Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Fahiş yemeğe BOYKOT!

Bayram koşuşturması sırasında sırf biraz dinlenmek için oturduğumuz, öyle bir özelliği de olmayan kafeteryada içtiğimiz, hiçbir özelliği olmayan birer bardak çaya (zaten çayın ne değişik özelliği olacaksa) bardak başına 45 lira ödememiz gerekince, öyle küçük falan değil, epey sallı soplu bir şoka girmedim değil hani. Sonra menüye alıcı gözle de bir baktım, çaydan daha ucuz olan tek şey suydu ve fiyatı 30 TL olarak belirlenmişti. Türk kahvesi falan, yanına yaklaşılacak cinsten değil…

Arada belediyelerin devir teslimi, bayramlaşmalar derken unutmuşum bu acı verici hayat enstantanesini…

Taaa ki, sosyal medyada ‘fahiş yemeğe BOYKOT’ çağrısını duyana kadar…

Dışarıda çok yemek yemeyen bir insan olarak fiyatlara da pek aşina değilim aslında ve yaşadığımız hiperenflasyon ortamında bir ürünün ederinin ne olacağına yönelik algımızı kaybettiğimizden, üstüne bir de porsiyonları küçült, içeriğin kalitesini düşür, ambalajın aynı kalması ile aynı miktarda ürünü satıyormuşum algısı yarat gibi oyunlar eklenince, ne aldığımızı, kaç gram aldığımızı, kaça aldığımızı, ne kadar enflasyon oranına maruz kaldığımızı anlamak için çok uzman olmak gerektiğinden ipin ucu bende de kaçtı epeydir…

Param olursa alıp param olmazsa almayarak çözmeye çalıştım bu karmaşık problemi…

Fakat, kabul etmek lazım ki, bir bardak çayın 45 lira olması normal değil…

Bir fincan kahvenin fiyatının 100 lira ile 150 lira arasında değişmesi normal değil…

Biz gazeteciler gibi mesai saatlerinin önemli bir bölümünü dışarıda geçirmek zorunda kalan çeşitli iş kollarından çalışanların bir tosta 150 lira, bir hamburgere 200 lira, bir döner ekmeğe 250 lira vermesi normal değil.

Bu insanların çoğunun asgari ücret ya da komşu ücretlerle çalıştığı düşünüldüğünde durum sürdürülemez bir hal aldı çoktan…

Tam da bu nedenle, enflasyonu bahane ederek fiyatların bir artığı yerde karını 5 artırma gayretine giren işletmelerin kendilerine biraz çeki düzen vermeleri gerekiyor.

Bursa iş dünyasının aklı başında isimlerinden birinin de söylediği gibi, ‘Bu devirde ticaret yapan herkes kazanıyor, kazanamayanlar sabit gelirliler’ ne kadar da doğru. Fakat, hayatı sabit gelirlilerin sırtına basarak yaşamak uzun vadede günümüzün herkesin birbirinden haberdar olduğu global ortamında pek de sürdürülebilir değil artık, bunun farkına varmak, varmayanlara fark ettirmek lazım.

Yine bir ünlü ekonomi gurusunun söylediği gibi ‘Biz bu fiyatlar normal, bir porsiyon dönerin 500 lira olması normal, bir porsiyon tatlının 250 lira olması normal, bir çay tabi 45 lira olacak dedikçe normalleşir her şey’

Normalleştirmemek lazım!

Normalleştirmemek konusuna belki de bizim çocukluğumuzda kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biri olma özelliğimizi neden kaybettiğimizi sorgulamakla, dünyada gıda fiyatları gerilerken bizde neden gıda fiyatlarındaki artışın önlenemediğini araştırmakla başlayabiliriz.

2024 yılının başında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun tahıl, et, süt ürünleri, bitkisel yağ ve şeker fiyatlarının ortalamasını içeren gıda fiyat endeksi araştırmasına göre Türkiye’de gıda fiyatları 2024 yılı şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 8 oranında artmış görünüyor.

Dünyada ise gıda fiyatları 2024 yılı şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 1 geriledi. FAO, gıda fiyatlarının düşüşünde, küresel tahıl üretimindeki artışın ve et talebindeki azalmanın etkili olduğunu ifade ediyor.

Türkiye ile dünya arasındaki gıda fiyatlarındaki fark, hem üretim hem de tüketim koşullarındaki farklılıklardan kaynaklanıyor.

Kuraklık, döviz kuru, vergi, arz-talep dengesizliği, lojistik maliyetler ve spekülasyon gibi faktörler, gıda fiyatlarını yukarı yönlü baskı altında tutuyor. Dünyada ise gıda fiyatları, küresel ekonomik yavaşlama, petrol fiyatlarındaki düşüş, pandemi sonrası toparlanma ve iklim değişikliği gibi faktörlerden etkileniyor.

Bu durum, Türkiye’de gıda güvenliği ve yoksulluk sorunlarını daha da derinleştiriyor. Türkiye’de gıda harcamaları, hane halkı gelirinin yaklaşık yüzde 30’unu oluşturuyor. Oldukça önemli bir oran, çünkü hane halkı gelirinin yüzde 50’lik kısmını da barınma harcamaları oluşturuyor. Dolayısıyla hane halkına tüm diğer harcamalar için gelirinin sadece yüzde 20’lik bir kısmı kalıyor. Bu kısım elbette hiçbir şeye yetmediğinden, öncelikli olarak gıda harcamalarından kısılması yöntemine başvuruluyor.

Sonuç olarak öğle yemeği olarak çay ve simit dahi yiyemeyen Türk halkı olarak birbirimizle baş başayız…

CHP’li belediyelerin başlattığı ve örneklerini yakında Bursa’da da görmeye başlayacağımız ‘Kent Lokantaları’ böylesi bir yaraya ne denli merhem olur bilemiyorum.

Burada iki yönlü bir sorun olduğunun bir kez daha altını çizmek lazım.

Bir yandan tüm dünyada düşen gıda fiyatları önlenemez bir biçimde Türkiye’de artıyor ve konunun acilen araştırılıp bir çözüme kavuşturulması gerekiyor. Diğer yandan bu fiyat artışlarının yarattığı krizi fırsata çevirmek isteyen ve fiyat artışlarını ürünlerine kat kat fazla yansıtan restoran, kafe ve benzerlerinin kendilerine acilen çeki düzen vermeleri lazım.

Yoksa, öyle çok da zor değil evde hazırladığın aperatifleri termosta taşıdığın içecekle kombinleyip şahane bir park keyfi yaparak yemek…

HABERLER