Feridun Eyüpoğlu
Feridun Eyüpoğlu
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İçi boş 1 Mayıs’lar herkesin kaybı!

Geleneksel bir gün daha kutlama listesindeki yerini aldı.

Ve genelde olduğu gibi hiç bir somut değişime yol açmadan tarih sayfalarında kendine silik bir yer buldu.

Oysa ki uluslararası işçi sınıfının ortak mücadele günü olan 1 Mayıs, milyonların kaderi demektir!

Sanayi devriminin dayattığı acımasız koşullara isyan eden kitlelerin canı pahasına elde edilmiş bir simgedir 1 Mayıs.

Kökleri 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanan bu gün, 1886 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen büyük işçi grevleriyle birlikte uluslararası boyutta kutlanmaya başlandı.

1886’de ABD’de 8 saatlik iş günü talebiyle grevler ve protestolar düzenlemiş ve bu talebin karşılanması için 1 Mayıs 1886 tarihinde genel grev çağrısı yapılmıştı. Chicago’da 1 Mayıs’ta başlayan genel grev sırasında şiddet olayları da yaşanmış ve çok sayıda kişi yaralanmış ve hayatını kaybetmişti.

Bu olayın ardından, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, dünya genelinde işçi sınıfının mücadelesinin sembolü haline gelerek birçok ülkede kutlanmaya başlandı.

Ancak, Türkiye de dahil olmak üzere genelde bir tatil günü olması dışında pek de bir fonksiyonu kalmadı bu sembol günün!

Bol bol kutlama mesajı ve yürüyüş yapıldı. Siyasilerin geleneksel nutukları atıldı.

Ve kimisine göre bir bayram olması gereken 1 Mayıs geldi geçti.

Sonuçta ise çalışanların sürekli gerileyen haklarını geri kazanma ve çok daha ileriye taşıma umutları kağıt üstünde kaldı!

Oysa ki 1 Mayıs işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmek, çalışanların haklarını korumak ve işçi sınıfının dayanışmasını sağlamak amacını gütmektedir.

Çünkü bu gün; işçi hakları, çalışma koşulları, iş güvenliği ve sağlığı konusunda farkındalığın artması için büyük önem taşımakta.

Keza ücretlerde hak edilenin elde edilmesi için gereken mücadelenin farkındalığı da bir o kadar önemli!

Bu anlamda ise özgürce örgütlenme yani sendikalaşma kritik önemde.

Ne yazık ki özellikle 12 Eylül 1980 sonrası yerle bir edilen sendikalar, sendikal hakların buluşma adresi olmaktan çoktan çıktı.

Genellikle şeklen var olmakla birlikte çalışanların hakları konusunda bir arpa boyu yol alamadıklarını görmek zor değil!

Ve sonuç ortada. Çok sınırlı birkaç sektör dışında işçi kesimi tamamıyla sahipsiz denebilir.

Açlık sınırının on bin lirayı aştığı bir ortamda asgari ücretin 8 bin 500 TL olması sendikaların güçsüzlüğünün somut işareti!

Çeşitli sosyal haklardan yoksunluk ise bir başka mesele.

Ama en hayati olanı iş sağlığı ve güvenliği.

2022 yılında, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi tarafından hazırlanan rapora göre, en az bin 96 kişi iş kazalarında hayatını kaybetti. Ayrıca 167 bin 874 işçi de iş kazaları veya meslek hastalıkları nedeniyle yaralandı veya hastalandı.

Elbette ki ücretiyle, sosyal haklarıyla, iş sağlığı ile değişmesi gereken bu tablonun tek suçlusu sendikalar değil!

Devletin sosyal kimliğini ne kadar gerçekçi biçimde sahaya sürdüğü de hayati önemdedir. Patronlarla üst kademe yöneticilerin insafına kalmaması gereken hayati konular vardır çünkü. Aynı zamanda patronların da çalışanlarına sahip çıkacak bir empati ile yaklaşması da kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Ve en en önemlisi… Türkiye’de yaşayanların çoğunun ücretli çalışan olduğu gerçeğinin unutulmaması!

Yani sadece dar kalıpta düşünülen bir işçi algısı değildir 1 Mayıs’a atfedilen. Maaşla çalışan herkes aynı konumdadır. Mühendisi de avukatı da doktoru da muhasebecisi de satış elemanı da tezgahtarı da… Sermayedar olmayan herkes çalışan sınıfındadır.

Ücretteki ufak farkların dışında aynı sömürü gemisinin tayfasıdır herkes!

 

HABERLER