Dikkat; bu veriler yoksulluk içermektedir!

Dikkat; bu veriler yoksulluk içermektedir!

Bir yanda refah içinde yaşadığımıza yönelik iddialar, diğer yanda ülkede yaşanan ‘derin yoksulluk’a yönelik paylaşılan oranlar eşliğinde gidiyoruz önümüzdeki haftanın sonunda atacağımız oyla kararımızı belirleyeceğimiz seçime.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçmenlerine seslenirken, 85 milyonun refah içinde yaşadığını söylese de bendeniz hiç öyle hissetmediğim gibi, TÜİK verileri de bu kez bu garibin yanında yer alıyor ve diyor ki; en yoksul 20’lik kesim daha da yoksullaşmıştır!

Dikkatinizi çekerim; veriler TÜİK’in verileri…

Ne kadar allayıp pullanmak istense de ancak bu kadar saklanabilmiş bir yoksulluktan bahsediyoruz yani.

İşin ilginç yanı, yoksul daha da yoksullaşır ve kaymak tabaka olarak adlandırabileceğimiz küçük bir kesim daha da zenginleşirken, bu zenginleşen kesimin ödediği vergilerin de azalmış olması.

Akılla izahı zor bir durum…

Daha önceki haline göre ciddi bir zenginleşme içine giren kitlelerin ödedikleri verginin azalmasını açıklamak için çok büyük bir dehaya ihtiyaç var bana göre…

Oysa vatandaşın kirasını ödemeye yetmeyen asgari ücreti daha cebine girmeden vergisi devlet tarafından alınan bir kalem. Buradan bakınca gelirleri muntazaman azalan ve devlete en borçsuz olan kesim yine sade vatandaş olarak görünüyor.

Önümüze serilen pek çok delille artık biliyoruz ki, var olan kaynakların önemli bir bölümü siyaset ve çevresindeki bir avuç insana aktarılırken geniş halk kesimlerinin eğitim, sağlık, istihdam ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını gidermekte zorlanır olması pek de önemli değilmiş gibi davranılıyor.

İtibardan tasarruf olmaz’ özlü sözünün hemen arkasından şu bilgiyi de paylaşalım;

Merkezi Yönetim Bütçe İstatistiklerine göre, verilerin elektronik ortamda yayınlanmaya başladığı 2006 yılından bu yana, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın örtülü ödenekten harcadığı tutar; 26 milyar 296 milyon 544 bin TL.

Çoğu zaman adeta adrese teslim hale getirilmek üzere yapılan oynamalar ile gündem olan Kamu İhale Kanunu bugüne kadar 200’ü aşkın kez değiştirilmiş.

CHP’li Aykut Erdoğdu’nun yaptığı tahmini hesaplamalara göre, son 20 yılda yaklaşık 800 milyar dolarlık kamu harcama ihalesi yapıldı. Bu ihalelerde 133 milyar dolar kamu zararı oluştuğu ve bu tutarın ihale alanlar, siyasiler ve üst düzey kamu personeli arasında bölüşüldüğü tahmin ediliyor.

Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın 18 milyon TL’lik günlük harcamalarının yanı sıra dev uçak ve araç filosu, tüm kamu kurumlarında yaşanan araç ve bina saltanatı da devletin vatandaşa ayırması gereken kaynaklarını sürekli tüketen başka kalemler.

2006 yılından bugüne kadar mal ve hizmet alımları kaleminden yapılan toplam harcama, 1 trilyon 74 milyar 606 milyon 755 bin TL’ye ulaştı.

İşin bir de Kur Korumalı Mevduat için Hazine’den ödenen kısmı var ki, yürek yangını…

KKM için Hazine kasasından çıkan tutar toplamda 94.7 milyar TL’yi buldu. Merkez Bankası kasasından ise 89 milyar TL çıktı. Böylece KKM hesapları için toplamda 181.5 milyar TL harcandı.

Buraya kadar su gibi akan paranın nereye gittiğini anlatmaya çalıştım ve işin içine pek çok kalemi de katmadım.

Benim şu geldiğimiz noktaya kadar çıkardığım sonuç; Türkiye Cumhuriyeti Devleti gerçekten zengin ve güçlü bir devlet. Mesele gücünü ve zenginliğini kimlerin refahı için kullandığında.

Görünen o ki, bunca büyük ekonomik güç elit ve minik bir kesimi mutlu etmek için kullanılıyor. Dolayısıyla ne oluyor?

Derin yoksulluk…

Yine veriler üzerinden gidelim;

Dünya Bankası verilerine göre, gıda enflasyonunda Türkiye dünya beşincisi oldu.

DYA 2020 araştırmasındaki aileler 0-3 yaş çocuklarını hazır çorba, şekerli su ve pirinç lapası gibi besinlerle beslemek zorunda kalıyor. Dolayısıyla ülkemizde çocuklar arasında obezite oranı yüzde 8.3, bodurluk oranı yüzde 4.6 çok zayıflık oranı ise yüzde 15.6 olarak ölçülmüş. (Bu oranların 2023 için çok daha ciddi boyutlara ulaştığını tahmin etmek zor değil!)

Süt fiyatı artarak ilk kez litresi 25 TL’nin üzerine çıktı.

Almanya’da bir kişi senede ortalama 52 kilo et tüketirken Türkiye’de ortalama 7 kilo et tüketiyor.

TÜİK verilerine göre, 6 aylık ve daha yukarı yaştaki çocuklar en çok ekmek ve makarna gibi karbonhidratlarla besleniyor.

Dünyada Kosta Rika’dan sonra çocuk yoksulluğunun en yüksek olduğu ikinci ülke olan Türkiye’de 100 çocuktan 22’si yoksulluk içinde büyüyor.

Türkiye’de 2022 yılı öğrenci başına ayrılan bütçe miktarı OECD ortalamasının yüzde 8’inden az.

Türkiye’de çocukların bakım ve koruma altına alınmasında öncelikli neden yüzde 69.5 ile ekonomik ve sosyal yoksunluk.

2023 Mart ayı için hesaplanan açlık sınırı 9 bin 591 tl. Yoksulluk sınırı 31 bin 241 TL.

2022 yılında bir milyon meslek liseli çocuk, ‘Mesleki Eğitim Merkezleri’nde ‘haftada dört gün pratik eğitim’ adı altında işçileştirildi!

Neden mi?

Çünkü;

Türkiye’de en yüksek gelirli 5’te 1’lik grup toplam gelirin yüzde 46.7’sine sahip!

Türkiye’de en düşük gelirli 5’te 1’lik grup toplam gelirin yalnızda yüzde 6’sına sahip!

Türkiye’de en yüksek gelirli yüzde 10’luk grubun yıllık geliri, en düşük gelirli yüzde 50’lik gruptan 23 kat fazla!

Kısacası canım kardeşim, devlet güçlü de senin ödediğin vergiler ve senin emeğinle oluşan birikimi bir avuç insan yiyor.

Bir düşün bakalım; ülkece hep birlikte kalkınsak daha iyi değil mi?

Yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz, sonra öğreneceğiz!

Yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz, sonra öğreneceğiz!

Seçime ramak kaldı.

Seçimler öncesi son haftadayız.

Tüm adaylar, siyasi partiler son kozlarını bugünden itibaren oynamaya başlayacaklar.

Son deparlar da bugünden itibaren atılmaya başlanacak.

Nasipse önümüzdeki hafta bugün de sandık başına gideceğiz.

Asiller vekilleri seçecek.

Vekiller de Ankara’da asilleri temsil edecek.

Seçilemeyenler ise yerel seçimlere hazırlanmaya başlayacak.

Ya da kaldıkları yerden hayatlarına devam edecekler.

Orası ayrı bir yazı konusu.

Ama görünen o ki seçimin galibini fotofiniş belirleyecek…

Ama biz gelelim Bursa’ya…

Bursa’da ne olacak?

Bursa’da birileri seçimin galibini de mağlubunu da belirlemiş.

Onlara sorarsan birisi 5 milletvekili, diğeri 8 milletvekili çıkaracak.

AK Parti ise sadece 5…

Kalan ikiyi neredeyse 5 partiye dağıtacaklar.

Ben kim ne kadar milletvekili çıkarır veya çıkarmaz onu yazmayacağım.

Ama bu dönem sahada verilen sözler sandığa yansırsa Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Bursa 1. Bölge Milletvekili Adayı Ekrem Alfatlı’yı TBMM’de görme ihtimali yüksek.

Yine bu dönem listelerde kendine yer bulan dört il başkanından muhtemelen ikisi listede yer bulabilecek.

O isimlerden ilki Selçuk Türkoğlu, ikincisi Mehmet Atmaca

Diğer iki il başkanının durumu hiç de iç açıcı değil.

İsmet Karaca ile Alpaslan Yıldız

Öte yandan, yeni dönemde merak ettiğimiz konulardan biri de Bursa’yı kaç kadın milletvekili TBMM’de temsil edecek…

3 mü 4 mü?

İlk üç belli gibi.

Dördüncüsü HDP kontenjanı olabilir mi?

Bunların hepsini yakın bir tarihte öğreneceğiz.

Ama asıl merak ettiğim ise milletvekili adayı olup da milletvekili olamayanlar…

Onlar nasıl değerlendirilecek?

Misal, bakan yardımcısı olanlar olacak mı?

Ya da üst düzey yönetici olarak atanan olacak mı?

Bu soruların cevabını yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz sonra öğreneceğiz…

BAKAN VARANK BASIN İLE BULUŞUYOR

AK Parti’nin bu dönem Bursa’daki en önemli silahı Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank. Sempatik tavırları ile toplumun her kesiminden ilgi gören Bakan Varank, Bursa’ya çabuk ısındı.

İkili ilişkileri gayet iyi…

Varank, bu pazar sabahı da Bursa basını ile kahvaltıda buluşacak.

Belki de bizler bu sayede kendisini daha iyi tanıma fırsatı bulacağız.

Bakalım Bakan Varank, bu buluşmada neler konuşacak?

Takip edeceğiz, yazacağız.

14 Mayıs’ta umutları devam edecek ve sönecek siyasi partiler

14 Mayıs’ta umutları devam edecek ve sönecek siyasi partiler

Gerçek olan şu: 14 Mayıs 2023 tarihinde gerçekleşecek seçimler sonrasında bazı siyasi partilerin ya kapılarına kilit vurulacak ya da liderleri değişecek.

Yok, bu ikisi olmaz ise bazı partiler de önümüzdeki seçimlerin tohumunu ekecek, bir sonraki seçimde filiz vermeye başlayacak.

İşte o filiz vermenin şartı da yüzde 3’ten geçiyor.

Önümüzdeki seçimlerde siyasi partiler yüzde 3’ü geçerse Hazine yardımı almaya kazanacak. Ya da diğer şartı, yüzde 3’ü geçmese bile ittifak çatısı altında 20 milletvekiline ulaşıp grup kurarlarsa da aynı şekilde Hazine yardımı alma olasılıkları olacak.

Mevcut duruma göre yüzde 3’ü geçecek siyasi partiler belli.

Onları yazmayacağım.

Ama sınırda olan bazı siyasi partiler var.

Sırası ile onlardan bahsedelim.

İlk sırada herhangi bir ittifaka dahil olmayan Memleket Partisi

Zaman zaman Hazine yardımı alınan sınıra ulaştığı anlar oluyor.

Son düzlüğe girdiğimiz bugünlerde Memleket’in atacağı bir depar önümüzdeki ilk seçimlerde daha rahat hareket etmesini sağlayacaktır.

Bunun yolu da yüzde 3’ten geçiyor.

***

Gelelim bir başka siyasi partiye, o da Cumhur İttifakı ile seçimlere girecek olan Yeniden Refah Partisi

Onun da zaman zaman, bize gelen anketlerde, Hazine yardımına sınır olan rakama ulaştığını görüyoruz.

Onlar da bu seçim sonrasında alacakları Hazine yardımı ile bundan sonraki seçimlere daha rahat hazırlanacaktır.

Öte yandan, bahsedeceğimiz son siyasi parti Büyük Birlik Partisi.


Onlar da bu seçimlerden oldukça umutlu.

30 yıldır ilk kez baraj derdi olmadan seçimlere girecek olan BBP bu seçimlerde aynı zamanda özgül ağırlığını ölçmüş olacak.

Hazine yardımı barajını aşması durumunda seçimlerden sonra BBP ilgi odağı olmaya çalışır.

***

 

Bu yazdığım siyasi partilerin yanı sıra adı olan ama kendileri CHP listelerinden seçime girecek partiler var.

Onlar DEVA, Gelecek, Saadet, Demokrat Parti

Onların özgül ağırlığının ne kadar olduğunu bu seçimlerde de öğrenemeyeceğiz.

Onu öğrenmek için bir başka seçimi beklemek gerekiyor.

Bakalım o seçimler yerel seçimler mi, genel seçimler mi olacak?

Bekleyip, görelim…

***

Benim ise asıl görmek istediğim siyasi partilerin finansmanın Hazine tarafından değil, o partiye gönül verenler tarafından sağlanması.

Malum Hazine yardımı alacak oya ulaşan, fakat adı terörle yan yana gelen siyasi partiler var.

O açıdan da bakınca kaldırın gitsin bu Hazine yardımlarını…

Herkes boyunun ölçüsünü alsın da görelim.

Gelişimin böylesi: ‘Doktor dövebiliyoruz!’

Gelişimin böylesi: ‘Doktor dövebiliyoruz!’

Aslında dünün konusu olduğunu ve dijital dünyada çok hızla öğütülen diğer konular gibi bugün unutulmaya yüz tuttuğunu bildiğim, ‘Doktor dövebilme özgürlüğü!’ meselesine yeterince yer ayırabilmek ve konu hakkındaki tüm sinirimi bir yazıya aktarabilmek adına ele almadan geçmemeye kararı verdim.

Bahsedilen ve pek çoğunuzun izlediği videonun içinde popülizm, nefret, cehalet, eğitime düşmanlık; ne ararsan var! Güçlü olanın tüm yetkiyi kendinde toplamasının ve arkasında saf tutanların da kendisini bir o kadar güçlü hissederek her istediğini yapabilme özgürlüğüne sahip olduğunu düşünmesinin dayanılmaz hafifliği…

Kafa şöyle çalışıyor;

“Ben x partiliyim, x parti güçlü, demek ki ben de güçlüyüm. Benim gücümün karşısında kimse duramaz, çünkü benim arkamda x parti var, devlet var!

Doktor, öğretmen, bankacı, vali, kaymakam herkes benim için çalışmak zorunda. Ben ne istiyorsam onu yapmak zorunda. Eğitim almışsa benim partimin sayesinde almış, haddini bilecek. Yoksa döverim ve bu benim en doğal hakkım, çünkü benim oy verdiğim parti güçlü!”

Süper yapıcı ve gelişime açık bir bakış açısı!

İşte bu mükemmel bakış açısı ile Bursa’da, yaptığı kalp damar ameliyatları ile dünya literatürüne girmiş bir profesörü, kafasına tabanca kabzası ile vurmak suretiyle darp ettiniz.

Elinize ne geçti söyleyeyim; öncelikle o bir türlü tatmin olmayan, güçlüden yana durmanız nedeniyle kabardıkça kabaran egonuzu biraz mutlu ettiniz, sonrasında da kendinize yeni kurbanlar aramak için toplumun içine sinsice karışıp gittiniz…

Sizin bu dizginlenemeyen şiddet arzunuz sayesinde doktor adaylarının ve hatta doktorların evlerinde neler konuşulduğunu da bilmek ister misiniz?

Ülkenin en iyi liselerinden mezun olmak için 15 yaşından itibaren yatılı okumak pahasına İstanbul gibi bir şehirde boğuşa boğuşa hayatı öğrenmiş, kalp damar cerrahı olmak gibi bir ideali olduğu için yüzde 100 burslu gidebileceği üniversiteleri ve ömrünün kalanında çok rahat çalışma ortamlarında para içinde yüzme tekliflerini elinin tersiyle itmiş, uzman doktor olmak için yaşıtlarının 4 yılda bitirdiği üniversite eğitimini 6 yılda tamamlayıp üzerine bir o kadar da uzmanlık eğitimi almayı göze almış, bu uzmanlık eğitimi için de dünyanın en zor ikinci sınavına hazırlanmaya başlamış öğrencilerin bir kez daha düşünmesine neden oldunuz…

Bir kez daha düşündükten sonra bahsettiğim çocuklar, ya ideallerini gerçekleştirmek yerine hastayla olabildiğince az riskli ortamlarda muhatap olacakları bölümleri seçmeyi tercih ettiler ya da ideallerini yurt dışında gerçekleştirmek için başvurularını yapmaya hazırlanma kararı aldılar.

Biliyorum, çünkü bu doktorların yetiştikleri evlerden birinde eğitimini tamamlamaya çalışan bir evladım var benim.

25 yıl önce doktorun seni azarlamasının acısını yüreğinde yaşayan sevgili kardeşim, bundan 5 sene sonra kalp hastası olduğunda, beyin ve sinir hastalıklarından birine sahip olduğunda, hatta oynar eklemlerinde bir yerin kırıldığında Allah korusun kanser hastası olduğunda sana bakacak doktor bulamayacaksın biliyor musun?

Çünkü bahsettiğim branşları seçmek isteyen doktor adayları, yıllarını kafalarına tabanca kabzasıyla vurulsun, ölüm tehdidi alsınlar diye harcamadıklarından, başka ülkelere gitmiş olacaklar çoktan.

Mevcut koşullarda hekimliği icra etmek zaten yeterince güç. Nihayetinde insanla uğraşıyorsunuz. Bu durum bizim ülkemizdeki koşullarda daha da güçleşiyor.

Şöyle tarif edeyim; arabanız arızalandığında bir tamirciye gidip, ‘Sana üç dakika veriyorum, arabamın arızasını bul ve tamir et!’ diyebiliyor musunuz?

Diyemiyorsunuz değil mi?

Bizim sağlık sistemimiz doktorlara tam olarak bunu diyor işte. Beş dakikadan az sürede hastanın nesi olduğunu keşfedin ve tedavisini de yapın!

Mümkün mü?

Buna da siz karar vereceksiniz…

Doktorların çoğunun neler konuştuklarını da anlatmakta yarar var;

Günde en az 100-120 hastaya bakıyorum bunlar eşya değil, insan! Hastama 5 dakika bile ayıramıyorum! Yapmak istediğim hekimlik bu değil. Avrupa’da bir doktor günde 7 ila 10 hastaya bakıyor. Çok yoruluyorum. Mobbinge uğruyoruz, tükenmişlik sendromu yaşıyoruz…”

Hekimleri tüketen, ağır, güvensiz ve güvencesiz çalışma ve yaşam koşulları yurt dışına göçe yol açıyor.

2023’ün ilk dört ayında toplam 881 hekim, gidecekleri ülkelere sunmak üzere Türk Tabipleri Birliği’nden iyi hal belgesi talep etti. 2012’de sadece 59 hekim iyi hal belgesi için başvurmuştu. 2013’de 90, 2014’de 118, 2016’da 245 hekim iyi hal belgesi istemişti. 2017’den itibaren başvurularda ciddi bir artış yaşandı. 2017’de 482, 2018’de 802, 2019’da 1057, 2020’de 931, 2021’de ise 1405 hekim söz konusu belgeyi talep etti. Geçen yıl belge için başvuranların 1341’i pratisyen, 1344’üyse uzman hekimdi. Hekimler, farklı Avrupa ülkelerine; Almanya, Kanada, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar’a göçüyor.

İşin daha da ilginç yanı yabancı ülkeler de bizim gibi tıp eğitimi konusunda hayli başarılı olan ülkelerden doktorları kendi ülkelerinde çalıştırmaktan memnuniyet duyuyor…

Samsun’da yaşadığı öğrenilen ve ‘Doktorları dövebildiği için memnun olduğunu belirten’ kadın hakkında Cumhuriyet Savcılığının, ‘Suç İşlemeye Tahrik’, ‘Suçu ve Suçluyu Övme’ ve ‘Kanunlara Uymamaya Tahrik’ suçlarından işlem yapması istendi.

Yarattığı endişe ve korkunun neden olduğu doktor kayıplarını nasıl karşılayabileceğimiz ise bilinmiyor…

Kısacası, ‘Giderlerse gitsinler…’ denilen doktorlar gidiyor, artık ‘Ülkelerinde hizmet etmeye devam etmelerini tavsiye ederim…’ sözü de onları durdurmaya yetmiyor…

Seçime bir hafta kala Bursa fotoğrafı

Seçime bir hafta kala Bursa fotoğrafı

Seçim sandığı ile randevumuza neredeyse bir hafta kaldı.

Sıkça zikredildiği üzere Türkiye’nin belki de en kritik seçimi için adayların çalışmaları son hızla devam ediyor.

Memleket geneli için tablo anket şirketleri tarafından sıklıkla paylaşılıyor.

Kopan vaveylaya bakılırsa genel görüntü iktidar açısından pek sağlıklı değil.

Evet meydanlar boş değil. Ancak TBMM’nin sandalyelerinde ve Cumhurbaşkanı seçiminde yeterli olmayabilir…

Çünkü 2002’den bu yana gücü elinde bulunduran, türlü siyasi sistem değişikliğini yürürlüğe sokan AK Parti’nin halen ‘dış güçler’ temalı propaganda faaliyetleri ile sahada olması ve ekonomideki kötü gidiş şartları onlar için zorlaştırıyor. Tabii Maraş depremleri sonrası özellikle Kızılay Başkanı Kerem Kınık üzerinde yoğunlaşan tepkiler ve yetkililerin birbirinden ilginç beyanları da iktidarın kendi işini zorlaştırmasına yol açıyor. HÜDA-PAR hamlesinin de beklendiği etkiyi yaratmadığını da ekleyelim… Patates soğan da iktidara karşı en büyük muhalefet simgelerinden oldu…

Muhalefet ise son 20 yılın en ayakları yere basan ve özgüvenli kampanyası ile seçime giriyor. Altı partinin bir araya gelişinin yanı sıra İstanbul ve Ankara Belediye Başkanları’nın sürece dahil oluşu; günde neredeyse beş altı miting ile Türkiye’nin farklı noktalarında halka hitap etmeleri kendilerine avantaj sağlıyor. Ayrıca Bay Kemal’in ‘Alevi’ çıkışı ve sosyal medyadan paylaştığı vaatleri baştaki olumsuz havayı tersine çevirdi. Akşener’in masadan kalkması sonrası düşen oylarının ne kadar geri döneceği ise hala soru işareti…

Gelelim Bursa’ya…

İki bölgeden müteşekkil Bursa’da tıpkı Türkiye’de olduğu gibi geçmiş seçimlere kıyasla heyecan daha az. Ayrıca yerel siyasetin genel siyasetin içerisinde kaybolması sebebiyle Bursa’ya ilişkin herhangi bir vaadin dile getirilmemiş olması da başka bir mesele…

Osmangazi, Nilüfer, Karacabey, Mustafakemalpaşa, Büyükorhan, Orhaneli’den oluşan birinci bölgede CHP’nin birinci parti olacağını düşünmekle birlikte bu durumun vekil sayılarına Millet İttifakı lehine yansıyacağını düşünüyorum. Bu durumda bölgeden çıkacak 10 vekilin 4’ü CHP’nin, 3’ü AK Parti’nin, 3’ü ise İYİ Parti’nin olacaktır.

2018 Seçimleri ile kıyaslarsak AK Parti ve MHP’nin kaybettiği birer vekilin Millet İttifakı tarafından bölüşüleceğini düşünüyorum.

Gemlik, Gürsu, Harmancık, İnegöl, İznik, Keles, Kestel, Mudanya, Orhangazi, Yenişehir ve Yıldırım’dan oluşan ikinci bölgede ise her ne kadar düşüş yaşansa da AK Parti yine birinci parti olacaktır. 2018 Seçimleri’nde 7 vekil çıkaran Cumhur İttifakı bu kez 4 vekil çıkaracak gibi duruyor. Tabii bu dört ismin de AK Parti’den olacağını söylemek gerek. Geri kalan 6 sandalyeden 3’ü CHP, 2’si ise İYİ Parti’den olacak gibi duruyor. Son sandalye için ise Yeşil Sol Parti en büyük aday…

Cumhur İttifakı’nda Bursa için bana göre en büyük sürpriz MHP olacak gibi duruyor. Yıllardır en kötü iki vekil çıkardığı Bursa’dan Sinan Ateş cinayetinin de etkisiyle bu seçim eli boş dönebilir, hatta işi büyütecek olur isek Türkiye genelinde hiç beklemediği bir tablo ile karşılaşabilir.

Millet İttifakı listelerinde ise Bursa adına en büyük sürpriz DEVA Partisi oldu. Teşkilatlanması ve çalışmaları ile iyi bir rüzgar yakalayan DEVA’nın Bursa’dan vekil adayının olmaması, ortalama her tahminde Bursa’ya yazılan Burak Dalgın’ın Balıkesir adayı olarak karşımıza çıkması sıra dışı bir gelişme idi.

Türkiye genelinde iyi bir rüzgar yakalayan TİP’in, Muharrem İnce’ye yönelik tepkiler sebebiyle oyları hızla düşen Memleket Partisi’nin, Cumhur İttifakı bileşenlerinden Büyük Birlik ve Yeniden Refah Partisi’nin ve sığınmacı karşıtlığı ile kendine kitle oluşturan Zafer Partisi’nin Bursa’dan vekil çıkarma ihtimalinin çok düşük olduğunu da belirteyim…

Şimdiye kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan Gemlik’te, İmamoğlu İnegöl’de, Akşener ve Yavaş ise Kent Meydanı’nda hitap etti Bursalılara… Üç konuşmacı da buluşmalardaki kalabalıklardan mutmain olmuştur diye düşünüyorum.

Son olarak Erdoğan’ın Bursa’ya tekrar geleceği konusunda net bir bilgi olmadığını, Kılıçdaroğlu’nun ise 11 Mayıs’ta Gökdere’de Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile halkla buluşacağını hatırlatalım.

Tabii kendi partisinden iki isim Bursa listelerinde yer alırken Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun miting kadrosunda neden yer almadığı da ayrı bir soru işareti…

Sandık mesaisine bir hafta kala genel tablo şahsi kanaatimce bu şekilde. Yedi günde ne değişir bilemem ama tansiyonun daha da yükseleceği neredeyse kesin gibi…

Yeni Kandil / Sincar Süleymaniye

Yeni Kandil / Sincar Süleymaniye

Irak’ta ayrışma denklemleri giderek karmaşık ve şiddetli bir hâl alırken “Kürtler nereye koşuyor?” sorusu da zihnimi fazlasıyla meşgul ediyor.

Coğrafya insanı geçmişini çabuk unutmakla birlikte güncel şartlarını da doğru bir şekilde ya okuyamıyor ya da okumak işine gelmiyor; tıpkı KYB gibi. KYB diyorum çünkü son süreçte bölgeye yönelik gerçekleştirdiğim saha okumalarımda KYB’ye yönelik olumsuzluk sinyali fazlasıyla var. Bağdat’ta, Kerkük’te, Süleymaniye’de, İran’da, tampon bölgede, anlaşmazlık bölgesinde ve hatta Suriye’de hangi sorunu masaya koysanız içinde KYB’nin bir payı-desteği mutlaka çıkıyor.

Lahur Talabani’nin KYB’den uzaklaştırılmasına “KYB bundan sonra daha ılımlı bir siyaset ile Kürtlerin yanında olacak” sonucuna varılsa da KYB’nin önünde tam aksi bir senaryo yer alıyordu, çünkü sırtını kaosa dayayan KYB’nin özündeki “Kürt karşıtı” yapısı bölgeyi karıştırmak isteyen güçler için bulunmaz bir aktör olmasını sağlıyor. Misal demokrasi ve yasalar gereği bu yıl yapılması gereken bölgesel seçimlerin gerçekleşmesi için Erbil ne kadar çaba gösterse de KYB bunu ısrarla reddediyor ve Kürtleri sandığa götürmemek için elinden gelen tüm oyunları sergileyerek güvensizlik ve huzursuzluk ortamı yaratıyor.

Bir elini İran’a, diğer elini PKK’ya, aklını ABD’ye, tüm faaliyetlerini de kaosa iyice emanet eden KYB’nin yeni vizyonunun siyaset yapmak olmadığı artık açık ve net ortada.

Kürt Bölgesel Yönetimi’nin geçmişi acılara, ölümlere, katliamlara, sürgünlere ve büyük bir mücadeleye sahip. Yakın geçmişe kadar bölge Kürtlerinin gözü yaşlı, yüreği yaralıydı. Tarih boyunca Halepçe Katliamı gibi sayısız acıyı yaşamasına rağmen pes etmeden mücadele eden ve dik duran Kürtlerin bağımsızlığı çok kıymetli ve vazgeçilmez.

Defalarca sürgün hayata mahkum edilen Iraklı Kürtler ilk fırsatta yine kendi topraklarına döndü. Türkiye de bu göçlere defalarca kucak açtı. 1988 yılında Saddam Yönetimi’nin kimyasal silah tehdidinden kaçıp Türkiye’ye sığınan Kürtlere (bölge halkı onlara Peşmerge derdi) dair anılar güzel cümlelerle hala bölgede anlatılır. “Acılarına ve yoksulluklarına rağmen onurlu ve dik duruşa sahiptiler, hiçbir olumsuz davranışları olmadı, kimseyi rahatsız etmediler, el açmadılar çalıştılar, vefasızlık etmediler, ilk fırsatta kendi topraklarına dönüp sahip çıktılar” cümleleriyle anlatılan sayısız anıyı dinleyebilirsiniz Güneydoğu insanından.

Özetle Kürtlerin acıları ve verdikleri bağımsızlık mücadelesi hala taze iken KYB’nin geçmişe sırtını dönmesi, Kürtlerin huzurunu ve geleceğini yok sayan bir yol izlemesi, Kürt gençlerini terör örgütüne kanalize etmesi, terör unsurlarıyla kol kola yürümesi aklıma sadece şu sonucu getiriyor; Kandil ve Sincar’dan sonra PKK’nın yeni adresi Süleymaniye!

Tam da burada önemli bir notumu da Erbil Yönetimi üzerinden tüm bölge ülkelerine iletmek istiyorum. Bölge ülkeleri asla ve asla bir başka ülkenin terör örgütü olarak gördüğü gruplara mesken olmamalı ve destek vermemeli. Mesela Erbil Yönetimi’nin İran’ın terör örgütü olarak kabul ettiği Hüseyin Yezdani Grubu başta olmak üzere bazı muhalif gruplara bünyesindeki güvenlik noktalarında yer vermesini ve desteklemesini İran kabul etmiyor. Ve bu durum devam ettiği sürece İran Erbil’e yönelik hava saldırılarına devam edecek.

“Senin terör örgütün-benim terör örgütüm olmamalı”, çünkü şiddet küresel bir sorun, bu sebeple terör örgütlerine karşı “ortak” reddedici tavrı benimsemeli ülkeler.

Aktardığım notlar eşliğinde bir de Türkiye’ye bakalım dersek; PKK’nın ikametini Süleymaniye’ye taşımaya çalışan KYB’ye Türkiye’nin asla izin vermeyeceğini ve bununla sonuna kadar mücadele edeceğini net olarak görebiliriz.

Akılcı bir diplomasi ve iş birliği sağlanamazsa “Irak’ta açılan kartların rengi Iraklılar için hiç de iç açıcı görünmüyor” diye yineliyorum

Asgari ücretin zam kriteri ne olmalı?

Asgari ücretin zam kriteri ne olmalı?

Devletin resmi verileri hayli sıkıntılı bir tablo çıkardı karşımıza.

TÜİK’in açıkladığı 2022’ye ait rakamları birazdan paylaşırım.

Ama ortaya çıkan manzara özetle tüm toplum adına vahim!

Çünkü çok klişe hale geldi ama “zengin daha zengin fakir daha fakir oldu” diye ağızlara dolanan veciz söz çok çarpıcı rakamlarla da kanıtlandı.

Nasıl mı?

Ülkemizdeki gelir gruplarını ana hatlarıyla yüzde 20’lik dilimlere ayıran TÜİK verilerine göre uçurum büyüyor. Yani teknik olarak en yüksek eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20‘lik grubun, toplam gelirden aldığı pay 1,3 puan artışla yüzde 48’e çıkarak son 16 yılın en yüksek değerini gördü!

Gelirin yarısını yüzde 20’lik en zengin kesim alıp götürüyor bir başka ifade ile…

Kalan yüzde 80’lik nüfusa ise sadece yüzde 52’lik geliri paylaşmak kalıyor.

Bu tablonun en kestirme meali, enflasyonun herkesi buldozer gibi ezip geçtiği 2022’de zenginlerin alım gücünün düşmediği tam tersine arttığı olarak yorumlanabilir.

Çünkü…

2022’de en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı ise pay 0,1 puan azalarak yüzde 6’ya indi.

Özetle zengin daha zengin fakir daha fakir artık!

Oysa ki milli gelirin yüzde 5,6 arttığı bir yıldı 2022. Ama gelir adaletsizliği ve yüksek enflasyon baskısı elinde avucunda bir şey olmayanları daha da eritti bitirdi.

Açlık sınırının altında asgari ücretle elbette ki gelir dağılımı bozulur!

Teknik olarak da TÜİK’in açıkladığı veriler bu durumu net biçimde teyit etti.

Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımındaki bozulmayı ifade eden Gini diye bir katsayı var.

Ve 2022’de Gini katsayısı 0,415’lik seviye ile 2009 yılından bu yana bire en yakın değeri almış oldu.

Son 14 yılın en kötü gelir dağılımı anlamını taşıyor bu rakam!

Ve seçimler kapıda olmasa da kötü bir sonuç olurdu.

Oy kaygısı ücretlere normal zamanlardakinden çok daha yüksek oranlı zamlar yaptırıyor.

Keza emekli ve memur maaşlarına da…

Ama nafile! Gelir dağılımın düzelmeye pek niyeti yok.

Çünkü ücret ve maaş zamları enflasyon canavarına yetişemiyor.

Hep geriden geliyor.

Üstelik çarşı pazardaki enflasyon başka bir tablo sergiliyor resmi rakamlara göre!

Ve aslında artık enflasyon sepeti vatandaşın sepeti olmaktan çıkmış durumda.

TÜFE’nin hesaplanmasına kullanılan ürün ve hizmet sayısı 400’ün üzerinde. Oysa ki vatandaşın parasının yetebildiği ürün ve hizmet çeşidi 40 – 50’yi geçmez!

Pek çok hane için bu rakamlar bile fazla.

Ele geçen para; kira, gündelik ev eşyası, enerji faturaları, gıda ve ulaşıma gidiyor. Kalırsa geriye bir şey onu da eğitim ve sağlık alıp götürüyor!

En fazla da yeme içmeye yani mutfağa pay ayırmak zorunda kalıyor vatandaş. Çünkü gıda enflasyonu manşet enflasyonunun üzerinde ısrarla seyretmeye devam ediyor.

Nitekim bu hafta açıklanan nisan ayı rakamları da bu durumu teyit etti.

Aylık TÜFE yüzde 2,39 oranında artarken yüzde 3,95 oranında artan gıda ve alkolsüz içecekler grubu fiyatları nisan ayının ana belirleyici olarak öne çıktı!

Yani manşet enflasyonunun neredeyse iki katı bir gıda enflasyonu var bu memlekette.

Kısacası temmuz için telaffuz edilen ücret zamlarının genel enflasyon yerine gıda odaklı yapılmasında fazlasıyla yarar var!

Vatandaş adalet istiyor!

Vatandaş adalet istiyor!

Büyük bir heyecanla hazırlandığımız, ülkenin dört bir yanında liderlerin mitingler düzenleyerek kendi hanelerine oy toplamaya çabaladıkları seçimde aslında neyi oylayacağımız meselesi bence en önemli konu…

‘Neyi oylayacağız?’ sorusunu soruyorum, zira bu kez seçimlerde vereceğimiz oylar, sadece milletvekili koltuklarına yeni isimlerin yerleşmesi ya da Cumhurbaşkanlığı koltuğuna başka bir ismin oturması gibi basite indirgenecek yanıtlarla anlatılacak gibi değil.

Bu kez iki farklı iradeye oy vereceğiz. Öncelikle bunun ayırdına çok iyi varmak gerekiyor.

İradelerden biri olan ve halen ülkeyi yöneten irade olan Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanlığı Sisteminin sürdürülmesinden memnun, dolayısıyla gidişatın değişmesini istemeyen fikirleri ile ön plana çıkıyor ve bu çerçeve içinde yaşanan sorunları aşacağını dile getiriyor.

Diğer bir iradenin sahibi olan Millet İttifakı ise var olan yönetim biçiminin ülkeyi tek adam yönetimine doğru ittiğini, parti devleti modelinin giderek daha fazla yerleşmeye başladığını, dolayısıyla adalete güvenin giderek azaldığını söylüyor. Tüm bunları aşmak için güçlendirilmiş parlamenter sistem uygulamasının hayata geçirilmesini, güçler ayrılığının yeniden ülke yönetiminde yerini almasını, tek elden verilen kararlara da artık veda edilmesini öneriyor.

Hangi ittifaka oy verirken ne kazanıp ne kaybedeceğimizi konuşalım istedik bugün…

Norm Haber ekranlarında yayınladığımız, hazırlıklarını ve sunuculuğunu Norm Haber Sorumlu Haber Müdürü Furkan Kahraman’ın yaptığı Aday Masası programında bahsettiğim bakış açısıyla konuk ettik İYİ Parti İkinci Bölge Birinci Sıra Milletvekili Adayı Hasan Toktaş’ı.

Neyi oyluyoruz sorusunun yanıtını çok açık bir biçimde verdi konuğumuz;

“Demokrasi noktasında bir geriye doğru gidişi mi tercih ediyoruz yoksa yüzümüzü batıya mı dönüyoruz? İşte bunu oylayacağız.”

Dün yapılan İYİ Parti mitinginden Genel Başkan Meral Akşener’in memnun ayrıldığını biliyorduk zaten. Miting öncesi Sinan Ateş’in baba evine yapılan ziyarette neler konuşulduğunu merak ettik en çok; beni bu noktada tetikleyen ise Akşener’in kürsü konuşmasında ima ettiği tehdit söylemleri oldu.

Ateş’in arkadaşlarına yönelik tehditler olduğunu ve bu tehditleri kimin yaptığını biliyoruz. Dosyadan kaybolan kağıtlar var! Şunu söyleyebilirim, bizim iktidarımız döneminde tüm ülkenin kalbini kanatan bu olayın failleri yakalanacak ve adalete teslim edilecektir” dedi Toktaş.

Yaşadığım şehirde benim için en önemli olan kısma bir türlü gelemedik aslında seçim sürecinde. Hep bir itiş kakış ve laf dalaşı içinde olmayı tercih ediyor atmosfer. Oysa yerelde durum hiç de böyle değil. Misal, İYİ Parti’nin Bursa için ne söylediği anlamlı benim için. Yaşadığım şehirde neler değişecek? Bunu bilmem lazım…

Bursa’nın sadece sorunlarını değil Türkiye’ye neler kazandırdığını da çok iyi bildiklerini belirten Toktaş benim sıklıkla dillendirdiğim bir gerçekliğe değindi ve enteresan bir biçimde en önemli vaat olarak da bu çok önemli kavramı sundu bize.

“Bursa’nın Türkiye ekonomisine kazandırdıklarının yanında aldığı pay çok düşük. Urfa’nın yatırım olarak aldığı payın onda birini alıyor Bursa. Biz Bursa’ya hak ettiği lobi faaliyetini yapmayı vaat ediyoruz. Bu şehrin iyiliği için kimin yakasına yapışılması gerekirse yakalarından tutup olması gerekenleri yaptıracağımızı vaat ediyoruz” sözü sorunların çözümündeki temel sıkıntı konusunda aynı noktada durduğumuzu gösteriyor benim için.

Defalarca yazdığım, ‘Bursa’nın lobisi yok’ vurgusu burada bir anlam kazandı bana göre.

Program esnasında değerli meslektaşım Furkan Kahraman’ın sorduğu şu soru da çok önemliydi;

‘Sahada vatandaşın sizden ilk isteği ne oluyor?’

Sorunun yanıtı biraz can acıtıcı yerden geldi;

Vatandaş bizden öncelikli olarak adalet istiyor. Biliyorlar ki, adalet olursa uğradıkları haksızlıklar karşısında kendilerini savunabilecekler, ötekileştirilmeyecekler, eşit tutulacaklar, devletin güçlü elini üzerlerinde hissedebilecekler…”

Adalet öylesine kıymetli bir kavram ki, özgürce yaşama hakkından tutun da eşit eğitim hakkına ve en önemlisi de güvenli ekonomik yatırımlara kadar pek çok konuyu etkiliyor.

Vatandaş haklı, vatandaş adalet istiyor

Adalet demişken, 14 Mayıs günü oyların korunması konusunda hazırlıklı olup olmadıklarını, son dönemlerde yayılan kaymakamlıklar kanalıyla Yüksek Seçim Kuruluna alternatif bir yapı oluşturulmaya çalışılıp çalışılmadığını ve böyle bir durum karşısında neler yapacaklarını da merak ettim doğrusu.

Sandık güvenliği konusunda ciddi hazırlıklar yaptıklarını belirtti Toktaş. Son günlerin korkutucu, seçim güvenliğini ihlale yönelik duyumları konusunda da kamu çalışanlarını uyardı ve dedi ki;

Kamu çalışanlarının kanuna aykırı emirlere direnme hakkı vardır. Ben inanıyorum ki, hiçbir kamu çalışanı devletimizi böyle bir duruma alet etmeyecektir. Biraz sabredin ve bu süreçte kanuna aykırı bir yola sapmayın, sapılmasına müsaade etmeyin…”

Önemli bir çağrı olarak değerlendiriyorum bu söylemi.

Program esnasında konuştuğumuz çok mühim başka pek çok konu da oldu elbette. İlgilenenlerin mutlaka izlemesini öneririm.

Cemil Aydın’dan 100 soruna 100 çözüm önerisi

Cemil Aydın’dan 100 soruna 100 çözüm önerisi

Dün kaleme aldığımız ve müstakbel milletvekillerine seslendiğimiz yazımızda “Bursa’nın 100 temel sorunu 100 temel çözüm önerisi” demiştik.

Yazdığımız yazının ardında geçmiş yıllarda MHP’den 2 dönem Osmangazi Belediye Meclis Üyeliği yapmış değerli dost Cemil Aydın bir yazı göndermiş.

Ben de o yazıyı bu köşeden yayınlıyorum:

“Bugünkü yazınıza ve içindeki bu cümleye istinaden. Eski meclis üyesi ve siyasi tecrübe ve de Bursalı olarak defalarca gündeme taşıdığım gibi tekrar sizle paylaşıyorum.”

Aydın, ulaşımı önemli sorun olarak görmüş.

Ardından düşüncelerini paylaşmış.

“Selam ve saygılarımla.

Vakit kaybetmeden, çünkü başka Bursa yok.”

Sözleri ile sıralamaya başlamış, ardından devam etmiş.

Ankara‘dan yeterli yatırım desteğini alamadığımız net bir gerçek.

Bırakın İstanbul ve Ankara’yı, diğer Anadolu şehirlerine merkezi idareden özellikle ulaşım konusunda yapılan hizmetler Bursa’dan çok çok fazla.

Bunun yanında;

Son yıllarda yapılan bazı yanlış projeler ile ortaya çıkan borç stoku yerel yönetim ve hizmetleri kilitlemiş durumda.

Elbette imkânlar dâhilinde Büyükşehir ve tüm alt belediyeler yatırım ve hizmetlerine devam ediyor.

Fakat herkesin hayal ettiği bir Bursa için yeterli değil elbette.

O suçlu bu suçlu demekten ziyade ortak aklın devreye girmesi, bugüne kadar yeterli sesi duyulmayan Bursa lobisinin gücünü hissettirmesi gerekmektedir.”

Aydın’a göre sorunlar ve çözüm önerileri de şu şekilde:

“- Doğanbey TOKİ konutlarının bulunduğu bölgede ilköğretim okulu ve sağlık ocağı,

-Doğanbey Tayakadın Camiinin çevresini kapatan Ticaret Borsasına ait binanın yıkılarak tarihi caminin siluetinin ortaya çıkarılması,

15 Temmuz Demokrasi Meydanı’nın (Fomara) gerçek bir meydan hüviyetine kavuşması için tüm itirazlara rağmen yapılan Diyanet binasının ve meydana bitişik diğer binaların yıkılması ve de ışıklandırma projesinin yenilenmesi,

Sakarya Mahallesi İbni Sina İlköğretim Okulunun yıkılarak yenilenmesi ve de diğer mahallelerimizdeki okulların durumlarının tespiti (Okul bahçesinde trafo bulunması vb.),

Kıbrıs Şehitleri Caddesi ile Gazcılar Caddesi arasında kalan ve çöküntü alanına dönüşmeye başlanan adanın kamulaştırılarak Kent Meydanı’nın genişletilmesi,

Kent Meydanı ile Osmangazi Belediye Başkanlığının yaptığı Osmangazi Meydanı’nın entegre edilmesi amacıyla arada bulunan yapıların kamulaştırması ve de Osmangazi Belediye Başkanlığı ile Merinos Atatürk Kongre Merkezi arasındaki ana arterin yer altına alınarak Merinos Parkı ile birleştirilmesi,

Ulucami’nden baktığında Yeşil Türbe‘nin silüetini ortaya çıkaracak uygulama planlarının revize edilmesi,

Darmstad Caddesi üzerinde bulunan araç kiralama firmalarının transfer edilmesi,

-Darmstad Caddesi’nin üzerinde bulunan ve caddeyi daraltan refüjün kaldırılması,

Altıparmak-Çarşamba Bölgesi kentsel dönüşüm projelerine öncelik verilmesi ve pilot mahalle tespit edilerek uygulamaya başlanması,

-Pazar pazarı tabir edilen Dr. Sadık Ahmet Caddesi üzerinde kurulan pazar alanının kapalı alana taşınması,

Demiryolu Altı tabir edilen mahallelerimizin hastane ihtiyacı,

Demiryolu Altı Bölgesi’nde kentsel dönüşüm projelerinin başlatılması,

-Bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak amacıyla Kükürtlü-Sıcaksu Mevkii’nin Sırameşeler-Soğanlı bölgesine bağlanması,

Recep Tayyip Erdoğan Bulvarı’nın Ata Bulvarı’na bağlanması,

Çelebi Mehmet Bulvarı’nın Recep Tayyip Erdoğan Bulvarı’na bağlanması,

Beşyol Kavşağı’nda yapılması gereken yonca şeklindeki kavşak projesinin hayata geçirilmesi,

Paşa Çiftliği Arazisi, Eski Tütün Depoları Arazisi, Yunuseli Havalimanı Arazisi, Orman İşletmesi Arazisi ve benzeri bölgelerde Ankara merkezli kurumların imar uygulama planlarının takibi ve gereğinin yapılması,

Uludağ eteklerinin disipline edilmesi ve park alanına dönüştürülmesi,

İç Fidan Han’da başlatılan çalışmaların hızlandırılması,

Temiz Cadde üzerinde bulunan tüm binaların kamulaştırılarak tarihi surların Saltanat Kapı’ya kadar olan bölgede ortaya çıkarılması,

Tahtakale tarihi çarşının etrafındaki binaların boşaltılması ve bölgenin Hanlar Bölgesi’ne entegre edilmesi,

Demirkapı Kentsel Dönüşüm Projesi’nin başlatılması,

Çekirge Meydan Projesinin başlatılması,

Demirtaş Sanayi Bölgesinde hava kirliliğine yol açan fabrika bacalarının disipline edilmesi,

Eski Gemlik Yolu Caddesi’nin trafik yoğunluğunun ve çarpık yapılaşmanın giderilmesi,

-Osmangazi ve Büyükşehir Belediyesi’nin işbirliğiyle T2 tramvay hattının Demirtaş Sanayi Bölgesinin içine uzatılması,

Alacahırka, Muradiye, Gökdere ve Cilimboz semt ve derelerin durumlarının sorgulanıp, incelenmesi,

-Özellikle tarihi ve eski mahallelerimizde metruk binaların yıkılması,

Bey Sarayı‘nın gün yüzüne çıkarılması,

Osmangazi Han’ı anma etkinliklerinin Devlet Töreni kapsamına alınması,

Wamtes tesislerinin yeniden hizmete başlaması,

I. Murat Hüdavendigar’ın türbesinin dış cephesindeki kötü görüntünün ortadan kaldırılması,

Hatice Sultan Türbe avlusunun madde bağımlılarından arındırılarak geçmişte olduğu gibi türbenin zarar görmesinin engellenmesi,

I. Murat Hüdavendigar’ın katilinin ismini taşıyan Obiliç Belediyesi‘yle kardeşlik protokolünün iptali,

-Ana arterler üzerindeki çöp kutusu eksikliği giderilmesi,

-Altıparmak-Çarşamba Bölgesi başta olmak üzere ticari bölge ve çarşılarda her türlü yabancı tabelaların yasaklanması veya ölçü ve şekil olarak disipline edilmesi,

-Dağ köylerindeki foseptik kuyularının Doğancı ve Nilüfer Barajlarına akıtılma sorununun kalıcı olarak çözülmesi,

Alaşar Mezarlığı’nın Büyükşehir Belediye Başkanlığına devrinin sağlanarak mağduriyetlerin giderilmesi ve definlerin resmiyet kazanması aciliyet arz etmektedir.”

***

Şunu net olarak ifade edebiliriz.

Görev süresi sona ermesine rağmen Cemil Aydın, gönüllü kent müfettişi gibi görev yapıyor.

Ya da şimdiden gelecek yerel seçimlere hazırlanıyor.

Biz de müstakbel milletvekili adayları ve yerel siyaseti düşünenlere Aydın’ın hazırladığı çalışmaya bir bakmalarını öneriyoruz.

Borsadaki düşüş, Fed ve altın rekoru…

Borsadaki düşüş, Fed ve altın rekoru…

Piyasaların kafası hayli karışık.

Türkiye’de gözler kulaklar anketlere odaklandı!

Ve gelen her yeni anket ya da haber özellikle Borsa İstanbul’da kendini hemen hissettiriyor.

Küresel piyasalar ise ağırlıklı olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gelişmelere odaklanmış durumda.

Nitekim bu hafta da küresel piyasaların gözü kulağı ABD’de idi.

Bir yanda bankacılık krizinin seyri diğer yanda enflasyona bağlı olarak uygulanan para politikası ana belirleyiciler konumunda!

Amerikan Merkez Bankası Fed kararını verdi. Ve faizleri 25 baz puan yukarı çıkardı.

Böylece ABD’deki faiz oranı 5,00 – 5,25 aralığına çıktı.

Özetle beklenen oldu.

Faizler arttı ama bir süre faiz artış olmayacağına dair bir kanaat da güçlü biçimde kendine vücut buldu!

Ancak Fed Başkanı Jerome Powell, büyümeye dair pozitif bir senaryo çizerek indirime dair sinyal vermemeyi tercih etti. Hatta hafif dozda şahin mesajları da dikkat çekti.

Powell, “Fed’in enflasyon görünümü faiz indirmeyi desteklemiyor. Gerekirse para politikasını daha da sıkılaştırırız.” diyerek faiz indirimi beklentilerine şimdilik set çekti!

Yine veriye bağımlı hareket öne çıkacak. Ama mevcut tabloda faiz artış serisine ara verilmiş görünüyor.

En azından eylüle kadar bir hareket olması pek olasılık dahilinde görünmüyor. Ne aşağı ne de yukarı yönde!

Çünkü…

Fed yönetiminden bankacılık krizini önemsemiyor tarzda açıklamalar gelse de aslında net bir korku söz konusu.

Keza durgunluk riski de mevcut.

Dolayısıyla yaz aylarını bekle gör politikası ile geçirecek olan Fed sonbahardaki duruma göre hareket edecek.

Muhtemelen yılın son çeyreğinde minik bir faiz indirimi deneyecek sinyal bazında.

Ancak gelişmeler bu takvimi daha öne çekebilir ya da geriye itebilir!

Yani piyasaların son günlerde odaklandığı pozitif senaryolar bir miktar ötelenmiş görünüyor. Nitekim de Powell’in açıklamaları hisse rallisini bitirdi. Altını dolardaki hafif gerileme ve daha ziyade belirsizlik kaynaklı olarak yükseltti! Ons fiyat 2 bin doların üzerinde tutunacak güç buldu kendinde.

Türkiye’ye yansıması ise gram altını kısa süreliğine yeni tarihi zirvesine taşıdı bin 274 lira ile. Ve gram fiyat bin 260 TL’nin üzerinde tutunma sinyali verdi böylece!

ABD’den gelecek veriler ve haberlere göre içte gram altın dalgalanacaktır önümüzdeki aylarda. Ancak belirsizlik fiyatlaması ivmeyi yukarı yönlü tutmakta.

Ayrıca doların lira karşısında özellikle seçim sonrasında bir miktar daha prim yapması ihtimali nedeniyle de gram altın yeni rekorlar kırmaya aday görünüyor!

Fed kararı ve gelen açıklamalar petrol fiyatlarını ise aşağıya çekti.

Bu ise enerji ithalatçısı Türkiye adına olumlu bir gelişme. Çok az da olsa BİST’teki üretici firmaların lehine bir hisse hareketi yaratacaktır.

Borsa İstanbul’da bilançoların seyri de etkili bugünlerde. Ancak son 10 işlem gününde yaklaşık yüzde 10 değer kaybeden BİST 100 endeksindeki erimenin ana nedeni 14 Mayıs sendromu!

Yani anketlerde oluşan belirsizlik tablosu. Aynı zamanda seçim sonrasında kim gelirse gelsin uygulanacak politikaların şu an itibarıyla çok net olmayışı da yatırımcıyı riskten uzak tutuyor.

Kısacası seçim sonrasında manzara netleşene kadar hisselerin tadı olmayacak.

Ancak yine de doğal bir alım bandına doğru geri çekilme olduğu da unutulmamalı. Çünkü orta vadede BİST’e olan ilgi yeniden yükselişe geçme potansiyeşi taşıyor!

Akşener Bursa’da esti, gürledi…

Akşener Bursa’da esti, gürledi…

Gazeteci olmak böyle bir şey işte. Dün Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş ile bir aradaydık, bugün TİP’in görüşlerinin tam tersi bir politika yürüten İYİ Parti’nin Bursa mitingini izlemek için düştük yollara.

İşin en ilginç yanı ise aslında hepimizin de farkında olduğu gibi birbirine ters, birbirinin hayli uzağında, demokratik bir yönetim biçimi söz konusu olsa birbirine en sert muhalefeti yapacak olan siyasi partiler tek bir hedef uğruna çaba harcıyorlar şimdilerde.

İktidar cephesi bu durumu şöyle tarifliyor; ‘Bunların aklı fikri AK Parti’yi ve Recep Tayyip Erdoğan’ı yenmekte!’

Doğru…

Bu kısımda bir yanlışlık yok, zira bir mücadele varsa bir tarafın diğer tarafı alt etmek istemesinden daha doğal ne olabilir değil mi? Madalyonun diğer yüzünü çevirdiğinizde, zaten siz de iktidar olarak, muhalefeti siyasetin tozlu sayfalarına gömmek istiyorsunuz…

Benim meseleye bakış açım ise biraz daha farklı. Ben diyorum ki;

‘Tüm bu farklı görüşteki siyasi partilerin gördükleri en önemli gerçek, ülkenin fabrika ayarlarından giderek saptığı ve böyle giderse sapmaya devam edeceğidir. Gidişatı değiştirmek ve en azından fabrika ayarlarına geri dönmek için bunca farklı parti bir araya gelerek güçlerini birleştirme yolunu seçmiştir…’

İYİ Parti mitinginin açılış konuşmasını yapan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adayı Mansur Yavaş;

“21 yıldır ülkeye elinizde ciddi bir güç ve çok önemli maddi kaynaklarla hükmediyorsunuz. Bunca imkanla elbette 21 yıl içerisinde iyi işler de yaptınız. Yapmadığınızı söylemek doğru olmaz. Ancak 2018 yılı itibariyle tüm gücün tamamen ellerinize bırakılmasını istediğinizde adeta güç zehirlenmesi yaşadınız. Şimdi bunu değiştirme zamanıdır!” diyerek özetledi benim yukarıda anlatmaya çalıştığım durumu.

3 Mayıs Dünya Türkçülük Günü gibi milliyetçi cephe açısından özel bir günde Bursa’ya misafir oldu İYİ Parti Genel Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adayı Meral Akşener ile Mansur Yavaş.

Elbette konuşmaların odağında Sinan Ateş cinayeti vardı. Miting öncesinde Ateş ailesini ziyaret eden Akşener ve Yavaş’ın Bursa’ya sözü, cinayetin faillerinin ve azmettiricilerinin bulunarak hak ettikleri cezayı çekecekleri oldu.

Ancak Akşener’in konuşmasında dikkat çeken bir detay vardı;

Bu işin peşine düşenlere bir milletvekili diyormuş ki, ‘15 Mayıs sabahı artık Bulgaristan’a kaçarsınız!”

İşin içinde tehdit var yani…

Bir cinayetin peşine düşen, katillerin ve azmettiricilerin cezasız kalmaması için uğraşanlara yönelik, üstelik de milletin vekili konumundaki isimlerden neden tehdit gelir ki?

Normalde toplumun vicdanını kanatan bir cinayetin faillerinin bulunması, cezalandırılması hükümetin isteyeceği bir durum olmaz mı?

Yoksa…

İşin ‘yoksa…’dan sonraki kısmını doldurmayı size bırakıyorum. Herkesin sıklıkla dile getirdiği sözü bir kez de ben edeyim ve diyeyim ki, ‘Türk milleti ferasetlidir, cümlelerin boşluklarını doldurmak konusunda da iyidir…’

Elbette sadece Sinan Ateş cinayetinin faillerinin bulunacağı sözü verilmedi Bursa’dan. Akşener seçime değil de savaşa gidiliyormuşçasına toplumun çeşitli kesimlerine hakaretler edilerek yürütülen kampanya çalışmalarından ne kadar rahatsız olduğunu dile getirdi.

Benim de en çok rahatsızlık duyduğum durum bu, yürütülen seçim döneminde. Sanki üçüncü sayfa programı izliyormuşçasına bir eda ile vatandaşlara, en çok da kadınlara ve gençlere, ‘sürtük, çürük, süfli, defol, terörist, giderlerse gitsinler…’ gibi sözcükler sarf ediliyor.

Sonra bütün politik arena bu saçma sapan ve çirkin ithamları konuşuyor, tartışma programlarında koca koca profesörler, kelli felli yazarlar neden bahsettiğim cümlelerin kurulduğunu açıklamaya çalışıyor.

Oysa önümüzde bir seçim var, bu seçimde bir kez daha iki ayrı kutba bölünmek gibi ülkeyi huzursuzluğa sürükleyen saçmalıkların içine düşmeyi arzu etmediğinizi tahmin ediyorum. Seçimlerde siyasi partilerin hakaretlerini ve hakaretlere karşılık söylenen başka hakaretleri değil icraatlarını, vaatlerini yarıştırmaları gerektiğini düşünüyorum.

Millet İttifakının en değer verdiğim vaatlerinden biri köy okullarını yeniden açmak, ilk bir ay içinde 100 bin öğretmen atamasını gerçekleştirmek, köylere bir veteriner hekim, bir ziraat mühendisi ve bir ziraat teknisyeni görevlendirerek yaşamın kırsal alanda bir kez daha vücut bulmasını sağlamak politikası.

Sonuna kadar arkasında olduğum bu fikir sayesinde pek çok şeyin değişeceğine eminim.

Akşener’in konuşmasının sonunda, tam da Bursa Milletvekilleri ve milletvekili adayları takdim edilecekken, sahneye Bilge Yılmaz ile çıkması ve ‘İşte size ekonomimizi yönetecek adamı tanıştırayım. Kendisi yerli ve millidir. Ekonomimizi en iyi biçimde yönetecektir’ demesi bence önemli bir ayrıntı.

Aklıma İYİ Parti Bursa Milletvekili ve bir ekonomi profesörü olan İsmail Tatlıoğlu’nun önümüzdeki süreçte nasıl değerlendirileceği sorusu geliyor. Var birkaç fikrim, ama seçimlerden sonraya kalsın onlar da…

Her siyasetçi gibi özellikle gençlerin ve kadınların oylarına talip olan, tüm konuşması süresince bu iki kesime kullandığı kelimeler ile göndermelerde bulunan Akşener, seçim anlaşmasının sağlanmasından önce masadan kalmasıyla kaybettiği gücü toplamaya çalışıyor halen. Bunu net olarak söyleyebilirim.

Miting alanı olarak Kent Meydanı’nın İYİ Parti İl Başkanlığı tarafından seçildiğini biliyorum. Buradan yola çıkarak Gökdere Meydanında yapılan diğer mitinglerle bir kıyaslama yapılmasının önüne geçmek için alan seçiminin Kent Meydanından yana olduğunu düşünmek yanlış olmaz sanırım.

Akıllıca bir taktik…

Yaklaşık 6 bin kişilik bir alan seçilmiş, doldurulmuş, hatta kenarlarda taşmalarla birlikte izleyici sayısının 6 binin üzerinde olduğunu söylemek mümkün.

Coşku elbette var, inanmışlık elbette var, olmaması düşünülemez zaten…

Bundan sonrasını sandık söyleyecek artık…

NOT: Mitingin arka cephesini yakından takip eden Bursa Tanık’tan genç gazeteci arkadaşlarım Zehra Değirmenci ve Sibel Kahraman’ın aktardıkları bilgileri paylaşmakta da yarar var. Miting esnasında Kent Meydanını gösteren şehir kameraları Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından kapatıldı. Şehrin diğer kameraları çalışırken miting alanı izlenemedi. Aynı zamanda arıza gerekçesi ile miting saatinde metro seferleri de yapılmadı.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bundan sonraki mitinglerde takınacağı tutumu yakından takip etmekte yarar var.

Bursa’nın 100 temel sorunu 100 temel çözüm önerisi…

Bursa’nın 100 temel sorunu 100 temel çözüm önerisi…

Belki bugün herkes benden İYİ Parti Lideri Meral Akşener’in Bursa’daki miting değerlendirmesini bekliyor.

Gitmediğim mitingi oturduğum yerden değerlendirmek giden meslektaşlarıma ayıp olacağından ona girmeyeceğim.

Bugün hem siyasetçileri hem de kentimizi ilgilendiren bir şeyler kaleme alacağım.

Malum,

Yaklaşan genel seçimler öncesi partiler de adaylar da son sürat çalışmalarına devam ediyor.

Seçimlere 10 gün kaldı desek yalan olmaz.

Son düzlük olunca bugünlerde rağbet seçmene…

Gelen geçen onun elini öpüyor, oyunu bana ver diyor.

Allah için o da sözün beş yılda bir kendine geldiğini bildiği için rolünü iyi oynuyor.

Herkese mavi boncuk dağıtıyor.

Mavi boncuk kimdeyse benim gönlümde der gibi…

Seçmenle görüştükten sonra içi rahatlayan müstakbel vekillerde ya da adaylarda bir hava oluşuyor ki sormayın gitsin.

Milletvekilliği çantada keklik!

Hatta o kadar umutlanıyorlar ki son sıradaki bile seçileceğini düşünüyor.

Neden olmasın!..

Bir gün 1999 yılındaki gibi rüzgâr eserse adamı okey masasından kaldırırlar. Bir bakarsın belediye başkanı bir bakarsın milletvekili olursun.

Bu rüzgâr 100 senede bir eser…

Bundan sonraki rüzgâr 2099 yılında esecek.

Kim öle, kim kala…

Rüzgâr esmez ise ne olur?

İşte o zaman kendi rüzgarını kendin estirmek zorunda kalacaksın.

Bursa gibi büyükşehir sıfatı taşıyan şehirlerde rüzgâr estirmek oldukça zor, hatta imkânsız gibi.

Ama zoru hemen, imkansızı başarmak biraz zaman alıyor diyorsanız o zaman diyeceğimiz zoru kolaya çevirmenin yolu da yerel projelerden, küçük dokunuşlardan bahsetmekten geçiyor.

Siz şu ana kadar hiç milletvekili adaylarında Bursa’nın 100 sorunu 100 temel çözüm önerisi diye bir şey gördünüz mü, duydunuz mu?

Ben görmedim.

Demek ki tüm siyasiler için her şey dört dörtlük.

Onların mücadeleleri yerel değil, genel için.

Her şeye rağmen görenler varsa görmeyenlere anlatsınlar…

Böyle bir çalışma yapan çalışmasını doğru yöntemlerle halka anlatan milletvekili adayı parti ayrımı gözetmeksizin genel seçimlerde istediği sonucu alamasa bile yerelde şimdiden bir iki, hatta üç adım öne geçer…

Ama ne yazık ki, merkezi anlamda yapılan seçimlerde siyasetçiler de yerele ilişkin pek düşüncelerin ifade etmiyorlar, renklerini belli etmiyorlar.

Bu minvalde Bursa özelinde 600’e yakın milletvekili adayı yerelden hiç bahsetmiyor.

Umarım bugüne kadar olmayan bu bahsetmeler, bundan sonraki seçimlerde olur.

Ne diyelim, öneri bizden, değerlendirmek siyasilerden…

Tekstil ve konfeksiyonda kan kaybı artıyor

Tekstil ve konfeksiyonda kan kaybı artıyor

İhracat dünyası zorlu bir mücadele sürecinden geçiyor.

Hala yüksek maliyet yükünü sırtından atabilmiş değil ihracatçımız.

Üstüne üstelik döviz kurları maliyet artışlarının çok altında artışa sahne oluyor.

Rekabet gücü azalıyor. Karlılık dibe doğru sürükleniyor!

Ve dış pazarlarda durgunluk sinyalleri geliyor.

Hal böyle olunca da ihracatçıların derdi dikkat çekici boyutlara gelmeye başladı. Özellikle de tekstil ve konfeksiyon gibi emeğin yoğun olduğu sektörlerin sıkıntıları dikkat çekici seviyelerde!

Bu yapısallaşma eğilimindeki sorunların yanına maalesef ki depremin acı bilançosu da eklendi.

Yani 2023 ihracatçının zor yılı olmaya aday bir görüntü sergiler hale geldi.

Ramazan Bayramı kaynaklı kısmi baz etkisinin de sahne aldığı nisan verileri de mevcut manzarayı teyit etmekten öteye gidemedi.

Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerine göre otomotiv 2,7 milyar dolarla nisan ayında en çok ihracat yapan sektörler arasında ilk sırada yer aldı. Kimya 2,4 milyar dolarla ikinci, hazır giyim ve konfeksiyon 1,5 milyar dolarla üçüncü sıradaki yerini korudu.

Neticede Türkiye, nisanda 19,3 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdi. İlk 4 aylık ihracat 80,9 milyar dolara ulaşırken, son 12 aylık dönemdeki ihracat ise 251,7 milyar dolar oldu.

Ama ve lakin değişim nasıl diye baktığımızda çarpıcı düşüşler dikkat çekiyor!

2022’nin nisanına göre yüzde 20 oranında azalan ihracatımız mart 2023’e göre ise yüzde 19 daraldı.

Dört aylık ihracat düşüşü ise yüzde 6,5 seviyesinde gerçekleşti.

Yani topyekün bir gerileme söz konusu. Bunun içine deprem etkisini koymamız şart. Ve ayrıca bayram tatili de negatif bir etkisi yaratmış görünüyor!

Ancak ve ancak bu faktörler düşüşün tek mazereti değil. Neticede bu faktörler geçici.

Nitekim deprem bölgesinde yavaş yavaş üretim başlıyor.

Keza bayram tatili kaynaklı baz etkisi de mayısta tersine dönecek.

Ama asıl mesele yazının başında saydığım yapısal sorunların geçici olmaması.

Nitekim yaptığı açıklamada Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe, “Küresel ve ulusal düzeydeki gelişmelerin ihracatımıza olumsuz etkilerini hissettiğimiz bir ayı geride bıraktık.” ifadesiyle işlerin çok da yolunda olmadığını teyit etmiş oldu!

Yani işimiz kolay değil.

Karnenin pozitif tarafında paritenin az da olsa bu yıl ilk kez lehimize dönmesi var. Bir de

kilogram birim ihracat değerinin geçen yılın nisanına göre yüzde 18,3 artışla 1,56 dolara yükselmesini ekleyebiliriz.

Her iki pozitif faktörün de Bursa’nın yanında olduğunu görmemiz de sevindirici!

Ağırlıklı olarak Avrupa pazarına çalışan Bursalı ihracatçıların Euro/dolar paritesinin yeniden 1,10 seviyesine gelmesiyle az da olsa nefeslendiğini söylemek mümkün.

Ayrıca birim ihracat değerini yükselten sektörlerin ağırlıkla Bursa’da yer alması da gelecek adına sevindirici bir gelişme!

Ancak, nisanda Türkiye ortalamasından nispeten daha iyi bir performans sergileyen Bursalı ihracatçıların çok da iyi durumda olduklarını söylemek zor.

Bursa bir milyar 213 milyon dolarlık aylık ihracatla yine Kocaeli’nin açık ara gerisinde kaldı. Dört aylık dış satım geliri ise 5 milyar 200 milyon dolar olarak kayıtlara geçti!

Yani nisanda 2022’nin aynı ayına göre yüzde 9’luk bir düşüş söz konusu. Ülke ortalamasına göre kısmen pozitif. Ama bu doğal deprem faktörünün pek çok ili etkilediğini unutmayalım.

Marta göre ise yüzde 19’luk düşüş olması düşündürücü!

İlk dört ayda yüzde 0,5’lik artış ise sembolik değere sahip gelecek adına.

Ne yazık ki görüldüğü üzere yukarı yönlü bir ivme mevcut değil henüz.

Ve lokomotif sektörlerden sadece otomotivde hafif bir toparlanma söz konusu.

Özellikle tekstil ve hazır giyim gerileme süreçleriyle dikkat çeken sektörlerin başını çekiyor. Hazır giyim ve konfeksiyonda dört aylık kayıp yüzde 13’e dayandı!

Ne yazık ki bu sektörlerdeki kan kaybı giderek artıyor.

Gemlik depreme hazırlanıyor mu?

Gemlik depreme hazırlanıyor mu?

Milli Otomobil TOGG’dan sonra Gemlik’in cazibesi her gün daha da artıyor. Üstelik yanına temeli atılan batarya fabrikasından sonra bu cazibe tavan yaptı.

TOGG yollara çıktı…

Bu çıkışa Gemlik’in de ayak uydurması gerekiyordu.

İşte bu minvalde ne yapıldığını yerinde görmek gerekiyordu.

Bunun için en iyi fırsatı geçen hafta içerisinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mitingi öncesi yakaladım.

Bu vesile ile Gemlik’te dolaştık.

Önceki Başkan Refik Yılmaz döneminde her hafta gittiğim Gemlik’te ne değişti diye bakayım dedim. Mevcut başkan M. Uğur Sertaslan’ın bir önceki seçim döneminde müthiş vaatleri vardı.

O vaatlerden hangileri gerçekleşti?

Kendi gözlerimiz ile görelim dedik.

Ne gördük derseniz kocaman bir hiç.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş da olmasa Gemlik’e hiçbir şey yapılmayacakmış.

Velhasıl kayıp kocaman dört yıl…

Geçmişte Refik Yılmaz zamanında her hafta ya temel atılırdı ya da açılış yapılırdı. Gazeteci dostlarımızın Yılmaz’a da eleştirisi yok.

Eleştirdikleri nokta, Yılmaz neden sağlık ocağı, okul ve benzeri çalışmalar yapmış. Efendim bunlar merkezi idarenin görevi, yerel yönetimlerin görevi değilmiş.

O kaynak başka yere kullanılsaydı daha güzel olurmuş.

Allah için sormak lazım yapılan hizmet kime yapıldı?

Tek kelime ile Gemlikliye…

O zaman eleştiri olacaksa tek bu olsun.

Bunun dışında tek bir eleştiri yok…

Ama şu an eleştirilecek o kadar çok şey var ki, insan nereden yazacağını şaşırıyor.

Ama en büyük eleştiri olası bir deprem senaryosunda Gemlik için yapılan hazırlıklar neler olduğu…

Refik Yılmaz zamanında Gemlik’in Cihatlı’daki konutlarını taşımayı planlanmıştı. O konutlar satıldı.

Yanına ilaveleri yapılıyor mu?

Bildiğim kadarı ile hayır…

Şimdi ne yapılıyor?

Biz de buradan sormuş olalım…

Gelen yanıtı da köşemizden yazmış olalım.

ADAY MASASI’NIN KONUĞU BÜYÜKATAMAN

Yaklaşan genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Norm Haber, yerelde ve genelde seçimin nabzını tutmaya devam ediyor.

Her hafta birbirinden değerli konukları ağırladığımız Aday Masası programında bu haftaki konuğumuz MHP Genel Sekreteri ve Bursa Milletvekili, aynı zamanda 1. bölge 1. sıra adayı İsmet Büyükataman olacak.

Tecrübeli bir siyasetçi olan Büyükataman ile 14 Mayıs’ta gerçekleşecek seçimler, beklentiler, partisinin çalışmaları ve yeni döneme ilişkin düşüncelerini ve olası durumları konuşacağımız programı bugün saat 16.00’da normhaber.com ve tüm sosyal medya hesaplarımızdan izleyebilirsiniz.

Vakti olanlar kaçırmasın!

Şimdiden iyi seyirler…

‘Bir oy Kemal’e bir oy bıyıklarına…’

‘Bir oy Kemal’e bir oy bıyıklarına…’

‘Karşıyım her şeye, karşıyım karşı

Rabbim adaletin bu kadar mı???’

Tüm gün boyunca kulağımda bu şarkı ile karşısında durduğum her şey için neden bu kadar ısrarla ve çetince bir mücadele içinde olduğumu anlama ve anlatabilme amacı güderek gittim TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın Bursalılar ile buluşma toplantısına.

Çünkü önce bu karşı duruşu kendimce anlamlandırmam gerekiyordu…

Şimdilik anketlerde en fazla yüzde 3 gibi bir oranla kendisine yer bulan, belki de yüzde 85’i memur, işçi ve köylü sınıfından oluşan canım ülkemin ilk kez kendi sınıfına sahip çıkmaya başladığının yansımasını gördüğüm bir partinin, hüzünle söylüyorum ki; işçi kenti Bursa’da elbette bir mitinginin olması düşünülemezdi!

İşçi şehri Bursa bugün AK Parti’nin yarın belki başka bir merkez sağ partinin kalesi olarak gösterilen şehirlerden biridir ve bununla gurur duyar her daim.

Oysa hemen belirtmek gerekir ki, mesele güçlünün yanında saf tutmak değil, sınıf bilinciyle kendi sınıfının güçlü olması adına, sınıfını temsil edenlere destek vererek, ülkede söz söyler duruma gelmektir!

Ne kadar da ütopik bir söylem…

Ütopik olarak kalacak mı?

İşte bu konudaki yaygın düşünceyi yıkmak için yola çıkan Türkiye İşçi Partisi’nin de asıl amacı bu zinciri kırmak…

Hafta içi bir günde, üstelik öğle saatinde bir programla, başkanın kendi deyimi ile ‘Uğramadık demeyelim, diyerek…’ yapılan bir toplantıda çok inanmış, çok coşkulu bir guruba seslendi Erkan Baş ve dedi ki;

“Buraya sizi kandırmak, bizi iktidar yapın demek için gelmedim. Biz bu seçimlerden sonra muhalefet oluruz ancak. Ama bize oy verirseniz, gördüğünüz en iyi muhalefeti yaparız ve sizi asla pişman etmeyiz!”

Bunları söylerken alışageldiğimiz bir lider portresi çizmiyordu. Üzerinde beyaz gömleği, ayağında kot pantolonu ve kendisiyle özdeşleşen, hatta; ‘Bir oy Kemal’e, bir oy bıyıklarına…’ sözünün de mimarı olan bıyıkları ile bağırmadan, sakince konuşuyor, arada pet şişeden suyunu içerek boğazını yumuşatmaya çalışıyordu.

Dikkatinizi çekerim; bağırmıyordu…

Oy kullanmayacağını söyleyen 7 milyonun oyuna talibiz. Gençlerin oyuna talibiz. Gençler rahat olsun, bu ülkede artık onlar gibi düşünen ve onlar gibi hareket eden bir siyasi parti olacak mecliste” dedi Erkan Baş.

Emanet oy istemediklerinin altını çizdi. “Bize inananların oyunu istiyoruz!” dedi.

TİP’in sosyal medyada çok popüler olduğu algısının yanlış bir algı olduğunu, ana akım medyaların dışında pek çok medya kanalının da kendilerine kapalı olduğu için, sokağın yansımasının sadece sosyal medyada vücut bulduğunu, bulabildiğini belirtti.

İşin bu kısmı önemli! Çünkü bu demektir ki; iktidar gibi şimdinin muhalefetinin de kendi medyaları ve bu medyalar üzerinde tahakkümü var!

Öyle mi?

Kararı siz vereceksiniz…

Yönetimin el değiştirmesi için çabalarken, beğenmediğiniz biri gitsin diye uğraşırken ona benzememek çok kıymetli bir ayrıntıdır…

TİP Genel Başkanının üzerinde hassasiyetle durduğu bir diğer konu da oy oranı az olan siyasi partilere verilecek oyların boşa gideceği endişesi ile seçmenin gönlünden geçen partiye oy veremeyecek olması meselesiydi.

Seçmenin kafasının bu konuda karışık olması normal, çünkü her seçime yepyeni ve bir öncekinden daha da karmaşık oy değerleme sistemi ile giriyoruz.

Şimdi seçime girdiğimiz sistemde eğer bir ittifakın içinde yer alıyorsanız ve ittifak olarak oylarınız barajın altında kalmıyorsa size verilen oylar boşa gitmeyecek, milletvekili çıkarma hedefine ulaşacak demektir. TİP bir ittifakın içerisinde ve bu ittifakta Yeşil Sol Parti de yer alıyor, yani baraj sorunu yok diyebiliriz.

Tüm bu bilgiler ve konuşmalar sonrasında, dilimde yine aynı türkü ile…

Düşündüm ve hepimizin de düşünmesi gereken konunun bu olduğuna inanıyorum;

‘Bursalı işçiler sermayeden bağımsız bir siyasi parti tarafından mecliste temsil edilmeyi hak ediyorlar mı, etmiyorlar mı?’

Düşündüm ve yine hepimizin düşünmesi gerekiyor;

‘Bu ülkede her daim parası olanın ve parası olanlara yakın duranların mı sesleri çıkacak, yoksa haklının ve haklıdan yana tavır alanların konuşma zamanı gelecek mi?’

Düşündüm ve yine hepimizin düşünmesi gereken asıl mesele budur;

‘Vatandaşını kendisine muhtaç hale getirmeyi görev edinen iktidarı ya da iktidarları mı kollayacağız, yoksa işçiden, memurdan, emekliden, yani kısacası halktan yana tavır alanların mı yanında duracağız?’

Tüm bunlara çoğunuzun ne yanıt vereceğini, hepinizin, hepimizin ne garantici olduğunu, ideolojilere gerçekleşmeyecek hayaller olarak baktığınızı biliyorum.

Üzülerek biliyor ve görüyorum ki, kendinizce güçlü olandan yana tavır alacaksınız pek çoğunuz…

İşte tam da bu nedenle, edindiğim bilgileri sizinle paylaşarak, bu kez soruları size sormayı uygun buldum…

Ne dersiniz…

Doğru cevabı veren ileride çok güzel şeyler kazanacak…

NOT: Tüm yazı boyunca milletvekili seçimlerinden bahsettim, çünkü TİP’in Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaklaşımı gayet net; Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu yürekten destekliyorlar ve ‘İkinci tura bırakmayın, ilk turda bu işi bitirelim’ diyorlar.

İçi boş 1 Mayıs’lar herkesin kaybı!

İçi boş 1 Mayıs’lar herkesin kaybı!

Geleneksel bir gün daha kutlama listesindeki yerini aldı.

Ve genelde olduğu gibi hiç bir somut değişime yol açmadan tarih sayfalarında kendine silik bir yer buldu.

Oysa ki uluslararası işçi sınıfının ortak mücadele günü olan 1 Mayıs, milyonların kaderi demektir!

Sanayi devriminin dayattığı acımasız koşullara isyan eden kitlelerin canı pahasına elde edilmiş bir simgedir 1 Mayıs.

Kökleri 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanan bu gün, 1886 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen büyük işçi grevleriyle birlikte uluslararası boyutta kutlanmaya başlandı.

1886’de ABD’de 8 saatlik iş günü talebiyle grevler ve protestolar düzenlemiş ve bu talebin karşılanması için 1 Mayıs 1886 tarihinde genel grev çağrısı yapılmıştı. Chicago’da 1 Mayıs’ta başlayan genel grev sırasında şiddet olayları da yaşanmış ve çok sayıda kişi yaralanmış ve hayatını kaybetmişti.

Bu olayın ardından, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, dünya genelinde işçi sınıfının mücadelesinin sembolü haline gelerek birçok ülkede kutlanmaya başlandı.

Ancak, Türkiye de dahil olmak üzere genelde bir tatil günü olması dışında pek de bir fonksiyonu kalmadı bu sembol günün!

Bol bol kutlama mesajı ve yürüyüş yapıldı. Siyasilerin geleneksel nutukları atıldı.

Ve kimisine göre bir bayram olması gereken 1 Mayıs geldi geçti.

Sonuçta ise çalışanların sürekli gerileyen haklarını geri kazanma ve çok daha ileriye taşıma umutları kağıt üstünde kaldı!

Oysa ki 1 Mayıs işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmek, çalışanların haklarını korumak ve işçi sınıfının dayanışmasını sağlamak amacını gütmektedir.

Çünkü bu gün; işçi hakları, çalışma koşulları, iş güvenliği ve sağlığı konusunda farkındalığın artması için büyük önem taşımakta.

Keza ücretlerde hak edilenin elde edilmesi için gereken mücadelenin farkındalığı da bir o kadar önemli!

Bu anlamda ise özgürce örgütlenme yani sendikalaşma kritik önemde.

Ne yazık ki özellikle 12 Eylül 1980 sonrası yerle bir edilen sendikalar, sendikal hakların buluşma adresi olmaktan çoktan çıktı.

Genellikle şeklen var olmakla birlikte çalışanların hakları konusunda bir arpa boyu yol alamadıklarını görmek zor değil!

Ve sonuç ortada. Çok sınırlı birkaç sektör dışında işçi kesimi tamamıyla sahipsiz denebilir.

Açlık sınırının on bin lirayı aştığı bir ortamda asgari ücretin 8 bin 500 TL olması sendikaların güçsüzlüğünün somut işareti!

Çeşitli sosyal haklardan yoksunluk ise bir başka mesele.

Ama en hayati olanı iş sağlığı ve güvenliği.

2022 yılında, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi tarafından hazırlanan rapora göre, en az bin 96 kişi iş kazalarında hayatını kaybetti. Ayrıca 167 bin 874 işçi de iş kazaları veya meslek hastalıkları nedeniyle yaralandı veya hastalandı.

Elbette ki ücretiyle, sosyal haklarıyla, iş sağlığı ile değişmesi gereken bu tablonun tek suçlusu sendikalar değil!

Devletin sosyal kimliğini ne kadar gerçekçi biçimde sahaya sürdüğü de hayati önemdedir. Patronlarla üst kademe yöneticilerin insafına kalmaması gereken hayati konular vardır çünkü. Aynı zamanda patronların da çalışanlarına sahip çıkacak bir empati ile yaklaşması da kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Ve en en önemlisi… Türkiye’de yaşayanların çoğunun ücretli çalışan olduğu gerçeğinin unutulmaması!

Yani sadece dar kalıpta düşünülen bir işçi algısı değildir 1 Mayıs’a atfedilen. Maaşla çalışan herkes aynı konumdadır. Mühendisi de avukatı da doktoru da muhasebecisi de satış elemanı da tezgahtarı da… Sermayedar olmayan herkes çalışan sınıfındadır.

Ücretteki ufak farkların dışında aynı sömürü gemisinin tayfasıdır herkes!

 

İşçinin, emekçinin bayramı…

İşçinin, emekçinin bayramı…

1 Mayıs İşçi Bayramı öncesinde Bursa Barosu İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Komisyonu, yayınladığı 1 Mayıs Raporu ile işçiler olarak durumumuzun aslında kutlama yapmaktan çok uzak olduğunu gözler önüne serdi.

Raporda şöyle deniyor;

‘Resmi verilere göre enflasyon oranı son 12 ay için yüzde 70 seviyelerindedir. ENAG tarafından yayınlanan raporda ise son 12 aya ilişkin enflasyon oranı yüzde 112 olarak açıklanmıştır. Ücretlere yapılan zamlar, gıda, barınma, elektrik ve ısınmadaki fiyat artışları başta olmak üzere enflasyon karşısında kısa sürede erimiştir!’

Yargının dahi TÜİK’i daha şeffaf olmaya ve bu tozpembe enflasyon oranını nasıl bir sepet sayesinde bulmayı başardığını davete çağırdığı süreçte, aslında işin ciddi suç olduğunu iddia edebileceğimizi düşünüyorum.

Çünkü gerçeklere yakın olan yüzde 112’lik oranın yarısında kalan resmi enflasyon oranı, artık neredeyse ülkenin yarısının geçinmek zorunda kaldığı ücret olan asgari ücrete gelecek zammı belirleyen oran. Bu oranın göz göre göre erimesi, hatta Türk İş’in açıkladığı açlık sınırının altında daha işçiler zamlı maaşlarını ceplerine koymadan kalması, bariz bir emek düşmanlığı değildir de nedir?

Yeni yılla birlikte yaşanan gıda özneli geçim kaygısının üzerine ciddi bir barınma öznesinin eklendiğini de unutmamak lazım.

Büyük şehirlerde kiraların 10 bin lira seviyesine çoktan ulaştığını, yaşanan deprem felaketi ile birlikte İstanbul, Ankara gibi şehirlerde asgari ücretin üzerinde kiralar istendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yani son gelinen durum asgari ücreti kadük etmiş, anlamsızlaştırmıştır.

Bu 1 Mayıs’ta asıl sorunumuz tam da budur…

Disk Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun konuyla ilgili açıklaması şöyle ilerliyor;

‘Ücretli emek yaygınlaşırken üretenlerin toplumsal zenginlikten aldığı pay azalıyor. Sermaye emek sömürüsüne doymuyor, doğa sermayenin sınırsız yağmasına açılıyor, bu da yetmiyor savaşlarla milyonlar yurdundan ediliyor. Başta işçi sınıfı olmak üzere tüm insanlık sermaye düzeninin bu ağır tahribatına ses çıkarmasın diye baskıcı rejimler tüm dünyada destekleniyor. Kapitalizm ve onun en vahşi biçimi olan neoliberalizm bugün yarattığı cehennemin bekçisi olarak daha fazla otoriter rejim vaat ediyor.’

İşçilerin kaybedilmiş haklarının peşine düşmesi, birlik ve beraberlik çerçevesinde üretimden gelen güçlerinin farkına vararak insanca yaşam taleplerini şehirlerinin en işlek, en gözde meydanlarında dile getirmeyi istemesi kadar doğal ne olabilir diye düşünüyorum ve buna bir yanıt veremiyorum gerçekten.

Şimdilerde sorunlarımızın çözülmesi şöyle dursun, sesimiz çıksa akılları alınıyor…

AK Parti hükümetinin bence en cesur hamlelerinden biri olan 1 Mayıs kutlamaları için Taksim Meydanını açma fikrinden 2013 yılı itibariyla vazgeçmesi, önce çeşitli bahanelerle, sonra da net olarak Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs için kapandığını açıklaması, ses çıkarma özgürlüğümüzün yeniden kısıtlanması da demek oluyor.

İşçilerin sesleri mümkün olan en kısık seste duyulsun isteniyor. Sanki ülkenin yüzde 80’i işçi ve memur değilmiş gibi…

Sanki işçiler kendi gerçeklikleri hakkında konuşmuyorlarmış gibi…

Yine de ve her şeye, tüm bunlara inat işçiler meydanlarda olacak ve diyecekler ki, ‘Üretime her yönüyle katılan bizler aylık kazancımızla ev kirası dahi ödeyemezken, sizlerin bu kadar kazanıyor olması adaletsizliğine karşı duruyoruz!’

Bu kez İstanbul için adres Maltepe Meydanı…

Tük İş ve Hak İş’in kutlama kararı deprem bölgesinden yana oldu.

Her zaman emekten yana biri olarak ve bir emekçi olarak, meydanların bir kez daha.

‘Karşıyım her şeye karşıyım karşı… Rabbim adaletin bu kadar mı???’ diyenlerle dolacağını biliyorum…

Bu yıl da hoş geldin 1 Mayıs, bir kez daha hoş geldin emeğin, dayanışmanın, mücadelenin kutlu bayramı…

Bursa’ya sefer emri çıkan adaylardan beklentilerim…

Bursa’ya sefer emri çıkan adaylardan beklentilerim…

Siyaset çok enteresan.

Ahde vefa yok denecek kadar az…

Senelerdir partiye hizmet verirsin, adaylık hakkım emeğim zayi olmadı dersin tam liste sırası bende dersin bir bakarsın ki, listede senin esamen okunmuyor, ya da seçilmeyecek bir yerdesindir.

Ondan sonra hasbelkader Uludağ’a gelmiş bir isim senin temsilcin olarak Ankara’ya gider.

Geçmişte böyle oldu.

Bu dönemde böyle olma ihtimali yüksek.

Bu dönem siyasi partilerin Bursa’da aday gösterdikleri isimlere baktığımızdan Bursa dışında yaşayan birçok isim bulunmakta.

Ya da diğer bir ifade ile birçok siyasi parti Bursa’nın hem balkan ve Rumeli coğrafyası, hem de Anadolu’nun değişik kentlerinden göç almasından dolayı Bursalı olmayan adaylara listelerde yer verebiliyorlar.

Kentimizden gösterilen adaylara baktığımızda;

Kiminin Bursa’yla hiç ilgisi yok, bazılarının da azıcık da olsa Bursa’yla bağlantıları var.

Ama öncesinde Bursa’dan seçilen, günümüzde Bursa’yla ilgisi olmayan bazı milletvekillerini hatırlatayım.

Seçildiler, Ankara’ya gittiler, milletvekillikleri bitti, bir daha Bursa’ya uğramadılar…

Belki uğramasına uğradılar, ama öylesine…

Ya İskender yediler, ya Uludağ’a gittiler…

Kendilerini Ankara’ya gönderen seçmenle pek fazla zaman geçirmediler.

İşte aklıma gelen o isimler;

Kenan Sönmez, İlhan Kesici, Bülent Arınç, Mehmet Müezzinoğlu, Fehmi Işıklar, Oğuz Tezmen, Merhum Ali Dinçer, Onur Öymen, Canan Çelik, Mehmet Ocaktan…

Keza önceki dönemlerde milletvekilliği yapan bu dönem yine aday gösterilen Cemalettin Kani Torun yine milletvekilliğinde son günlerini dolduran Mustafa Hidayet Vahapoğlu, Ahmet Kamil Erozan

Saydığım bu isimlerin ortak özelliği Bursa’dan farklı siyasi partilerden aday gösterilip, milletvekili seçilmeleri, fakat Bursa’da yaşamamış olmaları.

Bırak yaşamayı, misafirhaneden öte bir yerde kalmadılar.

Bazıları ev alacağım diye söz verseler de ev almadılar.

Geçmişten bugüne kadar böyle gelmiş, ama bundan sonra böyle gitmemeli.

Bu minvalde partiler aday gösterdikleri özellikle Bursa dışından isimler en azından misafirhanede kalmasınlar.

Kent ekonomisine katkıda bulunup, bir ev alsınlar, yok onu da yapamıyorlarsa en azından ev kiralasınlar.

Bunun dışında bu kentte dikili ağaçları olsun.

En azından bir sağlık ocağı binası yapıp devlete bağışlasınlar.

Yoksa o milletvekilleri seçmenin aklında her zaman Bursa Milletvekili olarak değil kontenjan ithal milletvekili olarak kalırlar, bizden hatırlatması…

Bakalım biz bu öneriyi yaptık, müstakbel milletvekillerimiz ne diyecek?

Bekleyip, takip edelim…

 

Bursa’nın lobisi bir varmış, bir yokmuş…

Bursa’nın lobisi bir varmış, bir yokmuş…

Bir önceki yazımızda ne dedik? ‘Bursa’nın lobisi yok!’ dedik. Hatta hiç olmadı da diyebilirdik. O da bizim hatamız olsun…

Bu yazımda bir önceki yazımın ‘Bursa’nın lobisi yok!’ söylemini biraz değiştirmek, daha doğrusu nasıl bir lobi sisteminin işlediğini aktarmak istiyorum.

Sürekli olarak dile getirildiği üzere bir sanayi şehri Bursa…

Bundan yaklaşık 10 yıl önce, şehrimize yapılması planlanan yollarla ilgili bir sunum izlemiştim ve sunumun sonunda da ‘Bursa’yı İstanbul’un arka bahçesi mi yapacaklar? İstanbul’a sığmayan, İstanbul’un taşıyamayacağı işleri bize mi yıkacaklar?’ demiştim.

Sunumu gerçekleştiren yatırım firmasının sahibi çok endişeli bir yüzle, ‘Bursa’ya yatırım yağacak, bu bir fırsat’ demiş, sohbet ilerleyince de meşhur yatırımların gelişinin sonunda; ‘15-20 yıla varmaz Bursa yaşanmaz bir yer olur’ diye ağzının kenarından kaçırıvermişti.

15-20 yıla varmadı. Kendi halinde Bursa, morbid obez bir büyüme ile elini kolunu kontrol edemez, attığı adımın altında neyin ezildiğini fark bile edemez hale geldi.

Morbid obezliğin sebebi ise asıl yazı konumuz.

Bursa’nın lobisi morbid obezliğe meyilli çünkü…

Öncelikle şunu söylemek lazım, bahsettiğim sunumda sözü edilen Ankara Merkezli yatırımların büyük bölümü Bursa’ya halen ulaşmadı. Ancak benim tahmin ettiğim biçimiyle sanayi yatırımları arttı, İstanbul yükünün bir bölümünü Bursa’ya boşalttı.

Haliyle şehrin zaten var olan sorunları daha da derinleşti.

Yeni yatırımlar için mevcut sanayi bölgelerinin yeterli olmadığı iddiası güncelliğini koruyor. Hatta bu konuyla ilgili olarak Bursa Ticaret ve Sanayi Odası ile Bursa Büyükşehir Belediyesi arasında ciddi rakamsal uzlaşmazlıklar mevcut.

Belediyenin rakamlarına göre sanayi bölgelerinin yüzde 35 gibi bir oranı boş görünüyor. BTSO verileri ise sanayi bölgelerinin yüzde 15 gibi bir boşluk gösterdiğini, dolayısıyla acilen yeni sanayi bölgeleri oluşturulması gerektiğini söylüyor. Hatta yeni sanayi bölgelerinin yanında şehir içinde kalan sanayi bölgelerinin şehir dışına taşınması yönünde ısrarlar da mevcut.

Oysa şöyle bir etrafınıza baktığınızda zaten ‘Büyük Ova Koruma Alanı’ içerisinde yerleşmiş olduğumuzu ve sanayi bölgelerinin de bu alanda bulunduğunu, yeni sanayi bölgeleri oluşturmak için etrafa yayılmaya kalktığımızda yine verimli tarım arazilerinin içine dalmamız gerektiğini göreceksiniz.

Yani sanayiciye dar gelen sanayi bölgelerinin başka alanlara taşınması demek, tarım alanlarının bir kez daha sanayiye açılması demek.

Yakın dönemde bu konuyla ilgili bir girişimde bulunuldu. Morbid obez bir büyüme ile Karacabey Sanayi Bölgesinin üç katı kadar büyümesi ve bu büyüme ile tarım arazilerinin sanayi bölgesi haline getirilmesine yönelik plan değişikliği gündeme geldi.

Konuyla ilgili sıklıkla yazıp çizdiğimiz belki hatırlardadır. Akademik Odaların itirazları yargıda hızla bir refleks oluşturdu. Yürütmeyi durdurma kararı verildi, ardından da Bursa Büyükşehir Belediyesi plan değişikliğinden vazgeçtiğini açıkladı.

Tam da ovanın korunması çok önemlidir derken, tam da Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, yaşanan deprem felaketinin ardından, ‘Bundan sonra ovanın bir metrekaresini dahi işgal ettirmeyeceğim’ sözleri verirken, Karacabey olmayınca canım memleketim Mustafakemalpaşa üzerinden yeni bir deneme gündeme geldi geçtiğimiz günlerde.

Güllüce Büyük Ova Koruma Alanı içerisinde kalan 25 hertarlık bölge kamu yararı gözetildiği gerekçesi ile ticaret ve sanayi alanı olarak planlandı.

Çocukluğumda tarlalarından domates ve yağ biberi topladığım, adam eksen adam biter kabilinden verimliliğe sahip toprakların korunmasına yönelik kanun ve kuralların hepsi hiçe sayıldı.

Neden?

Daha önce doluluk oranının düşük olduğunu kendi ağızları ile açıkladıkları Mustafakemalpaşa’daki sanayiye ilave alan oluşturmak için.

Henüz tamamlanmamış olan ve araya giren seçimle birlikte ne zaman nasıl tamamlanacağı belli olmayan 2040 Çevre Düzeni Planında ‘sanayiye yeni yer ayırmaya gerek yok, bölgede yeterli sanayi alanı var’ diyorsun, hatta bahsettiğimiz alanı DSİ sulama ve tarım alanı olarak bırakıyorsun, sonra da birden bire yeni sanayi bölgelerine acilen ihtiyaç oluştuğuna kanaat getirip 2020 Çevre Düzeni Planını bir kez daha delerek bölgeyi sanayi alanı olarak plan değişikliğine tabi tutuyorsun!

İzaha muhtaç bir konu…

Morbid obez gelişime neden olan lobinin işleri hep bunlar…

Belirli bölgelerden düşük fiyata arazi toplandıktan sonra bölgenin değerlenmesi için planların değiştirilmesi yönünde lobi çalışmaları yapıldığını, bu çalışmaların zaman zaman Bursa özelinde zaman zaman ise Ankara merkezli gerçekleştirildiğini biliyoruz.

Ben tam da böyle bir çalışma görüyorum önümde.

Neyse ki, Akademik Odalar itiraz için yargı yoluna gidecekler, hatta konuya emsal olarak Karacabey’de plan değişikliğindeki yürütmeyi durdurma kararı gösterilecek ve yine umuyorum ki, bir kez daha aklıselim galip gelip ovanın sanayileşmesinin önüne geçilecek.

Bu arada bir süredir Yenişehir’den de yoğun biçimde arsa toplandığı bilgileri geliyor kulağıma. Bu demektir ki, ya Ankara merkezli ya da Bursa merkezli lobi çalışmaları bu kez Yenişehir’de bir plan değişikliği için harekete geçebilir.

Bu açıklamaların ışığında son söz olarak şunu söyleyebiliriz; Bursa’nın etkili ve yetkili isimlerinin kendi yollarını açacak projeler için oluşturdukları pek çok lobi çalışmaları var, Bursa’nın lobisi vatandaşın rahatı ve huzuru için gereken yatırımlar konusunda yok!