Orta Doğu’da savaş, çoğu zaman bir gürültüyle başlamaz. Bazen bir gölgedir savaş; düşmanın yüzünü değil, silahının yansımasını görürsün duvarda. Şimdi o gölge büyüdü. İsrail ile İran arasındaki gerilim artık bir satranç tahtası değil, ateşten bir labirent.
Petrol damarları buharlaşıyor, göç yolları yeniden yazılıyor, haritalar çiziliyor, ama kalpler barışın sesini duymuyor. İsrail’in gökyüzünden gönderdiği füzeler, İran’ın yerin altına gizlediği nükleer umutlar… Hepsi bir korkunun yansıması: kaybolma korkusu. Oysa en büyük kayıp, zaten yaşanıyor karşılıklı insanlık duygusunun çöküşü.
Bu savaş, aynı zamanda halkların hikâyesini, inananlar ve inançları kullananların yorgunluğunu, imparatorluk kalıntılarının hırslarını da uyandırır. İran, bin yıllık Pers gururunu; İsrail ise komplekse dönüşmüş korkularını savaşa sürüklüyor.
Fakat bu çatışma, artık bir kazan-kaybet oyunu değil. Çünkü barutun kokusu ne Yahudi ne Fars tanır; ölümün dili ne Arapça ne İbranice ne de İngilizcedir. Bu, gelecek kuşakların gözlerinden eksilecek ışığın savaşıdır.
Belki kazananlar kürsüye çıkar ama gerçek galibin kim olduğunu kimse söylemez. İsrail ile İran arasındaki savaş, sadece iki devletin değil; iki hayal biçiminin, iki korkunun, iki geçmişin çarpışmasıdır.
Savaşın sonunda, Kazanan hiçbir ulus olmayacak, yitik umutlardan gerçeğe biraz daha yaklaşmış halklar olacak.
İran, içindeki yorgun gençlerle yüzleşecek.
İsrail, güvenlik doktrininin yarattığı yalnızlıkla.
ABD bir kez daha “ne kadar uzak o kadar iyi” diyecek, Çin sessizce yeni pazarlar planlayacak. Ama o sırada Tahran’da bir kadın yetim kalan çocuğunun başını okşayacak; Tel Aviv’de bir baba oğlunun mezarına taş bırakacak.
İşte savaşın gerçek sonucu budur: Devletler plan yaparken, halklar yas tutar. Ve belki de asıl kırılma tam orada yaşanacak.
İnsanlar, kendilerine ait olmayan bir düşmanlıktan bıkmış olacak. Sosyal medya, propaganda değil, ortak acıların dili olacak, çünkü hashtagler bombalardan hızlı yayılır. Sessiz bir isyan büyüyecek: “Biz bu hikâyenin seyircisi değiliz!”
Savaş biterse; uçaklar inecek, tanklar dönecek, silahlar askeri depolara kaldırılacak …
Ama bir şey daha olacak:
İnsanlar, bir gün “neden savaştık?” diye sormaya cesaret edecek.
İşte o soru, barışın gerçek başlangıcıdır. Ve barış dediğimiz şey, aslında o sorunun cevabında saklıdır.