Kocayayla’da bir bu ihale eksikti!

Kocayayla’da bir bu ihale eksikti!

Marmara‘nın en büyük yaylası olan Keles Kocayayla ekoturizmden aldığı payı her geçen gün arttırıyor. Bunda da en büyük pay Bursa Büyükşehir Belediyesi‘ne ait.

Detaylara girmeden önce birkaç hatırlatma yapalım. Yaz sezonunda festivallerin ve pikniklerin başlaması ile burası yeniden yükünü alacak.

Hafta sonları ziyaretçi trafiği ile Kocayayla’ya en az 25 binin üzerinde misafir, 3 binin üzerinde araç gelecek, bu bir gerçek.

Gelelim tekrar konumuza…

Recep Altepe zamanında başlayan Alinur Aktaş zamanında bitirilen, iç tefrişatı da önceki dönem Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin tarafından yaptırılan bungalovların en büyük eksikliği restoranın olmaması idi.

Yapılan restoran bir türlü  açılamamıştı.

Geçen günlerde buranın ihale edildiğini öğrendik.

Aylık 25 bin TL’ye kiralanmış.

Yakın bir zamanda da faaliyete geçecek.

Sadece burası değil…

Yine Kocayayla’da bulunan tuvaletlerin de ihale edildiğini duyduk.

Bunu duyunca da şaşırdık!..

Her şey tamamlandı, bir bu eksikti, demeden edemedik!

Yıllardır ücretsiz olarak halkın kullanımında bulunan tuvaletlerin kiralanmasına gerçekten ihtiyaç var mıydı?

Parası olmayan tuvaletini yapamayacak mı?

Belediyenin en azından hafta sonlarında başına bir temizlikçi koyması çok mu zordu?

Öte yandan;

Keles gibi çok sayıda aşçı ve garsonun çıktığı, işsizliğin de fazla olduğu bir ilçede belediye restoranı niye işletemedi, bu da ayrı bir soru işareti…

Umarım Keles Belediye Başkanı Ali Doğru bir an önce doğru kararı verir, bu yalıştan döner…

Öte yandan, şunu da ifade etmek gerekir: Kocayayla’daki bungalovlar Bursa Büyükşehir Belediye Meclis kararı ile Keles Belediyesi’ne tahsis edilmişti.

Belediye’nin orada 5 tane eski bungalovu var.

Eskilerden 5 tane ile mahkeme süreci devam ediyor.

Umarım o süreç tamamlanır da Keles Belediyesi’nin kendisine ait toplam 10 bungalovu olur…

Ama şunu unutmamak gerekir:

Yeni yapılan bungalovlarda yarın öbür gün bu tahsis kaldırılırsa, burayı Bursa Büyükşehir Belediyesinin şirketi BURFAŞ işletmeye başlarsa lokanta ihalesi de iptal olabilir.

Bizden hatırlatması…

Yine Keles’le ilgili bir başka bilgi ise ilçe sınırlarında yapılması planlanan cezaevi ile ilgili olarak AK Parti İlçe Başkanı Özcan Yeni ve beraberindeki heyet Ankara’da temaslarda bulundu.

Herhangi bir sıkıntı olmadığını kendisinden öğrendik.

Bunu da buradan paylaşmış olalım.

Gelişmeleri takip etmeye devam..

Orhaneli Belediyesi’nde beklenen son

Orhaneli Belediyesi’nde beklenen son

Yerel seçimlerin üzerinden iki ay gibi bir zaman geçti. Bu süre zarfında hangi belediye başkanı ne yaptı?

Ya da yapamadı?

Kamuoyunda ve seçmenler tarafından merak edilen konulardan biri de bu.

Bu noktada tüm belediye başkanlarının dikkat çeken en önemli icraatlarının başında işten çıkarmalar geliyor!..

Bugün Türkiye ve Bursa özelinde birçok belediyede işten çıkarmalar devam ediyor.

O işten çıkarmalardan biri de Bursa kamuoyunu uzunca bir süredir meşgul eden, sosyal medyada gündem olan Orhaneli Belediyesi‘ndeki 37 personelin durumu idi.

Detaya girmeden önce Orhaneli Belediyesi’nin devir teslim töreni hala akıllarımızda, yazıyı yazarken bile film şeridi gibi gözümüzün önünden geçti.

Ama gerçek olan şu: Ali Aykurt‘un yerine Ali Osman Tayır‘ın aday gösterildiği ve ilçedeki iptal edilen oylarla Tayır’ın seçimi kazandığı…

Şimdi gelelim detaylara…

İşten çıkarılması gündeme gelen  37 personel içinde önemli ayrıntılardan biri de belediyede “Harita Kadastro Mühendisi” olarak görev yapan iki mühendisin Orhaneli Belediyesi’nin işlettiği kafeteryada garson olarak görevlendirilmesi idi.

O görevlendirilen iki mühendisten biri, çaycı olarak görevin tebliğ edilmesinin ardından beklemeksizin işi bırakmıştı.

Diğerinin de hasta olduğu biliniyordu.

İkinci ismin, raporu biter bitmez işbaşı yapmasının ardından iş akdinin feshedildiğini önceki gün öğrendik.

Sadece onun değil, Ali Aykurt döneminde toplamda işe alınan 37 ismin de iş akitlerinin sona erdirildiğini ifade edelim.

Başkan Ali Osman Tayır, işten çıkarılacak personelle birebir konuşarak gerekli tebliği yapmış.

Çalışanların belediyeye yük olduğu ifade edilmiş…

Öte yandan, eleman ihtiyacı olduğunda ilk olarak işten çıkarılacaklar alınacakmış…

Merak ettiğimiz konulardan biri de Orhaneli Belediyesi’nin ne kadar borcu olduğu idi.

Daha önce Norm Haber’de konuk ettiğimiz önceki dönem Belediye Başkanı Ali Aykurt borcu açıklamıştı.

Alınan borç kalemi ile devredilen borç kalemini mukayese ettiğimizde ödenebilir borç ve sürdürülebilir belediye devrolacağını tahmin etmiştik.

Teyit etme adına konuyla ilgili olarak önceki dönem Belediye Başkanı Ali Aykurt’u aradım, borcu sordum, o da “piyasaya 5 milyon TL’nin altında SGK’ya da 7 milyon TL civarı borcu olduğunu” bizimle paylaştı.

Bu borçlar da Orhaneli’nin toplam bütçesi içerisinde oldukça sembolik bir rakam gibi geliyor…

Bir de okulların kapanması ile rafting sezonunun açılacağını düşünürsek, şimdi asıl sorgulanması gereken gerçekten personel çıkarmaya ihtiyaç var mıydı?

Yoksa bu personelleri önceki belediye başkanı aldı diye mi çıkarıldı diye soramadan edemiyoruz.

Bu soruların yanıtları kamuoyu tarafından fazlası ile merak ediliyor.

Biz de süreci takip etmeye devam edeceğiz…

Asgari ücrette bunlar iyi günlerimiz!

Asgari ücrette bunlar iyi günlerimiz!

Gazetecilik açısından şahane, toplum refahı açısından sıfırın altında bir skorla ilerleyen ülkeler arasında yer alıyoruz. Gerçek ve suni gündemlerle birlikte yazacak, üzerinde duracak öyle çok konu var ki, seçmece yapmamak mümkün değil.

Zaman zaman suni gündem oltalarına benim de geldiğimi, suni gündemler yeterince gündem olmadığında gerçekliğe evrilme ihtimalinden endişelendiğimi belirterek yazmıştım bir gün önceki yazımı.

Bugün gerçek gündemimize, önümüze başka dosyalar koyarak üzerinde düşünmemizin istenmediği, ancak her gün yüzümüze tokat gibi çarpan realiteye geri dönelim istiyorum.

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu her ay yaptığı gibi bu ay da geçim skalasını açıkladı. Mayısta dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 18 bin 969 lira, yoksulluk sınırıysa 61 bin 788 lira olarak hesaplandı. Bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetiyse aylık 24 bin 609 lira!

Artık bu araştırmanın dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için gerekli gıda harcaması tutarı olduğunda açlık sınırı, işin içine giyim, konut, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin eklendiği durumdaysa yoksulluk sınırı olduğunu biliyoruz.

Verilere asgari ücretin 17 bin 2 lira olduğunu eklememe gerek var mı bilmiyorum…

Gerçi bu rakamı sıklıkla dile getirmek lazım, zira başka başka gündemlerle, mesela; Deniz Akkaya’nın kızıyla olan aile kavgası gibi hiç ilgilenmememiz gereken şeylerle öylesine meşgulüz ki, neden her öğünden yarı aç yarı tok kalktığımızı sorgulayamıyoruz bile.

Bu nedenle bir kez daha söyleyelim, asgari ücret 17 bin 2 lira. Yani dört kişilik bir ailenin açlık sınırının bin 967 lira altında kalıyor ülkenin yaklaşık yüzde 50’sinin maaşı!

Durun bakalım, bunlar daha iyi günlerimiz…

Bu ülkede üretici halinden memnun olmaz ve üretmeyi bırakırsa daha çok acı çekeceğiz, daha çok açlıkla mücadele edecek bizim kuş gibi maaşlarımız…

Misal; Ulusal Süt Konseyi çiğ sütün litresinin tavsiye fiyatını 1 Mayıs’tan geçerli olmak üzere yüzde 8,5 zamla 14,65 lira olarak belirledi. Şimdi daha bu zamların ürünlere yansımadığının altını çizelim ve devam edelim buradan; yapılan zam süt üreticilerini memnun etmedi!

TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranının dahi çok altında kalan bu zammın memnun edici bir tarafı yok elbette.

Bu memnuniyetsizliğin bizim soframıza yakın gelecekte, bundan birkaç yıl önce yaşadığımız et krizinde olduğu gibi süt krizi olarak yansıyacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek de yok.

Özellikle sütün toplanması konusunda sıkıntılar yaşayan, bölgesinde ulusal firmalar olmayan noktalarda daha farklı bir güncellemenin yapılması ya da sorunun çözümüne yönelik devlet eliyle adımlar atılması şart.

Hayvan üreticiliğinin döngüsünü sağlamak açısından da çok önemli olan süt üreticiliğindeki memnuniyetsizlik, önce hayvanların kesime gitmesine, ardından süt ve süt ürünlerinin fiyatlarındaki hızlı yükselişe, onun ardından da et fiyatlarındaki artışa neden olacak. Bu zincirleme fiyat artışı tamlamasını daha önce yaşadığımızdan gayet iyi biliyoruz aslında basamak basamak tüm adımlarıyla ülke olarak.

Yani yakın bir gelecekte (tabi enflasyon oranlarındaki kandırmacaya ne kadarı yansır bilinmez, ancak ceplerimize yansıyacağı kesin) asgari ücretin açlık sınırı ile arasındaki fark çok daha yüksek olacak!

Hani yıl sonuna kadar yeni zam yok ya, öyle düşünün siz onu…

***

AVRUPA, İŞİNE BAK KARDEŞİM!

Daha bir gün önce konuyla ilgili Bursa’nın en yetkin isimlerinden biri olan Bursa Veteriner Hekimler Odası Yönetim Kurulu Başkanı Melike Baysal ile yaptığımız programın ilk konularından biri ülkemizde kuduz vakalarında bir artış olup olmadığına ilişkin yayılan haberlerin doğruluğuydu.

Kesin bir dille ülkemizde kuduz vakalarında artış olmadığını belirtti Baysal.

Ülkemizde kuduz vakalarında bir artış olduğuna ilişkin elimizde veri bulunmamakla birlikte hem veteriner hekimler olarak hem de tabipler olarak böyle bir artışın olmadığını net biçimde söyleyebiliriz. Ülkemizde kuduz vakaları daha ziyade yaban hayatında mevcut. Uzun süre havadan atılan aşılarla bu konuda mücadele edilmiş ve çok iyi sonuçlar alınmıştı, ancak bir süredir bu aşılama yönteminden vazgeçildiğini biliyorum. Bizler insanlara en yakın, yani huyu en yumuşak, şehir hayatında yaşamaya en uyumlu köpekleri öldürmek üzere sokaklardan topladığımızda doğanın boşluk kabul etmeme yasası işleyecek ve yaban hayatı ile iç içe olan, alfa karakterli, yaban hayatındaki hastalıklara da maruz kalmış olabilecek köpekler şehirlere inecektir. İşte o zaman kuduz vakalarındaki artıştan söz etme ihtimalimiz olabilir endişesi bizde de mevcut” sözleri bence gayet açıklayıcı.

Yine de ‘Almanya, İngiltere, Fransa başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri turizm sezonuna girilirken Türkiye’ye yönelik seyahat tavsiyelerinde kuduz riskine dikkati çekti. Almanya turistlere kuduz aşısı yaptırma uyarısında bulundu. Fransa sahipsiz köpeklerin agresifliği konusunda uyardı, İngiltere, Belçika, Hollanda kırsal bölgelerde sürü halinde gezen sahipsiz köpeklere yaklaşılmamasını önerdi…’ minvalinde haberler mevcut.

Aslında uyarılar son derece yerinde. Kimse huyunu suyunu bilmediği bir hayvanla öyle zırt diye temasa geçmemeli hem kendisinin hem de hayvanın sağlığı açısından. Elbette bir zarar görmesi durumunda da sağlık kuruluşuna başvurmalı, aşılarını yaptırmalı, falan filan…

Buraya kadar her şey tamam da acaba biz neden Paris sokaklarında kedi kadar farelerin dolaştığını ve pek çok hastalığı ihtiva edebileceklerini, dolayısıyla vatandaşlarımızın bu konuda dikkatli olmaları gerektiğini söylemiyoruz aşk şehri Paris’e turist olarak gitmek isteyen ülkemiz insanlarına?

Hani o aşk şehrinin caddelerinde fareler dolaşıyor ya…

Ya da misal, Hollanda sağlık sisteminin dünyada iyi işlemeyen sağlık sistemlerinden biri olduğu, dolayısıyla bu ülkeye giderken önden bir sağlık kontrolünden geçilmesi uyarısı neden yapılmıyor?

Yaaa…

Her ülkenin kendine göre uyarıları ve uyarılması gereken konuları mevcut. Bizim ülkemiz için kuduz vakalarındaki artış iddiası bu uyarılar arasında yer almaması gereken hurafe bir uyarı bunu unutmayalım!

Onun dışında, biz sahipsiz hayvanlar sorunun kendi ülke vicdanımızla halledeceğiz. Ben inanıyorum. Avrupa işine bak kardeşim…

Bursa Haziran ayında sanat etkinliğine doyacak

Bursa Haziran ayında sanat etkinliğine doyacak

Çarşamba sabahı Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi‘nde etkinlik sayısı oldukça fazla idi. O etkinliklerden üçünü takip etme fırsatını yakaladık.

O etkinliğin ilki Türkiye Kültür Yolu Festivali.

Festivalle ilgili detaylara girmeden önce şu saptamayı yapmak gerekir:

Yeni dünya düzeninde bacasız ekonominin en önemli sac ayaklarından biri de turizm gelirleri. Bugün dünyada birçok ülke festival turizminden çok ciddi paralar kazanabiliyor…

Hatırlatalım, İspanya’da boğa güreşleri, Brezilya’da eğlence festivali önemli bir gelir kapısı…

Neden Türkiye de bundan para kazanmasın?

İşte bu noktada ülkemizin ve kentlerimizin marka değerlerini ortaya çıkarma, turizmden daha çok pay alma ve unutulan  özelliklerimizi ve geleneklerimizi yaşatma adına başlayan Türkiye Kültür Yolu Festivali emekleme aşamasında…

Bu yıl dördüncüsü gerçekleşecek festival bu eşiği de geçerse yürümeye doğru başlamış olacak.

Öte yandan ilki 2021 yılında başlayan festivale her yıl 5 yeni il ilave olarak bu yıl 16 ile ulaşmış durumda.

Ülke genelinde 8 ay boyunca 16 ilde gerçekleşecek festivalin Bursa ayağındaki etkinlikler ise 1-9 Haziran 2024 tarihleri arasında şehrin muhtelif mekanlarında gerçekleşecek.

Konserlerden sergilere, tiyatrodan opera ve bale gösterilerine, söyleşilerden atölyelere, çocuk etkinliklerinden dijital sanatlara kadar yüzlerce etkinlik.

Kısaca festival kapsamında 50 farklı noktada, toplamda 500 etkinlik gerçekleşecek…

Konserlerin ana adresi ya da sahnesi dersek o yer de Yunuseli Havaalanı

Bir anlamda Yunuseli’ne biçilen rol yerinde ve doğru karar.

Yunuseli’nde Semicenk, Norm Ender, Madrigal, Bengü, Mert Demir, Sinan Akçil, Simge, Can Banomo ve Oğuzhan Koç  sırasıyla  sahne alacak….

Konserler bu arada ücretsiz.

Halk konseri diyebiliriz….

Bir anlamda belediyeler de tasarruf tedbirleri kapsamında bu  yaz etkinlik yapamaz ise bu festival o boşluğu fazlası ile dolduruyor…

Yine festival kapsamında Zeki Müren‘e ayrı bir parantez açılmış. Hem Müren’in filmlerinin afişi ile sergi hem de “Elbet Bir Gün Buluşacağız” başlıklı bir sergi var.

Kısaca bu festival geçmişi bugünü ve geleceği buluşturuyor… Ya da diğer bir deyiş ile dede, nine, evlat ve torunların aynı festivalden tat almasına vesile olacak diyebiliriz.

Temennimiz odur ki festivalin uzun soluklu olması…

Bu arada festivalin  tanıtım toplantısında dikkat çeken bir detay ise turizm sac ayağından kimse olmaması idi.

Bu ayrıntıyı da buradan yazmış olalım…

Hayırlı olsun…

‘Hayvanseverler sahiplensin’ demek çözüm mü?

‘Hayvanseverler sahiplensin’ demek çözüm mü?

Bir süredir üzerinde çözümleri ile birlikte derdimi anlatmaya çalıştığım ‘sahipsiz hayvan meselesi’ hakkında bir kez daha yazmak zarureti hasıl oldu.

Öncelikle konu hakkında söz söyleyen en etkili isimlerden olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AK Parti’nin Gurup Toplantısında yaptığı konuşmada meseleyi bir kez daha ele aldı.

Şöyle bir ayrım yaratarak başladı konuyla ilgili sözlerine; “Biz elitlere değil halka bakıyoruz. Bağıranların, çağıranların değil; sessiz yığınların sesi olduk. Tuzu kurularla değil, şehrin çeperlerinde hayat mücadelesi verenlerle yol yürüdük. Sırtını güç odaklarına yaslayanlar için değil, Allah’tan ve devletten başka hiç kimsesi olmayanlar için siyaset yaptık…”

Hemen alıp incelemekte yarar var bu cümleleri. Şehrin çeperlerinde yaşayanların AK Parti’ye daha çok oy veren kesim olduğu ve özellikle Cumhurbaşkanına yönelik büyük bir sevgi besledikleri aşikar. Ancak şu da bir gerçek, yine aynı bölgelerde yaşayan vatandaşların büyük bölümünün yerel seçimlerde sandığa gitmelerine engel olan nokta da tam burası; siyasete başladığından bu yana geçen yaklaşık 25 yıllık süreçte AK Parti kendi tuzu kurularını, kendi sırtını güç odaklarına yaslayan kesimini ve kendi elitlerini yarattı. Artık onlarla yol yürüyor…

Aslında şuna ben de katılırım, sahipsiz hayvan sorunu sınıfsal bir sorundur. Arabası ile güvenlikli sitesinden plazadaki ofisine gidip gelen ve yine güvenlikli noktalarda arabasıyla yaptığı yolculuklarla sosyalleşen kesimin böyle bir sorunu yok, hiç de olmadı zaten.

Özellikle sahipsiz hayvanların terk edildiği ücra mahallelerde oturan ve sabahın erken saatleri ile akşamın geç saatleri arasında yürüyerek bir yerden bir yere ulaşmaya çalışan kişilerin endişesidir daha ziyade bu konu.

Benim katılmadığım nokta AK Parti’nin de meseleye bu zaviyeden bakıyor oluşunda gizli. İşin bu kısmını samimiyetsiz buluyorum. Daha doğrusu sıkıştığında gündem değiştirmek için de kullandıkları bir argüman olarak zaman zaman ileri sürülüp geri çekilen bir mevzu onlar için üzerinde durduğumuz konu.

Çünkü, ortalama 20 yıl gibi bir süreyi arkamızda bırakmışken ve bu sürenin tamamında hem merkezi hükümetin hem de belediyelerin büyük çoğunluğu AK Parti’deyken, üstelik hayvanların ‘mal’ kapsamından çıkarılıp ‘can’ kapsamına alınmasından tutun da yaşam hakkının kutsallığına kadar pek çok kanuna AK Parti imza atmışken, nasıl oluyor da 20 yılda bu konuda bir adım ileriye gidilemiyor, görevini yapmayan belediyeler neden denetlenmiyor ve nasıl oluyor da yaptırımlara maruz kalmıyor, anlayamıyorum…

İşte samimiyetsizlik burada başlıyor…

Tüm bunların yapılması gerekirken aslında; “Sahipsiz köpek sayısını ‘yakala-kısırlaştır-sal’ metoduyla çözmek istedik. Ama bu bir çözüm olmadı. Veriler, bu metodun, dünyanın diğer ülkelerinde de sahipsiz hayvan nüfusunu azaltmadığını gösteriyor” denilerek neden kolaycılığa gidiliyor anlamak zor…

Konuyu bugün Norm Haber ekranlarında konuk ettiğim Bursa Veteriner Hekimler Odası Yönetim Kurulu Başkanı Melike Baysal ile de konuştuk etraflıca. Yayını mutlaka izlemenizi öneririm. Konuşmamızda Cumhurbaşkanının; “Biz istiyoruz ki, barınaklara alınan tüm hayvanlarımız sahiplenilsin. Özellikle hayvanseverlerimizin bu süreçte barınaktaki köpekleri sahiplenerek daha fazla sorumluluk alacaklarına inanıyoruz. Eğer bunu başarabilirsek, bir sonraki adıma da ihtiyaç kalmayacağını düşünüyoruz” sözlerinin karşılığını da verdik.

Öncelikle hayvanseverlerin büyük bölümü zaten evinde en az bir evcil hayvan ile birlikte yaşıyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda çocuklarının beslenmesi ve barınması ile ilgili ihtiyaçlara dahi zor yetişen insanların bir evcil hayvanın sorumluluğunu alıvermesi pek de kolay değil takdir edersiniz ki.

Melike Baysal’ın altını çizdiği önemli meselelerden biri de bizim ülkemizde evcil hayvanlarla hayatı paylaşma konusunda bir eksikliğin olduğu. Dolayısıyla ekonomik koşullar ve yaşam alışkanlıkları bir araya getirildiğinde toplanan sahipsiz hayvanların bir ay gibi kısa süre içerisinde sahiplendirilmesi pek de mümkün görünmüyor. Belki talihli küçük bir azınlık için bu mümkün olabilir, ancak popülasyonun büyük kısmı için itlaf yani öldürme söz konusu olacak.

Bu işe ‘Çok istiyorlarsa hayvanseverler sahiplensin o zaman’ şeklinde yaklaşmak yerine, hayvanseverlerin enerjilerini ve gönüllülüklerini devlet olarak daha doğru biçimde kanalize edip çözümün bir parçası olmalarını sağlamak mümkün olmalı diye düşünüyorum.

Doğru, sokaklarda ciddi bir sahipsiz köpek sorunumuz var, ancak biz veteriner hekimlerin görüşleri dahi alınmadan hazırlanan ve vicdanları sızlatan bir yasa tasarısı ile bu soruna bir çözüm bulamayız.

Soruna çözüm bulmak konusunda ciddi olan tarafların; yani devletin, akademik odaların, gönüllülerin ve veteriner hekimlerin bir araya gelerek ortak hareket etmeleri, 20 yılda yandaş beslemekten fırsat bulunamadığı için olsa gerek, bir türlü başlanamayan kısırlaştırma operasyonlarının hızlı biçimde aksiyon almasının yanında gönüllüler tarafından barınaklar ve rehabilitasyon merkezlerinde hizmet verilerek alanların daha aktif kullanımı, bunun dışında da seferber edilebilecek tüm devlet imkanlarına yine gönüllülerin iş gücü de katılarak bir kampanya başlatılması 20 ayda sorunun çözümü konusunda ciddi yol kat etmeye vesile olacaktır.

Aksi halde, Bursa Veteriner Hekimler Odası Yönetim Kurulu Melike Baysal’ın; “Bu hayvanlara ilaç verecek, öldüreceksiniz diyorlar. Bu yasa tasarısı çıksa biz kabul etmeyeceğiz. Hiç kimse bu yasa tasarısının makul bir yönünü anlatamaz. Birçok veteriner hekim de kabul etmeyecek. Gurur duyuyorum meslektaşlarımla” sözünü hatırlatmak, veteriner hekimlerin büyük bölümünün vicdani ret yapacağını söylemek lazım.

Yaptığım program ve yazdığım yazılar nedeniyle benim de sahipsiz hayvanlarla birlikte itlaf edilmemi talep ettiğini uygunlu, uygunsuz biçimlerde dile getirenlere de selam olsun.

Elim vicdanımda, bu sorunun insanlar ve hayvanlar açısından daha fazla üzüntüye neden olmadan çözülmesinden yana koyuyorum tavrımı…

Çöplük için son 1.5 yıl!

Çöplük için son 1.5 yıl!

Bundan yaklaşık altı ay önce, ‘Hamitler Çöplüğündeki vahşi depolama alanının ömrü iki yıl içinde dolacak, şehre acilen bir katı atık entegre tesisi daha kazandırmak lazım’ diyerek yola çıkılmıştı Kayapa bölgesinde modern bir çöplük kurulması için.

Hemen vurgulayalım, şehrin çöpünü vahşice depoladığımız Hamitler çöplüğünün bugün itibariyle bir buçuk yıl ömrü kaldı!

Konuyla ilgili partilerin ve akademik odaların görüşlerini dile getirdiğim, nedenleriyle meseleyi açıkladığım pek çok yazı yazdım. Kısa da bir özet geçmek isterim:

Kayapa’da bir katı atık entegre tesisi kurulması fikrinin kabul görmemesindeki en önemli neden konut bölgesine çok yakın oluşuydu. Bir diğer önemli nedense özellikle Kimya Mühendisleri Odası Bursa Şubesinin altını kalın kalın çizdiği biçimiyle söylemek gerekirse bölgenin doğal koşullarının uygunsuzluğuydu. Kalkerli toprak yapısı nedeniyle atık suların kaynak sularına karışması endişesi bir yana eğimli bölgelerde katı atık entegre tesislerinin kurulmasının uygun olmaması gerçekliği de vardı gündemde.

Biliyoruz ki, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, ‘Kayapa’da çöplük istemiyoruz’ diyen vatandaşın sesine kulak verdi ve projeyi durdurdu. Bu kısım güzel, ancak bundan sonrasında artık doğru adımların atılması lazım ki, Hamitler’deki çöplüğün ömrü dolmadan yeni bir depolama alanı var edilebilsin.

Kayapa bölgesinde bir katı atık entegre tesisi oluşturmak için sürecin 4-5 yıla yayıldığını, ÇED Raporu ve diğer bürokratik işlemlerin hayli uzun sürdüğünü biliyoruz.

Oysa Bursa’nın öyle bir vakti yok!

Halen kadroların oluşturulması ile ilgili çalışmalar sürerken, bertaraf etme tesisi ile ilgili bir adım atılmadığını ve akademik odalarla bu konuda bir görüşme yapılmadığını biliyor, durumu da anlayışla karşılıyorum, yine de belirtmek gerek, süremiz giderek daralıyor!

Zaman darlığı kısmını burada bırakıp daha önemli bir konuya daha geçmekte fayda var.

Entegre tesisinin yerinin belirlenmesi dışında proses meselesinin de yabana atılmaması gerekiyor. Çünkü yer belirlenmesi kadar önemli olan konuların başında tesisin doğru biçimde kurulup işletilmesi ve denetlenmesi geliyor.

Aslında bu entegre tesislerini yerleşim yerlerinden uzakta istememizin ve atık sularla ilgili endişe etmemizin önemli bir nedeni var; biz çöplerimizi yerinde ayrıştıramıyoruz, sonrasında ise yapılan ayrıştırma çalışması için hem bir maliyet kalemi daha eklememiz gerekiyor tesisin işletme hanesine, hem de bu ayrıştırmadan da iyi verim alamadığımız için oluşan sorunları bertaraf etmek adına bir tesis daha kursak yeri olacak durumda çalışmayı göze alarak devam ediyoruz kör topal depolamaya…

Hasılı kelam, istiyoruz ki Avrupa ülkelerinde gördüğümüz şehir içinde olduğu halde varlığı belli olmayan bertaraf etme tesisleri bizim ülkemizde de olsun, fakat olmuyor, olamıyor, çünkü işin başından yanlış ilikliyoruz düğmeleri.

O halde bir yandan yeni modern çöplüğün nerede olacağını, nasıl bir prosesle ilerleyeceğini konuşurken, diğer yandan gerçekten kaynağında ayrıştırma için neler yapılacağını da ivedilikle masaya yatıralım.

Her şeyden önce kaynağında bir ayrıştırma istiyorsak, ‘Kağıtları şu gün, plastikleri bu gün, camları ertesi gün topluyoruz…’ minvalinden işlerin yanlışlığını dürüstçe koyalım masaya. Bu yöntem çok az sayıda zamanı olan ve yüksek çevre bilinci olan, yine aynı düzeyde sabrı olan ve tüm bunlar için yeri müsait olan kitlenin dönüşüme katılmasını sağlar. Bu kitlenin sayısının ne kadar az olduğunu tahmin edersiniz herhalde.

İlk adım için siteler son derece uygun noktalar olabilir bence. Buralardaki çöp konteynerlerini ‘Plastik, cam, kağıt ve biyolojik atık’ olarak bölümlere ayrılmış biçimde dizayn etmek gerekiyor. Site görevlileri ve yöneticileri ile eğitimler yapıp vatandaşın çöplerini yerinde ayrıştırmasını sağlamak, her gün alınan çöpleri evlerden ayrıştırılmış olarak almak ve sitelerin çöp kutularına yine ayrıştırılmış olarak atmak yerinde ayrıştırma için harika bir adım olabilir.

Hazır önümüzde kentsel dönüşüm gibi bir süreç varken, alanları buna göre planlamak, vatandaşları, site görevlilerini, yöneticileri bu konularda eğitime alarak entegre tesislerinin gerçekten entegre olması adına yerinde ayrıştırmayı özendirecek projeler geliştirmek sorunumuzu büyük ölçüde çözer diye düşünüyorum.

Eee… Şimdilik bu kadar proje önerisi yeterli.

Tüm belediyeleri bu konuda göreve davet ediyorum…

Yankı İçöz Kültür AŞ. Genel Müdürü

Kadrolaşmalar halen devam ediyor dedik, gerçekten de öyle. Hem meslektaşımız hem de CHP’nin gerçek emektarlarından Yankı İçöz, CHP İl Kongresi’nde, Nihat Yeşiltaş’ın listesine girerek siyasete adım atmış, partinin Basından Sorumlu İl Başkan Yardımcısı olmuş, bizim işimizi de kolaylaştırması açısından çok iyi çalışmalara imza atmıştı.

Yerel seçim sürecinde basın ile olan ilişkileri yönetmedeki becerisi ön plana çıktığından Mustafa Bozbey’in çalışma ekibinde yer aldı, seçim sonrasında ise İBB TV’den örnek alınarak projelendirilecek olan BBB TV’nin başına getirildi.

Bizler BBB TV’nin işlerini izlemeye başlamışken yeni bir görevlendirme ile Yankı İçöz, Büyükşehir Belediyesinin iştiraklerinden Kültür AŞ. Genel Müdürü oldu.

AK Parti döneminde alanının çok dışında kullanıldığı sürekli dile getirilen Kültür AŞ. bundan sonra Yankı İçöz’ün yönetiminde olacak. Eminim ki, çok yakında da Kültür AŞ. nin içinde nelerin döndüğü ortaya çıkacak…

 

Kurbanınız ‘kurban’ olsun!

Kurbanınız ‘kurban’ olsun!

Dini bayramların ikincisi olan Kurban Bayramına sayılı günler kaldı.

Malum kurban ibadeti mali bir ibadet.

Gücü yeten sorumlu.

Ama geçmişte kurbandan ziyade postu üzerinden kavga oluyordu…

Allah’tan o kavga bitti.

Ama şimdi kurban bağışları üzerinden yarış başladı.

Fakat son yıllarda bu ibadette hayat pahalılığından dolayı da farklı alternatifler ortaya çıktı.

Gücü yeten kendisi kesiyor.

Yetmeyenlerin bir kısmı vekalet yoluyla ibadetini yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da yaptırabiliyor.

İşte bu vekalet noktasında farklı alternatifler bulunabiliyor .

Ama öncesinde bu ülkeden toplanan vekaletlerin nereye gittiğini hatırlatmak lazım.

Özellikle çok yakın bir tarihte FETÖ ve benzeri örgütlerle iltisaklı bazı sözde derneklerin, topladığı kurbanları kasaba et parasına sattıklarını unutmadık.

Keza bazıları da hiç kurban kesmeden toplanan paraları iç ettilerdi…

Herkesi aynı kefeye koymuyoruz.

İşini gerçek anlamda layığıyla yapanlara sözümüz yok.

Ama bu ibadeti sulandıranlara, halkımızın dini duygularını sömürüp kendine rant oluşturanlara diyecek çok laf var, ama yutkunuyoruz…

Yukarıda yazdığımız gibi biz vekalete gelelim.

Vekalet yolu ile kesim yurt içinde olabileceği gibi yurt dışında da gerçekleşebiliyor.

İşte benim itirazım burada.

Bu minvalde ortaya farklı fiyatlar çıkabiliyor.

Misal Türkiye Diyanet Vakfı ile Kızılay’ın fiyatları bir birini tutmuyor.

Nereden bakarsanız bakın ikisi de devlet denetiminde olan kuruluş.

Hadi bir adım daha ileri gidelim.

Aynı vekaleti bir başka yardım derneğine verdiğinizde yurt dışı kesimlerde fiyat bu iki kuruma göre yarı yarıya kadar düşebiliyor.

Üstüne üstelik videosunu da gönderiyorlar…

Şimdi sormak lazım.

Bu fiyat farkı neden?..

Birileri kurbandan kendilerine rant mı çıkarıyor?

Bu işin bir tarafı, diğer tarafında ise garanti kilo üzerinden toplanan vekaletler var.

Bu vekaletleri de merak etmiyorum desem yalan olacak.

Nasıl oluyor da bu kilolar garanti oluyor.

Hayvanın işkembesi ya fazla çıkarsa o kilolar garanti olmaz ise siz üzerine et mi ilave ediyorsunuz.

Konu ile ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı’nın fetvası açık.

Yetkili birileri çıkıp da bu konuda en azından şunu da diyemeyecek: Siz et mi satıyorsunuz, yoksa insanların dini duygularını mı kullanıyorsunuz?

Birileri bunlara çeki düzen vermeli.

Velhasılı diyeceğimiz odur ki vatandaşımız uyanık olsun, kurbanı gerçekten kurban olsun…

Yoksa vatandaşın kurban bağışı murdar olacak.

Bizden hatırlatması….

 

Dünya aya biz yaya!

Dünya aya biz yaya!

Ülkede halen demokrasinin gereği bazı kurallar mecburen işletiliyor, mesela kararlar alınmadan önce bir askı süresi var ve bu sürede itirazlar toplanıyor, sonrasında değerlendirilmek üzere. Ancak bu mecburiyetin anlamsızlığı da gözümüzün içine içine sokuluyor fütursuzca.

Tamı tamına 67 bin görüş bildirilmesine rağmen askıdan inmesi ile onaylanması bir olan yeni eğitim müfredatından bahsediyorum.

Böylesine önemli bir konuyu bu kadar hızla nasıl geçiştirdiğinizi de hayranlıkla karışık bir kızgınlıkla izliyorum…

Hayatın her alanında ve neredeyse katıldığım her basın toplantısında ucundan kıyısından mutlaka konuştuğumuz bir konu olan eğitim meselesi bugün yine masamızdaydı.

23 Haziran Dünya Kadın Mühendisler Günü kapsamında, ‘Mühendislikle Güçlenen Dünya Zirvemiz’ adlı bir panel düzenleyecek olan Bursa Mühendis Kadınlar Derneği, zirve öncesi bir bilgilendirme toplantısı düzenleyerek hem organizasyonla ilgili bilgi vermek hem de derneğin çalışmaları hakkında açıklamalarda bulunmak üzere ağırladı Bursa basınını. Yapılan açıklamaları sitemizden takip edebilirsiniz.

BUMKAD Yönetim Kurulu Başkanı Ülfet Öztürk, açıklamalarının ardından sorular da aldı. En çok merak edilen ise yapay zekanın bizi ne zaman işsiz bırakacağı meselesiydi. Sorular elbette tam olarak böyle sorulmadı, ama benim aklımdaki yanıtla birleşince ortaya böyle bir tablo çıktı.

Size de hemen aktarmak isterim, son tahminlere göre yapay zekanın hayatımıza tamamen girmiş olması ile birlikte yaklaşık olarak 85 milyon meslek değişecek ya da ortadan kalkacak. Buna karşılık 95 milyon yeni meslek ortaya çıkacak.

Süper değil mi?

Yapay zeka bizi işsiz bırakmayacak, aksine iş alanlarının daha da artacağı yönünde öngörüler mevcut.

Buraya kadar her şey çok güzel. Mesele bizim için bundan sonra başlıyor. Çünkü bizim gibi ülkeler için asıl sorun, bu iş kollarına uyumlu insan yetiştirip yetiştiremeyeceğimiz, daha doğrusu nasıl insan yetiştirip gelişmelerin neresinde duracağımız.

Sistem temelli eğitim’ alan nesillerin yetişmesinin önemine vurgu yapan Ülfet Öztürk, elbette bu konuşmaları yaparken Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in müfredatımızı sadeleştiren, daha doğrusu şahtı şahbaz eden değişiklikleri onayladığından habersizdi.

Biz eğitim sistemimizin içinden matematiğin en temel kısımlarının çıkarıldığını bilmeden, bilemeden, 2023 yılında sistem temelli eğitim almış eleman açığının ülkemiz için 1 milyon kişi olduğunu, aslında eğitim sistemimiz böyle bir içerikle bizleri yetiştirse 1 milyon kişinin üretime katkıda bulunuyor olacağını konuştuk tatlı tatlı…

Sonra döndük geldik ki, müfredatımızı son derece kalabalık bulan, PİSA sınavlarında defalarca dibi görmüş bir ülkede fazlaca matematik öğretildiğini iddia eden Milli Eğitim Bakanlığı, yeni müfredat askıdayken konuyla ilgili uzman görüşlerini bildirmiş 67 bin kişi ve kurumun bu görüşlerini görmezden gelerek (çünkü 67 bin görüşün bu kadar kısa sürede incelenmesi ve bu görüşlere yönelik yanıtların verilmesi mümkün değildir. Üstelik yanıt aldığını belirten kurum ve kişi de yok bildiğim kadarıyla) şak diye onaylayıvermiş yeni ve sadeleşmiş müfredatı.

Şimdi, bizim ülkemizde 1 milyon sistem temelli eğitim almış insan arayan sanayicimiz varken ve biz bu eleman açığını zaten kapatamıyorken, bundan sonrasında çok daha sade ve gelişmelerden, teknolojiden, yapayını bir kenara koydum, Allah vergisi zekadan bile çok az nasip alacak bir eğitim sistemini onaylarken, bu ülkenin insanlarına nasıl bir gelecek vadediyoruz acaba?

Anlı şanlı bir adı olan ve “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” denilen sistem onaylanmadan önce, öğretmenlerden 38 bin 865 görüş ve öneri gelirken, müfredat taslağına katkı sunmak isteyen sivil toplum kuruluşları, eğitim platformları ile eğitimin diğer paydaşları ise 28 bin 419 görüş bildirmiş görünüyor.

İddiaya göre, yeni müfredat taslağı hakkında iletilen tüm görüş-öneriler, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından değerlendirilmiş. Anlaşılan o ki, müfredatın onaylanmasını engelleyecek bir itiraza rastlanmamış.

Oysa şöyle bir geleceğe bakılsa, ülkenin gencecik, yetişmiş ve sektöre insan kazandırma çabasıyla dertlenen BUMKAD gibi derneklerinin üyeleriyle konuşulsa mesela, çok daha anlamlı yürünürdü bu yollarda.

Tabi bir yandan vicdan kanatan gündemler oluşturup, diğer yandan ülkenin geleceğini derinden etkileyecek, eğitim gibi alanlarda amaca koşmak da moda oldu son günlerde. Yine de her defasında bu zokayı yutuyor ve öncelikle bize uzatılan suni gündemin peşinden koşuyoruz, ben dahil. Sonra bir de bakıyoruz ki, olan olmuş, zaten fırsat kollanan mesele bir andan onaylanmış, yasalaşmış, resmi gazetede yayınlanmış…

Kısaca, bugün çok değerli mühendis kadınların da belirttiği gibi, ülke bizden yaratıcı, eleştirel düşünen, bilimsel veriler ışığında, güncel gelişmeleri yakından takip eden ve bu gelişmelere hakim olan bireyler yetiştirmemizi bekliyor.

Biz de sermayenin ve iktidarın çıkarlarına hizmet edecek, öğrencileri geliştiren değil eleyen, kısacası yapay zekayı yöneten değil, sanayide düğmeci olan nesiller yetiştirmek için ülkenin ilk kurulduğu yıllarda örnek alınan eğitim sistemimizin içini dışına çıkarak ilerliyoruz.

Daha önce bir yazımda sormuşum; ‘Bize üretim bantlarında çalışacak donanımlı olmasına gerek görülmeyen ‘düğmeci’ler mi lazım, yoksa üretim bantları oluşturacak beyinler mi?’ diye. Artık bu sorunun yanıtını biliyorum. Hatta bu yokluk içinde sürekli düşen doğum oranlarını artırmak için üç de yetmez beş tane çocuk yapın önerisi ile vatandaşın karşısına çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın taleplerinden sonra kesinlikle eminim.

Belki cesur cümleler kurarak vatandaşa söylenmiyor, ama artık pek çoğumuz bunu anladık sanırım. Bizim ülkemize dünya tarafından biçilen rol; elinde eğitimi ve mesleği olmayan, dolayısıyla vasıfsız olarak nitelendirilebilecek, az donanımlı, asgari ücret ya da komşu ücretlere çalışacak insanlar yetiştirme misyonu!

Çocuğunuz için bu geleceği beğeniyorsanız ne ala…

Tasarruf tedbirlerinde eksik kalan yönler…

Tasarruf tedbirlerinde eksik kalan yönler…

Geçen haftalar içerisinde tasarruf tedbirleri paketi kapsamında Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bazı açıklamalarda bulundu.

Ardından açıklamaların devam edeceğini ifade etmişti. Kamuda yapılması gereken tedbirlerin en başında neler geleceği konusunda biraz da empati yapalım dedim.

İşte bu noktada geçmişte yıllar önce yapılan bir uygulamaya kadar gittim. Yıllar önce hastanelerde acemi birliğini tamamlayan askerlerin çalıştığını biliyorum.

Yine benzer bir şekilde “Mehmetçik Öğretmenler” bir çok okulda derse giriyordu.

Şimdi yine benzer bir uygulama yapılabilir.

Özellikle temel eğitimini alan askerlerin belirli planlamayla mesleklerine uygun bir şekilde ihtiyaç dahilinde kamu kurumlarında görevlendirmeler yapılarak çalışan sayısında ciddi bir oranda tasarruf sağlanabilir.

Keza yine MEB ile ortak hareket ederek dönemsel olarak öğretmenler okullarda görevlendirilebilir.

Buradaki en önemli detay öğretmenlerin görev sürelerinin dönem başlangıcı ve sonuna göre ayarlanması.

Yarı tatilin de göz ardı edilmemesi.

Keza bunlarla beraber; şu an köyler dışında bir fonksiyonu kalmayan muhtarlıkların kapatılması da gündeme gelmeliydi.

Bugün itibarı geçmişte muhtarlık makamının yapmış olduğu bir çok iş bugüne-devlet üzerinden yapılıyor.

Mahallelerde muhtarlıklara ihtiyaç yok desek abartmış olmayız…

Hatta köylerde bile muhtarlıklar kaldırılabilir. Bugün imamı olmayan köy sayısı yok denecek kadar az…

O zaman okul olan köylerde öğretmenler, olmayan köylerde ise bu görevin imamlar tarafından yapılması daha uygun olur.

Onların yapacakları da köye gelen resmi evrakları almaktan ve ulaştırmaktan ibaret olmalı.

Bu sayede ciddi bir tasarruf yapılabilir.

Diğer yapılacak tasarruf ise kamunun elindeki lojmanların çıkartılması, buradan elde edilecek gelirlerin de kentsel dönüşüm çalışmalarında kullanılması, afet konutu yapılması.

Bu da ileride karşılaşılacak olası bir soruna önceden tedbir almak şeklinde yorumlanabilir…Bunu yanı sıra makam araçlarının da sınırlandırılması gerekiyor.

Bu rakamın da sınırlı tutulması kullanılmayan araçların da satışa çıkarılması şart…

Ve en önemlisi kamuya iş yapan müteahhitlerle ilgili olacak bir düzenleme. Hiç başlanmamış işlerin karşılıklı mutabakat ile fesih edilmesi ile önemli bir tasarruf elde edilebilir.

Bu sayede hem yüklenici hem de devlet zarar etmemiş olur…

Bir de bunlara paralel olarak özellikle ciddi bir döviz çıkışı sağlanan sektörlerden biri de sportif faaliyetler.

Bugün birçok başta futbol olmak üzere spor kulüpleri yanlış transfer politikalarından dolayı milyonlarca doları çöpe atıyor. İşte bu noktada yabancı sporcu transferinde çifte kısıtlama getirilmesi şart.

Hem yaş sınırı getirilmeli hem de ödenecek rakam sınırı…

Bu sayede önemli bir miktarda dövizin yurtdışına çıkması engellenmiş olur.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden…

Emekliler meydanlara iniyor

Emekliler meydanlara iniyor

Yerel seçim sürecinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sürekli olarak ‘emeklileri kışkırtmak’ ile suçlanmıştı CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve aslında AK Parti’nin koşulsuz şartsız seçmeni olan, ancak yaşadıklarını da artık içine sindiremeyen seçmen kitlesinin sandığa gitmemesi sonucu iktidar partisine gösterdiği ‘sarı kart’ ile yerel seçimlerde önemli bir başarı kazanmıştı.

Bu uzun giriş paragrafında bahsi olunan ‘kışkırtma’ işine devam ediyor CHP Genel Başkanı…

Emekliler yarın CHP’nin düzenleyeceği ‘Büyük Emekli Mitingi’nde bir araya gelerek bir kez daha ilerlemiş yaşlarına rağmen açlıkla mücadele etmek zorunda kalmanın zorluğunu iktidara duyurmaya çalışacaklar.

Çünkü geçinmek şöyle dursun, içinde bulundukları koşullarda yaşamı yarı aç yarı tok dahi sürdürmeyi artık lüks sayar oldular…

Ekonomik krizin faturasının yıllardır emekliye, emekçiye, işçiye, memura, ücretliye, esnafa, öğrenciye, yani topyekun ülkenin en az kazanan kesimine ödetilmeye çalışıldığını artık hepimiz biliyoruz.

İnsani koşullarda yaşamak için sabit gelirli kesimin enflasyon oranında maaş artışı alması gerekirken, bir zamanlar ülkenin güvenilir kurumlarından olan TÜİK’i yalancı çobana çevirme pahasına, hayali enflasyon oranları yaratarak, bu oranlar üzerinden verdikleri maaş artışları ile var olan alım gücünü en az yüzde 50 kaybeden bir kitle yaratmayı başardılar.

Arada anlatmaya çalıştığım sağlıklı ekonomiyi tanımlayan büyük bir baklava dilimi şeklinin şişkince orta kesimini iyice eritip alt kazanç seviyesine ittiklerinden ülkenin ekonomi şekli ince uzun bir çizginin dibinde şişkince bir alt gelir gurubu vatandaş kazanına döndü.

Bu görüp görebileceğiniz en sağlıksız ekonomik tablo şekli!

Milyonlarca kişiyi insanca yaşam yerine sefalet koşullarında yaşamaya mahkum eden iktidara, ‘Bu büyük adaletsizliğe son verin’ demek için meydanlarda olacak emekliler. Çünkü bahsettiğim en alttaki kazanın en derinlerinde yaşıyorlar…

2024 yılını emekli yılı ilan eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her altı ayda bir emekli maaşlarına zaten gelen enflasyon farkını müjde gibi duyurmaya çalışmasının ardından emekli maaşlarında gerçek bir düzenlemeye gidilmeyecek olduğuna iyice kanaat getiren emekliler için yoksulluk bile lüks artık.

‘Türkiye Yüzyılının Emektarları Programı’nı hayata geçirmekle övünen iktidar en düşük emekli maaşını 10 bin lira olarak açıklıyor, ‘Bizi kıskanıyor’ dedikleri İsviçre ve Hollanda’da ortalama emekli maaşı 2 bin avronun üzerinde. Almanya’da ise bin 552 avro olan emekli aylığı ülkemizde sadece 237 avro. Avrupa ülkelerinin emeklileri emekli aylıkları ile ülkemize gelip en iyi otellerde tatili yapabilirken ve ülkesinde iyi koşullarda yaşamını sürdürebilirken, bizim emeklimiz aynı otelin mutfağında bulaşık yıkıyor.

Bir biçimde çalışma hayatında parlak günler de görmüş ve kendine arada bir tatil yapma imkanı sağlayabilen emeklilere ise Kredi Yurtlar Kurumu’nun ranzalı 8 kişilik odaları reva görülüyor. Çalışma Bakanı, çıkıp bunu müjde olarak sunmaktan, çekinmiyor.

Yani bu ekonomik tablonun en altındaki şişkin kazanın en katran karası yerlerinde olduğu emeklilere sürekli olarak hatırlatılan bir gerçek!

Mesele bu kadar net aslında…

Derin bir hayat pahalılığıyla baş başa bırakılan, kaderine terk edilen emekliler bugün olağanüstü yoksulluğun pençesindeler. Gelirinin tümünü harcadıkları halde yaşamın asgari ihtiyaçları olan gıda, enerji, barınma, sağlık gibi temel kalemlerini bile karşılayamayarak adeta sosyal ölüme terk edilmiş durumdalar.

Konuyla ilgili AK Parti’nin dahi kendi içinde ikiye bölündüğünü ve sonuç olarak asıl suçluyu tespit ettiklerini biliyoruz.

EYT’liler!

Lansman çok şık. ‘EYT’liler emekli olunca bütçeye şu kadar yük bindi… Onlar emekli olmasaydı bu yük emekli maaşlarına artış olarak yansıyacaktı…’

Emekliyi emekliye kırdırma çabası…

Bir dönem işçiyi işçiye kırdırarak yürünmek istenen yolda şimdi sırada emekli var.

Oysa durum hiç de öyle değil. Vakti zamanında bir akıllık edip yine emekli üzerinden bütçe deliği kapatmak adına kanunun geriye doğru işletmeseydiniz EYT’lilerin yoğun biçimde emekli oluşu bu tarihlere denk gelmeyecek, herkes yasal olarak hak ettiği tarihte emekli olacak, bu yoğunluk yıllar içinde eriyip gidecekti.

Hani kimse ‘bıldır yediği hurmaların’ hesabını yine emekliden sormaya kalkmasın lütfen.

Üstelik ülkedeki ana sorunu ortaya koymadan çözüme ulaşma beklentisi içinde olma saçmalığından da vazgeçilmeli. Çalışan sayımız ile emekli sayımız arasındaki oran Avrupa ülkelerindeki orandan çok da farklı değil. Bizim ana meselemiz çalışan sayımızın ülke nüfusuna göre az olmasında.

Yani devletin emekliyi emekliye düşman etmek yerine çalışmaya hazır, evde iş bekleyen gencine ve orta yaşlısına istihdam yaratması gerekiyor. Yine mümkünse bu istihdam olayı saçma sapan o cebimden aldım bu cebime koydum çözümler yerine, üretime yönelik çözümlerle olsun da hem ülke ekonomisine hem de gelişmemize katkı sunsun!

Hesapsız kitapsız atılan tüm adımların faturasını dar ve sabit gelirliye çıkarma işi artık iyice tavsadı bu ülkede. Bir zamanların gerilimden ve kutuplaşmadan beklenen iktidarı nasıl siyasi dili yumuşatmazsa işin maliyetinin kendileri için çok ağır olacağını anladı, istihdam yaratıp evde iş bekleyenleri çalışma hayatına kazandırmazlarsa ortaya çıkacak sorunların altından kalkamayacaklarını, insanların tahammül sınırının çoktan aşıldığını da anlamaları lazım.

Bir de bu ortamda doğum oranlarının azalmasından şikayet ediliyor ki, evlere şenlik. Daha yaşayanlara bakamayan ülkenin yeni doğacaklara nasıl bakacağının garantisi var mı ki?

İnsanlar çocuklarının en iyi koşullarda büyümesini, en azından ser sefil olmamasını ister, önünü göremediğin bir ülkede, önünü göremediğin koşullarda çocuk dünyaya getirmezsin, çünkü zaten kendin dünyaya gelmiş olmaktan pişmansındır zaten.

Hasılı kelam, emekliler hakkını aramak için meydanlarda olacak.

Ülkenin gidişatını düzeltmeden kimseden çocuk falan de beklemeyin…

Haklarıdır…

AK Parti heyecanını kaybetti mi?

AK Parti heyecanını kaybetti mi?

Bursa özelinde son yerel seçimlerde sandıktan istediği sonucu alamayan AK Parti‘de gözler önümüzdeki hafta sonu gerçekleşecek Kızılcahamam kampına çevrildi.

Kamp öncesi bazı il başkanlarının istifası da dikkatlerden kaçmıyor. Sorumluluğu üstlenen başkanlar kan değişiminin yolunu açmış oluyor.

Bursa özelinde ise başarısızlığı sahiplenen yok. Görevdekilerin birçoğu sebep sonuç ilişkisinde başarısızlığın faturasını genel politikalara yıkarak işin içinden çıkmaya çalışıyor…

Bursa özelinde diğer bir ayrıntı ise Orhaneli ve Keles‘te seçmenlerin yanlış oy kullandıkları için iptal edile noylar iptal edilmeseydi, o zaman Kelesve Orhaneli’de de AK Parti seçimi kaybedebilirdi.

Kazanıldığı için bu iki ilçedeki sorunlar sümen altı edilmiş durumda…

Ama asıl sıkıntı seçimlerden sonra AK Parti teşkilatlarının üzerine ölü toprağı serilmiş gibi hareket etmeleri.

Teşkilatlarda ne ses var ne de görüntü…

Özellikle il teşkilatının da sesinin çıkmaması büyük handikap…

Bunun yanı sıra AK Parti’nin muhalefette olduğu ilçelerde etkin muhalefet yapacak ismin olmaması da bir başka sorun.

AK Parti’nin kurulduğu ilk günden itibaren partiyle adı özdeşleşmiş bir dostumuz, “AK Parti’de sorumluluk alan isimler Batman ve Rize İl Başkanlarını örnek alarak istifa etmeli. Atanacak isim partinin kongrelerini yapmalı, ardından da seçilerek yoluna devam etmeli, sonrasında ise hiçbir yere aday olmayacak isimlerden yönetimini kurmalı ve bu taahhütle yola çıkmalı” diyor.

Gerçekten de öyle, bugün il yönetiminden bir çok isim aday olmak için ayrıldı. Kimi milletvekili, kimi de belediye başkan adayı, bazı isimler de meclis adayı olmak için ayrıldılar. Bugün il yönetiminde yedek üye bile kalmadı.

AK Parti tekrar değişim, dönüşüm ve yenileşim anlamında bir şeyler yapmaz ise işi oldukça zor.

Kaybedilen heyecanın yerine gelmesi için kan değişimi şart.

Bunu ben demiyorum. AK Parti’nin kuruluş felsefesine katkı koyanlar söyküyor.

Bizden sadece hatırlatması!

AK Parti ile CHP anayasa değişikliğinde uzlaştı mı?

TBMM Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş yeni anayasa için siyasi partilerin kapısını çalmaya devam ediyor.

Bu meclisin yeni anayasa yapması gerektiğini savunuyor.

Bu minvalde 400 milletvekiline ulaşmak zor.

O zaman yeni anayasa için siyasi partilerin uzlaşması şart gibi gözüküyor.

Ankara kulislerinde konuşulanalara göre yeni anayasa için bir taslak hazırlayan AK Parti’nin yarı başkanlık sistemi gibi bir çalışma yaptığı, Başbakanlık sistemini geri getirmeyi planladığı konuşuluyor.

Öte yandan böyle bir teklife MHP’nin soğuk baktığı da kulislerde konuşuluyor.

O zaman ister istemez akla gelen soru şu: Bu değişikliği AK Parti ile CHP uzlaşarak mı yapacak?

TBMM’de milletvekili dağılımına baktığımızda AK Parti’nin 265, CHP’nin 126 milletvekili bulunuyor.

Her iki partinin toplam vekil sayısı 391…

Değişiklik için 9 milletvekiline ihtiyaç kalıyor. O dokuz milletvekili noktasında MHP dışında destek gelebileceği de ifade olunuyor.

Bu durumda değişiklik için gerekli çoğunluk sağlanmış oluyor.

Olabilir mi?

Neden olmasın diye düşünmeden edemiyoruz.

Biz süreci bekleyip, takip edelim…

 

Türk Mutfağı Haftası’nda Diyarbakır ‘imece’ dedi

Türk Mutfağı Haftası’nda Diyarbakır ‘imece’ dedi

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde gerçekleşen Türk Mutfağı Haftası kapsamında yapılan tanıtımlar şehirlerimizin gastronomi değerlerini bir kez daha ön plana çıkardı.

Diyarbakır’da İl Kültür Müdürlüğü bünyesinde tertiplenen program şehrin gastronomi değerlerinin tarihi mekan İçkale’de arzı endamına vesile oldu. Birbirinden lezzetli Mezopotamya yemekleri tüm davetlilerle birlikte benim de günümü güzelleştirdi.
İçkale o gün daha bir güzel, daha bir mis kokuluydu, hamarat ellerden çıkan lezzetlerle.

Mezopotamya tarih boyunca bereketli toprağı ve bu topraklardan yansıyan lezzetli mutfağı ile tanındı, kitaplarda yer aldı, cazibe merkezi oldu ve dünya mutfaklarına ilham sundu.

Şunu çok net bir şekilde ifade edebilirim; Türkiye ve dünyanın en lezzetli mutfağı neresidir sorusunun cevabı kesinlikle ve kesinlikle Güneydoğu’dur. Bunu sadece ben söylemiyorum elbette yurt dışında ve Türkiye genelinde söz ne zaman lezzetlere gelse işin sonunda herkes birincilik kupasını Güneydoğu Mutfağı’na veriyor.

Türk Mutfağı Haftası kapsamında Diyarbakır’da düzenlenen gastronomi şöleninde de tattığımız lezzetler sonrasında tam da bu noktada yeniden buluştuk; dünyada ve Türkiye’nin yedi bölgesi arasında bir numara Mezopotamya lezzetleri…

Bu yıl açıklanan kamuya yönelik tasarruf paketi, kamu kurumlarının etkinlik yapmasına yeni bir boyut kattı bence. Laf aramızda Bakan Şimşek’in açıkladığı tasarruf paketi, israfın önlenmesiyle birlikte “idealist, üreten ve azimli yöneticileri” de göz önüne çıkaracak.

Zira varlıkta herkes bir şekilde etkinlik düzenler fakat önemli olan yoklukta tüm şehri samimiyetle yan yana getirebilmek ve imece usulü faaliyetleri hayata geçirebilmektir.

İşte Diyarbakır’da tam da böyle olmuş bu yıl. Diyarbakır İl Kültür Müdürü Sabahattin Genç, Dicle Üniversitesi’ni ve şehrin lezzet esnafını yanına alarak Türk Mutfağı Diyarbakır sofrasını kurmuş.

Yeri gelmişken belirtmek istiyorum. Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakoç göreve geldiği günden bu yana eşinin de desteğiyle samimiyetle inşa ettikleri gönül köprüleriyle Dicle Üniversitesi’nin muazzam bir sosyal duyarlılık çıtası yakalamasına vesile oldular. Dicle Üniversitesi için milat niteliğindeki bu samimiyet-emek, Diyarbakır ile birlikte bölgede de verimli sonuçlar ve memnuniyet yaratmış durumda.

Türk Mutfağı Haftası Diyarbakır etabında coğrafi işaretli lezzetler tarihi mekan İçkale ve kulaklarımızdan süzülüp gönlümüzü doyuran yöresel müzikler ile öyle güzel entegre olmuştu ki masal kitaplarının sayfalarında geziniyor gibiydim.

Her şey kusursuzdu. İl Kültür Müdürü Sabahattin Genç’in etrafında gönüllü olarak birleşip şehrine vefasını gösteren esnaf ve Dicle Üniversitesi gastronomi bölümü Diyarbakır lezzetlerini bir yandan konuklara ikram ediyor, bir yandan da o lezzetlerin hikayelerini anlatıyorlardı.

Diyarbakır, İstanbul’dan sonra ikinci tarih küpü olmasına rağmen bana göre İstanbul’dan daha ziyade dünya nadidesi. Neden mi?Birincisi pek çok medeniyetin kalıntılarını bünyesinde barındırıyor. İkincisi başlama tarihi tam olarak kestirilemeyen muazzam tarihi Surlara sahip. Üçüncüsü uzun ve lezzetli bir gastronomi listesine sahip. Dördüncüsü kültürel dokusunu hala koruyor. Beşincisi kolay ulaşılabilir olmasıyla gezenleri yormuyor. Altıncısı görsel eserleriyle birlikte müzikleriyle, şairleriyle, edebiyatçılarıyla, halk oyunlarıyla, hikayeleriyle ve daha nicesiyle kültürel birikime sahip. Yedincisi eğitim-tıp-sanat-edebiyat-teknoloji alanlarında dünya ilklerinin merkezi Mezopotamya’nın kalbine sahip. Sekizincisi bereketli topraklara sahip.

Ve tüm bu değerlerine rağmen son yıllarda biraz artsa da hakettiği turizm dilimini hala alamamış maalesef.

Birkaç ay önce İl Kültür Müdürü olarak Diyarbakır’a atanan Sabahattin Genç’in de en büyük azmi şimdi bu yönde. Şehrin esnafını da yanına alarak hareket etmeyi önemseyen Müdür Genç, ”Diyarbakır’ın turizmde hakettiği yere ulaşması ilk hedefimiz birlikte hareket etmek. Diyarbakır’ın günü birlik gel-gez-gör-git rotasını gel-gez-gör-konakla formuna çıkarmak için yol haritamız önümüzde. Turizm masa başında yönetilecek bir mecra değil. Turizm aktif bir şekilde 365 gün kesintisiz aksiyon gerektiren bir mecra. Cumhurbaşkanlığımız himayesinde gerçekleşen Türk Mutfağı Haftası kapsamında bu yıl imece ruhunu önemsedik. Gastronomi sektöründe hizmet veren esnafımız ve Dicle Üniversitemiz ile mutfağa girdik ve Diyarbakır’ın kadim lezzetlerini hazırladık” özetini aktardı.

Tarihi mekan İçkale’nin ve yöresel nağmelerin güzelliği eşliğinde bu yıl Diyarbakır lezzetleriyle buluşmanın keyfi doyumsuzdu. Şimdi tadamayanlar düşünsün diyorum…

Osmangazi Belediye Başkanı Aydın’ın ilk 50 güne sığdırdıkları

Osmangazi Belediye Başkanı Aydın’ın ilk 50 güne sığdırdıkları

Yerel seçimlerin ardından yapılan devir teslimlerde siyasette nezaketin sergilendiği ilçelerin başında Osmangazi geliyor.

Halef ve selef olan Mustafa Dündar ve Erkan Aydın, tabiri caizise helalleşerek koltuk devir teslimi yaptılar.

Görevi devralan Erkan Aydın, selefi Mustafa Dündar dönemine ait hiçbir şekilde dert yanmadı, ağlamadı…

Bundan dolayı iki başkan da alkışı fazlasıyla hak ediyor.

İşte cuma sabahı Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın‘ın gerçekleştirdiği toplantı bu açıdan bakınca oldukça önemliydi.

Mazbatasını aldıktan yaklaşık 2 ay sonra basın mensuplarının karşısına çıkan Başkan Aydın, ”biz hazıra konduk, devlette devamlılık esastır, emeği geçenlere teşekkür ediyoruz” diyerek basın toplantısına başladı.

Bir anlamda Aydın, devir teslimde başlayan siyasi nezaketini devam ettirdi.

Ardından 54 güne sığdırdıklarını bizlerle paylaştı.

Bu minvalde değerlendirecek olursak 31 Mart 2024 seçimlerinin ardından Bursa’da en fazla icraatı kim yaptı derseler?

Kesinlikle Erkan Aydın derim…

Göreve gelir gelmez Osman Gazi’yi Anma ve Fetih Şenlikleri ile başladığı icraatlara 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile devam etti.

Ardından 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı etkinlikleri sonrasında Çirişhanespor Lokalinin temelinin atılması…

Yakın bir tarihte hayırsever desteği ile 80 kişilik kreşin temelinin atılması.

Yapılacak kreş için belediyenin kasasından hiçbi rşey çıkmaması da Aydın’ın halktaki ve hayırseverlerdeki karşılığının anlamı demek, daha doğru olacak.

Bu domino etkisi ile yaklaşık 10 hayırseverin de benzer bir çalışma yapacağını Aydın’dan öğrendik.

Bunun yanı sıra Halk Lokantası gün sayıyor. Bursa’nın Osmangazi Meydanı’nda 1 Haziran tarihinden itibaren 4 kap yemek 80 TL‘den halkın hizmetine sunulacak.

Yine meydanda Genç Kafe açılacak.

Bunun yanı sıra kadınlar için spor merkezi

Bunun dışında yaz döneminde çocuklara yönelik gezici kütüphane de Aydın’ın projelerinden…

Bunun yanı sıra 144 kişilik kız yurdunun da Bağlarbaşı’nda yakın bir tarihte temeli atılacak.

Olası depreme yönelik çalışmaların devam ettiğini de öğrendik.

Bu arada belediyenin borcunun yaklaşık 1 milyar TL, bu borcun büyük bir kısmının uzun vadeli olduğunu Aydın açıkladı…

Aydın’ın en önemli icraatlarından biri eleman kıyımı yapmaması, yeni yönetim kadrosunu mevcut çalışanlardan seçmesi de önemli bir detay…

Netice olarak diyeceğimiz odur ki halkta karşılığı olan Erkan Aydın’ın ilk ayı karnesinin pekiyi olduğu.

Bizim temenimiz odur ki Aydın’ın bu başarısı dönem sonuna kadar devam etsin.

Erkan Aydın sorumluluğunun farkında

Erkan Aydın sorumluluğunun farkında

Yerel seçimlerin ardından oturduğu belediye başkanlığı koltuğunda şikayet etmeden doğrudan hizmet üretmeye başlayan nadir isimlerden biri Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın.

Artık görevi devredenin kerametinden midir, görevi devralanın nezaketinden midir bilinmez, ama yaşadığımız gerçeklik ortada.

Erkan Aydın başkanlık koltuğuna oturduğu andan itibaren kimseyle polemiğe girmeyeceğinin sinyallerini vermiş ve ‘Enkaz edebiyatı yapmayacağız, iş yapacağız’ diyerek koltuğu devraldığı Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar ile birlikte objektiflerin karşısına geçmişti.

Tam da siyaset sahasında görmek isteyeceğimiz hareketler…

Seçimden kısa bir süre önce kendisini Norm Haber stüdyolarında ağırlama fırsatı bulmuştum. Doğrusunu söylemek gerekirse o zaman konuştuğum Erkan Aydın ile bugün, mazbatasını aldıktan 50 gün sonra tekrar kameraların karşısına geçerek yaptıklarını ve yapacaklarını anlatmak üzere basın mensuplarını Halk Lokantasında ağırlayan çiçeği burnunda başkan arasında bir fark göremedim.

Bu önemli, zira herkesin dilinde olan türküyü bir kez de ben çağırayım ve ‘AK Parti’yi kibri bitirdi…’ özlü sözünü yineleyeyim. Vatandaşın artık kendisinden yüz çeviren ve küçük dağları ben yarattım edasıyla dolaşan yöneticilere tahammülü sınırlı.

Bunun yerine halkla iç içe, işin başında koyduğu mesafeyi hiç bozmayan, sorun değil icraat üreten insanlar görmek istiyor herkes karşısında.

Eldeki doneler bir araya getirildiğinde, Erkan Aydın’ın seçim sürecinde koltukla arasındaki mesafenin ne olduğunu ölçmek konusunda en zorlandığımız, koltuğa oturduktan sonra ise bu makama en hazır bulduğumuz isim olduğunu söyleyebilirim.

Daha şimdiden halk lokantası, Çirişhane Spor Kulübü Lokali, 80 çocuk kapasiteli bir kreş, 144 kız öğrencinin yararlanacağı Bağlarbaşı’nda yapılması planlanan kız öğrenci yurdu ve kent meydanında yapılması planlanan ‘genç kafe’ projesi için kollar sıvanmış.

Bursa yakın bir süreçte ‘Bursa Düşün Dergisi’ adında bir yayını da bağrına basacak Osmangazi Belediyesi sayesinde.

Bugünkü toplantıda ne Osmangazi Belediyesine yapılan atamalar tartışıldı ne de işten çıkarmalar…

“Kadromuzu kendi içimizden derlemeyi tercih ettik. Liyakatli olduğu halde hak ettiği yerlere gelememiş personelimizi de değerlendirdik. Çok yakın süreçte tüm ekibimizi kuracağız” diyen Aydın’ın en ilginç ekibi ‘Proje ekibi’ olacak bence. Bir fabrika gibi çalışacağı ve toplumun dezavantajlı kesimleri başta olmak üzere tüm alanlara hitap eden projelerin üretileceği bir birim olacak burası. Ben çıkacak sonuçları merakla bekliyorum.

Elbette merak edilenler de var. Mesela; ‘belediyenin borcu ne kadar, bu borcun ne kadarı yeni yapılan meydana ait, belediyede kaç kişi çalışıyor’ gibi spesifik sorular soruldu elbette.

Öncelikle şunu belirtelim, belediyenin borcu bütçesinin üçte biri kadar olduğundan ve bu borç uzun vadeli bir borç olduğundan Erkan Aydın pek de şikayetçi değil durumdan. ‘Bir biçimde çeviririz, yapılmayacak iş değil’ diyor.

Gelelim rakamlara…

Osmangazi Belediyesi’nin bir milyar liraya yakın borcu bulunuyor. Borcun ağırlıklı kısmını da yeni yapılan kent meydanı oluşturuyor.

5 yılda tamamlanmış olan meydan o günün rakamları ile 650-700 milyon liraya mal olmuş.

Meydanla ilgili eski Belediye Başkanı Mustafa Dündar için hep şöyle bir ifade kullanılırdı, ‘Belediyenin parasını betona gömdü…’

Yapılan her işin bir kamu malı olduğunu, eskiyi yıkıp yeniyi yapmaya kalkmanın da bir kamu zararı oluşturacağını belirten Erkan Aydın’ın meydanla ilgili şikayet ettiği tek şey yaklaşık 2 bin araçlık otopark için yapılan masraf.

Şöyle bir kıyaslama ile konuyu daha net anlatabilirim. 230 dükkanın bulunduğu Kent Meydanı AVM’nin 330 araçlık otoparkı bulunuyor ve Başkanın verdiği bilgiye göre bu otopark sadece bazı hafta sonları tam dolu oluyor. Gelin görün ki, 8 dükkanın bulunduğu meydanda 2 bin araçlık otopark var ve en büyük masraf kalemi de bu otoparkın yapılması için harcanmış.

Şimdi bir de meydanın ikinci etabı var gündemde. Bir ihtimal akademik odalarla ortaklaşa bir proje ya da yarışma ile daha çok yeşil, daha az beton, sıfır dükkan planı var bu bölge için.

Tüm Bursa’da olduğu gibi Osmangazi’de de kentsel dönüşüm en önemli konu ve Altıparmak, Çarşamba aksının dönüşümü ile ilgili akademik odaların hali hazırda yürüttükleri bir proje çalışması da mevcuttu geçmiş dönemde.

Erkan Aydın, kentsel dönüşümde ağırlığı garaj altı bölgesine vermeyi düşünüyor, zira burada toprak yapısı çarpan etkisi ile depremin etkisini katlayacak gibi görünüyor. Fakat Altıparmak, Çarşamba bölgesinde de hem eski hem de yüksek katlı yapı yoğunluğu fazla.

Hasılı kelam, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık bir hali var kentsel dönüşüm konusunda Osmangazi’nin. Sonuçta bir yerden başlamak lazım. Anlaşılan o ki, projesi üzerinde çalışılan kısımdan başlanacak işe. Bu konuda akademik odalara da daha hızlı hareket edilmesi konusunda talepte bulunulmuş.

Sadece benim değil pek çok kişinin şimdiye kadarki belediye başkanlık performanslarına bakarak en çok etkilendiği başkanlardan biri Erkan Aydın. Dakikliği, sadeliği, işe yoğunluğu ve bence geleceğin yükünü şimdiden sırtlanan başkanlar olduklarının farkındalığı var üzerinde.

Elbette süreç uzun, basın olarak kendisini yakından takip etmeye devam edeceğiz…

İki mağdur, bir çözüm

İki mağdur, bir çözüm

Tüm siyasi parti liderlerinde bir demokrasi perisi var bugünlerde.

Hayırlara vesile olsun…

Seçimlerin ardından büyük küçük demeden siyasi partilerin liderleri ile görüşmeler gerçekleştiren ve ülkede bir demokrasi havası estirmeye, eskinin özlediğimiz fikir alışverişli politik hayatını geri getirmeye gayret eden CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici’ye yaptığı ziyareti de bu anlamda ele almak, elbette takibini yapmak mesleki görevimizdi.

Nezaket cümlelerinin havada uçuştuğu, hatta geçmişte birbirlerine yönelik sarf ettikleri sert sözlerin tatlı hatıralar olarak tozlu raflarda yerini aldığı şeklindeki imalar ve gülümsemeler arasında geçen ziyaret sonrası açıklaması ülke gündemini birkaç gündür en çok meşgul eden konuya gelip dayanınca şak diye ikiye bölündü liderler, tıpkı toplum gibi…

Sahipsiz sokak köpekleriydi bahsettiğim konu!

Sokak köpekleriyle ilgili Meclis gündemine gelmek üzere olan düzenlemeye ilişkin açıklamalar yapan iki lider birbiriyle ters düştü.

Bu konudaki tavrını değiştirmediğini ve sokak köpeklerinin tehdit oluşturduğunu belirten Mustafa Destici, “Bu konuda çok netiz, şu anda insan hayatına ciddi tehdit oluşturmaya başladı. Bu yasa teklifini desteklediğimi ifade ediyorum” dedi.

Benim açımdan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in soruya yanıtı çok önemliydi. Zira ben karpuz gibi ortadan ikiye bölünüp bir tarafı ölesiye desteklemek yerine akla mantığa ve elbette bilime uygun çözümlere ulaşmanın insan vicdanını daha az rahatsız edecek sonuçlar doğuracağını düşünenlerdenim.

Özel; “Bir taslak görmüş değiliz henüz. Taslak üzerinde elbette hep birlikte çalışacağız, ancak TBMM insan kaynağıyla verilen emekle harcanan zaman ve meclis imkanlarıyla Ocak 2020’de bir meclis araştırma komisyonu kurdu ve bu komisyon hayvan haklarının korunmasına ilişkin raporunu verdi. Bu rapor da hazırlanırken uzmanlar akademisyenler dinlendi. Bu raporda uyutma meselesi hasta ve tedavi edilemez hayvanlar ve kontrolü mümkün olmayan birtakım hayvanlarla sınırlı ve sokak hayvanlarının çoğalmasını engellemeyle ilgili bir uyutma tedbiri kesinlikle yok. Ama burada soruna bir müdahale var. Diyor ki rapor; ‘Bir hayvan hakları fonu kurulmalıdır. Bu hayvan hakları fonunun gelirleri belediyelerin aldıkları emlak çevre temizlik vergilerinden aktarılacak paylar. At yarışından milli piyango gibi şans oyunlarından aktarılacak paylarla bağışlardan oluşmalıdır ve bu fon barınakların yapılması kısırlaştırılmaların yapılmasıyla ilgili harcamaların bu fondan kaynak sağlanır.’ Bunu tüm siyasi partiler böyle söyledi ve meclis karara bağladı. Bugün tasarruf tedbirleri söz konusu olunca, ‘Efendim biz parayı seçim ekonomisine harcadık bu köpekleri uyutalım’ derseniz bunun tutar bir tarafı yok. O yüzden bu fon kurulmalı ve başta kısırlaştırılma olmak üzere bu para barınaklara gitmelidir. Bizim yaklaşımımız meclisin kendi raporuna sahip çıkmasıdır!”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici ile CHP Genel Merkezi’nde ortak basın açıklaması yaptı.

20 yılı aşkın süredir ülke belediyelerinin büyük çoğunluğunu elinizde bulundurduğunuz, merkezi hükümeti de kuvvetle elinizde tuttuğunuz bir süre geçirdiniz, sahipsiz hayvanlar için bir adım bile atmadınız, başınız sıkıştığında bu konudaki tüm yükü bütçesi en küçük olan ilçe belediyelerine yıkmaya çalıştınız, söylediğiniz hiçbir sözü de tutmadınız.

Şimdi meselenin adını tam olarak koyalım isterim. İçinde bulunduğumuz sorunun öznesi hayvanlar değil, bizleri ve bu ülke sınırları içinde nefes alıp veren tüm canlıları koruması gereken devlettir. Devlet bu konuda düzenleyici yetkilerini ve gücünü tam olarak kullanmadığı için iki mağdur taraf karşı karşıya bırakılmakta ve tıpkı kiracı ev sahibi meselesinde olduğu gibi sorunun kendi kendine çözülmesi beklenmektedir.

İhmaller nedeniyle pek çok acı reçete oluştu hem insanlar hem de hayvanlar cephesinde. Ancak bu reçetenin faturasının tek bir tarafa ve acımasızca ödetilmesini içim bir türlü kabul etmiyor.

Bu konuda hayvan hakları savunucularının taleplerine şimdiye kadar hep kulak tıkandı, ancak bir kez daha tekrarlamak gerekiyor;

-Sokaklarda yaşayan hayvanların yaşam hakkı güvence altına alınmalı

-Hayvan etiği ve sağlığı düşünülerek merkezi ve yerel yönetimler tarafından kısırlaştırma seferberliği başlatılmalı

-Sokaklarda yaşayan hayvanlar için yaşam alanı sağlayan bakım evleri oluşturulmalı

-Yetkililer hayvanların bakım ve aşılama çalışmalarını tamamlamalı

-Sokağa veya şehir dışındaki alanlara hayvan bırakılmasına karşı caydırıcı cezalar getirilmeli

-Doğal alanlarda özellikle köpek nüfusunun artmasına sebep olan uygulamalar engellenmeli

-Karar vericiler hayvanların üretim, satış ve ticaretini engelleyecek yasal düzenlemeler yapmalı ve uygulamalı

-Bakanlık tarafından hayvan hakları konusunda 5199 sayılı kanunun maddeleri uygulanmalı ve denetlenmeli

-Devlet, yerel yönetimler ve toplum birlikte hareket etmeli, süreçler şeffaf bir şekilde paylaşılmalı ve denetime açık olmalı

-Hayvanların ve insanların can güvenliğini sağlamak için ortak bir politika oluşturulmalı ve uygulanmalı

Bu konuda sahipsiz hayvanlara sahip çıkmak adına göreve gelir gelmez ciddi adımlar atan ve büyük birer yaşam alanı yaratarak hem ilçelerini hem de patili dostlarımızı güvenceye alma gayretinde olan Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren ve Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç’ı tebrik etmek gerekiyor.

İmkansızlıklara rağmen yılmadan çözüme odaklanmaları gerçekten takdire şayan…

Bu kadar zor olmamalı her şey…

Gönüllüler, devlet, akademik odalar, veteriner hekimler ve elbette belediyeler el ele vererek bu sorunu çoktan çözmüş olmalıydı. Elbette sorunun çözümü için devlet ön ayak olmalı, tek tek saydığım bu kesimlerin bir noktada buluşmasını sağlamalıydı.

Her ilin gönüllüleri var, akademik odaları, veteriner hekimler var.

Bu ülke bu sorunu çözer, üzerine bir de güzel demli çay içerdi. Yeter ki, birlik olunsaydı, yeter ki devletin kudretli eli çözüme yönelseydi…

Eldiven imalatçıları kan ağlıyor

Eldiven imalatçıları kan ağlıyor

Gerçek olan şu: Enflasyonu düşürmek için ekonomi yönetimi sıkı para politikası uygulamaya devam ediyor.

Faizler yükseliyor, döviz kurunda pek hareketlenme yok…

Parası olan üretim yapmadan parasından para kazanıyor. Ama üretim yapan, bir ayağı ihracatta olan iş insanları yaşam savaşı veriyor….

Onların beklentisi döviz fiyatları ile ilgili…

Belki devalüasyon olmayabilir, ama ihracatta farklı kur politikaları uygulanabilir. Teşvikler sağlanabilir.

Bir tarafta bu gerçek varken, diğer tarafta düşük kur politikasından dolayı ithalatçının bayram ettiği, yerli üreticinin ise kan ağladığı bir sektör var.

O da eldiven imalatçıları sektörü…

Geçen hafta içinde iş yerinde ziyaret ettiğim Eldiven İmalatçıları Derneği Başkanı Ahmet Bulut‘a bir dokunduk, bin ah işittik.

Yaşanan sıkıntılar noktasında pek de iç açıcı bir tablo çizmedi.

Rotatif kredilerin maliyetinin her geçen gün artması da sektörü zorluyor.

Bulut, “Önlem alınmaz ise sektör kapısına kilit vurabilir. Bizim 6,5 dolara imal ettiğimiz eldiven yurt dışından 2,5 dolara ithal ediliyor. Kalite noktasında biz onlardan çok çok iyi olmamıza rağmen ona bakılmıyor. Sadece kalite değil, insan sağlığına zararsız olan yerli üretimimizin kapıya kilit vurulması durumunda ülke genelinde sektörden direkt ekmek yiyen 100 bine yakın çalışanımız, öte yandan dolaylı olarak da bir o kadar bunların hepsi işsiz kalabilir. Yapılan milyarlarca dolar makine yatırımı atıl hale düşebilir” şeklinde görüşlerini bizimle paylaştı.

Çözüm önerisi olarak da sektörün hayatta kalabilmesi için “daha önce sektöre getirilen ithal edilen eldivende yüzde 30 ilave vergis adece nefes almamıza yetti. Bu sektörün hayatta kalabilmesi için emsal fiyat uygulamasının doğru bir uygulama olacağını düşünüyoruz. Bu uygulamayla beraber hem yerli üretici korunur hem de istihdam sayısında artış olur ve yurt dışına döviz gitmez” dedi.

Şimdi iş hükümete, daha doğrusu Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Ticaret Bakanı Ömer Bolat’a düşüyor, sektörün  sorunlarını dinleyip gerekli önlemleri almaları gerekiyor.

Bize düşen sektörün durumunu paylaşmak ve takip etmek…

***

BULUŞMA SIRASI AYDIN’DA

Yerel seçimlerin ardından ikinci ay da bitti. Bu minvalde özellikle değişen belediye başkanlarının medya ile buluşmaları devam ediyor.

Toplantı sırası Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’da…

Şu ana kadar göreve seçilen belediye başkanları arasında en başarılı çalışmalara imza atan Aydın, önce ana okulu kararı aldı, ardından da Çirişhanespor’un lokalinin temelini attı. Şimdİ ise sırada kent lokantası var.

Geleceğe yönelik çalışmalarını paylaşacağı basın toplantısını Cuma saat 09.30’da Osmangazi Meydanı Halk Lokantasında gerçekleştirecek Aydın neler anlatacak?

Bizler de merak ediyoruz…

Bursa Tabip Odası’nın toplantısından akılda kalanlar

Bursa Tabip Odası’nın toplantısından akılda kalanlar

Geçen hafta cumartesi günü Bursa Tabip Odası Başkanı Doktor Kadir Binbaş‘ın basınla tanışma buluşması vardı.

Bizler de o buluşmada bulunduk.

Toplantıda Binbaş, Türkiye’deki mevcut sağlık politikaları başta olmak üzere devlet tarafından kişi başına gerçekleştirilen harcamalar konusunda dünya ile mukayeseler yaptı.

Ya da basit ifade ile sağlığın röntgenini çekti…

İlginç istatistiki rakamlar verdi…

Misal, Türkiye’de 850 milyon insan muayene olmaya gitmiş.

Bunun 190 milyonu acilden giriş yapmış…

Rakamlara baktığımızda oldukça fazla…

Bana göre muayene sayısı resmi olarak bu…

Gerçekten gitmiş midir?

Biraz da yazan ve düşünen birey olarak ben de kendi düşüncelerimi açıklamak isterim.

Muayene olanların kontrole gittiğini de varsayarsak bu rakam otomatik 425 milyona düşüyor.

Bu kontrol birden fazla ise kronik şeker, kanser hastalarını da sayarsak en az 125 milyon da öyle düşüyor.

Geriye kalan rakam 300 milyon…

Türkiye’de 15 milyon civarında öğrencinin her eğitim ve öğretim yılında salgına maruz kaldığını düşünürsek bu rakam daha da düşecektir.

85 milyon ülkede kronik hastalar ve çocukların rutin muayenelerini saymaz isek bu rakam kişi başı yılda en fazla dördü geçmez.

O açıdan rakamlara bir de benim yazdığım gibi bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Yine  toplantıda bir başka konuşulan konu ise kişi başına sağlık harcamaları…

Bu rakamın ülkemizde 106 dolar iken, ABD’de 16 bin doların üstünde olduğu Binbaş tarafından ifade edildi.. Bunu değerlendirirken, ülkelerin sağlık hizmetlerine ulaşmada güncel sağlık fiyatlarına gelir ve gider dengesi açısından bakmak gerekir.

Misal ABD gibi ülkelerde bir açık kalp ameliyatı 50 bin dolar gibi bir rakam iken, ülkemizde o rakamın onda biri bile değil…

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Öte yandan, hayatının bir bölümü yurt dışında geçen birisi olarak İngiltere örneğini vereyim.

İngiltere’de ilk birim NHS’den ikinci ve üçüncü basamağa sevk, deveye hendek atlatmaktan daha çok zor.

Bundan dolayı kayıtlara yansımayan geç teşhisten hayatını kaybeden binlerce hasta var.

Öte yandan;

Asıl konuşulması ve sorgulanması gereken özel hastanelerde SUT fiyatlarına göre yüzde 200 alınması gereken farkların yüzde 2000’lere ulaştığı.

Bu konuda mağduriyetlerle ilgili bir çalışma yapılıp yapılmadığı.

Yine aile hekimliğinin ilk basamak sağlık hizmetlerinin başlangıcı olması isteniyorsa hastanelerde görev yapan icapcı ve poliklinik, nöbet haricinde kalan günlerde hekimlerin ASM’lerde görevlendirilmesi.

Buraların fiziki ve teşhis anlamında kuvvetlendirilmesi.

Misal, en azından bazı sağlık ocaklarında EKG ve EKO, ultrasonografi gibi teşhise yönelik cihazların bulunması, rutin kan tahlillerine kanser tarama testlerinin ilave edilmesi…

Her şeye rağmen sağlık sistemimizde aksamalar olabilir.

Ama birçok Avrupa ülkesinden sağlıkta ilerideyiz…

Bu da hükümetin başarısı…

Sanayiye yeni model önerisi

Sanayiye yeni model önerisi

Bursa ve Türkiye’nin Dönüşümü için 2024-2025 BUSİAD Çalışma Takviminin sunumunu yapan BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar;

“Etkinliklerimizin ana omurgası elbette ki sanayi, tarım ve turizmle gelişen Bursa söylemine dayanıyor. Bunu başarabilmek için de elimizde üçlü dönüşüm argümanı var.

Nedir bu üçlü dönüşüm?

Yeşil, Dijital ve Toplumsal Dönüşüm!

Katma değeri yüksek teknolojiler kullanarak dijital dönüşümü başarmış, yenilenebilir enerji ve döngüsel ekonomi bilincini geliştirerek, Avrupa Yeşil Mutabakatına uyumlu, sürdürülebilir çalışmalar yaparak yeşil dönüşümü hayata geçirmiş, merkezinde insanın olduğu bir anlayışla, eğitim, iş ve sosyal yaşamda fırsat eşitliğini sağlayarak, özgür düşünce, girişimcilik ve toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı politikalar uygulayarak, kültür, sanat, spor ve sosyal sorumluluk projelerini çalışma hayatı ile bütünleştirerek toplumsal dönüşümü sağlamış bir Bursa için el ele diyoruz.

Hantal bir kent yerine dinamik, günün koşullarına göre çevik hareket edebilen, değişebilen, kendini yenileyebilen bir kent için tüm Bursalı paydaşlar olarak kendimizi yeniden planlamalı ve ona göre hareket etmeliyiz” diyerek yaptı açılış konuşmasını.

Geçtiğimiz yıl bence çok önemli olan Bursa Vizyonu raporunu ortaya koyan BUSİAD, önümüzdeki dönemde yapacağı vizyon çalışmalarını anlatmak üzere düzenlediği toplantıda bu kez gerekli yeşil, dijital ve toplumsal dönüşümlerin gerçekleşmesi için nasıl bir yol izleneceğine dair haritayı çıkarmak üzere kolları sıvadı.

Bursa Vizyonunda da ortaya koydukları ana prensip olarak şehrin; sanayi, tarım ve turizm ayaklarının birbirinden ileride ya da geride olmadan gelişmesini öngören BUSİAD Sürdürülebilirlik ve Yeşil Bursa Komitesi Başkanı Hüsamettin Çoban’ın bahsettiği Nilüfer çayının kirlenmesi sorununu artık sorun olmaktan çıkarma meselesi hayli önemliydi hepimiz için.

Çoban, “Nilüfer Çayı, çıktığı yerde birinci sınıf su kalitesindeyken denize döküldüğü an dördüncü sınıf su kalitesinde dökülüyor. Yeşil çalışma grubu olarak Bursa’nın en önemli sorunlarından biri olduğunu gördüğümüz Nilüfer çayının artık temiz akmasıyla ilgili ne yapılması gerekiyorsa bu konuda gündem oluşturmak, farkındalık yaratmak, bilimsel çalışmalara aracılık etmek gibi, bununla ilgili bir rapor yayınlayarak Nilüfer çayının artık Bursa’nın sorunu olmasından çıkmasını amaçlıyoruz” dedi.

Şimdiye kadar pek çok temizlik kampanyasının ve yine pek çok çevre kirliliği açıklamasının konusu, aynı zamanda konuğu olan Nilüfer Çayının yıllar öncesindeki gibi temiz akması ihtimalini düşünmek bile insanın içine mutluluk veriyor doğrusu…

Çayın aktığı satıh boyunca yaklaşık 4 bin işletmenin yer aldığını ve bu işletmelerin kirli sularının Nilüfer Çayına aktığını artık kimse gizleme gereği dahi duymuyor. Bunu çayın doğduğu yerdeki debisi ile denize döküldüğü yerdeki debisi arasındaki farktan da anlamak mümkün zaten.

Altı hassasiyetle çizilen bir diğer konu da 2040 Çevre Düzeni Planı!

Planla ilgili bir an önce çalışmalara başlamak gerektiğini bir süredir vurguluyorum biliyorsunuz. Çünkü 2020 planının eskiliğinden yararlanarak plan değişikliği başvurusu ile yürütülmeye çalışılan çevre suçu niteliğinde pek çok projeye ön ayak olmuş oluyoruz yeni planı çıkarmadıkça.

BUSİAD da hem yeni Çevre Düzeni Planının hazırlanması hem de Bursa Mutabakatının bir an önce hayata geçirilmesinin Bursa için çok önemli olduğuna vurgu yaparken, benim bahsettiğim gerçekliği de göz önünde bulunduruyor elbette.

Hazır plan ve mutabakat gibi şehir için önemli kelimeleri kullanmışken ve bunca sanayiciyi bir arada bulmuşken Bursa’nın yeni sanayi bölgelerine ihtiyacının olup olmadığına ve bu konuya nasıl bakıldığına yönelik sorunun yanıtına değinmeden geçmek olmaz elbette.

Bu konuda BUSİAD’ın tavrı oldukça net. Sanayi yapılacak yerler orman, tarım alanı, çayır ya da mera alanlarının dışında yerler olmalı. BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar’ın model olarak önerdiği çok güzel bir yaklaşım da mevcut.

Almanya sanayileşme modeli!

Bir diğer adıyla tekil sanayi tesislerinin sayısının artırılması…

“Büyük büyük sanayi bölgeleri kurmaya, pek çok firmayı bu bölgelere toplamaya ve bu bölgelerde üretim yapmaya lüzum yok” diyor Küçükkayalar. “Sanayi üretimi için uygun olan alanlarda tek başına işletmeler kurulabilir. Örneğin Almanya’da sanayileşme bu biçimde tüm ülkeye yaygınlaştırılmıştır. Hemen her köyde bir fabrika vardır ve o köyün kalkınmasına öncülük etmiştir. Demiryolu ile lojistiğin sağlandığı durumlarda son derece sürdürülebilir bir yaşam biçimi de oluşturur bu durum” diyerek de geliştiriyor anlatmak istediği modeli.

Geçtiğimiz günlerde yaptığımız ziyaretler sırasında dağ ilçelerindeki en büyük sorunun şehre göçü önleyememek, ilçelerinde bulunanlara yeterli iş imkanı sağlayamamak olduğunu dile getirmiştim hatırlarsanız. Böyle bir model sayesinde tersine göçün kapılarını aralamak hiç de zor olmaz aslında.

Geçtiğimiz yılı hazırladıkları raporlar ve sunumlarla dolu dolu geçirmemize vesile olmuştu BUSİAD, bu yıl vizyonumuzun daha da gelişmesine katkıda bulunacaklarına şüphe yok.

Gaziakdemir sabırla bekliyor!

Gaziakdemir sabırla bekliyor!

Fikri takipten devam o halde…

Ne dedik, ‘Bir yıl vaktimiz var mı?’

Bu soru önemli, zira şehrin ve akademik odaların onaylamadığı, itirazların olduğu pek çok proje şu anda işler vaziyette. Üstelik bahsi olunan itirazlara yönelik bir düzenlemeye uğramadan. Eski yönetimin ben yaptım oldu mantığını çalıştırıldığı bir durum bahsettiğim.

İşte size kocaman bir örnek; Gaziakdemir Kentsel Dönüşüm Projesi!

Hemen hatırlatalım:

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Osmangazi İlçesindeki Gaziakdemir mahallesinde 15,30 hektar yüzölçümlü alanda kentsel dönüşüm gerçekleştirmek için bir plan değişikliği hazırladı.

Bölgenin hali hazırda şehrin sıcak su kaynaklarının üzerinde, TOKİ konutlarının yükseldiği alanın hemen bitişiğinde, pek çok kısmı ova koruma alanında kalan bir yer olduğunu ve ortalama 3 katlı müstakil evlerden oluştuğunu ilk etapta vurguluyorum ki, nereye ne yapılmak istendiği tam olarak anlaşılsın.

Söz konusu plan değişikliğinde; ‘Kişi başına düşen donatı alanı 6.57 metrekareden 6.87 metrekareye çıkarılmıştır’ denilerek bir güzel de göz boyandı.

Göz boyandı diyorum, çünkü yürürlükteki güncel yönetmeliğe göre Osmangazi ilçesinde kişi başına 22.45 metrekare yeşil alan ve sosyal donatı ayrılması gerekiyor! Bir müjde olarak sunulan 6.87 metrekare vatandaşın insanca yaşama alanından ne kadar çalındığına vurgu yapıyor adeta.

Plan değişikliği ile ilgili kurum görüşü sorulan Osmangazi Belediyesi, Büyükşehir’e gönderdiği yazıda; ‘Plan değişikliği teklifinin mevcut imar kanunu ve ilgili yönetmeliklere uygun olarak düzenlenmesi’ yönünde fikir beyan ediyor. Elbette bu yazı eski yönetimin gönderdiği yazı.

Kentsel dönüşüm planı yapılan alanda şu anda toplam 655 bina, 2 bin 200 bağımsız birim, bin 690 hak sahibi bulunuyor.

Yapılmak istenen dönüşümde ise 2 bin 500 adet konut, 300 adet dükkan yani, 3 katlı binaların yerine 8-9 katlı binaların dikilmesi planlanıyor. Bir bölümü ticaret+konut olarak planlanacak, bir bölümü konut alanında kalacak söz konusu planın. Sonuçta, binaların 3 kattan 8 kata çıkarılması inşaat yoğunluğunu artıracağı gibi işin içine ticari alanların girmesi de ayrı bir yoğunluk katacak. Haliyle işin içine sadece sosyal donatı alanları artırmanın yol genişliklerinin ve trafik düzenlemesinin de buna göre yapılması lazım.

Oyun kural dışı oynanınca CHP’de mahalleye gitmiş, mahalle sakinlerinin hem hak kayıpları hem de sosyal donatı alanları konusunda yanlarında olduğunu belirten açıklamalarda bulunmuştu seçimden önce. CHP Osmangazi İlçe Başkanı Cengiz Çelikten açıklamasında;

“Bina hak edişlerinde de büyük bir mağduriyet söz konusu. Bina enkaz bedelleri Resmi Gazete’de yayınlanan 6 ay önceki fiyatından hesaplanırken, sıfır daire fiyatı bugünün fiyatından hesaplanıyor. Arsa üzerindeki hesaplamalarda ikinci kez Düzenleme Ortaklık Payı kesilmesi de mağduriyete mağduriyet ekliyor. Yine arsa payları hesaplanırken, böylesine değerli, gözde bir bölgede müteahhit payı yüzde 60 vatandaş payı ise yüzde 40 olarak veriliyor, ki ortada bir müteahhit de yok! Yasal haklarını kullanmak isteyen vatandaşlarımız engellenmeye çalışılıyor!” diyerek ifade etmişti konuya yönelik bakış açısını.

Çok değerli, şehirden ve kamudan yana bir duruş…

Açıklamada konuşan dönemin CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Bozbey de özet olarak;

“Burada yapılan yanlışların hepsini biliyorum. Az kaldı. Bu anlayış değişecek. Bu anlayış değiştiğinde, önce çocuklarımız gülümseyecek. Çözümü biliyoruz. Burada ilave istenen paraları, nasıl bir anlayışla sizi tehdit ettiklerini biliyorum. Sorunu çözmek bizim işimiz. Ben inşaat mühendisiyim. Konuyu biliyorum ve ne yapılması gerektiğine de vakıfım” demişti konuşmasında.

Şimdi gelelim güncel duruma…

Henüz kadrolar tam kurulamadığı için mahallede bir hareketsizliğin hakim olduğunu, hareketsizlikle birlikte büyük bir beklentinin de bulunduğunu söylemek lazım.

Kentsel dönüşüm ofisi yerli yerinde duruyor. Mahalle halkıyla kentsel dönüşüm pazarlığı yapmak için görevlendirilen personel de yerinde. Ancak daire başkanlığı ve üst kademelerdeki değişikliklerin nasıl olacağı, olup olmayacağı, kimin nereye atanıp kimin hangi görevden alınacağı tam olarak netleşmediğinden sürecin yavaşladığı ortada.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in seçim öncesinde mahalle halkına verdiği, ‘Seçimi kazanmamız halinde bu projeyi inceleyeceğiz, vatandaş açısından uğranan hak kaybı varsa bunu düzelteceğiz. Gerekli düzenlemeleri yapmadan projeyi uygulamaya koymayacağız’ sözü son derece önemli.

Buraya elbette şehrin selameti açısından gerekli donatı alanları ve çok önemli olan trafik düzenlemesi meselesini de eklemek şart.

Şimdi hali hazırda görüşmeleri başlamış bir proje için bundan sonra atılacak adımlar, Büyükşehir Belediyesinin takınacağı tutum, yapacağı düzenlemeler son derece önemli. Gaziakdemir sakinleri kendilerine verilen mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik düzenlemeler ne zaman yapılacağını sabırla bekliyor.

***

MHP’DEN ÇOK DEĞERLİ SOĞUKSU ÇIKIŞI

Bursa Kamuoyunun bir süredir hararetle tartıştığı Soğuksu Bölgesi KOBİ OSB ve TEKNOSAB Projelerine yönelik Milliyetçi Hareket Partisi Bursa İl Başkanlığı’ndan da bir açıklama geldi.

“Öncelikle belirtmek isteriz ki, olmazsa olmazımız Cumhur İttifakı ruhunun gereği, Bursamıza yakışan bir yönetim ve sorumluluk anlayışı ve tabir yerindeyse kuyumcu hassasiyetiyle hareket etmekteyiz” diye başlayan açıklamada bir yanda çiftçinin arazisinin değerlenmesi diğer yanda düşük maliyet ve yüksek fayda ile sanayiciye üretimi kolaylaştıracak faktörlerin devreye alınması, ihracat kapasitesinin artırılarak ülkeye döviz girdisinin sağlanması, istihdamın desteklenmesi gibi başlıklar bir arada gözden geçirilerek yapılmış bu değerlendirme.

Açıklamanın içinde sıkça yer alan; “Kamu yararı olmayan, dar bir çevrenin menfaatlerini önceleyen her türlü yaklaşımın karşısındayız. Bu bağlamda Bursamızın nitelikli tarım arazilerinin talan edilmesini doğru bulmuyoruz!” cümlesi de niyeti belli etme açısından hayli önemli.

Milliyetçi Hareket Partisi Bursa İl Başkanı Muhammet Tekin adına basın mensuplarına iletilen açıklamada çok önemli birkaç soru sorulmuş ve yanıtları istenmiş:

-Toki ile imzalanan protokolün içeriği nedir?

-Kooperatif kimler tarafından kurulmuştur?

-Kooperatife üye olan sanayiciler kimlerdir, Sanayici olmayan üyeleri var mıdır?

-İleri Teknoloji Bölgesindeki Parsel sahipleri kimlerdir?

-1/100.000lik Çevre düzeni Bursa planı yapılmadan, ulaşım planları netleşmeden yapılması durumunda ileride doğabilecek sorunlar değerlendirilmiş midir?

-Bursa’daki sanayi bölgelerindeki doluluk oranları ne seviyededir? İlave sanayi alanına ihtiyaç var mıdır?

Kamuoyunun vicdanını yaralayan konunun aydınlığa kavuşması adına sessizlik yerine akla gelen soruların yanıtlanması ve bu sorular yanıtlanmadan atılacak adımların yanlışlarla dolu olacağının bilinmesi vurgusu da tam yerine oturmuş doğrusu.

Soğuksu’da yapılması planlanan iki sanayi bölgesi ile ilgili MHP cephesinden de böyle bir çıkışın gelmesi kamuoyunun merkezi hükümet nezdinde elini güçlendirir mi? Bu konu şehir çeperinden çıkar ve ulusal medya konusu olur da sonunda beklenen geri adım atılır mı?

Zamanla göreceğiz.

Bence açıklamanız ve sorularınız çok değerli MHP İl Teşkilatı