Emekliye çifte kazık uygun görülmüş

Emekliye çifte kazık uygun görülmüş

Beklenen oldu.

Enflasyon beklentilerin altında kaldı.

Her maaş zammı döneminde yaşanan yine tekrarlandı kısacası!

TÜİK’in verilerine göre haziranda yüzde 3,92 oranında bir TÜFE artışı söz konusu. Ve neticede 6 aylık enflasyon yüzde 19,77 seviyesinde kayıtlara geçti.

Yıllık TÜFE ise baz etkisiyle yüzde 38,21’e geriledi.

Oysa ki özellikle haziran ayında tam anlamıyla bir zam yağmuru yaşandı.

Mazeretler belliydi. Dolar fırlamıştı ve asgari ücrete zam geliyordu.

Fiyatlar da hızla arttı.

Zaten aylık bazda her ay yükselen bir enflasyon söz konusu. Şöyle bir geriye gidip baktığımızda bir yıl önce aldığımız ürün ve hizmetlerin muhtemelen en az yüzde 50 zamlandığını görürüz! Ve aslında vatandaşın çarşıda pazarda hissettiği ağırlıklı tüketimine ait enflasyon TÜİK’in açıkladığı yüzde 38,21’in rahatlıkla iki katı civarındadır.

Öyle olmasa memur maaşına niye yüzde 74 civarı bir zam geldi ki zaten.

Ya da asgari ücret 6 ay için niye yüzde 34 zamlandı? Eğer ki ilk 6 ayın TÜFE rakamı yüzde 19,77 ise!

İktidarın “çalışanları enflasyona ezdirmeyeceğiz” mealinden açıklamalarını bu maaş zamları çerçevesinde değerlendirdiğimizde aslında gerçek enflasyonun nerelerde olabileceğine dair bir fikir edinmiş oluruz.

TÜİK yöneticilerinin açıkladıkları rakamlara ne kadar inandıklarını sorgulamak lazım.

Zaten maaş zamları da cebe girmeden enflasyona yenik düşüyor yaşadığımız kısır döngüde!

Ve daha vahimi de 16 milyon emekli adına hayal kırıklığı yaşatan bir torba kanunla yüzleşme zorunluluğuydu.

Nasıl mı?

Tüm açıklamalar enflasyonun gecikmeli olarak açıklanacağı 5 Temmuz’u işaret etmişti emekli maaş zamları adına.

Peki ne oldu?

Hayal oldu zam.

Sadece kanun gereği otomatik olarak maaşlara yansıtılan ilk 6 ayın resmi TÜFE rakamını öğrendik.

Ve ne yazık ki o da emeklinin hissettiği enflasyon değil.

Refah payı ve kademeli zam sözü de havada kaldı.

Çünkü TBMM’ye sevk edilen torba yasa teklifinde emeklinin adı bile yoktu!

Oysa torba ağzına kadar doldurulmuştu.

Mesela memurun seyyanen zammı ve refah payı da torbaya girmişti.

Yani emeklinin de maaş zammını verilen sözler çerçevesinde yapmak gayet mümkündü!

Bunun yerine acı fatura niteliğinde zam fışkıran maddelerle dolu olduğunu gördük torba teklifin.

İçinde yok yok.

Gelir durumuna bakılmaksızın araç sahiplerine kesilen ceza gibi. Motorlu Taşıtlar Vergisi’ni bu yıl bir kere ödediğimiz yetmiyor gibi bir kere daha ödememizi istiyor devlet!

Taşıt sahipleri sadece ek MTV’den mağdur olmayacak. Torba kanun düzenlemesiyle akaryakıtta ÖTV 6 ayda bir otomatik artacak. Yani akaryakıta otomatik zam ayarı gelmiş oldu.

Ve herkese farklı açılardan yansıyacak bir vergi düzenlemesi daha girmiş torbaya!

Sadece patronları ilgilendirir gibi görünse de kurumlar vergisinin 5 puan artışla yüzde 25’e çıkması, hem çalışanlara hem de enflasyon üzerinden tüm tüketicilere yansıyacak bir ceza biletidir neticede.

Finans kurumları ise günah keçisi olarak yüzde 30 ödeyecek.

Başka ince ayarlar da düşünülmüş.

Mesela çevre kanunu cezaları iki katına çıkabilecek.

Aktifte bulunan taşınmazlara KDV istisnası kalkacak. Ve yatırım fonu gelir istisnası kaldırılacak.

Bütçe açığı kapansın diye torbaya bu kadar madde doldurulurken emeklinin unutulması akıl karı değil.

Görünen o ki ciddi bir mazeret olmadan umutlar başka bahara bırakılmış!

Verilen sözlerin tutulması birkaç tuşa basılarak hesaplanacak rakamların torbaya komisyon aşamasında eklenmesi ile mümkün.

Ama anlaşılan kasa çok boş. Ve öncelik memurlarda.

Umarız ki; sözlerin tutulması için en kısa zamanda adım atılır!

CHP hep aynı; ‘Döner istiyorum, ama dönmesin istiyorum’

CHP hep aynı; ‘Döner istiyorum, ama dönmesin istiyorum’

Cumhuriyet Halk Partisi ile adeta özdeşleşen bir kelime söyleyin desem hep bir ağızdan ‘değişim’ diye bağıracak bütün ülke diye korkar oldum. Değişim talebi öylesine yoğun, ancak bu yoğun talebin sonucunda olacak olanların değişimle uzak yakın bir alakası olmayacağını düşünenlerin sayısı da bir o kadar fazla.

Örgütün taleplerine daha fazla direnemeyen CHP Genel Başkanı seçimlerden kısa bir süre sonra kurultay sürecini başlatmıştı. Süreç başladı, ancak değişimi isteyen kesimin talebi olan tüm üyelerin katılımıyla ön seçimli bir işleyiş yerine eski usul delege sistemi ile ilerleme kararı sürdürüldü.

Bu aralar çok haşır neşir olduğum tadilat ustalarından birinin söylediği üzere; ‘şimdiye kadar kazandığı tek seçim kendi partisi içindeki seçimler’ olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun örgütü avucunda tuttuğu gerçeğini bu noktada göz ardı etmemek lazım.

Yukarıda özellikle vurguladığım tanımı da vatandaşın CHP Genel Başkanına bakışı olarak bir kenara not almak gerekli…

Ne demek istiyorum hemen anlatayım; delege seçimleri en demokratik biçimiyle çarşaf liste usulüne göre yapılması gereken seçimlerdir, ancak genellikle anahtar liste kullanılır. Delegeleri mahalle temsilcileri belirler, yani delegelerin ne kadar demokratik biçimde belirlendiği ve hazırlanan listelerde kimlerin seçileceği konusunda üyelerin nasıl yönlendirileceği konusu son derece demokrasiden uzak olabilir.

Bahsettiğim durum demokrasiden uzak bir yapısı olduğu iddia edilerek eleştirilen AK Parti’nin parti yöneticilerini atama yöntemi ile belirlemesinden pek de farklı sayılmaz. İşin içinde sanki biraz göz boyama, biraz gaz alma biçiminde ilerleyen delege seçimleri sonrasında, genel itibariyle var olan yönetimin düşünce yapısında oluşan delegenin seçim yapacağı ilçe ve ilk kongreleri, sonrasında da genel başkan seçimi.

Sadece kendi fikrinden olanların seçilebileceği bir yapı oluşturduktan sonra ha seçim yapmışsın, ha atama ne fark eder ki…

Şunu da sormak lazım; ‘CHP’de kimler değişim istiyor, kimler istemiyor?’

Parti içinde değişimi isteyenler gözünüzün gördüğü ilçe ve il yönetimlerini, hatta mahalle temsilcilerini dahi beğenmeyenler elbette. Değişimi istiyormuş gibi görünüp ‘aman bizim düzenimiz bozulmasın, yöneten yine biz olalım, küçük olsun bizim olsun…’ cular ise şimdiki yönetimlerin içinde, kıyısında köşesinde bulunanlar çoğunlukla…

Bursa özelinde baktığımızda şehrimizin en sevilen, rantı da rahatı da en bol olan ilçesi Nilüfer’de kopacak dananın kuyruğu…

Şimdiki CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz ilçenin başkanlığına yeniden talip olursa şaşırtıcı olmaz. Yılmaz şimdilik delege seçimlerinde oluşacak dengeyi kolluyor. Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem ile uyumlu çalışmaları nedeniyle Başkan Erdem’in desteğinin arkasında olduğu yönündeki yaklaşımı çok doğru bulmadığını söyledi Yılmaz. Yine de her iki başkanın, en azından bir dönem daha birlikte uyum içinde çalışmak istedikleri saklanmayacak kadar aşikar.

Nilüfer’de bir aday daha var atmosferi yoklayan. ‘Büyükşehirden ümidini kesti, Nilüfer’e aday olacak!’ denilen Mustafa Bozbey eski dönem başkanlarından Özgür Şahin’in adaylığını destekliyor gibi…

Şahin, genel seçimlerin hemen ardından, ilçede başkanlık yaptığı dönemde elde ettiği başarıları gösteren grafiklerle küçük bir hatırlatma yaparak haftalar önce koltuğa göz kırpmıştı…

İl başkanlığı yarışı da iki ismi karşı karşıya getirecek gibi. İsmet Karaca geri dönmesi gerekirse diye koltuğunu sağlam ellere teslim etmek için çok uğraş vermiş ve il başkanlığına Turgut Özkan’ı oturtmuştu hatırlarsanız. Şimdi bu iki isim arasında bir yarıştan söz edebiliriz.

Hem İsmet Karaca hem de Turgut Özkan il başkanlığına talip. Daha çok isim var da şimdilik bu ikili arasındaki yarış dikkat çekici bence.

Yerelde durum ‘döner istiyorum, ama dönmesin istiyorum, değişim istiyorum, ama değişmesin istiyorum’ şeklinde…

Genelde de pek farklı bir tablo yok önümüzde…

Birçok CHP yazısı yazdım, kurultaya kadar pek çok yazı daha yazacağım ortada. Tüm yazılarımda değişimin şart olduğunu vurgulayacağımdan emin olabilirsiniz.

Yine tüm yazılarımda değişimin partideki bu yapı ile zor olduğundan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu istemediği sürece koltuğundan onu kimsenin kaldıramayacağından da bahsedeceğim.

Ve yine, CHP ciddi bir değişimle yerel seçimlere gitmezse, ciddi bir hezimete uğrayacağının, sonucun facia olacağının da altını çizeceğim…

Değişim zor bir iş beyler…

Öyle değişsin istiyorum, ama ben kazık çakayım demekle olmuyor…

İnegöl ne zaman il olur?

İnegöl ne zaman il olur?

Öncelikle şunu net ifade etmek gerekiyor: Türkiye’nin belirli bir süre daha seçim atmosferinden çıkamayacağı kesin.

Nedeni belli…

Önümüzdeki yıl 2024 tarihinde gerçekleşecek seçimler…

Bu seçimler yerel…

Yerel olunca havası da bir başka oluyor.

Bir tarafta bu gerçekler yaşanırken, diğer tarafta da ülke genelinde il olması beklenen yaklaşık 19 ilçe var.

O ilçeler arasında İnegöl de bulunuyor…

Şimdi sormak lazım…

İnegöl yerel seçimlerden önce il olur mu?

Bu soruya yanıt verebilmek için bazı verilerin iyi okunması gerekiyor.

Bu minvalde ilk olarak bir önceki yerel seçim sonuçlarına bakmak lazım.

O sonuçlara baktığımızda, Cumhur İttifakı’nın adayı Alinur Aktaş, seçimde Bursa’dan 898 bin 292 oy almıştı.

Rakibi Mustafa Bozbey ise 851 bin 360 oy.

Yine kendi adayını çıkaran, son seçimlerde CHP’den milletvekili seçilen Saadet Partisi’nin adayı Mehmet Atmaca ise 32 bin 589 oy almıştı.

Öte yandan, son genel seçimlerde Millet İttifakı logosu ile seçime giren ve o zaman kendi adayını çıkaran DP de yaklaşık 12 bin oy almıştı.

Ya da diğer bir deyiş ile son genel seçimlere Millet İttifakı bünyesinde giren iki partinin oyu 44 bin civarında…

Siyasette her zaman 1+1 iki etmez, ama ettiğini varsayarsak öyle bir durumda yaklaşık 47 binlik farkın 5 bin civarına düştüğünü ifade edebiliriz.

Yine bu farkın en fazla yoğun olduğu ilçelerin başında İnegöl geliyor. İnegöl’de Cumhur İttifakı’nın adayı lehine oy farkı 30 bin civarı idi…

İnegöl il olsaydı böyle bir durumda Bursa Büyükşehir Belediyesini kazanan aday Mustafa Bozbey olurdu

O zaman önümüzdeki yerel seçimler öncesi İnegöl il olur mu sorusunun yanıtı bana göre hayır.

Kimse bu riske girmek istemez.

Özellikle AK Parti hiç istemez…

O zaman İnegöl il olursa ancak yerel seçimlerden sonra olur…

Bunun aksini söyleyenler siyaseti bilmeden konuşanlardır…

GİRESUNLULAR KOCAYAYLA’DA BULUŞUYOR

Bursa farklı kültürlerin buluşma noktası. Bu noktadan bakınca gerek Anadolu gerek Balkanlar gerekse Kafkaslar’dan gelen birçok yurttaşımızın doydukları kent Bursa olmuş.

Doğdukları kent ile doydukları kültür arasında bağları STK’lar üzerinden sağlayan yurttaşlarımız zaman zaman da etkinliklerle bu birlikteliği perçinleştiriyorlar.

Bu minvalde ilimizde yaşayan Giresunlular hafta sonu Kocayayla’ya çıkarak şenlikte buluşacaklar.

Siyasilerin de yoğun ilgi göstermesi beklenen etkinliğe aslen Giresunlu olan İstanbul Milletvekili Hasan Turan ile Sanayi ve Teknoloji Bakanı M. Fatih Kacır’ın da gelmesi bekleniyor.

Vakti olanlar hem etkinliğin hem de bu vesile ile Keles Kocayayla’nın havasını almış olur, bizden hatırlatması.

7 renk 1 ahenk Cilo, huzurdan yana açtı

7 renk 1 ahenk Cilo, huzurdan yana açtı

Çiçekler; karda, buzullarda, suda, dağlarda, taşlarda, tebessümlerdeki gamzelerde ve yüreklerde de açar. Yeter ki emekle, sevgiyle ve samimiyetle dokunun, tıpkı Hakkari’de olduğu gibi..

Hakkari de Hayat Var” mottosuyla şehre adım attığı ilk günden bu yana A’dan Z’ye her başlıkta büyük başarılara imza atan Vali İdris Akbıyık, CİLOFEST 2023 ile yine tarihe düşülen bir başarının mimarı oldu.

1-2 Temmuz’da bu yıl 5’incisi düzenlenen ve 3 bin 400 rakımda gerçekleşen festivale on binlerce doğasever adeta akın etti.

3 bin 400 metre yükseklikteki İki Yakalar Cilo Sat Göllerine çıkıp oradaki mucize güzellikleri görünce hayranlıktan nutku tutulan sadece biz değildik elbette.

Bizden ziyade Hakkarililer hayranlıklarını gizleyemiyordu, çünkü onlar da bizim gibi ilk kez görüyordu bu cennet parçasını.

Yakın geçmişe kadar terör örgütünün mekanı olan ve insanların can korkusuyla adım atamadığı dağlar, şimdi gerçek sahipleriyle güven ve huzur içerisinde hasret gideriyordu.

Festival alanına akın eden Hakkarililerin coşkusu görülmeye değerdi. Elinde bastonuyla gördüğüm yaşlı adama espriyle “vallahi helal olsun sana amca, buralara kadar çıkmışsın” dediğimde, gözlerinden akan altyazı terörün yarattığı travmalar sonrasında şimdi yaşadığı kavuşma coşkusunu anlatıyordu aslında.

Velhasılı kelam, dünyada cennete dair bir tasvir varsa şayet, onun adı Hakkari’dir derim. Ve bu cennet vatan parçası son yıllarda açtığı huzur, güven, hizmet çiçekleriyle Türkiye ile birlikte dünyanın da turizm lokasyonlarından biri olmayı başardı.

Hakkari Valisi İdris Akbıyık’ın “Hakkari de Hayat Var” yol haritasıyla attığı adımlar, Hakkari’nin birkaç yıl içerisinde bir dünya şehri olmasına vesile oldu.

Hakkari’nin dışarıya açılan kapısı sadece turizm olmadı elbette. Başta Türkiye Şampiyonaları olmak üzere pek çok sportif etkinliğe ev sahipliği yapan Hakkari, binlerce “Türkiye Evladını” misafir ederek bölgeler arasında sayısız gönül köprüsü inşa etti.

Şehri Cevher Hakkari’nin sportif faaliyetlerine ve turizm çerçevesine yön veren Tabiat Ana, sunduğu doğal güzellikleriyle o kadar bereketli ve cömert davrandı ki; gelen aşık oldu, bir daha bir daha geldi ve sonrasında arkasına eşini, dostunu, akrabasını katarak geldi.

Kurban Bayramı tatilinde bizim gibi Hakkari ve Yüksekova’yı tercih eden binlerce yerli ve yabancı turist tarihe geçen bir festivalin de keyifdârı oldu…

Bu yıl 5’inci düzenlenen CİLOFEST 2023 bebek, çocuk, genç, yaşlı onbinlerce insanın 3 bin 400 rakımlı Cilo Sat Göllerine akın etmesine vesile oldu.

Festivale katılım o denli yoğundu ki, on binlercesi alanda yer bulurken bir o kadarı da alanda yer kalmadığı için geri dönmek zorunda kaldı.

Başta Hakkarililer olmak üzere festival alanında adeta küçük bir dünya vardı. Pek çok ülkeden gelen ziyaretçinin oluşturduğu yelpazeyi Türkiye’nin yedi bölgesinden akın eden vatandaşlar daha da büyütüyordu.

7 Renk 1 Ahenk CİLOFEST 2023’ün coşkusu festival alanını dolduran her bir yüreği sarmıştı ve bu coşku görülmeye değer muhteşemlikteydi.

Her yanından akan buz gibi sularıyla, dört bir yanını saran buzulları ve dağlarıyla, her bir adımınızda karşılaştığınız onlarca çeşitte bitki örtüsüyle, rengarenk mis kokulu çiçekleriyle kaplı gölün etrafını turlarken ettiğim sohbetlerden yansıyanlarla birlikte gözlerden okuduğum “off the record” duygular, elde ettiğimiz huzur ve güven ikliminin daimiliğinden yanaydı. Zira daimiliğin olmadığı gel-git uygulamalar korku ve güvensizlik duygularına tavan yaptırırken bölgeyi de “kayganlıktan” kurtarmaz…

TÜRKİYE’NİN EN YÜKSEK FESTİVALİ YÜKSEKOVA’DA BAŞLARKEN, TÜRKİYE YANI SIRA DÜNYANIN HER ÜLKESİNDEN YÜZLERCE DOĞASEVER 3 BİN 400 RAKIMLI GÖLLER BAŞINA 2.GÜNDE DE VATANDAŞLARIN AKININA DEVAM EDİYOR. (METİN TEK/HAKKARİ-İHA)
Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde düzenlenen ‘5. Cilo Fest’, 2. günde de vatandaşların akınına devam ediyor.

İki günlük festival takvimi dolu doluydu. Sportif faaliyetlerle birlikte sahnenin de adrenalini festivale yakışır nitelikteydi. Jandarma Arama Kurtarma (JAK) personelinin sergilediği FLYBOARD performansı herkesten tam not alırken, tüm alkışları ve hayranlıkları da topladı. Buz gibi gölde gerçekleştirdiğimiz bot keyfimiz, yelkenlilerin yarışı, kanolarda çekilen kürekler, tırmanışlar, yürüyüşler, üşümeyi düşünmeden suya atlayıp yüzenler ve daha nicesiyle her şey unutulmazdı.

HAKKARİ’NİN YÜKSEKOVA İLÇESİNDEKİ 3 BİN 400 RAKIMLI SAT BUZUL GÖLLERİNDE BİNLERCE KİŞİNİN KATILIMIYLA DÜZENLENEN “5. CİLO FEST” SANATÇI TUĞÇE KANDEMİR’İN KONSERİ İLE SONA ERDİ. (İHA/HAKKARİ-İHA)
Hakkari’nin Yüksekova ilçesindeki 3 bin 400 rakımlı Sat Buzul Gölleri’nde binlerce kişinin katılımıyla düzenlenen “5. Cilo Fest” sanatçı Tuğçe Kandemir’in konseri ile sona erdi.

Festivalin ikinci günü sahne alan sanatçı Tuğçe Kandemir ile birlikte Hakkarili sanatçı Aydın Aydın ve Hakkari Sanat Topluluğu binlerce kişilik halayların mimarı oldu.

Aydın Aydın’ın türküleriyle verdiği çevre bilinci mesajları önemliydi. Festival boyunca öyle çok ters halay çektik ki (Hakkari de halaylar ters yönde ilerler) özümüze dönüş yolculuğu yaparcasına her yanımız toprağa bulanmıştı.

Özetle festivalin keyfini ve yorgunluğunu halâ üzerimizden atamasak da önümüzdeki yıl için şimdiden hazırız…

Milliyetçiler, köylüler ve oy sandıkları

Milliyetçiler, köylüler ve oy sandıkları

Yazıya, bu başlığa ilham olan Alman Yazar Hans Fallada’ya selam göndererek başlamalıyım.*

Seçim sonucunu, köylüler ve milliyetçilerin belirlediği yönündeki kanaatler ağırlıkta. Günlerimiz bu tartışmalarla devam ediyor. Daha da devam edecek.

Milliyetçiliğin bu sonuç üzerindeki etkisi, çok da maharet gerektirmeyen devlet imkânlarının kullanıldığı manevralar ve muhalefetin beceriksizliği ile gerçekleşti.

Ancak, köylülerin süregelen mutlak etkisinin nedenleri ise biraz daha derinlerde. Bu etki 70’li yıllarda sağcı politikacıların köyden kente göçü ile başlatıldı.Tarımdan koparılanların kentlerde de köy kültürü ile yaşamaya mahkum edilmesi ile  devam ediyor.

Köyden kente göç politikaları esnasında “tarımda sübvansiyon” diye oldukça sevimli görünen ve temelde köylünün yararına olabilecek politikalar da devreye sokuldu. Böylelikle köylerde kalanlar geçimlerini sağlamak üzere devlet destekleri ile sarıp sarmalandı. Krediler, ayni yardımlar, hibeler, zararına da olsa devletin ürün alım destekleri sürdü gitti.

Kooperatifleşme, tarımda verimliliği artıracak teknoloji, yerel kaynaklar, sendikalı tarım işçiliği, yerli tohum, gübre ve tarım ilaçlarında sürdürülebilir ekonomik çözümler tu kaka edildi.

Kentlere göç ettirilip, asgari ücretle uluslararası sermayenin ucuz iş gücüne sunulan genç çiftçi nüfusu ise sosyal bir olgu olarak köylüleşmeyi kentlere taşıdı.

Nitekim bu sürecin sonunda buğdaydan samana dek çeşitlenen tarım ürünleri ithalatı normal hale geldi ülkemiz için. Ekilebilir binlerce dönüm tarım alanı atıl duruma geçti. Bir o kadarı da sanayi ya da konut alanları için feda edildi.

Böylelikle üreterek zenginleşme şartları yok edilip, tüketerek yaşamanın lütfuna razı edilmiş bir köylü nüfusu oluşturuldu.

Dünyaya buğday bu coğrafyadan yayıldı ancak, yüzbinlerce  insanımız büfe önlerinde ucuz ekmek kuyruğunda.

Bir yılda 2-3 hasat yapılabilen topraklarda yaşıyoruz ama sebze meyveye muhtacız neredeyse.

Ülkemizin 3 tarafı denizlerle çevrili ama balık yiyemiyoruz.

15-20 yıl önce hayvancılıkta kendi kendine yeten ülkemiz artık angus ithal ediyor.

Şair Şükrü Erbaş, köylülere dair yazdığı ve çok tartışılan şiirinin bir kıtasında şöyle diyor;

“…..Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler

Kendilerinden olanlarla alay edip

Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.

Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.

Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.

Yiğittirler askerde subay dövecek kadar

Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-

Ezim ezim ezilirler.

Enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.

Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp

Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.

Dindardırlar ahret korkusu içinde…”

Milliyetçilere gelince.

Cumhuriyet, imparatorluk bakiyesi olan ümmetçilikten ulus kimliğine geçişi öngörüyordu. Bu geçiş tamamlanamadı. Tamamlanması için günümüze dek geçen 80 ya da 100 yıl da kısa bir zamandır aslında.

Ümmet bilinci olanca canlılığı ile kendi mecrasında gününü bekledi.

AKP’nin ortaya çıkışı ile o gün de geldi.

Neo Osmanlıcı politikalar milliyetçi tabana sıcak geldi. Bu tabanın çatı partisi olan MHP de bir süre sonra devlette yer bulabilmenin telaşı ile ümmetçi iktidarı güçlendirecek politikalara ortak oldu. Bunun üzerine seküler milliyetçiler, partiden kopup kendi “iyi” partilerini kurdular. Ancak kendi parti kimliğini belirginleştirmek konusunda yeterince cesur davranamadılar. Oysa zaten, biraz solunda olan CHP’den, biraz sağında olan MHP’den  ayrışacak bu kimliğini güçlü bir şekilde ortaya koyması gerekiyordu. Olmadı.

Ziya Gökalp’ten Nihal Atsız’a, Nihal Atsız’dan Alparslan Türkeş’in (sonradan vazgeçilen) 9 ışık doktrinine kadar Türk Milliyetçiliğin esasları hep tartışıla geldi.

Bu tartışmalar genellikle son Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin bekası üzerinde uzlaşılarak kapatıldı. Bu ülkede devlet sadece milliyetçilerindi. Bu devlet için en iyisini onlar bilir, onlar söylerdi.

Yakın Cumhuriyet tarihi boyunca çok önemli siyasi sosyal çatışmaların kaynağını da bu anlayış oluşturdu.

Geldiğimiz noktada laik Cumhuriyetin yok edilebilmesi için ulusal kimliğe dayalı demografik yapının bozulması şart. Arap göçü ile bu kültürün yayılacağı ve Türklerin asli yönetim anlayışı olan laikliği tu kaka edecek bir plan bizzat devleti yönetenler tarafından uygulanıyor.

Milliyetçiler bu planı uygulayanlara oy verdiler. **

* Hans Fallada’nın “Köylüler, Kodamanlar ve Bombalar” isimli romanı.

** Bunun tarihsel köklerini merak edenler 8 Temmuz 1969 tarihli MHP Adana il kongresinden sonra Nihal Atsız’ın yaptığı açıklamalara bakabilirler.

Eksi giden ihracatta Bursa umudu

Eksi giden ihracatta Bursa umudu

Memleketin dövize ihtiyacı var.

Nedeni basit.

Kazandığımız döviz harcadığımız dövize yetişmiyor bir türlü!

Yani meşhur adıyla cari açık belası dikiliyor karşımıza… Üstelik de bir yığın kısa ve uzun vadeli dış borç var döndürecek.

Bu atmosferdeki netice ise TL’nin değer kaybına zorlanması. Yani döviz kurunun yükselerek enflasyon üzerinden vatandaşın alım gücünü hırpalaması!

Döviz borçlanmasının giderek daha pahalı hale gelmesi ve bir tür gizli vergi gibi karşımıza dikilmesi…

Kuru tutmak için yeterince döviz rezervinin olmadığında ise faturayı yükselen faizlerle ödemek zorunda kalıyor bu kez sade vatandaş.

Kısacası döviz kaynaklı döngüsel krizlere girip duruyoruz neticede!

Dolayısıyla bu kısırdöngüyü kırmadığımız sürece iki yakamız kolay kolay bir araya gelmez.

Kalıcı bir başarı ise ithalatı azaltıp ihracatı artırmakla mümkün görünüyor.

Bugünden yarına olacak bir süreç olmadığı ise aşikar. Yani bir an önce yerli üretim ve ihracatı önceleyen politikalara geçmek gerekiyor!

Özellikle de ihracatçının rekabet gücünü artıracak formüllerin ivedilikle sahaya sürülmesi şart.

Ancak özellikle son bir yıldır ihracatçının eli kolu hayli bağlı biçimde rakipleriyle mücadele etmek zorunda kaldı.

Bir yanda yüksek maliyet baskısı diğer yanda düşük kur hırpaladı ihracatçıları.

Uygun koşullu finansa erişim ise bir başka bela olarak dikildi karşılarına!

Ve bu süreçten etkilenmeyen sektör kalmadı. Ama özellikle emek yoğun ve fiyat duyarlılığı olan tekstil ve konfeksiyon gibi sektörler daha ağır bir yara aldı.

Seçimlerin ardından değişen para politikası ile birlikte bırakılan kurlar ise henüz ciddi bir artık etki yaratmış görünmüyor maalesef!

Taze açıklanan haziran ayı rakamları birkaç etkenden dolayı zayıf bir performans sergiledi.

Peki ya bundan sonra neler olur ihracat dünyasında?

Yanıt için öncelikle hazirana ait rakamların nasıl bir manzara çizdiğine bakalım.

Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe’nin ifadesiyle “Geçen yılın aynı ayına göre yüzde 10,5 eksideyiz. 2023’ün ilk yarısını geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1,8 ekside kapattık. Son 12 aylık ihracatımız ise 251,9 milyar dolara ulaştı”.

Özetle haziranda ve ilk 6 ayda geri viteste görünüyor ihracat dünyası! Ve yıllık 265 milyar dolarlık hedefin de bir miktar uzağındayız.

Peki niye eksideyiz?

Haziran ayında parite etkisinin 279 milyon dolar lehimize olmasına rağmen kaydedilen düşüşte kısmen depremsellik etkisi kendini gösteriyor. Ve kısmen de uzun bayram tatilinin dayattığı takvim etkisi var bu gerilemede.

Yani biri doğal bir süreç. Diğeri ise takvim kaynaklı baz etkisi.

Deprem kaynaklı ihracat kaybının telafisi biraz daha zaman alacak ne yazık ki! Tatil faktörü ise hemen temmuzda lehimize dönecek pozitif baz etkisi ile. Çünkü 2022’de Kurban Bayramı temmuz ayındaydı. Bu yıl ise haziranda.

Yani ikinci yarıyılda öncelikle baz etkisi, ardından da kur etkisi artı değerde ihracat rakamlarını karşımıza çıkaracaktır!

Ve elbette ki deprem yaraları sarıldıkça ek bir katkı gelecektir.

Ancak şu da bir gerçek ki; ihracatçının tek derdi döviz kurları ve takvim etkisi değil. Yapısal birçok sorun var. Ve dış pazarlardaki rekabet de giderek keskinleşiyor.

Küresel ekonomi de yüksek enflasyon ve faiz oranları nedeniyle eski hızında değil.

Dolayısıyla zor bir yıl yaşamaya devam edecek ihracatçımız!

Kısmen pozitif tarafta sayabileceğim gelişme ise ihracatın lokomotif kentlerinden Bursa’nın bütün handikaplara rağmen nispeten olumlu performans gösterme çabasında olması.


Henüz ikinciliği Kocaeli’nden geri alamasa da Bursa’nın haziran ihracatı umut verdi. Bir milyar 515 milyar dolarlık ihracat rakamı 2022’nin haziranına göre sadece yüzde 2,9 düşüş kaydetti! Ama Türkiye ortalamasından 7,6 puan daha iyi bir performans bu.

Negatif takvim etkisine rağmen mayısa oranla yüzde 5,6’lik artış ise yukarı yönlü trendin habercisi. Ve ilk 6 ayda da yüzde 2,9 seviyesinde bir büyüme söz konusu Bursa’nın ihracatında.

Kısacası çok büyük beklentiye girmemekle beraber Bursa’da işler daha iyiye gidecek gibi görünüyor.

Yine de tekstil ve konfeksiyonun hala ekside olduğunu unutmayalım!

Yerel seçimleri ilk konuşan parti BBP

Yerel seçimleri ilk konuşan parti BBP

Genel seçimlerin hemen ardından gelen ve sandığın rövanşı olarak da düşünebileceğimiz yerel seçimler için kolların çoktan sıvanması ve aynı tempoda çalışmaların sürmesi beklenirdi. Ancak iktidar partisi genel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmanın verdiği rahatlıkla ‘ceketimi koysam seçilir’ zihniyetini çalıştırıyor bu kez. Parti daha çok ‘hangi isim hangi belediyeye’ sorusunu soruyor.

İYİ Parti malum, kendi içinde bir hesaplaşma sürecinde. Aldıkları oy oranından memnun değiller, nedenler ve sorumlular üzerinde bir tartışma yürütüyorlar, bu arada nur topu gibi bir parti içi muhalefetleri de oldu.

Her muhalefet partisi bir gün kendi partisi içindeki muhalefetin tadına varacaktır…

Ana muhalefet partisi CHP ise bugünlerde en çok konuşulan isim…

Müzmin bir parti içi muhalefet durumu yaşıyor parti, yapısı gereği. Hatta bir değil birkaç kola ayrılıyor parti yönetimine muhalefet edenler. Üstelik bir de başlayan kurultay süreci işi daha da karmaşık hale getiriyor CHP’de. Kısaca söylemek gerekirse, yerel seçimler için çalışmak şöyle dursun, kendi içlerinde ciddi bir partiye hakim olma kavgası veriyor bütün kesimler şimdilerde.

Bir yanda demokrasi yürüyüşü yapanlar, bir yanda manifesto yayınlayanlar, bir yanda partiden bir süredir uzak kalan ulusalcı kanadın dönüş manevraları, bir yanda ise ‘parti kuruluş ayarlarına dönsün, kucaklaşacağız derken eksenden kaydık’ kaygısını taşıyanlar…

Arada yaz mevsimini tatil yaparak değerlendirmeye çabalayanlar da yok değil…

Tüm bu karmaşanın içinde vatandaşa yönelik bir eylemlilik beklenemez elbette.

Bu itiş kakışın içinde yerel seçimlere yönelik Bursa’daki ilk hamlenin Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı’dan gelmesi doğrusu pek şaşırtıcı olmadı benim için.

Alfatlı deneyimli bir siyasetçi, seçimlerden sonra hem bir değerlendirme yapmak hem de basınla kurmayı başardığı yakın ilişkilerini kaybetmemek adına zaman zaman böyle toplantılar düzenliyor.

Akıllardaki soru; ‘Ekrem Alfatlı’nın yerel seçimlerde aday olma ihtimali var mı?’ sorusuydu. Ağzından hiçbir biçimde ‘yerel seçimlerde adayım’ cümlesini duymadığımız Alfatlı’nın yerel yönetimlere yönelik eleştirileri ve doğru tespitleri vardı. Seçimlere kendi logolarıyla gireceklerinin, kendi adaylarını çıkaracaklarının altını çizdikten sonra;

“Bursa’nın eksikleri var, yapılması gerekenler var, ulaşım Bursa’da önemli bir sorun. Bursa’dan bir AK Parti Genel Başkan Vekili olması, eski Sanayi Bakanının Bursa’dan olması, Bursa’ya olan hizmet akışını hızlandıracağını düşünüyorum” diyen Alfatlı’ya pek de katıldığımı söyleyemem. Zira bu şehir ne bakanlar, ne vekiller, ne abiler gördü, ancak hiçbir dönemde hak ettiği değeri göremedi ne yazık ki…

İki sorum oldu Büyük Birlik Parti Genel Başkan Yardımcısı’na; ilk sorum sivil bir anayasa ihtiyacına yönelik vurgusu üzerindendi.

Malum Büyük Birlik Partisi şu an mecliste değil, ancak anayasanın değişmesinden yana olan, hatta anayasanın değiştirilemez hükmü olan ilk dört maddesinin değişmesini isteyen HÜDAPAR mecliste. Milliyetçi terbiye ile halk olmuş bir partinin bu konudaki görüşlerini merak ettim.

Büyük Birlik Partisi’nin de bir anayasa teklifinin olduğunu belirten Ekrem Alfatlı,

Bizim için anayasanın ilk dört maddesi kırmızı çizgidir. Değiştirilmesi söz konusu değildir. Böyle bir görüşün yanında yer almamız da mümkün değildir. Zaten HÜDAPAR da bu konuda bir tasarrufu olmayacağına yönelik açıklamalar yapmıştır. Biz bu açık beyanların doğruluğuna güveniyoruz” dedi.

Bu cümleler kurulurken, HÜDAPAR ile bir birlikteliğin AK Parti tarafından yapıldığının, kendi partilerinin böyle bir birliktelikten taraf olmadığının da altını çizdi.

Görüyoruz ki, seçimden önce ne dediyse seçimden sonra da aynı noktada duruyor BBP. İstikrar önemli, sözünde durmak daha da önemli bence…

İkinci sorum ise yaklaşık 20 yıldır iktidarda olan AK Partili belediye başkanları tarafından yönetilen Bursa’nın sorunlarının halen çözülemediğine dikkat çeken ve bu sorunların nasıl çözüleceğini merak eden bir yaklaşım içeriyordu.

Biraz havada kalmakla birlikte, bundan sonrasından umutlu olunduğunu anladım konuşmalardan. Yerel seçimlere yönelik en vurucu söz ise bir sürpriz beklendiği yönündeki açıklamaydı.

“Şunu görüyorum ki, Mart ayında olacak seçimlerde ciddi değişimler olacak. Özellikle Ankara ve İstanbul’da değişim olacağını düşünüyorum. Belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı yardımcısı adı altında şehir şehir gezmesi ciddi anlamda olumsuz bir sonuç verdi. Dolayısıyla yerel seçimlerin muhalefet için kötü sürpriz sonuçları olacağını düşünüyoruz!”

Kendi içindeki kurultay sürecini hızla sonlandırıp tazelenmiş kanla meydanlara çıkmaya niyet etmeyen bir CHP ise sözünü ettiğimiz, aklıma hiç getirmek istemesem de bazen ben de bu kötü sürpriz sonu düşünüyorum…

İktidarlaşan muhalefet

İktidarlaşan muhalefet

Derin derin sosyolojik tahlillere, arkası kesilmeyen siyasi analizlere gerek yok.

Seçim biteli bir aydan fazla bir süre oldu.

Beklendiği üzere ekonomi uçmadı, tablo bir nebze daha ağırlaştı. Emekliye, asgari ücretliye zam gelse de artış yolda buhar oluyor, üstüne pahalılık artıyor.

Yaklaşık kırk gün önce memleketteki durumu değiştirmek, yaraları sarmak amacı ile propaganda yapan muhalefet ne yapıyor?

Şimdi bu satırların üzerine ‘en kolayı muhalefete vurmak’ diyenler olabilir, normaldir.

Ancak iktidarın 22 senedir girdiği seçimleri kazandığı bir siyasi iklimde muhalefetin temsilcilerinin de konforlu ve sıcak koltuklarından kalkıp küçük bir yüzleşmeye ihtiyacı yok mu?

İhmalin yol açtığı durumlarda haklı bir şekilde ‘istifa’ çağrısı yapan kadro söz konusu kendilerine geldiğinde neden ‘ben yapmadım miki yaptı’ diye sorumluluğu başkasına atıyor?

Elbette seçimler kazanılır kaybedilir, bu kendini demokrat addeden ülkelerde sıradan bir durumdur.

Sıra dışı olan durum ise kaybedilen seçim sonrası muhalefet temsilcilerinin dalga geçer gibi ‘Aslında sandığı tutsaydık, oylara sahip çıksaydık kazanırdık’ açıklaması yapmasıdır.

Oylara sahip çıksaydınız ağalar, sizi kim engelledi?

Yoksa seçimi kazanmak zül mü geldi?

İşte tam da bu dönemde CHP’den ara ara ihraç istemiyle disipline sevk edilen Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın ‘adalet ve değişim’ çağrısı ile Ankara’ya başlattığı yürüyüşe CHP Sözcülüğü makamında bulunan ve 6 dönemdir vekillik zırhını kuşanan Faik Öztrak’tan ‘Ateş olsa cirmi kadar yer yakar’ tepkisi geldi.

Gözümüz aydın, muhalefet de iktidarlaştı!

Eleştiri kabul etmeyen, hatayı kendinde aramayan, ‘değişim’ kelimesini cümle içinde kullanmayı çok seven ancak anlamına gelince kayış atan bir ana muhalefet partimiz var artık.

Sırf bu tavır yüzünden seçim öncesinde gençlerin demokrat dedesi, ‘piro’su Kılıçdaroğlu, kırk günde milletin gözünde kendini ‘persona non grata’ ilan ettirerek hayli ilginç bir başarıya imza attı.

Tabii bizde bu durum gayet normal…

Türkiye’nin muasır medeniyetlere kafa atmasına yol açan ve ‘istifa’ gibi saçma sapan bir mekanizmanın varlığını reddeden kim varsa canı gönülden kutlarım. Nedir kardeşim o öyle? Her yerde bas bas ‘Bu seçim en kritik seçim, kaybedersek biteriz’ diye bağırdıktan sonra seçimi kaybettiler diye istifa mı etsin adamlar?

Ne münasebet değil mi? Bu arada istifa isteyenleri de trol ilan etmiş hanedan mensupları, hayırlısı olsun.

DEVA, Gelecek ve Saadet’e verilen vekiller kıyasıya eleştiriye neden olurken, İYİ Parti lideri Akşener de köprüleri yakmışken yerel seçimler öncesinde görülen o ki ‘Millet İttifakı’ sona erdi. En azından şu anlık.

Önümüzdeki marta kadar ne olur, nasıl anlaşmalar yapılır orası meçhul.

Ancak CHP içerisinde bu ‘görkemli kaybedenler’ havası dağılmadığı sürece yerel seçimlerde başarı zor, eldeki belediyelere sahip çıkmak daha da zor.

Çünkü şehirlerinde başarılı olan belediye başkanlarına rağmen partilerine küskün oldukları için sandığa gitmeyecek CHP’liler (en azından şu an için) hatırı sayılır boyutta.

2019’da büyükşehirlerin neredeyse tamamını kazanan CHP, önümüzdeki sene sandığa Kılıçdaroğlu’yla mı, İmamoğlu’yla mı yoksa bambaşka bir isimle mi gidecek göreceğiz.

Bugünden görünen o ki, eğer fetret devri sona ermez ve Kılıçdaroğlu ‘Ben aday değilim ama aday gösterirlerse hayır demem’ alicenaplığı ile millete kendisinin aday gösterilmesi için el altından baskı yaparsa, seçmen pusulada CHP’nin tabutuna son çiviyi çakarken Kazak Abdal’ı yad edecek bu gidişle:

“Derince kazın kuyusun,

İnim inim inlesin

Kefen dikmeye iğnesin,

verenin de…”

Yollar ve yol arkadaşları

Yollar ve yol arkadaşları

Geç tanıştım J.R.R Tolkien’ın o dev dünyası ile…

Yirmili yaşlarımın ortasındaydım. İlk olarak Hobbit’i okudum. Fantastik bir hayal gücü ürünü kurguları seviyordum ama “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesi bana yepyeni boyutlara kapılar açmıştı.

Hikayenin kahramanlarından Frodo’nun görevi bütün dünyaya hakim olmak için yaratılan o tek yüzüğü Elf demircilerinin dövdüğü yer olan Hüküm Dağı‘ndaki lav çatlaklarına atarak yok etmektir. Bütün dünyaya yayılan kötülüğü ve onun mimarı Sauron’u yok etmek için çıktığı yolculuk, bana Gandi’nin İngilizlere başkaldırmak için denize doğru çıktığı tuz yolculuğunu hatırlatır.

Bizim tarihimizde de böyle önemli yürüyüşler vardır. Siyasi tarihimizin kilometre taşları olmuştur. Benim unutamadıklarımın başında tabii ki 1993 yılında yapılan Madenci Yürüyüşü gelir.

Genel Maden-İş Genel Başkanı Şemsi Denizer’in kış ortasında Zonguldak’taki madenleri kapatmaya çalışan Turgut Özal’a direndiği yürüyüş unutulmazlardandır. Arkasına bir şehri alarak yürütülen hak mücadelesi bu ülkede ne kadar unutturulmak istense de hafızalarda canlı durmaktadır.

Daha sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü de yakın tarihimize damga vuran olaylardandır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası alınan OHAL kararlarının FETÖ’den çok muhalif, gazeteci ve akademisyenleri sindirmeye yönelik kararlarından ortaya çıkmış hukuksuzluklara bir başkaldırıydı…

O gün 69 yaşında olan Kemal Kılıçdaroğlu yaz ayında Ankara’dan İstanbul’a kadar yürümüştü. Ama galiba Süleyman Demirel’in o ünlü sözü doğru çıktı.

Ne adaletsizlikler ne de yollar yürümekle aşındı.

CUMHURIYET HALK PARTISI GENEL BASKANI KEMAL KILICDAROGLU ADALET YURUYUSUNUN SONUNDA MALTEPE MITINGINDE KONUSTU FOTOGRAF: ZIYA KOSEOGLU/CHP GENEL MERKEZI

Bugün başka bir yürüyüş karşımızda duruyor.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin haşarı çocuğu Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan da seçim sonrası partide değişim isteyerek yollara düştü.

Özcan, CHP’nin bazı kişilerin işgali altında olduğunu, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlıkta seçim kaybetmesi için tutulduğunu iddia ediyor.

Kimileri sokakta hak aranmaz dese de Gandi dev Hindistan’ı İngiliz sömürüsü altından, sokakta yaptığı yürüyüş ve açlık grevleri ile özgürleştirdi.

Tanju Özcan da bugün CHP’yi kendince özgürleştirip, Yüzüklerin Efendisi’ndeki Frodo gibi kötülüğün kaynağı Mordor diyarını ve onun hükümdarı Sauron’u yok etmek için yola çıkmış durumda.

BOLU BELEDIYE BASKANI TANJU OZCAN, ANKARA’DAKI CHP GENEL MERKEZINE GERCEKLESTIRECEGI ‘DEGISIM VE ADALET’ YURUYUSUNU BASLATTI. FOTOGRAF-MURAT KUCUK-BOLU-DHA

Ama benden kendisine tavsiye: Yanına Frodo’nunki gibi yol arkadaşları bulmalısın!

Saruman, Aragorn Legolas, Gimli, Bromir, Sam, Merry, Peregrin gibi yol arkadaşları bulmalısın.

Geçmişte kalan, parti içi demokrasinin yanından geçmeyen, baraj altında kalan CHP’nin Genel Başkanlığından istifa eden Deniz Baykal’ı mega star gibi sahneye çıkarıp partinin başına geri döndüren şakşakçı Mehmet Sevigen gibi kişileri yanına alırsan, akıl hocan da Önder Sav olursa…

Benden söylemesi yaya kalırsın tatar ağası…

Borsa kanatlanarak psikolojik sınırı aştı

Borsa kanatlanarak psikolojik sınırı aştı

Piyasalar tatilden coşkulu döndü.

Topyekûn bir yükseliş havası hakim oldu haftanın ilk işlem gününde.

Döviz, altın, hisse… Hepsi yükseliş havasında!

Neyse ki reel ekonomi açısından hayati önem taşıyan döviz kurlarındaki hareketin nispeten sınırlı olduğuna şahit olduk.

Kurban Bayramı öncesinde hayli oynak bir seyir izlemesinin ardından 26 liranın altına düşen dolar tekrar bu kritik seviyeyi aştı.

Ancak, günlük kur hareketi yüzde 0,25 ile sınırlı kaldı ve 26 TL’nin altına geri çekilme yaşandı. Euro tarafı daha hareketliydi. Parite etkisiyle Euro karşısında TL’deki kayıp gün içinde yüzde 1’i aşmasına karşın gün sonunda yüzde 0,6’da kaldı kayıp oranı.

Altın tarafında ise bayram tatili öncesinde bin 600 liranın altına inen gram fiyat, dolardaki hareketlenme nedeniyle yeniden bu direnç seviyesini kırdı!

Ama yükseliş hızı sınırlı kaldı. Çünkü dış piyasalarda ons fiyatta kayda değer bir hareket yok bugünlerde. Gram altını yukarı taşıyan faktör doların lira karşısındaki hafif yükselişiydi. O da çok sınırlı kaldı.

Tatil dönüşünde yatırımcının tam anlamıyla yüzünü güldürense Borsa İstanbul oldu!

Peki neden?

Merkez Bankası’nın pek tatminkar olmasa da faiz artışıyla verdiği ortodoks politikalara dönüş sinyali sonrasında hisse senetleri yeniden cazip hale geldi.

Bankalara uygulanan regülasyonların da yeniden gözden geçirilmeye başlanması olumlu bir hava yaratıyor. Bunun yanı sıra yabancı yatırımcı beklentisi de BIST’i diri tutma opsiyonu oluşturmakta.

Ancak yabancılar hala kurun bir miktar daha yükselmesini bekliyor. Bir de U dönüşünün yol haritasını görmek elbette ki!

Yine de yavaş yavaş yabacıların Borsa İstanbul’da yeniden boy göstermeye başladığını görüyoruz. Küresel yatırım iştahındaki hafif düzelme de pozitif katkı sunmakta bu sürece.

Sonuçta yeni haftanın ilk işlem günündeki tarihi zirve seviyeleriyle karşılaştık.

BIST 100 Endeksi, 6 bin 18 puanla rekor tazeledi. Yüzde 4,5 civarındaki günlük primle beraber ulaştırma başta olmak üzere tüm sektör gruplarında yükselişe şahit olduk.

Artık 6 bin üstü seviyeler hesaplarda dikkate alınıyor!

Bundan sonrasına baktığımızda Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibinin izleyeceği politikaya bağlı olarak piyasaların daha stabil bir atmosfere girmesi kuvvetle muhtemel.

Dövizin gideceği daha bir miktar yol var elbet yıl sonuna kadar! Ancak ani ve yüksek oranlı artışlar için kur cephesinde uygun bir alan pek kalmadı.

Her ne kadar reel faiz hala ekside olsa da döviz üzerindeki baskı eski seviyesinde değil artık. Ayrıca yeni MB yönetimi, dövizde istikrarı önemsemiyor gibi görünse de! Yani bir başka ifade ile “kuru serbest bırakmış” gibi görünse de doların bu yıl 30 TL’nin üzerine çıkmamasına izin verilmeyecektir.

Çünkü enflasyon yeniden coşmaya başladı. Ve yanı başımızda bir yerel seçim var!

Bu hafta ise normal koşullar altında 25,65 – 27,05 TL aralığında bir dalgalanma opsiyonu görünüyor dolar adına.

Altın tarafına baktığımızda ise ons fiyatın orta vadede yeniden yükseliş trendine girmesi ve 2 bin doların üzerine çıkması beklentiler arasında. Dolar/TL’deki kısmi yükselişle beraber yeni rekorlar da gündeme gelecektir.

Haftalık bazda ise bin 590 – bin 625 TL bandı beklentiler arasında öne çıkıyor!

BIST 100’de ise haftalık hareketin 5 bin 600 ile 6 bin 150 puan aralığında gerçekleşmesi öne çıkan olasılıklar arasında.

Hafta başındaki rallinin gücü sınırlı kalabilir. Geri çekilmede ise 5 bin 750 seviyesi ilk ciddi direnç olarak dikkate alınmalı!

Bursa Devlet Hastanesi’nde inşaat nihayet başladı

Bursa Devlet Hastanesi’nde inşaat nihayet başladı

Bursa’da yaşayan, yaşı 10 ve üstünde olan herkesin muhakkak ve muhakkak eski adı Memleket Hastanesi, yeni adı Bursa Devlet Hastanesi ile ilgili bir anısı vardır. Ya kendisi hasta olup tedavi olmuştur ya da hastanede bir yakını tedavi görmüştür.

Senelerdir vatandaşı tedavi eden hastane sonunda bitap düşmüş, yaşanan depremlerin ardından hastanenin tedaviye ihtiyacı olduğu ortaya çıkmıştır.

Çekilen röntgenler (karot tahlili) sonrası hastanenin bir an önce bazı yerlerinin kuvvetlendirilmesi) alçıya alınması karar verilmiş idi.

Ama o alçı ne hikmetse beş senedir bulunamamıştı.

Bugün yarın diye ötelenmişti.

Sonunda alçı da bulundu…

Neyse buraya kadar işin teşbih kısmı…

***

Şimdi gelelim gerçek kısmına…

Her gün işe gelirken önünden geçtiğim hastaneye şantiye gecikmiş olarak da olsa kurulmuş durumda. Hastaneye sonradan eklenen nefroloji bölümünün ve kantinin bulunduğu tarafta yıkımlar başlamış durumda…

Yıkımların bitmesinin ardından kuvvetlendirmelere geçilecek, ardından Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nin de taşınması ile iki hastane birleşecek…

Ardından tekrar Bursalılara 400 yataklı hastane olarak daha doğrusu şifa dağıtmaya kaldığı yerden devam edecek.

Dile kolay hastane dile gelse, buralardan kimler geldi, kimler geçti diyecek…

Ama gerçek olan şu: Memleket Hastanesi şehrin belleğidir…

***

Hastanenin şifa dağıtmaya kaldığı yerden başlaması ne demek onu da birkaç cümle ile yazmaya çalışalım.

Vatandaşın şehir merkezinde daha rahat bir şekilde sağlık hizmetine ulaşması demek…

Bu Bursa Şehir Hastanesi’nin yükü azalması demek.

Bu Bursa’nın sağlık sorunlarının azalması demek…

Bizim temennimiz odur ki bu sürecin en kısa zamanda sona ermesi…

Bunun için ilk kazma vuruldu. Bundan sonra bunun durmadan devam etmesi.

Bize düşen süreci takip etmek aktarmak.

***

KELES’E DE TUTUKEVİ YAPILIYOR…

Geçen haftalar içinde dağ ilçelerinden Orhaneli’ye cezaevi yapılacağını bu köşeden duyurmuştuk. Bu bir anlamda bölgenin ekonomisine ciddi bir katkıdır.

Şimdi bir başka müjde Keles’e geldi.

Geçen aylar içinde incelemelerde bulunmak için Keles’e gelen Adalet Bakanlığı yetkilileri Keles’e cezaevi yapılması konusunda onay vermişler.

Bu onayın ardından yakın bir tarihte ilçeye en az 200 kişinin kalacağı tutukevinin temelinin atılacağını müjdesini vermiş olalım.

Bu konuda Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’in konuda ısrarcı olması yöre Milletvekili Osman Mesten ve önceki dönem Adalet Bakan Yardımcısı Zekeriya Birkan’ın emeklerini de unutmamak gerekir.

Bizler de bu köşeden emeği geçenleri tebrik ediyoruz, yöreye şimdiden hayırlı olsun dileklerimiz iletiyoruz…

Karaağız Köyü Türkiye’nin özeti gibi

Karaağız Köyü Türkiye’nin özeti gibi

Aslına bakarsanız basın mensuplarının olmadığı, bir topluluğun kendi kendine toplanarak, adına basın açıklaması dedikleri metni okuyup, yine kendi kendilerini alkışladıkları ve birkaç fotoğraf ile bu durumu ellerindeki iletişim adreslerine servis ettikleri açıklamaları yazılarıma konu almak adetim değildir.

Ancak bu durum biraz farklı, zira bahsettiğim biçimde hakkında basın açıklaması yapılan mesele, dün akşamdan bu yana hem Bursa’yı hem de sosyal medyayı sallıyor. Dolayısıyla üzerinde durulması gereken bir durum var ortada. Sırf bu nedenlerle hiç hazzetmediğim biçimde tarafıma iletilen basın açıklamasını da katacağım yazımın içine.

Çünkü bu kez mevzu bahis kadınlar!

Öncelikle konunun ne olduğuna kısaca değinelim.

Birden bire, aniden, ‘erenlerin hikmetinden sual olunmaz’ misali, karar perileri gelip akıllara oturduğundan olsa gerek, Büyükorhan ilçesine bağlı Karaağız Köyü’nde düğün cemiyetlerinde kadınlar ile erkeklerin ayrı oynamasına ilişkin bir kural getirilmiş.

Deniyor ki;

“Düğünlerimizde, kınalarımızda sünnet cemiyetlerinde, asker eğlencelerinde kadın erkek karışık oynanması dinimiz açısından ve köy halkımızdan gelen şikayetler üzerine uygun olmadığı görüşüne varılmıştır. Kadınlarımızın cumartesi günü düğün sahibinin belirlediği bir saate kadınlara özel eğlence düzenlenmesi uygun görülmüştür. Bu alınan kararlara köy halkımızın önemle uyması rica olunur

Kararın alınma sebebi olarak köy muhtarı Arif Yılmaz şöyle diyor:

“Başka yerlerden düğünlerimizi izlemek için gelenlerden kadınlarımız rahatsız oluyordu. Kadınlarımızın kızlarımızın videolarını çekiyorlardı. Kararı bu nedenle aldık. Zaten kadınların düğünlerde oynaması için iki saat süre tanıdık.”

Tüm bu açıklamaların doğruluğunu ve haklılığını kısa bir süre için de olsa kabul edelim. ‘Yaş ortalaması 60 civarında olan köyün eğlencelerini izlemek için etraftan neden insanlar geliyor?’ diye sorgulamayalım misal. Eğlenceleri izlemeye gelen ve videolar çeken bu gizemli kişilerin kimler olduğunun neden açıklanmadığını da merak etmeyelim. Koyalım bu soruların hepsini bir kenara. Yine de karar kendi içinde ciddi bir çelişki taşıyor…

Oynamalarının izlenmesinden rahatsız olan kadınlar,  bütün bir yaz düğünlerde oynayacaklar, düğünlere kadınları izlemeye gelenler de yine gelecek ve hatta iddia edildiği üzere kadınların ve kızların videolarını çekecek…

Çünkü karar 2024 yılı itibariyle yürürlüğe giriyor!

Eee… Kış mevsiminde de düğün yok…

Şimdi 2023 yılında iddia edildiğine göre kadınların şikayet ettiği bu durumdan kadınları ancak 2024 yılı yazında mı korumaya başlayacaksınız?

Çok saçma değil mi?

Madem ortada büyük bir şikayet konusu var, neden hemen müdahale etmiyorsunuz?

Kararla ilgili çıkan haberlerin ardından pek çok yerde açıklamasına rast geldiğim Karaağız Mahallesi Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hayri Sönmez de şöyle demiş:

Kararın resmiyeti yok. Büyükorhan’ın 40 tane köyü var. 30’unda zaten kadınlar ve erkekler ayrı eğlenir. Köydeki kadınlarımız bir senedir söylüyorlardı. Biz de öneri amacıyla, bağlayıcılığı olmayan bir karar aldık.”

İyi de aldığınız kararın sonuna ‘Köy halkımızın önemle uyması rica olunur’ yazmışsınız. Onu ne yapıyoruz bu durumda?

Yazımın en başında yaptıkları basın açıklamasına bir ton laf söylediğim Cumhuriyet Halk Partisi Kadın Kolları da ilettikleri metinde;

“Bu çağdışı, kararı alanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin Çağdaş, laik ve demokratik bir ülke olduğu gerçeğini yok saysa da buna izin vermeyeceğiz. Kadınları karanlığa hapsetmek sizin ne haddinize, bu kararınızdan derhal vazgeçin!

Bizler CHP Bursa İl Kadın Kolları olarak, halkımızın yaşam tarzına karşı yapılan bu saldırıyı kabul etmiyor, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunacağımızı ve bu duyurunun takipçisi olacağımızı kamuoyuna duyururuz” demişler.

Suç duyurusu iyi fikir, ancak oturduğunuz yerden uyguladığınız politikalarla halka ulaşamadığınız konusunun bir kez daha altını çizmek isterim. Bu açıklamayı zahmetinize acımayıp Karaağız köyüne giderek, oradaki kadınlarla yan yana yapsaydınız, ayakta alkışlanmayı hak ederdiniz bence.

Son olarak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; kadınların erkeklerle birlikte eğlenmesini yasaklayan, hatta eğlenceye saat sınırlaması koyan Karaağız köyü 2018 yılında başlattığı çevre direnişi ile akıllara gelen bir yerdi aslında.

Karaağız köylüleri yapılması planlanan biyokütle enerji santralının afişleri ilçedeki reklam panolarına asıldığı günden itibaren Türkiye gündemine oturan bir direnişe imza atmışlar,

‘Sahip oldukları güç ve bilincin yanı sıra asil direnişlerinin çevre savunucularına örnek olması nedeniyle’ cümlesi ile tanımlanarak, ÇGD Bursa Şubesi Çevre Ödülü’nün sahibi olmaya da hak kazanmışlardı.

Nerdeeennnn nereye…

2018 yılında Türkiye’ye mal olan bir çevre direnişi başlat, 2023 yılında kadınların eğlencesine getirdiğin kısıtlamalarla bir kez daha Türkiye gündemine otur

Karaağız köyü ülkenin özeti gibi…

Nedense hep geri, hep geri…

Bursaspor kesinlikle halka açılmalı…

Bursaspor kesinlikle halka açılmalı…

Bursa’nın en önemli marka değerlerinin başında Bursaspor yer alıyor. Özellikle önceki yıllarda yaşanan kötü yönetim ve gereksiz transferler ve tercihler sonrasında kentin takımının geldiği nokta belli.

Sonuç ortada artan kur sonrası borç gırtlağı aştı. Buna rağmen Furkan Banaz yönetimi parayı çarçur etmeden başarılı bir şekilde yönetimi idare etti.

Dün yaşanan kongre vardı…

Gelecek yönetim bu borcu kaldırır mı?

Destek verilmeden zor…

Ama destekten önce Bursaspor’un bu hale kimler getirdi onu iyi irdelemek gerekiyor…

Ardından dersler çıkartıp yeni modeller üretmek gerekiyor.

O modellerin başında bana göre Bursaspor’un halka açılması şart.

Yaklaşık elli milyon dolar borç var.

Bu borcun bir kısmı eski yöneticilere, bir kısmı eski topçulara, bir kısmı da bankalara.

Ya da farklı bir pencereden baktığımızda Bursa’da yaşayan yaklaşık 3 milyon 500 bin Bursalı hemşehrimiz olduğunuzu düşünürsek Bursaspor’a kişi başı 15 dolar verdiğimizden bu borç kapatılabilir.

Borç kapatıldıktan sonra tekrar borç yapılırsa tekrar başa döneriz.

O zaman Bursaspor’un halka açılması ve profesyonelce yönetilmesi gerekiyor.

Bunun için yapılması gereken şehrin seçilmiş vekilleri, başkanları, ticaret odaları, borsaları, iş insanları hatta yurtdışındaki Bursaspor sevdalıları bir araya gelmeli…

Gereğini yapmalı…

Öneri bizden, değerlendirmek hepimizden…

YEREL BAKIŞ’IN KONUĞU BAYRAM VARDAR…

Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin ardından yayınlarına kısa bir süre yayınlarına ara verdiğimiz Norm Haber ekranlarından her pazartesi canlı olarak yayınlanan Yerel Bakış programına bu haftadan itibaren kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bu haftaki konuğumuz uzun yıllar önce İstanbul ardından Gürsu, Osmangazi belediyelerinde ve son olarak da önceki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ile beraber Genel Sekreter yardımcısı olarak çalışan Şehir Plancısı Bayram Vardar olacak.

Son yıllarda Üsküp başta olmak üzere birçok yerli ve yabancı kentin planlamasını gerçekleştiren Vardar ile bugün özellikle son yaşanan deprem sonrası başta Bursa olmak üzere kentlerin nasıl planlanması gerektiğine dair konuşacağımız program saat 14.00’da www.normhaber.com başta olmak üzere sosyal medya kanallarımızdan izleyebilir sorularınızı iletebilirsiniz.

Şimdiden iyi seyirler, vakti olanlar kaçırmasın…

UMURBEY YÜZME HAVUZU TEKRAR AÇILABİLİR Mİ?

Özellikle yaz tatilinin başlaması ile beraber bugünden itibaren yaz okulları da start vermiş olacak. Bir taraftan yerel yönetimler diğer taraftan ise özel spor kulüpleri, kurslar ve STK’larda okullardaki hareketliliğe bizler de kayıt aşamalarında şahitlik ettik.

Bu süreçte özellikle yüzmeye ilgi oldukça fazla.

Önceki yıllarda mülkiyeti Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait olan Umurbey Yüzme Spor Kulübü Yıldırım Belediyesi Spor Kulübü tarafından başarı ile işletilmişti.

Geçen yıl ursa Büyükşehir Belediyesi’ne iade edilen havuzun ipekçilik ile ilgili bir müzeye dönüştürülmesi planlanıyordu. Yaşanan ekonomik dalgalanmalardan dolayı bu belirli bir süre ertelenebilir.

Benim kişisel kanaatim Buranın tekrar açılması durumunda Muradiye’den Zümrütevler’e kadar olan mahallelerdeki çocuklara yüzme eğitimi verilebilir..

Öneri bizden değerlendirmek Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’tan…

Göçenler, göçülenler, göçürülenler…

Göçenler, göçülenler, göçürülenler…

Bugün siyasete biraz ara vererek dünyadan ülkemize bakmanın, bu konuda da Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ı takip etmenin tam vakti. Zira Özdağ, dün sosyal medyada yayınlandıktan sonra çok dikkat çeken, Mudanyalıların 4-5 yıldır muhatap oldukları görüntüleri yerinde incelemek ve durum tespiti yapmak için Bursa’daydı.

Fransa’da yaşananları bir süredir takip ediyorsunuzdur. Ben de ekranlardan gördüğüm, gazetelerden okuduğum kadarıyla fikir sahibi olmaya çalışıyorum. Elbette bir insanın derisinin rengi, dini inanışları, konuştuğu dil ve doğduğu ülkenin neresi olduğu gibi kıstaslarla toplumda karşılık bulmasının yanlışlığını savunuyorum. İnsanlığın bunu gerektirdiğini vurgulamak lazım.

Ancak bir diğer taraftan da bir ülkenin vatandaşlarının yaşadıkları ülkede güvenle, huzurla, alışık oldukları yaşam tarzını sürdürerek, toplum kurallarına tam uyumu gözeterek yaşamalarının öneminin de altını çizmek lazım.

Bu ikisini bir arada bulundurmak için göçmenlerin topluma uyumunu sağlamak konusunu kolaylaştıran ara bölgeler oluşturuluyor pek çok ülkede. Bahsettiğim ara bölgede ve ara zamanda, dahil olacağınız ülkenin dilini, o ülkedeki genel yaşayış biçimini, toplum kurallarını ve ülkedeki işleyişi öğreniyorsunuz. Eğitim konusundaki eksikleriniz de bu bahsettiğim, ara bölge diye tabir ettiğim geçiş sürecinde tamamlanıyor.

Böylece her göçen ve göçülen açısından daha sağlıklı ilerliyor işler.

Bizim ülkemizi ise bu kıstasların tamamen dışında tutuyorum…

Biliyorsunuz ki, bundan yaklaşık 11 yıl önce ülkelerindeki savaştan kaçan Suriyelilerin sınır kapılarımıza dayanması ve Avrupa’nın;

‘Aman bunları bizim ülkelerimize göndermeyin, biz bu karışıklığı kaldıramayız. Siz Türksünüz, size bir şey olmaz. Üç beş para da veririz. Siz bundan sonra gelen göçmenleri içinizde eritin. Baktınız olmuyor, göçmenlerin içinde siz eriyip gidin. Zaten Avrupa’dan ötesi tufan…’  demesiyle, sınırları sonuna kadar açmamız suretiyle başlayan bir göç alma, asla göç vermeme, dalgası yayıldı ülkemize.

Suriyelilerle başladı, ama ardı arkası kesilmedi maşallah. Önce savaş mağdurları, ardından savaşın uyuyan hücreleri, militanlar, Afganlar, nedense hep daha çok genç erkekler, daha az kadın, yaşlı ve çocuklar…

Sürekli bir giriş var çıkış yok…

Bursa olarak şehir merkezinde özellikle Çarşamba Mahallesini, hemen ardından da Başaran Mahallesini göçmenlere adeta teslim ettik…

Klavye başında eşitlikten dem vuranların buralardaki gettolaşma ve asla eşitlenmeme durumundan haberi olmayabilir. Ben hemen bilgi vereyim; Çarşamba mahallesinde yaşayan Türkler evlerinden kaçıyor artık! Yaşayamıyorlar burada! Dayak yiyorlar, taciz ediliyorlar, yolda yürüyemiyorlar!

Bir de ilçelerden en çok Mudanya ile Gemlik’i seviyor göçmenler. Deniz var, güneş var, neden olmasın…

İşte bahsettiğim video tam da bu noktayı anlatıyor…

Mudanya Güzelyalı sahilinde çekilen görüntüler göçmenlerin ülkemiz yaşam koşullarına uyum gösterme çabasını nasıl de es geçtiğini, buna karşılık ülke insanının yaşadığı sıkıntıları ortaya koyuyor.

Bugün Bursa sahillerini dolaşan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın;

Fransa’da yaşananlar Türkiye’de yaşanacakların habercisi. Türkiye’de hadiseler çıkarsa Fransa’daki hadiseler bizdekinin yanında çocuk oyuncağı kalır. Çünkü terör örgütleri Fransa’da silahlı bir altyapıya sahip değil, ama Türkiye’de IŞİD’inden El Kaide’sine hepsinin silahlı altyapıları var!” sözleri ise daha da endişe verici…

Özdağ’ın sürekli olarak altını çizdiği ve pek çok kaynak tarafından da doğruluğu ortaya koyulan ‘silahlı altyapılar’ kavramı burada en kritik olanı.

Biz bu korkularla boğuşaduralım, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın 2022 yılında 4 bin Suriyeli sağlık çalışanını istihdam ettiğine yönelik açıklaması bir kez daha hatırlara geldi, göçmen konusuyla bağlantılı olarak. İşin şu kısmını anlamak zor, kendi ülkende yetiştirdiğin, kendi ülkenin insanı olan ve kendi koşullarında yaşamayı bilen ve dünyanın en iyi tıp eğitimlerinden birini alan doktorlara ve doktor adaylarına ‘giderlerse gitsinler!’ dedikten sonra, Suriyeli doktorları mı istihdam ediyorsunuz?

Bizim ülkemizin insanlarını Avrupa’ya iten, Suriye’den gelen dalgayı da bizim ülkemize doğru püskürten bir güç var da ben mi görmüyorum…

İşin en komik olan tarafı ise bütün bu olanların üzerine tuz biber misali, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in ülkemizi sığınmacı sorunu konusunda başarılı bulup tebrik etmesi ve Avrupa Birliği’ne;

“Son zamanlarda bizim ülkeye daha az göçmen kaçmaya çalışıyor. Bu konuda Türk yetkililer çok başarılı. Siz de onlara daha çok para verebilirsiniz, tehlikeyi görüyorsunuz. Göçmenlerle aramızda Türkiye tampon ülke olsun, hali de ne olursa olsun…’ minvalde bir açıklama yapmış olması.

Bizim eskilerin bir sözü var; işler ayna, çal çal oyna…

Hırsızların gözü bu sefer de mezarlıklardaki ses sistemlerinde

Hırsızların gözü bu sefer de mezarlıklardaki ses sistemlerinde

Bir Kurban Bayramı’nı daha bitirdik. Şükürler olsun. Kimimiz tatile gitti, kimimiz akraba ziyaretlerine…

Gittiğimiz veya kaldığımız yerlerde yaptığımız ziyaretlerden biri de kabristan ziyareti.

Bizler de büyüklerimizle ebediyete göç eden başta annem babam, kayınpederim olmak üzere onlarla bayramlaşmayı ebedi istirahatgahlarında yaptık.

Dilimizin döndüğü kadar, okuduk, dua ettik…

Bu bayramda mezarlıklarda dikkatimi çeken bir şey oldu.

Uzun yıllardır mezarlıklarda merkezi sistem ya da mezarlık içerisinden kapalı devre Kur’an-ı Kerim okunurdu.

Bu bayram okunmaması üzerine mezarlık görevlilerine sordum.

Aldığım yanıt karşısında az kalsın küçük dilimi yutacaktım!

Bursa’da birçok mezarlıkta bulunan ses tesisatlarının hepsini hırsızlar çalmışlar.

Pes vallahi!

Binlerce kez yazıklar olsun…

Vicdan hiç mi kalmadı?

Mezarlıklarda bulunan bu tesisatları neden çalarsınız demekten başka bir şey gelmiyor.

Ama yapılacak tek bir şey var.

Mezarlık kapılarının bulunduğu yerlere gizli kamera yerleştirmek.

Bugün bunları çalanlar yarın öbür gün Allah korusun cenazelerimizi de çalabilirler.

Bu hırsızlık karşısında diyebilecek pek bir şey yok velhasılı…

CHP’NİN BAYRAMLAŞMASI SOS VERDİ…

Partilerin bayramlaşmaları klasik bir gelenektir. Her bayramlaşmada biz gazeteciler o partiden bu partiye dolaşır bayramlaşmaları takip ederdik. Bu bayram sadece AK Parti bayramlaşmasını canlı diğer bayramlaşmaları ise uzaktan takip ettik.

Ama şunu net olarak ifade etmek gerekir.

Bu bayramlaşmanın galibi AK Parti…

Ardından MHP.

Sonra ise diğerleri geldi.

Diğerlerinin içinde CHP de var.

Bir önceki seçimde umutlarını koruyan sandıktan iktidar çıkacakları umudu ile partililerin yoğun ilgi gösterdiği bayramlaşmaya katılım yok denecek kadar azdı. Bunu ben demiyorum Millet İttifakı’nın son Büyükşehir adayı Mustafa Bozbey diyor.

Bu ne demek?

Kılıçdaroğlu değişimi kendi haricinde istemese bile tabanı süratle değişim istiyor. Eğer bu değişim gerçekleşmez ise elinde bulunduğu belediyeler değişecek…

Her biri birer birer uçacak…

Bunu tabanı görüyor, söylüyor ama Kılıçdaroğlu duymak istemiyor.

Birileri Kılıçdaroğlu’na seçimi kaybettiğini hatırlatsın…

O galiba hala seçimi kazandığını zannediyor.

O hatırlamazsa olan partisine olacak…

O zaman da geç olacak….

Bizden hatırlatması…

CHP’de umutlar bayram sonrasında

CHP’de umutlar bayram sonrasında

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bayramlaşmasını merakla beklediğimi dünkü yazımda belirtmiştim ve bu bayramlaşmanın bize pek çok şeyi söyleyeceğini de yazmıştım.

İçinde sakladığı özel mesajları ile önemli bir bayramlaşma gerçekleşti CHP’de. Genel seçimlere girmeden önceki AK Parti bayramlaşması ile eşdeğer bir havanın varlığından söz edilebilir. Hemen hatırlatayım o bayramlaşma programı nasıldı;

AK Parti teşkilatlarında bir isteksizlik, bir moralsizlik, daha önceki bayram programlarına göre hayli tenha bir salon, kürsüden; ‘moralinizi yüksek tutun, kolları sıvayıp çalışmalara başlamak lazım, bu seçimi mutlaka almamız lazım…’ diyen parti ileri gelenleri…

Eminim CHP’nin bugün Bursa’da düzenlenen bayramlaşmasına katılan herkes benzerliği fark etmiştir.

Genel seçimlerden önceki bayramlaşma programlarındaki neşeden de kalabalıktan da eser yoktu programda. Hatta bayramlaşmaya katılanların arasında gençleri seçmek için aramak gerekiyordu desem yeri var.

Bayramlaşma ile ilgili yazımı yazarken iki handikap yaşadım aslında…

İlki, ‘Mustafa Bozbey’e ittifak sona erdiğine göre artık Millet İttifakı Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı demek yerine CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı mı demeliyim?’ konusu.

İkinci önemli konu da ilkiyle bağlantılı ve bir ayrıntıya takılıp kalıyor aslında. Daha birkaç gün önce, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, ittifakın resmen sona erdiğini, en büyük pişmanlığının CHP’den 15 vekil almak olduğunu söyleyerek CHP-İYİ Parti yoldaşlığını bitirmişken, bugün Kültürpark’taki programda konuşan İYİ Parti Bursa İl Başkanı Mehmet Hasanoğlu’nun;

“Bahar döneminde Millet İttifakı olarak çok çalıştık. Bundan sonraki süreçte birlik ve beraberlik içinde daha çok çalışmamız gereken bir sürece giriyoruz” diyerek, sanki ittifakın Bursa özelinde sonlanmadığını ya da parti il başkanlarının halen ittifak bitti mi, bitmedi mi sorusunun yanıtını kafalarında tam oturtamadığını gösterir nitelikteki konuşmasını nereye koyacağım…

İşin bu kısmını bir yana bırakırsak, bayramlaşmada verilen en önemli mesajın ‘umudunuzu kaybetmeyin’ olduğunu söylemek lazım.

Tabii, CHP İl Başkanı Turgut Özkan’ı burada ayırıyorum, çünkü Özkan konuşmasında kısa ve öz biçimde partinin önündeki kurultay sürecine değindi ve dedi ki, ‘Seçimlerinizi özenle yapın.’

Bursa böyle sönük, umutsuz ve aslında kurultaya odaklı, birbirini yeme konseptli bir bayramlaşma içindeyken, genel merkez düzeyinde çok başka şeylerin konuşulduğunu kaçırmamak gerekiyor.

AK Parti tarafından basına servis edilen son ankete göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti genel başkanlığını sürdürmemesini isteyenlerin oranı yüzde 61’in üzerindeymiş.

Ben şunu anlamıyorum, AK Parti neden bu kadar müdahil oluyor CHP’nin iç işlerine, hatta anket yaptıracak kadar para saçıyor, vakit harcıyor böyle bir konu için…

‘Kemal Kılıçdaroğlu artık genel başkan olmasın’ mesajını vermek için mi bunca çaba?

Kılıçdaroğlu’nun karşısına Ekrem İmamoğlu aday çıktığında yeniden ele geçecek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda mı AK Parti’nin gözü?

Ortada ciddi bir muhalefeti dizayn etme söz konusu da zaten karşısında sürekli başarı elde ettikleri bir genel başkanın ayrılmasından nasıl bir karları olacak, yerine kimin gelmesini tercih ederler mesela…

Düşünüyor işte insan…

‘Değişim çağrılarına kulak tıkamıyoruz’ denilerek sonunda başlatılan kurultay süreci için 3 Temmuz-30 Temmuz arası delege seçimleri yapılacak. Hem yerelde hem de genelde dananın kuyruğunun kopacağı süreç aslında bu süreç.

Yani hazırlıklar bayram sonrası için aslında.

Genel için bakıldığında örgüte hakimiyeti olan üç isim göze çarpıyor. Canan Kaftancıoğlu sürecin en başından itibaren CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan yana kullandı tercihini ve zaten, neden kullanmasın ki… Onların durumu biraz da ‘Seni kollayanı, sen de kolla’ mantığıyla ilerliyor gibi.

Oğuz Kağan Salıcı şimdilik havayı kokluyor gibi görünüyor. Ben kendisinden gelen net bir açıklama hatırlamıyorum.

Mahşerin üç atlısından sonra CHP için değişimin beş atlısından da bahsedebiliriz biraz…

Ekrem İmamoğlu, Engin Altay, Özgür Özel, Bülent Tezcan ve Veli Ağbaba değişim isteklerini açıkça belirttiler, ancak ortak mı hareket edecekler yoksa herkes kendisinden yana bir değişim rüzgarı essin mi istiyor, bunu bilmek biraz güç.

Dün yazımda da belirttiğim gibi Bülent Tezcan’ın açıklamalarını örgüt açısından bakıldığında da önemli buluyorum.

Aslında tüm CHP’lilerin değerlendirmekte zorlandıkları tek bir nokta var, kurultay sürecine çalışırken yerel seçimleri ıskalayacak mıyız? Partinin beklediği biçimde bir değişim olmazsa örgütü yeniden motive etmenin yolunu nasıl bulacağız?

Doğrusunu söylemek gerekirse bu soruların yanıtını ben de merak ediyorum…

NOT: Bayramdan çok bağımsız bir konuda kısa bir notum var. Midelerimizin bayram yapmasının önüne geçen şahane bir karara imza atan Tarım ve Orman Bakanlığı, lahmacun ve pide gibi gıdaların harçlarından numune alınmaması talimatını vermişti.

Biz ailecek akşam yemeğinde bu karar sayesinde artık eşek eti mi yeriz, köpek eti mi yeriz diye konuşurken sabah sabah Tarım Bakanı İbrahim Yumaklı’nın malum kararı basından öğrendiği haberini okudum.

İşin aslı 3 Haziran’da göreve başlayan bakan beyin 6 Haziran tarihinde verilen bu karardan haberdar olmamasıymış.

Bu vahim… Bence daha da vahim olanı, artık Tarım Bakanlığı’nda doğru dürüst karar alabilecek liyakatte bürokrat kalmamış olması…

Altın bayramdan sonra hangi seviyelere gider?

Altın bayramdan sonra hangi seviyelere gider?

Altın en parlak devrini yaşıyor.

Parladıkça parlıyor.

Peki bayramdan sonra da parlamaya devam edecek mi?

Tarihi zirveleri son bir ay içinde ardı ardına gören gram altın yeni zirvelere hazırlık yapıyor.

Ama eski hızında değil!

İç piyasada altın fiyatlarını yukarı yönlü roket hızıyla çıkaran temel faktör doların özelikle haziranda kırdığı yeni rekorlardı.

Dolar eski hızında olmasa da yükseliş potansiyelini hala koruyor.

Dolayısıyla iç piyasada altın fiyatlarını da yukarıya çekme opsiyonu fazlası ile mevcut.

Ancak elbette ki yurt dışı fiyatlaması yani ons fiyatın kaderi de önem taşımakta!

Haziran ayına kadar ağırlıklı olarak ons fiyatın iç piyasadaki hareketi belirlediğine şahit olmuştuk.

Yani dış piyasalardaki fiyat dalgalanmaları içe birebir yansıyordu.

Dolar ise lira karşısında hayli istikrarlı bir süreci seçim sandıkları sayesinde yaşamaktaydı.            Uzun süre 18 lira ile 19,50 TL arasında sıkışan bir kur hareketi yaşandı.

Dolayısıyla ons fiyattaki hareketliliği takip ettik öncelikle söz konusu dönemde.

Onsun 2 bin dolar üstü hareketlerinde gramın da rekor kırdığına şahit olduk.

Ancak bu süreçteki çıkış hamleleri genelde sınırlı oranlarda kaldı! Asıl potansiyel bekletilmekte olan doların getireceği primdeydi.

Defalarca çeşitli yayınlarda ve bu köşedeki satırlarda seçimlerin ardından doların hareketleneceğini ve altının da yeni rekorlara sahne ocağını ifade etmiştim.

Nitekim birebir bu senaryo gerçekleşti.

Dolar, bir ay içerisinde yüzde 30 değer kazandı lira karşısında.

Haliyle altın fiyatları da iç piyasada aynı oranda yukarı gitti. Tarihi rekorlara peş peşe imza atılmasını sağladı.

Bir aylık sürede 26 liraya ulaşan doların, gram altını bin 622 TL’ye kadar taşıdığına şahit olduk!

Bu süreçte ons fiyat haziran başında bin 998 dolara değdikten sonra yani kritik sınıra 2 bin dolara ramak kala geri dönüşe başladı.

Ve bin 910 dolara kadar geriledi. Onsta dalgalı bir seyir olması iç piyasada da zaman zaman rekor serisine ara verme fırsatı sundu!

Dolayısıyla dolar tarafında teknik olarak gidecek daha yer mevcut. Yeni rekorlar için altın adına bir fırsat söz konusu iç piyasada. Ancak ons fiyat daha dar bir banta sıkışarak dalgalanmayı sürdürme hedefinde.

Bu nedenle gram altının da belli bir aralıkta dalgalanarak seyretmesi özellikle önümüzdeki bir ayın öne çıkan beklentileri arasında yer alıyor.

Ons fiyatın bin 850-bin 870 dolar bandına kadar gerileme opsiyonu halen mevcut kısa vadede.

Buna karşın Amerikan para politikasının makas değiştireceği süreç sonrasında yeniden yükseliş potansiyeli barındırıyor ons altın!

Dolayısıyla ABD’den gelecek haber ve veri akışına göre şekillenecek olan para politikası ons altını özellikle kış aylarına doğru tekrar 2 bin dolarlara doğru harekete geçirebilir.

Bu temel senaryo çerçevesinde gram altın yaz aylarında belirgin bir durgunluğun ardından dolardaki daha düşük oranlı ama istikrarlı yükseliş ve ardından da onstaki çıkış ile desteklenecek gibi görünüyor.

Onstaki gerilemenin zaman zaman vereceği alım fırsatları olduğu unutulmamalı.

Bu çerçevede bin 600 TL’nin altındaki fiyatlamaların artık alım fırsatı anlamı taşıyacağı aşikar. Bin 550 – bin 600 TL bandı gündeme gelebilir.

Çıkış trendinde kısa vadede bin 650 TL’ye doğru hareketlenmeler olabilir.

Orta vadede ise bin 700 – bin 820 lira aralığında fiyatlamalar öne çıkacaktır.

CHP’nin değişim sancıları

CHP’nin değişim sancıları

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bayramlaşma günü bayramın ikinci günü olarak belirlendi, gelenek bozulmadı…

Ancak bugünden verilen mesajlar, yarının bayramlaşmasına da değişim çağrılarının ve bu çağrılardan ne anlaşıldığının damga vuracağını gösteriyor.

Değişim çağrısını en kuvvetli biçimiyle ilk olarak dillendiren ve sonrasında da geri adım atmayan, ancak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, karşısında duran hapis cezası ve parti başkanlığına oynamak arasında sıkışıp kalan bir Ekrem İmamoğlu portresi görüyoruz son günlerde. Üstelik parti içinden bir kesim kendisini, başkanlığa soyunduğu için kolay olanı tercih etmek ve alamayacağı İstanbul’dansa kazanabileceği CHP’ye oynamakla suçluyor adeta.

İmamoğlu’na muhalif kanallardan sürekli olarak ‘Kendi işine bak, İstanbul’a yoğunlaş, yerel seçimleri kazanmaya odaklan…’ telkinleri yapılıyor yorumcular tarafından…

İBB Başkanı için bu noktada doğru tercih nedir? Arkasına aldığı rüzgarı hangi makamlara oynayarak değerlendirmesi daha doğru olur? Bilmek güç elbette.

Şunu söyleyebilirim, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından moral motivasyon olarak tamamen çökmüş gibi görünen CHP örgütü, zaten kendi içinde bir hesaplaşmaya ve bu hesaplaşmanın sonucunda kimin hangi koltuğa oturacağına karar vermeye çalışırken gidilecek olan bir yerel seçimde, üstelik İYİ Parti ile bir ittifak da söz konusu olmazsa İmamoğlu’nun işi zor gibi…

Bunun yanında CHP Genel Başkanlığı makamı da öyle kolay elde edilecek bir makam değil. Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim, partinin iç düzenini iyi bilen CHP’liler ‘Bu yapıyla Kılıçdaroğlu’nun karşısına Atatürk gelse seçimi kazanamaz!’ gibi iddialı cümleler kuruyorlar.

Gelelim bugüne…

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önemli destekçilerinden biri olan ve meşhur il başkanları destek bildirisini kaleme alan ekipte yer alan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu,

“Örgütü kendisini adaylaştırırsa o sorumluluktan kaçmayacaktır, örgütten aksi yönde bir ses gelirse de aday olmaz” şeklinde bir açıklama yapmış.

Zaten sürecin en başından itibaren Kılıçdaroğlu da benzeri açıklamalar yapıyor ve diyor ki;

‘Ben hiçbir makama aday olmadım, beni aday gösterdiklerinde de görevden kaçmadım…’

Kaftancıoğlu, İmamoğlu tarafından dillendirilen değişim mesajının ise parti içindeki bir değişim olarak yorumlanması gerektiğini vurgulamış ve genel başkanlık makamının değil, parti fikirlerinde bir değişimin olması gerektiğini belirtmiş…

Aslında herkes CHP’nin yapısal bir değişime gitmesi gerektiğini belirtiyor. Sorun şu ki, herkesin yapısal değişim kavramından anladığı çok farklı şeyler var…

Örneğin bir biçimde yerelden başlayarak genele doğru yeniden CHP içinde aktif olmak için yol almaya çalışan ulusalcı kanat partinin kuruluş ayarlarına dönmesi gerektiğini belirtiyor.

İmamoğlu gibi partiyi daha merkezde konumlandıran kanat ise ittifaklarla yapılmaya çalışılan geniş kitlelere hitap etme potansiyelini partinin kendi iç yapısına taşıması fikrinde…

Doğrusu ben burada Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği değişim hayalinin ne olduğunu anlamakta zorlanıyorum. Zaten herkes zorlanıyor, çünkü öncelikli olarak herkesin beklentisi kaybedilen bunca seçimden sonra parti genel başkanının özeleştirisi ile birlikte istifasını vermesiydi ve sürecin böyle işlemediğini görüyoruz.

Bir de CHP eski Merkez Yönetim Kurulu üyesi ve Aydın Milletvekili, partinin etkin isimlerinden Bülent Tezcan’ın açıklamaları var yine güne damga vuran.

Benim de aklımdan geçenlerle örtüşen bir taleple değişimin önce liderin değişiminden başlaması gerektiğini belirten Tezcan;

Benim beklediğim, sayın genel başkanın bırakmasıydı. Seçim bittiği gün beklediğim de oydu. Kemal Bey’in; ‘Bütün seçmene, partiye teşekkür ediyorum. Buraya kadar getirdik. Bundan sonra toplumun ihtiyacı yeni bir kadro görmektir. Ben olağanüstü kurultayı topluyorum, yeni dönemde aday olmuyorum. Bu değişimi koordine edeceğim’ demesini beklerdik” diyor açıklamasında.

Çeşitli görüşleri CHP’nin öncülük ettiği ittifakta toplayıp partinin kemik seçmenine içi burula burula oy verdirme başarısını gösteren Kılıçdaroğlu’nun böyle bir vedaya imza atmasını ben de beklerdim doğrusu. Zira olmadığında, olmadığını kabul etmek de bir erdem gerektirir.

Tezcan açıklamasında;

Böyle devam ederse sadece İstanbul’u değil birçok yeri riske edeceğiz!” cümlesini de kurmuş. Son derece haklı buluyorum.

Bence yarınki parti bayramlaşması bize çok şey söyleyecek…

Kavurucu bir yaza adım atarken…

Kavurucu bir yaza adım atarken…

Mutlu bayramlar.

Kurban Bayramınız mübarek olsun.

Bayramla birlikte zorlu bir yarıyıl geride kalıyor.

Yüksek enflasyonla girdiğimiz 2023’te deprem felaketleri ile sarsıldığımız ve seçim maratonu ile yorulduğumuz bir 6 ay geride kaldı.

Artık herkes yoruldu yıprandı. Mutlu, huzurlu bir bayramla beraber neşe ve keyif getiren yaz aylarını hak ediyor tüm Türkiye!

Peki bu huzur ve mutluluk yanı başımızda mı?

Aniden bastıran sıcak hava, siyaset sahnesinde ve yakın coğrafyamızda yaşanan hararet dolu anlarla birleştikçe daha kavurucu bir yazın işaretlerini veriyor.

Enflasyonun başını yukarı dikerek hararetli bir şekilde etiketleri değiştirmeye başlaması kavurucu bir yaz sıcağının ilk işaretiydi!

Dolar ve Euro’da başlayan yukarı hareketin ücret zamları ile birleşerek fiyatları daha da yukarı çekmesi ve cebimizi delmesi bu yazın kaçınılmaz modası olarak görünmekte.

Diğer tarafta siyaset sahnesinde özellikle de genel seçimlerden yenik ayrılan partilerde bir hesaplaşma süreci kendini gösteriyor yavaş yavaş.

Yani muhalefet pek de rahat bir yaz geçirecek gibi görünmüyor. Özellikle de seçimlerde parlamento açısından da istediğini bulamayan CHP ve İYİ Parti açısından.

İç hesaplaşmalar yakın tarihte başladı. Ve Bayram günlerinin ana sohbet gündemlerinden de birisi olacak şüphesiz.

Hem kendi içlerinde hem de birbiriyle bir kapışma sendromu net biçimde yaşanıyor çünkü.

Kongreler, kurultaylar; sancılarla beraber bazı değişim işaretlerini ortaya koymakla beraber mevcut düzeninin devamı konusunda da ciddi bir direncin olduğu aşikar!

Ancak sonbahara doğru yerel seçimler için hazırlıkların başlamasıyla birlikte muhakkak ki farklı stratejiler gündeme gelmek durumunda olacak.

Yoksa muhalefet adına kazanılacak ciddi bir kale olmadığı görülmekte.

Başta AK Parti olmak üzere cumhurbaşkanlığı seçiminden başarıyla çıkan partilerin de yerel seçimleri hazırlık aşamasındaki psikolojileri önem taşıyor.

Bursa da dahil olmak üzere büyük şehirlerde adayların kim olacağı sorusu hararetli biçimde siyaset sahnesinde boy gösteriyor.

Bayram günleri de ciddi bir fırsat sunuyor aday adaylarının kendi adlarını yazdırma çabası açısından!

Kısacası ülkemiz deprem acısının sıcaklığını çabuk unuturken siyaseti bir türlü unutmuş durumda değil. Ancak etrafımızda olup bitenlerin sıcaklığı bambaşka fotoğrafları da dikkate almak gerektiğini göstermekte.

En basitinden Yunanistan seçimlerinin ne getireceği iyice irdelenmek zorunda.

Ama asıl daha da kayda değer olan jeopolitik mesele Wagner adı ile özdeşleşmiş vaziyette.

Rusya’da bundan sonraki dönemin yeni ve ciddi politika değişiklikleri içereceği aşikar!

Bütün dünyaya ne tür etkileri olacağı ise henüz belirsiz bu değişim sürecinin.

Türkiye’nin yeni denklemlerde NATO ile Rusya arasında sıkışmış bir pozisyonda görünmesinin fayda getirmeyeceği açık.

Diplomasi kabiliyeti yüksek seviyede kullandığı takdirde Türkiye’nin pek çok jeopolitik avantaj sağlaması söz konusu.

Ama siyaset ve uluslararası ilişkilerdeki yoğunluğa karşın bu bayramın şüphesiz ki ana gündem maddesi yaşanan ekonomik sorunlar olacaktır. Enflasyondaki gidişat, alım gücündeki erime, döviz ve altının kaderi gibi vatandaşın pratik olarak cebini ilgilendiren konular revaçta!

Çünkü ateş düştüğü yeri yakar.

Ama gelecek öngörüleri yapmadan da da sağlıklı yol almak kolay değil.

Sözün özü; siyaset ve ekonomi başta olmak üzere ulusal ve bölgesel konulara da uzak kalmamakta fayda var.