Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Hababam Sınıfı Bursa’da gerçek oldu!

Okulunda güzel güzel okuyan çocuğunuz karnesini almış, yarıyıl tatili başlamış, tam bu sürecin keyfini çıkaracaksınız; birden bire, aniden, hiç beklemediğiniz bir anda, bir Pazar günü, telefonunuza gelen mesajla tüm düzeniniz alt üst oluyor.

Şöyle yazıyor mesajda;

Okulumuzun tahliyesi nedeniyle Pazartesi günü acil toplantıya çağrılıyorsunuz!

Daha kafanızda okul ve tahliye kelimesini bir araya getiremezken, alelacele gittiğiniz toplantıda okul müdürlerinin anlattığı kadarıyla ilginç bir hikaye öğreniyorsunuz…

Okul sahibi ile okulun mülk sahibi arasında bir süredir devam eden kira ödeme sorunları nedeniyle okulunuza çoktan tahliye davası açılmış. Anlaşılan o ki, daha önce eğitim öğretimin durmaması adına yaz tatillerinde verilen tahliye kararları, bundan 10 ay önce değişen bir kanun maddesine dayandırılarak, artık yarıyıl tatillerinde de verilir olmuş. Okulun sahibi ve okul binasının sahibi arasındaki durum tahliyeyi gerektirdiğinden, mahkemeden acil tahliye kararı çıkmış.

Sonuç; 350 öğrenci Hababam Sınıfı’nın bir sahnesinde olduğu gibi kış günü sokak ortasında kalmış adeta…

Velilerin karşısına çıkmayan okul sahibi yerine konuşan yöneticiler, velilerden öğrencilerin eşyalarını toplamalarını, hemen yakınlardaki başka bir okuldaki kontenjan boşluğundan yararlanarak o okula geçmelerini talep etmiş.

Başka bir okula geçmek derken öyle çantanızı alıp, aslında kayıtlı olduğunuz okuldaki koşullarda diğer okula gidiyor olduğunuz gelmesin aklınıza. Her özel okulun kendine ait bir fiyat politikası, bir ödeme biçimi var. Kısacası başka bir özel okula yeniden kayıt yaptırıyorsunuz aslında.

Hasılı kelam, Mudanya’da bulunan Hazar Koleji, kirasını ödemediği için tahliye ediliyor bulunduğu binadan. Olan elbette öğrencilere, öğretmenlere ve velilere oluyor.

Konuyu bana anlatan ve ‘Bizim okulu da yazar mısın abla? Kanun değişmiş, öğrenciler eğitim öğretim devam ederken bir anda sokakta kalabilir. Veliler bunu bilsin, bizim düştüğümüz duruma düşmesin insanlar’ diyen çocukluğumun mis kokulu hatırası bir tanıdığım oldu.

Geçtiğimiz günlerde yazdım; hükümetimizin, sosyal devlet politikası gereği parasız olarak vermesi gereken eğitim hizmetinden elini ayağını çekme çabası olarak özel okulların hayatımıza nasıl girdiğini ve bizim bu hizmeti nasıl da sevdiğimizi.

İşin bir başka boyutu daha var elbette. Özel okul, özellikle çalışan veliler için bir ihtiyaç halini aldı. Yarı zamanlı okullarda çocuk okutmak için ebeveynlerden birinin evde kalması lazımken, özel okullarda eğitim tam günlü olduğundan, veli böyle bir hizmeti tercih etmeye mecbur hale geldi.

Karşılığı ne olmalıydı?

Elbette, tam günlü devlet okulları ve okul bitiminden sonra velinin çocuğunu alabileceği süreye kadar çocuğun kalabileceği güvenli bir ortamın devlet kurumlarınca temin edilmesi

Var mı?

Hayır!

Şimdi özel okullarda ekonomik kriz ile birlikte görülmemiş hızla artan fiyatlar ve ek masrafların fahiş fiyatlandırılması sorunlarının çözümü için sosyal medyada bir araya gelen ve Özel Okul Velileri Platformu’nun açıkladığı rakama göre, ülke genelinde 250 bin öğrenci özel okullardan kaydını aldırmış durumda. Buna karşılık 20 bin öğretmen de ayrılmış eğitimin özelleştiği bu alandan.

Ne olacak bu çocuklar?

Sadece Bursa’da Eğitim İş Bursa Şubesi’nin tespit ettiği rakamlara göre 5 bin derslik açığı var ve bu açık her 3 ayda bir şehrimize gelen Milli Eğitimi Bakanı Mahmut Özer’in hep aynı vaatleri sanki ilk kez dile getiriyormuş gibi müjdelemesi ile kapanmıyor.

Ülke genelinde ise 2016 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın yaptığı bir açıklamayı baz alırsak 77 bin derslik açığı mevcut.

Aradan geçen 7 yıllık sürede bu açığın kapanmak yerine daha da arttığını öngörmek sanırım doğru bir yaklaşım olur.

İşte Mudanya’da da durum benzer. Kısaca, yeni devlet okulu yapılmıyor, olanlar hınca hınç dolu ve zaten çalışan velilerin iş saatleri ile uyumlu değil eğitim saatleri.

Taaaa… 2016 yılında; “Bu kardeşiniz 75 kişilik bir sınıfta okudu. Ama istiyoruz ki evlatlarımızı 75 kişilik sınıflarda bir öğretmenle baş başa bırakmayalım…” diyen Yılmaz’ın isteklerinin gerçekleşmediği aşikar.

Gelinen nokta gösteriyor ki, ülkemizde bir eğitim kurumu işletmek ile bir butik işletmek arasında pek fark yok işletmeci açısından. Kira ödemeyebiliyor, kirasını ödemezse tahliye oluyor, ürünlerinin fiyatını kendisi belirliyor…

Fark; öğrenci, öğretmen ve veli tarafına geçtiğinizde ortaya çıkıyor.

Veli fahiş zamlar, ek ödemeler, yemek ve servis ücretlerinin anormal artışı ile cebelleşirken öğretmenler ise asgari ücret ile çalıştırılmanın acısını yaşıyor. Bu karmaşanın içinde minicik öğrencilerin her biri de ticari işletmenin sunduğu vitrin sayesinde kendisini Einstein sanıyor.

Öyle bir batağa saplandık ki, çıkmak için devrim lazım…

HABERLER