Mesele Gülşen mi?

Mesele Gülşen mi?

Gündemin hızla aktığı ülkemizde şarkıcı Gülşen’in nisan ayında sarf ettiği sözler nedeniyle alelacele tutuklanmasını yazmasam olmazdı.

Yazımın en başında şunu da belirtmek isterim ki, şaka maksatlı dahi olsa söylenen sözleri onaylamam kesinlikle mümkün değildir. Çünkü benim bakış açım, insanların ‘şucu bucu…’ biçiminde ayrıştırılmasını, toptancı yaklaşımla yaftalanmasını, başka bir cephe haline getirilmesini doğru bulmayan bir bakış açısıdır.

Kendi adıma şunu söyleyebilirim; her türlü çirkin davranış modeli ve suç, her türlü kimlik altında işlenebilir. Suçlar ve kötü davranışlar kimliklere değil kişilere aittir ve meseleye böyle bakılmalıdır.

Buraya kadar kendimi anlatmayı başarabildiğimi düşünüyorum, zira bu ülkede lafların arasını cımbızlamak konusunda çok mahir olduğumuzdan olsa gerek, en zor şey kendini doğru anlatabilmek. Oysa mesele çok basit.

Suçu kişiler işler, kimlikler değil!

Şimdi gelelim Gülşen meselesine. 24 saatten uzun süredir gündemde olan bir konu ülkemizde eski bir konu sayıldığından hakkında çok şeyin yazılıp söylendiğini biliyorum elbette. Benim yazacaklarım da belki çok farklı olmayacak, ama karınca misali ‘duruşumuz belli olsun!’

Aslında bu konuda en çok merak ettiğim, Gülşen’in nisan ayında işlediği ve ağustos ayının sonunda alelacele yargılandığı suçun cezasının normalde ne olduğu idi. Bir avukat olmadığımdan bunu bilmem mümkün değil elbette.

Konuya İYİ Parti Merkez Disiplin Kurulu Başkan Vekilli Avukat Şeyda Şahin’in hukuka dayanan paylaşımı bir açıklık getiriyor;

Gülşen’i ya da herhangi birini söylemleri nedeniyle savunuyor değiliz!.. Gülşen kendisine isnat edilen suçtan en üst sınırdan ceza alsa ve mahkeme hukuki hiçbir indirim uygulamasa bile, hapis yatmayacağı bir durumda tutuklanırsa, biz de pekala kadın cinayetleri ve çocuk istismarlarında neden aynı hassasiyeti göstermiyorsunuz deriz!”

Hapis yatmayacağı bir durum…’ benim için önemli olan cümle bu.

Yargımızın hassasiyetinden midir bilinmez, hapis yatmasını gerektirmeyen bir suç işleyen kişiler dahi hızla cezaevinin yolunu tutuyor şimdilerde anlaşılan.

Bu bir müjde niteliği mi taşıyor yoksa!?

Belki de hemen şimdi, ülkedeki kadın cinayetlerinin, çocuk tacizlerinin, sorumluları derhal cezaevlerine konacaktır salıverilmek yerine!

Ama olur mu öyle şey!

Küçüğün rızası vardır!”, “Kadının eteği kısadır!”, “Bir kereden bir şey olmaz!” cümlelerini sarf etmek daha kolay. Bu cümleler söylendiğinde, bir infial oluşmuyor mu peki toplumda?

Oluşsa da kimin umurunda…

Demek ki, bazı infialler infialden sayılmıyor…

Dolayısıyla suçu işleyenlerin salıverilmesi, tutuksuz yargılanması, dosyalarının hasıraltı edilmesi mümkün oluyor.

Yargının hali içler acısı’ demek suç mudur acaba?

Ekonomiye duyulan güven tuhaf bir hal aldı

Ekonomiye duyulan güven tuhaf bir hal aldı

Ekonomiye bakış nasıl?

Hangi açıdan bakıldığına göre değişiyor sorunun yanıtı.

Yani tüketici olarak baktığınızda farklı bir manzara, üretici gözüyle baktığınızda daha değişik bir manzara görmek mümkün.

Sektörden sektöre de algının değiştiği aşikar!

Neyse ki; ekonomiye dönük görüşleri derleyen anketlerin istatistik bilimi ile buluşması gidişata dair somut bir fikir oluşturmakta.

Bu anlamda TÜİK ve TCMB’nin açıkladığı ağustos verileri ilginç bir manzara ortaya koydu.

Nasıl mı?

Tüketicinin ekonomiye bakışı pozitif bir hal almaya başlarken iş dünyasından endişe sesleri yükselmeye devam ediyor!

Oysa tüketicinin yüksek enflasyon altında ezildiği aşikar. İş dünyasının ise görünürde daha rahat olduğu kanaati hakim.

Ancak ilginçtir ki anketlere yansıyan yanıtlar farklı bir algıyı istatistiki olarak karşımıza çıkarmış durumda.

Mevsim etkilerinden arındırılmış tüketici güven endeksi, ağustosta bir önceki aya göre yüzde 6,1 artışla 72,2 puanlık düzeye çıktı.

Yani tüketicinin ekonomiye bakışında pozitif yönde keskin bir dönüş olmuş!

Peki niye? Ağustosta her şey tozpembe miydi?

Hem makroda hem mikroda ekonominin daha iyiye gittiğine dair net bir veri veya haber akışı yoktu aslında.

Üstelik yıllık enflasyon yüzde 80’e dayanmıştı resmi rakamlara göre.

Peki ne oldu?

Sadece vatandaşın gözünde umut ışığı olan iki gelişmenin yaşanması otomatik olarak anket sorularına pozitif bir yansıma yaptı.

Vatandaşın kendi para birimi kadar duyarlı olduğu doların seyri ağustosun ilk yarısında neredeyse sabit bir çizgi çizdi! Kur 17,90 – 17,96 TL’lik çok dar bantta dalgalandı.

Geçmiş dönem istatistikleri tüketici güven endeksi ile dolar ters korelasyon içinde olduğunu teyit ediyor. Ve aynı durum ağustos endeksine de yansıdı.

Çünkü anketler her ayın ilk 15 gününde yapılıp sonlandırılmakta. Sonra da istatistiksel çalışma açıklama gününe kadar gerçekleştirilmekte.

Kısacası tüketici doların dar bantta tutulması sonucu umutlanmış görünüyor yine!

Ancak bu mutluluğun kısa sürdüğünü eylül rakamlarında görmemiz kaçınılmaz. Doların faiz indirimi sonrası 18 liranın üstüne çıkarak kademeli bir yükseliş trendi içine girdiğini görüyoruz çünkü. Keza ABD’nin şahin para politikasına dönük sinyaller vermesi de süreci destekliyor.

Diğer yandan vatandaşı ağustosta yine geçici de olsa umutlandıran bir diğer gelişme de temmuzdan itibaren geçerli olan yüzde 30’luk asgari ücret zammı oldu! Zamlı maaşların ağustosta çalışanların eline geçmiş olması veri setlerine pozitif bir yansıma sundu tüketici güven endeksinde.

Ama enflasyon yeni mevsim ürünlerinin vitrinlere çıkacak olması yanında özellikle okulların açılması nedeniyle eylülde tüketicinin yine moralini bozacak.

Kısacası kısa vadeli bir mutluluk yansımış görünüyor vatandaşın güven endeksinde!

Buna karşın iş dünyasının ekonomiye dönük güven erozyonu sürüyor.

Mesela sanayicinin ekonomik algısını gösteren reel kesim güven endeksi ağustosta 1,6 puan düşüşle 102,1’e geriledi. Güven endeksi son iki yılın dip seviyesine inmiş oldu. Gidişatı daha detaylı ve uzun vadeli olarak inceleyip değerlendiren sanayicinin hiç de iyimser olmadığı açıkça görülüyor!

Nitekim bu karamsarlığı destekleyen somut veri de kapasite kullanımı ile geldi.

Kapasite kullanım oranı ağustosta 1,5 puan azalışla yüzde 76,7 olarak gerçekleşti.

Diğer ana sektörlerde de genel hava benzer. Güven endeksi geçen ay itibarıyla temmuza göre hizmet sektöründe yüzde 1,3, perakende ticaret sektöründe yüzde 0,4 azaldı. İnşaat sektöründe ise yüzde 1,5 arttı.

Veriler ekonomideki yavaşlama olasılığını teyit eder bir manzarada. Küresel bir yavaşlamanın olduğu da dikkate alınırsa özellikle yılın son çeyreğinin Türkiye ekonomisi için hayli durgun geçmesi ihtimalinin ağırlık kazandığı görülür.

T2 Hattına eleştiriler var!

T2 Hattına eleştiriler var!

Okuyucularımın yazılarıma katkı koyması beni ziyadesi ile memnun eden bir durum. Bu hem dikkatle takip edildiğim hissini uyandırıyor bende hem de çeşitli bakış açıları kazanmamı sağlıyor.

Bu konuda en başarılı isimlerden biri de İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Çalışma Grubu Üyesi Cengiz Duman. Çok çalışkan bir isim olan Duman’ın ilgi alanı ulaşım ve bu konuda yazdığım yazılara değerli katkılar sunuyor.

Malum dün T2 Tramvay hattının kullanıma açılmasının ardından Gemlik otobüslerinin son durağının Terminal’e alınması ve Gemlik yolcularının Terminal noktasından aktarma yapması üzerine bir yazı yazmıştım.

Benim görüşüm bu durumun; hem ekstra maliyet getirecek olması hem yolcuların aktarma sırasında yaşayacakları sıkıntılar hem de T2 Tramvayının yolcu kapasitesine uygun olmayışı nedeniyle zoraki bir kullanıma dönüştüğü şeklindeydi.

İnşaat Mühendisi Cengiz Duman bu konuda hazırladığı kıymetli bir çalışma ile karşılık verdi yazıma.

Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Recep ALTEPE’yi görevinden ettiğine inandığım hatalı projelerinden birisidir ki; Sayın Alinur Aktaş’ın belki de en büyük şansı, proje ile alakalı alacağı her karar Bursa’da saygıyla karşılanacaktı. Maalesef o riski almadı ve mevcut projeye devam etti, hatasıyla sevabıyla projeyi bitirdi. Bana kalsa bu projeyi o dönemki mali sıkıntılar içinde metrobüse çevirmiş olsaydı bugün heykeli dikilecekken, şurada 3-5 ay sonra hat kapasitesi, rantabilitesi, işletme hızı, toplu ulaşımdaki yeri gibi birçok konuda en çok eleştirilebilecek yatırım olarak karşımıza çıkacaktır. Umarım yanılırım” diyerek tamamladığı raporunda vardığı sonucun gerekçelerini de açıklıyor Duman:

1. Öncelikle bu kadar zaman sonra açılan hattın maalesef Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın programı doğrultusunda açılış programı öne çekildiğini biliyoruz. Hattın henüz “BURAJ” (demiryollarında hattaki düşüklük ve yükseklikleri önlemek amacıyla travers altından balast çekilmesi işi) işlerinin tamamlanmadığını aracın hareket ettiği her an hissedebiliyorsunuz. Özellikle Terminal – Meslek Yüksek Okulu (AsMerkez) arası ve tünel içinde çok fazla sarsıntı ilk bakışta göze çarpıyor.

2. Normal tramvay hatlarında genel olarak hem zemin ve gömülü ray mantığı ile imalat yapılırken T2 Hattı boyunca büyük bir çoğunluk balast üzeri travers-ray olarak inşa edildiğini ve bunun geleceğe dönük sürekli olarak bakımlarının yapılacağını, dolayısıyla işletme maliyetlerini yükselteceğini biliyoruz.

3. Zaten km başına maliyeti yükselten asıl sebeplerin başında da bu uygulama gelmektedir. Bu imalat yapıldığında ekstra bir drenaj, balastı tutması için ekstra çevre perdeleri vs. gibi imalatlar inşaat maliyetleri açısından da fiyatın şişmesine sebep olmaktadır.

4. Hattın henüz yeni açıldığından mıdır bilinmez, fakat ortalama işletme hızının epeyce düşük olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Terminalden başlayan yolculuğumuz 23 dk. 8 sn. sonra Kent Meydanında tamamlandı. Nitekim bu süre hat tam anlamıyla kullanılmaya başladığında indi-bindi zamanından dolayı biraz daha uzayacaktır.

5. İhale ve inşaat döneminde de sürekli dile getirdiğimiz gibi bu kadar kısa bir hat için 11 istasyon çok fazla ve sürekli dur – kalk olması sebebiyle gerçek işletme hızına varılamayacağı ortadadır.

6. Raylı sistemler özellikle trafikten ayrılmış ve trafikten etkilenmemesi düşünülen sistemlerdir. Fakat T2 Tramvay hattı ile trafikte hem zemin olduğu Beşyol’da bir kez, Kent Meydanı üzerinde ise iki kez olmak üzere 3 kez kırmızı ışıkta beklediğimizi görmek çok şaşırtıcıydı. Bu tarz sistemleri mevcut sinyalizasyon ile entegre ederek ışık kontrolünün yapılabileceğini düşünüyorum.

7. Mevcut araç sayısı, araç kapasitesi, sistem işletme hızı vs. gibi parametreleri düşünecek olursak maalesef Terminal – Kent Meydanı arasında çok fazla yolcu taşınamayacağı kanısındayım. Aynı hattın içinde metrobüs ile yolcu taşınacak olsa çok daha ciddi sayılara ulaşabilecek olması da çok açık olarak görülmektedir.

8. Hat çalışması yapılırken en çok da yolcu sayımının eksik ya da hatalı yapıldığını iddia ediyorduk. T2 Tramvay Hattı kullanıma açıldığında; Terminal – Heykel arası çalışan 38 no’lu Otobüs Hattı ile beraber, Ovaakça, Alaşar, Panayır, Demirtaş gibi mahallelerinin otobüsleri, bazı minibüs hatları, Gemlik, Kurşunlu gibi yerlerden kalkan belediye otobüsleri ile bazı terminal otobüslerinin bu hattın açılması ile iptal edileceğini, biraz da olsa karayolu trafik yükünün azalacağını düşünüyorduk. Dünkü tablo da bunun mümkün olmadığını çok açık görmüş olduk.”

Dün yazımda sade vatandaşın itirazlarını ve bir gazeteci olarak yorumumu paylaşmıştım sizlerle. Bu kez karşınızda çok daha sağlam bir argüman var. Bir inşaat mühendisinin teknik açıdan değerlendirmeleri ile ilginize ve bilginize sunuyorum konuyu.

Suçlayıcı olmaktan ziyade gerçekçi bir bakış açısıyla söylemek gerekirse T2 Tramvay projesi beklenildiği kadar kullanışlı olmayacak…

100. kurtuluş yıldönümünde Yenişehir’de yıldızlar geçidi

100. kurtuluş yıldönümünde Yenişehir’de yıldızlar geçidi

Bursa’da çalıştığı belediyeye başkan olan isim say, deseler ilk aklıma gelen Yenişehir Belediye Başkanı Davut Aydın’dır.

Ondan başka da isim aklıma gelmiyor…

Uzun yıllar Yenişehir Belediyesi’nde görev yaptıktan sonra son yerel seçimlerde MHP’den başkan adayı olan ve Cumhur İttifakı’nın başkanı olarak seçilen Aydın, az zamanda çok iş yapan bir isim…

Benim için de çok değerli bir dost ve abim…

Başkan Aydın’ın seçim öncesi taahhütnamesinde yer alan icraatların yüzde 90’ının bittiğini daha önce kaleme almıştık.

Bir de o vaatlere girmeyen hizmetler var ki o hizmetler bu ülkenin geleceğini aydınlatacak.

O hizmetlerden biri de eğitime yapılan destekler.

Onlardan biri üniversite hazırlık kursu…

Özellikle açmış olduğu üniversite hazırlık kursu büyük ses getiriyor.

Önceki gün Yenişehir Kaymakamı Rahmi Köse ve Özel Kalem Müdürü Kenan Yabalıoğlu ile beraber ziyaretimize gelen Başkan Aydın, önümüzdeki aybaşında gerçekleşecek 7. Biber Festivali’ne, hem de Yenişehir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yılı ile ilgili programa davet etti.

Programla ilgili detaylara girmeden önce üniversite hazırlık kursundan bahsedelim.

Türkiye’de aynı anda 5 belediye bu kursları başlatmış, devam eden sadece Yenişehir Belediyesi olmuş.

Üstüne üstlük her geçen yıl üzerine ilave ederek.

Bu yıl üniversiteyi kazanan 56 öğrenciden 26’sı dört yıllık fakültelere girmeye hak kazanmış.

Yine şimdiden önümüzdeki yıl kursa gelmek isteyen öğrenci sayısında başvuru sayısı 90’a ulaşmış durumda.

Ya da diğer bir ifade ile Aydın, 90 ailenin derdine şimdiden merhem olmuş.

Diğer bir deyişle aile bütçelerine 2’şer bin TL destek olmuş.

Başkan Aydın, “eğitime destek devam edecek” diyor…

Bundan dolayı da alkışı fazlasıyla hak ediyor…

Gelelim şimdi 3-6 Eylül arasında gerçekleşecek etkinliğe…

Osmanlı’nın ilk başkenti Yenişehir’in düşman işgalinden kurtuluşunun bu yıl 100. yılı… Yine Yenişehir’in sembolü olan biber adına düzenlenen festivalin de 7’incisi gerçekleşecek.

3 Eylül’de Kur-an’ı Kerim tilaveti ve mevlid ile başlayacak etkinlikler, 4 Eylül’de kortej yürüyüşü, biber standı açılışı ve Muazzez Ersoy konseri ile devam edecek.

Ardından ihtiyaç sahibi 101 çocuğun 5 Eylül’de sünnet töreni ve akşamına Kıraç konseri yapılacak.

Yenişehir’in kurtuluş günü olan 6 Eylül’de resmi törenler ve akşamına Irmak Arıcı ve EYPİO konseri düzenlenecek.

Gerçekten çok güzel programlar…

Osmanlı’nın ilk başkentinde Davut Aydın’ı bu etkinliklerden dolayı ayrıca tebrik ediyoruz, başarılar diliyoruz…

BAL-GÖÇ YENİŞEHİR VE YILDIRIM’A ŞUBE AÇIYOR

Önceki gün Norm Haber canlı yayınında Haber Müdürümüz Furkan Kahraman’ın konuğu olan Bal-Göç Genel Başkanı Emin Balkan ile sohbet etme fırsatını yakaladık.

Kendisine derneğin yapmış olduğu çalışmaları sorduk.

O da “yoğun bir çalışma temposu içerisindeyiz. Yenişehir ve Yıldırım’a şube açmak için çalışmalara başladık. En kısa zamanda iki yeni şube açmış olacağız” dedi.

Bize de hayırlı olsun demek düşüyor…

Borsa İstanbul rekora doydu mu?

Borsa İstanbul rekora doydu mu?

Hızlı koştu.

Ve nefesi kesildi.

Borsa İstanbul, rekor serisine ara verdi.

Tam 6 işlem günü yükselen endeksler dün geri çekilmeye sahne oldu.

Yükseliş sürecinde yüzde 25’lik bir ortalama kazancın kendini gösterdiği BİST 100 Endeksi, bir günde ise yüzde 2 kayıpla soluklanma havasına girdi!

Bu çerçeveden bakıldığında aslında net biçimde kardan zarar edildiği görülmekte. Hem de yüksek bir kar seviyesinden küçük bir zarar olarak nitelenebilir son geri çekilme.

Yani teknik ifade ile bir düzeltme hareketi yaşandı Borsa İstanbul’da.

BIST 100 Endeksi’nin 6 günlük rallisi 3 bin 148 puanlık tarihi zirvenin ardından sert bir frenle yolundan dönmüş vaziyette!

Borsa İstanbul’un net biçimde son haftalarda ayrıştığına şahit oluyoruz. Üstelik her iki yönde. Yani dünya borsaları satıştayken BİST rekor kırmaktaydı. Ya da dün gördüğümüz gibi dış piyasalar yükselirken bizim endekslerde gerileme yaşanmakta.

Peki neden?

Sondan başlayalım.

Rekor serisinin mimarı olan bankacılık hisseleri ortalama yüzde 3 inişteydi dün.

Bunda Merkez Bankası’nin banka kredilerine dönük referans faizi düşürmesinin bir payı var. Ticari kredilere dönük tahvil alma zorunluluğunu getiren önceki düzenlemenin pozitif tarafının fazlaca satın alınmış olması da kar satışına kısa sürede geçilmesine yol açan faktörlerden biri oldu.

Metal üreticileri ile inşaat sektörü hisselerinin de hafif satış görmesi endeksteki genel düşüşü destekledi.

BİST’in tadının kaçmasında ham petrolün 100 doları aşmasının ve doların da yükselişini korumasının payı var şüphesiz! Çünkü Türkiye’de enflasyon ve büyümenin en fazla duyarlı olduğu temel faktörler enerji ve kur.

Kısacası hisse senetlerini yeni bir rekor serisinden alıkoyan yeterince iç faktör var. Dış piyasalardan da ters yöndeki ayrışmamızın altında rekor enflasyon ve kuru dizginlemek üzere alınan değişik ve çeşitli tedbirler gibi kendimize özgü nedenler yer alıyor.

Dışta da ABD para politikasının şahinleşeceğine dair mesajların artması da Borsa İstanbul’da “bekle gör” stratejisinin öne çıkmasına neden oldu.

Peki bundan sonra ne olacak?

Yeni rekor beklemeli mi?

Yoksa BİST’in modası geçiyor mu?

Genel bir bakışla ifade edersek rekorların tazelenmesi için uygun zemin hala var!

Öncelikle dolar bazında endekslerimiz hala çok düşük. Yani yeni rekor falan yok. Hisseler pek çok sektörde hala iskontolu. TL bazındaki rekor serisine rağmen ucuz hisse varlığı mevcut.

Çünkü yabancı sayısı sınırlı da olsa dolar bazında hisselerimiz ucuz. Büyüme trendi ekonomide hala mevcut. Ve en önemlisi yüksek enflasyon vatandaşı illa ki bir şekilde alternatif yatırım araçlarına yönlendiriyor!

Dövizin kısmen baskılandığı bir ortamda yönelim belli oranda gayrimenkule dönüktü. Ama Borsa İstanbul da yüksek enflasyona karşı tercih edilen bir alan oldu.

Enflasyona karşı koruma aracı olarak hisselere ilginin sürmesi kaçınılmaz bir sonuç!

Borsa’yı desteklemek üzere kamu tarafından atılan adımların varlığı da unutulmamalı.

Elbette ki sektör ve firma duyarlılıkları olmakta ve olacaktır da.

Ayrıca dış etkiler de bir parça zikzaklı rota çizmeye aday endekslerimiz adına.

Yani oynak bir piyasa atmosferine karşı daha seçici olunması gereken günlerdeyiz.

Neticede temmuz ortasında başlayan rallinin soluklanma zamanı geldi. Ama orta ve uzun vadede doğru kağıtların seçimi kazanç olarak tasarruflarınıza fazlasıyla yansıyacaktır!

Hele de kısa vadede pek mümkün olmasa da yabancı sermaye akışı bir miktar başladığında Borsa İstanbul’un yepyeni rekorlarına şahit olmak da zor olmayacaktır.

Karavancılar Orhaneli’de buluşuyor

Karavancılar Orhaneli’de buluşuyor

Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt’un yapmış olduğu çalışmaları bu köşeden zaman zaman aktarmaya çalışıyoruz.

Kıt bütçelerden en fazla fayda nasıl sağlanır, sorusuna bir yanıt aranacaksa o yanıtı en iyi verecek isimlerden biri de Ali Aykurt’tur.

İş bilenin, kılıç kuşananın misali.

Doğru zamanda, doğru yerde, doğru kapıyı çalma bu işin ilk şartı.

İşte bu noktada örnekleyecek olursak, Aykurt’un yaban mersini ile sınavı başarı ile geçti, ilçe halkının yüzü gülmeye başladı.

Neticede cepleri para gördü.

Ekilmeyen biçilmeyen araziler kıymete bindi.

Bu yetmedi, Aykurt bu sefer raftingle güreşe tutuştu. Belki de birileri “Don Kişot yel değirmenine karşı mücadele ediyor” dedi.

Bazıları;

“Ya, bu Orhaneli’de rafting de ne olacak?” dedi.

Sonuçta Aykurt kazandı…

Rafting parkuru önümüzdeki sene dünya şampiyonasına ev sahipliği yapacak belki de…

“Yok, bu yetmez” diyen Aykurt, bu sefer de ilçesine bungalov tipi evlerle ekoturizmin penceresini araladı.

O pencereden bu sıcak günlerinde esinti girdi, yürekler ferahladı.

Misafirlerini ağırlamaya başladı.

Bir de zayıflama köyü projesi tutarsa vatandaş fazlalıklarını Orhaneli’de atacak.

Şimdi sırada karavan turizmi var…

Harmancık bunu başardı…

Şimdi Orhaneli de başarmak için gün sayıyor.

Önümüzdeki ayın başından itibaren 2-3-4 Eylül tarihlerinde karavancılar Orhaneli Karagöz Piknik alanında buluşacak.

Birçok ilden gelecek karavancılara ev sahipliği yapacak Orhaneli…

Bu da Orhaneli’ye katkının bir başka yolu…

Başkan Aykurt, ilçesinin tanıtımına ve ekonomik gelişimine büyük bir katkı koyuyor.

Ve bu çalışmalarından dolayı alkışı hak ediyor…

ORHANELİ VE KELES’E DİYALİZ MERKEZİ AÇILABİLİR Mİ?

Sağlıktan ötesi yok.

Özellikle kıymetini kaybedince daha çok anlıyoruz. Yine bu minvalde organ nakli bekleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Sırası gelene kadar böbrek hastaları da diyalizle yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

İşte bu noktada dört dağ ilçesi olarak nitelendirdiğimiz Orhaneli-Keles-Büyükorhan ve Harmancık ilçelerinde yaşayan böbrek hastaları diyalize girmek için Bursa’ya gelmek durumundalar.

Böyle olunca iki saat diyaliz, en az dört saat yol.

Bir de üstüne üstelik bitkinlik.

Bu madalyonun ön yüzü.

Bir de arka yüzü var.

O yüzden de bu ilçelerden olup böbrek hastası olunca sırf diyalize girmek için Bursa’ya taşınıp kiraya çıkanlar ya da evlatları ile yaşamaya başlayanlar var.

Böyle olunca manevi yükün yanına maddi yük de geliyor.

Buna çözüm olarak benim önerim şu:

Orhaneli, Büyükorhan ve Harmancık ilçelerini kapsayan bir diyaliz merkezi Orhaneli’ye, bir de Keles’e olmak üzere iki ilçeye diyaliz merkezi kurulabilir.

Böyle bir durumda böbrek hastaları hem madden hem manen rahata ermiş olur.

Öneri bizden, değerlendirmek yetkililerden…

 

Bırakın isteyen kullansın!

Bırakın isteyen kullansın!

Bir yatırım yapıp sonra vatandaşı yapılan yatırımı kullanmaya mecbur bırakma mantığı sanırım bir tek bu hükümet döneminde böylesine aktif devreye sokuluyor.

Misal; Çanakkale Köprüsü’nü yapıyorsunuz, sonrasında da bu köprünün kullanımı artsın diye diğer ulaşım kanallarını tek tek ortadan kaldırıyorsunuz.

Haaa…

Sonra ne oluyor?

Siz öyle de yapsanız, böyle de yapsanız, geçiş garantisi verdiğiniz ve kullanım ücreti dar gelirli vatandaşın boyunu fersah fersah aşan köprü yine de istediğiniz kadar kullanılmıyor, ama vatandaşın bir şeylere mecbur bırakılması çirkinliği de en can sıkıcı haliyle orada öylece duruyor.

Genel politikadan esinlenilerek midir bilinmez, benzeri bir durum Bursa için de geçerli bugünlerde.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın, kendisinden önceki belediye başkanı Recep Altepe’den devraldığı bir rüya olarak tamamlamak durumunda kaldığı T2 Tramvay hattından söz ediyorum.

Bir hesap adamı olan Aktaş’ın hattın kullanımının hiç de efektif olmadığını çoktan hesapladığına eminim. Ancak tam ortasında devraldığı bir projeyi yapmak mı daha zararlı yoksa tamamlamak mı? İşte bu konuda kararsız kalmıştır bence Başkan.

Sonuçta projenin uzun uğraşlar sonucunda bütçeler yaratılarak tamamlandığını ve geçtiğimiz günlerde açılışını Binali Yıldırım’ın yaptığını biliyoruz.

Buraya kadar yaşananlar siyasi tercihler ve devralınan projelerin tamamlanma mecburiyetinden ibaret. Başkan Aktaş’ı bu konuda anlayabiliyorum.

Ancak kabul etmek gerekir ki, Yalova Yolu’ndan gidiş dönüş olmak üzere iki şerit çalan, hayli de yavaş ilerleyen bir proje için yapıldı tüm bu fedakarlıklar.

Şimdi tüm bu anlattıklarımı aldık, cebimize koyduk.

Bence işin bundan sonrası vatandaş için daha da rahatsızlık verici.

Çünkü yazımın başında da belirttiğim gibi yapılan projelerin kullanılmasını mecbur kılmak için atılan adımlar var. T2 Tramvay hattının kullanımını sağlamak için de atılacak en önemli adım bu hat üzerinde çalışan otobüslerin sayısını azaltmak olur.

İlk girişim Büyükşehir Belediyesi’nin Gemlik-Bursa hattında sefer yapan 101-102 hat numaralı belediye otobüslerinin Merinos’taki Bursa merkez durağının, T2 Tramvay hattının Terminal durağına çekilmesi olacak.

Eylül ayı itibariyle devreye girecek olan uygulamaya yaptıkları basın açıklaması ile karşı olduklarını belirten CHP İl Başkanı İsmet Karaca, CHP Gemlik İlçe Başkanı Şükrü Aksu, Milletvekilleri Nurhayat Altaca Kayışoğlu ve Erkan Aydın’ın yanı sıra vatandaş da karşı.

Konuyu bütün yazı Kumla’da geçiren, dolayısıyla ulaşım sorunlarına da son derece hakim olan vatandaşlara sordum.

Kumla Bursa arasında seyahat eden bir öğrenci ulaşım için gidiş dönüş 30 lira ödüyor. Bir yetişkinin ise Merinos’tan otobüse binip Kumlaya gelmesi 25 lira 50 kuruş. Gidiş dönüş 51 lira yapıyor.

Genellikle ellerinde valizler ya da büyük çantalarla seyahat eden vatandaşların Terminal’de otobüsten inerek, ayrı bir ulaşım ücreti verip, T2 Tramvayına binmeleri hem ulaşım masraflarını daha da arttıracak hem de seyahati daha da zorlaştıracak.

T1 Tramvayı’nın çok yavaş bir ulaşım sağladığını, hava muhalefetinin olduğu zamanlarda raylarda sorun olduğu için zaman zaman çalışamadığını biliyoruz. Eğer T2 ile ilgili de aynı sorunlar yaşanırsa, vatandaşın ulaşımı iyice çileye dönecek.

Bildiğim kadarıyla T2 Tramvay hattı belediyenin öz kaynakları ile yapılmış bir hat. Yani yolcu garantili bir çalışma değil.

Öyleyse neden bu kadar eziyet, neden bu kadar mecburiyet?

Zamanında yanlış verilmiş kararlar sonucunda Bursa’nın ortasına böyle bir hat kurdunuz, bari kullanımı konusunda bu kadar ısrarcı olmayın.

Bırakın isteyen kullansın!

 

Festivaller, iptaller ve diğer şeyler

Festivaller, iptaller ve diğer şeyler

1.Eskişehir Anadolu Festivali

2.Niyazi Koyuncu Pendik Konseri

3.Zonguldak Kozlu Müzik Festivali

4.Munzur Kültür ve Doğa Festivali

5.Kazdağı Ekoloji Festivali

6.Zeytinli Rock Festivali

7.Gökçeada Meryem Ana Panayırı

8.ODTÜ Bahar Şenliği

9.Muş Metin Kemal Kahraman Konseri

10.Aynur Doğan Bursa ve Kocaeli Konserleri

11.Başkent Kültür Yolu Festivali Mirae konserleri

12.Başkent Kültür Yolu Festivali Malikian konseri

13.Apolas Lermi Denizli ve Bostancı Konserleri

14.Milyon Fest Fethiye

Son 4 ayda iptal edilen festivaller ve konserlerin listesi yukarıdaki gibi. Çeşitli gerekçelerle yapılan iptallerin tartışmaları ve bazılarına yapılan hukuki itirazlara ilişkin süreçler devam ediyor. Bu iptal kararlarının bir kısmında merkezi yönetimin yerel bürokrat ve yöneticileri karar verici olarak duruyor.

Ancak bu iptallerin çokluğu ve bölgesel olarak yaygınlığı, arkalarında siyasi bir irade olup olmadığını akla getiriyor.

Şüphesiz bir mülki amirin kendi bölgesinde kamu güvenliği gibi ciddi gerekçelerle bu türden etkinlikleri kontrol etmesi doğaldır. İptal etme kararı da hakkıdır.

Ancak bu kararların belirli bir kesimin eğlence anlayışı ve yaşam biçimine tepki anlamı da taşıyacak derecede yoğun olması tartışılmaya devam ediyor.

Örneğin; Uluslararası Isparta Gül Festivali kapsamında sahne alacak olan şarkıcı Melek Mosso’nun 3 Haziran’daki konseri iptal edilmişti. Milli Gençlik Vakfı ve Anadolu Gençlik Derneği tarafından ortak yapılan yazılı açıklamada ise Mosso, “Ahlaksızlığı özendiriyor” denilerek, konserin iptal edilmesi çağrısı yapılmıştı. Açıklamada, “Bu ve benzeri şarkıcıların Isparta’mız da yeri yoktur” denilerek, ülkemizde çoktan geride bırakılmış olması gereken yaşam tarzı üzerine tartışmaların yeniden gündeme taşınmasına neden olunmuştu.

Bu iptallerin bir kısmının resmi kararlar ile değil, dolaylı ya da direkt baskılarla gerçekleşmesi ise ayrı bir endişe konusu. Bu türden organizasyonların kırmızı çizgisi kamu güvenliğidir. Bu güvenliği sağlamak üzere kolluk güçlerimiz son derece deneyimli ve donanımlı olarak görevinin başında iken, bunu gerekçe göstermek en başta onlara haksızlıktır diye düşünüyorum. Kaldı ki bu etkinliklerin çoğunluğu ücretli ve belirli bir alanda gerçekleşen organizasyonlardır.

Yani giden gider, gitmeyen konuyla ilgilenmez bile!

Bu özgürlüğün başkalarına baskı hakkına dönüşmemesi demokrasinin bir gereği olsa gerek.

Bunun da yanında bazı çevrelerin “ahlak”, “örf ve adet”, “gelenek görenek” gibi genel kavramların ardına sığınarak gösterdikleri tepkilere prim verilmemelidir. Kendi yaşam biçimlerini başkalarına dayatma cesaretine kadar uzanabilecek bu türden tepkiler toplumsal barışımızın baş düşmanıdır.

 

 

Masadaki tek EYT formülü ne içeriyor?

Masadaki tek EYT formülü ne içeriyor?

Memleketin en mağdur kısaltmalarından biri EYT.

Her anlamda bir mağduriyet ifadesi haline gelen emeklilikte yaşa takılanların durumu, hala çözümden uzak.

Üzerinde bu kadar uzun süre bu kadar çok konuşulan nasıl ve ne zaman çözüleceği belli olmayan başka bir konu yok bu memlekette!

Yani sadece mağdurların maddi kaybı söz konusu değil elden uçup giden. Uzun yılların birikimi olan çözümsüzlüğün dayattığı umutsuzluk başta olmak üzere, pek çok psikolojik sorunu da yaşıyor EYT’liler.

Mesela…

Daha kısa süre öncesine kadar ekonomi yönetiminden “Gündemimizde EYT ile ilgili bir düzenleme yok.” mealinden çok söz işitildi. Yani yaşa takılanların ısrarla savundukları haklarını verme konusunda devletin isteksizliği başlı başına bir sorundu!

Nihayetinde seçim sandıklarının kurulmasına dönük takvimde günlerin hızla eksilmeye başlamasıyla emeklilik meselesi daha ciddi biçimde konuşulur hale geldi. Ciddi bir siyasi malzeme olarak seçimlerde rol oynayacağı kesin olan EYT için kolların sıvanması sevindiriciydi.

Ama milyonları yakından ilgilendiren bu hassas mesele bir süredir de bir bilmece hüviyetine büründü!

Neden mi?

EYT mağduriyetinin nasıl giderileceği henüz belli değil. Aylardır düzenleme yapılacağına dair çeşitli açıklamalar duysak da nasıl bir modelle sorunun çözüleceğine dair hiçbir kesin bilgi hala yok! Ve haliyle yüksek haber değeri taşıyan bu konuya dönük her türlü asıllı ve asılsız haber büyük ilgi uyandırmakta.

Bu nedenle de haber ve yorum bolluğundan geçilmiyor bugünlerde… Ama EYT’lilerin ne beklemeye dermanı kaldı. Ne de içi boş haberlere umut bağlamaya mecalleri var artık!


Son haftalarda adeta bir formül okyanusunda dayatılan çok olasılıklı seçeneklerin EYT’lileri hesap manyağına dönüştürdüğü de bir gerçek.

Erken kısmi emeklilik, prim gün sayısı tamamlama, yıpranma desteği gibi uygulamaların masada olduğu iddialarının kafaları karıştırması doğal. Maaş kesintisi olursa ne kadar olur? Prim tamamlama gerekirse ne ödenecek? Erken emeklilik karlı mı, zararlı mı olacak? Tarzında soruların EYT mağdurlarının moralini bozması da haliyle normal!

Çünkü öyle ya da böyle gündeme gelen her formülde aslında yine bir hak kaybı göze çarpmakta.

Kafaları karıştıran seçenek bolluğu “dağ fare mi doğuracak” tarzı endişelerini de körüklüyor neticede.

Resmi açıklamaların çok kıt olması da bu atmosferin oluşmasını kaçınılmaz kılmakta!

Ve nihayetinde bu gerçekliği keşfeden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’den biraz da olsa somut bir EYT açıklaması geldi.


Bilgin, bir ara haberlere yansıyan ve 7’ye kadar ulaşmış olan formülleri toplayıp çöp kutusuna attı.

“Hollanda, Almanya modellerinden bahsediliyor, bunlar doğru değil. Masamızda sadece bir tane EYT formülü var. Kapsamlı bir çalışma Aralık veya Ocak ayında Meclis’te olur. Kamuoyunda konuşulan modeller doğru değil.” diyen Bakan Bilgin, ‘tek formül’ kavramını ilk kez net biçimde ortaya koymuş oldu.

Oysa ki yakın geçmişte alternatif çözümler üzerinde çalışıldığını ifade eden de kendisiydi!

Yani yapılan bu son resmi açıklamaya göre alternatif çözümler teke inmiş. Yani aslında artık yol haritası belli.

Peki detaylar niye açıklanmıyor?

Konunun 2023’e kalması zaten bir hak kaybı!

Mağdurların bir an önce nasıl emekli olabileceğine dair formülü net biçimde görmeye ihtiyacı var. Önünü görmeden hesap kitap yapamadan bir beklentiye sokuluyor yine EYT’liler.

Yıl sonuna kadar bir bilmecenin esiri olma durumu söz konusu!

“Masamızda sadece bir tane EYT formülü var.” ifadesinin aslında önemli ölçüde bir netlik barındırdığı söylenebilir.

Peki formül belli ise bürokratlar masada neyi çalışıyor?

Bitti ise bu sihirli formül niye açıklanmıyor?

Süreç uzadıkça devletin kar ettiği aşikar. Buna dönük bir gayret mi söz konusu? Yoksa Bakan Bilgin siyasi bir manevra ile zaman kazanma babında mı yaptı son açıklamayı?

Görünen o ki EYT düzenlemesi devletin zirvesinden onay alana kadar daha çok vakit geçecek.

Milletten onay alıp almayacağını ise zaman gösterecek!

Konut fiyatları düşer mi?

Konut fiyatları düşer mi?

OECD’ye göre dünyada konut fiyatlarının en çok arttığı ülkeler arasında Türkiye birinci sırada yer alıyor.

Buna sevinmek mümkün mü?

Neden olmasın!

Durumu ülkenin cazibe merkezi olmasına bağlayıp, taşı toprağının para etmesi yanında ekonomisinin büyüme beklentisi ile ilişkilendirseniz, sevinirsiniz.

Nitekim sevinenler de var.

Özellikle yabancıların konut alımına artan talebi bu sevincin bir yansıması.

Ama eğer Türk vatandaşı iseniz hiç de sevinilecek bir durum yok.

Düşük maaşlı da olsa yıllar önce emekli ikramiyesi ile kendine bir ev alabiliyordu çalışanlar. Hatta artan kısmı ile bir bakkaliye açacak sermayesi bile kalırdı. Şimdi ise bırakın ev almayı, kira ödemesi bile başlı başına bir dert haline gelmiş durumda.

Bunu bilen yetkili ağızlar neredeyse her gün yeni sosyal konut projeleri açıklıyor. Ekonominin iyileşme yolunda olduğu, konut fiyatlarının düşme eğiliminde olduğuna dair açıklamalar birbirini izliyor.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından Haziran 2022 dönemine ilişkin Konut Fiyat Endeksi (KFE) verilerine göre, KFE geçen haziranda bir önceki aya göre yüzde 9,0 artarak 469,8 seviyesinde gerçekleşmiş durumda. Çünkü inşaat maliyetleri de kontrolsüz bir şekilde artmaya devam etti.

Öte yandan, rekor seviyede maliyet artışları, konut fiyatlarında bir sıçramaya yol açmaya devam etti.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından hazırlanan 2022 Haziran dönemine ilişkin rapor, inşaat girdi artışını gözler önüne seriyor. Bu maliyet endeksine göre, 2022 yılı Haziran ayında bir önceki aya göre yüzde 3.47, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 106.87 artarak devam etmiş. Bir önceki aya göre malzeme endeksinde yüzde 4.16, işçilik endeksi yüzde 0.72 artış raporlarda ifade ediyor. Ayrıca bir önceki yılın aynı ayına göre malzeme endeksi yüzde 130.59, işçilik endeksi yüzde 45.67 olarak gösteriliyor. Piyasalarda bu rakamların çok üzerinde artışlardan söz edildiğini bunların resmi rakamlar olduğunu altını çizelim…

Gelelim yazının başlığındaki soruya; konut fiyatlarında düşüş gerçekleşir mi?

Bir kere konuta talebin azalması ihtiyacın da azaldığı anlamına gelmiyor. Fiyat ve kredi maliyetleri nedeni ile kaçan talep beklemeye geçmiş durumda. Dolayısı ile tek başına bu talep azalması, konut fiyatlarında düşüşe yansımış görünmüyor. Kaldı ki maliyet artışlarının devam etmesi, yeni konutlarda da fiyat artışlarının devamı anlamına geliyor. Bu da konut fiyatlarında düşüşü imkânsız kılıyor.

Kırkpınar’ın rövanşı Yunuseli’nde

Kırkpınar’ın rövanşı Yunuseli’nde

Öncelikle şunu net olarak ifade etmek gerekiyor:

Bir kentin görünen ve görünmeyen mirasları var.

Görünen mirasların yanı sıra görünmeyen, somut olmayan miraslar da vardır.

Somut olmayan miraslar içinde gelenek, görenek ve geleneksel olan, fakat unutulan birçok ata sporları da olabilir.

Yine bu bağlamda;

Geçmişte Bursa’nın birçok köyünde yaz aylarında meralarda er meydanı kurulur, güreşler yapılırdı.

Bu güreşler kimi zaman yağlı, kimi zaman karakucak olarak gerçekleşirdi.

Zaman içerisinde kimi yaşanılan maddi sıkıntılardan, kimi de yoğunluktan dolayı o güreşler yapılamaz hale geldi.

Bu minvalde yine geçmişte gerçekleşen güreşlerden biri de Softaoğlu Mehmet Pehlivan adına yapılan güreşlermiş.

Osmanlı sarayının güreşçisi olan, 18. yüzyılda doğan, 19. yüzyılın ilk yarısında hayatını kaybeden Demirci köylü olan Softaoğlu Mehmet Pehlivan’ın anısına yapılan güreşler doğduğu topraklarda 1966’da başlamış 1978’e kadar aralıksız devam etmiş.

Sonra maddi sıkıntıdan dolayı uzunca bir süre yapılamamış.

1993 yılında son kez yapılan güreşler o günden bugüne kadar gerçekleşmemiş.

İşte böyle büyük bir başpehlivanın adını yaşatma adına Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, taşın altına elini koymuş durumda.

Manevi mirasına sahip çıkmış durumda.

Aynı zamanda yaşı 70 üstü büyüklerimizin anılarını da tazelemiş olacak.

Yaklaşık 30 yıldır gerçekleşmeyen güreşler bu yıl yeniden başlayacak.

Bursa Büyükşehir Belediyesi organizasyonu ile 14’üncüsü gerçekleşecek güreşlere ülkenin değişik bölgelerinden 1000’in üzerinde pehlivan katılacak.

Bu oldukça önemli bir gelişme.

Bu noktada gerçekleşen basın toplantısında lansmanı yapılan güreşlere ilginin fazla olması bizleri mutlu etti.

Asıl bizden daha çok mutlu olan ise Softaoğlu’nun 90 yaşındaki torunu İbrahim Künhan Softaoğlu idi.

O da mutluluğunu şu sözlerle paylaştı:

“Köylü kendi arasında para toplayarak bu güreşleri gerçekleştiriyordu. Elde edilen gelir yetmez oldu ve 30 yıldır yapılamadı. Büyükşehir Belediyesi sayesinde yeniden gün ışığına çıktı. Böyle bir pehlivanın torunu olarak gurur duydum.”

Yunuseli’nde 28 Ağustos 2022 Pazar günü gerçekleşecek güreşler bir anlamda Kırkpınar’ın rövanşı olacak.

Biz de bu köşeden güreş meraklılarına duyurmuş olalım.

BURSA’NIN KAYBOLAN KÖYLERİ

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın Softaoğlu Mehmet Pehlivan güreşleri ile ilgili basın toplantısının ardından…

Gönül isterdi ki bu güreşler Demirciköy’de yapılsın.

Ama bu mümkün değil.

Softaoğlu Mehmet Pehlivan’ın peşrev çektiği Demirciköy’de artık o çayırların yerinde şimdi koca koca siteler oluşmuş durumda.

Sadece Demirciköy mü?

Fethiye, İhsaniye, Kayapa, Akçalar, Özlüce, Görükle… buraların her biri şimdi eski bir köy…

Bursa’da köylüğü biten, kente dönen, siteler yapılan birçok yer var.

Benim buradan yerel yöneticilere önerim şudur:

Bursa’nın yok olan köyleri için “minia” bir çalışma yapılması. En azından hatıralarda yaşanması…

Öneri bizden değerlendirmek yerel yöneticilerden.

Bursalı ihracatçı tehdit altında

Bursalı ihracatçı tehdit altında

Haftaya Merkez Bankası’nın cuma akşamı aldığı kararın etkileri ile başladık.

Dolar yükselmeye çalıştı. Ancak, çok uzun soluklu bir yükseliş olmadı.

Borsa İstanbul ise tarihi zirveye imza attı haftanın ilk işlem gününde!

Nedeni ise TCMB’nin ticari kredilerde, kredi faiz oranlarını yüzde 30’un altında tutmayı hedefleyen düzenlemesi.

Bu oranın üzerinde faiz uygulayacak bankalar için tahvil alma zorunluluğunun gelmesi banka hisselerine olumlu yansıdı.

Ancak, bankacılık sektörü uzmanları uygulamanın daha bol ve ucuz krediyi garantilemediğini söylüyor!

Çünkü…

Son dönemde finans kesimine yönelik olarak yapılan ince ayarlamalar, reel ekonomiyi desteklemeye dönük olarak görünse de farklı yönden para musluklarını kısan bir etki de yaratmakta.

Yani geçiş döneminin zorlukları kendisini hissettirmeye devam ediyor.

Yeni ekonomik modelde ilerlerken finansa erişimin zorlukları olduğu aşikar! Ama aynı zamanda modele geçişin küresel enflasyonun tırmanışa geçtiği bir dönemde keskin ve ani dönüşle yapılmış olması da pek çok kesimi hazırlıksız yakaladı. Özellikle de rekor maliyet artışlarının dayattığı zorlukların boyutu tavan yapmış vaziyette.

Bu anlamda açıklanan son veriler hem üreten hem de tüketen üzerinde enflasyon baskısının kısa vadede azalmayacağını gösteriyor!

Çok konuşulmasa da etkisi nedeniyle vatandaşın en fazla ilgilendiren göstergelerin biri olan tarım ÜFE, haziran ayı itibarıyla yıllık bazda yüzde 135 artışlara rekor tazeledi.

Peki bu ne anlama geliyor?

Gıda fiyatlarındaki artış sürecek demektir! Çünkü çiftçinin üretim maliyetindeki ortalama artış bu seviyede. Haliyle önümüzdeki aylarda mutfak masrafları yükselişini koruyacaktır.

Diğer yanda ihracata çalışan üreticinin maliyetini gösteren Yurt dışı ÜFE de temmuzda rekor tazeledi yüzde 111 yıllık artışla.

Bu veri ise ihracatçının rekabet gücünü ve karlılığını negatif etkileyen bir tablo olarak karşımızda!

Artan maliyetlerin yanında birkaç faktör daha eklenmiş vaziyette ihracatçının ayağına pranga olan.

Ekonomik yavaşlama tüm dış pazarlarımızı etkileme aşamasına geldi. Ve parite de ihracatçımızın aleyhine döndü.

Euro/dolar paritesindeki tarihi düşüş de hız kazanırken ciddi risk artışlarının artık dikkate alınması gerektiği net biçimde ortaya çıkmakta!

Paritenin bu hafta birin altına inmesi yani doların daha değerli hale gelmesi en büyük pazarımız olan Avrupa adına sıkıntıların artmakta olduğunun işareti.

Doların haftaya güçlü başlamasının temel nedeni ise ABD’nin para politikasının daha da sert bir hale dönüşeceği endişesi.

ABD ekonomisi için yol haritalarının belirlediği meşhur bir toplantı var. Gerçekleştirildiği kasabanın ismi olan Jackson Hole ile anılan toplantıların bir yenisi bu cuma yapılacak.

Toplantıya katılacak olan Amerikan Merkez Bankası Fed’in Başkanı Jerome Powell’in para politikasına dönük şahin bir konuşma yapması bekleniyor. İşte bu beklenti dolara güç katarak tüm dünyada değerlenmesini sağladı!

Paritenin 0,994 civarında seyretmesi ve teknik olarak bir parça daha düşüş potansiyeli taşıması özellikle Bursalı ihracatçılar adına alarm zillerinin güçlü biçimde çalmaya başlaması demektir.

Çünkü Bursa’nın ihracatının yarıdan fazlası Avrupa’ya yapılmakta. Euro’daki değer kaybı gelir erozyonu anlamına gelmekte. Dolara bağımlı maliyetler nedeniyle de karlılıkta ciddi kayıpların yaşanması ihtimali mevcut!

Mesele sadece parite de değil. Avrupa’da giderek artan resesyon ihtimalinin iyice benimsenmiş olması Avrupalıları şimdiden tasarrufa itiyor.

Yüksek enflasyon, Euro’daki düşüşle azalan alım gücünü daha da eritirken Avrupalı müşterilerin tedbirli davranmaları mal satışını da riske atmakta.

Kısacası Bursa adına otomotivde yaşanan ivme kaybının kentin kadim sektörü tekstil ve konfeksiyon adına yaşanması da bu tabloda kuvvetle muhtemel!

Doğal olarak hem Ankara’nın makro bazda hem de Bursa kent dinamikleri ve firmalarının da mikro bazda gecikmeden tebir almasında sayısız fayda var.

Kriz eczacıları ve avukatları da vurdu

Kriz eczacıları ve avukatları da vurdu

Hak arama mücadelesini örgütlü işçiler ve kamu emekçileri ile sınırlamışım dar bakış açımla. Meselenin hiç de öyle olmadığını, birlikte hareket edebilme becerisine sahip her topluluğun içinde bulunduğu kötü koşullara karşı söyleyecek sözünün olduğunu sürekli yenilenen örnekleri ile görüyoruz artık.

Bu köşeden bıçağın kemiğe dayandığını sıklıkla dile getiren Bursa Eczacı Odası Başkanı Okan Şahin’in açıklamalarını sıklıkla size aktardık ve bir eyleme geçmeden önce sorunlarını diyalog yolu ile çözmeye çalışan eczacıların Cumhurbaşkanlığı makamından talep ettikleri randevularına halen bir yanıt alamadıklarını öğrendik.

Çözüm diyalogla olmayınca seslerini eylemlilikle duyurma kararı alan eczacılar, 23 Ağustos itibariyle Türk Eczacılar Birliği Genel Başkanının da katılımıyla gerçekleştirilecek toplantıda eylemlilik süreci hakkında bilgilendirilecekler. Yüksek ihtimalle ekim ayı ortasında Ankara’da ilk mitinglerini yapacaklar ve yine çözüme ulaşamazlarsa son çare olarak eczanelerini kapatacaklar.

Mesleğin itibar kaybından üzüntü ile bahseden Şahin;

Eczacılık fakültelerinde normal şartlarda bütün kadrolar dolardı, bu yıl boş kadrolar kaldı. Çünkü çok meselenin çok sıkıntılı bir noktaya gittiğinin vatandaş da farkında artık. Düşünün, yıllık 4 bin 500 mezun veriyorsunuz. Yıllık açılabilecek eczane sayısı 500, 500 eczane de devir olsun. Yılda 1000 serbest eczane şansı var. 1000 kişiyi de diğer alanlarda istihdam ettik diyelim. 2 bin 500 eczacı iş sıkıntı yaşıyor. Önümüzdeki yıllarda işsiz eczacılarla karşılaşacağız!” diyor.

İşin daha da üzücü yanı ise akademik kadrolar açısından yaşanan sıkıntılar göz önünde bulundurulmadan açılan fakülteler.

İlerleyen yıllarda bir eczacı olarak bizim bugünkü bilgi birikimimize sahip olmayan, adeta ‘yüksek lise’den mezun üniversite mezunlarını göreceğiz. Hayatımızın her alanında bunlar bize yansıyacak üzücü olan bu…” diyor Bursa Eczacı Odası Başkanı.

Aynı iddia ve itiraz sesleri avukatlardan da yükseliyor.

Bursa Barosu Başkanı Av. Metin Öztosun;

Avukatlık mesleği bugün, yıllardır yaptığımız itirazlara rağmen barolara sormadan bir gece yarısı kararnamesi ile açılan hukuk fakültelerinin yarattığı nicelik sorununa eklenen nitelik sorunları ile beraber büyük bir maddi ve sosyal kriz içindedir!” diyor.

Bugün yeni mezun avukatların büyük bölümünün bir ofis açamadıklarını biliyoruz, avukatların asgari ücret tarifesinin çok altında ücretlere CMK zorunlu müdafiliği yapmak durumunda kalması ise içler acısı bir durum.

Bursa Barosunun yaptığı bir ankete göre, genç avukatlardan büro açanların yüzde 54’ü asgari ücretin altında, yüzde 19’u asgari ücret seviyesinde, sadece yüzde 27’si asgari ücretin üstünde kazanıyor.

Üstelik devlet tarafından Barolara gönderilen adli yardım ve CMK ödeneklerinin yeniden değerleme oranında artmasını beklerken pandemi gerekçe gösterilerek yüzde 5 kısıntıya gidilmiş durumda.

Zam bekleyen avukatların Tarım Kredi Kooperatifinde satılan ürünler gibi indirime girmesi de içler acısı bir durum olsa gerek.

Tıpkı hekimlik gibi bir zamanların gözde mesleklerinden olan avukatlığın sıkıntıları bununla da bitmiyor.

Her ay bir avukata yapılan saldırı veya bir avukatın intihar haberi ile karşı karşıya kaldıklarını anlatan Öztosun;

Avukatlar; hak arama özgürlüğünün, savunma hakkının ve hukuk devletinin en temel güvencesidir. Değerli halkımız da şunu bilmelidir; Avukat kimsenin borcunun sebebi, kimsenin suç işleme gerekçesi, kimsenin boşanma nedeni, kimsenin işini kaybetmesinin sorumlusu değildir!” diyerek açıklıyor içinde bulundukları şiddet sarmalını.

Avukatların talepleri ise şöyle:

CMK ücret tarifesi avukatlık asgari ücret tarifesi ile eşitlenmelidir. CMK avukatlarına beraat vekalet ücretine hükmedilmelidir. CMK ücretleri-adli yardım ücretleri KDV’den muaf tutulmalıdır. Avukatlık ücret tarifesi tüm kayıplarımız dikkate alınarak hemen arttırılmalıdır.

Ben bunlara bir ekleme daha yapayım; istihdam edilebilecek sayının iki üç katı kadar avukat mezun edilmeyecek!

Hazine’nin hesabı

Hazine’nin hesabı

Son yedi ayda dövizdeki artışın neden olduğu fiyat artışlarının, TL bazında kazananlara alışverişi zorlu bir maratona çevirdiği ortada.

Peki, aynı şey döviz bazında kazanıp TL olarak harcayanlar için söylenebilir mi?

Ülkemizdeki fiyat artışları aynı oranda olmasa da “Almancı” diye tanımlanan Türk vatandaşlarını da, turistleri de etkilediği bir gerçek.

Dile kolay (resmi olmayan rakamlara göre) yıllık %180 civarında bir enflasyondan söz ediyoruz.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açıklamalarına göre ülkemize yabancı ziyareti sayısı artış göstermiş… Özellikle 2022 yılı Ocak ayı ile Temmuz döneminde Türkiye’ye gelen ziyaretçi sayıları açıklandı.

Yabancı ziyaretçi sayısı, ocak-temmuz döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 128,28 artarak 23 milyon 30 bin 209 olmuş.

Türkiye en çok ziyaretçi gönderen ülkeler içinde, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 137,36 artış ve 2 milyon 992 bin 551 kişiyle Almanya birinci.

Yüzde 41,36 artış ve 2 milyon 197 bin 331 kişiyle Rusya Federasyonu ikinci, yüzde 2036,01 artış ve 1 milyon 810 bin 248 kişiyle İngiltere (Birleşik Krallık) üçüncü sırada yer alıyor. İngiltere’yi sırasıyla Bulgaristan ve İran izliyor.

TÜİK tarafından yayımlanan verilere göre, Türkiye’ye bu yedi ay da 3 milyon 165 bini aşkın yurt dışı ikamet eden kendi vatandaşı ile birlikte toplam 26 milyon 195 bin 747 ziyaretçi ağırlanmış.

Bu artışın en yoğun olduğu dönem, Temmuz ayını kapsıyor.

Ülkemiz, bu yılının temmuz ayında geçen yılın temmuz ayına göre yüzde 52,84’lük artışla 6 milyon 665 bin 129 yabancı ziyaretçiyi ağırlamış.

Temmuz ayında en çok ziyaretçi gönderen ülkeler sıralamasında ise, 962 bin 3 kişiyle Almanya birinci, 741 bin 419 kişiyle Rusya Federasyonu ikinci, 545 bin 973 kişiyle İngiltere üçüncü sırada.

Özellikle Ukrayna savaşı ve dünya genelinde yaşlanan enflasyonun yarattığı kriz ortamı turizmcilerin beklentisini düşürmüştü. Ancak yukarıda paylaştığımız veriler, turizmcileri memnun etmiş görünüyor.

Gerçi özellikle Pandemi sonrası seyahat ve turizm harcamalarının artış beklentisi çok daha yukarda idi. Harcamalarının artacağı beklentisi savaşla birlikte sekteye uğrasa da insanların gezmekten vazgeçmeye gönüllü olmadıkları da ortada.

Bizim ekonomimiz açısından hayati öneme sahip yabancı ziyaretçi sayımızın artışı ise biraz da, döviz artışına bağlı gerçekleşti diyebiliriz.

Türkiye halen birçok ülkeye göre turistik tesis ve doğal güzellikleri yanında TL’nin değer kaybı ile çok avantajlı bir turizm destinasyonu olmaya devam ediyor.

Umarız Hazine’mizin evdeki hesabı da çarşıya uyar.

Dağ yöresi ekoturizmin meyvelerini toplamaya başladı   

Dağ yöresi ekoturizmin meyvelerini toplamaya başladı   

Kalkınmışlık düzeylerine baktığımızda devletimizin resmi verilerine göre en geride olan yerler arasında Bursa’dan sıralamaya giren dört dağ ilçesi var.

Bölgenin kalkınması için yörenin kanaat önderleri başta olmak üzere devletin kurumları ve siyasiler senelerdir kafa yoruyor.

Acaba bölgeyi nasıl kalkındırırız?

Bu kalkınmanın yolunu yine yöre insanı buldu.

Buldukları yol da belli.

Bu yolda ona öncülük eden kurumların başında BEBKA ve Bursa Büyükşehir Belediyesi başta geliyor.

Bugün BEBKA desteği ile Keles’in Gököz, Büyükorhan’ın Düğüncüler Mahallesi’nde ekoturizm tesisleri faaliyete başlamış durumda.

Öte yandan öncesinde yine Harmancık’ta BEBKA’nın desteği ile tohumları atılan, ardından Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin destekleri ile atılan topraklar filize dönmüş durumda.

Ekoturizm tesisleri bugün Harmancık başta olmak üzere çevre ilçelerin, hatta illerin de gözbebeği.

Ardından Büyükşehir Belediyesi destekleri ile önce Keles’e ardından Orhaneli’ye ciddi yatırım yapıldı.

O yatırımlar halkın beğenisine sunuldu.

Şimdilerde iki ilçe de bu yatırımların meyvesini yemeye başladı.

Bu minvalde bizler de kısa tatilimizde soluğu Keles Kocayayla’da aldık. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yaptırdığı bungalov tipi evlerde konakladık.

Öncelikle şunu net ifade etmek gerekiyor.

Eskisi ve yenisi ile bungalov tipi evler Keles’e ayrı bir renk katmış. Bu renkte büyük pay da Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’e ait.

Keskin, evlerin tefrişatı için hiçbir masraftan kaçmamış.

Tabiri caiz ise suit daire gibi.

Bir tarafta villa gibi iki katlı bungalovlar, diğer tarafta ise tek katlı bungalovlar…

Hafta içi doluluk oranı yüzde 95, hafta sonu ise yüzde yüz.

Yerli ve yabancı turistlerin gözdesi olmuş durumda.

Özellikle Arap turistlerin Keles Kocayayla’ya yoğun ilgisi var. Bunu yanı sıra İran’dan gelenler de oldukça fazla.

Bir de önümüzdeki günlerde açılması planlanan restoran da faaliyete girdi mi buraya 10 üzerinden 11 not verilir.

Bize düşen bu tesislere sahip çıkmak, emek harcayanları takdir etmek. Keles Kocayayla’daki bungalov tip evlerin temelini atan önceki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’ye, ardından tesisleri bitirip Keles Belediyesi’ne veren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a, bu tesislerin tefrişatını bitirerek halkın kullanımına sunan Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’i tebrik ediyorum.

Darısı yeni tesislere…

YEREL BAKIŞ’IN KONUĞU ÖDÜNÇ

Her hafta birbirinden değerli konukları ağırladığımız, Norm Haber stüdyolarından yayınlanan Yerel Bakış programında bu haftaki konuğumuz AK Parti Bursa Milletvekili Atilla Ödünç olacak.

Milletvekili Ödünç ile saha çalışmaları başta olmak üzere son siyasi gelişmeleri konuşacağımız program 21 Ağustos 2022 Pazartesi saat 16.00’da.

Programımızı www.normhaber.com adresi başta olmak üzere Facebook, YouTube ve Twitter hesaplarımızdan izleyebilirsiniz.

Vakti olanlar kaçırmasın.

Şimdiden iyi seyirler.

Gıdada yara bandı çözümler

Gıdada yara bandı çözümler

Son dönemde çok da kıymetli bir argüman var karşımızda seçimlere yönelik; “Erdoğan’ın seçimlerdeki en büyük rakibi, önlenemeyen fiyat artışlarıdır!”

Doğruluğu tartışılmaz bir cümle.

Özellikle gıda enflasyonu ve temel gıda maddelerinin dahi alınmasını güçleştiren raf fiyatları vatandaşın belini bükerken, seçimlere yönelik tercihlerin belirlenmesi için itici güç oluşturuyor.

Buna karşılık hükümetin attığı adımlar yaraya pansuman yapmaktan öteye pek geçmezken, kısa süre içerisinde yapıştırılan yara bandının düştüğüne de şahit oluyoruz.

Kalıcı çözümler üretmekten ziyade kısa süreli, durumu kurtarma planları üretildikleri hızla çöp oluyor.

Geçtiğimiz günlerde büyük bir tantana ile duyurulan ve halen piyasadaki fiyatlar konusunda belirleyici olacağı iddia edilen Tarım Kredi Kooperatiflerindeki indirimin fiyasko ile sonuçlanmasını bu meseleye bir örnek olarak vermek mümkün.

Bir liralık indirimi eline hesap makinesi alarak anca hesaplayanların düştüğü komik durum bir yana, Tarım Kredi Kooperatif marketlerinde 30’un üzerinde temel tüketim ürününde indirim uygulanmasını bekleyen vatandaşların karşılaştıkları etiketler gerçekte bir indirim uygulanmadığını, hatta bazı ürünlerin marketlerde daha ucuza satıldığını gösteriyor. En azından vatandaşın beyanı bu şekilde.

İndirim tatmin edici olmayınca, Tarım Kredi yönetimlerinde depremlerin yaşandığı, görevden alınmaların gerçekleşebileceği de konuşuluyor, ancak sözünde şunu söyleyebiliriz ki; vatandaş bu indirim iddiasından karlı çıkmamıştır.

İktidar kanadı ‘Raflarda ürün kalmadı’ savunması ile ucuzluk konusunu gündemde tutmaya çalıştığından şu soruyu sormak da farz oldu artık; ‘Raflarda neden ürün yok, madem vatandaşın yararına bir iş yapıyorsunuz üç beş paketle mi sınırlıydı yaptığınız indirim? Rafları indirimli ürünlerle doldurmak sizin göreviniz değil mi?’

Yanıtını alamayacağım soruları sormak son zamanlarda adetim oldu…

Sadece Tarım Kredi Kooperatiflerinde satılan ürünlerin fiyatlarını düşürerek piyasayı terbiye etme girişimi ile sınırlı değil gıda enflasyonunu düşürme gayreti.

Bu anlamda bir çaba da et fiyatlarının ayarlanması için gösteriliyor.

Türkiye’de yaşayanların şunu bilmesini çok isterim, doların arttığı bir dönemde hiçbir gıda ucuzlayamaz. Gecikse de zamlar gelecek. Et ve süt üreticileri gerçekten sıkıntıda. Tüketici de sıkıntıda. Ve halen hatalarda ısrar ediliyor. İnanılır gibi değil!” diyerek sosyal medyasından bir paylaşımda bulunan TÜSEDAD Yönetim Kurulu Başkanı Sencer Solakoğlu geçtiğimiz günlerde erkek besilik sığır ithalatı ve erkek kasaplık koyun ihracatına izin verilmesine yönelik tepkisini şöyle dile getirdi;

Ülkede hayvancılık büyük darbe aldı! Talep çok düştü, fiyat düşmedi. Şimdi bakanlık 150.000 ithal hayvan için izin verdi. Türk çiftçisini bitir, sonra yabancı çiftçileri ihya et! Bu karar yanlış. Hiçbir şey değiştirmez. Fiyatlar artmaya devam edecek, üretim daha da düşer!”

Gerek tarımda gerekse hayvancılıkta senaryonun hep böyle geliştiğini, üreticinin desteklenmesindense ithalatın önünün açıldığını biliyoruz. İthalatın önünün açılması üreticiyi daha da zor duruma düşürüyor ve üretimi daraltıyor, bir süre fiyatlar üzerinde baskı oluşturulmuş olsa da çok geçici bir çözüm olan bu durum açıkçası hiçbir işimize yaramıyor.

Bütün bunlar yıllardır yaşanırken, neden halen köklü bir çözüm uygulamaya koyulmuyor?

Neden sürekli düşen yarabandını yerine yapıştırmaya çalışıyoruz?

Akıl alır gibi değil…

Eğitimde ironik tablo!

Eğitimde ironik tablo!

Adeta bir gündem kovalamacasının içine düştük son günlerde basın mensupları olarak. Sanki İstanbul’un, Ankara’nın tüm kaynakları kurumuş tükenmiş, kaynak arayışı Bursa’da sürüyor ve bu durum da pek çok yanlışı beraberinde getiriyor, havası asılı Uludağ sırtlarında.

Biz kamu kaynakları üzerinden yürütülen böyle bir çabanın ucunu tutmaya çalışırken, şehrin diğer gündem konuları da kendinden bağımsız biçimde akıp gidiyor. Okulların açılmasının giderek yaklaştığı, kayıt döneminin başladığı bu günlerde pek çok evin en önemli meselesi elbette ‘kayıt parası!’

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, kendisinden önceki tüm Milli Eğitim Bakanları gibi üzerine düşen görevi yerine getirerek, “Kesinlikle okula kayıtlarda bağış alınmayacak” açıklamasını günler öncesinden yaptı.

Ben de bu açıklamayı yüzümde bir acı tebessümle izledim. Tüm veliler gibi.

Şu ülkenin eğitim sisteminde bir çocuğu üniversitede, bir çocuğu lisede olan veliler ‘kayıt parası’ kavramına ne kadar hakimse o kadar hakimim konuya. Hatta benim, okulların çaresizliğine ilişkin daha fazla bilgim olduğunu düşünüyorum.

Çocuklarımın eğitimleri sürecinde okullarına hep bağışta bulunduğumu, bunu okulların durumunu bildiğim, maddi imkanım olduğu ve kendim istediğim için yaptığımı da burada belirtmek isterim.

Yıllar önce, büyük kızımın ilkokul kaydı esnasında yaşadığım ironi meseleyi tam olarak özetleyecektir sanırım.

Okul müdürünün odasındaki televizyondan dönemin bakanı ‘Kayıt parası kesinlikle alınmayacaktır’ açıklaması yaparken, müdür beyin faksına bakanlıktan gelen mesajda ‘Okul giderlerinin velilerden alınacak bağışlarla karşılanmasına…’ ibaresi yer alıyordu.

Şimdi de durum tam olarak bu.

Eğitim İş Sendikası Bursa Şubesi Başkanı Yeliz Toy da bu konuda yaptığı açıklamalarla beni destekliyor. Okul ihtiyaçlarının Bakanlık tarafından karşılanamaması nedeniyle mevcut sorunun çözülemediğini söyleyen Toy;

Tavşana kaç, tazıya tut diyorlar. Bakan Bey velilere ‘yasal değil, para vermeyin’ diyor. Ama öbür taraftan hükümet yeterli ödenek göndermiyor. Oysa eğitim anayasal bir haktır ve tüm öğrencilerin eğitimden eşit bir şekilde yararlanması gerekir. Fakat okul idarecileri, okullardaki ihtiyaçları gidermek için bu yöntemi tercih ediyorlar, çünkü okulların yeterli ödeneği yok!” diyor.

İşte benim yaşadığım ironik resmin özeti.

Eğitimde sorun skalası hayli geniş, CHP Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Lale Karabıyık, bir soru önergesi ile TBMM tutanaklarına geçmesini sağladığı sorularda;

“1. MEB’in ihtiyacı olan 100 bin öğretmen ataması ne zaman yapılacaktır?

  1. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik sistemi ne zaman sonlandırılacaktır?” diye soruyor.

Resmi verilere göre, ülkemizde yaklaşık 100 bin öğretmen açığı var. Bakanlık Eylül ayında 20 bin sözleşmeli öğretmenin göreve başlamasını planlıyor.

Tablo ortada. Öğretmen sayısı yetersiz üstelik öğretmenleri halen ‘sözleşmeli’ olarak çalıştırmaya devam ediyorsunuz! Bir de bunu müjde olarak duyuruyorsunuz!

Milli eğitimin hap kadar bütçesi kendine yetmezken, bu bütçeden hala vakıflara oluk oluk para aktarıyorsunuz!

Pes…

İşin bu kısmını da bir kenara koyduk diyelim. Sağlık sistemi öyle bir hale geldi ki, kamu hastanelerinden sağlık kurulu raporu için randevu alamayan, özellikle ataması yapılan öğretmenler, Polis Akademisi gibi okullara kayıt yaptıracak öğrencilerin şikayetleri ayyuka çıktı.

Konuya bir açıklık getiren CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özkan;

Vatandaşların hekim randevusu dahi alamadığı mevcut durumda, hekimlerin sayısının azalması nedeniyle poliklinik randevuları 6 ay sonraya verilmeye başlandı. Sistem kilitlenme noktasına gelmiştir!” diyor.

Özkan’ın sağlık raporlarının alımını kolaylaştırmak konusundaki önerisi ise bu dönemlerde özel sağlık kuruluşları ve Aile Sağlığı Merkezleri’nden alınacak raporların geçerli sayılması yönünde.

Şehrin toprak paylaşımından başımı kaldırıp şöyle bir bakındığımda gördüğüm manzara bu.

Her yeri ayrı güzel ülkemde her cephe ayrı hüzünlü…

‘Sanayici çok kazandı şimdi şehir kazansın!’

‘Sanayici çok kazandı şimdi şehir kazansın!’

İş dünyasının önemli isimlerinden oluşan, başkanlığını BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın yaptığı bir heyetin Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’ı ziyaret etmesi ile gözler önüne serilen bir emeli tartışıyor Bursa.

Kestel’e yeni bir sanayi bölgesi yapılmalı mı, yapılmamalı mı?

Şehrin batısında oluşturulan TEKNOSAB gibi bir sanayi bölgesi doğuda da kurulmalı mı, kurulmamalı mı?

Dosyaları kolunun altına alıp işlerini Ankara’dan çözen yönetimlere öylesine alıştık ki, bu tartışma enteresan geliyor olabilir. Ancak şunu vurgulamak lazım, bakanlık hali hazırda 17 tane organize sanayi bölgesi bulunan Bursa için bu rakamın son derece yeterli olduğu kanaatinde.

Hal böyle olunca bakanlıktan ‘teknolojik altyapılı bir projeyle gelin’ tüyosu alınıyor ve işler bu biçimde yönlendirilince ilerlemek de daha kolay oluyor.

Bu konuyla ilgili özel bir görüşme gerçekleştirdiğim Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır,

Kestel’in kesinlikle beşinci bir sanayi bölgesine ihtiyacı yok, ben gelen heyete de yeni bir sanayi bölgesinin yapımını, ancak Kestel’in birinci sanayi bölgesini şehrin içinden alıp o bölgeye taşımayı kabul ederlerse konuşabileceğimizi açıkça söyledim. İlk şartımız bu. İbrahim Burkay da önerimize sıcak baktığını belirtti.

Şartımızı kabul ederlerse sanayi bölgesi nereye yapılmalıdır, tarım alanlarına mesafesi ne olmalıdır, kaç metrekare olmalıdır konularını masaya yatırırız” diyor.

Kestel Belediyesi’nde beşinci bir sanayi bölgesinin yapımından değil, birinci sanayi bölgesinin Kestel’in içinden çıkarılıp uzak bir noktaya taşınmasından bahsedilirken, Başkan Tanır’ın şehirden yana tavır belirtir net bir ifadesini de köşeme taşımak isterim:

Bu şehirde sanayici çok kazandı, ama şehir hep kaybetti. Artık şehrin kazanma zamanı. Sanayici her yerde kazanır, ben bu kez Kestel’in kazanmasını istiyorum!”

Kentin her bir metrekaresinden rant elde edilmeye çalışıldığını gözlemlediğimiz şu günlerde sarf edilen bu sözleri bir belediye başkanının ağzından duymak bence çok kıymetli.

Elbette Kestel’in Soğuksu Mahallesine yapılması planlanan sanayi bölgesine sadece Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır karşı çıkmıyor. Konuyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi’nden de bir çıkış var. Soğuksu Mahallesinde milletvekilleri Orhan Sarıbal ve Prof. Dr. Yüksel Özkan’ın da katıldığı bir basın açıklaması düzenleyen CHP İl ve Kestel İlçe teşkilatları da artık ilçenin içinde kalan birinci organize sanayi bölgesinden yana şikayetlerini dile getirdiler ve Kestel’in yeni bir OSB’yi kaldıramayacağını söylediler.

Her iki kesim de aynı şeyi söylerken üzerinde anlaşılamayan noktanın ne olduğundan da bahsedelim biraz.

Söylediğim gibi Önder Tanır, “Birinci sanayi bölgesini taşıma sözü vermezlerse, bunu bir protokole bağlamazsak, kurulmak istenen sanayi bölgesi nereye kurulacak, kaç metrekare alan kapsayacak, tarım alanlarına mesafesi ne kadar olacak gibi konuların tartışmasına girmeye dahi lüzum yok!” diyor.
CHP Kestel İlçe Başkanı Hatice Doğan
ise planları dahi hazırlanmış olan Kestel 5. organize sanayi bölgesinin yönetim binalarının yerlerini bize işaret ederek;

Senin sanayi kuracağın yerde tarım arazisi var!” diyor.

CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca da konuşmasında;

Fabrika yapısına ihtiyaç varsa yapılsın, ama buraya değil. Bir, doğru yön tespit edilecek. Bu fabrikalar mutlaka ülke için ihtiyaçsa kurulur. Orada istihdam olur, ekonomiye değer kazandırılır. Biz bunlara karşı değiliz. Neye karşıyız? İşte buraya!” diyor ve önümüzde duran soğan tarlasını gösteriyor.

Ortak paydaların nihayet belirlendiği kanaatindeyim.

Kestel birinci OSB şehrin içinde kalmıştır ve büyük bir kirlilik kaynağıdır,

Kestel kesinlikle 5. OSB’yi kaldıramaz,

Yeni bir OSB yapılacaksa yeri tarım arazilerinin bulunduğu bölge olmamalıdır.

İnsandan, şehirden yana tutum takınan, aklıselim herkesin buluşabileceği ortak paydalar bunlar.

Önder Tanır ile yaptığım görüşmenin ardından söz hakkı doğduğundan BTSO cephesini de aradım. Şimdilik bir açıklama alamadığımı belirtmek isterim.

Ancak CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca’nın yönelttiği önemli bir soru var;

Bursa Ticaret Odası’na seslenmek istiyorum. Onlar da resmen arsa spekülatörlüğü yapıyor. OSB, BTSO yönetiminin ticaret sanayi odası yönetimlerinin işi arsa emlak, ofis işletmesi midir? Arsa spekülatörlüğü müdür yoksa gerçek anlamda sanayiciye yardımcı olmak, onları yatırıma yönlendirmek midir? Bu odaların görevi bu mudur? Köylüden üç kuruşa aldıkları tarlaları gidip sanayicilere on katına, yirmi katına satmak mıdır?”

Belki bu soruya bir yanıt vermek isteyebilirler?

Bilemiyorum…

Malumunuz üzere bu köşe herkese eşit mesafede olması ve taraflı davranmaması ile ünlüdür…

Düşen faiz doların niye umurunda olmadı?

Düşen faiz doların niye umurunda olmadı?

Faiz düştü.

Yok yok.

Öyle hayal ettiğiniz gibi değil!

Bankaların kullandırdığı kredi faizleri değil düşen.

Kredilerin ucuzlamasına daha vakit olduğu notunu yeri gelmişken buraya düşelim.

Neden mi?

Merkez Bankası’nın 100 baz puanlık indirimi pratikte bankaları doludizgin ucuz kredi dağıtmaya yönlendirmez.

Çünkü bankacılık sektörünün tek kaynağı MB değil. İç ve dış kaynakları var. Ve ne yazık ki o kaynaklar sıkıntılı.

Özellikle de son indirimle birlikte yüzde 13’e inen politika faizi yüzde 66,6 oranında bir negatif reel faiz dayatırken!

Vatandaşın aşırı düşük olan mevduat faizine yönelmesini daha da zorlaştıran bir tablo var. Yani iç kaynaklardan biri daha da zayıflıyor demektir.

Zaten o nedenle de sürpriz faiz kararı ile birlikte hisse senetlerine talep arttı. Ve BİST 100 Endeksi rekora imza attı. Çünkü yatırımcı için alternatif olarak ayrıştı faiz indirimi kararı sonrası!

Diğer yandan negatif reel faiz yanında yüksek ülke risk primi ve dünyadaki faiz artış eğilimi, hep beraber dış kaynakları da daha zor bulunur ve pahalı hale getirmekte.

Ayrıca kredi geri ödeme riskinin de düşen alım gücü nedeniyle göreceli olarak yüksek kalması da bankaların naz yapmasına katkı sunmakta!

Kısacası finans kesimi kendini riske atmama adına az ve pahalı kredi kullandırmaya devam edecek.

Tabi ki kamu bankaları öncülüğünde minik faiz indirimleri tüketici kredileriyle ticari kredilere yansıyacaktır. Ama çok da kayda değer bir kredi ucuzlamasına teknik olarak imkan yok!

Oysa Merkez’in indirim gerekçesini temelde ekonomik yavaşlama işaretlerinin küresel etkilerle beraber görülmesi nedeniyle kredi kanallarını daha açık hale getirmek olarak özetleyebiliriz.

MB’nin açıklama metninde üçüncü çeyrek adına yavaşlama işaretleri vurgulanmakta. Ayrıca kredi aktarım mekanizmalarının daha iyi çalışması gerektiğine dair vurgu da dikkat çekmekte!

Yani ekonomik canlılığın korunması hedefi net biçimde ifade edilmiş. Bunun için de bankaların elini rahatlatıp ucuz kredi için üzerilerinde baskı kurulmasına karar verilmiş.

Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere çeşitli nedenlerle bu adım devede kulak misali bir potansiyele sahip!

Ama verilen psikolojik mesaj önemli.

O da faizlerin ne olursa olsun aşağı yönlü olduğunun kararlılıkla vurgulanmasıydı.

Yani şimdilik kısa vadede yeni bir indirim olasılığını öne çıkarmasa da Merkez Bankası yönetimi, ilk fırsatta yine faiz indirimi yapacağını hissettirdi!

Özetle bir özgüven var MB politikaları adına… Bu özgüveni liranın duruşunda da net biçimde gördük.

Nasıl mı?

Doların lira karşısında düşen faizle birlikte verdiği tepkinin çok sınırlı kalması dikkat çekici! Hatta aslında neredeyse faize hiç reaksiyon vermedi dolar.

Çünkü ilk anda 17,96 TL seviyesinden 18,13’e zıplaması dışında bir tepki söz konusu değil. O yükseliş de çok kısa süre sahnede kaldı. Ve kurun 18,06 TL civarı stabilize olduğunu gördük.

Aslında 10 kuruşluk yani yüzde 0,6 civarında oransal bir artışa denk gelen bu mini atağın asıl nedeni düşen faiz değil.

Dolar endeksinin küresel çaptaki yükselişi TL’deki değer kaybının ana nedenini oluşturdu!

Güçlü doları izledik gün boyu piyasalarda. Ve dolar endeksinin ortalama yüzde 0,8 yükselişi lira dahil gelişmekte olan para birimlerinin zayıflama nedeniydi.

Bu atmosferde faiz kararı ile birlikte liranın normal koşullarda çok daha fazla değer kaybetmesi gerekiyordu..

Liradaki direncin iki temel nedeni var. Bu nedenler de MB’nin elini güçlendiriyor!

Aşırı yüksek negatif reel faize yatırımcı alıştı. Yani bir nevi kanıksadı. Pratikte çok bir şey ifade etmiyor sembolik faiz indirimleri!

Piyasalarımızda yabancı yatırımcının da neredeyse kalmamış olması dış etkiyi zayıf tutmakta. Ama Merkez’in en önemli silahı son iki haftada brüt rezervlerin 12 milyar dolar civarında artmış olması!

Onun temel nedeni de Rusya’nın nükleer santral üzerinden doğrudan sermaye aktarımı yapmış olması.

Ayrıca kaynağı belirsiz para girişi de var.

Sözün özü; bir şekilde döviz girişi sağlandığı sürece kur nispeten stabil kalmaya devam edecek! Ve MB mevcut tabloda önemli bir değişik olmadığı taktirde muhtemelen kasım civarı yine faiz indirecek.