10 Ocak basının emek mücadelesinde çok önemli bir gün. 4 Ocak 1961’de, 212 sayılı Basın İş Kanunu Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra, dokuz gazete patronu üç gün süreyle gazetelerini kapatmış, gazeteciler ise emeklerine ‘Basın’ adlı bir gazete yayımlayarak sahip çıkmıştı.
Şu an eski haklardan eser kalmamış, 212’nin basın emekçisi açısından adeta içi boşaltılmış ve bu boşaltılma sırasında neredeyse hiç kimse direniş göstermemiş olsa da, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü böyle bir vesile ile kutlanmaya başlandı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yaptığı açıklamada, AK Parti iktidarı döneminde yüzlerce yayın organının kapatıldığından, 11 bini aşkın gazetecinin işsiz kaldığından, 1000’e yakın gazetecinin cezaevine girip çıktığından ve 43 gazetecinin ise halen cezaevinde olduğundan bahsedildi.
Basın Konseyi’nin paylaştığı “2022 Basın Özgürlüğü Raporu”nun çizdiği tablo da karanlıklara dair ne yazık ki…
Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 149’uncu, Dünya Demokrasi Endeksi’nde 167 ülke arasında 103’üncü sıradayız. İktidarın kamu kaynaklarını kullanarak basının yüzde 95’i gibi önemli bir bölümünü ele geçirdiğinden de bahsediliyor raporda.
Bütün bu fotoğraflar her yıl verilen hatıra pozları gibi. Sonuç hiç değişmiyor. Belki birkaç kişinin yeri farklılaşıyor o kadar…
Sözün özünde hele de Bursa gibi herkesin birbirinin hikayesini bildiği bir yerde şunu söylemek lazım; hiçbirimiz özgür değiliz!
Velev ki, geçimimizi bu işten sağlıyoruz velev ki, ayın başında bize verilecek emek bedelinin ucunda hayatlarımız, özgürlüğümüzün bitti yer işte orada başlıyor.
Bunu sadece kurumlarda ücretli çalışan gazeteciler için söylediğimi düşünüyorsanız çok yanlış bir kanaattesiniz. Kendi ekmeğini kazanan gazeteciler de bazı kurum ve kuruluşların kendisine ödemeler yapmasını bekliyor ve aynı baskıyı hatta daha da fazlasını hissediyor omuzları üzerinde.
Özgür basının yolu patron gazeteciliği- küçük ölçekli kurum ayrımında gizli değil. Gazeteciyi dimdik ayakta tutacak kanun ve kurallarda yatıyor özgürlüğün sırrı.
Elbette ben bunları yazdıktan sonra pek çok meslektaşım ‘Benim durumum farklı, yazılarıma dokunulmuyor, istediğimi yazıyorum…’ diyecektir içinden.
Otosansürünüze kurban…
Günaydın, siz kendi kendinizi öylesine iyi sansürlüyorsunuz ki, yazılarınıza kimse dokunmaya gerek duymuyor ya da öylesine suya sabuna, sermayeye, hükümete, yerel yönetimlere, sorunlara dokunmadan yazıyorsunuz ki, dokunulacak yazı vasfından çıkıyor köşelerinizi dolduran cümleler.
Buraya kadar mesleğin geldiği noktayı yerin dibine gömdüğümüze göre, biraz da siz okurlara ışık tutmanın vakti geldi de geçiyor…
Hangi sanayici ya da kendi işinin patronu kişi yeterince özgür içinde bulunduğumuz konjonktürde? Hep bir aidiyete ihtiyaç duymuyor musunuz? Birkaç ay önce düzenlenen, muhalefet partilerinin iş dünyası ile buluşma toplantılarına gelen sanayici ve iş insanlarını cesaretlerinden dolayı kutladığımızı hatırlıyorum ben.
İşlerin yolunda yürümesi, gerekli desteklere kavuşabilmek için üye olmanız gereken siyasi parti, dernek ve vakıflar yok mu? Fotoğraf çektirirken şöyle bir kontrol etmiyor musunuz masanın üzerini?
Sade vatandaş da aynı durumda bizimle.
Üzülmeyin, masum değiliz hiçbirimiz…
Ama bizim bu cendereden çıkışımız sizden daha kolay.
Özgürlükse istediğiniz, basına destek vereceksiniz. Önce ilk emirdeki gibi ‘Oku’ yacaksınız, beğendiğiniz yazıları okutacaksınız.
Okunan yazılar basının ekmeğidir. Unutmayın…