Allah’tan bizi kıskanıp örnek alıyorlar!

Allah’tan bizi kıskanıp örnek alıyorlar!

2. Dünya Savaşı‘nın önemli cephelerinden biri olan “Normandiya Çıkarması“nın 90. yılı kutlanıyor.

Fransız sahillerine müttefiklerin çıktığı günlerde doğudan ilerleyen Sovyet Kızıl Ordusu, bir yıl sonra Nazi faşizmini ezerek kesin bir zafer kazanmışlardı.

Peki Almanlar, Fransa’yı nasıl işgal etmişlerdi, biliyor musunuz?

Askerlikten anlamayan er rütbesindeki Andera Moginot’u Fransa Genelkurmay Başkanlığı makamına getirdiler. O da bildiği tek şeyi yapıp tarihin en büyük duvarlarından biri olan Moginot hattını Alman sınırına inşa etti. Fransa’nın bütün parasını olası bir Alman işgaline karşı bu duvara yatırdı.

Bu arkadaş tarih bilmiyordu galiba! Çünkü Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un surlarını Ortaçağ’da modern sayılacak silahlarla yerle bir etmiş ve çağ açıp çağ kapatmıştı.

Milyarlarca frank bu duvara harcanmış, sözde Alman işgali tehlikesi ortadan kalkmıştı! Galiba betonu dökünce ekonomi, savaş bütün dertler bir anda bitecek sanıyordu.

Öyle olmadığını biz 90 yıl sonra uygulamalı olarak yaşıyoruz.

Sonra ne mi oldu?

Hitler’in yıldırım birlikleri önce Belçika’yı aldı, arkasından Maginot hattı ile karşı karşıya kalmadan ellerini kollarını sallayarak Fransa’nın yarısını arka kapıdan girerek işgal ettiler. 4 yıl süren işgal sonrası ABD ve İngilizlerin başını çektiği müttefik kuvvetler Normandiya kıyılarına çıkarak bu işgale son verdiler.

Geçtiğimiz günlerde Normandiya Çıkarmasının 90. yılını bir dizi etkinlikle kutluyorlardı. Bu sırada sembolik olarak İngiliz paraşütçüler 90 yıl önce olduğu gibi atalarının o gün yaptıkları hava indirmesini canlandırdılar.

Tabii paraşütçüler Fransızlar’dan alkış beklerken, Brexit ile Schengen bölgesinden çıktığı için bir de baktılar karşılarında Fransız sınır devriyeleri. “Ya bak bizi nasıl kurtardınız” demediler. İngiliz paraşütçüleri, paraşütlerini bile toplamadan pasaport kontrol ve parmak izi taramasından geçirip sonra serbest bıraktılar. Tabii biraz bizden ders aldılar, çünkü Avrupa bizi kıskanıyor ve örnek alıyor.

Mazallah bir de kendi bildiklerini yapsalar ne olurdu. Bir düşünelim, belki milyonlarca Suriyeli sığınmacıyı bizden parasını alarak ülkelerine sokar, ne olduğu belirsiz bu göçmenlere kartvizit dağıtır gibi vatandaşlık verebilirlerdi.

Daha ileriye gidip Afganistan-Pakistan gibi ülkelere vizeleri kaldırıp ya da kara yoluyla gelen binlerce Afgan’ı ellerini kollarını sallatarak Avrupa’ya sokabilirlerdi. Ruanda gibi ülkelerle anlaşma yaparak başkalarının ülkelerinden paketlediği göçmenleri ülkelerine alabilirlerdi ya da parayı veren düdüğü çalar misali mülk edinenlere tapu ile birlikte AB vatandaşlığını bonus olarak satabilirlerdi.

Ya da kendilerine kurşun sıkanları Habur’dan getirip çadır mahkemelerinde ağırlayıp “buyurun, bütün suçlamalarınızı kaldırdık,  artık Avrupa’da açılıp saçılıp gezebilirsiniz” diyebilirlerdi.

Allah korusun sınırlarına tam teçhizat gelen savaşçıları “Biji Macron” diye slogan atıp yedikleri kruvasanlarla içtikleri Bordo şaraplarının bedeli herhangi bir Fransız valiliği tarafından ödenebilirdi.

Dedik ya, Allah’tan Avrupa bizi kıskanıyor ve örnek alıyor. Yoksa Fransız askeri birliklerinde “hudut namustur” sözü boşuna yazabilirdi.

 

Yeşil Bursa iyice griye dönmeden bir şeyler yapmak lazım!

Yeşil Bursa iyice griye dönmeden bir şeyler yapmak lazım!

Bursa özelinde tartışılan konulardan biri de ‘Yeşil Bursa‘nın yeşilinin kalmadığı. Kimilerine göre Bursa artık gri…

Hatta siyah…

Hele önceki gün Kestel Sanayi Bölgesi‘ndeki bir fabrikanın bacasından çıkan dumanları görünce içim cız etmedi desem yalan olur…

ÜRKİYE’NİN ÖNEMLİ SANAYİ ŞEHİRLERİNDEN BİRİ OLAN BURSA’DA FABRİKA BACALARINDAN ÇIKAN DUMANLAR ADETA HİROŞİMA’YI ANDIRDI. BACALARDAN METRELERCE YÜKSEKLİĞE ÇIKAN KAPKARA DUMANLAR BURSA’NIN HAVA KALİTESİNİ DÜŞÜRÜRKEN İNSAN SAĞLIĞINA DA CİDDİ ZARAR VERİYOR. (ABDULLAH BOZKURT – POLAT TAHA ÖZTÜRK/BURSA-İHA)
Türkiye’nin önemli sanayi şehirlerinden biri olan Bursa’da Kestel ilçesinde fabrika bacalarından çıkan dumanlar adeta Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombası sonrası gökyüzüne dağılan dumanlara benzetildi. Bacalardan metrelerce yüksekliğe çıkan kapkara dumanlar Bursa’nın hava kalitesini düşürürken insan sağlığına da ciddi zarar veriyor. Doğa Dernekleri 7 gün 24 saat denetim takip ve denetim yapılması gerektiğine dikkat çekilirken, bölge sakinleri de Kestel Belediyesi’nin 24 saat zamanlı denetim yapmasını istiyor.

Bu kadar vahşice saldırılara rağmen bana göre Bursa bir çok ile göre hâlâ yeşil.

Gri diyenlerin de haklılık payı yok diyemeyiz.

Onlarca sanayi bölgesi, binlerce fabrika…

Hatta yetmezmiş gibi yenilerini de yapma peşindeler.

Sözde teknoloji sanayi bölgeleri.

Hadi canım sende…

Daha kırılan bir televizyon ekranını, cep telefonu ekranını yapamıyorsan bunun neresi ileri sanayi bölgesi

Elbise dikmekle ileri de olmuyor, teknoloji de olmuyor.

Ama bizim uyanıklar, başına bazen teknoloji bazen ileri koyuyorlar sonra da bir kılıfına uyduruyorlar.

Sanayi bölgesini oluşturuyorlar…

Hem de göz açıp kapayıncaya kadar.

Geçmişte yerel seçimler öncesi gecekondular artardı.

Şimdide gecekondu fabrikalar…

Bursa’nın yeşilin tonlarından grinin tonlarına kayışın sebeplerini saydığımızda bunlarla beraber çarpık yapılaşma da bu griliğe çalan rengin ana sebeplerden biri…

ÜRKİYE’NİN ÖNEMLİ SANAYİ ŞEHİRLERİNDEN BİRİ OLAN BURSA’DA FABRİKA BACALARINDAN ÇIKAN DUMANLAR ADETA HİROŞİMA’YI ANDIRDI. BACALARDAN METRELERCE YÜKSEKLİĞE ÇIKAN KAPKARA DUMANLAR BURSA’NIN HAVA KALİTESİNİ DÜŞÜRÜRKEN İNSAN SAĞLIĞINA DA CİDDİ ZARAR VERİYOR. (ABDULLAH BOZKURT – POLAT TAHA ÖZTÜRK/BURSA-İHA)
Türkiye’nin önemli sanayi şehirlerinden biri olan Bursa’da Kestel ilçesinde fabrika bacalarından çıkan dumanlar adeta Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombası sonrası gökyüzüne dağılan dumanlara benzetildi. Bacalardan metrelerce yüksekliğe çıkan kapkara dumanlar Bursa’nın hava kalitesini düşürürken insan sağlığına da ciddi zarar veriyor. Doğa Dernekleri 7 gün 24 saat denetim takip ve denetim yapılması gerektiğine dikkat çekilirken, bölge sakinleri de Kestel Belediyesi’nin 24 saat zamanlı denetim yapmasını istiyor.

Belki de kentsel dönüşüm sayesinde bu grilikten kısmen kurtulabiliriz…

Malum Bursa özelinde çocukluğumuzun geçtiği, geçmişte yeşillikler içinde koşturduğumuz parklar kaybolup gitti.

Ama her şeye rağmen birçok kentin yanında yukarıda yazdığımız gibi Bursa bana göre birçok kente göre yeşil…

Yine de gri olan bölgeler yeşile dönse, yeşil daha yeşil olsa güzel olmaz mı?

Bu sorunun yanıtı evet.

İşte bu noktada son yerel seçimlerde seçilen belediye başkanlarına büyük iş düşüyor.

Gelen ziyaretçilerin gönüllü bağışları ile bu döneme ait ormanlar ve meyve bahçesi kurulabilir.

Benden hatırlatması…

Yine bir başka öneri ise önümüzdeki hafta okullar yaz tatiline giriyor.

Bursa’da yaklaşık 700 bin öğrenci bulunuyor.

Bu öğrenciler kendi okullarına en azından bir kavak fidanı dikseler ya da hatıra ormanları oluştursalar her öğrencinin bir dikili ağacı olur.

Bunun  için de yer önerim dikimi yapılacak fidanlar, Bursa Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden BURKENT’in işlettiği vasfını yitirmiş maden alanları ve hafriyat toplama sahalarına dikilirse bu araziler hayat bulmuş olur.

Hem de Bursa eski yeşiline kavuşmuş olur.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden…

Ülkeyi bu hale siz getirdiniz!

Ülkeyi bu hale siz getirdiniz!

Doğrusunu isterseniz şimdiki eğitim sisteminden ben dahil hiç kimse memnun değil ülkede.

Öğrenciler bir yandan kendilerine gerekli bilgilerle donanmak, diğer yandan gelecekte kendilerine iyi bir yaşam sunacak mesleklerine kavuşmak için eğitim almak isterler.

Bizim ülkemizde yarış atından farksız bir performans göstererek ilerlemek ve nereye varacaklarını bilemeden hep koşmak zorundadırlar. Pek çoğu bu koşunun bir yerlerinde yarışı bırakır. Yarışı bıraktıkları yer ise onları genellikle işsizlikle asgari ücretin pençesinde boğuşmak arasında bir yere ulaştırır.

Sonuç hüsran…

Veliler de tıpkı öğrenciler gibi iyi niyetli talepler içerisindedir. Çocuklarının gelecekte kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler olarak yetişmesini ister her anne baba. Elbette bunlar olurken saygı sevgi çerçevesinden çıkmamalarını, tabiri caiz ise ‘vatana millete faydalı birer evlat olmalarını’ temenni ederler.

Bizim ülkemizde neredeyse her eğitim öğretim döneminde köklü bir revizyona giren ve bir önceki sistemi kötüleyen sözlerle ‘yenisine sağlık’ denilen eğitim öğretim sirkülasyonu içinde tüm bunların ne kadar mümkün olduğu hepimiz için bir bilmecedir. Yine hepimiz biliriz ki, bizim çocuklarımız bizim bildiklerimizi dahi bilmeden, ülkedeki ve dünyadaki gelişmelere hakim olmadan mezun olur okullardan. Bir yandan özel okullara bir yandan dershanelere kucak dolusu dökülen paraların kime ne faydası olduğunu da sorgularız, çocuğumuzu bu sıkışmışlıktan nasıl çıkaracağımızı da düşünürüz, tüm ülkeye yayılmış bir hastalık olan eğitilmeme hastalığının çaresini tek başımıza bulamayacağımızdan hüzünle seyrederiz önümüzdeki tabloyu.

Sonuç hüsran…

Eğitim bir tek öğrencilere ve velilere lazım değildir. Hatırlatmak gerekirse eğitim sayesinde bir ülkenin tüm üretim kadroları, tüm kamu kadroları, tüm hizmet kadroları ve aklıma gelmeyen diğer önemli alanlarındaki boşlukları doldurulur.

Bu konuda da bir fiyasko yaşanıyor uzun süredir. Zira sanayici ihtiyaç duyduğu personele asla kavuşamamaktan şikayetçi, her köşe başına açılan üniversitelerin çeşitli mühendislik bölümlerinden mezun gençler ise asgari ücret düzeyinde bir maaşla çalışmak zorunda kalmaktan bedbaht. Hizmet sektörü kalifiye eleman bulamamaktan muzdarip, hizmet sektöründe çalışmak için kalifiye olmaktan çok uzak bir eğitim alarak okulundan mezun olmuş gençler iş bulamamaktan. Kamu bin türlü sınav yaparak aldığı elemanlarla iş üretememekten şikayetçi, kamuda işe girmeyi başaranlar zorlu yaşam koşulları karşısında aldıkları maaşın güneşin altındaki buz gibi hızla erimesinden…

Sonuç hüsran…

Dedim ya, mevcut sistemden hepimiz şikayetçiyiz aslında, ama işin mevcuttan daha da kötüye gitmesi en büyük endişemiz.

Bu bakış açısıyla değerlendiriyor bütün sektör paydaşları adını da pek bir süsleyip, ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ dedikleri yeni sistemi.

Modelin tanıtımında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan;

“Bundan 21 yıl önce eğitim ile ilgili milletimize verdiğimiz sözü tuttuk!” derken ‘Dininde kininde bir nesil yetiştireceğiz!’ çıkışını hatırlatıyorsa çok haklı diyeceğim, ama o konuda dahi çuvalladılar! Çünkü dindar bir nesil yetiştirmek için tüm öğrencileri zorlayarak yerleştirmeye uğraştıkları İmamhatip liselerinden mezun olan çocukların kendilerini ‘Deist’ ya da ‘Ateist’ olarak tanımlaması üzerlerinde şok etkisi yaratmıştı bir dönem hatırlarsanız.

“Uluslararası göstergelerde de çok iyi yerlerdeyiz!” sözünün ise tümden gerçeklerden uzak olduğunu hepimiz biliyoruz sanırım. Tüm eğitim göstergelerinde nal topluyoruz ülke olarak. Bizim gerçekliğimiz bu maalesef!

“Cumhuriyet tarihimizin önemli bir bölümünde bize özgü, bizi yansıtan bir eğitim modelimiz olmadı. Eğitim sistemimiz, hayata hazırlamak yerine sınava hazırlamayı önceleyen bir anlayış sisteme damgasını vurdu. İnsan formatlamaya odaklı bir eğitim sistemi ile uzun yıllar idare ettik” sözlerine ise enteresandır yürekten katılıyorum.

Bu sözlerin karşılığı olarak tam da ülkemize uygun, ülkemizin en ücra köşelerine dahi eşit eğitim imkanlarını sunmak ve kırsaldaki vatandaşımızı da kendi toprakları üzerinde eğitimini almış, üretimini de bu eğitim çerçevesinde gerçekleştiren bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlayan, üstelik bu konuda son derece başarılı olan ve dünya ülkeleri tarafından kopyalanarak uygulanan ‘köy enstitüleri’ modeline yeniden döşünü çözüm önerisi olarak sunuyorum.

Böylelikle köylerimizin kapanmış okulları açılır, köye geri dönüşler başlar, hem kırsalda üretim artar, hem de kaliteyi yaygınlaştırmış oluruz. Konuşmanın içinde yer alan ‘yenilikçi hiçbir proje sunmadılar’ sözünün altı da dolar.

Konuşmanın büyük bölümünde eğitimde başörtüsü yasağına değinilmiş, çocukların aileleri ile birlikte camilere gitmesi konusunda teşvik edilmelerinin normal olduğu, bu konuya karşı çıkanların ise ‘Güya laiklik maskesiyle kendi zihin dünyalarındaki faşizmi besledikleri’ söylenmiş.

Laiklik gibi önemli bir kavramın devlet kurumlarında olmasındaki en önemli neden kimsenin kendisini baskı altında hissetmemesinin sağlanmasıdır. Öğrencilerin camiye gitmelerine yönelik davetlerin bir tür fişleme aracı olarak kullanılacağı endişesi dahi eğitimden ne denli uzaklaşıldığını, göstermektedir.

“Birileri bu ülkede yasakların kalkmasını istemedi. Adaletsizliklerin giderilmesini, müfredatın zenginleşmesini istemediler. ‘Göbeğini kaşıyan adam’ diyerek aşağıladıkları insanların çocuklarının kendileriyle aynı imkana sahip olmasını istemediler. Sınıfsal değişikliğin gerçekleşmemesi için her şeyi yaptılar” sözlerinin ise müfredata karşı çıkanlara yönelik olmadığı düşüncesi uyandı bende nedense.

Çünkü bu ülkede yasaklar hiç olmadığı kadar çok arttı AK Parti iktidarında, adaletsizlik öylesine bir hal aldı ki; adalet sistemi ülkenin en güvenilmez kurumlarından biri oldu, ülkenin alt gelir gurubundaki vatandaşın çocuğunun iyi eğitim alması bir yana karnını doyurması dahi zorlaştı, sınıf atlaması, bilgi, beceri ve yeteneklerinin keşfedilmesi ise imkansız hale geldi.

Şimdilerde sadece parası olanın çocuğunun eğitim aldığı, hatta bu eğitimi de çoğunlukla bizim ülkemizde değil, yabancı ülkelerde aldığı, garibanın çocuğunun kiracı doğup kiracı olarak yaşamına devam ettiği, tüm yeteneklerin ekonomi ile doğrudan ilgili eğitim sisteminin altında çökerek yok olduğu zamanları yaşıyoruz.

Bu sistemi de bundan önceki sistemleri de bundan 20 yıl önceki sistemleri de benim gibi ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne karşı duran bakış açısının geliştirmediği aşikar olduğuna göre, ülke şu anda sizin geliştirdiğiniz eğitim sisteminin içine doğmuş çocukların üretime dahil olmaya çalıştığı bir döneme geldiğine ve bu dönemden siz memnun olmadığınıza göre bence daha fazla muhalefet partisi sizmişsiniz de iktidar bizmişiz gibi yapmanın alemi yok!

Bu ülkeyi bu hale siz getirdiniz!

CHP bizi hiçbir zaman şaşırtmıyor!

CHP bizi hiçbir zaman şaşırtmıyor!

Olay gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yılmaz ağabey, köşesinde CHP’nin kongre süreci ile ilgili bir yazı kaleme almış…

Yazının ardından arkadaşlarla “CHP bizi yanıltmıyor” diye konuştuk.

Malum;

Son yerel seçimlerden zaferle çıkan CHP’de yeni genel başkan taşları yerine oturtmaya çalışırken, o taşlardan yine memnun olmayanlar ortaya çıktı.

CHP’de ortaya çıkanların ortak dili nedir?

Onun en basit açıklaması kongre süreci demek.

Ama şunu da net ifade etmek gerekiyor: 2028 genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ve Genel Başkan Özgür Özel, güç denemeleri yapacaktır.

Önceki Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu da çıkacak duruma göre gardını alacaktır.

Şartlar oluşursa tekrar aday olur mu?

Kesinlikle evet…

Bursa özelinde olağanüstü kongre süreci ise önce ilçelerden, ardından ile sıçrayacak bir hareket gibi gözüküyor. Yeterli imza toplanır mı?

Onu söylemek için şu an erken.

Ama toplanması sürpriz sayılmaz, bundan dolayı şaşırtıcı olmayacak olan ise CHP’nin Bursa özelinde kongre sürecine gireceği. Bir tarafta bu gerçek varken, diğer tarafta CHP’nin yerelde iktidar olduğu ilçelerde tam uyum olmadığı ortada.

Belki de hazır olmadıkları bir şeydi.

CHP için o zaman diyeceğimiz şudur ki; CHP yerel iktidara hazırlıksız yakalandı.

Belki de Bursa özelinde bazı ilçeler bu iktidara hazır değildi.

Ne diyelim CHP için ufukta yine seçim gözüküyor.

Bu seçimde gelecek yılların planlaması mı yapılacak yoksa kişisel hesaplar mı ön plana çıkacak?

Onu da kongreye gidilirse gerçek anlamda öğrenmiş olacağız.

Bekleyip süreci takip edelim…

Metin Çelik’e vefasızlık yapıldı mı?

Yerel yönetimlerde koltuğu devralan CHP’de yapılanma süreci devam ediyor. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı  Mustafa Bozbey de bu yapılanmayı yapan isimlerden. Bu minvalde Bozbey, geçmişte yol arkadaşlığı yaptığı isimleri unutmadı.

Kimilerine yönetim kurulu üyeliği verdi, kimilerine şirket müdürlüğü. Bugüne kadar gerçekleşen atamalarda Bozbey’in en yakınında yer alan isimlerden biri olan önceki dönem Nilüfer ve Bursa İl Başkanı olarak görev yapan Metin Çelik‘e görev verilmemesine de bu anlamda şaşırdık.

Bir anlamda da vefasızlık yapıldı diye düşünmeden edemedik…

Çelik’in hem iş tecrübesi hem siyasi tecrübesi Bozbey’e önemli katkı sağlar diye düşünüyoruz. Kim bilir ilerleyen günlerde Çelik’e de bir görev verilir…

 

 

İznik, Mustafakemalpaşa, Bursa Anayasası… İşte son haberler

İznik, Mustafakemalpaşa, Bursa Anayasası… İşte son haberler

2014 yılından itibaren UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesinde yer alan İznik’in UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesine adaylık çalışmaları şehirde layıkıyla yapılan ender işlerden biriydi.

UNESCO’nun Dünya Mirası olarak tanımladığı İznik’in geçici listeye girmiş olması dahi sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası kamu düzeyinde de önemli bir başarı olarak kabul görmüştü. 2021 yılından itibaren hızlandırılan çalışmalar neticesinde, ‘Daimi liste’ye aday olabilme şartları olan yönetim planı ve adaylık dosyası bir yıl gibi bir sürede tamamlanmış, 10 Mayıs 2022 tarihinde tamamlanan yönetim planı, Eşgüdüm ve Denetleme Kurulu üyeleri tarafından oy birliği ile kabul edilerek yürürlüğe girmişti.

19 Eylül 2022 tarihinde tamamlanan adaylık dosyası ise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2024 Dünya Miras Komitesi Toplantısında görüşülüp karara bağlanmak üzere Türkiye’nin Dünya Miras Listesi adayı olarak, Dünya Miras Merkezine gönderildi tüm çalışmalar.

1 Mart 2023 tarihinde, UNESCO Dünya Merkezi dosyanın içeriğinin UNESCO’nun Uygula Rehberi formatına göre yazıldığını tespit ederek dosyayı eksiksiz olarak kabul ettiklerini, İznik’in Dünya Miras Listesi adaylığı sürecinin başladığını ve alanın korunmuşluk düzeyini değerlendirmek üzere International ICOMOS üyelerinin Temmuz- Eylül arasında İznik’e gelip incelemelerde bulunacağını Kültür ve Turizm Bakanlığına bildirdi.

Buraya kadar tüm süreç doğru ve yerinde işledi.

Sonrasında, yani dosyanın kabul edildiği 1 Mart 2023 tarihinden itibaren ICOMOS’un alan ile ilgili ek bilgi belge talepleri, ara raporları, panel ve nihai raporlama süreçleri için gerekli süreç başladı.

İznik’in Dünya Mirası Listesi’ne alınıp alınmadığı 2024 yılı Haziran ayında yapılacak komite toplantısında ilan edilecekti.

Beklentiler 2024 yılında İznik’in UNESCO Dünya Mirası Listesine daimi olarak gireceği ve bu sayede hem uluslararası bir prestij kazanılacağı hem de İznik ve Bursa açısından ciddi bir turizm gelirinin kapısının aralanacağı yönündeydi.

Gün geldi çattı…

UNESCO’nun danışma organı ICOMOS uzmanlarının nihai değerlendirmesinde İznik’in Dünya Mirası Listesine kayıt olmamasına yönelik bir değerlendirme sonucu çıktı.

Değerlendirmenin böyle çıkmasındaki en önemli faktör olarak anıtların tahrip edilmiş ya da dönüştürülmüş olmasını sayabiliriz. İznik’in içinde gezerken şehrin tarihi siluetinin günümüz yaşantısının içinde kaybolduğunu çıplak gözle bile tespit etmek mümkün bence.

ICOMOS’un olumlu gelmesi beklenen raporunun hüsran yaratması sonucunda İznik’in başvuru dosyası Dışişleri Bakanlığı tarafından geri çekilecek gibi görünüyor.

Vah bizim emeklerimize dedirtecek cinsten bu bilginin ardından bir de sevindirici haber vermesek olmaz.

Uluslararası Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi (RAMSAR) ve Anayasa’ya aykırı olarak, yurttaşlardan gizlenen, plan hazırlanırken halkın katılımı engellenen İznik Gölü Sulak Alan Yönetim Planı’nın iptali istemiyle Bursa Barosu tarafından Bursa 2. İdare Mahkemesi’nde açılan davada şöyle karar verildi:

“…dava konusu İznik Gölü Sulak Alan Yönetim Planı’nın flora ve fauna açısından Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ne uygun olarak hazırlandığı görülmekle birlikte söz konusu planda su kalitesini belirlemeye yönelik yapılan çalışmaların yetersiz olduğu, sunulan hedeflerin uygulama ilkelerinin ve bu hedefleri gerçekleştirmeye yönelik yapılacak çalışmalara ait takvimin açık bir şekilde ifade edilmediği, planın multikriter analizi, fayda zarar analizi, hassasiyet analizi, nicel modelleme, nitel uzman görüşü, yerel paydaşlardan edinilen bilgi ve değerleri kapsayacak bütünlükte hazırlanmadığı, yine planda deprem ile ilgili risk verilerine yer verilmediği, plandaki hidrolojik ve hidrojeolojik verilerin güncel olmadığı, plandaki ‘İznik Gölü sulak alanının doğal, kültürel değerlerinin ve canlı yaşam ortamlarının korunarak geliştirilmesi’ hedefinin yetersiz olduğu anlaşıldığından, dava konusu planda koruma esaslarına, kamu yararına ve ilgili mevzuata uyarlılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

Adalet bu kez yerini bulmuş…

Bir haber de benim canım memleketimden gelsin o halde,

Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bazı taşınmazların satışı ile imar planı değişikliklerine ilişkin kararlarına onay verildi. Konuya ilişkin Cumhurbaşkanı kararları, Resmi Gazete’de de yayınlandı. Karara göre; Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ. adına kayıtlı Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesi Kavaklı Mahallesi ile Atariye Mahallesi’ndeki taşınmazlara sanayi tesis alanı, park, yol ve yol kenarı koruma kuşağı kullanım kararları getirilmesine yönelik nazım imar ve uygulama imar planlarının onaylanması kararlaştırıldı.

Planlar yine Ankara’dan geldi anlayacağınız.

Oysa ne yapmalıydık?

Kendi şehir anayasamız olacak olan 2040 Çevre Düzeni Planını yürürlüğe bir an önce koymalıydık. Neyse ki, bu konuda da müjde niteliğinde bir haber vereceğim size.

Haberin iyisini sona sakladım…

Bursa Büyükşehir Belediyesi ile akademik odalar şehir anayasası olarak nitelendirilen Bursa’nın 1/100.000’lik planını hazırlamak üzere ilk toplantılarını gerçekleştirdiler.

Çalışmaların hangi şekilde yürütüleceği yönünde fikir alışverişinde bulunulan toplantıdan çıkan sonuca göre; Büyükşehir Belediyesi bünyesinde oluşturulacak bir planlama merkezi eliyle akademik odalar, üniversite temsilcileri ve diğer paydaşlarla birlikte belediye ortak çalışacak. Şu anda kurulacak merkezin alacağı isim belli değil.

Alinur Aktaş döneminde başlayan çalışmalarda toplanan donelerin de katkısı sayesinde 2040, hatta 2050 Çevre Düzeni Planının 1 buçuk 2 yıl gibi bir sürede hazırlanması beklentisi hakim şimdilik.

Hadi hayırlısı…

Neden hiçbir sağcı beni şaşırtmıyor!

Neden hiçbir sağcı beni şaşırtmıyor!

1977 Maraş olayları yaşanıyor. Başbakanlık koltuğunda merhum Süleyman Demirel oturmakta… O günlerin tek gündem maddesi olayların sağcı militanlar tarafından çıkarıldığı… Yazılıyor çiziliyor gazetelerde…

Bu soru bir basın toplantısında Demirel’e de soruluyor. Çoban Sülü soruya kızıyor. Ama o dönemin muhabirleri şimdikiler gibi ellerine soru verilen tarzda gazeteciler değil. “Efendim, bugün tansiyonunuz nasıl, şeker ve kolesterolünüzde oynama var mı?” diye yalama sorular akıllarından bile geçmiyor. Gidiyorlar da gidiyorlar Demirel’in üzerine, yani “hırsızı evine kadar kovalıyorlar.”

En sonunda Demirel iyice kızıyor, sinirleniyor ve patlatıyor bombayı:

Bana ‘sağcılar adam öldürüyor’ dedirtemezsiniz!”

Türkçesi “öldürüyorlar ama ben bunu söylemem” diyor.

Bu olay hep kulağıma küpe olmuştur. Çünkü sağcılar 70 yıldır bu ülkede ne yapar eder iktidarı kimselere bırakmazlar. Çünkü ellerinde hep bir “korku kuklası” vardır. İnsanlar meseleleri biraz sorgulamaya başlayınca o kuklayı arkalarından aniden çıkarır, küçük bir çocuğu korkutur gibi “komünizm gelecek, ezan susmaz, bayrak inmez, dış mihraklar” gibi türlü türlü iftiralarla toplumun üzerine çökerler. Ha, bu arada kendileri din, ezan, bayrak söylemlerinin tam tersini yaparlar, çünkü kendi çıkarları için her şey mübahtır.

Dün de öyle bir günden geçtik. Meral Akşener, sarı saçları ile koşa koşa saraya gidince aklıma hemen yazımızın başlığı geldi. Neden sağcılar beni hiçbir zaman şaşırtmıyordu!

Mesela, ben Olay gazetesinde çalışırken…

2002 seçimleri yapılacaktı. Bursa siyasetinin önemli isimlerinden Doğru Yol Partisi’nin ağır topu Turhan Tayan hakkında ANAP’a katılacak dedikodusu çıkmıştı. Tayan, bu iddiayı sert bir dille eleştirmiş, yazan çizenlere demediğini bırakmamıştı. 10 gün sonra ANAP’a geçti, milletvekili seçildi. Onunla da kalmadı, yıllarca söylemediğini bırakmadığı CHP’ye yamanıp oradan da milletvekili oldu. Şimdi ise Bursa’da partinin ağabeyi olarak törenlerde açılışlarda CHP’nin faziletlerini anlatıyor.

Bugünün önemli aktörlerinin de dünün sağcılarından farklı bir yönü yok.

2015 seçimleri sonrası kurulan seçim hükümetinde Tuğrul Türkeş, Başbakan Yardımcısı  olarak görev alınca MHP lideri Devlet Bahçeli, Başbuğları Alparslan Türkeş’in oğluna şöyle diyordu:

Bu maksatla MHP üzerinde oyunlar oynanmaktadır. Ticari ve siyasi kartvizitlerinde eski ülkücü yazan bir avuç satılmış, Erdoğan’ın yanında dizilerek MHP’ye çelme takmanın peşindedir.”

Bahçeli’nin bugünlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sözleri ise aynen şöyle:

Ayrılamazsın, Türk Milleti’ni yalnız bırakamazsın. Bunun için Cumhur İttifakı olarak yanındayız, beraberindeyiz, yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”

Sonra aklıma ilk gelenlerden biri de TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş oluyor. Saadet Partisi Genel Başkanı olduğu dönemde AK Parti’nin ve kurucu kadrosunun nasıl Harun gibi gelip Karun olduğunu, nasıl yolsuzluklara bulaştığını çarşı pazarda anlatıyordu. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gönlüne göre Anayasa yapma peşinde olduğunu ekranlardan görüyoruz.

Gelelim Süleyman Soylu’ya… Tansu Çiller’in DYP liderliği döneminde İstanbul İl Başkanı olarak görev yaptı. 2009 yılında yerel seçimlere girilirken DP’nin başındaydı. Rahmetli Hikmet Şahin, AK Parti’den Bursa’dan aday yapılmayınca “baba ocağım” dediği Demokrat Parti saflarına katılmıştı. Tabii ki Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı DP’den aday olunca aday tanıtım törenine katılmak genel başkana düşerdi.

Süleyman Soylu, DP Genel Başkanı olarak Kültürpark içerisindeki Altın Ceylan tesislerinde aldı mikrofonu eline, o ateşli belagatiyle uzun bir nutuk çekti. İktidarın ABD’nin uşaklığını yaptığından başlayarak, burada yazamayacağım yakası açılmamış küfürleri sıraladı da sıraladı. Kendisi eski İçişleri Bakanı ve AK Parti milletvekili bugün, Cumhurbaşkanına bir eleştiri gelse o sözleri söyleyen kişiye, teşbihte hata olmaz, döner bıçağı ile saldıracak kıvamda.

Hele Sinan Oğan’ı burada yazıp kelimelerimi ve nefesimi boşuna tüketemem.

Yazıyı uzatmadan aydınlanma yaşayan son isim Meral Akşener‘e bakalım. MHP milletvekilliği yaptığı sırada o partiden kendisini kovalatan kimdi?

Rize’de Meral Akşener’e saldırıldığında Cumhurbaşkanı Meclis kürsüsünden şu cümleleri kuruyordu:

Gelin hanım beni Netanyahu’nun yanına koyuyor, onun ardından memleketim Rize’ye gidiyor. Gelin hanıma gayet güzel bir ders veriliyor.”

Daha sonra o Meral Akşener, “kazanacak aday” diye ortaya çıktı ve Mayıs 2023 seçimlerinde “noter masası/kumar masası” dediği “altılı masa“yı dağıttı, birkaç gün sonra döndü.

Kendisinin ve partisinin ipini çekmekle kalmadı, Cumhurbaşkanlığını altın tepside Recep Tayyip Erdoğan’a sunmadı mı? İYİ Parti kurulurken AK Parti’nin bir iddiası vardı. Akşener ve partisine proje partisi yakıştırmasını yapıyorlardı. Demek ki adamların bir bildiği varmış. Demek ki yine “şiddeti arz vuku bulmuş“, biz solcular yine uyumuşuz.

Kimi iddialara göre Akşener Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacak, kimine göre oğlu için büyükelçilik istedi. Ama bundan sonra insan içine nasıl çıkacak, o da ayrı bir konu. Akşam evine gittiğinde çocuklarının ya da torunlarının yüzüne gönül rahatlığı ile bakıyorsan sorun yok. Ama Türkiye’de kişisel ikbalin yüzünden çocukların ve torunların sıcacık yataklarında uyurken binlerce çocuk yatağa aç girerse, işte o Ömer’in adaleti olmuyor.

Neden, sağcılar beni şaşırtamaz dediğime gelirsek, 4 yıl önce Ali Babacan DEVA Partisi’ni kurmuştu. İl teşkilatı bize ziyarete gelerek Bursa’daki hedeflerini anlatıyordu. Bu arada AK Parti’ye en büyük eleştirileri yapanlardan biri, geçmişte o partinin militanı gibi davranan isimlerden biriydi. Genel Yayın Yönetmenimiz Esat Kaplan, dayanamadı ve sordu:

Siz geçmişte AK Parti’de önemli makamlarda bulunduruz, önemli makamlara da talip olmuştunuz, o zaman bu işler yok muydu da şimdi nasıl bu kadar keskin eleştiriyorsunuz?”

O siyasal İslamcı, bizi hiç şaşırtmayan bir cevap verdi:

İslamiyet’te tövbe müessesi vardır. Ben de tövbe ettim, geldi geçti.”

Anladınız mı neden hiçbir sağcı beni şaşırtamıyor, geliyor geçiyor çünkü…

Ama ya adamlık nerede kalıyor?

İklim krizine dikkat!

İklim krizine dikkat!

İnsan besin zincirinin en üzerinde bulunan, dünyadaki en güçlü canlı türü olarak tanımlanıyor çoğunlukla. İşin doğruluk kısmı tartışılsa da aklımızı kullanarak pek çok olumsuz koşuldan sıyrılmayı başardığımız kesin.

İklim krizi de şimdilik bizim için böyle bir mesele. Yine aklımızı kullanarak şunu biliyoruz ki, şimdilerde bitkilerin ve hayvanların yaşamlarını olumsuz anlamda daha çok etkileyen iklim krizinin yaratacağı sorunlardan çok da uzağa kaçamayacağız.

Bursa Su Kolektifi’nin Dünya Çevre Gününde iklim krizini ele aldığı basın açıklaması, bu nedenle çok daha önemli benim için.

Bir kolektif olduğundan açıklamalarını da kolektif bilinciyle birkaç kişi tarafından yapılan toplulukta ilk sözü alan Bursa Su Kolektifi Üyesi Figen Ovat oldu. Krizin son bir yılda daha da derinleştiğine daha doğrusu sorunların daha görünür hale geldiğine dikkat çekti Ovat konuşmasında. Ardından şöyle devam etti;

“Türkiye dahil sermayenin güdümündeki dünya hükümetleri bir esrar bağımlısı gibi karbon kökenli yakıtlara bağımlılığını sürdürdü. Sürekli büyümek, daha çok üretip satmak zorunda olan şirketler eliyle kapitalizm tarafından yaratılan iklim krizine çare olarak, ekolojistlerin itirazlarına rağmen, karbon borsaları 1997’de uygulamaya alındı. Karbon ticareti, sermayedarların havamızı da alınır- satılır metaya çevirdiği bir göz boyama taktiğiydi.

AK Parti iktidarındaki Türkiye, CO2 azaltmak için değil, gelecek kredilere muhtaç olduğu için Paris İklim Anlaşmasını imzaladı ve dünya halklarıyla dalga geçer gibi bir plan sundu. Plana göre Türkiye karbon salınımında azaltma değil yüzde 30 artış öngörüyordu. Sonra da olanaksız bir işe kalkışarak 2053’e kadar C02 salınımını sözde sıfırlayacaktı. Bu planla aslında AK Parti yönetiminin Türkiye’de CO2 salınımını indirmek istemediğini açıkça ortaya koymaktadır!” dedi.

Çok önemli bir tespit bence. Biz temiz çevre, temiz hava bilinciyle bazı anlaşmalara imzacı olduğumuzu düşünürken, meseleyi doğru okuyanlar, asıl nedeni şak diye açıklıyor.

Bursa çevresindeki, Uludağ dahil pek çok dağın zirvesinde buzul oluşumu kalmadığını belirten  Bursa Su Kolektifi Üyesi Caner Gökbayrak konuşmasında daha çok şehrin gerçeklerine değindi;

“Bursa kent merkezine son iki yıldır hiç kar yağmıyor. Bahar yağmurları barajlarımızı dolduruyor, ama yaz aylarıyla birlikte derelerimizden su akmadığı için barajlardaki su yeni yağış mevsimine ulaşamadan bitiyor. Kuraklığın yanında Nilüfer Çayı gibi derelerimiz başka hiç bir amaçla kullanılmayacak ölçüde kirletildiği için çiftçimiz yanı başındaki dereden bedava su kullanmak varken kanallarda dağıtılan ücretli su ile tarlasını sulamak zorunda bırakılıyor. Derelerdeki kirliliğin etkisinin yanında derin deniz deşarjlarıyla Marmara Denizi’nin dibini kanalizasyon çukuruna çevirdik. Derin deşarjlar Marmara Denizi’nde 25 m altındaki suda oksijen bırakmadı. Denizleri bile ısıtan iklim kriziyle birlikte Marmara’ya boşaltılan kirletilmiş sularda iyileşme olmadığı için Marmara da yeni müsilaj riskini artırıyor!” dedi.

İşin bir de tarım alanlarını sanayiye ya da konut alanına dönüştürmek gibi bir plan değişiklikleri zinciri bölümü var. O kısım evlere şenlik zaten biliyorsunuz.

Hasılı kelam, bugün Dünya Çevre Günü; dünyanın çöpünü bağrına basan, üç tarafı denizlerle çevrili olan ancak denizlerinin neredeyse tamamını öldürdüğü için, kapısının önünü komşusunun kapısının önüne doğru süpürüp kendisini temiz sanan bir ülke olduğu için balık dahi yiyemeyen, tarım alanlarına konut yaparken kıraç topraklarda tarım yapmaya çalışan, susuzluktan kıvranırken hala tarlalarında vahşi sulama yapan, tarımı hayvancılığı değil de kirletici sanayiyi destekleyerek kalkınacağını sanan, pek çok şehrinde nefes almanın dahi giderek zorlaştığı Türkiye’den selam olsun…

******

Demokrasi iklimine uyumlanın yoksa…

Ülke gündeminde bir haftadır siyasi iklimin değişmesine yönelik konuşmalar yapılıyor, bir zamanlar rotasını şeriata doğru kırmasından endişe ettiğim güzel ülkemde demokrasi adına atılan adımlar tartışılıyor, iki ileri bir geri mehter yürüyüşü şeklinde de olsa güzel günler göreceğimiz inancı perçinleniyor.

Türkiye Belediyeler Birliği seçimini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 515 oyla kazanması ve rakibi Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Metin Genç’in 250 oy almasını da bu okumaya dahil ediyorum.

Tam da bu noktada Bursa’nın CHP’li belediye başkanlarına da benzeri demokratik iklimi hem parti içinde il ve ilçe yönetimlerinde hem de belediye başkanlığı görevini yürüttükleri ilçelerde ve büyükşehirde hızla tesis etmeleri, asla bu şiardan vazgeçmemeleri önerisinde bulunmak isterim.

Zira yakın zamanda yapılan ilçe kadın kollarının üç merkez ilçe seçimlerinde de bir takım sorunlar, kadınların seçimine yönelik müdahaleler olduğunu biliyoruz.

Daha önce defalarca yazdım, seçimlerin kazanılmasındaki önemli neden AK Parti seçmeninin sandığa gitmemesiydi. Sandığa gitmeyen seçmen henüz eli CHP’ye oy vermeye gitmeyen, ancak AK Parti yönetiminden gördüğü muameleden de memnun olmayan seçmendir. Dolayısıyla önümüzdeki beş yıl sizi ya rezil eder ya vezir.

Eğer vatandaş ‘Bunlar farklıymış, iyi de çocuklarmış, güzel de işler yaptılar, bir huzur ortamı oluştu şehrimizde, sosyal yardımlardan da bizi mahrum etmediler…’ diye düşünürse önümüzdeki genel ve yerel seçimlerde sırtınız yere gelmez, vezir olursunuz.

Haaa… Ola ki, vatandaş ‘Bunlar da diğerlerinden farklı değilmiş meğer, koltuğa oturunca hepsi aynı…’ diye düşünürse, işte o zaman rezil olursunuz. Bundan sonraki siyasi hayatınızda da şimdi yakalamış olduğunuz noktayı yakalamak için çabalar durursunuz.

Bir kez daha diyelim, hasılı kelam; CHP yönetimleri hem parti içinde hem de belediye yönetimini aldıkları bölgelerde demokrasinin doğru işlediğine yönelik güzel örnekleri sunmakla mükelleftir, aksi her türlü davranış partiyi tümden zora sokar…

AK Parti kulislerinde il başkanlığı için kimlerin adı konuşuluyor?

AK Parti kulislerinde il başkanlığı için kimlerin adı konuşuluyor?

Hafta sonu yapılan Kızılcahamam Kampı‘nın ardından gözler AK Parti‘ye çevrilmiş durumunda. Partinin görünen yol haritasının ilk sırasında kongre dönemi yer alıyor.

Görünen o ki ülke genelinde birçok il ve ilçe teşkilatlarına yol gözüküyor. Muhtemelen Bursa özelinde de birçok ilçede ve il başkanlığında değişim söz konusu olacağa benziyor…

En azından başarısızlarla yola devam edilmesi zor gibi gözüküyor….

İşte bu noktada merak edilen, kongreleri atanmış il başkanı mı yapacak?

Ya da mevcut il başkanı mı?

Atama olacaksa birkaç vakte kadar olması gerekiyor…

O vakit ne zaman, işte burası soru işareti.

Fakat;

Kulislerdeki genel kanı, yeni il başkanı ile kongrelere gidilecek. İşte üç vakte kadar kulislerde kimin il başkanı olacağı fazlasıyla konuşulmaya başlandı.

Bu minvalde konuşulan isimler arasında;

Önceki dönem milletvekillerinden Hüseyin Şahin, Zekeriya Birkan ve Mustafa Esgin isimleri başkan adayı olarak öne çıkıyor.

Bunun yanı sıra her zaman isim havuzunda olan, ancak son saniyede ismi öne çıkmayan Ali Yılmaz ismini de fazlasıyla duyar gibi olduk.

Yine Mudanya Belediye Başkan Adayı Gökhan Dinçer‘in adı da geçiyor.

Öte yandan Bursaspor eski Başkanlarından Ömer Furkan Banaz ismini seslendiren bir kesime de rastladık.

Bu isimlerin dışında başka isimler de konuşuluyor.

Onlar da netleştikçe ilerleyen günlerde kaleme alacağız.

Bugünden söyleyeceğimiz şudur ki AK Parti açısından hem genel siyaset hem yerel siyaset bu yaz gerçekten oldukça sıcak geçecek…

Ne diyelim hayırlısı olsun…

Pakyürek’i sevenleri son yolculuğuna uğurladı

Çarşamba günü Vatan Camisi tarihi günlerinden birini yaşadı. Önceki dönem milletvekillerinden Niyazi Pakyürek‘i son yolculuğuna uğurlamak isteyenlerle cami ve etrafı doldu.

Bursa’nın entelektüel, birikimli, herkesin takdir ettiği isim Pakyürek’i son yolculuğuna uğurlayanlar arasından önceki dönem bakanlarımızdan Faruk Çelik, geçmiş Hükümetlerde görev yapan Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu ve Ertuğrul Yalçınbayır, önceki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, önceki dönem Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Gelecek Parti Birim Başkan Yardımcısı Alparslan Yıldız, İYİ Parti Kurucu İl Başkanı Yüksel Yılmaz, Çiçekçiler Odası Başkanı Ertan Tanırgan, AK Parti teşkilatları, diğer siyasi parti temsilcileri ve sevenleri son yolculuğunda Pakyürek’e helallik verdiler, ardından  dualar ettiler.

Bizler de merhum Pakyürek’e Cenab-ı Allah’tan rahmet ailesine ve sevenleri sabır diliyorum. Allah rahmet eylesin…

Nazım Hikmet Yılı pek yakıştı

Nazım Hikmet Yılı pek yakıştı

Değişimin ve dönüşümün ayak seslerini 31 Mart akşamı sandıklar kapandıktan ve ilk seçim sonuçları ekranlara yansımaya başladıktan sonra görmüştük biz aslında.

Öyle böyle değil, nasıl bir değişim, nasıl bir dönüşüm tarif edemem…

Hani diyorlar ya imama; ‘yavaş dön hocam cemaat yetişemiyor’ diye, tam o hesap…

Çok da basit, hiç de bana yakışmayan bir tarif oldu, ama yerine tam oturdu…

31 Mart’ın ardından geçen iki aylık süreci kimileri dönüşümü tamamlamak adına değerlendirmiş, kimileri bir miktar değişimle yetinmeyi tercih etmiş gözlemlerime göre.

Şehir de bu değişimden nasibini alıyor elbet.

Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir’ diyen ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bahsettiği hayat damarlarının Bursa’da epeydir kopuk olduğunu kendi adıma söyleyebilirim.

Neticede benim görüşüm…

İşte bu bağların bir kez daha oluşturulması, ölü taklidi yapan koca şehrin yaşayan bir organizmaya dönüşü için atılan adımları kutlamak da elbet görevim.

İpeğin başkenti Bursa bir zamanların rengarenk kelebeklerindendi. Geçtiğimiz dönemde kelebeğin sararıp solmasını, yeniden koza örerek kabuğuna çekilmesini izlemiştik adım adım ve hüzünle. Şimdi sıra kozadan çıkan kelebeğin rengarenk halleri ile bir kez daha gözlerimizin önünde raks etmesine geldi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Nazım Hikmet’in ölümünün 61. yıl dönümünde 2024 yılını Bursa için ‘Nazım Hikmet Yılı’ ilan etmesini bu açıdan ele alıyorum.

2019 yılında dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın;

“Türkan Saylan, Uğur Mumcu, Nazım Hikmet… Nerede dinle diyanetle problemi olanlar var hepsinin adını bir yerlere verdin!” cümlesinde adı geçen, adı ‘dinle diyanetle problemi olan’ sıfatı ile nitelendirilen büyük şair, belki de dünyanın hiçbir yerinde böylesine küçük görülmedi kendi ülkesinde küçültüldüğü kadar.

Dedik ya değişim, dönüşüm zamanı diye, şimdi okullar, gençler, kadınlar, fabrikalar, tarlalar da dahil olmak üzere şehirde emek veren kim varsa Nazım Hikmet ile tanışacak bu yıl. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey öyle söyledi, altını çizelim…

Milli Eğitim Bakanının inatla ‘Sizin tarikat, cemaat dediğiniz vakıflarla ben protokol imzalayacağım’ dediği ve ÇEDES projesi kapsamında çalışmalar yürüttüğü bu süreçte, Bursa’daki okullarda Nazım Hikmet gibi bir değerin de adı anılacak bir yıl boyunca.

İnsanların dini ve siyasi görüşlerine hiç takılmam, yeter ki; ‘mış gibi’ yapmasınlar. Bir de taze beyinlere salt kendi bakış açılarını empoze etmeye kalkmasınlar.

Nihayet bir çeşitlilik gelecek şehre. Sonrasını herkes kendisi seçecek elbette…

“Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden çaldıkları umut…” dediğimiz günlerden,

“Kim bilir. Masalınızın kahramanı, başka bir hikayede figüran olmaya gitmiştir belki de…” dediğimiz zamanlara geldik.

2024 yılı Nazım Hikmet Yılı olunca ve şiir okumak adeti oluşunca, ben de iki mısra iliştireyim yazıma dedim.

Pek de yakıştı bence, neticede benim yakıştırmam…

Sağlıklı olmak umuduyla

Kuruluşu Hikmet Şahin dönemine dayanan ve genellikle Bursa’nın belediye başkanlarının başkanlık ettiği Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği’nde bugün seçim günüydü. Beklentiler Mustafa Bozbey’in birlik başkanı olması yönündeydi. Ancak genel merkezin ‘bir yerde görevli olan belediye başkanlarının başka makamlarda görevli almaması’ prensip kararı gereği, Marmara Belediyeler Birliği Başkanı olan Bozbey görev için aday olmadı.

Birliğin şu anda 130 üyesi mevcut.

Bursa Büyükşehir Belediyesi dışında, Yıldırım, Osmangazi, Nilüfer, Mudanya Belediyeleri de birliğin üyesi.

Fakat Bursa’nın da şehirde yaşayanların da pek sağlıklı bir yapı içinde olmadıklarını hatırlatmakta fayda var. Hızlı ve hormonlu bir büyüme gösteren şehrin hava kirliliği, yeşil alan yoksunluğu, nüfus yoğunluğu gibi pek çok sorunu barındırdığını, trafik gibi bir keşmekeşin ciddi stres kaynağı olduğunu, tüm bunların yanında sağlık için kullanılabilecek şehir kaynaklarının üzerine TOKİ yaptığımızı unutmamak gerekiyor. (Sıcaksu bölgesi)

İşin içine deprem konusunda güvenli, dolayısıyla sağlıklı olma meselesini katmıyorum bile.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay tek aday olarak katıldığı seçimle Birliğin başkanlığına getirildi. Başkan vekilleri Bursa’dan; İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban ve Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir

Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın ve Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz ise encümende görev aldı.

Bu kez birliğin başında bir sağlıkçı var.

Elimde ise geçtiğimiz dönem Sağlıklı Kentler Birliği’nde neler yapıldığını anlatmakla mükellef bir faaliyet raporu mevcut. Raporun her yerinde şehirlerin sağlıklı yapılar olarak planlanması konusu geçerken, bizim geldiğimiz noktanın son derece ironik olduğunu kabul etmek lazım.

Umalım da önümüzdeki dönem Sağlıklı Kentler Birliğinin kurucusu Bursa, gerçekten sağlıklı bir kent olmak yolunda ciddi adımlar atsın…

Sağlıklı Kentler Birliği’nde Cemil Tugay dönemi…

Sağlıklı Kentler Birliği’nde Cemil Tugay dönemi…

Yerel seçimlerin ardından belediyelerin oluşturduğu birliklerde seçimler devam ediyor. Bu minvalde seçim sırası Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği’nde idi…

Hikmet Şahin’in kurucu başkanı olduğu Sağlıklı Kentler Birliği’nde kuruluştan bugüne kadar geçen süre zarfında Hikmet Şahin’in ardından Recep Altepe, Menderes Türel, Alinur Aktaş başkanlık görevinde bulunmuştu.

10 kurucu belediye ile 2004 yılında yola çıkan Sağlıklı Kentler Birliği’nde bugün 130 civarında üye belediyeye ulaşmış durumda.

Delege sayısıysa 200’ün üzerinde…

Bursa özelinde Yıldırım, Osmangazi, Nilüfer, Mudanya ve Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi birliğin üyesi.

Öte yandan;

Seçimlerden önce beklenti Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in başkan olacağı yönündeydi…

Fakat CHP Genel Merkezi’nin aldığı prensip kararlarından uyarınca mevcut görevi olanlara yeni bir görev almaması önerilmiş!..

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in Marmara Belediyeler Birliği Başkanı olarak seçilmesinden dolayı bu göreve talip olmadığını belirtelim.

Öte yandan diğer bir gerçek ise kentlerin sağlığı, bireylerin sağlığı ile doğru orantılıdır. Kentler ne kadar sağlıklı büyürse, bireyler de o kadar sağlıklı olur.

Özellikle 6 Şubat 2024 tarihinde gerçekleşen 11 ili etkileyen büyük depremin ardından sağlıklı kentlerin önemini bir kez daha vurgulama ihtiyacı ortaya çıktı…

Kongreye bir de bu gözle bakmak gerekiyor…

Gelelim kongreden detaylara;

Bozbey’in aday olmadığı kongrede adaylık için delegeler İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay isminde karar kılmışlar.

Tek liste ile gidilen seçimlerde Cemil Tugay, başkanlığa seçilirken meclisin Birinci Başkanvekilliği görevine İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban, İkinci Başkanvekilliği görevine de Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir seçildi.

Cemil Tugay’ın başkanlık seçimlerinde dikkat çeken detay ise 30 boş oyun çıkması idi. Öte yandan Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın ve Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz da encümende görev aldı.

Neticede Sağlıklı Kentler Birliği’nin başına aynı zamanda sağlıkçı olan estetik cerrahı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Operatör Dr. Cemil Tugay seçildi.

Bakalım Tugay kentlere de estetik ve sağlıklı dokunuşlar gerçekleştirebilecek mi?

Onu da önümüzdeki süreçte göreceğiz.

Bize düşen başarı dilemek, kentlere sağlıklı dokunuşlar yapacak projeleri hayata geçirmelerini beklemek.

Nazım’ın yılı ve Bursa’da bir ‘awumbuk’ hissi

Nazım’ın yılı ve Bursa’da bir ‘awumbuk’ hissi

Bir sabah ne kadar alelade olabilirse eğer, öyle bir sabahtı.

Hayatın rutin keşmekeşi arasında mevsimin baş belası polenler havada uçuşmakta, korna sesleri işine, okuluna yetişmeye çalışan insanların koşuşturmasına karışmaktaydı.

Eksildi ömrümüzden kim bilir kaçıncı gün’ felsefesine dalmadan, olağan akışın içine bıraktım kendimi. Mesaimin başlamasına daha vardı aslında ama ben de sanki geç kalmış gibi telaşlı bir şekilde hareket etmeyi daha uygun gördüm. Sigarayı bile arkamdan atlı kovalıyormuş gibi içtim. Bu arada sağlığa ne kadar zararlı olduğunu da tekrar test etme fırsatı yakaladım.

Saniyeler kanat taktı, dakikalar birbirini kovaladı ve sonunda mesai başlangıcına 15 dakika kala geldim kuruldum ofisteki sandalyeye.

Derken bir boşluk hissi hasıl oldu içimde.

Derin bir yalnızlığın kıyısındaymışçasına, vızır vızır akan hayatın tam ortasında tek başına duruyormuşçasına bir his.

İsmi bile var, belki duymuşsunuzdur: Awumbuk.

Papua Yeni Gine’de yaşayan Baining halkının, eve gelen ve bir süre kalan misafirin gitmesinin ardından yaşanan boşluk ve yalnızlık hissine verdiği isimmiş ‘awumbuk.’

Baining kültüründe giden misafirlerin daha kolay seyahat edebilmeleri için bir tür ağırlık bıraktıkları düşünülüyor. Bu ağırlık havaya bulaşıp awumbuk’a neden oluyor. Bu havayı emmesi için bir kase su gece boyunca dışarı bırakılıyor ve ertesi sabah erkenden bir tören düzenlenerek su atılıyor.

Aslına bakarsanız bizim gidenin arkasından su dökmemizin lacivert versiyonu. Demek ki kültürler farklı olsa da gidenin boşluk hissi aynı insan hayatında.

Gelen gidiyor neticede, yaşamın kuralı bu. Kim gelirse gelsin bir şekilde o veda gerçekleşiyor. Bazıları kişinin özel hayatına etki ediyor, bazıları da toplumsal yaşama damgasını vuruyor.

O damgayı vurmayı başarabilen kişiler, aradan kaç yıl geçerse geçsin unutulmuyor. Onu hiç görmemiş, hiç tanımamış insanlar tarafından anılıyor, ortaya koyduğu eserler konuşuluyor, seviliyor. Yıllar önce gerçekleşen bir vedanın ardından yıllara meydan okuyan bir hatırlanma duygusu yani.

Bursa Büyükşehir Belediyesi de ‘Mavi Gözlü Dev’ Nazım Hikmet’in ölümünün 61. yıl dönümünde şehirde ‘Nazım Hikmet Yılı’ ilan etti.

Bir süredir edebiyata ve sanatın hayatın içindeki ritmine sırtını dönen Bursa için elbette güzel bir gelişme. Hatta Başkan Bozbey’in dediğine göre, birdenbire bir metro istasyonunda Nazım’dan bir şiir duyarsak şaşırmamak gerekirmiş, böyle sürprizlere hazır olmalıymış Bursa ahalisi.

Sıcağın tavan yaptığı şu günlerde biri çıkıp da ‘Bu dünya soğuyacak günün birinde’ diye başlarsa şiire bir anda ‘Ne zaman?’ sorusuyla da karşılaşma ihtimali de var tabii ama olsun, şiir güzeldir.

Emeği geçenleri tebrik etmek gerek.

Yıllarını Bursa Hapishanesi’nde geçiren Nazım’ın dizeleri, en azından bir sene boyunca Bursa’nın seslerinden biri olacak.

Nazım Hikmet, vatanını sevmenin yaşattığı bedelleri geride bırakarak göçtü gitti bu dünyadan. Çok sevdiği ülkesinde yıllarca yasaklı kaldı.

Bu yasakların verdiği ağırlık hissi de yavaş yavaş böyle etkinliklerle atılıyor toplumun üzerinden. Gerçi bu duygunun hafiflemesi için kaç kap su bırakmak gerekir kapının önüne, bir düşünmek lazım.

Hoop, döndük mü bak yine ‘awumbuk’a…

 

Milli eğitimde pis kokunun kaynağına yolculuk

Milli eğitimde pis kokunun kaynağına yolculuk

Bir şeyler olduğunu hissedip neler olduğunu anlayamamak kadar zoru yok şu hayatta. Hele de bizim mesleğimiz gibi safiyane merak ve şüpheye dayanan bir iş yapıyorsanız.

Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü’nün uzun süredir karışık işler ve ilişkilerle yönetildiğini aktarmaya çalıştığım yazılarım oldu daha önce de. Bahsettiğim dönemde müdür koltuğunda Serkan Gür oturuyordu.

Hemen hatırlatalım, 6 Şubat depreminin olduğu süreçte, depremzedeler soğukta çadır beklerken, deprem bölgesinden çadırlar toplatılıp Bursa’daki meslek liselerinde üzerlerine okul amblemi basılarak, tekrar deprem bölgesine gönderilmiş, olay ‘Deprem bölgesine Bursa meslek liselerinde üretilen çadırlar gönderildi’ şeklinde lanse edilmiş ve Eğitim İş Bursa Şubesi’nin incelemeleri sonucunda, sadece meslek liselerinde üretim yapılıyormuş gibi göstermek için depremzedelerin günlerce çadırsız soğukta beklemelerine sebep olunduğu ortaya çıkmıştı.

Konu hala mahkemelik…

Bu dönemde Milli Eğitim Müdürü olan Serkan Gür görevden alınmış, güya Bursa’da çok başarılı işler yaptığı için Hatay Milli Eğitim Müdürü olarak görevlendirilmiş, ailevi sebepleri öne sürerek görevi kabul etmediği için müdürlük makamından ayrılmıştı.

Şimdi gelelim, ‘havada enteresan kokular var, fakat içinde hangi baharatlar mevcut bilemiyorum’ durumunun ilk izahlarından biri sayılabilecek münferit olayı anlatma kısmına…

Bugün Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü önünde bir açıklama yapan müteahhit Hasan Durgaç, Yeniceabat’ta bulunan Şehit Erol Olçok Uygulama Oteli’nin inşaat işlerini üstlendiğini, ancak parasının önemli bir bölümünü alamadığını kamuoyuna duyurdu.

“İşi alan müteahhit firma, okulun tefrişat kısmının kendisinde olduğunu belirterek inşaat kısımlarının ihtiyaçları için beni kurum yetkilileri ile tanıştırdı. Yetkililer, bu işi ihalesiz yaptıklarını ve ödenek geldikçe ödeme yapabileceklerini söylediler. Bu şartlarla işi kabul ettim ve tüm malzeme tedariğini ve işçilik giderlerini ekibimle birlikte karşıladım” sözleri Durgaç’a ait.

Okul aile birliği üzerinden kendisine bir miktar ödeme yapılan Durgaç’ın Serkan Gür’ün görevden ayrılması ile birlikte içeride 2.400.000 TL + KDV alacağı kalmış. Yaklaşık iki yıldır alacağını tahsil etmeye çalışıyor, bu süreçte hukuki yollara da başvurmuş, alacağının 500 bin liralık kısmı dışında ödeme taleplerinin hiçbirine itiraz gelmemiş. Dolayısıyla hukuki açıdan alacaklı olduğu netleşmiş, ancak kamu kurumlarına icra yolu uygulanamadığı için devletin kendisine gereken ödemeyi yapmasını beklemekten başka pek bir çaresi yok.

Gelelim işin alengirli taraflarına…

(Fotoğraf: Bursa Tanık)

Efendim konunun başından bu yana inşaat işi yapıldığı söylenen ve gerçekte de inşaat işi yapılan Yeniceabat Şehit Erol Olçok Uygulama Oteli’nin inşaat ihalesi Yeşilyayla Endüstri Meslek Lisesi üzerinden yapılmış. Devir teslim yolu ile taşeronlara devredilen ihalenin son durağı Hasan Durgaç olmuş.

Hasan Durgaç’ın iddiasına göre, işin teslimi yapılmış, okul da bunu onaylıyor zaten. Sonrasında Durgaç’ın yaptığı yerler yıkılmış ve yeniden ihale edilmiş.

Burayı biz yaptık demek için sıfırdan yapılan her şey kırıldı, yıkıldı ve tekrar yapıldı. Okul müdürü kamu zararına sebebiyet verdi, tüm idare bunu biliyor ve hepsi müteahhit firmaya destek oldular. Bunların hepsi müfettiş raporlarında var. İl müdürüne giderek durumu anlattım, o da ‘ben yeni geldim, evet sen orada iş yapmışsın, mağdur olmuşsun, hukuk önünde hakkını ara’ dedi.” diyerek anlatıyor meseleyi mağdur müteahhit.

İşin alacası da burada zaten…

Benim yaptığım işe inşaat emlak birimi 8.000.000 TL’lik ihale yaptı. İşi ben yaptım, ancak iş ile alakası olmayan Merttaş isimli bir firma, ben işi teslim ettikten 4-5 ay sonra EKAP 2022/1044121 nolu ihaleyi aldı ve parasını da aldı diye biliyorum” sözleri tüm gerçekliği açıklıyor.

Şimdi mesele biraz karışık olduğu için meseleyi özetlemekte fayda görüyorum…

Bir ihale alınıyor, ihale taşeron firmaya ‘biz zaten bu işleri böyle yapıyoruz, devlette paran kalmaz’ denilerek veriliyor, iş yürürken bir miktar ödeme de yapılıyor. Sonra yaptırılan işler dostlar alışverişte görsün misali ucundan yıkılıyor, fotoğraflanıyor ve ihale sürecine gidiliyor. Yapılan, göstermelik yıkılan, en baştan yaptık diye devlete yutturulan işler için.

Hasan Durgaç iki yıldır 3 milyon 300 bin lira alacağını almaya uğraşıyor. 500 bin lirasına zaten itiraz edilmiş, kalan 2 milyon 400 bin lirası alacak hanesinde duruyor. Fakat Durgaç’ın yaptığı işi yeniden yapması için ihale alan firmaya 8 milyon liralık ihale bedeli ödeneği çoktan gelmiş.

İşi taşerona yaptır, sonra aslında taşeronun yaptığı işle ilgili ihale süreci başlat, yapılmış işi en baştan yeniden yapılmış gibi göster, ihale parasını al…

Farkındaysanız bu iddialar bana ait değil, mağdura ait!

2 milyon 400 bin lira ile 8 milyon lira arasındaki fark ne oldu?

Neden yapılan iş göstermelik şekilde yıkılarak yeniden yapılmış gibi gösterilerek yepyeni bir ihale süreci başlatıldı?

Bence burada sadece müteahhit değil mağdur olan, halen depreme dayanıklı olup olmadığını bilmediğimiz okullarda üst üste eğitim gören, Bursa’nın eğitim kalitesinin giderek düşmesine neden olan ikili eğitimin mecburen sürdürülmesinin en önemli nedeni derslik azlığı sorununa bir türlü çare bulunamayan sistemin ve dolayısıyla tüm şehrin çocukları ile velilerinin uğradığı bir kamu zararı var ortada.

Arada derede buhar olan bu para nerede?

Şu anda doğru biçimde kullanılmış olsaydı kaç derslik inşa edilirdi bu parayla?

Dedim ya işimiz merak ve şüphe diye…

İşte soruyor, merak ediyor, araştırıyor, peşini de bir türlü bırakamıyor insan…

 

NOT: ‘Mayıs ayında enflasyon aylık yüzde 3.37 olarak gerçekleşti!’ haberini herkes görmüştür herhalde bugün. Zira sabit gelirli dediğimiz, bu ülkede yaşan insanların yüzde 85 gibi bir oranının evine önümüzdeki aylarda ne kadar maaş gireceği bu bilgiye bağlı.

TÜİK ne tatlı oyunlar oynuyor öyle bizimle…

Bir biçimde ticaretin içinde olanların, yani bu dönemin zenginleşen kesiminin, ürünlerinin satış fiyatını kendi skalasına göre belirlediğini biliyoruz. Sabit gelirliler olarak bizim elimizdeki malın kendimiz olduğunun farkında mıyız acaba?

‘Mal’ kelimesini yanlış anlamaya müsait gururlu sabit gelirlilere benim de bir sabit gelirli olduğumu, dolayısıyla elimde satabileceğim tek mal olarak kendi emeğimin bulunduğunu hatırlatmak isterim.

Hani demem o ki, biz emeğimizin bedelini başkalarının insafına bıraktığımız sürece bu TÜİK’in tatlı oyunları sürer gider.

Asıl olan, emeğinin bedelini belirleyecek gücü elinde bulundurmaktır!

Selametle…

Keser döndü sap döndü

Keser döndü sap döndü

Tam 30 yıl önceydi…

MHP’nin 4. kongresinin kapanış konuşmasında kürsüye çıkan Genel Başkan Alparslan Türkeş, bir sürpriz yapıp başlıyordu şiir okumaya:

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

                        bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak,

                        bu cehennem, bu cennet bizim.”

Herkes donup kalıyordu.

İşte böyle bir şairdi Nazım Hikmet.

Türkeş bile onun vatan sevgisini kabul etmiş, çektiği acıları ve mücadelesini özümsemişti.

Ama gaflet ve dalalet içerisinde olan birileri tabii ki vardı.

2019 yerel seçimler öncesi Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Alinur Aktaş, bir toplantıda rakibi CHP adayı Mustafa Bozbey’i eleştireyim derken, şöyle diyordu:

Türkan Saylan, Uğur Mumcu, Nâzım Hikmet, Bahriye Üçok… Nerede dinle diyanetle problemi olan adam varsa hepsinin ismini belirli bir merkezlere verdin.”

Aktaş’ın bu cümleleri kurarken tarih ve edebiyat bilmediği belli oluyordu da siyaset bilmediği de apaçık ortadaydı. Çünkü siyasette çoğu zaman geç olsa da Süleyman Demirel’in dediği dibi “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner!..”

O hesabın döndüğüne bugün kendi gözlerimizle şahit olduk.

Galiba güzel günler göreceğiz, çünkü Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Bursa’da 2024 yılını Nazım Hikmet Yılı ilan etti.

Başka bir açıdan bakıldığında, eskilerin dediği gibi gerçekten intikam soğuk yenen bir yemekmiş.

Ayrıca Bursa’da çektiği acı ve özlemi sayfalara döken Nazım Hilkmet’in edebi yönü gibi dünyaca tanınmışlığı da bir artı getiriyor Bursa’ya. Şilili Şair Pablo Neruda bile öyle diyor mavi gözlü dev için:

“Biz onun yanında şair miyiz!..”

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Bozbey’in, şairin 61. ölüm yılı olan 3 Haziran günü bu duyuruyu yapması oldukça anlamlıydı.

Buradan eski Başkan Aktaş’a bir tavsiyem var. Emekliliğinizde bol bol Nazım okuyun, belki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık yakındığı “fikri iktidarı” belki sağlayabilirsiniz ya da Alparslan Türkeş gibi bir şiirini ezberlersiniz.

Nazım’ın bir eserini öner derseniz, Kuvayi Milliye Destanı tam size göre.

 

Nazım’ın yolculuğu

Nazım’ın yolculuğu

Nazım Hikmet Ran, ölümünün 61’inci yıl dönümünde tüm ülke genelinde olduğu gibi Bursa’da da etkinliklerle anılıyor.

Okullarda Nazım Hikmet tanışmaları, Bursa’nın sokaklarında ve meydanlarında Nazım Hikmet okumaları yapılacak.

Konserler, sinema ve belgesel gösterimleri, tiyatrolar ve sergiler olacak.

Ayrıca yıl içerisinde basılmış bir esere “Bursa Büyükşehir Belediyesi Nâzım Hikmet Yılı Ödülü” de verilecek.

Konuyla ilgili bir basın toplantısı düzenleyen Başkan Mustafa Bozbey, Nâzım Hikmet’in şu şiiri ile başladı toplantıya:

“En güzel deniz, henüz gidilmemiş olandır. En güzel çocuk, henüz büyümedi. En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz, henüz söylememiş olduğum sözdür.”

Başkan Bozbey, Nazım Hikmet in sadece politik bir kimlik olmanın çok ötesinde bir dünya şairi olduğunu da vurguladı.

Eserleri 50’den fazla dile çevrilmiş durumda. Çünkü Nazım, aşk, ayrılık ve vatan üzerine de her milletten insanı etkileyecek eserler üretti. Türkçemiz ile destansı denilebilecek güzelliklerde çeşitli şiirler, öyküler ve oyunlar kaleme almış, edebiyatımızın insanlığa mal olmuş isimlerinden olduğunu her geçen yıl daha da büyüyerek adını zamana yazdırdı.

Nazım Hikmet Kültür Vakfı Genel Sekreteri Turgay Fişekçi de düzenlenen basın toplantısında idi. Bursa ile Nazım Hikmet isimleri arasındaki yakınlığı o da vurguladı.

“Memleketimden İnsan Manzaraları” eserini, “Ferhat ile Şirin” oyununu Bursa Cezaevindeyken yazdığını hatırlattı.

Fişekçi, Nazım ile Bursa buluşmalarının artarak devam etmesini temennisinde bulundu.

Önümüzdeki süreçte ilan edilen “Bursa Nazım Hikmet Yılı”na ait etkinliklere ise Yazar Atilla Birkiye danışmanlık yapacak. Birkiye, yıl boyunca yapılacak olan etkinliklerde odak noktalarının şiir olacağını ifade etti.

Bursa gülümsemeye başladı.

61 yıl değil, belki 6 yıl sonra adı sanı unutulacak bir kasaba siyasetçisi, geçmişte Nazım Hikmet’e hem de Bursa’da dil uzatma gafletinde bulunmuştu.

Bu yıl ise Bursa Büyükşehir Belediyesinin resmi kararı ile 2024 Nazım Hikmet Yılı olarak ilan edildi.

Nazım Hikmet olmanın zamanda büyüyen gücü, bu vatanı karşılıksız sevmekten gelir. Kurtuluş için verilen savaşın “Kuvayı Milliye Destanı” ile çoğalır.

30 Ağustos zafer bayramımızı küçümseyenlerin anlayabileceği bir şey değildir Nazım Hikmet’in vatanseverliği.

Bu toplumun adalet ve eşitlik inancının tarihi kişiliği olan “Şeyh Bedrettin Destanı” da kendini bulur Nazım olmak. “Memleketimden İnsan Manzaraları “şiirinde anlattığı halkı için kendini feda edebilme kararlığında insanlığa mâl olur.

Nazım Hikmet’in zamanda yolculuğu uzundur, çilelidir.

Nazım, onu sürgüne kaçmaya mecbur bırakacak adaletsizlikler ve ölüm tehditleri yüzünden vatanına ve tüm sevdiklerine hasret içinde öldü, 3 Haziran 1963’te.

Adeta feryat ettiği ve oğlu Memet için yazdığı şu dizelerinde o insancıl acıyı hissetmek mümkündür:

Memet
karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varna’dan,
işitiyor musun?
Memet! Memet!

Karadeniz akıyor durmadan,
deli hasret, deli hasret,
oğlum, sana sesleniyorum,
işitiyor musun?
memet! memet!….”’

Dönülmez akşamın ufkuna doğru

Dönülmez akşamın ufkuna doğru

Türkiye uzun bir siyasi süreci dün itibariyle geride bırakmış oldu. İptal edilen seçimlerin yenilenmesiyle ülke genelinde seçim süreci tamamlandı. Millet iradesinin en önemli göstergesi olan seçimlerin kısmi olaylar hariç sıkıntısız geçmesi demokratik yaşamın benimsenmesi açısından son derece önemli.

Kazananlar, kaybedenler; hikayesi yarım kalanlar, yeni hikaye yazma fırsatı bulanlar ve daha nice hikayeleri içinde taşıyan seçimler geride kaldı.

AK Parti’nin ülke genelinde oy ve belediye kaybetmesi, CHP’nin birçok büyükşehri kazanması ve oy oranını yükseltmesi, Yeniden Refah’ın ciddi yükselişi, İYİ Parti’nin hezimeti seçimden geriye kalan en önemli notlar.

Anadolu irfanından AK Parti’ye son uyarı…

Bir Anadolu geleneğidir aslında en son söylenecek sözü en başta söylemek.

Ama AK Parti’nin 22 yıllık iktidarının son dönemlerinde yaşanan sorun ve sıkıntılara rağmen vatandaş genel seçimde ilk turda tepkisini ortaya koyup ikinci turda yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında durdu. Ancak parti genel merkezi ve yakın ekibi anlaşılan halkın verdiği mesajı anlamamış olacak ki “Aynı tas, aynı hamam” devam ettiler.

Nasıl olsa bu halk CHP’ye oy vermez, biz yine kazanırız, mantığı son yerel seçimle birlikte tarihe karıştı. Bunun dışında körü körüne bağlı bir kitle olarak görülen AK Parti seçmeninin aslında ne kadar bilinçli bir seçmen olduğunu da yerel seçim süreci tüm kesimlere göstermiş oldu.

Mesaj gerçekten anlaşıldı mı?

Seçim akşamı geleneksel balkon konuşmasını tek başına yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın mesajı aldık söylemi ilk defa tabanda heyecan uyandırdı. Ancak üzerinden onca zaman geçmesine rağmen hiçbir hamlenin olmaması “Acaba” sorusunu tekrardan akıllara getirdi. Son Kızılcahamam kampından sonra birşey çıkar mı bilinmez ama olur da diğer mesajı aldık konuşmalarına benzerse AK Parti için de bir Anavatan süreci başlayabilir.

Taban gerçek değişim istiyor…

AK Parti yirmi yılı aşkın süredir devam eden iktidarında son zamanlarda eleştirildiği kadar hiç eleştirilmedi. Parti adeta kırgınlar ve küskünler ordusuna dönüştü .

Özellikle son yıllarda parti genel merkezinin politikaları, atamaları, demeçleri ve en önemlisi değişmeyen zihniyet ve isimler vatandaşın sabrını taşırdı.

Bir bakıma son seçim aslında bunun bir dışa vurumu gibiydi.

Sipariş üzerine yapılan belediye başkan adayları, aday ve ilçe başkanlarının keyfi uygulamalarıyla oluşturulan meclis üyeleri listesi, muhalif il ve ilçe başkanları ve en önemlisi yaşadıkları ilde, ilçede hiçbir şey olmayacak birçok kişinin parti sayesinde birçok şey olması… Ve daha nice uygulamalar.

Vatandaştan Erdoğan’a mesaj

Bir yıl önce gerçekleşen seçimde altı büyük parti ve bileşenlerine rağmen genel seçimde Recep Tayyip Erdoğan’ı seçen vatandaşlar bir yıl sonra yapılan yerel seçimlerde Erdoğan’a açık bir şekilde mesaj vererek, “Seni onaylıyoruz ama senin yol arkadaşlarından memnun değiliz” dedi.

Kızılcahamam Kampı ve sonrası AK Parti’nin geleceğini belirleyecek

Büyük umutlarla beklenen Kızılcahamam istişare kampınin her anlamda AK Parti’nin geleceğine etki edeceği aşikar. Herkesin gözü kulağı orada. Muhalefetten tutun da sokakta siyasetle ilgilenen herkes kamp sonunda açıklanacak yol haritasını beklemeye başladı. İlk sızan haberler doğru mu bilinmez ama dedikosu bile parti tabanı ve AK Parti seçmenini huzursuz etmeye yetti.

Bu yıl içinde yapılması planlanan kongrenin 2025’e ertelenmesi, il ve ilçe kongrelerinin yıl sonunda olacağı, bu arada Türkiyeleşme adımları atılacağı, bazı kişiler tarafından şimdilik medyaya sızdırıldı.

Asıl sorunu çarpıtma çabaları…

Tepkilerin odağı haline gelen AK Parti genel merkezi gündemi değiştirme adına aslında vatandaşın partiye tepkili olmadığını, ekonomik ve sosyal olaylardan dolayı böyle bir tercih yaptığını, bunun da ekonomiyle birlikte yeniden düzeleceğini dillendirmeye başladı. Ancak genel başkan Erdoğan’ın bu söylemi dikkate alıp almadığını, daha doğrusu yakın çevresine örülen duvar, bu gerçeği görmesine ne derece müsaade edecek hep birlikte göreceğiz.

AK Parti değişimi ve dönüşümü tamamlayamazsa!

Değişim ve dönüşüm sloganıyla ortaya çıkan ve belli ilkeler üzerine inşa edilen AK Parti’yi çok zor bir süreç bekliyor. Son yılların en büyük siyasetçisi Erdoğan, sokağın sesine nasıl kulak verecek hep birlikte göreceğiz. Ama durum bu sefer biraz farklı.

Vatandaşın gerçek bir reform istiyor. Erdoğan bunu başaramazsa halk onu bu sefer yalnız bırakabilir. Hatta muhalefet bu kadar güçlenmiş ve rüzgarı arkasına almışken doğru hamleler yapmazsa yapayalnız bırakabilir. Çünkü beklenen değişim olmazsa muhalefetin seçim çıkışı vatandaş arasında çok ciddi kabul görebilir ve bu atmosferde gerçekleşecek bir seçim AK parti için sonun başlangıcı olabilir.

Son söz olarak Recep Tayyip Erdoğan;

“Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç,
Bu son fasıldır, nasıl geçersen geç” mi diyecek!

Yoksa; “Ben bitti demeden bitmez” deyip çevresine, muhalefete ve tüm dünyaya “Yeni bir meydan mı okuyacak” göreceğiz.

Ama tüm bunların ötesinde Mevlana’nın ifadesiyle değişmeyen bir hakikate kulak vermeli Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti.

“Dün dün ile gitti cancağızım,
Bugün artık yeni şeyler söylemek lazım.” lafzından payına düşeni almalı, eskirken eksilen kişilerden ve fikirlerden kurtulmalı, yoksa…

Yoksası hepimizin malumu…

AK Parti kongre döneminde nasıl bir yol izleyecek?

AK Parti kongre döneminde nasıl bir yol izleyecek?

Bursa özelinde AK Parti son girdiği seçimlerde Karacabey’de Ali Özkan ile seçimleri kaybetti, Mustafakemalpaşa’da AK Parti aday göstermediği için Mehmet Kanar bir yerlere talip olmadı. Keza  Keles’te Mehmet Keskin’in yerine Ali Doğru isminde karar kılındı; ne kadar doğru o da tartışılır.

Yine Orhaneli’de Ali Aykurt’un yerine Ali Osman Tayir aday gösterildi. Harmancık’ta Yılmaz Ataş burun farkıyla seçimi kaybetti.

Keza; Osmangazi’de Mustafa Dündar 15 senedir oturduğu koltuğu Erkan Aydın’a karşı kaybetti. Keza Nilüfer’de Celil Çolak sandıktan istediği sonucu alamadı.

Yine Büyükşehir de kendine çok güvenen Alinur Aktaş ağır bir yenilgi aldı.

Şimdi bir tarafta seçimi kaybeden isimler diğer tarafta ise kongre sürecinde olan bir parti AK Parti var.

Bu isimlerden Yılmaz Ataş, Ali Aykurt,  Mehmet Keskin, Mehmet Kanar ve Celil Çolak’ın ortak özelliği daha önce ilçe başkanlığı görevinde bulunması.

Hatta Çolak il yöneticisi  olarak da görev yapmıştı.

Önümüzdeki dönemde önce delege, ardından ilçe ve sonrasında il ve büyük kongre süreci var. AK Parti’de mevcut il başkanı ile mi yoksa başka biri isim ile mi devam edilecek?

Onu da yakın bir tarihte öğreneceğiz.

Başka bir isim ile devam edilecekse muhtemelen başkan ataması yapılır, ilçe kongrelerine o isimle gidilir.

Sonrasında atanan başkan seçilmişliğe terfi eder.

İl Başkanlığı’nda değişim olacaksa bu dönem aday gösterilmeyen veya seçimi kaybeden isimlerden başkanlık için öne çıkan isim olur mu?

İşte asıl merak edilen konu bu…

Ali Aykurt, Mehmet Kanar ve Mehmet Keskin partileri tarafından aday gösterilmedi. Aday gösterilmeyen ilçelerden Mustafakemalpaşa’da Cumhur İttifakı seçimi kaybederken Keles ve Orhaneli’de burun farkıyla kazandı. Cumhur İttifakı burada ciddi bir oy kaybına uğradı. Siyaset kulislerinde konuşulan  iddialardan biri de Ali Aykurt, Mehmet Kanar ve Mehmet Keskin’in il yönetiminde olması bekleniyor.

Başkan olarak mı, yönetici olarak mı?

Onu şimdiden konuşmak erken…

Yine diğer bir iddia ise Alinur Aktaş’ın MKYK’na girebileceğini yazmıştık. Ankara’dan bir dostumuz “Bursa gibi bir yerde seçimi kaybeden belediye başkanını MKYK’ya almak ödüllendirmek olur, bu da doğru bir şey değil.” diyerek düşüncelerini bizimle paylaştı.

Aslında Ankaralı dostumuzun yine “ yeni yönetimin yeni yüzlerden olması” önerisi de dikkate değer…

Bakalım kurulduğu tarihten itibaren sandıklardan ikinci parti olarak çıkan  ilk defa istediği sonucu alamayan AK Parti teşkilat içi seçimlere nasıl hazırlanacak, nasıl bir yol izleyecek?

Çok yakın tarihte hep beraber öğrenmiş olacağız.

Kimi cezalandırıyorsunuz?

Kimi cezalandırıyorsunuz?

Son dönemlerde şehirden uzaklaşmak, gizli kalmış şehir güzelliklerinin kıyısında kamp yapmak ya da elinizde piknik sandalyeniz ve kahvenizle öylece sadece oturup biraz dinlenmek fikri akıllardan çıkmıyor…

Çünkü çok yoruluyoruz şehrin karmaşasında, çünkü çok yıpranıyoruz bu yoğun ve stresli akış içinde…

Herkesin küçük bir molaya ihtiyacı olabileceğini düşünen evren düzenleyicisi tüm şehirlerde olduğu gibi Bursa’da da harika mola yerleri oluşturmuş bizler için.

Bazen küçük bir göletin içine kaynar sular doldurmuş, öyle pek çok hastalığa iyi gelen cinsinden, bazen hiç beklemediğiniz bir anda kocaman bir suyun kenarında piknik yapabileceğiniz alanlar yaratmış, bazen de kocaman bir akarsuyun dibinde dinlenebileceğiniz kuş seslerini ve su şırıltısını sunmuş nimet olarak.

Bursa’da bu güzelliklerin merkezinde dağ yöresi ilçeleri bulunuyor.

Hiç gidip görme fırsatım olmamıştı, kim zaman yol uzun ve meşakkatli geldi, kimi zaman ben ihmal ettim…

Neyse ne…

Sonunda yeni seçilen belediye başkanlarına hayırlı olsun ziyaretleri vesilesi ile gittiğim her yerin ayrı güzelliklerini, gelenek göreneklerini, kendine has gastronomik keyiflerini de tanıma fırsatı buldum.

Biz ziyaretlerimizde belediye başkanlarından bölgelerinin ne kadar naçar kaldığını dinlerken, ben bu el değmemişliğin içindeki hazineye meftun oldum…

Eminim benim gibi bu güzelliklere meftun olacak, benim gidip görme fırsatı bulamadığım, ancak bundan sonrasında mutlaka didik didik etmek istediğim yerlerin tadını çıkarmak isteyecek çok insan var bu şehirde.

Öyle dışardan akın akın turist gelmesine, İstanbul’un buralara akmasına da gerek yok. Bölgenin turizmle kalkınması için hafta sonları yakın yerlere kafa dinlemeye giden insanımızın buralarda konaklamayı tercih etmesi yeter de artar bile.

Fakat ortada ulaşım gibi bir sorun var işte.

Bursa’nın dört dağ ilçesinin neredeyse 40 yıllık hasreti olan Doğancı Tüneli’nin yapımı sürekli ertelendiğinden yılan hikayesine dönen projeler arasında yerini alıyor.

Dağ yolunu hem kısaltacak, hem de ulaşım konforu ve güvenliği sağlayacak olan 2 bin 36 metre uzunluğundaki Dağ Yolu Projesinin ilk ihalesi 2017 yılında yapıldı. O zamandan bu güne aradan geçen 7 yılda Ferhat Şirin için dağları delerdi elindeki bir eski kazmayla, nedense her yere tüneller açan, Karayolları Tünelin yapımında takıldı kaldı.

Genel Seçim sürecinde AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Varank’ın üzerinde durduğu ve 2023 yılı sonuna kadar tamamlanacak dediği tünelin ucu karanlık…

Dağ ilçelerine böylesine bir imkan mı layık görülmüyor, yoksa bilinmeyen bir nedenle hizmet almamasına yemin edilmiş Bursa halkı mı cezalandırılıyor anlamak güç…

Çiçekler sahipsiz hayvanlara

Sıklıkla bahsettiğim sahipsiz hayvanlar sorunun çözmek için Gemlik ve Mudanya Belediyelerinin kolları sıvadığını, hayvanların refah içinde yaşamaları adına geniş yer taleplerinde bulunarak birer sahipsiz hayvanlar parkı oluşturmak adına girişmelerde bulunduklarını daha önce de belirtmiştim.

Daha önce de bu taleplerde bulunulduğunu, Orman Bölge Müdürlüğünün yer tahsis talebini reddettiği için bahsettiğim geniş yaşam alanlarının oluşturulamadığını, bu kez durumun daha farklı işlemesi gerektiğini, dolayısıyla orman dokusuna zarar vermeyen, ancak sahipsiz hayvanların da rahat yaşam alanlarına kavuşmasını sağlayacak ara çözümlere ihtiyacımız olduğunu belirtmek isterim.

Madem merkezi hükümet ‘Hedefimiz hayvanları öldürmek değil, yaşatmaktır’ diyor o halde merkezi hükümetin temsil ettiği kurumların da bu hedef doğrultusunda kararlar alması gerekir kanaatimce.

Bu girişimler sürerken Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren kendisine hayırlı olsun ziyaretine gelen misafirlerinin getirdiği çiçekleri sahipsiz hayvanların yararına kullanılmak üzere satışa çıkardı.

Bence harika bir davranış…

Hiç kimsenin yüzlerce saksılık çiçek bahçesini makam odasında barındırmaya ihtiyacı yok. Kendisine gelen çiçeklerle gövde gösterisi yapmaya hiç ihtiyacı yok. Oysa sahipsiz hayvanların bu çiçeklerin satışından elde edilecek parayla oluşturulacak barınaklara, alınacak mamalara, yapılacak kısırlaştırmalara ihtiyacı var.

Konuyla ilgili duyarlı olan herkese minnet duyuyorum…

NOT: ‘Bu da hizmet mi?’ sorusu aklına gelen okuyucuma şunu belirtmek isterim, belediyelerin büyük hizmetleri uzun süreç gerektirir, hem hizmetin başlangıcı hem de uygulaması aşaması meşakkatlidir ve zaman alır, oysa küçük adımlarla da hizmet başlangıçları yapılabilir ve bence bir bölgenin yararı için düşünülerek atılan her adım bir hizmettir…

AK Parti gelecek yerel ve genel seçimlerin kurgusunu bugünden yapmalı

AK Parti gelecek yerel ve genel seçimlerin kurgusunu bugünden yapmalı

Bursa özelinde son yerel seçimlerde sandıktan istediği sonucu alamayan AK Parti‘de gözler gerçekleşen kamp sonrası açıklamalara çevrildi.

Bu kamp bir anlamda yerel seçimlerin masaya yatırıldığı kamp oluyor. Herkesin eteğindeki taşları dökmesi bekleniyor.

Bir anlamda kampta kulislerde konuşma yerine her şeyin ortaya konuşulacağı beklentisi hakim.

Ama gerçekten öyle mi olacak?

Onu ilerleyen günlerde kulislere yansıyan bilgilerden öğreneceğiz.

Ama öncelikle bir hatırlatma yapalım.

Bir önceki yerel seçimlere gidelim.

O seçimlerde, Bursa özelinde Alinur Aktaş‘ın rakibi olan Mustafa Bozbey seçimleri kaybetmesinin ardından hemen sahaya koyulmuş, “2024 yılındaki seçimlerde de adayım” demişti.

Sonrası malum…

CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bozbey adayımız” demişti.

Sadece o mu?

Yine bundan önceki iki yerel seçimlerde Mustafa Dündar karşısında sandıktan istediği sonucu alamayan Erkan Aydın, girdiği her seçimde kaybetmesine rağmen partisinin oyunu artırıyordu.

Kılıçdaroğlu, onun da 2024 yılı seçimlerinde Osmangazi adayı olduğunu açıklamıştı.

Bu iki açıklamaya CHP’de kongre sonucu başkanlık koltuğuna oturan Özgür Özel de uyunca sandıktan iki isim başkan olarak çıktı.

Sadece o mu?

Önceki yıllarda Harmancık‘tan belediye başkan adayı olan Haşim Ali Arıkan daha önce kaybettiği ilçesinde bu dönem başkanlık koltuğuna oturmayı bildi.

Onun dışında geçen dönem Millet İttifakı‘nın adayı olan; Mustafakemalpaşa‘da Şükrü Erdem, Yenişehir’de Ercan Özel sandıklardan çıkmayı bildi, başkanlık koltuğuna oturdular.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Orhaneli’de geçen dönem de aday olan Mümtaz Aslan kıl payı seçimi kaybetti.

Onun dışında geçen dönem Karacabey‘de 2. parti olan İYİ Parti bu dönem başkanlık koltuğuna kendi adayını oturtmayı bildi.

O zaman AK Parti kurmaylarının ne yapması gerekiyor?

Kamp biter bitmez kaybettikleri il ve ilçelerde 2029 seçimleri için adaylarını açıklamalı, açıklanan adaylar da genel seçimlerde hiç bir şekilde aday olmamalı.

Yerel seçim için aday gösterilecek isimler de bugünden tezi yok sahaya inerek çalışmaya başlamalı…

Genel seçimlerde aday adayı olanlar, fakat aday gösterilmeyecek olanlar da hiçbir şekilde yerel seçimlerde adaylığı aklından bile geçirmemeli…

Yoksa bu tabloyu negatiften pozitife çevirmek için rüzgar yetmez, zaman geciktikçe tabloyu değiştirmeye kasırga lazım olur, bizden hatırlatması…

 

 

809 yıl önce

809 yıl önce

Türkiye bugünlerde ekonomik krizi, çarşı pazardaki yangını konuşmak yerine iktidar partisinin tutturduğu bir türkü olan “yeni, sivil Anayasa yapalım” tartışmasına odaklandırılmaya çalışıyor.

Maalesef, 31 Mart seçimlerinden zaferle çıkan CHP ve Genel Başkanı Özgür Özel de “cambaza bak cambaza” numarasını yutuyor. Amacın emeklinin, işçinin, köylünün açlıkla mücadelesini gündemde tutmamak ve bu arada da kendi keyiflerine göre bir anayasa yapmak olduğunu sağır sultan biliyor.

Bir de tutturmuşlar “sivil anayasa, sivil anayasa” diye bir tekerleme. Ya, siz bizim aklımızla dalga mı geçiyorsunuz? 22 yıldır Türkiye’de 12 Eylül cuntacılarına rahmet okutacak uygulamalar, soruşturmalar, yargılamalar yapılmadı mı?

Ülkede cadı avları düzenleyip “bu Balyozcu, bu Ergenekoncu, bu KCK’lı” diyerek yazar çizer, gazeteci, akademisyen, asker ne kadar muhalif varsa, ne istedilerse verdiğiniz ortağınız ile birlikte içeri atmadınız mı?

Daha sonra yine 2010 referandumunda “sivil anayasa, sivil anayasa” türküsü ile ortağınızla birlikte eski ülkücü ve liberalleri, Meclis kürsüsünden asılan gençlerin mektuplarını okuyarak, “yetmez ama evet” dedirttirerek koyun gibi gütmediniz mi?

“Yetmez ama evet” diyenler seçim sabahı uyandıklarında Türkiye’nin adliyelerini Hocaefendinize bir gardiyanın belindeki anahtarlar gibi teslim edildiğini görmediler mi?

Bu ülkeyi 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası yıllarca kanun hükmünde kararnamelerle yönetip eski ortaklarınız ve muhaliflerinizi inim inletmenizi tarih kitaplarında okumadık, birebir yaşadık.

Soruşturma dosyalarında 20’li yaşlarındaki çocuklar içeri atılırken Pensilvanya’da Fetullah Gülen’in dizinin dibinde oturan AK Partililerin o dosyalardan bir bir ayıklandığını seyretmedik mi?

Şimdi gelmişsiniz sivil anayasa yapacakmışsınız. Anayasa’ya uymadığınızdan dolayı Devlet Bahçeli çıkıp da Türkçesi “Cumhurbaşkanı Anayasaya uymuyor ona göre Anayasa yapalım, adı da Türk tipi başkanlık olsun” diyerek 2017’de Anayasa değiştirilmedi mi?

Hal böyleyken Cumhurbaşkanının bu yeni yapılacak Anayasa’ya harfiyen uyacağı garantisini veren var mı?

Ha, ben bu yazıyı birkaç ay sonra yazsaydım, şu anda TBMM’de görüşülen etki ajanlığı ile suçlanabilir ve bütün Anayasal haklarımdan mahrum olabilirdim, o da başka bir yazının konusu.

Sivil Anayasa derken, Demirel’in dediği gibi “Zarfa değil mazrufa bak!..” Çünkü 1961’de askerlerin yaptığı Anayasa belki Avrupa standartlarında Türkiye’ye büyük gelen oldukça özgürlükçü bir metindi.

Birilerinin işine gelmeyince ilk olarak 1972 yılında, daha sonra 12 Eylül’de askerler ve özellikle siviller tarafından yamalı bohçaya döndü. Sivillerin yapacağı Anayasa’dan sonra Kenan Evren’in 1982 Anayasasını mumla arayabiliriz, benden söylemesi.

Gelelim dünyanın ilk anayasası kabul edilen Magna Carta’ya… 1215’te İngiltere’de Kral’ın yetkilerini kısıtlayan belgenin en önemli maddesi şudur:

“Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke yasalarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, yasa dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”

Yani anlıyoruz ki 809 yıl İngiltere Kralı’nın kısıtlanan yetkileri bugünün Türkiye’sine ne kadar benziyormuş değil mi?

Biz Anayasa da yapsak Magna Carta’yı yeniden yazıya döksek de özgürlükçü olamayacağını ve kimsenin de uymayacağını adımız gibi bilmiyor muyuz?