Dağ bölgesi: Sesini duyan var mı?

Dağ bölgesi: Sesini duyan var mı?

Görünen o ki Bursa’nın en gözde belediyesinden en ücra dağ ilçesi belediyesine kadar hepsinde durum aynı: Borçlar ve şişirilmiş kadrolar.

Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğimiz Orhaneli, Büyükorhan ve Harmancık dağ bölgesi ilçe belediyelerinde de durum bu.

Şunu ekleyeyim, başkanlar borçların döndürülebileceği konusunda hemfikir.

Planları, umutları var.

Bezgin ya da şikâyetçi kimseyi görmedik.

Ancak “Helva yapmak için un, şeker ve yağı bir araya nasıl getireceğiz?” diye biraz düşünceli olduklarını söyleyebiliriz.

Aslında bu bölge çok önemli ekoturizm fırsatları olan bir bölge.

Yani doğa yürüyüşü ve kamp, bisiklet sporu, doğa ve kuş gözlemciliği, kültürel miras turları, gönüllü çevre koruma grupları, tırmanışçılar, kano, rafting, akarsu balıkçılığı gibi su sporları, yanı sıra doğa fotoğrafçılığı açısından rekabet olanakları çok yüksek yerler.

Bu bölgenin çevresinde bulunan metropol şehirlerimizde 25 milyon civarında nüfus yaşıyor.

Üstelik kent yorgunu, doğaya hasret bir nüfus.

Dolayısıyla bu bölge özgün kimliğine uygun bir gelişme yönü belirler ise çekim merkezine dönüşebilir.

Bunun için iki şey gerekli; yerel halka konuya ilişkin farkındalık kazandırılması ve bu doğal zenginliklerin bütün ülkeye pazarlanması.

Orhaneli

Belediye başkanlarımızdan biri ile sohbet ederken, “Bursa’nın verimli ovaları sanayi için yok edildi, buralarda tarıma elverişli olmayan alanlarda tarım yapmamız bekleniyor” dedi.

Buradan devamla da “çevreyi kirletmeyen sanayi alanları yaratmak istiyoruz ama ormanlar yüzünden bunu gerçekleştiremiyoruz” diye yakındı.

Harmancık Ekoturizm Tesisleri

Orman alanları bacasız tabir edilen sanayilere açılırsa bunun önünü kimse alamaz.

Onun da ötesinde Harmancık’ın CHP’li belediye başkanı Haşim Ali Arıkan’ın ifade ettiği bir gerçek var. Bölgede çok değerli madenlerin olduğu ve bu maden işletmecilerinin önemli oranda kazançlarına rağmen örneğin Harmancık’a neredeyse hiç yansımadığını ifade etti. Haklıydı.

Orman alanlarının sanayi için feda edilebileceği fikri de benzer bir sonuca yol açar. Giderek dijitalleşen üretim teknikleri ile istihdamı azalan ve daha az insan gücüne ihtiyaç duyan bu fasoncu sanayimiz yüzünden ormanları yok etmekle kalırız.

40 yıl sonra da ovalarımızınkine benzer bir hayıflanma ile ormanlarımızı nasıl yok oldu diye anlatıp, eskiden buralar çok güzeldi diye romantik makaleler yayınlar dururuz.

Büyükorhan Görecik Yaylası

Bursa’nın dağ yöresinin kalkınması kendi kimliğine uygun tarım ve ekolojik turizmden geçiyor. Bu tarz bölgelere tersine göçün kilidini, ulaşım kolaylıkları ve emek yoğun iş imkânları açar. Ekoturizm ve yörenin endemik tarım olanakları yani, bu vazgeçilmez olmalı.

İlgili sivil toplum örgütlerinin dağ yöresinin bilinirliğine katkılarına öncülük edilmeli.

Uluslararası fonlardan kredi ve hibe imkânları ile bölgeye yatırımın teşviki, Bursa Büyükşehir Belediyesinin alt yapı konusunda vereceği öncelikler ve merkezi hükümetin ulaşım konusundaki yatırımları artmalı.

Dağ bölgesi belediyelerinin öncelikli beklentileri bunlar.

Reisi sonrası yeni güç denklemleri

Reisi sonrası yeni güç denklemleri

Ortadoğu’da güç; ölüm ve zulüm ile abâd olur. Ve bu güç abâd oldukça ayrışmaya, gruplaşmaya, kendinden olmayanı devre dışı bırakmaya, türlü türlü oyunlara ihtiyaç duyar, çünkü güçlü olmak isteği zamanla devletine görev anlayışından uzaklaşıp kişiyi zehirler!

“Güç Grupları” dallanıp budaklandıkça kendi bağımsızlığını ilan edecek öz güvene kavuşur ve bir zamanlar yan yana yürüdüklerini devre dışı bırakacak planlara yönelir. Özetle devlet işleyişi içindeki dengelerin (grupların) güçlenmesi, bir süre sonra kılıçların birbirine karşı çekilmesine sebep olur; tıpkı İran da olduğu gibi…

Kasım Süleymani öldürüldüğünde nasıl ki; ‘bu saldırı ABD’ye ait olsa da Süleymani’nin öldürülme sebebi İran içinde yaşanan Şii-Şii güç çekişmesidir’ dediysem şimdi de İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin, Dışişleri Bakanı Abdullahiyan ve beraberindekilerin ölüm sebebi de ‘Şii-Şii güç çekişmesine bağlıdır” demek istiyorum.

İRAN İÇİN NOT ALIN

-Kasım Süleymani nin öldürülmesi.

-Mahsa Amini (başörtüsü) Olayları.

-Süleymani’yi anma töreninde 104 kişinin öldürülmesi.

-Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopterinin düşmesi/düşürülmesi ve Reisi ile birlikte sekiz kişinin daha hayatını kaybetmesi.

Ayrıca…

-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirdiği Bağdat ziyaretinde, Ankara ve Bağdat’ın Kalkınma Yolu Projesi dahil onlarca anlaşmaya imza atması.

Ve yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Erbil ziyaretiyle Barzani Yönetiminin yanında olduğu mesajını vermesi.

-Zengezur Cumhuriyeti’nin giderek sesini dünyaya duyurması.

-Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’nin Tahran ziyareti.

-Avrupa Birliği’nin zayıflayarak dağılmanın eşiğine gelmesi, ABD’nin bu durumdan olumsuz yönde etkilenmesi ve Batı’daki çöküşü görerek Doğu ülkeleri ile iş birliğine yönelen liderlerin başına gelen kötülükler (Slovakya Başbakanı Robert Fico-Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic).

-Çin lideri Şi Cinping’in, Putin’i resmi ikametgahı (sadece çok özel konuklarını burada ağırlar) Zhongnanhai’de ağırlaması.

Ve tüm bunlarla birlikte İran/Şii etkisinde olan Irak’ta son süreçte yaşanan Şii-Şii çekişmesi nedeniyle İran’ın siyasete-bürokrasiye-diplomasiye-iş dünyasına-basına-medyaya ve daha nicesine atadığı isimlerin maddi manevi güç bulmasıyla İran’ın kontrolünden çıkma ve “yeni biad merkezlerine yönelme” girişimlerini de unutmamak gerekiyor. Kendisine nefes aldırmayan İran’dan oldukça sıkılan “Üst Irak Aklının” uzun zamandır bir çıkış yolu aradığını ve milliyetçi Iraklıların da sesini yükseltmeye çalıştığını unutmamak gerekiyor.

Bunca çekişme/entrika arasında belli dönemlerde güç dengelerinin “daha fazlasını isteyerek” değişim yaşaması çok normal. Mesela Irak başta olmak üzere coğrafyada fazlasıyla güçlenen ve büyük bir sevgiye sahip olan Kasım Süleymani’nin İran’ı dinlemediği ve kendi başına hareket ettiğini işin içindekiler çok iyi biliyor. Süleymani öldürüldükten sonra (şimdi Reisi’nin ölümü sonrasında olduğu gibi) İran yönetimi hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden siyasetine devam ederken Irak hâlâ Süleymani’nin yasını tutuyor.

Özetle; devlet içinde yer alan dengelerin (grupların) haddinden fazla maddi-manevi-yetkisel- makamsal güçlenmesi aynı çatı altında kılıçların çekilmesine sebep olur Ortadoğu’da! Şimdi gelelim İran üzerinden İran-Irak-Suriye-Ortadoğu şekillenmesine.

Daha önce birkaç yazımda Ortadoğu için yeni huzur çatısı olarak nitelendirdiğim “Türkiye ve Mısır iş birliğine şimdi Suudi Arabistan’ı” da eklemek istiyorum. Bilhassa da Suudi Arabistan’ın önümüzdeki süreçte Irak için önemli bir kapı/denge olacağına inanıyorum. Türkiye-Mısır-Suudi Arabistan üçlüsünün lokomotif olacağı üçlü ittifak, Ortadoğu’nun ve Afrika’nın revize edilmesinde etkili olacaktır zira bölge halkları huzur-güvenlik-istihdam- mutlu bir gelecek istiyor…

Birkaç yıl önce; “Ortadoğu’da yeni kartlar dağıtıldı ve bu kartlar açıldıkça yeni güçleri, yeni liderleri, yeni sınırları, yeni yönetim şekillerini, yeni çatı oluşumları, yeni ideolojileri, yeni terör örgütlerini ve mevcuttaki terör örgütlerinin nasıl revize edileceğini göreceğiz” demiştim…

Ve uyandığımız her yeni gün hızla açılan bu kartlarla yüzleşiyoruz…

Orhaneli Belediye Başkanı Tayır: Orman Kanununa takıldık

Orhaneli Belediye Başkanı Tayır: Orman Kanununa takıldık

Norm Haber olarak 31 Mart yerel seçimlerinde göreve gelen belediye başkanlarına hayırlı olsun ziyaretlerine fırsat buldukça devam ediyoruz.

Bu bağlamda geçen hafta çarşamba gününün son ziyaretini Orhaneli ilçesinin çiçeği burnunda belediye başkanı Ali Osman Tayır‘a yaptık.

Dağ yöresinin en büyük nüfusa sahip ilçesi Orhaneli, özellikle Doğancı Tüneli‘nin açılmasının ardından daha da yaklaşacak…

Belki bu ilçenin cazibesini artıracak.

Ama gerçek olan şu:

Zor geçen bir dönemin ardından seçimi kıl payı kazanan Tayır’ı geçmişte Bursa Şehir Hastanesi‘nin kurucu idari müdürlüğü zamanından tanıyoruz.

Geçmiş dönem belediye başkanı Ali Aykurt‘un ardından başkanlık koltuğuna oturan Tayır’ın yeni dönemde neler yapacağını bizler de fazlasıyla merak ediyoruz.

Geçen dönem gerek rafting gerekse farklı projelerle gündeme gelen Orhaneli’de yeni dönem için Tayır’ın hedeflerinden biri de kirletici olmayan sanayiyi ilçeye taşımak…

Bunun için öncelikli hedef bebe konfeksiyonu.

Yer arayışlarına giren Tayır, ormandan yer istemiş.

Orman Kanununa takıldık” diyor ve o tahsis gerçekleşmemiş.

Öte yandan bölgede mermer sanayisi ile ilgili çalışmalar devam ediyor.

Bunun yanı sıra bölgede istihdama ciddi katkılar sağlayan santral ve özellikle zenginleştirilmiş krom tesislerinin ülke için stratejik önem taşıdığı da bir gerçek.

Başkan Tayır da ilçenin gelişimine katkı koyacak çalışmalar için gayret gösteriyor.

Bu noktada TKİ lojmanlarının da belediyeye tahsisini istemiş. Bu konu da resmi yazışmalar yapılıyor.

Bakalım nasıl bir sonuç çıkacak?

Onu da yakın bir zamanda öğreneceğiz.

İlçede aromatik bitkilerle ilgili son zamanlarda gelişmeler olduğu bir gerçek. Yabanmersini üretiminde ciddi bir artış var.

Buna paralel olarak halkın gelirinde bir yükseliş var.

Ama yeterli değil…

Bunu daha da yükseğe taşıma adına, yakın bir tarihte Orhanelili olan Bursa’da yaşayan iş insanları ile bir buluşma gerçekleştirecek Tayır, hemşerilerinden Orhaneli’ye yatırım yapmaları talebinde bulunacak.

Bu talep hayat bulursa Orhaneli de hayat bulur.

Aksi takdirde yoğun bakımda yaşamaya devam eder.

Temennimiz odur ki;

Orhaneli’nin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayıcı projelerle gündeme gelecek haberlere konu olması…

Bize düşen bu dakikadan sonra Ali Osman Tayır ve ekibinin çalışmalarını takip etmek, başarılar dilemek…

Bir yıl vaktimiz var mı?

Bir yıl vaktimiz var mı?

Bursa Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’nun Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e makamında bir nezaket ziyaretinde bulunduğunu ve bu ziyaret sırasında konuşulanları biraz irdelemek istiyorum bugün…

Ülkemizin en önemli sıkıntısının planlama olduğunu, tarımdan eğitime, sanayiden sağlığa kadar hiçbir alanda planlı hareket edilmediğinden kara düzen gidişin karmaşadan ve bazı alanlara yığılmadan başka bir işe yaramadığını pek çok kez dile getirdik.

Şimdi en azından Bursa ölçeğinde bu plansızlığın önüne geçebilmek adına Bursa Planlama Ajansının kurulacağını seçim vaadi olarak söylemiş olan Mustafa Bozbey;

“Bursa Planlama Ajansını kuruyoruz. BPA ile birlikte tüm ilçelerden şehir plancılarını davet edip birlikte çalışma fırsatı sunacağız. Akademik odalar planlama ajansına danışma kurulu olarak görev yapacaklar. Aynı zamanda 3 üniversitedeki yetkililer de bu kurulun içerisinde olacak. Sanayisinden, turizmine kadar pek çok alanda uzmanlarında görüşlerini alarak Bursa’nın geleceğinin vizyonunu da ortaya koymak istiyoruz. ‘2050 vizyonu’ diyoruz buna” şeklindeki açıklaması ile konuya giriş yapmış durumda.

Bursa Şehir Plancıları Odası Başkanı Murat İlkme’den aldığım bilgiye göre henüz kurulmuş bir yapı yok ortada. En azından Şehir Plancıları Odasına bu konuda verilmiş bir bilgi yok.

Fakat Planlama Ajansının bir şirket olarak mı, yoksa belediyeye bağlı bir birim olarak mı oluşacağı konusu netleşmiş görünüyor. İmar Şehircilik Daire Başkanlığına bağlı bir yapı olarak kurulacak Bursa Planlama Ajansı. Başında bir birim şefi olacak. Bir geniş danışma kurulu bir de daraltılmış danışma kurulu ile danışmanın ikili bir yapı şeklinde yürütülmesi düşünülüyor.

Buraya kadar her şey yerli yerinde.

Ancak seçimler öncesinde tüm çalışmalarını Akademik Odalarla birlikte yürüteceklerini belirten belediyelerin, yaptıkları çalışmalarda paydaş olmak üzere Akademik Odalarla resmi görüşmelere başlamamış olması endişeyle gözlenen bir sürece işaret ediyor benim için.

Bir diğer yandan, yine aynı görüşmede Başkan Bozbey’in;

1/100 binlik planı Bursa bazında düşünüyoruz, ama İstanbul Planlama Ajansı ile birlikte Marmara’nın tamamını çalışacağız. Sadece Marmara’nın tamamı değil hemen yanı başımızdaki sınır illerde dikkate alınarak bir çalışma yapılacak. Deprem ile ilgili de aynı şekilde yapılacak olan çalışmalarda onlar da dikkate alınacak. Çünkü İstanbul’da olacak bir depremin ardından Bursa o bölgeye nasıl destek verecek ya da Düzce, Sakarya ve Eskişehir nasıl destek verecek? Bursa merkezli bir depremde İstanbul bize nasıl destek verecek? Hangi kanallardan ulaşabilecek? Bunun bütün çalışmalar plan üzerinde yapılacak. Hem planlama hem deprem aynı zamanda da Marmara Denizi’nin korunması açısından bu planlar çok önemli!” sözleri hem çok doğru hem de çok kritik.

Planların kapsayıcılığı açısından bakıldığında ‘keşke mümkün olsa da tüm Türkiye aynı anda planlansa ve bu planlar aksaksız biçimde uygulansa’ diyebileceğim kadar doğru anlatılanlar.

Fakat işin içinde ‘İstanbul Planlama Ajansı ile birlikte Marmara’nın tamamını çalışacağız’ cümlesi olunca, yıllardır Ankara’dan onaylanan planlarla içi cayır cayır yanan Bursa bu kez İstanbul’dan onaylanan planlarla mı idare edilecek sorusu geliyor akıllara…

“Bursa’nın en büyük sıkıntısı Bursa dışından yürütülmeye çalışılması zaten. İstanbul Planlama Ajansı ile Bursa Planlama Ajansı koordineli çalışırsa bu olabilir ancak, seçim döneminde hep Akademik Odalarla işbirliği yapacağız sözünü işittiğimiz Bursa Büyükşehir Belediyesi bizimle henüz resmi bir temasa geçmiş değil. Dolayısıyla işleyişin nasıl olacağını tam olarak biz de bilmiyoruz. Neresine dahil olacağımız henüz net değil” diyen Bursa Şehir Plancıları Odası Başkanı Murat İlkme’nin endişelerine katılmamak mümkün değil.

Bir de işin sanayi kısmı var tabi…

Mesela Bursa kamuoyunun şimdilerde gerçeklememesi adına boğuştuğu bir Soğuksu KOBİ OSB ve TEKNOSAB OSB planı var askıda olan.

İnşaat Mühendisleri Odasının, Bursa İl Koordinasyon Kurulu ve bağlı odaların tamamının itiraz edeceği plana hatırladığım kadarıyla Bursa Büyükşehir Belediyesi de itiraz edeceğini açıklamıştı. Planın eskiliğinden kaynaklanan ‘Ankara’dan hallettim geldim!’ şeklinde işlerin yürüdüğü plan değişiklikleri ile şehre yeni yeni yüklerin bindirilmesi göz ardı edilerek, salt çıkar hedeflenen böylesi girişimlerin önüne geçilebilmesi için pek fazla zamanımız kalmadı gibi.

Bu karmaşa ortada dururken, 1/100 bin planlarla bir kent anayasası yaratmayı hedefleyen Bozbey, alt başlıklarında kentsel dönüşüm planlarının da bulunacağı bu çalışma için sürecin en fazla bir yıl içinde tamamlanacağını söylüyor.

Tüm bunları bir araya getirdiğimizde. Plan yapmanın, hatta Mustafa Bozbey’in bahsettiği gibi Marmara Bölgesi çapında bir plan yapmanın zorlukları da göz önünde bulundurulduğunda. İvedilikle hareket edilmesi gereken iki nokta var.

Bunlardan biri şehirde durması istenen ne varsa, bu konularla ilgili hızlı ve güçlü bir kamuoyu oluşturmak ve bu konuda Akademik Odalarla birlikte hareket etmek olacaktır.

İkincisi önemli konu ise Bursa’nın Bursa’dan yönetilmesi ve başka şehirlerin yükünü artık sırtlanmaması konusunda kesin ve kararlı bir duruş sergilemektir. Bu konuda da yine bütün şehir bir arada bir kamuoyu ile dik duruş sergilediği takdirde Bursa rahat bir nefes alabilir.

Aksi düşünüldüğünde bir dönemin Ankara’dan yönetilen Bursa’sı yeni dönemin İstanbul’dan yönetilen Bursa’sı olur ve hepimiz bu işten çırak çıkarız…

NOT: Seçim sürecinde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’i yakından takip eden isimlerden biriydim. Seçim akşamı yine kendisini takip etmek için sandıkların kapandığı ilk dakikalardan itibaren seçim takip ofisinde hazır bulunan yaklaşık 10 gazeteci arasında yer aldım.

Bu durumun ‘Seni biz seçtirdik’ gibi bir iddia olmasından ziyade kendisini ve seçim öncesindeki görüşlerini bilmek konusunda hakim gazetecilerden olduğum anlamında okunmasını tercih ederim. Zira ben kendi adıma görevimi yaptım, Bozbey siyaseten görevini yaptı, vatandaş da vatandaşlık hakkını kullanmak açısından görevini yerine getirdi. Benim için konu bundan ibarettir.

Mevcut yazı da tüm bu bilgilerin ışığında bir değerlendirmedir…

Harmancık’ta borçları sorun etmeyen bir başkan…

Harmancık’ta borçları sorun etmeyen bir başkan…

Norm Haber olarak 31 Mart yerel seçimlerinin ardından göreve yeni seçilen belediye başkanlarına hayırlı olsun ziyaretlerine fırsat buldukça devam ediyoruz.

Bu bağlamda geçen hafta çarşamba günü de Büyükorhan’ın ardından günün ikinci ziyaretini Harmancık ilçesinin çiçeği burnunda başkanı Haşim Ali Arıkan‘a yaptık.

Yakın geçmişte 2004-2009 tarihleri arasında CHP’nin Ahmet Tufan ile kazandığı ilçede 20 yıl sonra bir başka CHP’nin adayı Haşim Ali Arıkan kazandı…


Arıkan, Harmancık’ta doğmayan aslen Isparta Senirkentli, fakat doğduğu topraklara değil, doyduğu topraklara, ekmeğini kazandığı yere hizmet eden bir isim.

Kendisini Harmancıklı olarak görüyor.

Şahsen ben de öyle gördüm.

Başkan seçilene kadar; i emekli olduktan sonra eşiyle beraber eczanesinde ilçe halkına hizmet etmiş.

Hem de en ücra köşesine kadar..

Tabiri caiz ise bir gripin için bile vatandaşın evine kadar götürebilecek bir isim….


Zaten seçimi de geçmişte yaptığı bu çalışmalar kazandırdı desek abartmış olmayız.

Türkiye’de ilk kromun çıktığı Harmancık’ta kromu işletenler Türkiye’nin sayılı zengini olmasına rağmen Harmancık’lara dişe dokunur hizmetleri olmamış.

Bu ayrıntıyı da bu köşeden vermiş olalım.

Gelelim detaylara;

Harmancık’ta da borçlar var. Bu borç yaklaşık 12 milyon TL civarı. Ama bunları Başkan Haşim Ali Arıkan dert etmiyor. ”8-9 ayda borcu toplarım, asıl hedefim kuracağımız şirket ile Harmancık Et’i Bursa’da yaygınlaştırmak” diyor.

Gerçekten de bölge de tarım ve hayvancılık alanında yapılacak atılımlar bölgenin ekonomik anlamda gelişimine katkı koyar.

Aromatik bitkilerle ilgili de gelişmeler olmaya başlamış. Bizler de bu konudaki çalışmaları tebrik ediyoruz.

Önceki dönem belediye başkanlarından Mustafa Çetinkaya döneminde başlayan eko turizm çalışmalarına Başkan Arıkan üzerine koyarak aralıksız devam edecek. Yine süreç içerisinde

Arıkan, ilçenin sıcak su kaynağı Ilıca’ları da turizme kazandırmak için uğraş içerisine girecek.

‘Tüm Harmancıklıların başkanıyım’ diyen Arıkan parti rozetini çıkarmış durumda. Bu dönem en büyük avantajı CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey olacaktır.

Bizlere düşen ise görev süresi boyunca Haşim Ali Arıkan ve ekibine başarılar dilemek.

‘Tabandan tavana’ dönmeli AK Parti

‘Tabandan tavana’ dönmeli AK Parti

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hafta içi yaptığı açıklamalar karşısında AK Parti teşkilatları ve AK Parti’ye oy veren seçmen yeni bir heyecana yelken açmak istese de bu sefer bu açıklamaların “ikna edici” olmasını bekliyor.

2023 Genel Seçimi öncesinde ve sonrasında sesini duyurmaya çalışan AK Partili eski/yeni teşkilatlar ve seçmen kitlesinin “köklü değişim” beklentileri karşılanmayınca 2024 Yerel Seçimleri sonrasında temkini elden bırakmayanlar “somut hareketler” bekliyor.

Aslına bakarsanız son birkaç yıldır AK Parti tabanından ciddi anlamda yükselen bir değişim talebi var fakat her seçim sonrasında bu talep karşılık bulmamakla birlikte “değişim faturası” yayınlanan kararnamelerle bürokrasiye kesiliyor.

“Bu kez durum çok farklı ve ciddi” diyor AK Partili seçmen zira Adıyaman-Şanlıurfa gibi kale olarak görülen şehirler en yüksek perdeden verdi tepki mesajını.

AK Partililerin “ille de değişim” dediği noktaların neresi olduğu konuşulurken asıl meselenin isimlerle birlikte “ruhtan sapma olduğu” da unutulmamalı.

Ruh kaybolduğu zaman yanlış isimler göreve gelir, azimle hareket edilmez, bireysellik ön plana çıkar, her geçen gün nabız kaybedilir ve destek veren seçmen kitlesi yok sayılır…

AK Parti’nin ruh kaybı nerede başladı derseniz, “üyelerin yok sayılmasıyla” derim.

AK Parti, kuruluşunun ilk yıllarında kapı kapı gezen, anlatan, dinleyen, gören, çalışan, görünürlüğü ve öz güveni yüksek, kök misali ağacını besleyen üyeleri sayesinde güç buldu. Bu kökler AK Parti’nin koca gövdeli bir çınara dönmesini sağladı. Lakin gelin görün ki uzayıp büyüyen/yükselen gövde, zamanla o yükseklikten köklerinin sesini ve taleplerini duymaz oldu. Ne kadar büyüyüp yükselse de köklerinden güç almadığı sürece ağacın kuruyacağı unutuldu.

İlk yıllarda fazlasıyla etkili-yetkili-görünen-işitilen üyeler yıllar içerisinde kendi şehrinin adaylarını, başkanlarını ve yönetimlerini dahi belirleyemez oldu.

Halbuki teşkilat yapıları öyle bir sistemle işlemeli ki, oy potansiyeli ve üretkenlik ilk şart olmalı. Ve tüm oylamalar şeffaf olmalı. İl başkanları, teşkilat kadroları, milletvekili adayları, belediye başkan adayları, il ve bölge sorumluları üyelerin yapacağı şeffaf oylama ile belirlenmeli.

Bu uygulama üyelere sorumluluk ve değer vermekle birlikte partiler arasındaki kavimler göçünün de önüne geçecektir. Nasıl mı? Son yıllarda iyice ayyuka çıkan bir durum var; kendi partilerinde görev bulamayanların “büyük bir kitleye/oy potansiyeline sahip olmama rağmen benim hakkımı yediler” diyerek o parti senin bu parti benim kapı kapı gezmesini önleyecek…

Ya da gerçekten başarılı olmasına ve şehrinde karşılık bulmasına rağmen sırf “birilerinin tanışı olmadığı için” haksızlığa uğrayan isimlerin gururlu bir şekilde partisini istemeye istemeye terk etmesinin önüne geçecek…

Üyeler şehirlerini temsil edecek isimleri kullanacakları oylar ile belirlerse ve çıkan sonuçlar şeffaf bir şekilde paylaşılırsa ak ile kara net bir şekilde belli olacak ve herkes aldığı oy kadar konuşacak.

Uzun lafın özetiyle AK Parti “tabandan tavana döneminden çıkıp tavandan tabana dönemine” geçtiği için şimdi sorunlar yaşanıyor. Hemen belirtmek istiyorum aslına bakarsanız sözünü ettiğim “tavan-taban restleşmesi” tüm partilerin sorunu şu an. Ve bu restleşme ile şehirlerde partiler değil isimler kazanıyor artık.

Tabanın istediğini genel merkez görmezden geliyor, tavanın dayattığına da taban oy vermiyor tıpkı Şanlıurfa ve Adıyaman da olduğu gibi.

Herkesin “yanlış görüyorsun” dediği bu iki şehri 2023 Eylül ayından itibaren yazıp anlattım; AK Parti halkın gönlündeki isimleri aday yapmazsa (Kasım Gülpınar ve Halil Fırat) Şanlıurfa ve Adıyaman hiç beklenmeyen bir tepkiyi ortaya koyacak diyerek.

Aslına bakarsanız Şanlıurfalıların Kasım Gülpınar’ı seçmesi pek çok kesimin şapkayı önüne koyup düşünmesi gereken bir çalışma başlığı. Yavuz Donat, Kemal Öztürk ve daha pek çok ismin ısrarla “Urfalıların nabzını aldık asla ve asla Kasım Gülpınar seçilmeyecek, Zeynel Abidin Beyazgül bu kez daha büyük farkla kazanacak” demesi İstanbul ve Ankara’nın toplumdan ve gerçeklerden ne denli uzaklaştığını/görmezden geldiğini/duymadığını/anlamak istemediğini gösteriyor.

Ve son günlerde kulislerde yeniden ısıtılan “Kasım Gülpınar AK Parti’ye geçecek mi?” söylentilerini bana da sıklıkla sorduğunuz için yeri gelmişken cevap vereyim. Öncelikle belirteyim Urfalılar Kasım Gülpınar’ı Yeniden Refah Partisi adıyla seçmedi, kendi şahsına duydukları güvenle seçti. Kasım Gülpınar da AK Parti’ye keyfiyetten sırtını dönmedi, şahsı ve Urfalıların iradesi görmezden gelindiği için kırgın ayrıldı. Gülpınar’ın AK Parti’ye dönüp dönmeyeceğini tam olarak bilemem fakat “rahatsızlığını dile getirip ayrıldığı isimler ve sorunlar ortadan kalkmadan” dönmeyeceğini gayet iyi biliyorum…

Bu iki şehir hatırlatması üzerinden seçmenin olmasını istediği önemli bir değişim beklentisinin daha altını çizmek istiyorum. AK Partili seçmen şehirlerin emanet edildiği şehrinden uzak “abilerin” acilen değiştirilmesini talep ediyor. Yeni-aktif-toplumla iletişimi açık-zekası kıvrak ve sempatik, eleştiriye açık, yapıcı, çözümler üreten, genç, dinamik, güçlü ve şehrinde en fazla oy alan isimlere emanet edilmeli şimdi şehirler…

Sistemsizlikler…

Sistemsizlikler…

Ülkenin belli başlı sorunları içinde içimizi en çok acıtanlardan biri eğitim, diğeri sağlık sistemi daha doğrusu sistemsizliği…

Şunun şurasında birkaç gün önce yazdığım bir yazıda da belirtmiştim, artık kuyrukları evlerimizde beklediğimizden kimse kuyruk görmüyor ve kuyruk olmayınca sorun da olmuyormuş gibi davranıyor sağlık sistemi içinde diye. Bu iş daha çok deve kuşunun başını kuma gömüp koca gövdesinin görünmediğini düşünmesi gibi bir şey.

Elbette ki, ortaya koyulan illüzyon kısa süre sonra hilelerini açık ediyor ve iletişim araçlarının böylesine güçlü olduğu dünyada herkesin birbirinden haberi oluyor.

Bursa Tabip Odası’nın yeni yönetiminin basın ile buluşması için düzenlenen organizasyonda dertli ile derdi dinleyen bir araya gelince tam da bu meseleler yine oturdu gündeme.

Rakamlar çarpıcı, Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Kadir Binbaş; “Sistem korkunç bir doktora başvuru sayısıyla bizi baş başa bırakıyor. Yıllık 850 milyon kişi! 2024 yılında doktora başvuru sayısının bir milyar olması bekleniyor! Yılda 10 sefer hekime başvuru sayısı var Türkiye ortalamasında. Bu sayı Bursa’da 12, bu başvuruların beşte biri acil servislere yapılıyor!”

Güya Aile Hekimliği Sistemi çok güçlü bir sistem olarak karşımızda duracak, sonrasında branş doktorlarına ve hastanelere gitmek aile hekiminin sevki ile olacaktı.

Sağlıkta reformu kaç senedir konuşuyoruz hatırlamıyorum, ama hiçbir doktora aile hekimimin sevki ile gitmediğime çok eminim, hatta aile hekimim beni bir doktora sevk etse de o sevki gittiğim doktora göstersem şoka gireceğini garanti edebilirim.

Sistemsizliğin içinde hasta sağlığa ulaşmaya, doktor da hastasını sağlığına ulaştırmaya çalışırken, herkesin malumu olduğu üzere hasta başına yaklaşık 5 dakika muayene süresi düşüyor artık ve o sürenin de zaman zaman sorular ve reçeteler ve sonuç göstermeler derken kesintilere uğradığını unutmamak gerek.

Sonuç?

Hasta mağdur, doktor mağdur, sağlığı ara ki bulasın…

Ortada bir rakam daha var Kadir Binbaş’ın telaffuz ettiği;

“2021 yılı TÜİK verilerine göre hasta başına 506 dolar harcıyoruz ülke olarak, ancak bu harcamaların önemli bir bölümü yatırımlara gidiyor. Dolayısıyla hasta başına düşen harcamamız 106 dolar civarında. Amerika 16 bin dolar harcıyor kişi başına!”

Buraya kadar sadece ülke içinde olan sorunları konuştuk. ‘Giderlerse gitsinler!’ sözüne karşılık; ‘Eyvallah…’ deyip bavulunu eline alarak başka ülkelerin kapısını çalan doktorlardan, özel uzmanlık alanlarında çalışan doktorların sayı olarak giderek azalmasından hiç bahsetmedik bile…

Neyse bu da başka bir yazının konusu olsun.

Biz gelelim kör topal yürüyen, daha doğrusu yürüyemediği için bugün Saraçhane’de toplanan eğitimcilerin sorunlarına.

Her kuşu tuttuk sıra leylekte diye bir laf vardır bilmem bilir misiniz?

Tam öyleyiz biz de. Büyük şahlanışı gerçekleştirdik, koskoca yüzyılı ‘Türkiye yüzyılı’ diye sahiplendik, şimdi bir de üstüne tüy dikmek mahiyetinde ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adıyla eğitimde reform gerçekleştiriyoruz. Reformun adı bile bin yıl geriden geliyor!

Sadeleştirme niyetiyle çıkılan yolda Atatürkçülük ve Atatürkçülüğü çağrıştıran kavramların sadeleştirildiğini görmek şaşırtıcı değil elbette.

Mitingde konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel; “Cumhuriyet ile derdi olan bir Bakan, Cumhuriyet ile sorunu olan bir müfredat dayatmaktadır!” diyerek çok güzel özetlemiş durumu.

Elbette defalarca üzerinde konuştuğumuz mülakat sorunu da gündemde.

Özel, “Madem atamayacaktın, bu 1 milyon günahsızı niye okuttun? Üç yıl tasarruf tedbirleri yapacağız, emekli kadar atayacağız diyorlar. Yani hiç öğretmen almazsak 65 yıl sürecek öğretmenlerin ataması. İtibardan tasarruf olur ancak eğitimden tasarruf olmaz. Diğer yaramız mülakattır. Yüzde 50 mülakat, yüzde 50 KPSS diyorlar. Hani mülakat kaldırılacaktı?” diye sordu meydanlardan.

Her zorluğu aştığınızda ve öğretmen olarak atandığınızda, eğitimde oynanan oyunları da ‘gözümü kaparım vazifemi yaparım’ diyerek içinize sindiremeseniz de uygulamaya karar verdiğinizde dahi bitmiyor uğradığınız haksızlıklar.

Özgür Özel küçük bir matematik hesabı yaparak açıkladı aslında durumu.

“Atanmayanlar burada, atananlar da dertli. 91 bin açıkta norm kadro varken, 81 bin ücretli öğretmen atamak devlet eliyle güvencesiz istihdamdır. Devlet eliyle eğitimci emeğinin sömürülmesidir. Bütün milletimize şikayet ediyorum.  2002’de en düşük öğretmen maaşı 635 TL ve 20 tane çeyrek altın alıyor. Bugün en düşük öğretmen maaşı 31 bin lira ve sadece 11 çeyrek altın alıyor. En düşük öğretmen maaşında AK Parti iktidarı boyunca neredeyse yarı yarıya gerileme var. Öğretmenler her ay 9 çeyrek altın kaybediyor!”

Bir önceki yazımda tarım politikalarında hiç de söylendiği gibi iyi bir noktada olmadığımızı belirtmiş, bu konudaki uzman görüşlerine yer vermiştim, yine yakın bir geçmişte adalet sistemimizin bir sistemsizlik içinde eriyip gittiğini, herkesin kendi adaletine dağıtma çabası içine girmesiyle birlikte bir dehşet ülkesi haline geldiğimize değinmiştim.

Sağlık ve eğitim sistemlerini de işledikten sonra işleyecek başka konu kalmadı diyeceğim, daha doğrusu bunu demeyi isterim, ama burası Türkiye ortalama bir Avrupa ülkesinde bir yılda yaşanan gündem değişikliğini biz bir haftada yaşıyoruz. Dolayısıyla daha çok yazıp konuşacak şeyimiz var bu köşeden…

Büyükorhan’da borç gırtlağı da aşmış!

Büyükorhan’da borç gırtlağı da aşmış!

Norm Haber olarak 31 Mart yerel seçimlerinde göreve seçilen belediye başkanlarına hayırlı olsun ziyaretlerine fırsat buldukça gitmeye gayret ediyoruz.

Bu bağlamda çarşamba günü dağ yöresinde bulunan üç ilçeyi ziyaret ettik.

Bu bağlamda bizler için gözden uzak, fakat gönülden uzak değiller.

İlk durağımız Büyükorhan Belediye Başkanı Kamil Turhan oldu.

AK Parti‘de bu dönem ilçe başkanlığından belediye başkanlığına aday gösterilen ve kazanan tek isim Kamil Turhan.

Hatırlatmakta fayda var: Önceki dönem Belediye Başkanı Ahmet Korkmaz aday gösterilmeyince rotayı YRP‘ye kırmış ve sandıktan istediği sonucu alamamıştı.

AK Parti’nin de Bursa özelinde en yüksek oy oranına ulaştığı ilçe Büyükorhan.

Büyükorhan, Türkiye’nin en gelişmiş kentlerinden Bursa’nın bir ilçesi olmasına rağmen ilçelerin gelişmişlik sıralamasında son yüzdede…

Diğer bir ifade ile 800’lü sıralarda…

Bunun nedeni de basit.

Bu bölgede bulunan resmi kurumların kapılarına kilit vurulması…

İlçede belediye, askeriye, bir de kala kala kaymakamlıkla Ziraat Bankası kaldı…

Her vurulan kilit, ilçeyi gelişmişlik sıralamasında dibe doğru indirmiş.

Rakamlara baktığımızda dibe vurmasına da az kalmış…

Turhan’a yönelttiğimiz “nasıl bir belediye buldunuz?” sorusuna “bütçesinden daha fazla borcu olan belediye” şeklinde yanıt verdi.

Şaşırmadık desek yalan olur.

Büyükorhan’da borç gırtlağı da aşmış…

Önceki Başkan Korkmaz, 2014-2019’da Hasan Taş zamanında yapılan GES‘i de sattı…

Hala bu kadar borç…

Turhan da hesapların incelenmesi için resmi yola başvurmuş.

Ardından da ilave etti.

Borçların büyük bir kısmı da esnafa… Özellikle de son birkaç ayda gerçekleşmiş…

Çık işin içinden çıkabilirsen!

Sadece bu kadar olsa iyi, ilçede 30 personelin yapacağı işi şimdilerde yaklaşık 60 kişi yaptığı için personel sayısı oldukça fazla.

Çıkarsa bir türlü, çıkarmasa bir türlü…

Turhan “çıkarmayacağım” diyor.

Ardından ekliyor, “değişik fonlardan kaynak bularak, göletin bulunduğu alanda ekoturizme yönelik çalışmalar yapacağım” diyor.

Kültür mantarı yetiştiriciliğine yönelik çalışmalara başlanmış.

Büyükorhan’ın yaylası Görecik de eğer turizme kazandırılırsa işte o zaman ilçe ekoturizmde önemli mesafe kateder…

Gerçek olan şu: Büyükorhan’ın üç temel çıkış noktası var; tarım, hayvancılık ve ekoturizm…

Bir de başarılabilirse kalkınmada öncelik verilmesi.

Bunlar yapıldığı zaman ilçeye hareket gelir.

Aksi durumda uzamaz kısalır…

Bize düşen her zamanki gibi Kamil Turhan ve ekibine başarılar dilemek ve  Allah yardımcınız olsun demek.

Bir bilene sorduk; yapıcı eleştirimizi de sunduk!

Bir bilene sorduk; yapıcı eleştirimizi de sunduk!

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haliç Kongre Merkezi’nde ‘Sürdürülebilir Tarım ve Tarımda Markalaşma’ temasıyla Ziraat Bankası’nın düzenlediği ‘Tarım Ekosistemi Buluşması’nda bir konuşma yaptı bugün.

Konu tarım olunca bir yandan üretimi düşündüğümden, diğer yandan tarım arazilerinin katledilmesine gönlüm el vermediğinden günün dikkatimi çeken konusu bu oldu benim için.

Öncelikle tüm gazetelerin manşetine taşıdığı bölüm ile başlayalım;

“Ülkemizde muhalefetin ‘tarım bitti’ tezlerinin ne kadar içi boş tezler olduğunu rakamlarla ortaya koyduk. Türkiye, gerçekler yerine çarpıtmalar, özellikle bunun üzerinden muhalefeti artık geride bırakmalıdır. Eski muhalefet tarzının raf ömrünü tamamladığı görülüyor. Bunun yerine eleştirel, ama daha yapıcı bir anlayışın ikame edilmesi, ülkemiz için şüphesiz daha faydalı olacaktır” dedi Cumhurbaşkanı.

En azından Bursa’da tarımın bitip bitmediğini en iyi Ziraat Mühendisler Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak bilir bana göre.

“Bursa özelinde konuşursak şu anda ekilebilir tarım arazilerinin yani 370 bin hektarın dörtte birinin boş bırakılma nedeni toprağı incitmemek için değildir elbette!” diyerek başladı konuşmasına Başkan Çakmak.

“Bu durumun temel nedenlerinden biri tarımdan yeterli gelir elde edememektir. İkinci neden olarak köyde tarım yapacak genç nüfusun kalmamasını gösterebiliriz. Bir yandan tarım iyi gelir elde ediyor deyip diğer yandan tarlada çalışacak kimse bulamayacaksınız, sonra da tarım bitti diyenler yanlış söylüyor diyeceksiniz! Keşke bu cümlelerin kuruluş nedenlerinin alt başlıkları açıklansa da biz de düşüncemiz yanlışsa bunu düzeltsek!” diyerek devam etti…

Cumhurbaşkanı “Elini vicdanına koyan herkesin kabul ettiği hakikat şudur; ülkemizin son 21 yılda başarı hikayesi yazdığı alanların en başında tarım, hayvancılık ve su ürünleri vardır!” demiş.

Bu sözü ülkede çiftçilik ve hayvancılık yapmakla uğraşanlar bir kez daha dinlesin bence. Sonra da ellerini vicdanlarına koysunlar.

Koskoca av sezonunu doğru dürüst balık yiyemeden geçiren, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemde hamsinin kilosunun 150 liranın altına düşmediğini bizzat gözlemleyen biri olarak bu cümlenin doğru olmadığını ben kendi adıma belirtmek isterim.

Herkesin malumu şu anda dünyada gıda fiyatlarında bir düşüş yaşanıyor. Yani gıda enflasyonu ekside! Oysa bizim ülkemizde, yani tarımın şahlandığı iddia edilen ülkede gıda fiyatları enflasyonu ayrı düşünülmesi gereken ve giderek yükselen bir kalem!

“Et Balık Kurumu sürekli yurt dışından et ithal ediyor. İnsanımızın alım gücü düşmüş durumda. Et ihtiyacı sofralarda giderek kısıntıya gidilen bir kalem. Buna karşılık et fiyatları giderek artıyor. Bu durumda bile mevcut et üretimimiz ihtiyacı karşılamıyor demektir. Bunun neresinde bir başarı hikayesi vardır?” diye soruyor Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak.

Cumhurbaşkanına yürekten katıldığım tek bir söylemi mevcut bu konudaki konuşmasında;

“Şunu görmemiz lazım; tarımın önemi azalmayacak, bilakis artacak. Gıda üretimi ve tedarikinin ne kadar stratejik bir alan olduğunu, her yeni gelişme teyit edecek. Rekabet kızışacak, hatta belki de daha kanlı hale gelecek. Bizim ülke olarak tüm hazırlıklarımızı buna göre yapmamız gerekiyor. Diğer türlü, ciddi sıkıntılarla karşılaşmaktan kendimizi kurtaramayız!”

Çok doğru!

Pandemi sürecinde önce kendi halkını doyurmakla mükellef ülkelerin birden içlerine kapanarak ihracatı durdurup, ülkelerini ihracat yoluyla doyurmaya çalışan, yani ülke içindeki tarımı desteklemeyen ülkelerin vatandaşlarını aç bırakma pahasına, gıdaya hakim olma gücü sergilediklerini akıldan hiç çıkarmamak lazım.

Bu konuda Başkan Çakmak da tüm aklı selim gibi aynı görüşte.

Keşke Cumhurbaşkanının konuşmasında söylenenler doğru olsa, bunu canı gönülden isterim. Çünkü ülkemizin geleceği için bu çok önemli. Kendi ihtiyacını karşılayan bir ülke olsak da yurt dışından gelecek gıda yüklü gemilerin yolunu gözlemesek. En büyük temennimiz bu” diyor açıklamasında.

Şimdi gelelim Cumhurbaşkanının da talep ettiği yapıcı eleştiri kısmına…

İşin birkaç önemli noktası var. Bunlardan biri ülkenin ve elbette Bursa’nın tarımsal envanterinin çıkarılması. Yani hangi topraklar hangi tarıma uygun hangi topraklar sanayileşme ya da konut projelerinin uygulanabileceği alanlar, öncelikle bunun hem şehir özelinde hem de ülke genelinde belirlenmesi gerekiyor.

Zaten çalışılması için kolların yeniden sıvandığına dair Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in açıklamalar yaptığı 2040 Çevre Düzeni Planı da bu envanter doğrultusunda hazırlanmalı.

Mümkünse artık sanayiye doymuş olan Marmara Bölgesi şehirlerinde bundan sonrasında yeşil alan oluşturma ve tarım üzerine yoğunlaşılmalı. Bölgenin en önemli meselesi olan kentsel dönüşüm öncelenmeli.

Buraya kadar tamamsak bundan sonrasında nasıl bir yol izleneceğine hassasiyetle bakacağımız Soğuksu’daki sanayi bölgesi planlarının son durumunu da aktarıp bitirelim. Eleştirilerin yanında çözüm olarak sunacağım kalemlerden biri burasındaki tasarruf olacak çünkü.

Planlar 23 Mayıs tarihine kadar askıda kalacak. Bu tarihe kadar itirazlar toplanacak, sonrasında planın yapıldığı Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı itirazlara yanıt verecek, gerekçelerini sunacak, düzeltmeye gerek gördüğü noktalar olursa planda değişikliğe gidecek, itirazları haklı bulursa da planı iptal edecek.

O halde madem tarım ile ilgili çabalamak konusunda bu kadar samimiyiz, madem tarım bitmedi diyoruz. Buyurun size samimiyetinizi göstermek için bir fırsat. Tarım bitmediyse tarım arazilerinin üzerine sanayi bölgesi kurmak için yaptığınız planı iptal edin ve bölgenin tarım arazisi olarak kullanılmasına ön ayak olun.

Biz de Bursalılar olarak Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Cumhurbaşkanının açıklamaları doğrultusunda bir adım attı ve nihayet Bursa için hayırlı bir girişimde bulundu diye sizi ayakta alkışlayalım…

Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın’ın yeni dönem hedefleri

Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın’ın yeni dönem hedefleri

Norm Haber olarak 31 Mart yerel seçimlerinin ardından göreve yeni seçilen belediye başkanlarına hayırlı olsun ziyaretlerine fırsat buldukça gitmeye gayret ediyoruz.

Bu bağlamda bu hafta salı günü Gemlik‘ten sonra ikinci durağımız Orhangazi oldu.

Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın‘ı bu köşede daha önce defalarca konuk etmiştik.

Kendisi kıt imkanlarla büyük işler başardı.

Dünyanın borç yükü olan belediyeden sürdürülebilir belediyeye getiren bir başkan olarak Orhangazi’de gönüllerdeki yerini aldı bile…

Aydın, hükümetin açıkladığı tasarruf tedbirlerini beş sene önce uygulamaya koyan bir başkan. Başkanlık katı da dahil birçok yerde “lambayı gereksiz yakmayın” diyecek kadar da mütevazi.

Kendi döneminde zorunlu olmadıkça personel almayan bir başkan…

Şatafat, israf onun lügatında yok.

Daha önce ilçeye kazandırdığı kamyonu kendi sürüp getiren bir başkan…

Onun bir başka özelliği ise büyük bir çevreci olması.

Toplam büyüklüğünün yüzde 55’i Orhangazi sınırlarında olan İznik Gölü‘nü korumak için kirletici sanayiciye, gölün suyunun kullanılmasına gerekirse tek başına mücadele edebilecek bir isim.

O İznik Gölü ile ilgili olarak “dedemin torunlarıma emaneti” diyor.

Bu emanete sahip çıkma adına da mücadelesine devam ediyor.

Çıraklık dönemini atlatan, kalfalık dönemine geçişte ilçede Cumhur İttifakı dışında partilere oy veren halkın da hem oyunu hem gönlünü kazanan Başkan Aydın’ın bu dönem en önemli mücadelesi, ilçesinin en önemli gelir kaynağı zeytinin hem etinden, hem sütünden, hem de çöpünden faydalanmak.

En basit hesapla sadece zeytinyağı olarak satarsa “50 milyon TL’nin üzerinde gelir kazanabiliriz” diyor. Onun hedefleri arasında zeytini ve zeytinyağını ambalaja sokmak, zeytinin yapraklarından bile faydalabilmek var.

Bunun yanı sıra Orhangazi Belediyesi’nin İznik Gölü kıyısındaki 650 dönümlük alanını ilçe halkının menfaatleri doğrultusunda korumak için de özel gayreti var.

Bunun dışında odasında dikkat çeken en önemli detaylardan biri de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile MHP lideri Devlet Bahçeli’nin tokalaşırken olan fotoğrafı.

Cumhur İttifakı’nın Bursa özelinde tam hayat bulduğu ilçenin adı Orhangazi…

Bunu sağlayan da Bekir Aydın.

Orhangazi’nin çok iyi zeytini olmasına rağmen bu anlamda markasını Gemlik’e, gölünü de İznik’e kaptırmış.

O kaptırdıklarını bu dönem almak için özel gayret gösteriyor.

Bir de yanında dünya çapında turşusunu da koyarsan neden olmasın diyoruz.

Bizler de Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın ve ekibine yeni dönemde başarılar diliyoruz.

Belediyeler olmuş arpalık!

Belediyeler olmuş arpalık!

Yeni göreve başlayan belediye başkanlarına makamlarında başarılar dilemek geleneği Bursa’da yerleşmeye başlayınca, kurum kimliği taşıyan bir medya grubu olarak biz de düştük yollara ve pozitif ayrımcılık yapmak adına ziyaretlerimize en uzak noktalardan başlayalım dedik.

Kendi adıma keyifli olduğu kadar öğretici de bir sürecin içine dahil olduğumun altını çizmeliyim önce.

Gözden ırak olanın gönülden de ırak olmaması, daha çok sarıp sarmalanması gerekiyor aslında…

Seçimin ilk heyecanı ile devraldığı belediyenin borçlarını bir pankart yaptırarak duyuran belediye başkanları sırayı savdı. Şimdilerde belediye başkanlarında ‘Ben borcumuzu açıklamayacağım, ama borcumuz çok tabii. Enkaz devraldım edebiyatının ardına sığınmamak adına açıklamıyorum’ sözü yaygın olarak kullanılıyor.

Bu söz hem aynı siyasi partiden belediye devraldıktan sonra ‘vah benim başıma, bugünleri de mi görecektim…’ dövünmesini en azından göz önünde yapmanızı engelliyor. Sonrasında siz kapalı kapılar ardında istediğiniz kadar dövünebilir, hatta parti içindeki toplantılarda istediğiniz kadar dövüşe de bilirsiniz. En azından kol kırılıp yen içinde kalsın derdinde başkanlar.

Çünkü borçlar devasa, belediyelerin birer çiftlik gibi kullanıldığı aşikar ve başkanların hepsi şaşkın…

Durum sadece merkez belediyelerle sınırlı değil anlayacağınız, hatta mesafe uzaklaştıkça vahamet de artıyor…

Aslında tam da bu nedenle kol kırılıp yen içinde de kalmıyor, kalamıyor.

Dağ yöresinde personel giderleri aylık gelirinin üstünde olan belediye var misal. Oysa biliyorsunuz ki, personel giderleriniz bütçenizin ancak yüzde 30’u hadi bilemedin yüzde 40’ı düzeyinde olabilir. Nilüfer Belediyesi bütçenin yüzde 43’ü düzeyindeki personel giderlerinden haklı olarak şikayetçi olur ve duruma bir çare bulmak için harekete geçerken, dağ ilçelerinde bütçenin üzerindeki personel giderleri için nasıl bir çözüm bulunur varın siz düşünün artık.

Şöyle bir sarmal var aslında bir süredir tüm ülke olarak yaşadığımız.

Herkes çocuğunun bir ofis işinde çalışıp rahat etmesini istiyor, çünkü zaten çiftte çubukta çalışmak hem çok zahmetli hem de eskisi gibi kazanç sağlamıyor. Dolayısıyla dişten tırnaktan arttırılanla çocuklar bir yerlerde bir üniversitenin bir bölümünden mezun olsun diye ölümüne gayret sarf ediliyor.

Vatandaşın bu iyi niyetli evlat sevgisine dayalı kaygılarından faydalananlar da her köşe başına bir üniversite açıp, içine gerekli gereksiz bölümler koyup, lise eğitiminden hallice düzeyde üniversite mezunları yetişmesine neden oluyorlar.

O kadar gayret sarf edilmiş, onca okul okutulmuş, ancak bir işe yaramayan mezuniyeti ile evde kala kalmış gencimiz için özel sektörde asgari ücretle çalışıp kendini geçindiremeyeceği için devlete, haliyle garanti maaşa kapağı atmak da işin önemli bir aşaması tabii. Torpiller bulunuyor, en kolay belediyelere yerleştiriliyor bahsettiğim çocuklar.

Sonra da biz kalkıp belediyeler arpalık olarak kullanılmış diyoruz. Dönüp arkaya bakınca da bu arpalık mevzusunda kime kızacağımızı bilemiyoruz. Nereden baksan, nereden tutsan herkes haklı.

Haksız olan tek bir makam var, tüm bunların olacağını bile bile, bu düzeni ilmek ilmek titizlikle ören ve marifetmiş gibi liyakatsizliğe göz yuman makam!

Bursa için aynı titizlikle örülmüş ve aynı derecede büyük bir yanlışın içine düşülmesine neden olmuş başka bir konu ise atıl kalmış dağ yöresi ilçelerinin zorlu topraklarında, susuzlukla da mücadele edilerek tarım yapılması için azami çaba sarf edilirken, Bursa Ovasında sanayileşiyor olmak! Orhaneli Belediye Başkanı Ali Osman Tayır’ın deyimiyle ‘adamı ters eksen düz biter’ denilecek topraklarda hala sanayileşmeye çalışmak da ayrı bir garabet zaten.

Bursa’nın gözlerden uzak ilçelerinde tüm belediye başkanları tarafından son derece iyi karşılandık, hoş sohbetle ağırlandık, dertlerimizin merkez belediyelerden pek de farklı olmadığını gördük.

Dağ yöresindeki belediye başkanları Bursa’nın merkez ilçelerinden tersine göçü başlatmak için projeler geliştirmeyi düşlerken, Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren’in Gemlik daha fazla göç almasın kaygısı taşıdığına şahit olduk.

Tüm belediyelerin ‘Bu borçları nasıl ödeyeceğiz’ derdiyle dertlendiğini yürekten hissettik.

Burada elbette CHP’li belediyelerin sırtına daha fazla yük biniyor. Zira uzun bir aradan sonra pek çok belediyenin koltuğuna ilk kez CHP’li belediye başkanları oturuyor. Şimdiye kadar ziyaret ettiğimiz Harmancık ve Gemlik Belediye Başkanlarının ikisi de parti rozetlerini çıkarmış, tüm şehri kucaklama gayretine çoktan girmişti bile.

Fakat CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in beklentisi çok daha yüksek.

CHP Genel Merkezi’nde CHP’li İl Belediye Başkanları Toplantısına başkanlık eden Özel Genel Başkalığa adaylığını koyduktan sonra ziyaret ettiği Bursa’da dile getirdiği ‘CHP bembeyaz bir sayfadır bu sayfaya bir nokta dahi koysanız belli olur, herkes onu konuşur’ sözlerini vurgulamaya devam ediyor ve şöyle diyor;

“Biz tertemiz beyaz bir sayfayız. Kurşun kalemle, dolma kalemle bir nokta koysanız herkesin haberi oluyor, herkes onu konuşuyor. O yüzden sizin çok büyük hassasiyet göstermeniz gerekiyor. Geçtiğimiz haftalarda şunu gördük, yapılan atamalarda bir anda sanki kendi belediyelerinin her tarafı böyle değilmiş gibi uzaktan yakından bir akrabalık ilişkisini köpürtüp büyütüp ‘Bakın Cumhuriyet Halk Partisi de aynı şeyi yapıyor’. Kafada yaratmaya çalıştıkları algı şu. Bunların birbirinden farkı yok. Kendi durumlarını inkâr etmiyorlar, onu millet kanıksamış. İnanın, belediye başkanlarımız -siz de yaşamışsınızdır- büyükşehirlerde 45-50 makam aracı iade ediyor, bunların bir kısmı 31 Mart’tan önce Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kadın kolları, gençlik kolları ya da il ilçe başkanlarına tahsis edilmiş. Hiç birisi yok ki bir yakını bir belediyede çalışmasın. Birkaç tane olumsuz örneği yaşadık, bunu da kabul etmeliyiz. Bunları da geri aldırdık. Bu konuda hepinizden anlayış bekliyoruz. Hepinizden üst düzeyde dikkat bekliyoruz. Artık bu konunun bizim de ülkenin de gündeminden çıkması gerekir.”

Aklın yolu bir, 2028 seçimlerine giden yolun taşları 5 yıllık belediyecilik sürecinde döşenecek. Dolayısıyla ‘Bunun bizden ne farkı var?’ sözünün söylenmesine fırsat vermemek çok önemli!

 

 

Gemlik’in iki markası, bir ana sorunu ve görevlendirilen akademisyen

Gemlik’in iki markası, bir ana sorunu ve görevlendirilen akademisyen

Norm Haber olarak 31 Mart yerel seçimlerinin ardından göreve yeni seçilen belediye başkanlarına hayırlı olsun ziyaretlerine fırsat buldukça gitmeye gayret ediyoruz.

Bu bağlamda bu hafta salı günü Gemlik ve Orhangazi, çarşamba günü de Büyükorhan, Harmancık ve Orhaneli Belediye Başkanlarını ziyaret etme fırsatını yakaladık.

Hem hayırlı olsun dileklerini iletiyoruz hem de yeni döneme ilişkin başkanların düşüncelerini soruyoruz.

Ama öncelikle şunu net ifade etmek gerekiyor:

Bursa özelinde belediyelerin en önemli sorunu istihdam fazlalığı, borçlar, borç ve alacak konusundaki sorunlar.

Borçlar ödenmiyor, alacaklar artıyor…

Hal böyle olunca, bir de üstüne hükümet tarafından uygulamaya konulan tasarruf tedbirleri olunca yeni dönem oldukça zor geçeceğe benziyor.

Allah hepsinin yardımcısı olsun!..

Gelelim bugünkü yazı konumuza…

Yerel seçimlerin ardından bu seçimlerin en büyük sürprizi olarak nitelendireceğimiz ilçelerden biri de Gemlik.

İlçede CHP açısından kimse Şükrü Deviren‘in adaylığına şans vermiyordu.

Deviren hem aday oldu, hem de karşısında Gemlik’e dişe dokunur, gözle görülür hizmet eden önceki dönem belediye başkanlarından Refik Yılmaz‘ı sandıkta geçti.

Hem de hatırı sayılır bir oranla…

Bu da toplumun bir çok kesimine göre sürpriz…

Deviren’in de en büyük sıkıntısı personel sayısının fazlalığı, personel geçici statüde alındığı için sözleşmesi biten personel ile yollar ayrılıyor.

Bunu da birkaç ay içinde personel sayısının makul seviyeye ineceğinin işareti olarak yorumlamak mümkün.

Öte yandan, Gemlik’in iki markası TOGG ve zeytin var iken bir de ana sorunu olan Gemlik fay hattı var.

Buna paralelel olarak herkesin geleceği konusunda mutabık olduğu, fakat tarihi konusunda uzlaşamadığı konu deprem

Deprem gerçeği konusunda Bursa’da en hızlı hareket etmesi gereken ilçelerin başında Gemlik geliyor. Bir an önce mevcut bina stoğunun depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekiyor. Bunun da yolu kentsel dönüşümden geçiyor. Fakat gerçek olan Gemlik’te zeminin oldukça kötü olması, sıvılaşmanın yüksek olması bu dönüşümün önündeki en büyük engel.

Geçmişte bir ara Gemlik’in biraz daha yukarıya taşınması gündeme gelse de bu gündemden düştü.

Son durumu Başkan Deviren’den öğrendik: “Gemlik’te dönüşüm yerinde olmalı, mevcut zemin kuvvetlendirilerek” diyor….

Bunun yanında Deviren, “Yeni konut alanlarına da ihtiyaç var, zeytin koruma kanunu gerçeğini de unutmamak gerekir” diyor.

Kısaca Gemlik’te kentsel dönüşüm meselesi aşağı tükürsen sakal yukarı tükürse bıyık misali…

Bu gerçeğin farkında olan hükümet de Gemlik’e bakanlık kanalıyla bir akademisyen görevlendirmiş. Bu akademisyen iki yıl depremsellik konusunda ilçede görev yapacakmış. Tabii ki bu görevin anlam kazanması için bu iki yıl boyunca deprem olmaması, ardından da hazırlanan raporun hayata geçmesi şart.

Yine Küçükkumla konusu ise tam felaket…

Doğalgazın da ulaştığı bu tatil beldesinde yapılan binaların bir çoğu depreme dayanıksız, deniz kumu kullanılmış durumda. Olası bir depremde ne olur?

Allah korusun!..

Düşünmek bile istemiyorum.

Sadece ben değil, Deviren de düşünmek istemiyor.

Velhasılı Gemlik’te en önemli sorun deprem ve kentsel dönüşüm gerçeği.

Bakalım bu konuda Deviren ve ekibi nasıl bir çözüm bulacak?

Hep beraber göreceğiz.

Bize düşen yeni dönemde Başkan Şükrü Deviren ve ekibine başarılar dilemek…

Kazananlar!

Kazananlar!

Geçtiğimiz yıl sonuçlanan Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerini de hesaba katarsanız, bir yıldan daha uzun süredir seçim atmosferi içinde yaşıyoruz.

Yeni milletvekilleri, yeni belediye başkanları seçiminde aday adayları ve adaylık süreçlerine şahit olduk.

Bu süreçlerin kamuoyu ile paylaşılmasında Norm Haber olarak dinamik bir rol üstlendik.

Gazeteciliğin evrensel ilkelerine uygun, tarafsız bir yayıncılık anlayışı ile adayların sesini kamuoyuna duyurduk.

Deneyimli editör ekibimiz ve yazarlarımızın kaleminden haber ve yorumlarla gündemi takip ettik, yayınlarımız bu süreci izleyen herkes tarafından da referans bilgi olarak kabul gördü.

Seçimlerin kazananları, artık talip oldukları görevlerinin başındalar.

Artık Norm Haber olarak, seçilen belediye başkanlarını koltuklarına oturmuş oldukları belediyelerinde de takip edeceğiz.

Buna hayırlı olsun ziyaretlerimiz ile başladık.

Bu ziyaretlerin izlenimlerini Esat Kaplan, Bülent Civanoğlu, Yasemin Güler ve İlhami Yıldız‘ın kalemlerinden de keyifle takip edeceğinizi umuyorum.

Gürsu’da belediye seçimlerini ciddi bir farkla kazanan Mustafa Işık, bir anlamda bu başarının verdiği özgüvenle koltuğunda oturuyordu. Çünkü yerel seçimlerde gerek ekonomik nedenlerle, gerekse siyasi gerekçelerle partisi AKP tarihinin en önemli yenilgisini aldı.

Buna rağmen Gürsu’da sağlanan başarıda şüphesiz Mustafa Işık’ın bazı kişisel özelliklerinin payı büyük. Kendisi mütevazi, pratik sonuçlardan yana ve kamu çıkarının öncelik taşıması gerektiğini, ekibine de kabul ettirmiş bir belediye başkanı.

Özellikle yurt dışı kaynaklı hibe ve uzun vadeli krediler sağlamak konusunda uzman bir belediye olmuş Gürsu Belediyesi. Bunun yanında projelerin gerçekleşmesinde, belediye kaynaklarının kullanılması önceliği ile önemli avantajlar sağlamış. Yatırımı küçük de olsa günlük hayatı kolaylaştıran mikro projelerle insana dokunmayı başarmış bir belediye başkanı.

Gürsu’da tarım alanlarının korunması, altyapı sorunları ve plansız yapılaşma gibi sorunlar olsa da bunların çözümüne dair bir yol haritaları da var. Bu döneminde onlara yoğunlaşacağını düşünüyorum.

Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren’i de diğer belediye başkanlarında gözlemlediğimiz gibi bulduk; ziyaretçi yorgunuydu.

İlçelerde daha da önemli olan “hoş geldiniz, hayırlı olsun” temposu tüm belediyelerde tam gaz devam ediyor. CHP’den belediye başkanı seçilen Şükrü Deviren’in, Gemlik’in siyasi panoramasından bakıldığında, bütün siyasi partilerden oy alarak seçildiği anlaşılıyor. Kendisi uzun yıllardır çok çeşitli sosyal sorumluluk projelerinin uygulanmasında ya da bizzat kendisi tarafından hayata geçirilmesinde, sivil toplum örgütlerinde önemli çabaları olmuş bir isim. Gemlik’in sorunlarının ve Gemlik’te yaşayanların beklentilerinin farkında.

Öncelikle Gemlik’in, depremsellik açısından alması gereken önemli mesafeler olduğunun altını çizdi. Bunun öncelikleri olduğunu vurguladı bir kez daha. Bu amaçla yerinde dönüşüm ile hızlı hareket edilmesi konusunda, merkezi idarenin süreçlerine katıldıklarını, bilim adamlarının danışmanlığında, bakanlıklarla birlikte hareket ettiklerini ifade etti.

Şehir içi trafiğin rahatlatılması açısından çalışmalar yapılacağını vurguladı. Bir yandan da Gemlik’te mahalle aralarında bulunan marangoz, kaynakçı vb… küçük imalat atölyelerinin şehir içinden taşınmasını sağlayacak yeni bir küçük sanayi sitesi için çalışmalar yaptıklarını belirtti.

Gemlik zeytini konusunda ayrı bir hassasiyeti olduğu ve zeytinliklerin tahrip edilmesine neden olacak yeni imar alanları oluşturmanın yanlış olacağını vurguladığını da belirteyim.

Orhangazi’de AKP’den seçilen belediye başkanı Bekir Aydın ise bu ikinci dönemini kalfalık dönemi olarak vurguladı.

Kendisi de önemle vurguladı deprem önlemlerine ilişkin çalışmalarını. Özellikle arama kurtarma konusunda birçok ilden önce, eğitim ve teçhizat çalışmaları yaptıklarını söyledi.

Öte taraftan, halihazırda Orhangazi Belediyesi’nin mülkiyetinde olan 100 bin civarında zeytin ağacından elde edilecek gelirlerin belediye bütçesine kazandırılması konusunda çalışmalara dair girişimlerini anlattı. Zeytin yaprağının kurutulması, zeytin, zeytinyağı hatta zeytin çekirdeklerinin değerlendirilerek ekonomiye kazandırılmasını amaçladıklarını ifade etti.

Belediyesinin sınırları içinde bulunan İznik Gölü’nün kurtarılmasına dair duyarlılığını ise bir anısı ile vurguladı.

“Biz küçükken babamla balığa gittiğimizde yanımıza su almaz, susadığımızda, göl suyuna daldırdığımız bir maşrapa ile içerdik suyumuzu” dedi.

Küçük büyük demeden İznik Gölü’nü kirleten doğal yapısını bozan tüm girişimlere karşı duyarlı olmanın herkesin görevi olduğunu belirtti.

 

Bizim adaletimiz yok!

Bizim adaletimiz yok!

Yoğun, dolayısıyla yorgun geçen iki günün ardından, güneşi Uludağ’ın az bilinen, böylece de tüm güzelliklerini hala koruyabilen zümrüt yeşili ormanlarının üstünde batırırken, Norm Haber Kurumsal İletişim ve Pazarlama Yönetmeni Nail Özer, ‘Şu güzel ülkemizin her şeyi var, şuraya bakın neyimiz eksik ki?’ dedi. Öylece ağzıma geliverdi, biraz da akşamın hüznüyle olsa gerek, ‘Her şeyimiz var, ama adaletimiz yok!’ cümlesini bıraktım arkamda kalan ağaçların dallarına asılı…

Sonra düşündüm, adaletimiz yok gerçekten de…

Sultanbeyli’de abisi cezaevinde olan 13 yaşındaki bir öğrenciye önce iki okul arkadaşının tecavüz ettiğini ve tecavüzü kamera ile kayda aldıklarını, sonra da ‘bu kaydı abine göndeririz’ diye tehdit ve şantaj ile aynı kız çocuğuna 13 kişinin daha tecavüz ettiğini artık herkes duymuştur.

Bu olayın bir bölümünde adalet işlemiş; tecavüzcüler yakalanmış, 13’ü mahkum olmuş. Ancak dava istinafta bozulmuş ve yeniden yargılama başlamış. İşin buraya kadar olan kısmı toplumsal çürümüşlüğün göstergesi olarak yeterince iğrenç olsa da, bir yargılama sürecinin varlığına dahi şükreder hale geldiğimizden, yeniden yargılama sürecinin sonucunu beklemek lazım demek gerekirdi.

Diyebildik mi?

Hayır!

Çünkü toplumsal çürümüşlük bu olayda kendini salt tecavüz, şantaj ve tehdit ile göstermiyor. Bizzat mahkeme salonunda da vücut buluyor.

Sanık avukatı, kendisi de ‘kadın’ olan bir avukat, mahkeme başkanına, tecavüze uğrayan kız çocuğunun okulda etek boyu yüzünden uyarılıp uyarılmadığının sorulmasını istiyor.

Bir dönem şortlu kadınları tartaklama rezilliğine bulaşan gün görmemiş ‘dayılar’ gibi bir tavırla, 15 kişinin tecavüzüne uğrayan bir genç kıza, etek boyu ile ilgili sorular yöneltiliyor. Hem de bir kadın avukat tarafından, hem de hemcinsi tarafından…

Kot pantolon giyen kadınların tecavüze uğramış olduklarına ilişkin beyanlarının kabul edilmeme gerekçesi; kot pantolonların çok dar olması ve bu pantolonların çıkartılarak kadına tecavüz edilmesinin güya mümkün olmamasıydı.

Böyle başladı ilk tecavüzle kadın giyiminin ilişkilendirilmesi.

Sonra ‘O saatte orada ne işi vardı, sokakta gülmeseydi o zaman, kıyafeti beni tahrik etti, mini mini şortlar giyiyorlar onlar da, eğlenmeye gittiyse bunu göze alacak…’

Şimdi de ‘etek boyun yüzünden okulda uyarılmış mıydın?’

Etek boyu yüzünden uyarıldıysa eğer tecavüz ‘meşru’ olacak yani.

Tecavüz, tehdit ve şantaj suçlarını bir arada işleyenlerin değil de eteği belki uyarı konusu olmuş olabilecek kız çocuğunun bütün kabahat!

Aynı kadın avukatın mağduru açık kimliğini kamuoyu ile paylaşmakla da tehdit ediyor oluşu da tüm bu işlerin üzerine tüy dikmiş durumda.

Bu ne cüret, bu ne hukuk tanımazlık…

Barolara kayıt alırken, sadece hukuk fakültesi mezunu olma şartını değil, insanla insan olma şartını da koymak gerekiyor, bu şartlara uymayanlara da adaleti tesis edecek yaptırımlar uygulamak gerekiyor, çünkü bizim ülkemizde her şey var, adalet yok…

****

RANDEVULARI ONAYLIYOR MUYUZ?

Yıllar önce hastanelerde kuyruk beklemekten sıkılmış bir halktık, şimdi aynı kuyrukları herkes evinde bekliyor, üstelik öyle bir gün, birkaç saat de değil, aylarca bekleniyor randevular için kuyruklar. Fakat herkes evinde olduğundan, kimse kimseyi görmediğinden, etkisi az oluyor elbette. Bu arada hastanelerde kuyruklar bitti sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Orada da kuyruklar her geçen gün daha da uzuyor.

Sonunda bu işe çare olacağı düşünülen bir uygulamaya geçildi; ‘Onaylı Randevu Sistemi

Uygulama 13 Mayıs itibariyle başladı, randevusunu onayladığı halde randevusuna gelmeyenler aynı servisten 15 gün boyunca randevu alamayacak.

Birkaç gündür haberlerden izlediğim kadarıyla sistem durumda bir değişiklik yaratmış görünmüyor.

Bursa Tabip Odası da bu sistemin, sağlık hizmetlerinde zaten var olan sorunları derinleştireceğini ve hekimler ile hastalar arasında yeni çatışmalar yaratacağını düşünüyor.

Buradaki gerekçe, yeterli muayene süresini sağlamadan hekimleri ve sağlık çalışanlarını daha fazla baskı altına alan bir sistemin devreye sokuluyor olması.

Teknolojiyi kullanmak konusunda bilgi sahibi olmayan hastaların durumdan olumsuz etkileneceğinin de altı çizilirken; “Sağlıkta Dönüşüm Programı ile başlayan süreçte, hastalar müşteriye, hekimler ise ucuz iş gücüne dönüştürülmüş, sağlık piyasası iktidarın desteğiyle suni bir şekilde şişirilmiştir. Bu süreç, kamusal sağlık hizmetlerinin erozyonuna neden olmakta ve özel sağlık sektörünün palazlanmasına zemin hazırlamaktadır” deniliyor.

Yazımızın başında ‘Adaletimiz yok!’ dedik ya, tam da öyle bir durum anlatacağım şimdi.

Bu ülkenin vatandaşları sağlık imkanlarına kavuşmak için çabalarken, bir biçimde randevu almaları durumunda randevu ücretleri emekli maaşlarından kesilirken, eczanelerde emekli maaşını alınca parasını ödemek koşuluyla ilaç alırken, Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde, ‘Yabancı uyruklu ayakta tedavi olan hastaların sağlık hizmeti, ilaç, tıbbi cihaz, ortez-protez ve diğer malzemelerinin giderleri Sağlık Bakanlığınca ödenecek’ deniyor.

Sağlıkta da adaletimiz yok!

Özdemir basın mensupları ile buluşmasında neler anlattı?

Özdemir basın mensupları ile buluşmasında neler anlattı?

Yerel seçimlerin ardından göreve başlayan belediye başkanlarının basınla buluşmaları devam ediyor.

Bu bağlamda ilk buluşmayı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey gerçekleştirmişti.

Bozbey’in basın mensupları ile buluşmasının ardından kamuoyu uzunca bir süre tartışmalara sahne oldu, olmaya da devam ediyor.

Yine bu noktada ikinci buluşmayı da salı günü Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir gerçekleştirdi.

Bir önceki yerel seçimlerde il başkanlığı koltuğunda oturan Özdemir, bu seçimlere önce CHP Nilüfer aday adayı, ardından adayı olarak girdi ve sonrasında da sandıktan başkan olarak çıktı.

Mustafa Bozbey’in “Gülümseyin Nilüfer’desiniz” sloganı ile özdeşleştirdiği ilçede enkaz edebiyatını yapan birçok isme rastladık.

Kimileri “seçim öncesi çok personel alındı” dedi.

Kimileri “borçlar gırtlağa kadar ulaştı” dedi.

Bunlar gerçekten doğru mu?

İşte bu soruların muhatabı olan isim Özdemir, basın mensupları karşısında yanıt verdi.

Ama öncesinde önceki dönem belediye başkanı Turgay Erdem‘in Mustafa Bozbey‘den nasıl bir belediye aldığını da hatırlatalım.

Toplam bütçesinin yüzde 76’sı borç olan bir belediye devralmıştı Erdem…

Hiçbir zamanda mızıkçılık yapmamıştı…

Öte yandan yine çevreci belediye anlayışı ile belediyeye elektrikli araçlar alınmıştı, buna paralel olarak da şoför alındığını da biliyorduk.

Yine belediyeler yılın belirli aylarında geçici olarak işçi alırlar…

Bunları da üst üste koyduğumuzda Nilüfer’de anormal bir durum yok

Amma velakin birileri Şadi Özdemir’e şirin gözükmek için “Nilüfer Belediyesi batıyor” diye ortalıkta gezindiler.

Zaten basın toplantısında Özdemir de “Benim ağzımdan böyle bir şey çıkmadı” dedi.

Peki basın toplantısında Özdemir’in ağzından çıkanlar neler?

Tarım arazilerini işgal edenlere karşı dik duruş sergilenmesi gereken her şeyin yapılması.

Bu duruş olması gereken bir duruş.

Borçların da sürdürülebilir olduğu vurgusu da bir başka önemli açıklama.

Diğer bir gerçek ise Nilüfer’de herkesin gülümsemediği.

Bunu ben söylemiyorum.

Özdemir, “Nilüfer’in kötü bir algısı var” diyerek açıkladı…

Gerçekten bu algı çok kötü ise CHP’liler Nilüfer’de başkan olmak için yarışır.

Demek ki her şey dört dörtlük değil ki bu algı var.

Neticede Özdemir ve ekibi halka mevcut durumu anlatmak üzere basın mensupları ile paylaştılar…

Bize düşen bundan sonraki süreci takip etmek…

Osmangazi’ye her ay 600 bin TL gelir

Bursa’da yerel seçimlerin ardından yapmış olduğu çalışmalarla dikkat çeken belediye başkanlarının başında Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın geliyor.

Aydın, Osmangazi’de çıtayı daha da yukarıya taşıma adına hem mevcut gelirleri arttırmaya hem de hizmetleri artırmaya yönelik projeler yapıyor.

Bu minvalde önceki gün gerçekleştirilen ikinci el eşya ve ayakkabı toplama ihalesi 490 bin artı KDV gibi bir rakamla ihale edildi.

İhaleyi kazanan Ali Öztürk’ün yönetim kurulu başkanı olduğu Naya Geri Dönüşüm Ltd. adlı şirket oldu.

Ya da diğer bir ifade ile her ay belediyenin kasasına 600 bin TL’ye yakın gelir girecek. Bizler de gelir artırıcı çalışmasından dolayı Aydın’ı tebrik ediyoruz.

Darısı gelirleri artırmak isteyen Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir ve ekibinin de yakın bir tarihte buna benzer ihale gerçekleştirecekleri ifade olunuyor.

Özel Bursa’ya geliyor

CHP Genel Başkanı Özgür Özel‘in yerel seçim sonrası yapmış olduğu çalışmaları yakınen takip ediyoruz.

Yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan CHP’nin bu başarısını genel seçimlere de taşımak isteyen Özgür Özel’in konuşmalarındaki dikkat çeken ayrıntı ise toplumun geneline yönelik konuşmalar yapması.

Halkla daha çok beraber bir arada olması.

Bu minvalde Osmangazi Belediyesi’nin düzenlediği “3X3 Atatürk ve Gençlik Basketbol Turnuvası” kapsamında cuma günü “Başkanlar Sahada Organizasyonu” kapsamında gerçekleşecek basketbol maçında sahaya çıkacak, partililerle ve halkla buluşacak.

Rant savaşı!

Rant savaşı!

Seçimlerin ardından AK Parti’den belediye devralan yeni CHP’li belediyelerde borçların dev afişlerle kentlerin çeşitli yerlerine asılarak duyurulması, AK Partili belediyelerin lüksleri için yaptıkları harcamaların, halkın parasını keyiflerine göre büyük bir savurganlık içinde kullandıkları durumların afişe edilmesi çalışması başlamıştı, hala da devam ediyor.

Görüyoruz saray odası gibi makam odalarını, jakuzuli, hamamlı özel alanları…

Ancak tüm bu ifşa çabaları beraberinde şu soruyu da getiriyor; “CHP’li belediyelerin CHP’li belediyelerden devraldıkları bölgeler için de borçlar açıklanacak mı?”

Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek lazım.

Sorunun Bursa’daki iki ilçede karşılık bulması bekleniyordu.

Nilüfer ve Mudanya

Zira her iki ilçenin de kötü mali tablolarla belediye yönetimine başladıkları ve ilk ayda işçilerin maaşlarını ödeyemedikleri için durumun kol kırılır yen içinde kalır meselesini aştığı tüm şehrin dilinde.

Bugün Bursa basını ile bir sohbet havasında biraz içini dökmek biraz da merak edilenlere yanıt vermek konsepti baz alınarak bir araya gelen Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir bu konuda ipi ilk göğüsleyen oldu.

Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç’ın da benzer bir toplantıyı yakın dönemde tertip edeceğini duyuyorum, ama şimdilik konumuz bu değil elbette.

Konuşmanın akışının çarpıcı cümlelerin sakince telaffuz edilmesi şeklinde geçtiğini söylemekte fayda var.  “Nilüfer Belediyesinin sokaktaki algısı bozuktu, onu düzeltmeye çalışıyoruz” sözü bence hayli çarpıcıydı mesela. Eski Başkan Turgay Erdem’in belediye dışında çok görülen bir başkan olmaması, bazı bölgelerde çöp toplama işlerindeki aksaklıklar ve çarpık yapılaşmaya yol açan etmenler belediyenin sokaktaki algısını bozmaya başlamış anlaşılan.

Ucundan ucundan yapılan sitayişlerin ardından,  belediye bilançosunu çarşaf çarşaf asmanın kendisine uygun bir politika olmadığını, sorunların farkında olduğunu, bu göreve talip olmadan da yaşananları bildiğini ve çözmek için aday olduğunu söyleyen Özdemir; “Kasa boşalmış değil de finans dengesi bozulmuş diyebiliriz. Bazı ödemeleri yapmakta zorlandık. Açık söyleyeyim borç yükü beklediğimizden büyüktü. Birkaç ay içinde toparlayacağımızı düşünüyorum” dedi.

Anlaşılan o ki, işçilerin maaşları ödenemeyince, üstüne kamuoyunda da paylaşılan işten çıkarmalar gerçekleşince kendisine telefon eden CHP Genel Başkanı Özgür Özel, ‘Borç çok mu?’ diye sormuş, ‘Çok, ama önemli değil, hallederiz’ yanıtını almış.

Bir yandan beklediğinden daha kötü bir tabloyla karşılaştığını, son bir ayda yaşananların da buna bağlı olduğunu anlatmaya çalışan, diğer yandan hem partilisi hem de yakın arkadaşı olan Turgay Erdem’e ağır suçlayıcı ithamlarda bulunmaktan imtina eden Başkan Şadi Özdemir’in ortaya çıkan tablodan ne kadar bunaldığını sadece ben değil bütün salon anladı.

Aslında şunun şurasında sadece bir ay önce koltuğa oturan bir belediye başkanından belediyenin tüm konularına hakim olup kalıcı çözümler bulmasını da kimse beklemiyor. Hele hele mesele CHP’li belediyeler olunca kamu desteğinin ne derece olduğu da ortadayken, adaptasyon için tüm belediye başkanlarına biraz zaman gerekiyor.

Seçimden önce de defalarca görüştüğümüz Şadi Özdemir’in en çok şu tespitini doğru bulmuştum; “Rant bize korkulacak bir kelime olarak gösteriliyor, oysa rant demek bir şehrin değerinin artması demektir. Bu kötü bir şey değildir. Eğer şehrin rantı vatandaşa fayda sağlıyorsa, belli bir kesimin cebine akmıyorsa bundan neden korkalım?”

Savaşın fitilini ateşleyen cümle bu olmuştu bence ve fitilin ucunu hala alevlendiren cümle aynı yakıcılığı ile bir kez daha dillendirildi bugünkü toplantıda. Toplantının en vurucu cümlelerindendi.

Bu bir savaştır. Kent rantını kim yiyecek savaşıdır. Biz kent rantını kamunun yemesi için bu savaşı vereceğiz!”

Çok doğru, bu bir savaş…

Her geçen gün daha da kıymetlenen Bursa toprakları için verilen savaşın sonunda kimin galip geleceğini şimdiden kestirmek güç olsa da Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir’in “Özellikle tarım alanları ile ilgili müsamahamız yoktur. Hiçbir yere çivi dahi çaktırmayacağız!” sözü çok kıymetli.

Nilüfer’in artık doyma noktasına ulaştığına, tüm eğlence merkezlerinin, tüm özel okulların, tüm özel sağlık kuruluşlarının Nilüfer’de olması nedeniyle herkesin bu ilçeye bir biçimde akın etmesine artık bir son vermek gerektiğine yönelik vurgusu da aynı oranda önemli. ‘Bana kimse özel okul için gelmesin!’ cümlesi de bunun destekçisi.

Belediye yönetiminde kadınlara ağırlık veren, akademik oda kökenli yöneticilerle yol yürümeye hassasiyet gösteren, açık sözlü olmaktan yana, dolayısıyla samimiyetini herkesin anlamasını bekleyen bir başkan profili çizdi Şadi Özdemir.

Yeni başkanın Nilüfer’i nasıl yöneteceğini, nasıl yönetmeye çabalayacağını, nelere muktedir olacağını, hangi heveslerinin kursağında kalacağını hep birlikte göreceğiz.

Adalet yerini bulmadı, Soma unutuldu

Adalet yerini bulmadı, Soma unutuldu

Bundan 10 yıl önceydi, küçük kızım daha 7 yaşındaydı, Soma’da büyük bir facia meydana gelmiş, 301 maden işçisi canından olmuştu.

Faciayı televizyondan izlerken, ‘Bu amcalar dışarıya çıkamayacak mı şimdi?’ diye sorduğunu hatırlıyorum.

Nasıl anlatırsın o yaşta çocuğa 301 işçinin üzerine tonlarca toprağın yığıldığını, zehirli gazların sıkışması sonucu bir patlama olduğunu ve pek çoğunun bu biçimde hayata veda ettiğini…

‘Artık dışarıya çıkamayacaklar, madenin kapısı kapanmış’ dedik…

Yalan pembeydi, ama çocuk madenin önünde bekleyen kadınların feryatlarını duydu, babalarının yolunu gözleyen çocukların gözyaşlarına şahit oldu…

Hakkını aramaya çalışan madenci yakınlarının yerlerde tekmelendiğini de yine aynı televizyondan izledik, yıllar içinde eriyip giden katılımcı sayısına rağmen sürdürülen mücadeleyi de birlikte takip ettik. Her defasında ‘Anne bu ülke nasıl unutur 301 kişinin öldüğünü?’ diyordu dehşetle…

Sorusuna yanıt vermek güç, ‘bu ülke neleri unuttu kızım’ demek istemiyor insan, zamanla, büyüdükçe bizim insanımızdaki bu unutma becerisine daha çok şahit oldu, daha çok kızdı, bu umursamazlığa daha çok üzüldü, bir Soma’yı unutmadı, bir de hunharca katledilen kadınları…

Ama bu ülke unuttu hepsini. Bugün Soma faciasında can veren 301 kişiyi anmak için bir basın toplantısı düzenleyen akademik odalarda dahi toplantıya katılım çok azdı.

Soma faciasının 10. yılında hayatını kaybeden 301 madenciyi anarak konuşmasına başlayan TMMOB Bursa İKK Sekreteri Şirin Rodoplu Şimşek, “10 yıl önce yaşanan felaket, sömürü hırsının ve neoliberal politikaların maden işletmelerini getirdiği durumu gözler önüne sermiştir. Yıllar boyunca uygulanan özelleştirmelerle kamu madenciliğinin yok edilmesinin, işçilerin sendikasızlaştırılmasının ve köleci çalışma sisteminin dayatılmasının madenleri işçiler için ne kadar güvensiz yerler haline getirdiğini gördük. Uzun bir geçmişe dayanan madencilik bilgi ve birikimini yok sayılarak teknik bilgi ve alt yapı olarak yetersiz, deneyimsiz şirketlerin kar hırsıyla işlettikleri madenlerin taşıdıkları tehlikeleri acı biçimde deneyimledik” dedi.

3 yıl süren dava süreci sonunda şirket sahibinin beraat etmesi faciadan sorumlu olarak yargılanan 14 kişiden pek çoğunun tahliye edilmesi geriye kalanların da infaz bildiriminden yararlanması ayrı bir yürek üzüntüsü bence.

İnsanlar öldü, yürekler yandı ve geçtiğimiz 10 yılda Soma’nın dışında pek çok maden kazasına, pek çok maden kazasında canını kaybeden madenciye tanık oldu bu ülke.

Unuttular, işte böyle unutup gittiler hiçbir şey olmamış gibi…

***

KAMUDA DEĞİL, MEMURDA TASARRUF

Kamuda 100 milyarlık tasarruf yapılması için açıklanacak tedbirlere bel bağlamış biri yoktur umarım aramızda.

Zira bahsedilen miktar, Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet’in 2024 yılı toplam bütçesinin 103 milyar Türk Lirası olduğu düşünüldüğünde pek de tasarrufa benzemiyor.

Açıklanan maddeler arasında taşıt, bina alım ve kiralamalarını durdurmak, kamuda işe alımları azaltmak, birden fazla yerden maaş alan AK Partililerin limiti aşan maaşlarını bütçeye aktarmak gibi oluru olmayan şeyler var.

Haaa bu işten en zararlı kim çıktı derseniz, bence orta kademeli memur en zararlı çıkan kesim oldu derim. Misal; iptal edilen servisler, kirası rayiç bedele yükseltilecek olan lojmanlar, arada bir tatil niyetine gidilen hizmet içi eğitimlerin artık kurumların kendi binalarında verilecek olması hep bu kesimin rahatını kaçıracak cinsten hareketler.

Fakat kimse hasta garantili hastanelere ödenen paraların döviz cinsinden Türk Lirasına çevrilmesinden bahsetmemiş. Yolcu garantili köprüler ve yine yolcu garantili hava alanları da aynı şekilde ödeneklerini döviz üzerinden alacak.

Kimse özel uçaklar, lüks makam araçları satılacak da dememiş. Hepsi tüm ihtişamıyla duruyor.

Kimse meşhur bin odalı külliyemizin tasarruf tedbirlerinden de bahsetmemiş.

Anlayacağınız, şimdiye kadar işçinin ve emeklinin sırtına binen ekonomik yükü bu kesimin sırtlanmasıyla götüremeyeceğini anlayan hükümet, olaya bir ayak daha ilave etmiş; memur!

Artık ‘benim memurum işini bilir’ devri mi başlar, memurlar da işçiler ve emekliler gibi bir süre sonra isyan bayrağını mı çeker orasını bilemem.

Benim bildiğim, iki kolla taşınamayan ekonomik yükün üç ayakla taşınmasına karar verilmiş olduğu…

Böylece memurda tasarruf devri de başlamış oldu.

***

TÜRK DÜNYASI BURSA’DA BULUŞUYOR

Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği tarafından Bursa Uludağ Üniversitesi ev sahipliğinde 17-19 Mayıs 2024 tarihlerinde Bursa’da “Uluslararası Katılımlı Türk Dünyası Stratejik Araştırmalar Kongresi” adı altında büyük bir etkinlik gerçekleştiriyor.

Etkinliğe Türki Cumhuriyetleri başta olmak üzere Asya ile Avrupa’dan 10 farklı ülke ve 50 farklı üniversiteden 100’e yakın akademisyen katılacak.

Birliğin 2016 yılında kurulduğunu ancak 2013’te yola çıktıklarını belirten Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Başkanı İrfan Tatlıoğlu;

“Tripolice katliamı sonrasında Ankara’da büyük bir toplantı yaptık. Gündemi takip etmeye çalışıyoruz. Bu sene ilk yapmış olduğumuz etkinlik, Avrupa Türk tarihi ve Avrupalı Türkler. Avrupalı Türkler tarihimizde çok önemli. Tarih diye birçok hikaye anlatılıyor. Pek çoğu da gerçeği yansıtmıyor, bu nedenle tarihi hocalarımızdan dinleyip, ona göre istikamet belirlemeliyiz” dedi.

Toplantının önemli destekçilerinden Uludağ Üniversitesi Rektörü Feridun Yılmaz da konuşmasında;

“Üniversitemiz Türkiye’deki 23 araştırma üniversitesinden biri, hem Türkiye hem de dünya çapında tanınmış olan bölümlerimiz var. Bu anlamda Uludağ Üniversitesi öncü bir üniversite. Böylesine önemli bir kongre organizasyonunu Uludağ Üniversitesi’nin gerçekleştirmesi gerekiyordu, çünkü Uludağ Üniversitesi’nin Türk dünyasının kültürel havzasına da katkısı var” diyerek etkinliğin ilk başlama noktasının neden Bursa olduğunun altını çizdi.

Bursa büyük bir organizasyona ev sahipliği yapacak şimdiden hazır olmakta fayda var.

Türk Dünyası’nın akademisyenleri Bursa’da buluşuyor

Türk Dünyası’nın akademisyenleri Bursa’da buluşuyor

Gerçek olan şu: Son yıllarda Yörük ve Türkmen kültürünün temsilcileri kurdukları sivil toplum kuruluşları ile seslerini daha fazla duyuruyor.

Yörük ve Türkmenlerin, tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin asli unsuru olduğu da bir gerçek…

Bu minvalde aynı amaç için kurulan sivil toplum kuruluşlarının etkinlikleri dikkat çekiyor. Bu etkinliklerin merkezinde Bursa‘nın olması kadar tabii olan bir şey yok.

Bunun nedeni de;

Bursa, kökleri Altaylar’dan Adriyatik’e kadar uzanan coğrafyada yaşayan Türklerin buluştuğu, daha doğrusu bir araya geldiği kent.

Öte yandan, diğer bir gerçek de Bursa, Balkan coğrafyasından yaşayanların da doyduğu yer…

Kısaca Bursa demek, Türk dünyası demek

Ama bu köşeden merhum Türk Metal Sendikası‘nın efsane başkanı Mustafa Özbek‘in de geçmişte bu minvalde yaktığı kıvılcımı unutmamak gerekir.

İşte bu noktada Bursa bu hafta büyük bir organizasyona ev sahipliği yapacak.

Organizasyonun ev sahipliğini Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği ve Uludağ Üniversitesi gerçekleştirecek.

17-19 Mayıs 2024 tarihlerinde “Uluslararası Katılımlı Türk Dünyası Stratejik Araştırmalar Kongresi” adı altında gerçekleştirilecek etkinliğe Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere 10 farklı ülkeden 50 farklı üniversiteden 100’e yakın akademisyen katılacak.

Toplamda 17 oturumun gerçekleşeceği sempozyumda ağırlıklı olarak geçmişten bugune kadar Avrupa’daki Türkler konusu  işlenecek.

Büyük göçten günümüze kadar geçen sürede, yaşamı, müziği, iskanları, Avrupa’daki Türk lobisi, Balkan Savaşları, Avrupa’da Türk Dili ve Eğitimi konularının konuşulacağı bilgi şöleni…

Sempozyumun tanıtım toplantısında UÜ Rektörü Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, UÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cafer Çiftçi, İl Kültür Müdürü Kamil Özer, Prof. Dr. Erdem Özdemir ve Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Başkanı İrfan Tatlıoğlu da birer konuşma yaptılar. Bursalıları sempozyuma davet ettiler.

Öte yandan, yine sempozyum kapsamında 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı‘nda kongre için gelen akademisyenlerle birlikte, dünyanın farklı ülkelerinden Bursa’ya eğitim için gelen öğrenciler Kocayayla’da bir araya gelerek, geleneksel etkinlikler gerçekleştirecek, kültürlerini sergileyecekler.

Vakti olanlar kesinlikle bu sempozyumu kaçırmasın!

Emeği geçenleri bir kez de biz buradan tebrik edelim.

***

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ 50. YILA HAZIRLANIYOR

“Uluslararası Katılımlı Türk Dünyası Stratejik Araştırmalar Kongresi” tanıtım toplantısına katılan Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferudun Yılmaz‘a, “Hocam siz ne zaman basın toplantısı yapacaksınız?” sorusunu yönelttim.

O da “2025 yılı üniversitenin 50. kuruluş yılı, bununla ilgili bir çalışma yapıyoruz. Hem bu çalışmanın detaylarını hem de göreve geldiğimiz andan itibaren neler yaptık, neler yapacağız, içeriklerinin olacağı bir toplantı gerçekleştireceğiz” dedi.

Yakın bir tarihte Yılmaz da basınla buluşacak.

Onu da bu köşeden yazmış olalım.

Soğuksu’yu bir de damdan düşmüşlerden dinleyin!

Soğuksu’yu bir de damdan düşmüşlerden dinleyin!

Bursa’da son günlerde hararetli bir tartışma gündemde, Kestel’e bağlı Soğuksu köyüne İleri Teknoloji Sanayi Bölgesi adı altında yapılacak olan OSB ile ilgili.

Bir de havalı bir isim bulmuşlar ki karşı çıkanları bu kalkanla geri püskürtme peşindeler.

Biz de Norm Haber olarak bir jilet markasının reklamındaki Ali Desidero gibi Soğuksu köyüne gittik ve yerinde inceledik.

Tarım arazisi olmadığı, tarıma zarar vermeyecek masallarının anlatıldığı bölgeyi gördük.

Nazım’ın şiirindeki gibi toprak ipek bir halıya benziyordu. Cennetten bir köşe gibi yemyeşil bir bölgeydi Soğuksu…

O toprak ve bitki örtüsünü katletmenin bahanesinin ne olacağını hepimiz biliyoruz.

Hemen başlayacaklar…

Burada yerli ve milli savunma sanayi yükselecek! Türkiye düşmana korku dostta güven verecek!

Karşı çıkanlar hemen vatan haini ve dış güçlerin maşası olarak yaftalanacak. Hatta daha da ileri gidilerek, yeni çıkacak “etki ajanlığı yasası” ile hemen suçlanarak, katran ve tüye bile bulanabilirler.

Ben bu arada doğup büyüdüğüm yer olan Kandıra’dan bir örnek vereyim. Yani damdan düşmüş birinin anlatacakları buraya karşı olan meslektaşlarıma ve STK’lara nasihat gibi olsun.

2003 yılıydı, yazları Kandıra’ya giderken, İzmit-Kandıra yolu üzerinde birden pıtırak gibi çoğalan emlak ofisleri dikkatimi çekti. Çocukluk arkadaşlarıma sorduğumda “Ya Bülent, kim alıyor kim satıyor belli değil bu tarlaları, hatta alanlar köylülere diyormuş ki ‘sen ekip biçmeye devam et…'”

Daha sonra birden Kandıra topraklarının ne kadar verimli olduğu, burada bir Tarım Gıda Organize Sanayi Bölgesinin nasıl yararlı olacağı dillendirilmeye başlandı.

3 ya da 4 yıl sonra bugün Kandıra Cezaevi yakınlarında kurulacak olan Türkiye’nin ilk Gıda İhtisas OSB‘nin izinleri alınmaya ve kamulaştırmalara başlandı. Meğerse herkes ucundan kenarından arsa tarla ne bulduysa toplamış. Adının da Kandıra olduğuna bakmayın, bölge İzmit-Kandıra yolunun tam ortasında. Yani Kocaeli’ye OSB yapıyoruz diyemediklerinden Kandıra diyorlar, çünkü “Kocaeli’ye OSB yetmedi mi?” diye sormasınlar istiyorlar.

Tabii STK’lar durur mu? Hemen bu işe karşı çıktılar. Eylemler ve basın açıklamalarıyla bu işin yer altı ve yer üstü sularını kirleneceğini anlatmaya başladılar.

Ne garip ki bu Tarım ve Gıda OSB’sine en fazla karşı duranlar ekip biçen, üreten köylülerdi. Kocaeli Valiliğine gidip ürünlerini kapıya bırakarak, OSB kararını protesto ettiklerinde ve bu projeye karşı olduklarını açıkladıklarında yıl 2009’du.

Bugün Soğuksu’da nasıl milli ve yerli ileri teknoloji olacak diye algı yapıyorlarsa 15 yıl önce de Kocaeli’de “Türkiye gıda ve tarımda dışa bağımlı mı kalsın?” masalları anlatıyordu. Ama herkes biliyordu orada ballı bir rant olduğunu. Çünkü o topraklar ne Karacabey ne Yenişehir ovası gibi verimli ve düzdü. Bir de üzerine köylüler dava açıp mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı aldılar.

Köylü ve STK’lar ses çıkarınca iş adamları Tarım Gıda OSB’yi hemen buzluğa kaldırdılar ve konunun soğumasını beklediler. Tam 15 yıl sonra bir gargaraya getirerek, o OSB’yi şu anda dikmeye başladılar.

Kocaeli’deki gazetelerde manşet atıyorlar: “10 bin kişiye istihdam sağlayacak.”

Kimse sormuyor, 10 bin iş 100 binlerce  nüfus demek, bu kadar insanı bu bölge kaldırabilir mi ve yeşilin üzerine ne kadar beton dökülür? Çünkü rant dedin mi gözleri hiçbir şey görmüyor.

Soğuksu’da da aynısı olacak, oraya o fabrikalar dikilecek. Ayrıca bu OSB’ye Soğuksu köylüleri de karşı değil. Ayrıca bu OSB’ye karşı çıkan geçen dönem Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır, isyanının bedelini kellesi ile ödedi. Yani Ankara ve iktidar partisi de bu işin arkasında kapı gibi duruyor.

Benden bu işe karşı çıkanlara tavsiye; bağırıp çağırmanız nafile, Kandıra’da olduğu gibi Soğuksu’da da bu OSB dikilecek.

Bu OSB kurulurken az zararla atlatılıp bölgenin bir kısmı taşlık olan bölgeye kurulması, etrafına taşmaması ve verimli tarım arazilerine ve yeşile daha fazla beton dökülmemesini sağlamamız gerekli.