Mapushanede bir saat, ömrümden geçen onlarca yıl…

Mapushanede bir saat, ömrümden geçen onlarca yıl…

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin önderliğinde 2005 yılında merhum Hikmet Şahin başkanlığında kurulan Sağlıklı Kentler Birliği her geçen gün büyümeye devam ediyor.

Toplam üye sayısı şu an 130’u geçmiş durumda…

Tabiri caiz ise artık Türkiye’nin her bölgesinden üyesi var.

Hal böyle olunca merkezi Bursa’da olmasına rağmen alınan bir kararla Ankara’da da temsilcilik açılmasına karar verildi.

Biz de önceki gün Bursa Büyükşehir Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Ahmet Bayhan’ın davetlisi olarak soluğu Ankara’da aldık.

Ankara’ya gitmişken Bayhan’ın organizasyonu ile bir anda kendimizi mapushanede bulduk.

O mapushanenin adı Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi veya Ulucanlar Cezaevi veya orada yatanların ifadesi “Ölücanlar…”

Gerçekten mapushanenin yatakhanelerinden çok yüce insanlar gelmiş geçmiş.

Kimi sağdan, kimi soldan…

Kimi işkencelere maruz kalmış, kimileri de tek kişilik tecrit odalarda yaşamışlar.

Aslında adı tutukevi olmasına rağmen cezaevi gibi işlem yapmış.

Normalde yolu buraya düşenlerin en fazla bir iki ay kalması gerekirken, geçerken uğrayıp hayatını burada kaybedenlerin sayısı bilinmese de bilinen resmi olarak yargılama sonucu idam edilenlerin sayısı 18…

Allah’tan en son idam fermanı cezaevine verilmiş. 1925 yılından itibaren tutuklulara ev sahipliği yapan bu cezaevinin ömrü de 2006 yılında son bulmuş.

Ondan sonra reenkarnasyona inanan cezaevi müzeye dönüşmüş.

Bu sefer tutukluları değil, sivilleri ağırlamaya başlamış.

Belki de bu ağırlamanın sebebi ibret alınması için.

Zaten içerisinde de ibret alınacak çok hikâyeler var.

Ayrı ayrı yaşam hikâyeleri, son bulan hayatlar ve idam edilenler.

Şimdi burası müzeye dönüşmüş dönüşmesine ama gezerken, dolaşırken içimiz ürpermiyor, o işkence seslerini duyunca korkmuyoruz desek yalan olur.

Yine koğuşlarda cezaevinde yatanlardan kalan hatıralar yüreğimizi burkmadı desek yalan olur.

Bu cezaevinde kimler mi yatmış?

Siyasetçisi de, edebiyatçısı da, devrimcisi de darbeye kalkışanlar da başbakanı da, bakanı da burada yatmış.

İşte o isimler;

Nazım Hikmet’ten tutun Necip Fazıl Kısakürek’e, Bülent Ecevit’ten tutun Muhsin Yazıcıoğlu’na, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Oral Çalışlar, İpek Çalışlar, Beyhan Cenkçi, Adnan Cemgil, Cüneyt Arcayürek, Fakir Baykurt, Metin Tok, Osman Yüksel Serdengeçti, Yaşar Kemal gibi isimlerin yolu da buradan geçmiş.

Sadece onlar mı!..

O isimlerin yanı sıra

Yılmaz Güney, Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Ali Bülent Orkan da burada yatmış, hatta bazılarının hayatları burada hazin bir şekilde son bulmuş…

Tutukevinin en şanslı konukları ise Hilton koğuşunda yatanlar.

Altı kişilik ranzadan dolayı bu ismi almış bu koğuş…

En son misafirlerinden biri de merhum Başbakanlardan Bülent Ecevit olmuş.

Toplamda 33 dönüme kurulan eski tutukevi yeni müze misafirlerini ağırlarken bir yandan da derin bir düşünceye sevk ediyor.

Bu mapushanede bir saat ömrümden geçen onlarca yıla eş değer…

Sonunda Allah’tan buraya girişimiz müze olduğu aklıma gelince biraz rahatlıyorsun.

Ama yaşanılanların mizanseni de Bursa’ya gelene kadar aklından çıkmıyor.

Ama doğru olan insanoğlunun insan gibi,  o derin düşüncelerden pay çıkarabilmesi.

Pay çıkarabilenlere ne mutlu…

Başkan Aktaş Sıcaksu’ya TOKİ’de açık açık konuştu

Başkan Aktaş Sıcaksu’ya TOKİ’de açık açık konuştu

1987 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından başlatılan Sağlıklı Şehirler Hareketi’nin Türkiye merkezi 2004 yılı itibariyle Bursa oldu malum. Vakti zamanında 10 kurucu üye ile başlayan birlik bugün 130 üye ile sürdürüyor çalışmalarını.

Haliyle birliğin gerekli toplantıları yapması için Ankara gibi merkezde bir yere de ihtiyacı oluyor. Şehirlerin daha sağlıklı olmak adına birbirleriyle tecrübe etkileşimlerinde bulunmaları dahi büyük kazanım.

Dün Bursa basını olarak katılım sağladığımız toplantı, Türkiye Sağlıklı Şehirler Birliğinin merkezinin Ankara çalışma ofisinin açılışıydı. Ankara kalesi içindeki ofisin açılışına katılanlar arasında AK Parti Bursa Milletvekilleri, MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’i sayabilirim. İsmini sayamadıklarım da kusura bakmasın. Gerçekten de özellikle Bursa kanadından yoğun bir katılım vardı açılışa.

Öncelikli olarak ‘Sağlıklı Şehir’ kavramının içini doldurmam gerektiğini düşünüyorum.

Sağlıklı Şehir; ‘çevresini geliştirebilen ve kaynaklarını genişletebilen, nitelikli konut dahil olmak üzere temiz, güvenli bir fiziksel çevreye sahip, kentte yaşayanların beslenme, su, barınak, iş, güvenlik gibi temel gereksinimlerinin karşılandığı, tarihi, kültürel ve doğal mirasına saygılı, herkese ulaşabilen, optimum düzeyde halk sağlığı ve sağlık bakım hizmeti sunan şehir’ olarak tanımlanıyor.

Kavramın bizlere sunduğu içerik iyi hoş da bu içeriğe ulaşmak öyle bugünden yarına olacak bir şey olmadığı gibi, yürünmesi gereken yolların çakıl taşları ile döşeli olduğunu belirtmek lazım.

Mesele geçmişten geleceğe bir bütün olarak şehri yönetebilmekte. Sıklıkla dile getirdiğim gibi yönetime gelen kişilerin ya da siyasi düşüncelerin belirlenen politikayı etkilemediği bir yönetim anlayışı belirlenmeli. Eğitimden sağlığa, şehir yönetiminden uluslararası politikalara kadar 50 yıllık, 100 yıllık planlar olmalı ve belirlenen yoldan sapılmadan yürümeyi öğrenmeli herkes.

Ancak bu biçimde ‘Sağlıklı Şehir’ kavramından bahsedebileceğimiz gibi, doğru ilerleyen eğitim ve sağlık politikalarından da bahsedebiliriz.

Açılışın ve dile getirilen iyi niyetlerin ardından beni en çok ilgilendiren kısım Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın da eşlik ettiği, çok özlediğim Ankara ayazında içtiğimiz çay sırasında konuşulanlar oldu.

Önemli meseleler var yakın zamanda gündeme gelen ve şehirle ilgili söz söyleyebilecek en yetkili isim Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş. Bu nedenle daha iki gün önce kaleme aldığım, BTSO 42. Komite üyesi Hasan Eker’in “Sıcaksu bölgesine TOKİ yapmayın!” çağrısına Başkan’ın tepkisi dikkat çekiciydi bence.

Tüm samimiyetimle söylüyorum bölgeyle ilgili yerli ve yabancı görüşmediğim yatırımcı, görüşmediğim insan kalmadı. Ne yazık ki, bizim şehrimizde iş adamlarının termal turizme yatırım bakışı yok! Yabancı yatırımcı da bölgenin geriye kalan kısmını gördükten sonra bir turizm yatırımı yapmak istemiyor! Biz de böyle bir formül geliştirdik” diyor Aktaş.

Geliştirilen formül bölgenin bir bölümünün 692 konut ve 63 dükkandan oluşan bir TOKİ alanı ilan edilmesi. Kalan kısmın ise termal turizm için tesis kurulmak üzere değerlendirilmesi!

Sıcaksu bölgesinde 80 dereceye varan sıcaklıkta bir yer altı suyu mevcut. Termal turizm için en güzel, en uygun alan burası. Vakti zamanında ‘Bursa sağlık turizminin cenneti olacak’ diyen sağlıkçılar ile ‘Buraya termal tesis yapalım, TOKİ yapılmasın’ diye çağrıda bulunan turizmciler Başkan Aktaş ile görüşmediler mi? Böyle bir yatırım yapmak için neden girişimde bulunmadılar? Çıkıp açıklasınlar o zaman…

Bu konuda herkes eteğindeki taşları dökerse Bursa’nın sıcak su rezervinin ziyan zebil olmaması için en doğru adım atılmış olur kanaatindeyim.

Önemli bir ayrıntı daha vardı Aktaş’ın söylediklerinde.

Bir süredir gündeme gelen, benim karşısında olduğumu belirttiğim, akademik odaların da benzeri açıklamalarını köşeme taşıdığım, BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın şehrimizin 4 OSB ve 2 KOBİ OSB’ye ihtiyacı olduğuna ilişin söylemleri. İş o noktaya vardı ki, bu konuda ‘Aktaş’ın planlamada bıraktığı boşluğu Burkay dolduruyor!’ açıklamalarına kadar yeni OSB alanlarını belirlemeye, konuyla ilgili görüşmeleri yapmaya kadar gidildi.

Birileri beni sanayiye karşı olan kişi ilan etti, ama bu şehri doğru planlamak lazım. Sanayiyi öyle pat diye koyamazsınız bir şehre. Bu nüfus artışı demek, altyapı sorunu demek, trafik sorunu demek. Ben de şehrin içindeki sanayinin şehir dışına taşınmasını istiyorum, ama bunu yaparken çok dikkatli adımlar atmalıyız. Bundan sonra bu şehri planlarken en ufak bir hata yapmamalıyız!” dedi Aktaş.

Kendisine yürekten katılıyorum.

Bu şehri planlarken en ufak bir hata yapmamalıyız artık! İşte bu nedenle 2040 Çevre Düzeni planı konusunda da gözüm yapılan işlerde oldu, olmaya devam edecek!

Ankara seyahatimizin en duygu dolu kısmını ayrıca ele almak istiyorum. O bölümü şehir gündemine karıştırmamak lazım bence…

Asgari ücrette kritik rakam belli oldu

Asgari ücrette kritik rakam belli oldu

Yeni yıl adım adım yaklaşıyor.

Ve heyecan da hızla yükseliyor.

Aslında daha iki aylık bir zaman dilimi var.

Heyecan için erken demek mümkün gibi görünüyor bu durumda!

Ama neredeyse her kesim şimdiden hararetle 2023’ü konuşuyor.

Konuşulan ana gündem maddesi ise genel seçimler değil. Siyaset çok konuşulsa da ortada seçim heyecanı yok. Zaten bir aday dışında da kesin bir başka isim yok henüz!

Ancak siyasetin de siyasetçilerin de gündemde daha az yer kaplamalarına neden olan çok belirgin bir konu var.

Hayat pahalılığı.

Bir başka yönüyle dibe vuran alım gücü.

Dün açıklanan Türk-İş’in geleneksel araştırması ekim ayı itibarıyla gidişatı net biçimde ortaya koydu. Açlık sınırı 7 bin 425 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 24 bin 185 TL’ye yükseldi.

Asgari ücretin bin 925 lira üstünde bir açlık sınırı rakamını karşımıza çıkarıyor bu araştırma!

Gündemin bir yanıyla enflasyon diğer yanıyla da ücret zamlarına kilitlenmesi hayli doğal sayılmalı bu durumda.

Bir de bu bağlamdan uzak olmayan EYT’ye dönük beklentiler yeni yıl heyecanının bir parçasını oluşturmakta.

Çünkü EYT düzenlemesi en erken aralıkta kamuoyu ile paylaşılacak. Ve muhtemel yasal düzenleme 2023’ün ilk aylarında hayata geçecek.

Bu tablonun yansıması olarak da hemen herkes hesap uzmanı oldu diyebiliriz son günlerde!

Asgari ücret ne olur diye her gün çeşitli hesapları barındıran haberler uçuşuyor havada. Vatandaş da geri kalmayıp kendince yaptığı hesapları hayalleriyle buluşturuyor.

Elbette işverenlerin gözü kulağı da asgari ücrette. Çünkü açıklanacak zam oranı, doğal olarak 2023 hedeflerini etkileyecek önemli bir karar niteliğinde!

Memurun hesabı bir başka… Emeklinin ise bambaşka.

Birileri refah payı bekliyor okkalı cinsten! Birileri ise intibak peşinde.

EYT’lilerse olası emekli maaşları için hesap makinesi başında. Karşılarına çıkacak olası formüllere göre ön hazırlık yapma gayretinde.

Ama bütün bu hengame ve hesap enflasyonu arasında çok belirgin bir faktör ortak payda olarak kendini dayatıyor!

Hiçbir hesapta ıskalanmaması gereken yılsonu TÜFE rakamı herkes için kritik önemde.

Tüm zam ayarlamaları TÜFE’nin baz alınmasıyla yapılacak.

Peki 2022 sonunda enflasyon yüzde kaç olacak?

Çeşitli tahminler var ama resmi öngörüler öncelikli olmalı.

Sonuçta resmi rakam dikkate alınacak.

Bu anlamda dün açıklanan TCMB’nin enflasyon raporu önemli ipuçları verdi.

Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu, yıl sonu enflasyon tahmininin yüzde 60’tan yüzde 65’e çıkarıldığını açıkladı!

Yeni bir kur atağı ya da enerji şoku yaşanmazsa yani anormal bir gelişme olmazsa bu seviyenin hayli yakınında bir TÜFE gerçekleşmesi mümkün görünüyor.

Baz etkili olarak bu seviyeye bir iniş yaşanması söz konusu.

Bir başka ifade ile de MB’nin açıkladığı rakama yakınsama bir şekilde sağlanacaktır.

Dolayısıyla açıklanan bu son tahmin, ciddi bir gösterge özelliğini kazanmış durumda!

Bu durumda asgari ücret açısından yılın ilk yarısında yapılan yüzde 30 zammın üzerine yüzde 35’lik bir zam daha eklenmesi zorunlu hale gelmekte.

Ek olarak da muhtemelen en az 5 puanlık bir refah payı söz konusu olacaktır. Yani yüzde 40 zamla asgari ücretin en az 7 bin 700 lira seviyesine çıkması kaçınılmaz görünüyor.

Ancak benim beklentim geçen yıl olduğu gibi gıda enflasyonuna yakın bir ayarlama yapılması yönünde!

Bu durumda şu anda TÜİK’e göre yüzde 93 seviyesinde olan gıda enflasyonu yılsonu itibarıyla en iyi ihtimalle yüzde 75 seviyesine ineceğinden 7 bin 975 TL’lik rakam olanaklı hale gelmekte.

Kuvvetle muhtemeldir ki seçim yılının da etkisiyle bu rakamın 8 bin liraya yuvarlanması zor olmayacaktır!

Ama vatandaşın mutfakta yaşadığı gerçek enflasyonun yüzde 100 üzerinde olması nedeniyle bu rakamın tatminkarlığı da ayrı bir tartışma konusu haline gelmekte.

Kısacası yeni asgari ücret Türk-İş’in o tarihte açıklayacağı açlık sınırının pek de üstünde olmayacaktır.

Yoksulluk sınırını aşabilmek için ise bir ailede en az kişinin çalışıyor olması şartı acı bir gerçek olarak durmakta.

Tezgahlar dolu, alan yok!

Tezgahlar dolu, alan yok!

Malum son zamanlarda iktidar cephesinden müjde üstüne müjde açıklanıyor. Asgari ücret zammı ile başladı furya, ardından ucuz konut müjdesi girdi devreye, sırada EYT var ve yine asgari ücrete kallavisinden zam planları konuşuluyor.

Vatandaşta bir sükunet hakim. Herkes sessizlik içinde kaderini yaşarken, bir diğer taraftan da dahil olabileceği avantajlı müjdeler paketinden ne elde ederim diye hesap yapıyor.

Anlayacağınız; endişeli, gergin ve bir o kadar da kafalarda çeşitli hesapların döndüğü, bu arada da pazar pazar, market market dolaşılıp ucuzluk kovalanan bir yaşam mücadelesi sürüyor toplumda.

Tam bu havanın hakim olduğu zamanda ‘Bursa’da Heykel’e gidilmez, çıkılır’ diyerek yol almayı, çarşı pazarın nabzını bir kez de kendi ellerimle tutmayı tercih ettim.

Bursa’nın en işlek pazarı Tuz Pazarıdır. Biraz pahalıdır, ama en iyi ürünler de orada satılır. Zaten daha uygun fiyat arıyorsanız, küçük bir ara cadde geçip Reyhan Pazarı’na ulaşırsınız ve aradığınızı rahatlıkla bulursunuz.

Belediyenin tarihi binasından aşağıya doğru süzülünce önce İç Kozahan’a girip bir çay içeyim, bir yandan da yolumu planlayayım istedim. Çayı severim, büyük bardakta isteyince de iki bardak çaya 25 lira ödedim. İnsan tam kızacak, olmuyor, kızamıyorsun esnafa! Çayın kilosu en ucuz markette, en ucuz markalarda, hani çay değil de çay tozu diyebileceğimiz ürünlerde bile 60 lirayı geçti çoktan.

Pazara inmeden önce Kozahan’ın avlusuna geçip kuyumcuların halini bir göreyim diye Kapalıçarşı’da dolaştım. O omuz omuza bir kalabalık içinde yürüdüğümüz Kapalıçarşı’dan eser kalmamış. Çarşının ortasında seksek oynasak oynanacak. Öyle bir tenhalık. Vitrinler dolu, ama dükkanlar bomboş. Esnafın elinde birer bardak çay, kuyumcu altın satmak yerine çay içiyor bu aralar.

Buradaki teftiş bitince, Tuz Pazarı’na geçtim. Efendim, şu meşhur tarifin kahramanı hurmanın kilosu 200 lira ile 150 lira arasında değişiyor desem inanır mısınız? İnanın bence, çünkü bu gözler gördü bunu!

Sağlıklı beslenmek için biz ölümlülere kurutulmuş meyveler, fındık, fıstık, badem gibi çerezler yememizi önerenler de önermesin artık. Yenecek kıvamdan çıkmış hepsi.

Pazar da tıpkı kuyumcuların vitrini gibi. Her şey var. Alan yok! İnsanlar ellerinde boş pazar çantaları ile bakıyorlar etrafa.

Bu kadar pazara gelmişken süt ve süt ürünlerinin fiyatlarına göz atmadan olmazdı. Tuz Pazarı’nın ortasında bir pasaj vardır bilirsiniz. Peynirinden, yağına, balından, kuru bakliyatına kadar her ürünü bulabileceğiniz.

Malum çiğ sütün tavsiye fiyatı 8.50 TL oldu. Pek çok yerde bu tavsiye fiyatı düşük geldiğinden süt kendi fiyatını belirliyor. Yapılan ihalelerde çoğunlukla çiğ süt fiyatı 9.50 ila 10 lira arasında satılıyor. Süt ve süt ürünleri zaten pahalı idi, şimdi daha da acı fiyatlar bekliyor bizi.

Gözlemim odur ki, sütün yeni fiyatı henüz süt ürünlerine yansımamış. Zira birinci kalite peynir fiyatları 180-190 bandında geziyor. Meşhur manda yoğurdunun kilosu 50 lira. Balda müthiş bir fiyat artışı var. 200 lira ile 300 lira arasında değişiyor normal kalitede bir balın kilosu.

Süt ve süt ürünlerinde de aynı durum var. Vitrinlerde her şey var. Öyle ki, şimdilerde pek meşhur olan tereyağın köpüğünün alınması sonucu ortaya çıkan ‘sade yağ’ bile kavanozlarla mevcut. Ancak koca pasajın içinde dolaşan benden başka müşteri yok ilginç değil mi?

Geçiş döneminde olduğumuzu düşünerek sebze ve meyvenin fiyatlarındaki astronomik rakamlara değinmiyorum bile. Ancak mevsimin en sevilenlerinden taze ceviz ve kestanenin kilosunu 60 liranın altında bulmak mümkün değil, belirtmiş olayım.

Tüm bu çarşı pazar turundan benim çıkardığım sonuç şudur;

Tam da anlatıldığı gibi raflarda, tezgahlarda her şey var, hatta eskiden olmayanlar da var. Küçük bir ayrıntı hariç; alım gücü. Bence bu noktada durum daha da riskli hale geliyor. Eskiden olmayanı alamayan vatandaş şimdi olduğunu gördüğü ürünü alamıyor ve toplumsal gerginliğin temel nedenlerinden biri bu yoksunluk.

Bakalım, vatandaşın yaşadıklarını sessizce sineye çekerek derin derin hesap yaptığı bu günlerin faturası kime ya da kimlere kesilecek…

Cumhuriyet Bayramı ve Türk Ocaklarının kuruluş yıldönümü

Cumhuriyet Bayramı ve Türk Ocaklarının kuruluş yıldönümü

Nasip olursa cumartesi günü 29 Ekim, diğer bir ifade ile Türkiye Cumhuriyeti’nin 99’uncu kuruluş yıldönümü.

Bu yıl 29 Ekim cumartesi gününe geleceği için belki bazılarımız tatil günü diye o coşkuya katılamayacak.

Olsun…

Bizler için aslolan 29 Ekim’de hayatını bu ülke için veren şehitlerimizi anmak, onların anılarını ve emanetini yaşatmak.

Muhtemelen birçok okulda birer saatlik program olacak.

Ondan sonra herkes evine gidecek.

Keşke öyle bir program gerçekleşseydi ki bir tarafta yanan meşaleler bir tarafta Bursa ve ilçelerinde bu ülkeyi kuran büyüklerimizin ruhuna okunan hatimler ve onların duaları da camilerde yapılsaydı.

Belki bu sene düşünülemedi.

Ama gelecek yıl en azından ilgili makamlara şimdiden önerimiz Cumhuriyet Bayramı etkinliğinin Bursa Büyükşehir Belediyesi Stadyumunda geniş bir katılımla gündüz saatlerinde gerçekleşmesi.

Sonrasında ise ilçe ilçe, semt semt her bölgede Cumhuriyetin 100. yılına uygun kutlamaların günün anlam ve ruhuna uygun olarak yapılması.

Bu konuda çalışmalar şimdiden başlamalı.

Umarım bu çalışmalara başlamak için yarın geç olmaz.

***

Öte yandan yine bugün farklı bir etkinlik daha var. O da Türk Ocakları Bursa Şubesi’nin ikinci kez açılışının 100. yıl etkinliği gerçekleşecek. Bu etkinlik iki aşamalı; hem mevlid var hem de konser…

Türk Ocakları hem Bursa kurtuluşunu hem de Cumhuriyet kutlamasını aynı anda gerçekleştirecek.

Hem dini anlamda ecdadı dua ve mevlitlerle yat edecekler akşam da Uludağ Üniversitesi Mete Cengiz Konferans Salonu’nda konser verecekler.

Merak edenler için Bursa Türk Ocaklarının 2. kez açılışını; Hikmet Arif, Bursa Seyahati, Ahmet İlhan ve Şurekası, adlı eserinden alıntılayalım.

“Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki heyet ile birlikte 16 Ekim 1922 tarihinde Bursa’ya ilk kez gelir ve 12 gün Bursa’da kalır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Bursa’da olduğunu öğrenen 472 Türk Ocaklı iptidai öğretmeni 27 Teşrin-i evvel (Ekim) 1922 tarihinde İstanbul’dan Bursa’ya hareket eder. Bu heyetin içinde yer alan Hikmet Arif Bey Bursa Seyahati adlı kitapta ‘ilahi bir belde’ olarak nitelediği Bursa’ya 472 Türk Ocaklı ilkokul öğretmeninin gelişini, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmelerini ve Bursa’daki temaslarını heyecanlı bir üslup ile anlatır. Bu öğretmen heyeti Bursa Halkı, Vali Hacı Adil Bey, Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey, Yahya Kemal (Beyatlı) Bey, mebus ve Bursa Türk Ocağı Başkanı Muhittin Baha (Pars) Bey tarafından büyük coşkuyla karşılanır. O gece Şark Tiyatrosu’nda Mustafa Kemal Paşa ile görüşürler. 28 Teşrin-i evvel 1922 cumartesi günü işgal sırasında Yunanlar tarafından kapatılan Setbaşı’ndaki Bursa Türk Ocağı Mustafa Kemal Paşa tarafından ikinci kez açılır. Öğle namazına müteakip Yeşil Camii’de Mustafa Kemal Paşa ve Bursa halkının huzurunda mevlid-i şerif okunur.”

Bugün Cuma namazına mütakip Yeşil Cami’de mevlit akşamına da konser. Vakti olanlar iki etkinliği de kaçırmasın.

***

Son söz olarak diyeceğimiz odur ki Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar var olsun.

Bu ülke için geçmişten bugüne kadar savaşan, mücadele eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve şehit arkadaşlarına, şehitlerimize rahmet, gazilerimize şifa, Türk Silahlı Kuvvetlerimize ve Polis teşkilatımıza da başarılar diliyoruz.

Bursa’nın yönü ve turizm açmazı

Bursa’nın yönü ve turizm açmazı

Bursa sanayi kentidir.

Bu ifade yarım asırdır beyinlere kazındı.

Otomotiv ana sanayinin Bursa tercihi, kenti Türkiye’nin endüstri başkentlerinden biri yaptı.

Son yıllarda ise diğer illerin performans artışı ile Bursa’nın gölgelenir hale geldiğini görüyoruz!

Haliyle iş dünyası temsilcileri kenti eski ve güçlü konumunda getirerek ilerlemesini sağlamak üzere yeni sanayi bölgelerinin arayışına girdi yüksek sesle.

Bursa’nın sanayi ile olan yolculuğu genlerine de işlediği için illa ki sanayi bazlı bir sıçrama ihtiyacının dile getirilmesi hem ekonomik hem de sosyal bir tabana dayanıyor.

Ana döviz girdisi olarak yüksek katma değerli ihracat artışının anahtar olarak görülmesi de bu zeminde doğal görünmekte.

Ancak!

Bursa’nın ekonomik anayasasında sanayiye gerçekten ne kadar yer verilmeli? Fiziki olarak yeni sanayi bölgelerine ne kadar ihtiyaç var?

Hangi ilçeler sanayi bölgesi kurulması için tüm kriterleri karşılayan fizibl alanlara sahip?

Ve hangi sektörlerde hangi seviyede yatırıma ihtiyacı var Bursa sanayisinin?

Bu sorulara çok net cevaplar üretildiğini henüz duymadık!

Sadece BTSO’nun penceresinden bakılarak bir ufuk çizgisi çizildiğini biliyoruz. Ancak bu kritik konunun tüm ilgili kurumlarca çok detaylı çalışılması gerektiği aşikar.

Ortaya bir konsensusun çıkması elbette ki kentin geleceği adına önem taşıyor.

Ama açıkçası öncelikle tüm kenti ekonomik ve sosyal bağlamda geleceğe taşıyacak bir anayasanın olmaması gibi temel bir derdimiz var.

Dolayısıyla herhangi bir kurum adım attığında karşı sesler hemen yükselmekte!

Haklı ya da haksız tepkiler gelmekte. Bazen de hukuki süreçler işlemekte. Ve nihayetinde iki ileri bir geri bir görüntü oluşmakta.

Bu ruh hali sadece sanayi bazında da karşımıza çıkmıyor elbette!

Klişeleşmiş “sanayi kenti” ifadesi diğer önemli sektörleri de gölgede bırakmaya devam ediyor.

Tarım çoktan üvey evlat oldu mesela.

Oysa çok ama çok önemli. Ve çokça konuşulmayı hak ediyor bu kritik sektör.

Hadi tarımı önemseyen yok bu kentte diyelim.

Peki ya turizm?

Son yıllarda tesis yatırımları öne çıktı. Sermaye sahipleri bu sektöre para akıttı.

Kent dinamiklerinin ağzından da bol bol “turizm baştacımızdır” tarzı ifadeler duyduk!

Ama çeşitli gayretlere rağmen kayda değer bir ilerleme görünmüyor henüz.

Oysa ki Bursa’nın bir turizm başkenti olması için elinde her türlü olanak var. Un, şeker, yağ gani gani… Artık helva yapmak zorundayız.

Ve bu süreçte herkese görev düşmekte.

Ancak temel meseleyi aşmamız öncelikli sorunumuz.

Yani koordinasyon ve ortak çaba!

İşte bu anlamda tarihsel deneyimlere baktığımızda işimizin kolay olmadığı net biçimde görülmekte.

Bu çerçevede ilginç bir sınavın da karşımızda olduğunun altını çizmekte fayda var.

Yeni dönemin ilk toplantısını yapan BTSO meclisinde gündeme gelen Sıcaksu bölgesinin kaderi! Yani bir zamanların meşhur Tabakhaneler bölgesi.

Turizmciler adına konuşan Hasan Eker’in karşı çıktığı 692 konut ve 93 dükkanı kapsayan TOKİ projesi gündemi epey meşgul edeceğe benziyor.

Çünkü…

Büyükşehir Belediyesi ve kent dinamiklerine seslenen Eker’in beklentisi konunun devletin zirvesine taşınarak bölgenin Sıcaksu Turizm Köyü olarak değerlendirilmesi.

Yani turizme hizmet etmesi.

Kent merkezindeki konut yoğunluğu düşünüldüğünde mantıklı bir öneri gibi geliyor.

Süreç tersine kolayca çevrilir mi? Kolay değil. Ama mümkün.

Peki şart mı? O da değil. Ve önerilen turizm köyünün yapılaşma, çevre ve trafik anlamında getireceği artı ve eksileri somut biçimde görmeden gözü kapalı kabul edilebilecek bir öneri de değil.

Öncelikle ortaya somut veriler konulmalı hedef proje hakkında. Sonra da tüm ilgili kurumlarca değerlendirilmeli!

Unutmayalım ki kentin tek sahibi iş dünyası değil.

DEVA Osmangazi İlçe Başkanı Gök: Sahada olan tek parti biziz

DEVA Osmangazi İlçe Başkanı Gök: Sahada olan tek parti biziz

Hafta içinde Norm Haber Youtube kanalında yayınlanan Yerel Bakış programında konuğumuz Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Osmangazi İlçe Başkanı Yasin Gök oldu.

Gök, siyasete DEVA Bursa İl teşkilatında başlayıp ardından Osmangazi İlçe Başkanlığına geçiş yaptı.

Önce atanan ardından seçilen ilçe başkanı oldu.

Seçildiği tarih ise 8 Ekim 2021…

Görevde bir yılı doldurdu.

Bu minvalden bakınca neler yaptığını neler yapamadığını kendisine sorduk.

O da neler yaptığını anlattı.

Geldiğinde üye sayısı 200 iken bu sayı 10 kat artarak 2 binli rakamlara ulaşmış durumda. Ya da diğer bir ifade ile DEVA’nın Bursa’da toplam 6 bin üyesi olduğunu daha önce yazmıştık, o üç üyeden birini Osmangazi İlçe yapmış.

Onların hedefi kısa sürede bu rakamı 5 binli rakamlara ulaştırmak.

Bu konuda yoğun bir tempo içerisindeler.

Bir de kendilerinin üye olmayan gönüllüleri var. O sayının üye sayısının kat kat üzerinde olduğunu Gök ifade etti.

Ortalama her gün en az üç yerde etkinlik yaptıklarını, sürekli sahada olduklarını vurgulayan Gök, “sahada olan tek partiyiz” diyor.

Olası bir seçimde tüm sandık görevlilerinin atamalarını yaptıklarını ve 100’e yakın mahallede teşkilat ve yönetim kurduklarını ifade etti.

Biz bu pazar seçim olsa seçime hazırız” dedi.

Bursa özelinde altılı masanın Osmangazi İlçe Başkanları olarak daha önce iki kez toplanıldığını ve uyum içinde çalıştıklarını ekranlarımız aracılığı ile paylaştı.

Bursa özelindeki sorunlara da değinen Gök, bu konuda yerel iktidarı başarısız buluyor.

Yeri geldiğinde iyi işleri de takdir ediyoruz” dedi.

Şu ana kadar 15 program açıklandığını, 7 programın da yakın bir tarihte açıklanacağını vurgulayan Gök, “biz iktidara en hazır partiyiz” diyor.

Bu arada, Osmangazi İlçe teşkilatına partili partisiz herkesi davet eden, “buyursunlar, bizim çayımızı içsinler, üniversite öğrencileri vizelere ve finallere çalışsın” diyor.

Bu da ilginç bir yaklaşım.

Yakın bir tarihte Bursa’ya üç genel başkan yardımcısı geleceğini ifade eden Gök, sığınmacı politikası ile açıklama yapacaklarını ifade etti.

Bize de bu durumda kendisine ve partisine çalışmalarında başarılar dilemek düşüyor.

MEDENİYET AKADEMİSİ’NİN KONUĞU YUSUF KAPLAN

Geçen haftalar içinde muhafazakâr camianın önde gelen sivil toplum kuruluşlarından biri olan Cihannüma Akademi başlamıştı.

Birbirinden değerli konuklar 16 hafta boyunca ders verecekler.

Bu hafta da hatta bugün kentimiz Soner Aksoy’un başkanlığını yaptığı, muhafazakar camiada ses getiren Bursa Medeniyet Akademisi Derneği de Yusuf Kaplan’ı konuk edecek.

Kaplan, bugün Uludağ Üniversitesi Mete Cengiz Kültür Merkezi Şehit İlyas Kaygusuz Salonu’nda saat 13.30’da “Yusuf Kaplan Çağrısı Çağını Kuracak Bir Gençlik” konulu konferansla gençlere seslenecek.

Vakti olan gençler kaçırmasın!

Bizden hatırlatması…

Sıcaksu’da TOKİ’ye turizmcilerden itiraz!

Sıcaksu’da TOKİ’ye turizmcilerden itiraz!

Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın meclis oturumlarını ekonomiden ancak sıradan vatandaş kadar anladığım için yakından takip etmiyorum. Benim ekonomi ile alakam çarşı pazar fiyatlarına, yaşanan artışların temel nedenlerine dayandığı için. Aynı frekansta olamıyoruz.

Ancak bu kez bir farklılık var. Dün itibariyle gündeme gelen ve benim de üzerinde birkaç kez yazı yazdığım, Sıcaksu Bölgesi’nin TOKİ konut alanına dönüştürülmesi meselesi BTSO Meclis kürsüsünden eleştirilince konuya bir daha yakından bakalım istedim.

Hatırlayalım; bir dönem Bursa’nın gündeminde ‘sağlık turizmi’ kavramı vardı ve bu kavramın baş köşesinde elbette sıcak su kaynakları oturuyordu. AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Esgin, daha vekil olmazdan evvel, Sıcaksu Bölgesi’nin termal turizm merkezi olması için önemli uğraşlar vermişti. Meclis’e gidişi ile bu konudaki sesi daha da gür çıkar olmuştu hatta.

Tüm AK Parti Bursa teşkilatı Sıcaksu Bölgesi’nde bir termal turizm merkezi olacağını düşünürken, köprülerin altından nasıl sular aktıysa artık, bir gün Sıcaksu Bölgesi’nde TOKİ konutlarının yükseleceğine dair bir bilgi ile karşılaştık.

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından bize verilen bilgiyi teyit etmek amacıyla AK Parti İl Yönetiminden aradığım isimlerden; ‘Yok canım, olur mu öyle şey. Termal turizm merkezi olacak orası. O görseli yanlışlıkla kullanmışlardır…’ gibi dönüşler aldım.

Zaten üç vakte kadar bölgenin baya baya TOKİ konut alanı olduğuna dair resmi açıklama yapıldı. İlk şoku atlattıktan sonra AK Parti Yönetimi de bu konu ile ilgili bir daha konuşmaktan hep kaçındı.

Elbette olay mahalline giden ve çeşitli itiraz açıklamaları yaparak konunun takipçisi olacaklarını beyan eden muhalefet partilerini de anımsamamız gerekiyor.

Bu kadar geri bilgi yeterlidir diye düşünüyorum. Ankara üzerinden TOKİ alanı ilan edilen bölge için BTSO Meclis kürsüsünden itiraz eden isim 42. Komite adına konuşan Bursa Ticaret Sanayi Odası Meclis Üyesi Hasan Eker.

Turizm sektörünü temsil eden komitenin böyle bir itirazda bulunması akla da mantığa da çok uygun.

Konut yapılacak yüzlerce alan var, ama turizm bölgesi için daha uygun bir alan yok!” diyor Eker.

Konuya sadece turizm açısından da bakmıyor. Bursa’nın içinden çıkılamayan, bitmeyen çilesi trafiği de işin içine sokuyor ki, çok haklı.

Alternatifi olmadığı için yoğunluğu bir türlü azaltılamayan İzmir Yolu üzerinde 692 konut ve 63 dükkandan oluşan bir TOKİ alanı olduğunu düşünsenize. Bir de ardından trafiği getirin gözünüzün önüne.

Eker’in konuşmasına bir destek de BTSO İnşaat Konseyi Başkanı ve BTSO Meclis Üyesi Ali Tuğcu’dan geldi.

Acemler, Yalova ve İzmir yolu bazı plancılar tarafından altın üçgen olarak tanımlanıyor. Buralarda yapılacak yatırımlar çok önemli. Bursa’nın 1 bölü 100 binlik planıyla birlikte planlanması gereken bir bölgenin böyle parçalı planlamayla Bursa’ya katkı sağlamayacağını veya fırsat kaybettireceğini düşünüyoruz” diyor Tuğcu.

Yapılan bu açıklama geçtiğimiz günlerde Bursa için ‘Bursa gelişiyor, gelişecek, gelişemedi’ isimli bir yazı kaleme alan, Norm Haber Sorumlu Haber Müdürü Furkan Kahraman’ın 2040 Çevre Düzeni Planı ile ilgili sorularına da küçük bir yanıt olur diye düşünüyorum.

Konuşmacılar, meselenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a doğru bir biçimde anlatılması halinde yanlıştan dönüleceği kanısında.

Hazır Cumhurbaşkanımız 29 Ekim tarihinde Bursa’ya geliyorken belki de bu konu kendisiyle konuşulur kim bilir?

NOT: Cumhurbaşkanının 29 Ekim Bursa programından bahsetmişken şu notu da hemen düşelim. Muhalefet partilerinin Genel Başkanlarına program için davet gönderilmiş, ancak önceden belli programlar nedeniyle katılım sağlanamayacağı öğrenilmişti peşinen. Yani TOGG açılışında Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener olmayacak. Onları temsilen partinin ileri düzey yöneticileri katılacak programa.

İşin ilginç yanı, Altılı Masa il başkanlarının programa davetli olmaması! Bursa Muhalif’in haberine göre şehrimizden programa davet edilen tek muhalefet temsilcisi TOGG’a ev sahipliği yapan Gemlik Belediye Başkanı Mehmet Uğur Sertaslan!

Sanayici karışık sinyal verdi

Sanayici karışık sinyal verdi

Ekonomi ne alemde?

Herkesin kendince bir yanıtı var elbette ki bu soruya…

Çünkü her ekonomik aktörün farklı bir pozisyonu ve farklı bir değerlendirmesi var ekonomik gidişat adına.

Ortak bir görüş kolay oluşmasa da şu anda Türkiye’deki ortak kanaat yüksek enflasyonun alım gücüne vurduğu darbenin en önemli sorun olduğu yönünde.

Hemen herkes enflasyon konusunda hemfikir! Ancak hissedilen enflasyonun da da bir farklılaşma içerdiği aşikar.

Reel ekonominin diğer ana göstergeleri ise resmi kurumlardan gelen veri setleri ile gidişata dair bir resim çizebilmekte.

Bu anlamda yılın son çeyreğine moral veren rakamlarla girdiğimizi söylemek mümkün!

İş dünyasının ekonomik gidişatına dair bakışını ölçen güven endeksleri yönünü yukarıya çevirdi çünkü.

Yani beklentiler nispeten iyimser bir görüntü verdi.

Mesela Merkez Bankası tarafından yayımlanan reel kesim güven endeksi pozitif bir manzara çizdi. Endeks ekim ayında bir önceki aya göre 0,4 puan artarak 100,3 seviyesine çıktı.

Yani sanayicinin ekonomik durum analizinde bir iyileşme olduğunu söylüyor bu veri!

Peki diğer ana sektörler?

TÜİK’in güven endeksi hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörlerinde de yükseldi.

Ekim ayında eylüle göre; güven endeksi hizmet sektöründe yüzde 0,9, perakende ticaret sektöründe yüzde 3,0 ve inşaat sektöründe ise yüzde 2,8 arttı.

Eylüldeki artışın ekimde de devam ettiğini görüyoruz.

Ancak artış hızında bir yavaşlama söz konusu sektörel güven endeksleri adına... Bunun da temel nedeni son çeyreğe dair yavaşlama işaretlerinin kendini artık hissettiriyor olması.

Nitekim bardağın boş kısmına baktığımızda bu kaygıların su yüzüne çıktığını açıkça görebiliyoruz.

Örneğin lokomotif sektör konumundaki sanayiden yılın son çeyreğine dair pek de iyimser beklentiler karşımıza çıkmadı.

Sanayicinin anket sorularına verdikleri cevaplardan oluşan reel kesim güven endeksinin alt endeksleri yakın geçmişin pozitif izlerini taşırken son aylara dönük bakış tümüyle negatif görünüyor!

Mesela son üç aydaki toplam sipariş miktarı, sabit sermaye yatırım harcaması, mevcut mamul mal stoku ve mevcut toplam sipariş miktarına ilişkin değerlendirmeler endeksi yukarı taşımış.

Ama gelecek üç aydaki ihracat sipariş miktarı, gelecek üç aydaki üretim hacmi, gelecek üç aydaki toplam istihdam ve genel gidişata ilişkin değerlendirmeler endeksi azaltmış.


Kısacası sanayici kendini zor bir kışa hazırlamaya başlamış bile!

Nitekim ekim ayı itibarıyla imalat sanayi genelinde kapasite kullanım oranı bir önceki aya göre 0,5 puan azalarak yüzde 76,9 oldu. Yani üretimi kısmaya başladı iş dünyası.

Stoklardaki artış da bu süreci teyit etmekte.

Dış siparişlerde azalma riskleri özellikle bazı sektörlerde kendini hissettirirken maliyet baskısının önden üretimi zorlaması stoklara yansımış durumda!

Ekonominin yavaşlama trendini kırması ise biraz zaman alacak gibi görünüyor.

Çünkü dış talep için kısa vadede bir umut yok. İç talebin canlanması ise yılbaşında yapılacak olan ücret zamları sonrasına kalacak. Söz konusu süreçte daha ucuz ve bol kredinin piyasaya sürülmesi ihtimali mevcut.

Tabi ki kamu yatırımları ta tetiklenecek seçim uğruna!

Kısacası Ocak 2023 sonrasında ekonominin canlanması kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacak.

Ancak sürdürülebilir bir havada olması zor bu trendin.

Ve hala can yakan bir enflasyonun varlığı da canlanmanın tadını kısmen de olsa kaçırmaya aday görünüyor.

İYİ Parti’de yıldönümü bahane, kulis şahane

İYİ Parti’de yıldönümü bahane, kulis şahane

Partilerin toplantılarında gözlemci olmak, var olan havayı koklamak için de harika fırsatlar sunuyor insana.

Hele hele İYİ Parti gibi kongre sürecine girmiş ve bu sürece girmeden önce de Bursa sınırları içerisinde hayli güç toplamış bir partiden söz ediyorsak, aldığınız kokular çok önem kazanıyor.

Tüm bu nedenleri bir araya getirdiğimde ‘hem bir Heykel turu atarım, çarşıya pazara göz gezdiririm hem de İYİ Partililerle bir araya gelebileceğim en güzel zamanı kaçırmamış olurum’ diyerek yola koyuldum.

Ana konumuzun İYİ Parti’nin beşinci kuruluş yıldönümü olduğunu düşünenler fena halde yanılıyorlar. Siyasette ana konu her zaman kimin nereye talip olduğu, talip olanları kimlerin desteklediği, hangi destekçilerin kaç delege oyunu beraberinde getirdiği olur.

Yine de hakkını vermek lazım, İYİ Parti’nin beşinci kuruluş yıldönümündeki Atatürk Anıtına çelenk sunma töreni CHP’nin kuruluş yıldönümü kutlamasından daha kalabalıktı. Serde biraz da kongre heyecanı olunca…

Daha önce yazmıştım, İYİ Parti’de Nilüfer İlçe teşkilatının Selçuk Türkoğlu ekibine mesafeli olduğunu. Anlaşılan mesafe hayli açılmış. Hani öyle böyle değil, birlikte fotoğraf çektirmeyecek kadar!

Kongre sürecinde yaşanır bunlar, normaldir.

Siyasetin ne kadar cilveli bir kurum olduğunu siyaset okuyucuları da siyaset yazarları kadar iyi biliyor artık. Hatta tüm ülke öğrendi işin raconunu. Bir partinin milletvekili diye oy verdiğiniz kişinin birkaç ay içinde karşı politika yaptığınız siyasi partiye geçmesini dahi normal bulmaya başladık.

Neyse ki, İYİ Parti’de işler o kadar çığırından çıkmış değil. Sonuçta hepsi aynı siyasi parti çatısı altında, aynı politik idealle hareket ediyorlar.

Daha önce küçük bir İYİ Parti kulisi yazmış ve il başkanlığı seçiminde adayları belirleyecek ilçenin Yıldırım olduğunun altını çizmiştim. Yıldırım’da seçimin üç adaylı olması bekleniyordu. İlk aday ise geçtiğimiz günlerde büyük bir kalabalık toplayarak adaylığını resmi olarak açıklamıştı. İkinci adayın resmi bir açıklaması henüz yok, ancak kulislerde Güven Turan adı öne çıkıyor. Turan, Yıldırım İlçesinde hayli güçlü bir aday. Altını çizmekte yarar var.

Peki il başkanlığında ikinci adı geçen aday kim?

Şimdiki Nilüfer İlçe Başkanı Levent Öncü elbette.

Partinin kadın kontenjanından milletvekilliği sıralamasında ilk üçten kendisine yer bulmak isteyen çalışkan kadınlarının da kolları çoktan sıvadığını hatırlatarak kulis meselesini burada keselim.

Kulis konusunu kestim, çünkü tüm şehir olarak, hatta tüm ülke olarak hepimizi yakından ilgilendiren bir konuya vurgu yapmak istiyorum.

İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek ile yakın zamanda bir süredir dillendirilen ‘İmar Affı’ konusunda sohbet etmiş ve bu sohbeti yazıma da taşımıştım.

Aslında inanamıyor, inanmak istemiyordu Şimşek yeni bir imar affı faciasıyla daha karşı karşıya olduğumuza. Ancak perşembenin gelişini çarşambadan anlamak işimiz olduğundan, ihtimali kuvvetli buluyor ve bir seçim yatırımı olarak görüyorum.

Ortak görüşlerde birleştiğimiz Mimarlar Odası Bursa Şubesi bugün bir basın açıklaması yaparak;

Yeni ‘İmar Affı’ ve denetimsiz yapılar ile toplumun sağlığını ve can güvenliğini tehlikeye atan kentsel gelişmelere yol açacak, doğa olaylarının afete dönüşerek pek çok insanın hayatını kaybetmesine neden olacak popülist uygulamalar yeniden ve sınırsız bir şekilde yürürlüğe sokulmaktadır” ibarelerine yer verdi.

İçeriği güzelce süslenen kanun teklifi bal gibi de imar affı!

Bugüne kadar, 3 milyon 119 bin 947 kaçak ve imara aykırı yapı için 26 milyar 151 milyon 389 bin 263 TL yapı kayıt belge bedeli alınarak yurttaşlara riskli yapıları kullanma izni verilmiş.

Tebrikler!

Mimarlar Odası Bursa Şubesi, “Hukuka saygılı yurttaşları cezalandıran, halkın can güvenliğini tehlikeye atan, tarihsel ve doğal alanları tahrip eden ve kentlerimizi yaşanmaz hale getiren ve seçim sürecinde hukuk dışı uygulamaları yasal hale getirmeyi amaçlayan yeni imar affının geri çekilmesi gerektiğini ve sürecin takipçisi olacağımızı, kamuoyuna saygı ile duyururuz” diyerek tamamlıyor açıklamasını.

Bu şehre saygısı olan biz basın emekçileri de takipçisi olacağız konunun.

Bursaspor için ‘olmaz olmaz’ demeyin!

Bursaspor için ‘olmaz olmaz’ demeyin!

Bursaspor-İnegölpor maçının ilk 20 dakikası geçtikten sonra “Çok şükür iki takım taraftarlarından sözlü sataşma olmadan başladık” dedik, ama keşke demez olaydık.

Az sonra İnegölspor tribünü resmen patladı ve hiç de hoş olmayan sözler duymaya başladık.

Çok yazık.

Aynı şehrin iki takımı.

Hiç mi kız alıp vermediniz? Bursa merkezle arasında 25 dakikalık mesafesi var İnegöl’ün. Hiç mi akrabanız, arkadaşınız, dostunuz yok? O nasıl küfürdür öyle.

Gerçekten çok yazık.

60 DAKİKALIK KONDİSYON

Gelelim saha içindeki mücadeleye…

Bursaspor sanki 60 dakikaya planlanmış gibi. Kondisyon konusunda sıkıntıları var gibiydi. Tarsus maçında ağzı yanmasına rağmen öne geçtikten sonra geri çekilme de nedir? İnegölspor o esnada bir değil iki gol daha atabilirdi.

DEMEDİ DEMEYİN!

Demedi demeyin; kendi grubunda namağlup devam eden Karacabey Belediyespor böyle devam ederse, ki edeceğine inanıyorum, 1. Lig’e çıkar.

Şehirde çok fazla seslendirilmeye başlandı, bence de mantıklı gözüküyor; Karacabey Belediyespor 1. Lig’e çıktığında Bursaspor ile isim değişikliğine gidebilir.

Yani, Bursaspor Karacabey’in haklarını alır, Karacabey de Bursaspor’un.

TFF 2. LİG KIRMIZI GRUP 8. HAFTA’DA ZONGULDAK KÖMÜRSPOR, KARACABEY BELEDİYESPOR İLE 0-0 BERABERE KALDI. (ONUR ALTINDAĞ/ZONGULDAK-İHA)
TFF 2. Lig Kırmızı Grup 8. haftasında Zonguldak Kömürspor, Karacabey Belediyespor ile golsüz berabere kaldı.

Böylelikle Bursaspor markası 1. Lig’den yoluna devam ederken, Karacabey Belediyespor da 2. Lig’de.

Olmaz olmaz demeyin.

SAHADAKİ YAŞ ORTALAMASI TRİBÜNE DE YANSIYOR

Beni çok sevindiren konulardan biri Bursaspor’un altyapısının çok güçlü oluşu…

Transfer tahtasının tek olumlu tarafı, gençlerimizi daha fazla izleme fırsatı bulmamız…

Bu durum tribünlerin yaş ortalamasını da etkiliyor…

Bursaspor-İnegölspor maçında gördüğüm manzara gerçekten güzeldi; 6-7 yaş, 10 yaş 15 yaş arası çocuklar tezahüratlara katılıyordu…

AMATÖR FUTBOLDA NELER OLUYOR?

Şehirlerde amatörlerin patronu Amatör Spor Kulüpleri Federasyonları’dır (ASKF).

Bursa’da amatör sporu yönetenlere çok iş düşüyor, ancak 2-3 üye dışında sahalarda görünen kimse yok…

İnin biraz beyler sahalara…

Bakın bakalım takımların sorunları neler…

Dinleyin onları, çözüm önerilerini getirin…

GECE MAÇI NEDEN OYNANMIYOR?

Ben sizin yerinize birkaçını aktarayım:

Hafta içi zar zor takım toplamaya çalışanlar, hafta arası maçlardan bezenler, “5 haftadır maçlarım hep cumartesiye veriliyor” diyen yöneticiler, sağlık malzemesi yetersizliği/eksikliği (Sedye, ilaç vb…), sahalardaki fiziki eksiklikler ve en önemlisi de gece maçlarının neden oynanmadığı konusu…

Bakın Kocaeli’ye; 10 yıldır gece maçı oynanıyor. Hafta içi takım toplamakta zorlanan kulüpleri böylelikle rahatlatırsınız. Her ilçe bir pilot saha geçerek gece maçları oynanılabilir. Korkmayın elinizde patlamaz.

Büyükşehir Belediye Başkanımız Alinur Aktaş’a ben bizzat söylemiştim ve bir komisyon oluşturmuştuk. Yanı başımızda Kocaeli amatörde 10 yıldır gece maçı oynatıyorsa, bizim neyimiz eksik.

Bursa buna layık değil mi?

Beyler, bu sorunlar oturup konuşulduktan sonra çözülmeyecek sorunlar değil. Bakın Türkiye Futbol Federasyonu’nda başkanvekilimiz İbrahim Burkay var. Büyükşehir Belediye Başkanımız Alinur Aktaş her zaman amatörün yanında.

Sizin de biraz kıpırdanmamız gerekmiyor mu?

SİZCE DE BU DURUM GARİP DEĞİL Mİ?

BASKF sitesinde ceza sevkleri ve kararları dosyasını yıllardır incelerim. Ancak, bu yıl nedense amatör maçlar daha 5-6. haftalarında iken, bu kadar çok olay, bu kadar çok saha kapatması, bu kadar çok savunmalar sizce de garip değil mi?

Bir yerde arazı var sanki.

Kulüplere, kuralları öğretelim, disiplin cezalarını gösterelim. Bu noktada hakemlere, hakem yöneticilerine, disiplin kurullarına, kulüp yöneticilerine, basına büyük iş düşüyor.

Yapın bir sempozyum; deneyimli bir hoca kuralları anlatsın, bilgilenelim.

Küresel ekonomik tehdit büyüyor

Küresel ekonomik tehdit büyüyor

Dünya halleri karışık.

Siyasi gerilimler ve savaş halleri görülse de iş dönüp dolaşıyor ekonomiye bağlanıyor.

Avrupa’nın en zor kışına hazırlanması boşuna değil. Ukrayna savaşı, insani kayıpların acımasız yüzünü göstermesinin yanı sıra enerji ve hammadde kriziyle de tüm dünyayı etkiliyor.

Ama özellikle Avrupa ülkeleri pandemi sonrası en kötü dönemini yaşıyor bu kriz nedeniyle! Almanya’da üretim yönünü aşağıya çevirirken hizmet sektörü de geri kalmıyor bu süreçte.

Kıta’nın büyükleri olan Fransa, İtalya ve İngiltere de farklı oranlara ve biçimde bu zorlu süreçten nasibi almaya devam ediyor.

Ama ortak problem yüksek enflasyon ve düşük büyüme!


Türkiye’nin en büyük pazarı olan Avrupa’nın daha zor günler görmesi de kaçınılmaz görünmekte.

Durgunlukla boğuşan Almanya enerji sınavına girerken, Fransa daha ziyade enflasyona çareye odaklanmak zorunda görünüyor. Son dönemlerde yaşadıkları siyasi krizler nedeniyle birbirine benzetilen ve Britaly yakıştırması ile yüzleşen İtalya ve İngiltere ise hem politik hem de ekonomik açmazları dize getirmek zorunda görünüyor!

İtalya aşırı sağcı bir yönetime geçiş yaparak medet ummaya çalışıyor ağır ekonomik koşullara karşı.

İngiltere’ye ise başbakan dayanmıyor. Bu yıl için üçüncüsü ile yola devam hazırlıkları var.

Başbakanlık koltuğuna 5 Eylül’de Liz Truss, sadece 45 gün kalabildi yönetimde! Bu süreçte İngiliz piyasalarında pek görülmemiş bir oynaklığın yaşanmasına neden oldu.

Vergi paketi de sonunu getirdi başbakanlık koltuğunda.

Eski Başbakan Boris Johnson‘ın aday olmasını beklenirken Johnson, aday olmayacağını açıkladı. V son başbakanlık oylamasında diğer aday Penny Mordaunt, 100 milletvekilinin oyunu alamayarak yarıştan çekildi.

Neticede önceki seçimde Truss’ın rakibi olan eski maliye bakanı Rishi Sunak bu defa başbakanlığı garantiledi.

Ama Sunak’ın işi de hiç kolay değil… Küresel durgunluk ve enflasyonla baş etmek için elinde fazlaca enstrüman yok çünkü!

Ve unutmayalım ki Moody’s bu haftadan geçerli olmak üzere İngiltere’nin kredi notunu kırdı.

Bu durumda seçime kadar ülke ekonomisi daha fazla yara almadan götürmek asıl sorumluluğu olacak gibi görünüyor.

Özetle Avrupa tarafında 2022’nin son çeyreği ve 2023’ün ilk çeyreği adına manzara giderek kararıyor.

Dünyanın diğer bölgeleri de pek farklı değil.

Mesela nispeten iyi görünümdeki Çin de hedefleri tutturmaktan uzak bir görünümde… Dün açıklanan üçüncü çeyrek büyüme üretim ve hizmet verileri beklentilerden iyi geldi. Ancak yıllık büyüme hedefi olan yüzde 5,5’in çok altında bir gerçekleşme var.

Keza siyasi ve jeopolitik gelişmeler Çin piyasalarını olumsuz etkiliyor.

Örneğin Çin lideri Şi Cinping’in üçüncü dönem yönetimi ve hedefleri piyasalarca negatif fiyatladı. Hang Seng endeksi yüzde 7’ye yakın geriledi. Dolar/Yuan ise 7 seviyesini aştı!

Japonya’da ise başkaca haller var. Faiz artırmayan tek gelişmiş ülke olan Japonya’dan çok ani ve sert bir piyasa müdahalesi geldi.

Neden mi? Enflasyon yüksek, dış ticaret zayıf ve yen değer kaybediyor.

Cuma günü yen dolar karşısında son 32 yılın dip seviyesine indi.

Ve ardından Japon Merkez Bankası’ndan müdahale geldi. Piyasaya yaklaşık 46 milyar dolar dolar sürüldü. Ancak etkisi sınırlı kaldı.

Neticede Japonya Ekonomi Bakanı istifa etti. Ve yeni teşvik paketi için gözler ay sonuna çevrildi!

Özetle yüksek enflasyon, sıkılaşan finansal koşullar küresel üretimi de tehdit ediyor.

Bu atmosferse sıkı para politikası uygulayan ABD’ye sermayenin yönlenmesini ve doların güçlenmesini sağlıyor.

Ve bu döngü ise kısır bir hal alarak küresel enflasyonu körüklüyor.

Çözülmemiş bir Ukrayna meselesi ve kapıda bekleyen Tayvan sorunu da varken dünya ekonomisine umutla bakmak pek kolay olmuyor!

Bursa: Gelişiyor, gelişecek, gelişemedi!

Bursa: Gelişiyor, gelişecek, gelişemedi!

Kabul etmek gerekir ki;

Bursa, trafik yoğunluğu açısından sürücüler için ne kadar problemli bir kent ise toplu taşıma kullananlar için de o kadar sorunlu bir şehir.

Bilhassa otobüs hatlarında bu sorun kendini daha da fazla gösteriyor. Çünkü son yıllardaki ‘gelişim’ sebebiyle eskinin uzak noktaları artık şehir merkezinde. Ancak bu merkezlerin çoğuna doğrudan ulaşım sağlamanın imkanı yok. Çünkü bu güzergahlarda otobüs hattı yok.

Örneğin,

Hafta sonunda sıcak havayı da fırsat bilerek Bursa Hayvanat Bahçesi‘ne gitmeye karar verdik. Tabii belirtmek gerek, şehrin batı kısmından bu güzel yapıya ulaşmanın yolu yalnızca Terminal otobüslerinden geçiyor. Kent Meydanı civarından bu noktaya gelen birkaç otobüs hattı ve minibüsler de var tabii, ama pek de yeterli olduğu söylenemez.

Dönüşte ise tam anlamıyla bir cenderenin içine düştük. Zira çıkış sırasında Hayvanat Bahçesi önündeki asansörü ve merdiveni kullanmak tam bir işkenceye dönüştü. Çünkü alandaki asansörler çalışmıyor, alt geçitler ise kesif bir idrar kokusu ile kaplanmış durumda. Bununla birlikte söz konusu basamaklarda rampa da bulunmadığından bebek arabası veyahut tekerlekli sandalye ile hareket imkanı olmadığını da belirteyim.

Elden ne gelir dediniz, alt geçitten geçtiniz diyelim, bu sefer güzergah sizi yolun ortasındaki yeşil alana çıkarıyor. Şu Nilüfer Çayı çevresinde bulunan yeşil alana…

Oradan tekrar yolun karşısına geçmeye yeltendiğinizde yine aynı görüntü ile karşılaşıyorsunuz. Camları kırık ve kablolarının bir kısmı artık olmayan asansörler ve yine aynı kokudan muzdarip alt geçit yani…

Yolun sizi İstanbul Caddesi tarafına doğru atacak kısmına çıkıp, az ilerideki duraktan otobüse binmeye niyet ettiğinizde ise karşınıza bambaşka bir manzara çıkıyor. Çünkü bahsettiğim ‘Çiftehavuzlar‘ otobüs durağının önünde bulunan bariyer hayli tuhaf bir görüntü oluşturuyor, yetmezmiş gibi otobüs bekleyenlerin de sıkıntılı anlar yaşamasına sebep oluyor.

Diyelim ki bu parkuru başarı ile tamamladınız, döndünüz dolandınız ve evinizin yolunu buldunuz. Bitti sanmayın; unutmayın ki Bursa’da toplu ulaşım her gün yeni bir macera demektir…

Bu arada eklemek gerek, Soğanlı Botanik Parkı‘na ve Bursa Hayvanat Bahçesi’ne gerekli kıymetin verilmediğini düşünüyorum. Bu noktalar ilk yapıldığında şehre uzaktı, yıllar geçince şehrin ortasında kaldı ama şimdi de ‘ters yerde’ kaldı.

Hele bir de tam karşısına yapılması planlanan Millet Bahçesi de tamamlandığında iyice gözden düşecek böyle giderse…

Gelelim resmin büyüğüne…

Üzülerek söylemeliyim ki 1987 yılında büyükşehir statüsünü kazanan, nüfusu üç milyondan fazla Bursa; kasabayken şehir olan yerleşim alanlarının plansızlığını yaşıyor.

Hemen her noktada trafik, hemen her mahallede düzensiz yapılaşma var.

Yollar yapılıyor, asfaltlar seriliyor, şehrin kilit noktası olan tek artere sağdan soldan eklemeler yapılıyor, ancak görüntü değişmiyor. Türkiye’nin dördüncü büyük şehri vasfındaki Bursa’da günübirlik çözümler ancak günü kurtarmaya yetiyor.

Bursa gelişsin isteniyor ama sadece endüstriyel bazda. Fabrikalar gelişsin, sanayi gelişsin deniyor. Ancak Bursa bir tarım kenti aynı zamanda. Üstüne turizm kenti, sağlık kenti, gastronomi kenti olduğu da söyleniyor. Nasıl olacak bu işler peki?

Her şeyden biraz olsun istenince hiçbir şey olmuyor ve az evvel değindiğim günübirlik çözümler çıkıyor ortaya. Bugünü kurtaralım, ileride etraflıca bakarız mantığı devreye giriyor.

Özellikle son yıllarda kültürel kimliğini ve yeşil dokusunu tamamen kaybeden Bursa’nın bu darboğazdan kurtuluşu için ne yapılıyor derseniz, bir sessizlik çöküyor şehrin üzerine…

Sahi, şehrin anayasası olacağı söylenen ‘2040 Çevre Düzeni Planı‘ndan umutlu olan var mı içinizde?

Sağlıkta 40 yıl önceye döndük!

Sağlıkta 40 yıl önceye döndük!

Ben küçükken birimiz hastalandığımızda hastaneye annem ve kardeşimle birlikte en az üç kişi giderdik.

Yalan yok şimdi.

Birimiz doktor kuyruğunda, birimiz ilaç kuyruğunda, birimiz de tahlil kuyruğunda beklerdik.

Hele hele ailemizin yaşlılarından birini doktora götürmüşsek, ilk işimiz pek az olan bekleme koltuklarından birini kapmaya çalışmak olurdu, çünkü işimizin ne zaman biteceğini kestirmek çok zordu.

Kuyrukta sırası yaklaşan sırasını uzun süredir birlikte ayakta beklediği kuyruk arkadaşına emanet eder, koşarak hasta olan kişiyi çağırırdı.

Size garip gelmiş olabilir, ama insanlar hastane kuyruklarında arkadaş olur, sohbet ederek vakit geçirirdi. Öyle su gibi akıp gitmezdi kuyruklar…

Anlattıklarımın bundan 40 yıl önceki mevzu olduğunun altını çizmek isterim. O dönemden bu yana hem dünyada hem de ülkemizde ciddi değişimler gerçekleşti.

AK Parti iktidarında vatandaşı en çok mutlu eden ve en çok oy almalarını sağlayan icraatlardan biri sağlıkta özelleştirmenin özendirilmesi olmuştu. Hiç yalan yok, bana da iyi gelmişti bu uygulama. Tam da ciddi hastalıklarla boğuştuğum, üstüne üstük iki küçük çocuğumun olduğu zamana rast gelen uygulama benim için şahaneydi.

Çünkü hayli ucuzdu özel hastanede tedavi olmak. Masrafların büyük bölümünü devlet ödüyordu. Biz hastalar ya da hasta yakınları da daha ihtimamlı hizmet alıyorduk.

Ancak şunu hiç unutmuyorum.

Yıl 2005, o zaman tedavimde bana yardımcı olan çok kıymetli doktorum, geçmiş dönem CHP Bursa Milletvekili, Genel Cerrah Ceyhun İrgil şöyle demişti:

Şimdilerde sağlığın özelleştirilmesi hepimizin hoşuna gidiyor, ancak böyle devam ederse yakın zamanda devlet hastanelerinde kritik ameliyatları yapacak yetkinlikte doktor bulamayacaksınız. Herkesin özel hastanelere gitmeye gücü yok, olan gariban vatandaşa olacak…”

2005 yılında sağlıkta olabileceklere ışık tutan sevgili doktorum geleceği çok da güzel okumuştu.

Tam da dediği gibi oldu.

Hatta çok daha fazlası oldu…

Sağlıkta devrim yapmak için yola çıkan AK Parti hükümetleri döneminde sağlıkta duvara nasıl tosladığımıza ilişkin pek çok yazı yazdım bu köşeden. Doktorların, sağlık çalışanlarının, eczacıların, hatta tıp fakültesi öğrencilerinin dertlerini anlattım size.

Kimse kulak asmadı yapılan çağrılara.

Önce özel hastanelere, sonra özel muayenehanelere giden doktorlar şimdilerde yurt dışına çevirdi yönünü.

Televizyonlarda sıklıkla hastane açma müjdeleri verilse de vatandaşın kafasında şu bilgi var artık;

Hastane var, doktor odaları var, alet edevat var, doktor yok!’

Çok doğru…

Hastanelerdeki polikliniklerin birkaçı çalışıyor sadece. Pek çok poliklinik de kapı duvar. ‘Doktor yok’ sözünün altını boşaltmak maksadı ile doktorları sürekli farklı hastanelerde görevlendiriyorlar, bu durum da hasta takibini zorlaştırıyor, hatta hastanın doktorunu takibi de tam bir bilmeceye dönüyor.

Öyle bir hal aldı ki bu durum, hastalar randevu alamıyor. Tüm randevular, tüm bölümler için, tüm hastaneler için, tüm şehirler için dolu. İnsanlar bir devlet hastanesinde bir doktorun kapısını çalabilmek adına araya tanıdık koymaya çabalıyor. Milletvekillerine edilen telefonların bir bölümü ‘falanca bölümden bana randevu alır mısın?’ ricası ile çalıyor.

İşlerin bu kısmı da ayyuka çıkınca, sıra hastaneden randevu alınmasına geldi.

Hoppalaaaa…

Döndük mü 40 yıl önceki senaryoya.

17 Ekim tarihinde geçmiş dönem Osmangazi Belediye Meclis Üyesi Cemil Aydın bir fotoğraf yönlendirmişti mesaj kutuma.

Doğrusu çocukluğumu hatırladım.

İnsanlar sabahın erken saatlerinde girmişler hastanede randevu kuyruğuna.

Bu kez bir fark var elbette. Benim çocukluğumda kuyruk ne kadar uzun sürerse sürsün işimizi bitirirdik hastaneye gittiğimiz gün. Burada durum pek öyle değil. Erken gelen randevuyu alıyor, kalanlar şansını bir sonraki gün yine denemek zorunda.

Doktorlara getirilen 5 dakikalık muayene zorlamasına rağmen sağlıkta son geldiğimiz nokta bu. Hepimize hayırlı uğurlu olsun.

Randevu alınamayan, bir diğer kurum da Nüfus Müdürlükleri. Başka bir yazının konusu olsun artık…

Bu arada şehrimiz için halen çabalayan, düşünen, araştıran Cemil Aydın’ın Doğanbey TOKİ konutlarının bulunduğu bölgede bir ilköğretim okulu ve sağlık ocağı açığı olduğu yönündeki bilgilendirmesini de çok kıymetli buluyorum.

İlgililerin bilgisine…

Hayaldi gerçek oluyor!

Hayaldi gerçek oluyor!

Türkiye’nin ilk yerli ve milli otomobili TOGG’un fabrikasında bugünlerde hummalı çalışmalar devam ediyor.

TOGG yatırımının Gemlik’e yapılmasını ilk kez öneren ve fabrikanın Gemlik’te kurulacağını da ilk kez yazan biri olarak ben daha çok mutluyum.

Tabiri caiz ise banttan indirilmesine bir haftadan daha az bir zaman kaldı.

Hatta sayılı saatler kaldı…

Cumhuriyet’in ilan edildiği günde 29 Ekim’de TOGG’un da fabrikası açılmış olacak.

Bu da başka bir bakış açısı ile sanayide Türk Milletinin özgürlüğüyle dünyaya meydan okumasıdır.

Bu fabrika açılınca birileri sevinecek, birileri de üzülecek.

Üzülecek olanlar şu kesimler:

İlk temeli atıldığında, daha doğrusu Türkiye’nin ilk milli otomobili TOGG’un adının duyulduğu andan itibaren “ya otomobile gerek var mıydı?” diyenler…

Onların o zaman, zaten o montaj dediğini de hatırlıyoruz.

Onlara en güzel yanıtı Ulu Önder Atatürk, ‘Gençliğe Hitabesi’nde yaklaşık 100 yıl önce vermiş:

Ey Türk gençliği!

Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır…”
Bu ülkede ve ülke dışında geçmişte de dâhili ve harici düşmanlar vardı.

Bugün de yarın da olacak…

Onların alerjisi Türk Cumhuriyeti’ni koruyacak, yükseltecek, ekonomik ve teknolojik gelişmelere yatırım yapılması. Bu yatırımın da milli olması…

Bunları görünce alerjileri belirginleşiyor.

Olsun!

Bilmeyenlere hatırlatalım!

Türkiye Cumhuriyeti her zaman 18 yaşındaki delikanlı genç gibi taşı sıksa suyunu çıkarır.

Her türlü yoklukta, geçmişte atalarının Ergenekon’dan çıktığı gibi çıkmayı bilir, çıkış yolu bulur.

Bugün TOGG’un açılışı da aynen öyledir.

Türkiye üzerine oyun oynayanların, plan kuranların planlarının elinde patladığı bir yatırım olarak akıllarda yerini almıştır, hafızalara birileri istemese de kazınmıştır.

Netice olarak TOGG yatırımı bir kez daha gösterdi ki;

Bir yerden başlamazsan sonrasında hep mahkûm kalırsın.

Senelerce bizi böyle avutmadılar mı?

Bu yüzden uzun yıllar otomobilden tutun, savunma sanayi dâhil olmak üzere birçok ağır ve stratejik sanayide dışa bağımlı kaldık.

TOGG’a karşı çıkanlar, bunları unutmasın.

Bugün Türkiye’nin milli sanayisi kuvvetli olmasaydı birileri bizi ham ederdi.

Ama şimdi bırakın bunu demeyi, akıllarına bile getiremiyorlar.

Yine meraklıların merakını giderelim.

TOGG banttan indiğinde ilk planlanan üretim yıllık 175 bin adet.

Yine fabrikada beyaz ve mavi yaka toplam 4 bin 300 kişiye istihdam sağlanacak.

Öte yandan, dolaylı olarak bu istihdam 20 bini aşacak.

Üretim bandına ilk çıktığında yüzde 51 yerlilik oranına sahip olacak. Bu oran iki yıl sonra 2025 yılında yüzde 68’e çıkacak.

5 farklı modelin üretimi 2030 yılına kadar gerçekleşmiş olacak.

Ve en önemlisi önceki yıllarda ABD’de katıldığı fuarda 2 bin 300 katılımcı arasında en iyi 20 markadan biri seçilmişti.

Kısaca TOGG Türk Milleti’nin yüzünü, temelinin atıldığı ilk günden itibaren güldürmeye başladı…

Darısı milli uçağımıza, milli uzay aracımıza.

Bu vesile ile emeği geçen tüm ekibe şimdiden başarılar…

Hastane kuyruklarını azaltmanın yolu…

Hastane kuyruklarını azaltmanın yolu…

Bursa kamuoyunun merak ettiği konulardan biri de sağlık yatırımları. Halkın yakın bir tarihe kadar memnuniyet oranı en yüksek icraatların başında sağlık yatırımları geliyordu.

Ama son zamanlarda sağlıkta yakınmalar fazlasıyla arttı.

Bundan 20 yıl önce vatandaşın geçmişte hastanede yaşadığı kuyruklar hastanın tedavi aşamasına geçemeden canını bezdiriyor hatta o kuyruklarda hayatını kaybedenlere rastlıyorduk.

Verilen randevuların uzaklığı ömürden çalıyordu…

Hatta o randevulara kadar sağ kalamayan birçok hasta vardı.

Sonrasında sağlık alanında yapılan yatırımlarla özel hastanelerin SGK ile anlaşmaları sonucu kuyruklar azalmış hatta yok denecek sayılara kadar inmişti.

Ardından son birkaç yıldır satın alma gücündeki düşüşe paralel olarak, özel hastanelerdeki fiyat yüksekliği vatandaşı tekrar devlet ve üniversite hastanelerine yönlendirdi ve sonuçta unuttuğumuz kuyruklar birden geri geliverdi.

***

Bunun iki sebebi var.

Biri hastane yetersizliği diğeri de doktor ve sağlık çalışanı yetersizliği.

Bursa özelinde MR’da verilen gün sayısı 45 günlere, kolonoskopi ve endoskopide 4 ay gibi sürelere ulaşmış durumda.

Buna bir an önce önlem alınması şart.

Buna rapor yenilenmeleri de ilave olunca normal randevular da uzadıkça uzuyor.

Bursa özelinde iki sağlık yatırımının bir an önce hayat geçmesi şart.

Onlardan ilki devam eden Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi…

İnşaat yüzde 70 civarında bitmiş durumda.

Buranın bir an önce sisteme dahil edilmesi şart.

Yine bir başka hastane şu an atıl durumda olan Memleket Hastanesi’nin de artık restorasyonu ve kuvvetlendirilmesi başlamalı.

Yapımı resmen yılan hikayesine döndü.

Orada burada şurada denilip resmen avutuluyoruz.

Bu yapım hikâyesi başlayınca o mahallede doğan çocuklar artık ilkokula başladı…

Bu hikâyenin gerçeğe dönüşmesi hastanenin açılması ile (eski devlet) mümkün.

***

Kuyrukların azalması için gereken diğer bir çalışma ise, özel muayenelere SGK ile anlaşma şartının getirilerek ayaktan tedavilerin seçenekleri arasına özel muayeneler de dâhil olabilir.

Resmi rakamlara göre ayakta tedavi yüzde 97 yatarak tedavi olma ise yüzde 3. Bu veriler ışığında sağlıktaki kuyrukların azalması noktasında bu önerimiz de alternatif olabilir.

Bir başka uygulama seçeneği olarak önerimiz şu olabilir: Hastanelerde nöbet, icap, acil, poliklinik hizmetleri dışında kalan branş hekimlerini pilot bölgeler seçilerek oradaki sağlık ocaklarında görevlendirme yapılarak yığılmaların önüne geçilebilir.

Yine bu minvalde sağlık ocaklarının teşhis ve tedavi kabiliyetlerini arttırıcı cihazlarla donatılması şart.

EKG, ultrason ve benzeri cihazlarla…

Yoksa bunlar yapılmaz ise sağlıkta reformun adı kalır, bizden hatırlatması.

Biz alternatif çıkış yolları için önerimizi sunduk, öneri bizden değerlendirmek yöneticilerden.

Bekleyip, takip edelim görelim.

BBP’nin seçim stratejileri masada

BBP’nin seçim stratejileri masada

Seçime bu dönem kendi logosu ve kendi adayları ile girmeye hazırlanan siyasi partilerden biri de Cumhur İttifakı partilerinden BBP.

Özellikle ulusal kanalların açık oturum tarzı programlarında partisini temsil eden isimlerden biri de BBP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı.

Hafta içinde Habertürk TV’de yayınlanan bir programa katılan Alfatlı’nın görüşlerini dinledik. Program sonrası da kendisi ile telefonda görüştük.

Yakın tarihte Bursa ve ilçelerindeki kongreleri tamamlayacaklarını ifade eden Alfatlı, “önümüzdeki aydan itibaren tam gün sahada olacağız. Bursa ve ilçelerinde kapı kapı dolaşıp partimizin 2023 seçimlerine yönelik projelerini anlatacağız. Öncesinde de bu hafta sonu partimizin başkanlık divanı kurulu üyeleri ile İstanbul’da kampa girip seçim beyannamemize yönelik çalışmalar gerçekleştireceğiz” dedi.

BBP’nin seçimlerde ne yapacağını fazlasıyla merak edenlerdenim.

Parti için kritik eşik şu: Sevenlerin kalbinden sandığa geçiş yaparlarsa beklentilerin üzerinde bir sonuçla sandıktan çıkabilirler.

BBP özellikle milliyetçi muhafazakâr kesimin kalbinde var olan ya da birçok seçmenin ikinci siyasi partisi. Bu algıyı BBP kurmayları birinci partiye çıkarmaları durumunda sandıklar açıldığında farklı sonuçlar çıkabilir.

Bize düşen çalışmaları takip etmek ve yorumlamak.

Biz de süreci takip etmeye devam edeceğiz.

AK PARTİ OSMANGAZİ KAMPA GİRİYOR

Sürekli sahada olan teşkilatlardan biri de AK Parti Osmangazi İlçe Teşkilatı.

Ufuk Cömez’in başkanı olduğu ilçe teşkilatı her gün en az dört mahalle ziyareti ile vatandaşın nabzını tutuyor.

Bir taraftan bunları gerçekleştirirken diğer taraftan da 2023 seçimlerine hazırlanıyor.

Sandık kurullarını belirleyen AK Parti Osmangazi İlçe Başkanlığı, önümüzdeki günlerde 136 mahalle başkanı, ana kademe, kadın ve gençlik kollarının da katılacağı büyük bir çalışma gerçekleştirecek.

Kamp şeklinde yapılacak ve iki gün sürecek bu çalışma muhtemelen şehir dışında olacak.

Teşkilatın istekleri, vatandaşın beklentileri, eksilerin ve artıların masaya yatırılacağı bu çalışmada teşkilat içi eğitim de verilmiş olacak.

Kısaca parti olarak seçime hazırlanmış olacaklar.

Bakalım bu hazırlığın sonucu sandığa nasıl yansıyacak, bunu da hep beraber öğrenmiş olacağız.

BİLDEF’TE KONGRE ZAMANI

Ramazan Alp’in Genel Başkanı olduğu Bursa İl Dernekler Federasyonu (BİLDEF) ay içinde ilk önce geleneksel Anadolu Günlerini gerçekleştirdi.

Ardından da kamuya yararlı dernek statüsünü kazandı.

Şimdi sırada kongre var.

Bu ayın sonunda olağan genel kurulunu gerçekleştirecek federasyonda mevcut başkan Ramazan Alp bir dönem daha devam etmek istiyor ve genel başkanlığa aday.

Karşısına rakip çıkacak mı?

Onu da ilerleyen süreçte göreceğiz.

Fakat bugünden gördüğümüz Alp’in pandemiye rağmen başarılı bir dönem geçirdiği.

O genel başkan seçildiğinde en büyük hedeflerinden biri BİLDEF’e bina kazandırmak ve geleneksel Anadolu Günlerini 81 ilin katılacağı bir etkinliğe dönüştürüp BUTTİM’deki fuar alanında gerçekleştirmek.

Biz şimdiden kongrenin hayırlı, kazananın da BİLDEF olmasını temenni ediyoruz.

Okullardan kara haberler geliyor!

Okullardan kara haberler geliyor!

İşimiz gazetecilik, haberin kokusunu yüz metre öteden alırız. Hatta bazen koklamamıza bile gerek kalmaz. Ses tonundan, mimiklerden hissederiz bize gelişini.

Geçtiğimiz günlerde halini hatırını sormak için aradığım kız kardeşimde bir telaş hissedince meselenin arka yüzünü soruşturdum biraz. Yeğenimin de gittiği bir okulda ortaokul öğrencilerinden biri sınıf arkadaşını bıçaklamış. Elbette ortalık karışmış.

Belli ki, okulda bir güvenlik açığı var, çünkü sorarlar adama; ‘bu çocuk bu kesici aleti okula nasıl soktu?’ diye…

Daha okullar açılalı ne kadar oldu ki…

Başladı yine eğitim yuvası olması gereken okullardan şiddete yönelik haberlerin gelmesi derken, Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy;

Son günlerde okullarda üst üste yaşanan kazalar, okul güvenliğinden endişe edeceğimiz bir boyuta ulaştı!” uyarısında bulunan bir basın açıklaması yaptı.

Öncelikle yaşanan kazaları şöyle bir sıralayalım;

*11 Ekim’de Orhangazi’de bir lise öğrencisinin, sınıfının bulunduğu 4. kattaki camdan atlaması sonucu yaşamını kaybetmesi…

*İki gün önce Nilüfer Vardar Anaokulu’nda okula o gün nakil geldiği iddia edilen okul öncesi öğrencisinin, sınıfının bulunduğu ikinci kat camını açarak aşağıya atlaması…

*Dün ise Yıldırım Profesör Fuat Sezgin Anadolu Lisesi’nde öğle saatinde öğrencilere personel yetersizliği nedeniyle sınıf temizletilmesi esnasında yaşanan kazada bir öğrencinin parmağının kopma riski taşıyacak derecede yaralanması…” diye sıralıyor Toy açıklamasında son 10 günün kaza bilançosunu.

Tablo karanlık ve aydınlığa ulaşması için öncelikle okulların, ardından da tüm toplumun yapması gerekenler var.

İlk olarak şunu belirtmek lazım ki;

Kamusal alanlar içinde en güvenli yer olması gereken okulların, zemininden tavanına, duvarlarından camlarına kadar güvenlik politikası kurallarına uygun olarak düzenlenmesi gerekmektedir!” uyarısında bulunan Yeliz Toy’a yürekten katılıyorum.

Özellikle Vardar Anaokulu’nda yaşanan olayın gerçekleşmesinde öğrencinin dönem ortasında okula nakil gelmesi ve camlarda koruma kilidi olmaması iki büyük etken. Öğrencisini tanıma fırsatı bulamayan bir öğretmenin kalabalık bir sınıfı idare etmeye çalışmasının yanında güvenlik önlemlerinin alınmamış olması felakete yol açmış adeta.

Hani Allah korumuş denilecek cinsten bir olay.

Profesör Fuat Sezgin Anadolu Lisesi’nde sınıf temizliği yaparken yaralanan öğrencinin yaşadıkları için de söyleyecek birkaç sözüm var.

Henüz okullar açılmadan Eğitim İş Sendikası bu konuda Milli Eğitim’e defalarca uyarıda bulundu. Şu anda okul müdürlerinin daha önce İŞKUR vasıtasıyla iş bulmamış temizlik personeli arayışı içerisinde olduğuna dair bir yazı da yazmıştık meseleyi aydınlatan.

Sonuç olarak okullarda yeterli temizlik personeli yok, ancak ihtiyaç çok. Var olan ihtiyacı kimi okullar velilerden yardım alarak, kimi okullar öğretmenleri görevlendirerek kimi okullar da bu olayda olduğu gibi öğrencileri görevlendirerek gidermeye çabalıyor.

Her biri birbirinden vahim durumlar…

Bu kez gencecik bir öğrencinin parmağını kaybetme riskinin olması ise ayrıca üzüntü verici. Milli Eğitim’in başında olanların yanlış politikalarının bedelini gencecik çocukların parmaklarıyla ödemelerini onaylamak mümkün değil.

Daha ne kadar saçmalayacaksınız çok merak ediyorum doğrusu!

Gelelim Orhangazi’de yaşanan olaya.

Rahmetli evladımızı ve ailesini hiçbir konuda yargılamak gibi bir niyetim olmadan şunu söylemek isterim ki; son dönemlerde kitap raflarına, gençlerin çeşitli platformlarda izledikleri dizilere, tiktok fenomenlerinin çektikleri video içeriklerine şöyle bir göz attığınızda karşınıza çıkacak en baskın iki kavram ‘intihar’ ve ‘ölüm’

Düşünsenize çocuklar arasında şöyle bir moda var şimdilerde; ‘Başkası adına utanmak!’

Çocuklarımızın göz göre göre bu kavramlar üzerinden baskı altına alınması bence çok endişe verici. Bu konuyu yakın zamanda psikolojik açıdan değerlendirerek yazmak niyetindeyim. Okulların rehberlik birimlerinin de bu konularda özel bir çalışma yapmaları bence çok yerinde olur.

Aileleri de şimdiden uyarmak istiyorum; çocuklarınızın eriştikleri içerikler konusunda uyanık olun, en azından olmaya çalışın ve onları, her ne sorun ile karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, sonsuz sevgi ile bağrınıza basacağınızı hissettirin, söyleyin.

Dış etkenlerin şiddet diline karşılık, ailesinin sevgi dilen sarılmasına izin verin…

Mutfak için iyi haberler gelmiyor

Mutfak için iyi haberler gelmiyor

Enflasyon memleket meselesi haline gelmiş durumda.

Eriyen alım gücü ve gelir kayıpları büyük kesimler için baş belası haline gelirken umutlar öteleniyor.

Ötelenen tarih yılbaşı. Yani yeni yılda yapılacak ücret ve maaş zamlarında herkesin gözü kulağı!

Ama o güne daha çok var. Ezilen ezilmeye devam ediyor yüksek enflasyonun altında. Asıl dikkat çekici unsursa vatandaşın enflasyonda ciddi bir düşüş için umut taşımaması.

Kanıksamaya varan bir ruh hali gözlemleniyor fiyat artışları konusunda!

Kısacası vatandaş zamları olağan görmeye başladı. Enflasyonla mücadelede psikolojik açıdan sıkıntılı bir gelişim olduğu aşikar.

Üretenin de tüketenin de fiyat artışlarını olağan görmeye başlaması, ısrarcı bir enflasyon tablosunun gündemde kalmasını kolaylaştırır.

Oysa tüm toplumun ortak bir paydada birleşik hem enflasyonla mücadele için ısrarla talepte bulunması ve karar vericileri zorlaması elzem!

Hem de bilfiil enflasyonla mücadeleye katılması şart.

Ama şu anda Türkiye’de böyle bir manzaradan bahsetmek mümkün değil. Herkes sadece maaşa odaklanmış durumda. Netice ise enflasyon istikrarlı biçimde düşürülmediği taktirde bir kısırdöngü olarak karşımıza çıkmaya devam edecek!

Sürekli olarak maaş ayarlaması beklentisi ile geçen bir hayat.

Aslında enflasyonu kendi haline bırakırsa meşhur baz etkisiyle bir miktar kendi kendine gerilemiş olacak. Yani 2022 sonunda muhtemelen yüzde 60 – 65 bandına inen bir TÜFE rakamı karşımıza çıkacak!

Ancak, bu oran tabii ki hala çok yüksek bir seviyeyi temsil edecek. Ve unutmayalım ki çarşı pazarın yani hissedilen enflasyonun bu seviyede olduğunu kabul etmek de zaten pek mümkün değil.

Pratikte de enflasyonun düşüyor olması fiyatların düştüğü anlamına gelmiyor. Sadece artış hızında yavaşlama olduğunu ifade ediyor!

Daha da önemlisi TÜİK verisinde bile yüzde 94 seviyesinde bulunan gıda enflasyonu mutfakları yakıp kavuruyor. Vatandaşın bütçesi sadece karnını doyurmaya çalışıyor neredeyse.

Ve mutfak enflasyonunda kayda değer bir iniş için de ufukta hiçbir pozitif işaret yok!

Son veriler maliyet cephesinde durumun pek de iç açıcı olmadığı ortaya koydu.

Nasıl mı?

TÜİK Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi’nin ağustosta aylık bazda yüzde 1,64, yıllık bazda ise yüzde 135,06 yükseldiğini açıkladı.

Yani tarım üretimindeki gidişatı gösteren maliyet endeksi yıllık bazda tarihi rekorunu kırdı.

Neticede sofralara gelen gıdanın zamlanmasının da kaçınılmaz olduğunu ortaya koydu bu veriler. Son bir yılda gübrenin 234,48, enerjinin ise yüzde 184,77 zamlanmış olması durumun ciddiyetini göstermeye yeter!

Aylık artışın tohum ve dikim materyalinde yüzde 9,62 seviyesinde olması ekim dönemine kayda değer bir maliyet artışı ile girildiğini söylüyor.

İşçilik, nakliye ve aracılıktaki maliyet artışlarını da öngörü tablosuna eklediğimizde 2023’ün ilk yarısında gıda enflasyonunun yine baskın biçimde hissedileceğini görebiliyoruz.

Dolayısıyla yılbaşındaki asgari ücret artışında gıda TÜFE’sinin dikkate alınarak düzenleme yapılması elzem!

Ayrıca, vergisel düzenlemelerle de bazı ürünlerin fiyatlarının kontrol edilmesi sağlanmalıdır.