Halkın yoksulluğu ile dalga geçilmesinin bir adım ötesi nedir?
Bu soruya bir yanıt vermek güç. Zira bir adım ötede açlıktan ölmeyi göze alan suskun ve itaatkarlar ordusunu da görebiliriz, yaşananlara başkaldırı da…
Bir adım öteyi öngöremiyoruz elbette, fakat şimdiyi görmek mümkün.
Halkın yoksulluğu ile dalga geçilen bir dönemi yaşıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde İzmir Selçuk’ta yaşadıkları derin yoksulluk koşullarında hayatını kaybeden beş kardeşin vefatına şahit olduk.
Üzüntülerimiz öyle çok parçaya bölündü ki, beş küçük çocuğun acı biçimde hayattan kopmasına oturup ağlayanlar günün siyasi gelişmeleri ile ilgilenenlerden daha azdı eminim.
Yine de İzmir Selçuk’ta hurda toplayıcılığı ile geçinen yalnız bir annenin en küçüğü 1, en büyüğü 5 yaşında olan beş çocuğunun tek başlarına kalmak zorunda oldukları baraka evde çıkan yangında hayatlarını kaybetmeleri derin bir üzüntüydü.
Olayın korkunçluğu bir yana, derin yoksulluk çemberinde sıkışan çocukların ne kadar büyük risklerle karşı karşıya kalarak yaşam mücadelesi verdiğinin kanıtı olarak da durdu karşımızda. Bu kayıplar yalnızca bir kaza değil aynı zamanda sosyal adaletsizliğin, çocuklarımızı koruyamayan yetersiz sosyal politikaların ve görünmeyen derin yoksulluğun çığlıydı.
Yaşananlar karşısında toplum olarak beklentimiz elbette varlıkları tek başlarına kalmak zorunda oldukları barakalarda feci biçimde can verdiklerinde hatırladığımız çocuklarımız için daha güvenli bir gelecek inşa etmek adına sürdürülebilir, kapsayıcı ve olası paydaşlar ile işbirliği içerisinde harekete geçmiş devletle kucaklaşmaktı.
Bugün sokaklarda zorla çalıştırıldığı ve dilencilik yaptırıldığı için mobil ekiplerce müdahale edilen çocuk sayısı 50 bin 293’e ulaşmış görünüyor BBC Türkçe’nin paylaştığı bilgilere göre. Bu çocukların 19 bin 500’ü Suriyeli.
Sokakta tespit edilip ailesine para cezası yazılan çocuklar bir süre ortadan kayboluyor, sonra başka bir bölgede çalışarak yeniden aynı cenderenin içine düşüyor.
Konuyla ilgili hazırlanan rapora göre, 2024’ün ilk altı ayında 34 bin çocukla görüşüldü, 16 bin aileye rehberlik hizmeti sunuldu. Risk altındaki 337 bin çocuğa sosyal hizmet müdahalesinde bulunuldu.
Sonuçta sokaktaki çeteleri kendi ellerimizle oluşturduğumuz, sahipsiz kalan çocukları çetelere ya da cemaat ve tarikatlara teslim ettiğimiz gibi bir gerçeklik var ortada.
Tüm bunların karşısında AK Parti Grup Başkan Vekili Özlem Zengin; “Dönüyorsunuz, dolaşıyorsunuz, her şeyi paraya bağlıyorsunuz. Bunların olmasının sebebi parasal sebepler mi?” deyiverince işte insanın aklı başından gidiveriyor.
Bir annenin beş küçük çocuğunu bir barakada tek başına bırakarak gece gece sokaklara hurda toplamak için çıkması ve bu sırada çocukları ısıtmak için sadece bir elektrikli ısıtıcının kullanılıyor olması hikayesinin hiçbir yerinde parasızlıkla ilgili ayrıntı bulamıyor Sayın Zengin.
Bir barakada yaşamak zenginlikten çünkü, hurda toplamak için geceleri sokaklarda dolaşmak da zenginlikten, ısınmak için doğalgaz gibi çok daha güvenli bir yol varken mesela elektrikli ısıtıcı tercih etmek de zenginlikten…
Özlem Zengin’in açıklamalarının üstüne tuz biber ekecek cinsten bir cümle de daha geçtiğimiz gün hastanelerinde çocukların nasıl canice öldürüldüğüne ve bu caniliğe nasıl yıllarca ses çıkarmadıklarına, bahsi geçen hastanelerin sahiplikleri noktasında iki eski Sağlık Bakanından bahsedilmesinin yarattığı infiale rastlamamışız gibi Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’ndan geliyor;
“Özellikle şehirleşen ve çalışma yöntemi değişen ailenin küçülmesi ve özellikle doğurganlık oranının düşmesiyle maalesef bu durumda ailenin ve doğurganlık oranının yükseltilmesi gerekir. Türkiye’de doğurganlık oranı 1970’lerde 5,1 iken, bugün maalesef 1,5’e kadar düşmüş durumdadır. Bu hem toplumun geleceğini hem de aile yapısını tehdit etmektedir. Bu konuda bakanlığımız özellikle anne eğitiminin ve normal doğumun eylem planını hazırlamış ve uygulamaya koymuştur” diyor Sayın Bakan.
Şimdi bu sözün neresinden tutayım…
Şehirleşme ve çalışma yönteminin değişmesinden ziyade fakirlikten çocuk yapılamıyor mu diyeyim…
Türkiye dünyanın ucuz işçi merkezi olsun diye kadınların sürekli doğurmasını istiyorsunuz mu diyeyim…
Toplumun ve ailenin yapısı tehdit altındaysa insanların yaşam koşullarını biraz iyileştirmeye ne dersiniz mi diyeyim…
Normal doğum yapan anneyi anne kabul edip sezaryen doğum yapan anneyi ötekileştiren kamu spotu filmleriniz çirkinin de ötesi ithamlar içeriyor mu diyeyim…
Hani neresinden tutsam elimde kalıyor…
Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu ve AK Parti Grup Başkan Vekili Özlem Zengin nasıl da birbirine paralel şeyler söyleyebiliyor, nasıl da halkın içinde bulunduğu durumdan hiç haberleri yokmuş gibi yapabiliyor.
Nasıl da utanmadan halkın yoksulluğu ile böyle dalga geçebiliyor.
Bugün siz dalganızı geçin, yarın son gülen iyi güler…