Tüketicinin yüzü temmuzda gülecek mi?

Tüketicinin yüzü temmuzda gülecek mi?

Tüketici resmen ses verdi.

Resmiyet TÜİK’in rakamlarında… Verilen ses ise dibe vuran tüketici güveninde kendini gösterdi.

Yani vatandaş sadece kendi arasındaki sohbetlerde değil devletin anket sorularında da dert yandı.

TÜİK’in açıkladığı tüketici eğilim anketi sonuçları çarpıcı bir tabloyu ortaya koydu. Vatandaşın ekonomiye dair çeşitli sorulara verdiği cevaplardan oluşan anketin ortaya çıkardığı güven endeksi tarihi bir rakamla karşımıza çıktı!

Mevsim etkilerinden arındırılmış tüketici güven endeksi 63,4 puan seviyesiyle tarihi dip noktayı görmüş oldu. 2004 yılında endeks değerinin 100 puanın üzerinde olduğunu hatırlatmakta fayda var. Ve haziranda mayısa oranla kaydedilen yüzde 6,2’lik azalma da aylık bazdaki düşüş rekorlarından birine denk gelmekte!

Tüketici güvenini gösteren endeksin geçen yılın aynı ayında 81,7 seviyesinde olduğunu düşünürsek son bir yılda da keskin bir düşüş yaşandığını rakamlarla net biçimde görmüş oluruz. Ama açıkçası hazirandaki aylık düşüş çok daha dikkat çekici.

Peki tüketicinin ekonomiye olan güveni niye dip yaptı?

Cevap basit enflasyon canavarı yüzünden… Ya da bir başka deyişle dip yapan alım gücü yüzünden. Fazlasıyla bu kavramların baskısı altında kaldığımız günlerden geçiyoruz çünkü.

Ama tüketicinin uzun vadede hep duyarlı olduğu bir konu var. Döviz kuru. Kur nereye giderse tüketici güveni ters yöne gidiyor uzun vade istatistiklerinde!

Yani ters korelasyon var teknik ifadeyle.

Nitekim açıklanan son veri döneminde de kur yukarı giderken güvende net bir azalma görüldü. Ancak bu kez oransal bir uyumsuzluk dikkat çekiyor.

Çünkü güven endeksi yüzde 6,2 azalırken dolar yüzde 13 civarı arttı aynı süreçte. Yani iki kat! Dolayısıyla ya bir ölçme hatası var.

Ya da tüketici güveni azalmaya devam edecek bu trende baktığımızda.

Enflasyonda enerji ve kur geçişkenliği zaten sürmekte…

Kredi kartı limitleri ve tüketici kredisi taksitleri de vatandaşın alım gücünü borç yollu da olsa artırma imkanını kısıtlayacak bir biçimde yeniden düzenlendi.

Durgunluk sinyalleri pek çok sektörde çoğalırken küresel durgunluk korkusu da giderek artıyor.

Nitekim güven endeksinin alt detaylarına baktığımızda hane halkının maddi durum endeksinin 44,5 puana düştüğünü görüyoruz. Yüzde 8,1’lik azalma var bir önceki aya göre.

Maddiyat diye bir şey kalmadığını söylüyor bu rakamlar!

Ve mevcut gidişatı değiştirecek adımlar gelmezse vatandaş da bitecek, ekonomiye güven de.  Enflasyonu dizginlemek için yapılan bir şey yok. Umutlar gelir artırıcı önlemlerde.


Nihayet temmuzda asgari ücret artışı için daha güçlü bir sinyal geldi.

“Yüzde 40 artış olabilir.” ifadesiyle Numan Kurtulmuş üst limite dair gönderme yaptı. Ama kesin konuşmadı.

Muhtemelen bu oranın altında bir zam gelecek asgari ücrete!

Ancak artık zam yapma zorunluluğunu inkar eden sözlerin sarf edilmediğine şahit oluyoruz. Güven endesklerinin verdiği uyarıyı da artık hükümetin görmezden gelemediği aşikar.

Tabi ki alım gücünün ne oranda yerine geleceği vatandaşın da ekonomiye olan güvenini belirleyecek. Enflasyon verilerinin gerçekçiliği bir yana telaffuz edilse de yüzde 40 meselesi epey şüpheli!

Eğer bu rakam verilirse sonbaharda bir seçim de kesinlik kazanmış demektir.

Öğrenci değil seçmen yetiştirmek…

Öğrenci değil seçmen yetiştirmek…

Muhalefetin sığ eleştirilerden uzaklaşıp çözüm yolları ile birlikte yapıcı eleştirilere yönelmesi beklentimiz yavaş yavaş yanıt buluyor.

İYİ Parti Bursa Eğitim Politikaları Başkanlığı, İl Başkanlığı’nda düzenlediği basın toplantısı ile 2021-2022 eğitim-öğretim yılını değerlendirirken, İYİ Parti’nin iktidarında neyin nasıl olacağına da değinerek, bence muhalefet anlayışını bir basamak yukarıya taşımayı başardı.

Uzun ve ince çalışılmış bir açıklamaydı dinlediğimiz. İYİ Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu’nun eğitimin içinden bir isim olmasının yanı sıra, İYİ Parti Bursa Eğitim Politikalarından Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Erdal Ay’ın da eğitim kökenli olması, meselelere daha derinlikli, vicdanlı ve çözüm odaklı bakmalarına neden olmuş gibi görünüyor.

20 yıldır bir türlü rayına oturmayan eğitim sisteminin işleyişini kendisi de beğenmediği için olsa gerek, her bakan değişikliğinde sistem değişikliğine giden, hatta bir eğitim yılı içerisinde iki bakan ve iki sistem değiştiren AK Parti hükümeti için bu konuda kurulabilecek en net cümleyi İYİ Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu söyledi.

4+4+4 eğitim sistemini getirdiklerinde biz buna dert + dert + dert + dert dedik. Hedef diplomalı cahiller yetiştirmekse AK Parti hedefine ulaştı. AK Parti’nin öğrenci yetiştirmek gibi bir derdi yok. AK Parti’nin eğitim politikalarından anladığımız, seçmen yetiştirmek gibi bir dertleri var!”

Bu konuda da hedeflerine ulaşamadıklarını anketler gösteriyor, çünkü genç neslin en az teveccüh gösterdiği siyasi partilerden biri AK Parti.

Eğitimin sorunları üzerinde sıklıkla yazmaya çalışıyorum, çünkü eğitim bir ülkenin temelinin sağlam olmasını sağlayan ana unsurlardan.

İYİ Parti Eğitim Politikalarından Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Erdal Ay’ın toplantıda verdiği şu bilgiler kıymetli;

“MEB’in her fırsatta çok önemsediğini iddia ettiği okul öncesi eğitimde, artan nüfusa rağmen okul ve öğrenci sayısında hala istenilen seviyenin çok altındayız. Şöyle ki; 3-5 yaş grubu çocukların sadece yüzde 28,35’i, 4-5 yaş grubunun yalnızca yüzde 36,79’u, 6 yaş grubunun ise sadece yüzde 56,89’u okul öncesi eğitimi alabiliyor!”

Yani sürekli ‘okul öncesi eğitime ağırlık vereceğiz’ diyen Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bir de bakmış ki, bir arpa boyu bile yol gitmemiş…

İYİ Parti okul öncesi eğitime ağırlık vereceğinin ve bu alanda 80 bin atama yapacağının müjdesini şimdiden veriyor.

Benim sıklıkla şikayetçi olduğum, köy okullarının kapatılması ve taşımalı eğitime geçilmesi meselesinin 72 bin öğrencimizi etkilediğini de belirtmek isterim. Köylerde okulların kapatılması sadece eğitimin ilk dört yıllık kademesini okuduktan sonra okula gönderilmeyen öğrencilerin sayısındaki artışa değil, okullardaki bilime ve aydınlığa dönük yüzün solmasına da neden olmuştur.

İYİ Parti köy okullarının açılacağının da müjdesini veriyor.

Bursa’da yıkılıp yerine yenisi yapılmayan okullardan tutun da, anadolu liselerinin itibarsızlaştırılıp düz liseye dönüştürülmesine, imam hatip liselerine diğer tüm okullardan daha fazla ödenek ayrılmasına, okul ihtiyacının artışından, okullaşmadaki düşüşe, sözleşmeli öğretmenlerin ve özel okul öğretmenlerinin yaşadığı sorunlara, eğitimin açık liselere kaymasından, müfredattaki eksikliklere kadar pek çok sorun konuşuldu toplantıda.

Yaşanan pandemi süreci ile birlikte kaderlerine terk edilen 1000’in üzerinde özel okul iflas etmiş, 5 bin civarında öğretmen de bu iflaslardan kaynaklı olarak işsiz kalmış.

Bu bir dramdır. Bu sadece ticari açıdan değil eğitim açısından da bir dramdır. İflas gibi bir sürecin ruh haliyle ilgilenen eğitimcilerin çocukların eğitimlerinde ne denli etkin olabilecekleri ya da hiç şahit olmamaları gereken böyle üzücü süreçlere şahit olan öğrencilerin neler yaşadığını tahmin dahi etmek istemiyorum!

İYİ Parti’nin her sorun için çözümlerinin hazır olması önemli bir ayrıntıydı. Bu durum ‘muhalefet sadece olumsuz olan noktaları ortaya koyuyor, çözümleri yok!’ söylemlerini de ortadan kaldırıyor bana göre.

Naçizane önerim, çözümlerin daha çok daha üzerine basa basa dillendirilmesi ve vatandaşın bu çözümler üzerinde düşünmesine müsaade edilmesidir.

Benim açımdan okul öncesi eğitim kurumlarında ‘değerler eğitimi’ adı altında verilen eğitimin ne kadar etik olduğu da mühimdi.

Özel okullara teşvik etmeden de kaynaklanan yüzde 25 gibi bir oranla özel okulların yaygınlaşmasının bilinçli olarak okul öncesine yayıldığını düşünüyorum. Burada da diyanet vakfının ve çeşitli cemaatlerin söz hakkının olduğunu biliyorum!” dedi İYİ Parti Eğitim Politikalarından Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Erdal Ay.

Çocuğuna küçük yaştan itibaren böyle bir eğitim vermek isteyenlere söyleyecek bir lafım olamaz elbette. Ancak şunu söyleyebilirim; bu eğitimler din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri tarafından verilmelidir ki, pedagojik formasyona uygun olsun.

Bu konu çok hassas, dikkatinizi çekmek isterim…

Limak Holding UEDAŞ’ı neden sattı?

Limak Holding UEDAŞ’ı neden sattı?

Uzmanlar 2030 yılı­na kadar dünyanın en az yüzde 50 daha fazla enerji­ye, yüzde 40 daha fazla suya ve yüzde 35 daha fazla gıdaya ihtiyaç duyacağını tahmin ediyor. Küresel olarak bu ihtiyaçların altyapı yatırımı için 2040 yılına kadar toplam 94 trilyon dolarlık da bir bütçeye ihtiyaç var.

Daha fazla enerji ihtiyacının yeni ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelmeden sağlanması imkânsız görünüyor.

Bu açıdan bakınca güneş-rüzgâr ve su enerjisi kullanımı bakımından çok bakiriz henüz. İklim ve coğrafi özelliklerimiz nedeni ile bu enerji kaynakları bakımından avantajlı bir ülkeyiz.

Uludağ Elektrik Dağıtım AŞ. ve Limak Uludağ Perakende Elektrik Satış AŞ’nin (Uludağ Elektrik Şirketleri) tek hissedarı Uluğ Enerji’nin İngiliz Yatırım Fonu Actis’e devri arasındaki tüm işlemler geçtiğimiz Mart ayında tamamlanmış durumda.

İlk olarak Eylül 2021’de imzalanan Hisse Alım Sözleşmesi, Türkiye Rekabet Kurumu, Türkiye Cumhuriyeti Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun gerekli şartları ve diğer gerekli izinleri tamamlanarak, hisselerin yüzde 100’ü Limak Yatırım’dan Actis’e devredilmiş.

Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Yalova illerini içeren Türkiye’nin Güney Marmara Bölgesi’ne elektrik dağıtım ve perakende hizmetleri veren şirketin hakları artık bir yatırım fonu olan Actis’e geçmiş durumda.

Bilindiği gibi Limak Enerji Grubu Türkiye’nin en büyük özel sektör enerji üretim ve dağıtım işine sahipti. Limak Yatırım’ın mevcut enerji üretim portföyü 3.629 MW kurulu güce sahip ve 2021 yılında yaklaşık 11 milyar kwh elektrik üretmiş. Bu enerji miktarının yenilenebilir, doğal gaz ve kömür santrallerinin dengeli bir karışımdan oluştuğunun altı çizilmiş ilgili basın duyurusunda.

Bu İngiliz şirketi dünyada sürdürülebilir altyapı alanında önde gelen bir küresel yatırımcı olarak biliniyor. Actis Enerji, bugüne kadar 24 GW’ın üzerinde kapasite geliştirmiş ve sahip olduğu işletmeleri şu anda 40 milyonun üzerinde kişiye hizmet veriyor.

İşte bu Actis şu anda ülkemizin enerji piyasasındaki en önemli oyuncularından biri.

Ülkemize gösterdiği bu ilginin altında sürdürülebilir doğal enerji kaynaklarının zenginliği ve muhteşem büyüklükteki pazar var. Bu pazarın geliştirilmesi ve verimliliği için ise ciddi alt yapı ve teknoloji yatırımları gerekli. Bu gerekliliği yerine getirmektense bu satıştan elde edilecek gelir ile başka sektördeki yatırımlarını destekleme kararı almış Limak Holding. Öylelikle sürdürülebilir enerji alt yapı yatırımları için yeni bir kapı açılmış durumda ülkemizde.

Burada sorulması gereken soru şu?

Actis, bu hamle ile girdiği Türkiye pazarındaki bu satın alma kararı ile enerji piyasasında kendisine avantaj sağlayacak ayrıcalıklar elde etti mi?

Ya da bu satışın onayını veren Türkiye Rekabet Kurumu, Türkiye Cumhuriyeti Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun istediği şartları arasında, ülkemize bu alandaki rekabet üstünlüğü sağlayacak teknolojik yatırıma ilişkin zorunlu bir yatırım miktarı var mıdır?

Özellikle son dönemde sanayide artan enerji maliyetleri, üretimde başlıca sorunlar arasında. Doğal gaz enerjisinin sosyopolitik riskleri, fosil yakıtların tükenme eğilimi, güneş enerjisinin önemini daha da arttırmış görünüyor.

Doğal enerji kaynakları alandaki yatırım serbestliği konusu tartışılıyor. İlgili yasal düzenlemeler sürdürülebilir enerji piyasasının ekonomiye katkısının hızlandırılması açısından çok önemli.

Bu alanda yatırım yapmak isteyenlerin sağlayacağı katkı ve büyüme, ülkemiz ekonomisi için kısa vadede önemli kazanımlar sağlayacak gibi görünüyor.

Bu kazanımlar Actis gibi küresel bir oyuncunun öncülüğünde mi olacak, yoksa gölgesinde mi kalacak önümüzdeki süreçte ortaya çıkacak.

 

 

 

Keles Belediyesi, Sorgun peyniri ve Keles kirazı için coğrafi işaret alıyor

Keles Belediyesi, Sorgun peyniri ve Keles kirazı için coğrafi işaret alıyor

Norm Haber stüdyolarında pazartesi günü Yerel Bakış programında konuğumuz Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin oldu.

Osmanlı’nın kurulduğu Kocayaylası’yla, sert havası ve mert insanı ile anılan Keles’in sesini son zamanlarda daha fazla duyar olduk.

Bu açıdan bakınca Keles’in cazibesi son yıllarda ekoturizm ile daha da yükseleceğe benziyor.

Başkan Keskin ile bir saatten uzun süren programımızda pek çok konuyu konuştuk.

O konulardan birkaçı oldukça önemliydi.

Konuştuklarımızdan bazılarını bu köşeden aktaracağız.

Onlardan ilki;

Son yıllarda artan oranda tüm dünyaya ihraç olan kiraz.

Keles kirazı

Kendine özgü tadı ile Avrupa’da aranan bir ürün olan kirazla ilgili son yıllarda ihracatçı firmalar Keles’e pek fazla uğrayamaz olmuştu.

Bunun farklı sebepleri vardı.

İşte bu noktada Keskin, önce ihracatçı firmaları davet etmiş.

Ardından da sorunları tespit etmiş.

Bu minvalde ilk önce bazı köylere ürün alım merkezleri kurulmuş.

Sonrasında ihracatçı firmaların isteği doğrultusunda ilaçlama gerçekleşmiş.

Bu altyapı tamamlandıktan sonra ihracatçı firmalar Keles ve köylerine gelmiş.

Sonuçta bu sene itibarı ile üç ihracatçı firma Keles’te ihracata yönelik kirazı toplamaya başlamışlar.

Bu önemli bir gelişme…

Tarımsal anlamda diğer bir gelişme ise;

Keles’in Kocakavacık ve Delice Mahallesi’nde çilek üretimi ile ilgili gelişmeler.

Her iki köyde, yılın 10 ayında çilek bulmak mümkün.

Bu arada Keles’in Yazıbaşı Köyü’nde çörek otu işleme tesisinin faaliyete başlaması ile hem çörek otu üretimine ilgi artmış, hem de kazançta ciddi bir artış olduğunu Başkan Keskin, yayınımızda açıkladı.

Öte yandan, Başkan Keskin’in ilk kez yayınımızda açıkladığı konulardan biri de coğrafi işaret alınacak ürünlerdi.

Özellikle Keles’in Sorgun Mahallesi’nde üretilen Sorgun peyniri ve Keles kirazı ile ilgili coğrafi işaret almak için çalışmalara başladıklarını paylaşan Keskin, kısa bir zamanda bu çalışmanın biteceğini ifade ediyor.

Öte yandan, yine bu dönem gündeme gelen yavaşlatılmış şehir, “Slow City” ile ilgili olarak da bu çalışmadan vazgeçmediklerini, bir süre için durakladığına dikkat çekti.

Ardından Slow City’nin olmazsa olmazı olan “kadın kooperatifi ve konaklama” ile ilgili çalışmaların bittiğini, ilerleyen süreçte kaldığı yerden devam edeceğini söyledi.

Rafting ile ilgili olarak çalışmaların başladığını müjdeleyen Keskin, “Bizde üç parkur olacak. Bu parkurlar sırası ile 3,5 km’lik adrenalin parkuru, 2 km’lik eğitim parkuru ve 10 km’lik nostalji parkuru” dedi.

Öte yandan, Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yapımı tamamlanan, tefrişatı da Keles Belediyesi tarafından yapılan bungalov tipi evlerin de faaliyete geçtiğini öğrendik.

Yakın bir tarihte restoran da faaliyete geçecekmiş.

Bu ayrıntıyı da buradan yazmış olalım.

Bunun dışında Başkan Keskin ile birçok konuyu konuştuk, onlardan birkaçını da ilerleyen günlerde kaleme alacağız…

Şunu net olarak ifade edebiliriz:

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin hamiliğinde, bölge milletvekili Osman Mesten’in de gayretleri ile birçok sorun çözülmüş.

İlerleyen günlerde diğer müjdeleri de bu köşeden yazmış olacağız.

Bize Keskin’e başarılar dilemek düşüyor.

Fakirleşmenin SGP versiyonu ne diyor?

Fakirleşmenin SGP versiyonu ne diyor?

Son zamanların moda terimi oldu alım gücü.

Fiyatlar zıpladıkça gelirler giderlerin altında ezildikçe bu kavramı çocuklar bile telaffuz eder oldu!

Nihayetinde gelirinizin tüketim için sunduğu potansiyelin eski seviyesinin çok altına indiğine dair bir kanaat oluşmuş vaziyette. Yani bir nevi güç kaybı tüketici olarak vatandaşın yüzleşmek zorunda kaldığı bir durum halini almıştır.

Yapılan değerlendirmeler daha ziyade elde avuçta ay sonuna yetişip yetişmeyen paranın verdiği hissiyata odaklanıyor genelde.

İşin bilimsel ve teknik tarafında çok yönlü istatistiklerin enflasyonun alt kategorileri de dikkate alınarak bireysel gelirlerle karşılaştırılması gerekiyor. Ancak detay veriye ulaşmak giderek zorlaştığı gibi TÜİK’in istatistiklerine olan güvenle sağlıklı bir sonuca ulaşmanın akıl karı olduğunu söylemek zor!

Yine de resmi istatistikler dahi TÜFE bazında yılın ilk 5 ayında alım gücümüzün yüzde 35 azaldığını söylüyor. Bir yıl öncesine göre ise resmi rakamla yüzde 73,5’lik bir enflasyon baskısı oluşmuş gelirler üzerinde.

Ama kime sorsanız yüzde 150’den aşağıda bir enflasyonu hisseden çıkmıyor! Yüzde 50 olan yılbaşındaki ücret zammını düştüğümüzde bu durumda yüzde 100’lük bir alım gücü azalmasından bahsetmek mümkün hale geliyor. Her ne kadar resmi rakamlar daha toz pembe bir tablo çizse de!

Tabii ki bunlar resmi ya da gayri resmi olsun kendi içimizdeki Türkiye’nin iç gerçekselliğine dair bir tartışma.

Aslında alım gücümüzü bir de başka memleketlerle karşılaştırmak lazım. Böylece fakirleşme ya da zenginleşmeye dair daha anlamlı bir bakış açısı sağlayabiliriz.

İşte burada imdadımıza SGP yetişiyor! Yani satınalma gücü paritesi…

SGP ayrıntılı olarak tanımlanmış standart bir mal ve hizmet sepetinin farklı ülkelerdeki fiyat oranı olarak tanımlandığı için uluslararası anlamda sağlıklı bir karşılaştırma fırsatı sunmakta.

TÜİK, önceki gün Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) tarafından açıklanan SGP’ye göre kişi başına gayrisafi yurt içi hasıla endeksi 2021 yılı geçici sonuçlarını duyurdu.

Karşılaştırmalarda kimler mi var?

27 AB üyesi ülke, 3 Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) ülkesi (İsviçre, İzlanda ve Norveç), 5 aday ülke (Türkiye, Kuzey Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Arnavutluk) ve  potansiyel aday ülke olarak Bosna-Hersek.

Toplam 36 ülke arasında SGP’ye göre kişi başına GSYH endeksi en yüksek ülke 277 ile Lüksemburg, en düşük ülke ise 32 ile Arnavutluk oldu. Yani alım gücü en yüksek ülke Lüksemburg olurken Arnavutluk en fakir konumunda yer aldı!

Peki Türkiye? Türkiye 36 ülke arasında 30. sırada kendine yer bulabildi satınalma gücü paritesine göre.

Sadece 6 ülkeyi geçebildik 2021’de! Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan, Kuzey Makedonya, Bosna Hersek ve Arnavutluk.

Bu ülkelerin hiçbirinin kayda değer bir ekonomileri olmadığının altını çizmekte fayda var. Haliyle onları sollamış olmak pek de bir şey ifade etmiyor aslında.

Ekonomik olarak daha denk ülkelere baktığımızda arada çok ciddi farklar görülüyor!

Mesela 27 üyeli AB ortalaması 100 endeks değerindeyken Türkiye 64 puanlık seviyesi ile AB ortalamasının yüzde 36 altında kaldı.

Ve unutmayalım ki bu veriler 2021’e ait. Yani resmi enflasyonun yüzde 36 seviyesinde olduğu bir yıldan bahsediyoruz. 2022’de durumun çok daha vahim hal aldığına zaten herkes şahit.

Ortalama kur farkı bile fakirleşmenin net göstergesi konumunda!

TÜİK’in avunma amacıyla olsa gerek önerdiği bir karşılaştırma daha var.

Bir ülkenin fiyat düzeyi endeksi, 100’den büyük ise bu ülke karşılaştırıldığı ülke grubu ortalamasına göre “pahalı”, 100’den küçük ise “ucuz” olarak ifade ediliyor.

Türkiye’nin endeks değeri 35 olarak kayıtlara geçti. Bu değer, AB ülkeleri genelinde 100 Euro ile satın alınan aynı mal ve hizmet sepetinin Türkiye’de 35 Euro karşılığı TL ile satın alınabileceğini gösteriyor.

İyi güzel de! 2021’de Türkiye’de asgari ücretin Euro cinsi ortalaması 270 Euro idi.

AB ortalaması ise bu rakamın neredeyse 4 katı.

Yani pek de avunacak bir durum yok.

Erken seçim olmaz!

Erken seçim olmaz!

Çünkü iktidarlar kazanacakları seçimleri erken yaparlar.

Neredeyse 20 yıldır ilk kez bir seçime doğru giderken, iktidar ekonomik nedenlerle köşeye sıkışmış vaziyette. İktidar kısmen kabul ettiği ekonomik krizi, tüm dünyada yaşanan pandeminin çeşitli sonuçlarına ve Ukrayna savaşının enerji piyasaları üzerindeki etkilerine bağlıyor. Buna dış güçlerin ülkemizi batırmak istediği hamaseti eklenince krizin politik etkilerini bal gibi yönetiyor. STK’lar, medya, işçi-işveren kuruluşlarından ise birkaç cılız ses dışında tık yok. Bir yılda reel olarak yüzde 170 fırlayan enflasyon, çoğunluğun yoksullaşmasına yol açarken, dövizdeki yükseliş bazı kesimlerin daha da zenginleşmesini sağlıyor. Ekonomi bürokrasisi bunu öngörülen bir politikaymış gibi tane tane anlatılıp, üç vakte kadar refaha ulaşacağımızı vaat ettikçe, oy oranları muhalefetle ölçüşmeye devam ediyor.

Krizin ve politik etkilerinin yönetildiğini buradan çıkarabiliriz.

İktidarın sandıklardan çıkacak sonuçtan emin olabilmek için yeterince seçim deneyimi oldu. Önümüzdeki dönemde yapılması gerekenler var. Sosyal politikaların duruma göre yeniden dizaynı, bürokrasinin motivasyonu, seçim sonuçlarını direkt ya da dolaylı etkileyecek yasal düzenlemeler, ekonomik krizin pençesindeki dar gelir gruplarına maddi manevi daha çok nüfuz etme ve şimdilik bize sürpriz olacak başka bazı girişimler için iktidarın zamana ihtiyacı var.

Eğer iktidarın bir erken seçim planı olsaydı, çeşitli faiz hamleleri ve döviz manipülasyonlarını, işleri bu safhaya getirmeden devreye sokardı.

Çünkü bütün bu olup bitenleri iktidar bir sabah kucağında bulmuş değil.

Öte yandan, bütün dünyada bir ekonomik daralma yaşandığı bir gerçek. Geçen yılın başlarında IMF Başkanı  Kristalina Georgieva, bir kriz uyarısında bulunmuş ve özellikle düşük gelirli ekonomiye sahip ülkelerin ciddi olarak sarsılacaklarından söz etmişti.

Yani öyle komplo teorileri ile ülkemize karşı planlı bir operasyon değil konu. Dünya genelinde yaşanan resesyona pandemi ve Ukrayna savaşının sonuçları eklenince işin boyutları daha da görünür oldu.

Bizim gibi kırılgan ekonomiler için etkisi daha yıkıcı ve uzun süreceğe benziyor.

Öte yandan, muhalefet seçim sath-ı mailinde iktidarın gerisinde kaldı.

Hala altılı masanın ne dediği, kimi aday yapacağı, güçlendirilmiş parlamenter sistem vb. muğlak ifadelerle tartışılmaya, yorumlanmaya devam ediliyor. Sokağın nabzı başka atıyor. Bu ekopolitik tabloda muhalefet, sandığa yansıyacak bir özgüven sergilemiyor. Bu açıdan bakıldığında ise “6’lı” masanın gerçekten seçmeni ikna edecek tartışmaları başlatması gerekiyor. Muhalefet iktidarın zaafları üzerinden slogan atarak seçim kazanamaz.

Bunun farkında olan iktidar bir baskın seçimle neden kendini sıkıştırsın?

Kendi toprağımıza değil, Venezuela’ya yatırım!

Kendi toprağımıza değil, Venezuela’ya yatırım!

Norm Haber ekranlarındaki ‘Ortak Akıl’da bu hafta Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Dr. Fevzi Çakmak’ı ağırladım.

Pandemi süreci ile başlayan ve vatandaşın sırtına gıda fiyatları konusunda ciddi bir yük bindiren yanlış politikalar nedeniyle tarımın nereden nereye geldiğini, aslında neler yapılması gerektiğini konuştuk bu vesileyle.

Öncelikli olarak şunu belirtmem lazım ki, dünden bugüne yaşananların sonucunda varmış değiliz bu noktaya. Dr. Fevzi Çakmak da beni bu konuda destekliyor. 1980’li yıllardan itibaren yürütülen yanlış politikaların tarımı bitirme noktasına geldiğinde ikimiz de hemfikiriz.

Tarım desteğinin azaltılması, KİT’lerin kapatılması ya da satılması çiftçinin zarar hanesine yazdı hep.

2004 yılında çıkan büyükşehir yasası ile beraber köylerimiz, köylümüz yok edildi, herkes şehirli oldu, köyde yaşam bitirildi, koşullar iyileştirilmedi ve bunun sonucunda da genç nüfus şehirlere göçmeye başladı. Köylerde 55 yaş ve üzeri nüfus kaldı, bir süre sonra bu nüfus ile tarım yapılamaz hale geldi. Bundan sonra bizi daha ciddi sorunlar bekliyor!” diyor Çakmak.

1990 yılından bugüne 4.5 milyon hektar arazinin tarım dışında kaldığına dikkat çeken konuğum;

“Son 20 yılda tarımı yönetenlere bakıldığında, tarımın içerisinden gelen insan olmadı. Hep tarımın dışında insanlar tarımı yönetmek için görevlendirdiler. Liyakatli insanları göreve getirmez, siyasi beklentiler ile kararlar alırsanız sonuç kaçınılmaz olur. Tarım siyasetin bulaştırılacağı ve ötekileştirileceği bir sektör değil, ama biz öyle yaptık. Pandemi sürecinde bütün sektörlere destek verilirken, destek verilmeyen tek sektör tarım sektörü oldu!” sözleri dikkat çekiciydi.

Çok konuşulan Venezuela’da tarım yapma fikrini de sordum kendisine. İlk olarak Venezuela’nın iç karışıklıklarla boğuşan bir ülke olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı;

Başka ülkede yapılan yatırımın yarın bir darbe ile yerle bir olmayacağını bilemeyiz. Venezuela’nın iklim koşulları tropik iklim koşullarında, buğday tarımı yapmaya uygun değil. Venezuela şu an buğday ve un ithal eden bir konumda. Bence mesele bir başka ülkede üretim yapmak olmamalı. Mesele önce kendi değerlerimizi ön plana çıkararak onlar üzerinden üretim yapmamız, bu şekilde üretimi artırmamız. Kendi çiftçinize değer vermeden, yeterli desteği vermeden, kendi toprağınızda 3 milyon araziyi boş bırakarak başka bir ülkenin tarımına katkıda bulunmak tamamen popülist bir yaklaşımdır!” diyor.

Yaklaşımı popülist buluyor Dr. Fevzi Çakmak, çünkü Türkiye’nin sulanabilecek arazi varlığı 8,5 milyon hektar. Şu ana kadar yatırım yapılan ve sulamaya açılan kısmı 6,7 milyon hektar. 1.8 milyon hektar arazimiz Türkiye çapında sulanabileceği halde yatırım yapılamadığı için su bekliyor. Bir yandan yurt dışında toprak arıyoruz, bir yandan da kendi potansiyelimizi devreye sokmuyoruz.

Durum Bursa’da da farklı değil. Bursa’da toplam tarım arazilerimiz 363 bin hektar, bunun 290 bin hektarı kullanılabilecek potansiyelde, ancak ne yazık ki 2021 yılı verilerine göre henüz su götürdüğümüz arazi 155 bin hektar. 135 bin hektarlık arazimiz su bekliyor.

Hasılı kelam, Venezuela’ya modern tarım götürmek için kolları sıvamış olan yöneticilerimiz, henüz Bursa gibi tarımın merkezi bir şehrin topraklarına modern tarımı getirememişken, yapılanlar biraz saçma geliyor.

Yem fiyatlarının yükselmemesi için süt fiyatlarını artırmayacağını söyleyen Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin bu açıklamasını da talihsiz olarak değerlendirdi Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı.

Açıklama talihsiz, zira yem fiyatlarının sürekli arttığı ve süt fiyatlarının bu süreçte sabit tutulduğu, bu nedenle de süt ineklerini bir bir satan köylülerin, mezbahalarda karnında buzağısıyla kesimi bekleyen ineklerin haberlerini izledik 6 ay boyunca.

Aynı yolu bir kez daha yürürsek köylüler hayvancılığı toptan bırakır herhalde.

Yanlış da anlaşılmasın, ben de bayılmıyorum süt fiyatlarının artmasına, ama olması gereken adil ve üretime dönük modellerin oturtulması.

Şu anda devlet tarafından un sübvanse edildiği için ekmek fiyatlarının bu seviyelerde olduğunu, devlet desteğinin sonlandırılması durumunda ekmeğin çok ciddi zamlanacağını söyledi konuğum. Vatandaşın almakta zorlandığı için çocuklarına artık haftada bir iki kere yedirebildiği yumurta da toptancıda zararına satıldığı halde bu fiyatla geliyormuş sofralarımıza.

Sorunlar öylesine çok ve öylesine zorlu bir virajdayız ki, daha konuşacak çok sözümüz var tarımda…

 

 

 

 

Erken seçim sinyali ve asgari ücret zammı

Erken seçim sinyali ve asgari ücret zammı

Beklenen oldu.

Ek bütçe ete kemiğe büründü. Ekonomiye hareket getirecek para bolluğu için artık top TBMM’de!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Başkanlığına sunuldu.

Aslında maliye tarihimizde pek de görmeye alışık olmadığımız bir takvimle karşı karşıyayız.

Nasıl mı?

Genel bütçenin yetersiz kaldığı ve kanuni zorunluluk gereği yasal düzenleme ile devletin kendine ek bütçe yaptığı dönemlere şahit olmaya alışığız aslında! Ama genelde devletin yılbaşında kasasına koyduğu ve harcadığı para yılın son çeyreğinde bitmeye yüz tutardı.

Ek bütçelerin bu nedenle yaz sonu sonbahar başı gibi ve bir sonraki yılın bütçesi Meclis’e sunulmadan önce yasalaştığını görürdük.

Oysa 2022 yılı daha ilkbahar aylarında ek bütçe gereksiniminin konuşulmaya başladığı bir yıl olarak tarih sayfalarındaki yerini alacak!

Dolayısıyla henüz tam bir zorunluluğun oluşmamasına karşın ek bütçenin TBMM tatile girmeden yasalaşacak olması bir yandan da bir seçim kartı olarak yorumlanıyor.

Neticede vekillerin karşısına gelen kanun teklifi ile genel bütçeye toplam 880 milyar 474 milyon 775 bin lira ödenek eklenecek.

Ve devletin eli rahatlayacak!

Peki bu kadar erken bütçenin yetersiz hale gelmesi normal mi? Tabii ki değil. Ama Ekim 2021’de 2022 yılı bütçesi hazırlanmaya başlanırken bu kadar yüksek enflasyon öngörülmediği için kaçınılmaz sonla erkenden yüzleşmek zorunda kaldı devletin maliyesi.

Aralık ayında patlayan kurların azdırdığı enflasyon canavarı küresel enflasyonla beslendikçe büyüdü. Ve yılbaşında verilen ücret zamları ve emekli maaş artışları bir çırpıda eridi gitti! Alım gücü dibe vurdu vatandaşın.

Alım gücü düşen sadece vatandaş değildi elbette ki!

Kamu kurumlarına ayrılan ödenekler yetersiz kaldı fiyatlardaki aşırı yükseliş karşısında.

Neticede ek bütçe kanun teklifinin uzun gerekçesine yansıyan devasa bir neden listesi oluştu.

Bütçeye yapılan eklerin oranları ve ilgili başlıklar ana nedenler hakkında bilgi vermekle kalmayıp olası maaş ve ücret zamlarına dair de güçlü bir fikir vermekte!

Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin bütçelerinde yer alan “personel giderleri” ve “Sosyal Güvenlik kurumlarına devlet primi giderleri” ekonomik kodlarını içeren tertiplere, başlangıç ödeneklerinin yüzde 40,5’i oranında, “Cumhurbaşkanı ödeneği” ekonomik kodlu tertibe başlangıç ödeneğinin yüzde 20,2’si oranında ödenek eklemesi yapılacak.

Yani devlet baba temmuz ayında yüzde 40 civarı bir 6 aylık enflasyona göre maaş, ücret, aylık zamlarını yapmaya kendini hazırladı.

Tabii ki TÜİK yine şapkadan tavşan çıkarırsa birkaç puan daha az zam yapma olanağı sayesinde devlet bütçesine kar yazılabilir!

Ama neticede kaçınılmaz olarak resmi enflasyon memur ve emeklilere temmuzda yansıtılacak.

Peki toplumsal alım gücü açısından yeterli mi?

Değil tabii ki?

Özel sektör çalışanlarının ücretlerindeki erimeyi de telafi edecek düzenleme şart!

Ve görünen o ki temmuzda asgari ücret üzerinden bir düzenleme yapılarak bu alanda da bir nefes alma payı yaratılacak.

Ancak, sızan bilgileri ve işverenin bu konuya bakışını dikkate aldığımızda temmuzda asgari ücrete yüzde 40 civarı beklenen ilk 6 aylık enflasyon oranında zam yapılmayacağını söylemek falcılık olmaz.

Kuvvetle muhtemel yüzde 20 civarı bir zam gelecek asgari ücrete! Ve net ücret 850 TL zamlanarak 5 bin 100 lira civarına yükselecek. İşverene maliyetse 7 bin 300 lira civarına çıkacak.

Ve haliyle çalışanlar zammı az bulurken işverenler artan yükten şikayet edecek.

Vergi tarafında hareket alanı olmayan devletin SGK primindeki işçi payını çalışana vermeyi seçerek 350 TL destek sağlaması teknik olarak mümkün! Bütçede bu anlamda bir miktar hareket alanı da var gibi.

Eğer tercih bu yönde olursa sonbaharda bir erken seçim için sinyal olarak da algılanabilir.

Çünkü alt kalemlere baktığımızda görülen ince ayarlarla güçlü bir görünüm sergileyen ek bütçenin geçici bir süre alım gücünü artırması ve ekonomiye hareket katması söz konusu.

Yazın nispi rahatlığı ve olası sürpriz kaynak girişleri ile beraber sandığa gidecek bir atmosfer oluşabilir.

Bursa’da bugün seçim olsa sandıktan hangi sonuç çıkar?

Bursa’da bugün seçim olsa sandıktan hangi sonuç çıkar?

Dünkü yazımızda Bursa merkezli Recep Güven’in sahibi olduğu Politic’s Araştırma tarafından yapılan anket sonuçlarının vatandaşın gözünden sorunlar ve sorumlular kısmını yazmıştık. Bugün de olayın siyasi boyutunu, anket sonuçlarını, hem Büyükşehir Belediyesi hem genel hem de cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından yorumlamaya çalışacağız.

İşte bu açıdan bakınca Bursa’yı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde AK Parti’nin oyu yüzde 34,25 olarak çıkıyor.

Ardından CHP geliyor. Anketten çıkan sonuçlara göre CHP’nin oyu yüzde 25,20.

İYİ Parti’nin oyu yüzde 16,97…

HDP’nin oyu ise yüzde 3,94…

Yeni kurulan siyasi partilerden Fatih Erbakan’ın liderliğini yaptığı Yeniden Refah Partisi’nin oyu yüzde 3,51 olarak çıkmış.

Yine AK Parti’den ayrılarak kurulan Ali Babacan’ın liderliğini yaptığı DEVA Partisi’nin oyu yüzde 2,39 çıkarken, son zamanlarda sığınmacılar üzerinden yapmış olduğu çıkışlarla dikkatleri çeken Ümit Özdağ’ın Genel Başkanı olduğu Zafer Partisi’nin yüzde 2,12 oy çıkması da oldukça enteresan.

CHP’den ayrılıp kendi partisini kuran Muharrem İnce’nin partisi Memleket Partisi’nin Bursa’daki oy oranı sadece yüzde 1,44.

Saadet Partisi’nin oyu ise yüzde 1,17.

Saadet bir türlü saadete ermiyor.

AK Parti’den ayrılan Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi’nin oy oranı ise yüzde 0,88…

Bu seçimlere iddialı girmek isteyen BBP’nin oy oranı ise yüzde 0,66…

Daha önce AK Parti’de yüzde 50’ye yakın oy alan Davutoğlu’nun yüzde 1’e bile ulaşmaması dikkat çekici. Yine CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı olan İnce, o seçimlerde yüzde 30’un üzerinde oy almıştı.

Ama görünen o ki verilen oylar Davutoğlu ile İnce’ye değil partisine verilmiş.

AK Parti’nin oyunun 2002 yılında girdiği ilk seçimlerle aynı olması da dikkat çekiyor.

Bir önceki seçim sistemi olsa Bursa’dan 3 parti milletvekili çıkarabiliyor…

Diğerleri de alkışlıyor…

MHP’de ise düşüş oldukça fazla.

MHP oyları İYİ Parti’ye kayarken, AK Parti’den de Yeniden Refah Partisi, DEVA ve Gelecek Partisi’ne oy kaydığı anket sonuçlarından ortaya çıkıyor.

Araştırma şirketinin Bursa Büyükşehir Belediyesi seçimleri ile ilgili sorulan soruya Bursalıların oyu yüzde 39,41 ile Cumhur İttifakı adayına yüzde 36,97 ile Millet İttifakı adayına veririm dediğini anketten öğreniyoruz.

Yine vatandaşın yüzde 18,71’lik kısmı da adaya göre değişir, yanıtı vermiş.

İşte gerek Cumhur İttifak gerekse Millet İttifakı’nın adaya göre değişirim açıklamasından dolayı adaylık konusunda fazlasıyla kafa yorması gerekiyor.

Buradaki diğer bir ihtimal de İYİ Parti’nin kendi başına aday çıkarması durumunda ibre tamamen AK Parti’ye döner…

Ama aslolan 2023 yılındaki seçim sonuçlarının 2024 seçim sonuçlarını tayin edeceği.

Bu arada Millet İttifakı’nın adayı kim olsun sorusunda önde çıkan isim Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş…

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na vize çıkmıyor desek abartmış olmayız.

Buradaki yorumumuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendine isteyeceği rakip ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu olacaktır.

Dün yazdığımız gibi siyasette bir saat bile uzun bir zamandır.

Bu yazdıklarımızın mürekkebi kurumadan bu anket sonuçlarının bile hiçbir hükmü kalmayabilir.

Bu konuda en doğru terazi vatandaşın önüne konulan sandıktan çıkan sonuç olacaktır.

Onu da hep beraber bekleyip, göreceğiz…

ULUDAĞ OSB’DEN SOSYAL TESİS 

Uludağ OSB Başkanı Yunus Aydın’ın farklı bir OSB başkanı portresi çizdiğini ifade edebiliriz. Yeri geldiğinde Kastamonu’daki sel felaketi için taşın altına eline sokabiliyor.

Yeri geldiğinde yine, çiftçilerin ellerindeki malı alıp çalışanlara dağıtıyor.

Üyelerinin menfaati için başka bir ilde HES kurabiliyor.

Şimdi üyelerinin menfaati için farklı bir çalışma daha yapıyor.

O da sosyal tesis.

Marmaris’te denize sıfır 100 yataklı bir sosyal tesisi önümüzdeki günlerde açılışını gerçekleştirecek olan Aydın hazırlıklarda son aşamaya geldi.

Bu hazırlıkların bitmesi ile tesis çok yakın zamanda faaliyete geçmiş olacak.

Bu da zannedersem Bursa’daki OSB’ler için de ilk olacak.

Bize de hayırlı olsun demek düşüyor..

Sosyal medya hangi ihtiyaca karşılık geliyor? 

Sosyal medya hangi ihtiyaca karşılık geliyor? 

60’lı yılların dinamiği üretim gücüydü,

70’lerde hızlı dağıtım ve lojistik,

80’lerde pazarlama,

90’larda ise markalaşmak önemliydi.

2000’li yıllarda ise online motivasyon (!)

Artık ürün pazarlanmıyor.

Sosyal pazarlama kavramı ile iç içe geçen yeni düzende, fikirler ve olaylar pazarlanıyor. Pazarlanan fikirler de tercihlerimizi belirliyor.

Bunun hemen öncesinde “müşteri kraldır” mottosu dolaşıma sokulmuştu.

Çok geçmeden bu mottoya karşılık gelen yeni düzen, kendini belli edecekti.

Markaların birbirleriyle rekabetinin bedeli oldukça yüksektir.

O yüzden de doğru belirlenecek hedef kitlenin, kendiliğinden seçime yönlendirecek bir manipülasyon düzenine geçilmesi vizyonu bu yeni düzenin esasını oluşturuyor.

Sosyal medya düzeninin yeni mottosu; herkes müşteri, herkes ürün.

Hepimiz küresel dünyanın oyuncularına dönüştük.

Shoshana Zuboff’un deyişi ile “Nasıl ki Sanayi Çağı’nda çelik baronu Andrew Carnegie’yi zengin eden hammadde demir cevheriyse, İnternet Çağı’nın baronlarını besleyen de kişisel verilerimiz.”

Bu kişisel verilerle önce tercihlerimizi öğrenip, sonra da onları değiştirmeye ya da ona uygun ürün/hizmet satışı yapmak öncelikli hale geldi.

We Are Social ve Hootsuite ortaklığında yayımlanan dünyanın dört bir tarafındaki internet ve veri kullanımını inceleyen Digital 2022 raporuna göre, kullanıcı sayısı artıkça insanların sosyal medyada geçirdiği vakit de artıyor. İnsanlar önceki yıllara göre yüzde 1,4 artışla günde yaklaşık 2,5 saatini sosyal medya platformlarında geçiriyor artık. Sosyal medya konusunda Türkiye açısından dikkat çeken veri ise Instagram kullanımı. Aylık ortalama 20 saat kullanımla Türkiye Instagram’da en çok vakit geçiren ülke konumunda yer alıyor. Benzer şekilde Facebook (12. sıra), Youtube (9. sıra) ve Tiktok’ta da (11. sıra) üst sıralarda bulunuyoruz. Bu gelişmeler sayesinde yalnızca sosyal medya reklam harcaması tüm dünyada 150 milyar doları aşarken, toplam dijital harcamaların yaklaşık üçte birini sosyal medya reklamları oluşturuyor.

Yani bağımlısı olduğumuz “Time Line” denen içerik canavarının, hem zarfıyız hem mazrufu.

Pazarlamanın yeni boyutu bunun üzerinde yükseliyor.

Bu süreç de yeni değil, hatta miadını doldurmak üzere.

Metavers hazırlanıyor.

Belki de on yıl geçmeden yukarıda sayılan sosyal medya platformları biçim değiştirmiş olacak.

Eskimekte olanı anlamak için konuya biraz daha odaklanmakta fayda var.

Her birimizin hayatımıza ilişkin kararlarımızı biçimlendiren davranışlar eğilimi aşağı yukarı aynı, yani;

-Kendini ifade edebilme arzusu,

-Yeteneğini gösterme, kendi ile ilgili farkındalık yaratma isteği,

-Duygularını, anılarını, deneyimlerini başkalarına gösterme isteği,

-Fark edilme, dikkat çekme, kendini ifade isteği,

-Onaylanma, takdir alma, alkışlanma arzusu,

-Bilgi edinme, öğrenme sürecinde yaptıklarını paylaşma ihtiyacı,

-Sosyal tatmin ve maddi yaşamın olanaklarından daha çok faydalanma amacı.

Karar alıcı davranışlarımızı biçimlendiriyor.

Kabaca sıraladığımız özelliklerimiz bizi ciddi anlamda sosyal medya bağımlısı haline getiriyor.

Sonuç; tercihleri bilinen, bireyselliği sosyal trendlerle baskılanmış insan prototipi.

Siyasi açıdan, kültürel açıdan, ticari açıdan manipülasyona hazır, tüketiciler.

Sosyal medyanın bu süreçteki rolüne, dolaştığımız web sitelerinin çerez toplama etkinlikleri ile sağladığı bilgilerini de eklemek gerek.

Devletler tarafından da cansiperane destekleniyor bu sistem.

Big Broder”in işine gelen sosyal medya düzeninin, özgürlükçülük vaadiyle oluşturulan baskıcı sistemlere yeni alanlar açmış olması ise başka bir yazı konusu.

Sonuç mu algı operasyonu mu?

Sonuç mu algı operasyonu mu?

Bursalı araştırma şirketi Politic’s tarafından yapılan anketin basında yer bulmasının ardından CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz’ın da bir anket analizi yayınlamış olması dikkat çekici oldu.

Neden?

Hemen açıklayalım;

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, anket şirketleri belli bir siyasi görüşe angaje kişiler tarafından yönetildiklerinde güven sorunu yaşıyorum ve bunun normal olduğunu düşünüyorum. Çünkü ‘rakamlar yalan söylemez’ kısmına katılsam da ‘rakamlara yalan söyletmek’ gibi bir sanatın varlığına inanıyorum.

Bir süredir iktidar kanadının tüm cepheleri Millet İttifakı’nın Adayının açıklanması konusunda baskı unsurları oluşturmaya çalışıyor.

Zaman zaman da isimler ön plana çıkıyor ve çıkar çıkmaz bu isimler üzerinden karalama kampanyaları yürütülüyor.

Millet İttifakı, ‘adayının yıpranmaması adına belirli isimler arasında top çeviriyor ve yıpranma payını azaltmaya çalışıyor’ biçiminde bir tezim var.

Şimdilerde aday olarak adı geçen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik yıpratma çalışmaları ön planda.

Tam da bu çabaların üzerine yapılan, AK Parti’nin elindeki en büyük şehir olan Bursa özelinde yapılan Politic’s Araştırma Şirketi’nin anketinde bence en önemli başlık, ekonomik sorunlarda halkın kimi sorumlu gördüğünde değil, bu sorunları kimin çözeceğine yönelik belirttiği görüşte gizli.

Ankete katılanlara Türkiye’nin en önemli sorunu sorulmuş.

Ekonomi yanıtı yüzde 52.72, pahalılık yanıtı yüzde 11.58, işsizlik yanıtı yüzde 9.4, mülteciler yanıtı yüzde 5.40, diğer yanıtlar yüzde 21.06 oranında karşılık bulmuş.

Yani verilen yanıtların yüzde 73.7’si ekonomi ile ilişkili.

Söylüyoruz, mutfak cayır cayır yanıyor diye…

Ekonomik sıkıntılardan yüzde 44.26 oranında iktidar sorumlu tutulmuş!

Gelelim esas soruya!

Ankete katılanlara “Sorunları hangi lider çözer?” diye sorulmuş.

Recep Tayyip Erdoğan yanıtını verenler yüzde 29.3, Hiçbiri yanıtını verenler yüzde 23.16, Meral Akşener yanıtını verenler yüzde 14.80, Kemal Kılıçdaroğlu yanıtını verenler yüzde 8.05!

Bu anket sonucuna göre sorunlara çözüm bulamayacak bir lider olarak görünen Kemal Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu siyasi partinin, “Bu Pazar seçim olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz?” sorusunda yüzde 25.20 oy alması işin ilginç yanı.

Bu dikkat çekici sonuçları gördükten sonra bir anket sonucu paylaşan, CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz, 2018-2022 dönemini karşılaştıran bir çalışmayı anımsatıyor bize.

TEAM Araştırma Şirketi’nin Anket sonuçlarına göre;

Bursa’da 2018 seçimlerinde AK Parti yüzde 46.2, MHP yüzde 10.7 oy oranı elde etmişti. Cumhur İttifakı toplamda yüzde 56.9’a ulaşmıştı. 2022 Mart verilerine göre Cumhur İttifakı oy oranında kayda değer bir düşüş söz konusu. AK Parti yüzde 46.2’den yüzde 36.8’e (-9.4 puan), MHP yüzde 10.7’den yüzde 8.6’ya (-2.1 puan) gerilemiş. Cumhur İttifakı oy oranı toplamda yüzde 56.9’dan yüzde 45.4’e inerken, toplam düşüş 11.5 puan!

Muhalefette yer alan partiler arasında CHP ve diğer partilerin oy oranındaki artış dikkat çekiyor. CHP 2018-2022 arasında yüzde 22.7’den yüzde 29.5’e yükselmiş (+6.8 puan) İYİ Parti’de MHP’den ve AK Parti’den uzaklaşan seçmenlerle birlikte 1.6 puan artış gözlemleniyor (Yüzde 12.4’ten yüzde 14’e).

Özetle Bursa artık iktidarın kalesi değil!” diyor TEAM Araştırma Şirketinin anket sonuçları.

Bursa’da Erdoğan’a oy veririm diyenler 40 puanın altında kalıyor (Yüzde 39.6). Rakibine oy veririm diyenler Erdoğan’ın 8.6 puan önünde (Yüzde 48.2). Kararsızlar dağıtıldığında ise 2018’de yüzde 55.6 olan Erdoğan’ın oy oranının yüzde 45.1’e düştüğünü görüyoruz. Erdoğan 100 seçmeninin 19’unu kaybetmiş durumda.

İki anketin Büyükşehir Belediye seçimleri için tahminleri de çok farklı sonuçlar gösteriyor. Politic’s; Cumhur İttifakı Adayı yüzde 39.41, Millet İttifakı Adayı yüzde 36.97 oy alıyor derken, TEAM Araştırma, bugün seçim olsa Aktaş sadece yüzde 38.2 oy alabiliyor. Alinur Aktaş 100 seçmeninin 23’ünü kaybetmiş diyor.

Anket sonuçlarını karşılaştırmamıza vesile olan CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz’ın yorumu ise şöyle;

Bir algı oluşturmaya yönelik çalışma gibi görüyorum durumu. Pek çok anket şirketinin yayınladığı sonuçlar var. Ortalama alındığında tablo net olarak ortaya çıkıyor. CHP Genel Başkanına yüzde 8 CHP’ye yüzde 25 oy vermek bile bu anketin algı yarattığını gözler önüne seriyor. Alinur Aktaş ile ilgili oranlara da katılmıyorum. Çünkü üzülerek söylüyorum ki, sadece muhalefet partileri değil, AK Parti üyeleri de Bursa’nın çok kötü yönetildiği konusunda bizimle hem fikir!”

Bu arada önümüzdeki seçimlere katılmak isteyen AK Partililerin istifalarının yakın zamanda isteneceği yönünde söylentiler kulağımıza gelmeye başladı.

Atılacak bu adım yorulan kadroların değişimi için mi olacak, yoksa erken seçimin habercisi mi, zaman gösterecek…

 

Bursa’da vatandaşın şikâyetçi olduğu konular ve sorumluları

Bursa’da vatandaşın şikâyetçi olduğu konular ve sorumluları

Siyasette bir dakika bile uzun zamandır.

Bir dakikada siyasetin aritmetiğinde çok şeyler değişebilir.

Hatırlatmakta fayda var:

Geçmişte emekli DGM Savcısı Nusret Demiral’ın Türkçe ezan açıklaması ile MHP genel seçimlerde bir anda yüzde 10’un altında kalmış ve TBMM’de temsil edilmemişti.

Tam tersi pozisyon ise bölücü terör örgütü liderinin Türkiye’ye getirilmesi sırasında yaşanmıştı. O zaman da DSP sandıktan birinci parti çıkmıştı…

Neticede seçimlere bugün itibari ile tam bir sene var; tabii ki zamanında yapılırsa…

Bizler de bugünden mevcut durum üzerinden yorum yapmaya gayret ediyoruz.

Bursa özelinde ise Recep Güven’in sahibi olduğu Politics Araştırma şirketi bir gündem araştırması yapmış.

Yapılan araştırma ile bir anlamda Bursa’nın röntgeni çekilmiş.

İşte o anketten bazı sonuçlar:

Bursa’yı iki bölgeye ayıran araştırma şirketi toplam 13 ilçede 12 bin 300 kişiyle gerçekleştirdiği ankette Bursalılara ilk olarak 1. Bölgede sorunları sıralayın dediklerinde (dört dağ ilçesi ankete katılmamış), ilk sırada vatandaşın gündeminde yüzde 52,72 ile ekonomi bulunuyor.

Ardından yüzde 11,58 ile pahalılık gelmiş, aslında enflasyon da ekonominin bir parçası… Kısaca bu açıdan bakınca halkın Bursa özelinde en önemli sorunu yüzde 64,30 ile ekonomi ve enflasyon.

Ardından yine ekonominin içerisinde değerlendireceğimiz işsizlik sorunu ikinci sırada çıkmış, onun oranı da yüzde 9,24.

Bunu da ekonomik bir gelişme olarak değerlendirirsek toplam pay o zaman 73,54 oluyor.

Kısaca 4 kişiden 3’ü ekonomiden rahatsız.

Sığınmacı ve mültecilerden rahatsız oranların oranı ise yüzde 5,30.

Ya da diğer bir ifade ile yaklaşık yirmi kişiden biri rahatsız…

Yapılan araştırmaya katılanlara son yıllarda yaşanan sıkıntıların sorumlularını sorduklarında 1. Bölgede ilk üç sırada yüzde 44,26 ile iktidar partisi sorumlu tutulurken, diğer sıralamalarda ise yüzde 14,95 ile stokçu ve fırsatçılar denmiş. Dış güçlerin oranı ise yüzde 9,49.

Bu arada 1.bölgenin Osmangazi, Nilüfer, Mustafakemalpaşa ve Karacabey ilçelerinden oluştuğunu ifade edelim.

Gelelim ikinci bölgeye,

İkinci bölgede en öncelikli sorun ekonomi yüzde 54,15, ardından yüzde 11,35 pahalılık, sonrasında ise yüzde 9,59 işsizlik, kısaca ekonomiden rahatsız olanların yüzde 75,09, sığınmacı ve mültecilerden rahatsız oranların oranı yüzde 7.04.

Genel olarak değerlendirecek olursak birinci bölgeye benzer oranlar.

Bunların sebebini vatandaşa sorduklarında onlar da yüzde 44,31’i iktidarı sorumlu tutuyor. İkinci sırada ise yüzde 17,32 fırsatçılar ve stokçular cevabı alınmış.

Ardından da dış güçler gelmiş, yüzde 15,02…

Pandemiden kaynaklanıyor diyenlerin oranı yüzde 6,03…

Sığınmacıları işaret gösterenler ise yüzde 5,78…

Bu arada ikinci bölge,

Yıldırım, Kestel, Gürsu, İnegöl, Orhangazi, Yenişehir, İznik, Gemlik, Mudanya…

Asıl bunların olası bir yerel ve genel seçimlere yansıması sorulmuş.

O zaman çok daha farklı sonuçlar ortaya çıkmış.

Onu da yarınki yazımızda kaleme alacağız.

Ama toplumun Bursa özelinde mutabık olduğu konu ekonominin iyi gitmediği…

YEREL BAKIŞ’IN KONUĞU KESKİN

Her hafta birbirinden değerli konukları ağırladığımız pazartesi günleri Norm Haber stüdyolarından yayınlanan Yerel Bakış programında bu hafta Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’i ağırlayacağız.

Başkan Keskin ile Keles’e yapılan yatırımları ve çalışmaları konuşacağımız programı saat 14.00’den itibaren www.normhaber.com ve sosyal medya hesaplarından izleyebilirsiniz.

Vakti olanlar kaçırmasın.

Şimdiden iyi seyirler…

 

Ekonomide ‘keşke’ler devri

Ekonomide ‘keşke’ler devri

Zaman zaman size alışveriş yaptığım esnaftan aldığım esnafsal bilgileri aktarıyorum. Çünkü bu bilgiler akademik düzeyde ekonomi değerlendirmelerinden uzak olsalar da aynı sonuca ulaşıyorlar, hatta zaman zaman hayat kurtarıcı dahi oluyorlar.

Gittiğim markette aradığım ürünü bulamayınca ve rafların bir bölümünün de boş durduğunu fark edince ‘taşınıyor musunuz yoksa?’ diye sorduğum kasiyerden aldığım yanıt dudağımı uçuklattı adeta.

Yok abla taşınmıyoruz. Önümüzdeki ay her şeye zam gelecekmiş, toptancılarda mal bulamıyoruz. Bu ay 100 gramını 15 liraya aldığınız kahveyi önümüzdeki ay 30 liraya alırsanız çok iyi!” dedi.

Suriye’den göç etmiş, şimdi de ülkemizdeki hayat pahalılığı nedeniyle yeniden Suriye’ye dönme hazırlığı yapan kasiyer genç, bu konuşmanın ardından bir de espri yaptı. “İsterseniz siz de gelin abla, bizim oralar dümdüz. Kurarız birer çadır. Orada yaşarız” diye.

Satıcı akıllıydı da elindeki kahveleri satmanın yolunu böyle mi bulmuştu, yoksa söylediklerinde gerçeklik payı var mıydı doğrusu emin olamadım.

Fakat görüyorum ki, motorinde 30 TL eşiği aşıldı. Metro ve belediye otobüslerinde daha önce toplu ulaşım kullanma alışkanlığı pek de olmayan, giyiminden kuşamından hali vakti yerindeliği belli insanlar görülmeye başlandı.

Ülkemizde aç insan olmadığını, hayat pahalılığı yaşanmadığını çeşitli vesilelerle vurgulayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dahi bu artışlara kayıtsız kalamadı anlaşılan. Fiyatların rahatsız edici düzeyde olduğunu belirterek, “Pompa fiyatları rahatsız edecek düzeydedir. Keşke topraklarımızın her yerinden petrol fışkırsa” diye konuştu.

Keşke…

Ama keşkelerle işler yürümüyor işte…

5 kilo süt, 15 yumurtaya 95 TL ödeyince bir keşke de ben patlattım.

Keşke dedim, keşke bu fiyatlar böyle olmasa…

Hep alışveriş yaptığım süthanenin sahibi de, “Keşke abla…” dedi.

Keşke bu artışlar olmasa da biz de müşterimizin yüzüne bakabilsek. Aralık ayından bu yana süte ve süt ürünlerine yüzde 130 zam geldi. Temmuz ayında bir büyük zam daha bekleniyor diyorlar. Allah sonumuzu hayır etsin!”

Mevzunun ‘keşke’lerle çözülmeyeceğini anlayan Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’den ise akıllara ziyan bir çözüm daha geldi.

Adana’dan bildiren sayın bakan; “Yem fiyatlarının artış sebebi süt fiyatlarındaki artıştır. Süt fiyatları arttığı için yem fiyatları da artıyor. Bu nedenle süte zam gelmeyecek!” dedi. Gözlerindeki ışıltının daha da arttığına vurgu yaparak.

TÜSEDAD Başkanı Sencer Solakoğlu, bakanın açıklamasını paylaştıktan sonra; “Ciğerim yanıyor, ağlamak istiyorum!” diyerek noktaladı sosyal medya paylaşımını.

Oysa daha geçen günlerde ve yine Adana’dan;

Ben bir hayvanı alıyorum 16 ay sonra kesmek için. 16 ay sonra gıda enflasyonu çok arttı, et fiyatlarını düşük tutun diyorlar. Bana destek olması gereken et ve süt kurumu bir fiyat açıklıyor zarar ediyorum, üstüne bir de ithalat yapıyorlar daha çok zarar ediyorum. Siz bunu iki kez oynarsınız üçüncüye kimse yatırım yapmaz!” diyerek anlatmıştı çiftçinin halini Solakoğlu.

Anlata anlata dilinde tüy bitenlerin artık ağlamak istedikleri zamanlara geldik…

Tüm bunları bir araya getirdiğimde. Yaşadığımız zam kasırgasını değerlendirirken;

‘Yılbaşında asgari ücrete iyi bir oranda artış yapıp, daha asgari ücret işçinin eline geçmeden gelen zamlarla alım gücünü aynı noktaya çeken hükümet, bu kez taktik değiştirip önce olabildiğince zam yapıp ardından asgari ücreti arttırarak bir süreliğine de olsa ‘kaşıkla verip kepçeyle alıyorlar!’ söylemlerinden uzaklaşmak istiyor olabilir mi?’ diye düşünür oldum.

Korkunç, ama olabilirliği yüksek bir senaryo…

Belki bu, ‘keşke’ler devrine mantıklı bir açıklama getirir.

 

Yaz okulları ve bir öneri

Yaz okulları ve bir öneri

Dile kolay, yaklaşık 18 milyon öğrencinin eğitim gördüğü bir ülkedeyiz. Pandemiyle mücadele ettiğimiz bir dönemde bu eğitim ve öğretim yılı daha zordu.

Bunu baştan kabul etmek gerekiyor.

Öte yandan cuma günü gerçekleşen karne törenleri sonrası okulların tatile girmesi ile bir eğitim ve öğretim yılının daha sonuna gelindi.

Bu anlamda şükür…

Okullar bitti, ama eğitimin sorunları artarak devam ediyor.

Ama okulların kapanmasının iyi yönleri yok mu?

Onlardan da bahsedelim…

En azından trafik yaz döneminde biraz rahatlayacak.

Toplu taşıma araçlarında günün belirli saatlerinde oluşan yoğunluk azalacak.

Keza okul saatlerinde yolda gördüğümüz servis araçları üç ay süre ile olmayacak.

Bunlar güzel tarafı.

Olumsuz tarafları var, bunları da ilerleyen zamanlarda kaleme alırız.

Bugün yazacağımız diğer bir konu ise yaz okulları.

“Haydi çocuklar” spora denilen afişler başta olmak üzere, okulların kapanması ile yaz okullarının reklamlarını sosyal medya üzerinden daha fazla görmeye başladık.

Kimi belediyeler tarafından ücretsiz olarak açılırken, kimileri de belirli bir bedel karşılığında açılıyor.

Ama özellikle şehrin üst yakası olarak nitelendirdiğimiz bölgelerde yaz okul noksanlığı dikkatimi çekti.

Biraz daha açacak olursak;

Bu minvalde Yıldırım’ın üst tarafından Namazgâh, Mollarap’tan başlayıp Osmangazi’nin üst mahallelerinde Maksem,  Alacahırka, Pınarbaşı ekseni dâhil öğrencilerin gideceği kamu kurum ve kuruluşlarının herhangi bir yaz okulu yok.

Geçmişte bu eksende sadece Yıldırım Belediyesi tarafından Umurbey’de bulunan yüzme salonu vardı. O da ilkbaharda Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne devroldu.

Şimdilik kapandı.

Benim önerim odur ki kamu kurum ve kuruluşlarının bu ekseni içine alacak ortak bir noktada yaz okulu açacak bir yeri istimlak etmesi ve burada değişik sportif aktivitelerin gerçekleşmesine olanak sağlayacak bir tesisin en azından bundan sonraki yıllara yetişmesi.

Alternatif olarak ne yapılabilir diye soranlara da;

Yine bu konuda diğer önerim de Milli Eğitim Müdürlüğüne, spor salonu olan okullarda salon sporlarına yönelik yaz okulları açılması.

Bu sayede veliler de çocuklarını mahallesindeki okullarda yaz spor okullarına gönderebilir.

Öneri bizden, değerlendirmek yerel ve genel yöneticilerden.

BURSASPOR’A GELİR GETİRME YÖNTEMİ

Bu kentin takımı Bursaspor bu sene TFF. 2 ligde mücadele edecek. Bu süreçte Bursaspor hem borçla mücadele ediyor hem de kaynak arayışında…

Bursalılar artık bir noktada sıkıldı.

Gelen para aldı, giden para aldı.

Sportif başarı olmadığı gibi üstüne üstelik küme düştük.

İşte bu noktada Bursaspor’un süratle gelire ihtiyacı var.

Az veya çok demeden herkesin katkı koyması gerekiyor.

Şehrin muhtelif yerlerine ve iş yerlerine Bursaspor logolu kumbaralar koyulmasının öneriyorum.

Bursa genelinde beş bin noktaya Bursaspor logolu kumbara koyulsa haftada 100 lira olsa ayda 400, yılda 4 bin 800 TL bir kumbaradan gelir elde edebilir.

Bunu 5 bin kumbara ile çarparsanız yılda 25 milyon TL civarında gelir imkânı elde etmiş olur.

Öneri bizden değerlendirmek Bursaspor yönetiminden.

 

 

AK Parti’de Erdoğan mesaisi

AK Parti’de Erdoğan mesaisi

AK Parti’nin geleneksel il başkanları toplantısı için Ankara’ya giden Bursa İl Başkanı Davut Gürkan ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, AK Parti Teşkilat Başkanı Erkan Kandemir ile görüştükten sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa ziyaretini duyurdular.

Son dakikada değişiklik olmaz ise 2 Temmuz 2022 Cumartesi günü Erdoğan Bursa’da olacak.

Malum Erdoğan Bursa’ya gelmeyeli bir hayli uzun zaman olmuştu.

O gelmeyince Bursa, muhalefet liderlerinin en çok uğradığı il olmuştu.

Erdoğan’ın ziyaretine bu açıdan bakınca oldukça önemli…

Bu öneme binaen, ziyaretle ilgili AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan partisinin yürütme kurulu, ilçe başkanları ve belediye başkanları ile milletvekillerini Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde toplantıya çağırdı.

Tam kadro gerçekleşen toplantıda, masaya yatırılan konu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bursa programı idi.

Erdoğan, 2 Temmuz günü Bursalılarla Gökdere’de mitingde buluşacak, Bursalılara seslenecek. Ama öncesinde hangi programların olacağı netleşmedi…

Kulağımıza gelen bilgilere göre, Erdoğan’ın gündeminde TOGG fabrika ziyareti var. Cumhurbaşkanı’nın, milli otomobildeki son durumu yerinde göreceği belirtiliyor.

Yine bazı açılış ve temel atma törenlerinin de olması muhtemel.

Bunları yanı sıra Erdoğan’ın Bursa ziyaretinde hangi mesajları vereceğini de merak ediyoruz.

Bekleyip, takip edelim…

DEVA BURSA’DA ÖZGÖZ BASINLA BULUŞTU

Bursa siyasetinde son 10 gündür konuşulan konuların başında Demokrasi ve Atılım Partisi’nde (DEVA) yaşanan istifalar veya yetki belgesinin iptali geliyor.

Görevden ayrılanlar ‘biz istifa ettik’ diyor, il yönetimi de ‘genel merkez yetkisini iptal etti’ diyor. İstifa olarak kabul edilen ise Mudanya ilçe yönetimi…

Kimi zaten düşmüş, kimi de yetkili kurullar tarafından yetkisi iptal edilmiş.

Özgöz ve yönetimi, en kısa ifade ile “hizmetleri için teşekkür ediyoruz, yolları açık olsun” diyor.

Ardından ekliyor; “bizim için bir gün bile DEVA Partisi için çalışan kıymetlidir. Görevi nasıl verdiysek öyle almak isterdik.”

Gördüğümüz kadarı ile bu temenni şu ana kadar gerçekleşmedi.

İşte İl Başkanlığı’nda basın mensupları ile buluşan Özgöz, kongreden önce ve sonra olmak üzere “neler yaptık, neler yapacağız, nereden nereye geldik” babında bir sunum yaptı.

Bu sunumu yaparken mesleğinin nimetlerinden de faydalandı, dersek abartmamış oluruz.

Kısaca bugüne kadar 4 sefer genel başkan Bursa’ya gelmiş, 6 sefer genel başkan yardımcılarına program yapmışlar.

Sonrasında ise bugüne kadar 550 civarında program gerçekleştirmişler.

84 sivil toplum örgütü ziyareti vs… vs…

Bundan sonrası için onlar umutlu, bu umutlarının devam edip etmeyeceğini ise ilk seçimler belirleyecek.

Yine bu hafta sonu yapacakları toplantıyla Bursa Büyükşehir Belediyesi’ni eleştirecekler…

Bakalım DEVA gerçekten halkın sorunlarına mı DEVA olacak?

Ya da siyasette koltuk kaybedip kendilerine yeni koltuk bulmaya çalışan profesyonel siyasetçilerin derdine mi DEVA olacak?

Bunların hepsini, çok ama çok yakında öğrenmiş olacağız…

 

 

 

 

 

DEVA Bursa’da istifalar masaya yatırıldı

DEVA Bursa’da istifalar masaya yatırıldı

Bir süredir ilçe başkanlarının ve yönetimlerinin istifaları ile gündeme gelen DEVA Partisi Bursa İl Başkanlığı’nda bir toplantıya davetliydik bu kez. Genelde partiyi bir işletme gibi yönettiği konusunda ağır eleştiriler alan, hatta kendisine ‘CEO’ yakıştırması yapılan İl Başkanı Serkan Özgöz, ‘Bir dost sohbeti olsun istiyorum’ dese de toplantının yapılış amacı elbette bu istifalardı.

Kendisi dijital dünyayı gayet iyi tanıdığından olsa gerek güzel bir sunum ile Bursa teşkilatının kuruluşundan bu güne kadar yaptıklarını ve hedeflerini tüm detayları ile aktardı. Sözlerinin başında da;

Profesyonel bir muhalefet partisi değiliz, hedefimiz iktidar!” dedi.

Daha önce siyaset hayatının içinde bulunmamış, dolayısıyla bavulu dolu olmayan kişilerle yol yürümeyi tercih eden partinin, yöneticilerinin yüzde 50’sinin siyasete ilk kez giren kişilerden oluşmasını önemseyen yapısı içinde bu sözün altılı masanın hangi ayağını nasıl etkileyeceği ya düşünülmedi ya da incecik bir gönderme yapılması tercih edildi. Ancak söz benim açımdan dikkat çekiciydi.

Bir süredir hazırladıkları 100 günlük programın etkinlikleri ile son derece meşgul olan ve bu biçimde halkın içine daha çok karıştıklarını gördüğümüz Bursa DEVA Partisi halkla ilişkiler çalışmalarında Türkiye’nin en başarılı ikinci teşkilatı olmuş. Burada DEVA Bursa’nın genç ve başarılı Halkla İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Tayfun Öztürk’ü ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

Teşkilatlanma konusunda ise aynı şeyleri söylemek şimdilik mümkün değil. Yeni kurulan partilerde teşkilatlar oturana kadar sarsıntılar, kırılmalar yaşanır, hele hele bir partinin bağrından kopup ayrı bir yolda yürümeye karar verdiyseniz bu daha da olasıdır. Hem kopuştuğunuz partinin dinamikleri yeni kurulan partide etkili olmaya çalışır hem de siyasi güç dengelerinin yerine oturması tıpkı fay hatları gibi zamanla durgunlaşır. Fay hatlarının hareketi de küçük ya da büyük depremlere yol açar.

DEVA Parti‘sinin Bursa teşkilatlanmasında Genel Merkezden Burak Dalgın’ın önemli payı olduğunu söylersek yanlış yapmış olmayız sanıyorum. Ancak çok merak edilen ‘Burak Dalgın, Bursa İl Başkanı Serkan Özgöz’ün akrabası mı?’ sorusu bugün net olarak yanıt buldu.

Hayır, kendisi akrabam değildir!” dedi DEVA Partisi Bursa İl Başkanı.

Peki, biz ne gördük, yaşadık?

Büyükorhan, Harmancık ve Mudanya ilçelerinin ardından Kestel ilçe yönetimi ve ilçe başkanı da istifa etti. İstifa eden ilçe sayısı dörde yükselince, konunun üzerine bu kadar yazı da yazılınca haliyle dikkat çekici bir hal alıyor mesele.

Bugüne kadar istifa edenleri çokça dinledik. Sıra İl Başkanı Serkan Özgöz’ün ve hakkında bazı ithamlarda bulunulan Teşkilatlardan Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Sadık Kutlucan’ın dinlenmesine geldi.

Aslında buradaki istifaların her birinin nedeni başka başka. Mesela Harmancık İlçe Başkanı istifa etmedi, performansı düşük bulunduğu için Genel Merkez tarafından görevden alındı, Kestel ilçesinde tüm yönetim kurulu üyeleri istifa etti, dolayısıyla başkanlık düştü” diye açıkladı konuyu Özgöz.

Bu biraz Türk filmlerindeki ‘seni kovuyorum, sen beni kovamazsın ben istifa ediyorum’ minvali ilerleyen repliklere benziyor.

Toplantının ardından biraz da kapı önü sohbeti yaptığımız Özgöz’e ‘Dilek Durak’ın istifasını da performans yetersizliğine mi bağlayacaksınız?’ diyorum.

Elbette bağlamayacağım, ama benim daha yeni kurulan, genel merkezden atama yazısı dahi henüz gelmeyen Mustafakemalpaşa İlçe Başkanım 350 üye yaptı. Dilek Hanım, bir buçuk yılda 230 üye yaptı. Şimdi hal böyle olunca, ‘Ben en başarılı ilçe başkanıyım!’ iddiası yanlış olur” diyor.

Dilek Durak ile aralarında yaşanan otorite savaşından yeni çıkan Teşkilatlardan Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Sadık Kutlucan da bu konuda kendini anlatma derdinde elbette. Aralarında yaşanan münakaşadan biraz bahsettikten sonra;

Konunun çirkin bir yere doğru gitmeye başladığını fark edince ‘edepsizliğe tahammül edemem’ dedim, ama kimseye edepsiz demedim” diyerek savundu kendisini.

Ben yazışmaları görebilen şanslı gazetecilerden değilim. Çünkü biliyorum bu yazışmalar bazı köşe yazarlarımıza bilgilendirme amaçlı olarak gönderilmiş. Hal böyle olunca bir yorumda bulunmam pek doğru da olmaz.

Ancak tüm bu olanlardan, İl Başkanı Serkan Özgöz’ün bize tanıttığı etkinlik ve çalışma programı dijital uygulaması ile yaptığımız konuşmaların ardından şunu söyleyebilirim;

Evet, DEVA Partisi adeta bir şirket disiplininde çalışıp hedefine ulaşma gayretinde. Yani, duygusal değil, matematiksel bakılıyor konuya.

Evet, DEVA Partisi siyasete yeni bulaşmış insanların çoğunluğu oluşturması nedeniyle olsa gerek, bazı tatlı siyasi oyunları pek bilmiyor. Yoksa kimler kimlere neler söylüyor, ancak arkasında delil bırakmadığından kimler neleri yalayıp yutuyor. Az çok biliyoruz.

Ama bu uygulamaların hangisi doğru onu bilmiyoruz.

Eski siyasi anlayış mı, yoksa yeni siyasi anlayış mı galip gelecek bu seçimlerde?

NOT: Serkan Özgöz kendisine muhalefet eden köşe yazarları da dahil geniş bir katılımcı listesi hazırlamış. Kendisini tebrik ederim.

Alım gücümüz artacak mı?

Alım gücümüz artacak mı?

Piyasalar karman çorman…

Sadece bizde değil çalkantı.

Küresel piyasalar tepetaklak gitme kararlılığını ısrarla sürdürüyor!

Çarşamba yaşanan kısa soluklanmanın ardından borsa endeksleri kırmızıya boyandı yeniden.

Borsa İstanbul yüzde 2 civarı kayıptaydı dün. ABD borsaları son 10 günde yüzde 10’un üzerinde kayıp yaşadı. Avrupa ve Asya piyasaları da bu çalkantılı dönemden nasiplerini almaya devam ediyor!

TL ve benzeri yani gelişmekte olan piyasaların para birimleri değer kaybediyor bu atmosferde.

Bitcoin ve benzerleri yani kripto piyasası da çakılma sürecinde.

Petrol ve hammaddeler ise oynak bir seyre sahne olsa da gözlerini yukarıda tutmaya devam etmekte!

Peki niye tadı kaçtı borsaların? Niye TL değer kaybediyor?

İşin özünde bir yanda Türkiye’yi herkesten fazla etkileyen küresel enflasyon baskısı var. Diğer yanda da başta ABD ve Avrupa olmak üzere giderek artan durgunluk sinyalleri.

Yani yüksek enflasyon ortamında yavaşlayan ekonomiler her ülkenin başına bela oluyor. Dünya genelinde fakirleşip daralıyoruz!

Bu atmosferde üretilmeye çalışılan çözümlerse kısa vadede sonuç verecek gibi durmuyor. Ve aynı zamanda yatırım iştahına darbe vuruyor.

Nasıl mı?

Hafta faizin haftası. Artıran artırana…


ABD Merkez Bankası Fed 75 baz puanlık artışa gitti.

İngiltere bu yıl 5. kez faiz artırdı.

Macaristan da faiz artıranlar kervanına katıldı 50 baz puanla…

Daha ilginci İsviçre 15 yıl sonra ilk kez faiz artırdı!

Avrupa Merkez Bankası da kaçınılmaz olarak artırma durumunda kalacak bu gidişle.

İşte bu parasal sıkılaştırma atakları her ne kadar Fed örneğinde olduğu gibi arada güvercin duruş ve yumuşatıcı sözler de sergilense piyasaların tadını kaçırmakta.

Özellikle de yavaşlamaya dair sinyaller güçlendikçe bu tablo daha da ağırlaşıyor!

Haliyle veri akışına bağlı olarak alınan tedbirlerin boyutu da değişkenlik göstereceğinden yaz aylarına oynaklığın damgasını vurması kaçınılmaz görünüyor.

Ayı piyasası beklentileri yoğun biçimde tartışılacak küresel çapta.

Yani para sahiplerinin eski kazançlardan hızla uzaklaştığı günlerdeyiz!

Ama asıl hikaye reel ekonomide yani vatandaşın çektiği sıkıntıda kendini gösteriyor. Dünyadan esen olumsuz rüzgarlara değer kaybeden liranın eklenmesi yetmiyormuş gibi bir de fırsatçılığın boy göstermesi memleketin tadını tuzunu iyiden iyiye kaçırmış durumda!

Hayat pahalılığını yaşamadığımız konuşmadığımız bir gün bile yok. Alım gücü roket hızıyla erirken hala ücretler konusunda tatminkar bir söz işitmiş değiliz!

Artacak mı, ne zaman artacak, ne kadar artacak ücretler? Hala çok belirsiz. Oysa yılbaşında yapılan ücret artışları çoktan eridi bitti bile!

Ve ne yazık ki; yapılması olası ayarlama TÜİK’in rakamına göre gerçekleşecek.  Ve de çarşı pazardaki maliyetleri karşılamaktan uzak kalacak yine.

“Ne olacak bu memleketin hali?” diye soranların giderek çoğalması da doğal.

Verdiğim cevapsa kısa vadede “Zengin daha zengin fakir daha fakir olacak.” şeklinde formülize edilebilir özetle.

‘Orta direk’ diye bir kavramın kalmadığı ülkemizde; zenginin istediği hızda olmasa da yine de zenginleştiği, ücretlilerinse fakirlik okyanusunda daha da dibe batmamak için çırpındığı bir süreç yaşıyoruz!

Şu ana kadar alınan parasal ve mali tedbirlerin hayat pahalılığını önleyici etki yapmadığına herkes şahit.

Çünkü…

“Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine” durumu faiz cephesinde tam gaz devam ediyor. Dünya faiz artırırken biz düşürme çabasındayız.

Elimizdeki döviz rezervleri kur ataklarına karşı yeterli olmaktan uzak. Ve pahalı ithalat yüzünden cari fazla da veremiyoruz.

Neticede dövizin ve de enflasyonun yükselmemesi için bir neden yok!

Bu tablo ise fakirleşmenin önüne geçilmesini olanaksız hale getirmekte.

Üstelik dünyadaki yavaşlama süreci en büyük dayanağımız olan ihracatı da tehdit ediyor.

Sözün özü; gelir adaletsizliğini düzeltme işi için daha uzun yıllar beklememiz gerekiyor.

Orhaneli’de işçi aranıyor!

Orhaneli’de işçi aranıyor!

Norm Haber’de pazartesi günleri yayınlanan Yerel Bakış programında bu hafta konuğumuz Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt oldu.

Kendisi ile birçok konuyu konuştuk.

Programın tamamını yazımızın en altında izleyebilirsiniz.

Ama öncesinde şunu net olarak yazmak gerekiyor:

Dağ yöresine bütünşehir uygulaması ile ciddi yatırım gerçekleşti. Bu yatırımlarda aslan pay Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin marifetleri ile gerçekleşti.

Özellikle bu yatırımlarda dikkat çeken detay altyapı yatırımları…

Bunun dışında ilçe belediye başkanlarına da büyük görev düşüyor.

Bu görev de kentine doğru yatırımları getirmek.

İşte bu noktada Başkan Aykurt ile konuştuğumuz konulardan birkaçını da bu köşeden paylaşmış olalım.

Onlardan ilki hem üniversiteyi ilgilendiriyor hem de ilçeye gelecek sanayiyi.

Uludağ Üniversitesine bağlı olarak eğitim öğretim faaliyetlerine devam eden Orhaneli MYO’da önümüzdeki yıldan itibaren tekstil ve konfeksiyon bölümünün açılacağını bu köşeden yazmış olalım.

Aykurt, buna paralel olarak “ilçede üç yatırımcının tekstil ve konfeksiyon yatırımı için çalışmalara başladığını” programımızda paylaştı.

Bu da diğer bir deyiş ile 250 kişilik istihdam demek.

Öte yandan, bölgede istihdama katkı sağlayacak işletmelerden biri de Bursa’nın tanınmış sanayicilerinden birinin bölgeye kuracağı mermer ocağı ve işleme tesisi olacak.

Bu da yakın bir zamanda faaliyete geçecekmiş.

İlçeye yapılacak yatırımlarla en az 300 kişilik yeni istihdam alanı sağlanmış olacak.

Bunlar ilçeye ekonomik anlamda ciddi hareketlilik kazandıracak. Turizmle ilgili yatırımları daha önce kaleme almıştık.

Onu bu sefer yazmayacağım.

Ama yazacağım diğer bir ayrıntı ise ilçede Kastamonulu bir girişimci tarafından yapılacak zenginleştirilmiş krom tesisi ile ilgili.

Bu tesis 2023 yılında faaliyete geçecek. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, ilçeyi ve tesisi daha önce ziyaret etmişti. Stratejik öneme sahip tesisinin faaliyete geçmesi sadece Orhaneli’de değil çevre ilçelerde de olumlu etki yapacak. Aykurt’un iddiası “bu tesiste en az 1000 kişiye direkt veya dolaylı olarak istihdam sağlanmış olacak.”

Çevre bölgelerden gelen ham kromlar bu tesiste işlenerek zenginleştirilecek.

Bunların hepsini üst üste koyduğumuzda Orhaneli’de ciddi anlamda iş gücü ihtiyacı doğacak.

Bu işgücü için Aykurt, hemşerilerini geri dönüş için çağırıyor.

Bu arada Aykurt, yılın 6 ayını köyde geçiren hemşerileri için de “ikametgâhlarınızı Orhaneli’ye taşıyın” ricasında bulundu.

Bu sayede İller Bankası’ndan Orhaneli’nin almış olduğu pay yükselmiş olur.

Bu da ilçeye yatırım olarak döner.

Biz de elçiye zeval olmaz mantığı ile yazmış olalım.

Öte yandan, geçmişte 128 kişinin çalıştığı Orhaneli Belediyesi’nde bugün 107 personel çalışıyor, daha çok iş daha az personel ile gerçekleşiyor.

Daha önce yazdığımız gibi Orhaneli için geriye sayım başladı.

Bu geriye sayım sonucu Orhaneli, ya seviye atlayacak ya da seviye atlamayı uzun yıllar unutacak.

Bize düşen Ali Aykurt’a bu yolda başarılar dilemek düşüyor.

Bursa Milli Eğitim Müdürü karne alamadı!

Bursa Milli Eğitim Müdürü karne alamadı!

Bursa İl Milli Eğitim Müdürü Serkan Gür’ün göreve gelişinden önceki süreci, yani kendisi görevlendirilmeden önce müdürlük koltuğunun nasıl saçma sapan bir biçimde ve üç beş dakika içerisinde boşaldığını bizzat yaşamış biri olarak, şehrimizin yeni Milli Eğitim Müdürü ile ilk basın görüşmesini de ben gerçekleştirmiştim.

Bu görüşmede de daha sonraki bilgi taleplerimde de hep yuvarlak ve süslü cümlelerin ardındaki eli kolu bağlı havayı hissettim. Eminim benim gibi şehrimizin eğitim alanındaki sorunlarının çözüme kavuşması arzusunda olan tüm meslektaşlarım da fikirlerimi paylaşacaktır.

Bundan yaklaşık 5 ay kadar önce; bir basın toplantısı düzenleyerek, yaptıkları çalışmaları ve üzerinde çalıştıkları projelerini aktaracaklarını belirtir bir davet aldım İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden. Birkaç gün içinde organizasyon iptal edildi, iptal nedeni olarak da daha geniş protokol katılımı ile bir toplantı gerçekleştirmek kararı aldıkları söylendi.

Bursa Milli Eğitim Müdürü Serkan Gür

Oysa ne çok sevinmiştim, “Gerekirse sizinle eğitimin tüm iyi ve kötü yönlerini açık açık konuşacak kadar cesur bir Milli Eğitim Müdürü’yüm” diyen Serkan Gür’e aklımda olan soruları yöneltebileceğim için.

Anlaşılan o ki, 5 aylık süre boyunca bahsedilen kalabalık protokol bir araya gelemedi ve biz bu süre boyunca sürekli her şeyin ne kadar da güzel, doğru, hızlı, bilim odaklı ilerlediğine ilişkin bilgi notları aldık müdürlükten. Ancak Serkan Gür’ü göremedik.

Yaptığım bu uzun girişin ardından Eğitim İş Sendikası Bursa Şubesi’nin her yıl olduğu gibi bu yıl da Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bir karne hazırladığını, ancak Serkan Gür’e bu karneyi vermediğini bildireyim.

“Göreve başladığı tarihten bugüne kadar geçen 9 aylık süre içinde ilimizde eğitim hedeflerini azaltan, Bursa’nın çocuklarını geleceğe hazırlamak yerine sanayinin eleman ihtiyacını karşılamayı amaç edinen Sayın Serkan Gür, Bursa’da eğitimi, en temel yaşamsal öğeleri olan laik ve bilimsel eğitim anlayışından hızlıca uzaklaştıracak uygulamalara imza atmıştır!” diye başlıyor Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy’un bu konudaki açıklamaları.

Çağdaş eğitimden yana tavır alınmadığına yönelik hassas bir vurgu da yapılıyor. Yeliz Toy’u bu konuda son derece haklı bulduğum pek çok yazı kaleme aldım. Bu nedenle meselenin hassasiyetine katıldığımı söylemekle yetineceğim.

ACİLEN 10 BİN DERSLİK 10 BİN ÖĞRETMEN

Geçtiğimiz günlerde ilimize gelerek, yapılması planlanan okulların müjdesini adeta ikinci kez veren Milli Eğitim Bakanı’nın açıklamasına bir yanıt olarak Yeliz Toy, insani koşullarda eğitim için şehrimizin 10 bin derslik, 10 bin öğretmen açığı olduğunu vurguluyor!     

Ve işte acı tablo;

Sınav notları ve devamsızlık nedeniyle sınıf tekrarına kalan öğrenci oranı ortaokul ve liselerde yüzde 30’u aşmış, Bursa merkezinde kimi okullarda öğrencilerin ancak yarısı sınıfını doğrudan geçebilmiştir. Bursa’da Şube Öğretmenler Kurulu (ŞÖK) kararıyla sınıf geçirilen ve sayısının yüz bine ulaştığını ön gördüğümüz öğrencilerin, karnesi tam olarak Bursa İl Milli Eğitim Müdürü Serkan Gür’ün karnesidir!” diyor Eğitim İş Bursa Şube Başkanı.

Sonra da soruyor;

Sayın Serkan Gür;

1-Bursa’da kaç öğrenci ŞÖK ile geçmiştir?

2-İdeal bir sınıf mevcudu hesabına göre Bursa’nın gerçek derslik ihtiyacı kaçtır?

3-İdeal bir sınıf mevcudu hesabına göre Bursa’nın gerçek öğretmen açığı kaçtır?

4-Bursa’da okul türlerine göre ayrımcılık son bulacak mıdır?

5-Okulların temizlik, güvenlik gibi ihtiyaçları ne zaman karşılanacaktır?

6-Velinin parasıyla düşe kalka ilerleyen bu kervana daha ne kadar seyirci kalacaksınız?

7-Örgün eğitimden koparılarak Mesleki Eğitim Merkezleri eliyle sanayiye çırak olarak verilerek erken yönlendirme ile gelecekleri ziyan edilen öğrenci sayısı kaçtır?

8-Tüm bu sorulara ek olarak; Bursalı ailelere, tarikat ve cemaatlerin de cirit attığı okullarda “çocuklarınız güvendedir” diyebilecek misiniz?