Zaten trafikten bezmiş Bursa’da bir süredir Burulaş yönetiminde olan toplu ulaşım alanında da sıkıntılar mevcut malum. Burulaş işçilerini temsil eden Demiryol-İş Sendikası ve Bursa Büyükşehir Belediyesi arasında Ocak ayından bu yana yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinde bir türlü uzlaşmaya varılamayınca sendika grev kararı aldı geçtiğimiz günlerde.
Demiryol-İş Sendikası Adapazarı Şube Başkanı Cemal Yaman kararı işçilere açıkladığı konuşmasında;
“20 Mayıs’ta başlayacak grev ile birlikte trenler ve otobüsler çalışmayacak. Bursa halkı ciddi bir ulaşım mağduriyeti yaşayacak. Bu noktaya gelinmesini istemezdik!” dedi.
Açıklanan bu karar sonrasında bugün de Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey çıktı kameralar karşısına ve halini arz etti.
Sendikanın artış oranı yüzde 75 ile başlamış, yüzde 47’ye kadar düşülmüş ve bu oranda ısrar edilince grev kararı alma noktasına gelinmiş.
‘Peki, Bursa Büyükşehir Belediyesi oran olarak ne veriyor? Ne veriyor da beğenilmiyor?’ diye sordum;
“Ortalama olarak yüzde 25 civarında bir artış var teklifimizde” dedi Bozbey; “Ancak açık söyleyeyim, burada otobüs şoförleri çalışma koşulları ve yaptıkları iş karşılığında az bir ücret alıyorlardı, onların artışları daha çok oldu”
Yine Bozbey’in halini arz ettiği konuşmadan yola çıkarak şunu söylemek mümkün, uzlaşma hiç sağlanamadığında Yüksek Hakeme gidilmesi söz konusu olsa, oradan gelecek oranlar da yüzde 20 ila 25 arasında bir artış oranı olacak.
Bozbey konuşmasında; “Bizim vereceğimizden daha düşük artış olacak” demişti, buradan anlıyoruz ki, kastettiği belediyenin verdiğinden daha düşük artış alma ihtimali olanlar, sıkıntısı en büyük olan kesim, yani otobüs şoförleri!
Yüksek Hakeme gidilmesi halinde her kesime aynı oranda zam yapılacağından şoförler yine yaptıkları işle doğru orantılı bir maaş alamamış olacaklar ve işin bu noktasında sorunlar devam edecek.
Bozbey’in soruma verdiği yanıtta herkese aynı zam oranının verileceğinden bahsetmediğini, ortalama bir artıştan söz ettiğini hatırlatmak isterim. Biraz araştırınca Bursa Büyükşehir Belediyesinin yasal olarak zaten yüzde 17 artış oranını vermek zorunda olduğunu, bu zorunlu oranın üzerinde zam alamayan kesimin güvenlik görevlileri ve temizlik personelleri olduğunu öğrenmek pek de zor olmuyor.
Bu arada sendikanın Bozbey’in son teklifi ile ilgili çalışanları bilgilendirmediği gibi söylentiler de geliyor kulağımıza.
Maaş artışları konusunda anlaşılamaması ya da sendikanın istediği rakamın verilmesi halinde bilet fiyatlarına ciddi yansımalar olacak. Ben diyeyim 50, siz deyin 60, Allah ne verdiyse artık basacağız bizi toplu olarak bir noktadan bir noktaya ulaştıran raylı raysız ulaşım araçlarına…
Önemli sorulardan biri sürecin siyasi olup olmadığına yönelikti. “Bu durumun bir siyasi olay olacağına inanmak istemiyorum, açıkçası. Ancak İstanbul’da da yine aynı sürecin yaşandığını düşündüğümüzde, ‘Ya olabilir mi?’ diye de kendimizi bazen çimdikliyoruz affedersiniz, ama inanmak istemiyorum, açıkçası” dedi Bozbey.
Kısacası yürütülen sürecin siyasi bir dayanağı olduğunu düşünüyordu, düşünmekte de haksız değildi, zira günümüzde atılan adım, yenilen yemek, sürülen arabanın tekerleği falan hep siyasi bir sürecin parçası…
20 Mayıs günü kontak kapatıp üretimden gelen gücünü kullanarak grev koyma kararı aldı Demiryol-İş Sendikası. Başkan Bozbey ‘Gereken önlemleri alacağız, Bursalıyı mağdur etmeyeceğiz’ sözünü verdi.
Hiç öyle grev kırıcılık falan yapmam, böyle dümdüz olanı biteni anlatır yorumu okuyucuya bırakırım bu noktada…
Gelelim kendi hali pür mealimize…
Efendim bizler, çoğu ‘asgari ücretin bir tık üzerinde’ diye tarif edilen ücretlerle çalışan gazeteciler olarak, toplu ulaşım hatlarında çalışan şoförlerin, vatmanların, bakım formenlerinin alacağı ücretleri görünce ilk olarak şunları düşündük; ‘Bu rakamların nesini beğenmediler? Bu işi bırakıp vatmanlık için bir kursa falan mı gitsem? Otobüs kullanabilir miyim acaba?…’
Çünkü hepimiz günün sonunda evimize ekmeğini, peynir, zeytinini, domatesini, biberini alıp dönen, faturasını, kirasını ödeyen, hasılı kelam parayla geçinen insanlarız…
Bir yanda bizim aldığımız, bir yanda beğenilmeyen rakamlar…
Sonra şunun farkına vardım, kira fiyatlarının 20 bin liraları aştığı, insanların evlerine protein namına gıda sokmakta zorlandığı, sebzenin meyvenin fiyatının başını alıp gittiği günümüz Türkiye ekonomisinde aslında bu rakamlar ‘insan evladıyım’ diyenin geçinmesi için ancak yetecek rakamlar.
Öyle ayın sonunu getirmek için kırk takla atmadan, üç öğün makarna, hamur yemeden, çocuklarının yüzlerine bakacak yüzünün olduğu, eşini yanına alıp bir sinemaya, tiyatroya gidebildiğin insan gibi bir yaşam…
Unutmuşuz…
Yoksul yaşama öylesine alışmışız, fakirlikte öylesine buluşmuşuz ki, normalimiz olmuş. Normal bir yaşamı zenginlik sanıyoruz, hatta normal bir yaşam talebini haddini bilmezlik sanıyoruz…
Pek çok ekonomistin, hatta ‘ben ekonomistim’ diyecek kadar fütursuz olmayan, ancak evinin hesabını tutabilen benim bile defalarca söylediğim şeyin ete kemiğe bürümüş halini yaşadım bugün. Okumanın, eğitim almanın, çocuklarını okutmak için yıllarca ve tonlarca para harcamanın bir anlamının kalmadığını gördüm gözlerimle. Zenginini değil fakirini çoğaltan, insanını fakirliğin, fasfakirliğin, fukaralığın dibinde buluşturan bir ülke olarak kendimizle ne kadar gurur duysak az…
Bir de iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım ve diyelim ki; ‘Birlik ol kardeşim, sen de hakkını savunmanın, üretimine değer katmanın yolunu bul, sen de insanca yaşam kavganı ver.
Nazar etme ne olur, örgütlü olsan senin de olur…’