz…

Orhangazi Belediyesinde Tarım AŞ faaliyete başladı

Orhangazi Belediyesinde Tarım AŞ faaliyete başladı

Yerel seçimlerin ardından belediyelerin kaynak arayışları devam ediyor.

Kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçları karşılamaya çalışan yerel yöneticiler bu noktada farklı çözüm arayışlarına giriyor.

O belediyelerden biri de Bekir Aydın‘ın başkan olarak görev yaptığı Orhangazi Belediyesi.

Bütünşehir yasası ile köylerin tüzel kişiliğinin mahalleye dönüşmesinin ardından yaklaşık 100 bin ağaç zeytinlik ile yüzlerce dönüm arazi Orhangazi Belediyesi’nin mülkiyetine geçmişti.

İşte bu noktada belediye mülkiyetinde bulunan tarım arazilerinden maksimum verimi almak isteyen Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın’ın tarımsal faaliyetler için bir şirket kuracağını daha önce kaleme almıştık.

O şirket kuruldu ve faaliyetlerine başladı.

İlk olarak önceki gün belediyenin mülkiyetinde bulunan arazilerde buğday hasadını gerçekleştiren Orhangazi Tarım AŞ, ardından ilçenin en önemli markalarından biri olan zeytinyağını da ambalaja soktu.

Yakında Orhangazi Belediyesi’nin Tarım AŞ tarafından üretimi gerçekleştirilen zeytin ve zeytinyağını satış noktalarında görmek mümkün olacak.

Aydın’ın ilerleyen süreçte zeytin yaprağı ve zeytin çekirdeğinden de ürünler geliştirmesi ve tüketicilerin beğenisine sunması bekleniyor.

Şimdi sırada ilçenin atıl durumda olan Keramet Kaplıcaları bulunuyor. İlerleyen süreçte belki belediye eliyle, belki yap işlet devret modeli ile de buranın hayata geçirileceğini düşünüyoruz.

Meraklı yatırımcılar varsa belediye ile görüşebilir.

Bize düşen bu tür çalışmaları takdir etmek, destekliemek ve başarılar dilemek…

Yeşil’de turist otobüsleri otoparka değil yola park ediyor…

Turizm açısından gerçek olan şu:

Özellikle yerli turistler açısından Bursa konaklanacak değil günübirlik gezilecek illerin başında geliyor.

Hafta sonları da Bursa’da bu minvalde ciddi yoğunluk var.

Gezilen yerler belli.

Tophane, Ulucami, Hanlar Bölgesi sonrasında ise Fetih Müzesi ve Yeşil, Emirsultan diyebiliriz.

Özellikle bu noktada Yeşil’de turist otobüsleri için özel bir otopark bulunması oldukça önemli.

Fakat gel gör ki otopark ücreti cüzi bir rakam olmasına rağmen otopark boş duruyor.

Tur otobüsleri Yeşil girişinde gelişigüzel park ediyor, hem araç hem yaya trafiğini engelliyor.

Buna bir çözüm bulunmalı.

Özellikle yaz aylarında sünnet çocuklarının götürüldüğü mekanlardan biri de Emirsultan ve Yeşil… O trafik sıkışıklığında bir de kazalar eklenirse ne olur?

Umarım yetkililer buna bir çözüm bulur…

Gündem ekonomi…

Gündem ekonomi…

Bursa’da günün konusu BESAŞ ekmek zammı…

İlk olarak BESAŞ ekmeğin 31 Temmuz 2023 tarihinden itibaren, yani yaklaşık bir yıldır zam görmediğinden bahsedelim ve bu durumun bir seçim yatırımı olarak kullanıldığının altını çizelim.

Vatandaşı kuru ekmeğe muhtaç eden, zengini daha zengin fakiri daha fakir hale düşüren muhteşem ekonomik politikaların sonucunda ellerinde bir ucuz ekmek kuyruğu kalan iktidarın, seçim yatırımı olarak kullanmak üzere ekmeğe zam yapmayarak belediyelerden kurumları sübvanse etmesi adetten olmuştu son zamanlarda.

‘Seçimler bitti, geçimlere sıra geldi’ diye yazmıştık hatırlarsanız. Belediyeler önlerine alacak verecek defterlerini aldılar, baktılar ki, alacaklar vereceklerin çok gerisinde kalmış, kemerleri sıkmak gerektiğinden herkes kendince adımlar atmaya başladı.

Arada olan garibanın ekmeğine de oldu

Bir yıldır zam görmeyen, ancak maliyetleri her gün artan BESAŞ beyaz ekmeği yüzde 66 zam görerek 12 lira 50 kuruşa çıktı.

Fakat bu işin öncesi de var.

Kimseye haksızlık etmemek adına, seçimlere henüz zaman varken, AK Partili belediye başkanlarının ekmeğin maliyetini BESAŞ ürünlerine nasıl yansıttığına da bir bakmak lazım.

Misal; 2022 yılının ilk ayında 2 lira olan BESAŞ’ın normal ekmeği önce 2.75 liraya, şubat ayının sonlarına doğru 3 liraya, Temmuz’da 4 liraya, 10 Ekim’de de 4 lira 75 kuruşa çıkmıştı…

Ekmeğin fiyatı dört lira olduğunda gördüğü zam yüzde 137 idi.

En son zammı Ekim 2022’de gören 400 gram BESAŞ’ın normal ekmeği son zammını 31 Temmuz 2023 Pazartesi günü gördü. Bu tarihten itibaren yüzde 58 zamlanarak 7 lira 50 kuruşa satıldı ekmek.

Haaa…

Şunu da diyebilirsiniz; ‘Kala kala vatandaşa bir ekmek kalmıştı, bari o zamlanmasaydı…’ çok da haklısınız. Fakat işin bir de bu maliyetleri yaratan, ekmeğin fiyatını arşa taşıyan, hali hazırda 200 gram ekmeğin piyasada 10 liraya satılmasına ve bu satışın da fırınlara zarar ettirmesine sebep olan kısmı var.

Yani demem o ki; ekmek maliyetlerinin artışı her daim BESAŞ fiyatlarına da yansıtılmış karınca kararınca. Keşke hiç zam yapılmasaydı, Bursa Büyükşehir Belediyesinin bütçesi vatandaşın ucuz ekmek, hatta daha da ucuz ekmek yemesi işini uzun süreler cebinden karşılayacak kadar güçlü olsaydı, harika olurdu, ama bu kadar oluyor anlaşılan.

Burada bir süredir sosyal medyada estirilen rüzgarın önünü arkasını da düşünmek, ‘ekonomiyi bu hale getirenlerin hiç mi suçu yok?’sorusunu sormak en akıllıcası olur…

Gelelim günün ikinci önemli ekonomi konusuna…

CHP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın KaratepeHazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile bir görüşme gerçekleştirdi.

Çok merak ediliyordu Şimşek’in özellikle son dönemde aldığı ekonomik önlemlere yönelik olarak CHP’nin gölge kabinesinin ne söyleyeceği, gölge kabinenin söylediklerinin iktidar partisinde ne karşılık bulacağı…

Merak etmeye gerek olmadığını öğrenmiş olduk desem yazı kısacık bir biçimde sonlanacak, sizin de zahmet edip okumanıza gerek kalmayacak, ama durum tam olarak öyle.

CHP’nin görüşmeye dört taleple gideceğini, asgari ücrete ara zam, emekli maaşlarına zam, vergide adaletin sağlanması, kamu özel sektör işbirliği projelerinin maliyetlerinin kabul edilemezliği ana başlıklardı.

Görüşmenin hemen ardından bir açıklama yapan Karatepe, “Dört taleple gittik. Bakan Şimşek’e, asgari ücrete ve emekliye zam talebimizi ilettik, ama görüşme sonunda bir değişim iradesi göremedik. Faturayı vatandaşa çıkarmakta ısrarlılar” dedi açıklamasının başında.

Doğrusunu isterseniz asgari ücretliye ara zam ve en düşük emekli maaşlarının artırılması gibi konularda bir gelişmeyi ben de beklemiyordum.

Vergi adaletsizliği meselesini ise en güzel Bursa Barosu özetlemiş;

“Reform maskesi adı altında getirilmeye çalışılan yeni vergiler reform değil savaş zamanlarında bile en son tercih edilen yöntemlerle vatandaştan devlet zoruyla para toplamak hatta tabiri caizse müsadere yöntemidir. Bu yöntemler daha önce de denenmiş ve sonuç olarak kayıt dışılığı daha da arttırmış arkaik vergi yöntemleridir!” diyor Baro açıklamasında.

Düzenlemenin adil olmadığına yönelik yoğun işaretten de anlaşılacağı üzere adalete başvurulacak meselenin adil hale getirilmesi için.

Bir de hepimizin fena halde kandırıldığı, kamu özel işbirliği projeleri vardı konuşulan konular arasında.

“Cumhurbaşkanı bu projeler için ‘kamunun cebinden 1 kuruş çıkmayacak’ demişti, ancak 2024 bütçesinde bu projeler için 160 milyar TL üzerinde bir ödeme yapılacağını biliyoruz. KÖİ projelerindeki şirketlerin gerçek anlamda vergilendirilmesi gerektiğini, bu şirketler matrahsız iken vergi oranını 5 puan artırmanın sonuç vermeyeceğini belirttik” diyor Yalçın Karatepe.

Güzel bir öneri de garibanın garibanlığını katmerleyen ve ülkenin en güvenilmez kurumu haline gelmiş olan TÜİK için gündemdeymiş. CHP, TÜİK verilerinin şeffaf biçimde kamuoyu ile paylaşılması gerektiğini, enflasyon sepetindeki mal ve hizmetlerin fiyatlarının yayımlanması gerektiğini söyleyerek bu konudaki mahkeme kararlarını sunmuş Şimşek’e.

Öneri de şu; TÜİK için bağımsız danışma kurulu kurulması!

Peki CHP bunca hazırlığı paylaşmış, kamuoyunun ilgiyle takip ettiği bu görüşmeyi yapmış da karşılığında ne görmüş dersiniz?

AK Parti cephesinde yıllardan beridir görmeye alışık olduğumuz tutumu görmüş elbette.

İlgiyle dinlenmişler, anlayışla karşılanmışlar, gülümseyerek ilerleyen bir sohbetin içine dalmışlar, hiçbir görüşlerine yönelik hiçbir girişimde bulunulmamış, kendilerine hiçbir söz de verilmemiş…

Dolayısıyla sade vatandaş gibi dikkate alındıklarını düşünecek kadar siyasette yeni olmayan CHP gölge kabinesi, görüşlerine değer verilmediğini, yani dört saatin sonunda bir değişim iradesi görmediklerini fark etmişler.

Tebrikler…

Ben de bir değişim iradesi görmüyorum…

 

 

Hayat standardı geri geliyor

Hayat standardı geri geliyor

Gündemde sıcaklığını koruyan konulardan biri de yeni vergiler. Hükümet tarafından hazırlanan tasarıda dikkat çeken konulardan biri gelir vergisi olan mükelleflere getirilmek istenen asgari vergi.

Bu ne demek…

Kazansan da kazanmasan da belirlenen vergiyi ödeyeceksin demektir. Bu uygulama geçmişte var olan hayat standardının geri gelmesi demektir.

Geçmişte “hayat standardı” kaldırılırken, serbest meslek erbabına, Gelir Vergisi mükelleflerine, kazanç beyanlarına dayanarak vergilerinin saptanması esası getirilmişti.
Bu neye yaradı?

Küçük ve orta ölçekli esnafın rahat nefes almasına…

En son 1998 yılı kazançlarına uygulanan, ardından AK Parti’nin gündeme getirdiği ve  tekrar uygulamaya koymak istediği hayat standardından 2000’li yıllarda AK Parti’nin ilk döneminde bir kez daha vazgeçilmişti.

Ne hikmettir ki; geçmişte kaldırılan hayat standardını yine AK Parti geri getirmeye çalışıyor.

Bunun toplumsal yansıması nasıl olur diyorsanız küçük ve orta ölçekli esnafa ve işyerlerinize kapıya kilit vurun anlamını taşıyor.

Siyasi yansıması ise sandıkta AK Parti’den kaçışların çoğalması siyaseten de AK Parti’nin intihar etmesi demektir.

Şimdi sormak lazım bütçeyi denklemek için sürekli vergi koymak mı lazım, bunun başka yolu yok mu?

Yine sormak lazım, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e tanınan yetkilerin yarısı Berat Albayrak’a, Lütfi Elvan’a ve Nurettin Nebati’ye verilseydi inanın bundan daha kötü olmazdı.

Hatta bu sıkıntıların onda biri çekilmezdi.

En azından yol yakınken neler yapılmalı?

İlle de bir şeyler yapılacaksa bugün bu tür vergiler rayiç bedelleri 10 milyon TL gibi rakamlarla ifade edilen dolmuş, minibüs ve taksilere bu hayat standardı getirilebilir.

Öte yandan mesleği kuyumcu ve pırlanta tüccarı olan asgari ücretli kadar vergi ödemeyen işletmeler için de getirebilir.

Bunun dışında ülke genelinde doktorlar, avukatlar ve diş hekimleri için bu vergi getirilebilir.

Sadece kendi yaşamını idame ettirmeye çalışan bir iki sigortalı çalışana ev sahipliği yapan işletmeler için hayat standardını getirmek AK Parti açısından siyasi intihardır.

Eğer bu konuda ısrar edilirse bir çok işletme kapısına kilit vuracak, binlerce işsiz oluşacak. Üstüne üstelik kayıt dışılık artacak diye düşünüyorum.

Konuyu geçmiş dönemlerde AK Parti’de aktif siyaset yapan bir dostumuza sorduğumda “bu tasarıyı bir bürokrat geçmişteki hayat standardına bakarak hazırlamış. Gerçeklerden uzak. Birileri AK Parti’yi bitirmeye çalışıyor” şeklinde görüşlerini bizimle paylaştı.

Bakalım AK Parti hazırladığı bu tasarıdan geri dönecek mi?

Onu da ilerleyen süreçte hep beraber göreceğiz.

MAHALLE PAZARLARINA SIKI DENETİM GEREKLİ

Son zamanlarda dikkatimi çeken konulardan biri de mahallelerde kurulan pazarlar. Özellikle semt pazarı olarak ifade ettiğimiz bu pazarların da denetime tabi tutulması şart.

Öncelikle işini iyi yapanlara sözümüz yok.

Ama zaman zaman terazide hassas olunmadığına yine pazarcılarda bozuk aksanı olan çalışanlara rastladığımızı ifade etmek istiyorum.

Öncelikle Seyyar Pazarcılar Odası’nda çalışma izni olmayanlar hiçbir şekilde burada çalışmamalı. Yine odaya kayıtlı esnaf günübirlik veya sürekli çalıştıracağı kişileri de önceden odaya bildirmeli. Oda da bunlara herkes tarafından görülebilecek şekilde kimlik vermeli. Çalışanlar da onu müşterinin görebileceği şekilde asmalı.

Bu konuda Seyyar Pazarcılar Odası ile Göç İdaresi Başkanlığı ortak denetim yaparak çalışma izni olmayan yabancı uyrukluları tespit edebilir.

Kaçak yolla ülkemize giriş çıkış yapanlar da tespit edilebilir ve gerekli işlemler yapılır.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden.

 

SMA hastalarının yardım standları ve birkaç öneri

SMA hastalarının yardım standları ve birkaç öneri

Gerçek olan şu: Allah dert verip derman aratmasın!..

Derdini veren Rabbim dermanını versin.

İşte derman aranan o hastalıklardan biri de SMA hastalığı…

Tedavisi var ama oldukça külfetli…

Bundan dolayıdır ki;

Özellikle son zamanlarda valilik onaylı birçok SMA hastası için düzenlenen yardım kampanyalarını şehrin muhtelif yerlerinde çoğunlukla da yaya trafiğinin yoğun olduğu yerlerde fazlasıyla görmeye başladık.

Bu bağlamda;

Heykel‘de Orhan Cami ve Ulucami arasında, Fomara‘da, Şehreküstü Meydanında adım başı açılan standlar dikkatimizi fazlasıyla çekiyor.

Hatta aynı hasta için 20 metre ara ile açılan standlar bile mevcut.

Öncelikle bilgilendirme adına, adını son zamanlarda fazlasıyla duyduğumuz SMA hastalığı nedir?

Spinal müsküler atrofi (SMA), kaslarda küçülmeye yol açan bir grup genetik hastalığa verilen isimdir.

SMA, beyin kökü ve omurilikte yer alan sinir hücrelerindeki kayıp sonrası ortaya çıkar.

SMA hastalığının yaklaşık her 8 bin-10 bin kişide bir görüldüğü bilinir.

Tedavisinin maliyeti de ortalama 2 milyon doların üstünde olduğu ifade olunuyor. Bu da birçok aileyi fazlasıyla mağdur edecek bir rakam.

Bu rakama ulaşmanın yolu da toplumsal dayanışmadan geçiyor. Tedavinin olabilmesi için belirli bir kilonun ve yaşın altında olması şart.

Velhasılı süre sınırlı, maliyeti oldukça fazla…

İnsan olarak her SMA standı gördüğümüzde ve anne adına yapılan seslendirmede yüreğimiz cız ediyor, bunu baştan yazalım.

Elimizden gelen karınca kararınca yardımlar.

Son zamanlarda açılan standlar hakkında vatandaşların olumsuz düşüncelere kapılması üzerine acizane birkaç önerim ve sorularım olsun. Bursa özelinde açılan yardım standlarında ne kadar para toplanıyor?

Toplanan para resmi makamların kontrolünde mi sayılıyor?

Ardından hedeflenen rakamın ne kadarına ulaşılmış durumda? Bu durumda tek elden bilgilendirme yapılırsa oldukça iyi olacağı kanaatindeyim.

Hem vatandaşın aklındaki sorulara yanıt bulunmuş olur.

Hem de yardım edecek vatandaş sayımız artar.

Malum bu ülkede geçmişte kurban bağışı adında toplanan paraların iç edildiğini, yurttaşlarımızın duygularını istismar edildiğini biliyoruz.

Bu durumda bulunan bir ailenin ve ailelerin duygularını istismar ederek o standın kopyasını yaparak kendilerine rant oluşturmaya çalışacak kesimler de ortaya çıkabilir.

Bu uyarıyı buradan yapmak boynumuzun borcu.

Yoksa tek derdi evladını kurtarmak olan aileye diyeceğimiz bir cümle dahi yok. Hatta bu konuda alternatif bir öneri olarak da ihtiyaç sahibi ailelerin evlatlarını tedavi ettirebilmeleri için Diyanet İşleri Başkanlığı Cuma namazlarından sonra en azından ayda bir kere camilerde yardım kampanyası düzenleyerek evlatlarımızın hayata tutunmasına, tedavisine yardımcı olacak hamleler gerçekleştirebilir…

Belki de bu sayede ülke genelinde en az 24 SMA hastasının tedavisi sağlanabilir.

Bunun dışında bir önerim de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya, lütfen sayın bakan bu konuda bilim adamlarımızla teyakkuza geçin, SMA hastalığının tedavisi için varınızı yoğunuzu ortaya koyun, bulunacak ilaçla da çocukları kurtarın.

Dediğimiz gibi Rabbim ne dert versin ne de derman aratsın.

Bu vesile ile tüm hastalarımıza acil şifalar diliyorum…

 

AK Parti heyecanını kaybediyor, yeni fonlar ve beklentiler

AK Parti heyecanını kaybediyor, yeni fonlar ve beklentiler

Son yerel seçimlerde sandıktan istediği sonucu alamayan AK Parti, ilk defa ikinci parti oldu. Bir anlamda senelerdir kalesi olarak elinde bulunan belediyeleri ana muhalefet partisine teslim etti.

Ya da en basit ifade ile seçimi kaybetti.

Buraya kadar olan sonuç demokrasinin gereği….

Kendilerini yerel iktidara göre hazırlayan AK Parti bir anda damdan düşmüş gibi oldu. Kimileri bu süreci ANAP ve DYP dönemine benzetse de biz daha oraya gelmediğini düşünüyoruz.

Belki de AK Parti’nin gelişmesine katkı koyacak bu seçim sonuçlarını doğru şekilde yorumlamak istemeyenler var.

Fakat seçimlerden sonra ortaya çıkan diğer bir görüntü ise AK Parti teşkilatları ve tabanının öksüz ve yetim gibi durması.

Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmeleri.

Kimsede heyecan kalmamış!

Sandıklaın açılması sonucunda oluşan başarısızlığı kimse üzerine almıyor. “Adaylar suçu teşkilat mensupları ve genel politikalara atarken teşkilat yöneticileri de bu adayları ben istemedim” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.

Öte yandan bu süreç içinde en çok merak ettiğim konuların başında AK Parti’nin ülke genelinde ve Bursa yerelinde 31 Mart 2024 akşamında bugüne kadar geçen süre zarfında ne kadar üye kaydettiği veya istifa ettiği geliyor.

Aslında seçimden sonra beklenti şuydu:

Başarısız olan ilçe ve il başkanlarının gönüllü olarak istifa etmesi, etmiyorlarsa genel merkez tarafından görevden el çektirilmeseydi.

Şu ana kadar Bursa özelinde bu olmadı.

Olmayınca da tabanın beklentileri karşılanmamış oluyor.  Bu durumda çok yakınen tanıdığım teşkilat mensupları içerisinde başarısızlık ödüllendiriliyor şeklinde konuşmalara şahitlik ettim.

Bunun yanı sıra Bursa’da bayramlaşmanın arife gününe alınması, ardından bazı milletvekillerinin Bursa’daki bayramlaşmaya gelmemesi de dikkatlerden kaçmadı.

Hatta Mustafa Varank ve Efkan Ala dışında da Bursa’dan seçilen ama Bursa dışında ikamet ediyor dedikleri milletvekili olması da kulaktan kulağa fazlası ile konuşuluyor.

Evet bu sefer AK Parti’de gerçekten bir mental yorgunluk var. Bu yorgunluğun giderilmesi için acilen müdahale edilmesi şart.

Kongre sürecinin uzaması, istifaların gerçekleşmemesi ister istemez tabanın beklentilerini karşılamıyor. Bir önceki seçimde sandığa gitmeyen AK Parti tabanının önümüzdeki seçimde beklentilerinin karşılanmaması halinde rotasını bir başka partiye çevirirse şaşırmak lazım.

Bir tarafta bu gerçekler yaşanırken diğer tarafta ise bayram öncesi emeklilerin maaşının ödenmemesi de tepkiyle karşılandı.

Bu bayram dedeler nineler torunlarına harçlık da veremediler, evlerine şeker de alamadılar.

Bunun dışında yurt dışına çıkış harcı fonunun anormal seviyelerde arttırlma arzusu da toplumda tepkilere neden oluyor.

Özellikle yurt dışı çıkış harcının güncelleme talebininin yanı sıra özel hastanelerin SUT fiyatlarının bir an önce güncellemesi isteği de haklı bir talep olarak ekonominin kurmaylarının karşısına gelecek.

Bakalım AK Parti bu süreçten nasıl çıkacak?

Takip etmeye devam…

 

 

Bir analiz de benden gelsin!

Bir analiz de benden gelsin!

Uzun, çok uzun zamandır bir bayram böylesine keyif, böylesine tat vermemişti. Dünya için küçük, benim için büyük, sükut içinde zamanlardı.

Hani öyle böyle değil, minicik bahçenizi arada bir suladığı için teşekkür hediyesi götürdüğünüz komşunuzun, deniz dönüşü kapınızın önüne küçük bir servetten oluşan hediye paketini birkaç poşet içine doldurup öylesine bırakıverdiği, aslında sizi bir kez daha borçlu ve mahcup çıkardığı cinsten samimi ve beklentisiz…

İnsan böyle zamanlarda ne için çabaladığını ve hayatın ne için çabalanmaya değer olduğunu bir kez daha sorguluyor. Aynı köyde, ince bir sokağın hemen karşısında, iki dönüm arazi içinde; ağaçları, bağları, kuzuları ve küçük bir kerpiç eviyle gayet de nefes alınıp veriliyor, gönlü bol olunuyor, öylesine bir zenginlik, bölüşerek çoğalıyor…

Sonra bu pembe bulutlar ülkesinden gerçekliğe döneceğini de hatırlıyor insan. Ardından bir kez daha açılıyor haber bültenleri, gazeteler, internete gömülüyor başlar, bir de ne görüyorsunuz?

Uluslararası haber ajansı Bloomberg’den şahane bir Türkiye ekonomisi analizi gelmiş baş köşeye oturmuş ülke gündeminde. Sanki biz bu analizin daniskasının içinde yaşamıyormuşuz gibi baya baya tartışılıyor, üzerinde konuşuluyor…

Misal şöyle denmiş;

“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ne pahasına olursa olsun büyümeyi tercih ederek alışılagelmiş ekonomik politikaları terk etmesi nedeniyle son yıllarda dünyanın en yüksek enflasyonlarından birine sahip oldu!”

Aynen öyle oldu, hatta bunun saçma da bir adı vardı, neydi o…

‘Faiz sebep enflasyon sonuç, onlar bilmez, ben ekonomistim, bu kardeşiniz bu koltukta olduğu sürece faizler yükselmeyecek, Nas var Nas, sana bana ne oluyor…’

Baya uzun bir isim oldu, aslında bir tanımlama, ama öyle büyük hadiseler yaşadık ki, üstüne bir de devalüasyon falan gibi ekonomik tanımlamaları da nedense kullanmamız yasak olduğundan, en azından bu konuda insan üzerinde bir mahalle baskısı hissettiğinden, bari yaşadıklarımızın kendimizce bir tanımlaması olsun istedim.

Sonra ne oldu?

Nas dediğin sizlere ömür, ekonomist başka bir ekonomist çağırdı durumu toparlasın diye, faizler aldı başını gidiyor, kimse üretimden ya da başka bir işten para kazanmanın derdinde değil, herkes parasını faizde değerlendiriyor, tabii parası varsa bu yaşananlardan sonra. Kalanlar da marketlerde pazarlarda kapı kapı gezip üç kuruş daha ucuzunu nerede bulurum diye koşturup duruyor ortalıkta.

Analize konuk olan, emekli olduğu halde çalışarak ancak geçinebilen bir vatandaşın söylediklerine de kulak vermek lazım;

“Acı ilacı yutmak zorunda kalan bizleriz. Ekonominin sözde düzeldiğine dair yalanlara inanmıyorum. Bunu hiçbir şekilde hissetmiyorum. Belki yabancı yatırımcılar hissediyordur” demiş değerli emekçimiz.

Ne kadar da doğru.

Oysa daha düne kadar güya tasarruf tedbirleri açıklamıştı hükümet, sonra ne oldu, bakanlıklardan göçlerin katar katar kalkışları devam ediyor. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ sözünün mucidi Cumhurbaşkanının makamında elbette böyle bir beklenti içinde bulunmak dahi mümkün değil. Güya birkaç makam aracı satıldı, sonrası gelmedi, muhtemelen yerine daha üst modellerini koydular ortalık biraz yatışınca.

Fakat bizim kemerin son deliğini de geçtik, sıkıldıkça sıkıldı…

Yoksulluğun dibini sıyıranlar elbette emekliler ve asgari ücretliler, diğer kesimler nispeten daha iyi durumda, en azından nefes alıp verecek halleri kalıyor geçim mücadelesinin sonunda.

Aylardan temmuz yaklaştı, emeklinin gözü kulağı yapılacak zamlarda, özellikle de en düşük emekli maaşının yükseltilmesi ile ilgili umutlanmalar hat safhada.

Ben diyeyim; bu kemer sıkılmaya başlandıysa, öyle belimiz Çerkez kızlarının belleri gibi incecik olana kadar delik açmaya devam ederiz kemerimizin üzerinde. Kimse en düşük emekli maaşının artmasına yönelik beklenti içine girmesin. Şu TÜİK’in açıkladığı yalan enflasyon oranındaki maaş artışımızı alabilirsek ne ala…

Asgari ücret meselesi işleri daha da karmaşıklaştırıyor. Üretimden gelen gücünü kullanmak için örgütlü olması gereken, ancak örgütlülükten bihaber olan işçi kardeşimin maaşını ödeyecek olan kesim devlet olmadığı, bizzat iş dünyası olduğu, iş dünyasının da üretim konusunda yaptığı planların büyük bölümü döviz üzerinden olduğu için; dövizin bu denli baskılandığı bir ortamda asgari ücretin daha da artması maliyetlerin büyük ölçüde artması anlamına geldiğinden, bu işten de umudu kesmek lazım gelir.

Bir taraftan da asgari ücrete zam yapmamak, yatırımcılara ‘enflasyonu frenlemek konusunda kararlıyım’ mesajı iletiyor. Maşallah tasarruf tedbirlerinde sözlerinde duramayan bakanlarımız sıra işçiye geldiğinde pek bir sözlerinin eri.

Kısacası, ben pembe rüyalardan gerçekliğin kucağına sert bir düşüş yaşadım, ama düştüğüm yeri zaten biliyordum, hani düşmeseydim de inecektim Hoca Nasrettin’in dediği gibi.

AK Parti’de mekan değişikliği

AK Parti’de mekan değişikliği

Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Örgütünün bayramlaşmasını yazdık da 20 yıl boyunca Bursa’yı yöneten AK Parti’nin bayramlaşmasını yazmadan olur mu hiç…

Olmaz elbette…

İlk olarak şunu belirtmek lazım, AK Parti’nin bayramlaşma erezyonu devam ediyor.

Aslında hesabı Norm Haber yazarı İlhami Yıldız gayet açık biçimde yapmış.

Sadece Bursa’da 300 binin üzerinde üyesi olan bir partinin bayramlaşması bin ile bin 500 kişi arasında geçiyorsa, bu işin içinde ciddi bir erimeden söz etmek mümkün.

Elbette bahsettiğim katılım düşüklüğünde bayramlaşmanın tıpkı CHP’nin bayramlaşmasında olduğu gibi arife günü yapılmış olmasının da büyük etkisi var.

Daha önce de bahsetmiştim. Partiler geleneklerin sürdürülmesinden güç alarak kurumsallaşırlar ve kimliklerini böyle tanımlarlar, dolayısıyla bu geleneklerin dışına her çıkıldığında bir yandan parti tabanının itici gücü sizi tekrar ayrıldığınız yola doğru iter.

Ancak AK Parti’nin bayramlaşmasının sönüklüğünü sadece katılım düşüklüğüne bağlarsak diğer argümanları bir kenara koymuş oluruz.

Bayramlaşma alışık olunduğu üzere bayramın ikinci günü yapılmadığı gibi alışık olunan yerde de yapılmadı.

Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezinin hizmete girmesiyle birlikte tüm bayramlaşma programlarını bu mekanda planlayan AK Parti bu kez Naim Süleymanoğlu Spor Kompleksini tercih etti toplanma yeri olarak.

Yerel seçimlerin hemen ardına rast gelen Ramazan Bayramı parti bayramlaşması Merinos’ta yapılmışken, şimdi neden yeni bir mekanın tercih edildiği düşünüldüğünde akla iki ihtimal geliyor; CHP yönetimine geçen Bursa Büyükşehir Belediyesi mekanı AK Parti’ye vermemiştir ya da AK Parti önümüzdeki beş yıllık süreçte, bundan sonraki bayramlaşma programlarını halen yönetimde olduğu Yıldırım’da tertip etme kararı almıştır.

Sorduk soruşturduk, zaten CHP tarafından bayramlaşma için kullanılmayan Merinos AKKM bayramın ikinci günü boşmuş. Haliyle tören için AK Parti’nin talep etmesi halinde kendilerine tahsis edilmesinde bir engel yok gibi görünüyor.

Geriye kalıyor ikinci ihtimal, onun da doğruluğu var mı zaman gösterecek…

Ancak parti milletvekillerinin dahi tam kadro olarak katılmadığı bayramlaşma töreninde tek sorunun mekan olmadığı da çok aşikar.

Partinin son derece güçlü bir biçimde belediyeleri elinde tuttuğu, devlet kadrolarına zaten hakim olduğu süreçlerde, insanların en ihtiyaç duydukları ekmek kapılarına ulaşmalarının tek adresi AK Parti’ye üye olmaktan geçiyordu hatırlarsanız.

Partiye üye olmanız halinde belediyede ya da devlet kurumlarında işe girebiliyordunuz. Garanti maaş, düzenli gelir size ancak bu koşullarda sağlanıyordu. Dolayısıyla herkes ülkemizde bulunmayan Hint kumaşı olan işlere yerleşmek için kuyruğa girip AK Parti’ye üye oluyordu bir dönem.

Eeee… Gün geldi çattı, şimdi o devirlerin pabucu biraz olsun dama atıldı. Dolayısıyla parti bayramlaşmalarında boy göstermek, ‘ben de buradayım’ demek gibi zaruretler de ortadan kalktı.

Ben erimenin önemli nedenlerinden birinin de gönülden değil de zaruretten oralarda bulunma durumlarının sonlanmasından kaynaklandığını düşünüyorum.

Gelelim bayramlaşmanın en ayar veren konuşmasını kimin yaptığı kısmına…

Bahsettiğim isim sizin de tahmin edeceğiniz gibi Son Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu

Partinin 2002 yılından bu yana iktidar olduğuna vurgu yapan ve ilk kez muhalefete düşmüş olmanın kendileri için ilk olduğunun altını çizen Çavuşoğlu;

“Bu sonuç bizi karamsarlığa sevk etmiş olabilir, fakat karamsar olmaya gerek yok, önemli olan alışmamak. Biz; 400 binin üzerinde üyesiyle Bursa’nın en büyük partisi, Türkiye’deki 11 milyonu aşkın üyesiyle de dünyanın en büyük sivil toplum örgütüyüz” diyerek partinin gücünü partililere hatırlatma ihtiyacı duydu.

Haklı da aslında.

Hiç alışık olmadığı bir biçimde muhalefette kalan ve iktidardayken de muhalefetteymiş gibi davranarak, ülkede olup bitenle sanki kendi hükümetlerinin alakası yokmuş gibi davranarak prim yapan parti şu anda ne yapacağını kestirmekte zorlanıyor. Gücünün etkisini de unutmuş durumda.

“AK Parti’yi 2001 yılında milletimiz kurdu, tabelasını milletimiz astı. Yola çıkarken, ‘Biz milletin hizmetkarı olacağız’ dedik. Milletin arasına sokağa inmeliyiz. Çiftçinin yanına, esnafa gitmeliyiz!” sözleri de son derece anlamlı.

Bence de AK Partililer mümkünse esnafın arasına girsinler, çiftçinin yanına gitsinler, hatta emeklinin maaş kuyruğuna, ekmek kuyruğuna, kıyma kuyruğuna buyursunlar, asgari ücretle ay sonunu getirmeye çalışan işçinin iş çıkışına gitsinler de o parayı kazanmak için döktükleri teri, o terin karşılığında kendilerinin bir günlük cep harçlığı olacak paraları bir ayda anca aldıklarını görsünler…

Belki partinin ilk kurulduğu günleri hatırlar, ancak bu ülkenin insanı ile bir arada olarak iktidar olmanın mümkün olacağını bir kez daha teyit ederler…

NOT: Aynı uyarıları elbette tüm muhalefet partilerine ve en başta CHP’ye de yöneltiyorum. Kimse öyle iki günde üç arşın havaya girmesin. Koltuklar emanettir, şimdilik beş yıllık bir emanet devraldınız, bunu unutmadan, vatandaştan kopmadan, ‘ben yaptım oldu değil, vatandaş istedi rahat etti’ icraatları ile hatırlanacak bir yönetim anlayışı sürdürmek ve kendi iç muhasebelerinize oturduğunuz koltukları alet etmemek en önemli vazifeniz…