Suların hiç durulmadığı, siyasi ve ekonomik gündemlerin su gibi aktığı güzel ülkemde bir yandan halk oylaması ile CHP’ye geçen belediyeler, meclis üyelerinin oylamaları ile AK Parti bünyesine geçerken, diğer yandan 21 Ocak’tan itibaren cezaevinde bulunan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ilk kez hakim karşısına çıkarken ve yaşadığı süreci ‘adli değil siyasi’ olarak değerlendirirken, son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğluyarın bir kez daha hakim karşısına çıkmaya hazırlanırken, tüm bunların dışında pek çok siyasi dava konusunun birbirini kovalayacağı bir yaz yaşamaya hazırlanıyorken, her şeyi kendi kulvarında bırakıp, olması gerekenin sınıf mücadelesi olduğunun altını çizip bu noktada nereye geldiğimize bakmak istiyorum.
Biliyorum ki, siyasi mücadele bir yana sınıf mücadelesini öncelemezsek, içinde bulunduğumuz çukurdan çıkmamız hayli zor…
Ekonomik durumumuz ortada, siyaseten halimiz iç güveysinin bile kendinden memnun olmasına sebebiyet verecek noktada. Tüm bunların yanında işçisiyle barışık olmayan ülkeler liginin gediklisi olarak en önde bayrak sallıyoruz adeta…
Türkiye’nin işçi haklarında en kötülerdeki yeri bu yıl da değişmedi.
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC’un hazırladığı2025 Yılı Küresel Haklar Endeksi raporu yayımlandı. Türkiye, bu yıl da işçilerin haklarının güvence altına alınmadığı, hatta her yıl daha da kötüye gittiği ülkeler sınıfında yer almayı başardı.
İsviçre’de Uluslararası Çalışma Örgütü konferansı kapsamında Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi’nde sonuçların anlatıldığı etkinlikte değerlendirildi rapor.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve Genel Başkan Yardımcısı Özkan Atar yaptıkları konuşmalarda; grev, örgütlenme, toplu sözleşme ve ifade özgürlüğü gibi temel hakların tümünde ciddi ihlaller tespit ettiklerini dile getirdi.
Konuşmaların ana teması; “demokrasiye karşı bir darbe yaşanıyor” oldu.
Rapora göre işçiler için en kötü 10 ülke Bangladeş, Belarus, Ekvador, Mısır, Esvatini, Myanmar, Nijerya, Filipinler, Tunus ve Türkiye. Bu ülkelerde sendika kurmak, toplu sözleşme yapmak ya da greve çıkmak ya fiilen yasak ya da hayati risk taşıyor. Bazı ülkelerde sendikacılar öldürülüyor, bazı yerlerde ise “terörist” ilan edilerek yargılanıyor.
Başa yarıştığımız ülkelere bakıldığında insan elde ettiğimiz dünya birinciliği ile gurur duyuyor…
Doğrusunu söylemek gerekirse adamına göre muamele yapan tüm sendikaların işçi haklarına yönelik yürüttüklerini söyledikleri mücadeleye aklımda kocaman soru işaretleri ile bakıyorum. Asgari ücret tespit komisyonunda mikrofonu açık unutup ‘Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle’ benzeri bir konuşma ile ‘bu paraya işçinin yıllık maaşını bağladığımız çok iyi oldu. Ortalık karşımadan, sermayeyi gücendirmeden meseleyi hallettik’ demeye çalışan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’a bakışım da şüphelidir; CHP’li belediyeleri işçi düşmanı ilan eden bir tutum sergilerken, AK Partili belediyeleri ayrı bir kefeye koyan Arzu Çerkezoğlu’na karşı yaklaşımım da soru işaretleri içerir.
Bir işçinin istediği maaşın çok olduğunu iddia edecek kadar sınıf bilincimi yitirmiş, şuurumu kaybetmiş de değilim diğer taraftan…
Şöyle düşünüyorum aslen; yoksulluk havuzunda giderek artan bir nüfusla birleşmeyi, kredi kartıyla kredi kartı borcunu kapatmayı, ayın ortası gelmeden kimlerden borç alacağının hesabını yapmayı, en ucuz nasıl doyulur, en ucuz nasıl giyinilir, en ucuz nasıl ulaşım sağlanır gibi kalemlerin uzmanı olmayı, herkesin kendimiz gibi yoksul olduğunu göre göre bu durumun normal olduğuna ikna olmayı o kadar benimsedik ki, başka bir dünya olduğunu aklımıza bile getiremiyoruz.
Oysa hatırlayınız Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bu işin kitabını yazdı ve dedi ki; ‘Daha adil bir dünya mümkün’
Kendisine öyle yürekten katılıyorum ki, anlatamam…
Gerçi kitapta Türkiye’nin tüm dünya için adalet arayışı içinde olduğuna yer veriliyor, bense fani bir yazı insanı olarak, ancak kendi ülkemin yoksulluk havuzunda debelenip duran ve kendisinin bir aylık maaşını bir yemek masasında harcayanlarla arasındaki ekonomik uçurumun gidere açıldığını dahi fark edemeyen yurdum insanı için adalet istiyorum, orası ayrı.
Fakat kesinlikle daha adil bir dünya mümkün, sermayenin adil bölüşümü, kazancın eşit paylaşımı, ürettiğini satacağı işçinin fasfakir kalması halinde ürettiğini satamayacağını düşünecek kadar sermayedar zekası bunu sağlamak için yeter de artar aslında…
Dolayısıyla bir kez daha tekrarlamakta fayda var, siyasi görüşlerdeki farklılıkları bir kenara itip ekonomik sınıf mücadelesinde birleşemezsek içinde bulunduğumuz çukurdan çıkmamız biraz zor.