AVM’lerde yeni düzen

AVM’lerde yeni düzen

Alışveriş merkezleri, hayatımıza girdikleri günden bu yana hep tartışma konusu oldular.

Bazen yapıldıkları alanlar bazen yeni tüketim alışkanlıklarına yol açan kuruluş amaçları ile çoğu zamanda esnafa karşı haksız rekabet nedeni ile hedefte oldular. Ne var ki, toplum olarak onları kabullendik. Sosyal hayatımızın bir parçası oldukları gerçeği gün gibi ortada.

AVM’lerde kendi içlerinde kaynayan birer kazan aslında. Kiracısı ve yatırımcısı çoğu zamanda tüketiciye yansıtılan yüksek maliyetler konusunda karşı karşıya kalıyordu. İşte bu konuları içeren
bir yasa olan Alışveriş Merkezleri Hakkında Yönetmelik’te yeni düzenlemeler yapıldı.

Ayrıca ortak kullanım alanlarından elde edilen geçici kiralama, reklam, pazarlama, kültürel ve sanatsal faaliyet, baz istasyonu, ATM ve diğer ortak kullanım alanı gelirleri ile alışveriş merkezi yönetimlerince işletmelerden alınan gider avanslarından elde edilen her türlü gelir ortak gelir kabul ediliyor. Bu gelirlerin yalnızca ortak giderlerin karşılanmasında kullanılabileceği kurala bağlandı.

Bu düzenlemelerde bana göre en önemlilerinden biri reklam, pazarlama ve danışmanlık gibi giderler artık ortak gider sayılmayacak. Alışveriş merkezinin ortak gideri niteliğinde olmayan ve alışveriş merkezi maliki veya yönetimine ait giderler olduğu kabul edilen reklam, pazarlama ve danışmanlık gibi giderler için alışveriş merkezindeki işletmelerden bundan böyle bu amaçla para toplanamayacak.

Bu durum, bana kalırsa reklam pazarlama bütçelerinde düşüşe neden olacak. Ancak bu düzenlemeden işletme sahipleri memnun. Aslında o AVM’ nin bilinirliği ve marka değerini arttıran işlere harcanan bütçeler onlara dolaylı fayda sağlasa da esasen uzun vadede AVM sahibine getirisi daha fazla idi.

Diğer taraftan, alışveriş merkezi yönetiminin ortak gider paylaşımına ilişkin uygulamaları bağımsız denetime tabi kılındı. Ortak gider katılım payı hesaplama ve tahsilatları ile raporlamalarının mevzuata uygun olup olmadığının kontrol ve tespiti amacıyla alışveriş merkezi yönetimlerine bağımsız denetim yükümlülüğü getirildi. Bu çerçevede söz konusu uygulamalar yetkilendirilen bağımsız denetim kuruluşlarınca denetlenerek rapora bağlanacak ve alışveriş merkezindeki işletmelerin bilgisine sunulacak. Bağımsız denetim kuruluşlarınca hazırlanacak raporda yönetmeliğe aykırı tüm uygulamalar ayrıntılı şekilde belirtilecek. Böylece bakanlıkça yapılan denetimlerle birlikte alışveriş merkezlerinin ortak gelir ve giderlerine ilişkin çifte denetim yapılmış olacak. Bu hususlarda yaşanan mağduriyet ve mevzuata aykırılıkların önüne geçilmesi amaçlanıyor.

Bu düzenlemelerin, işletmeler ve mülk sahipleri arasında son zamanda artan hukuki anlaşmazlıklara bir son verip vermeyeceğini göreceğiz. Ancak tüketiciler için, boş zaman gezinti alanına dönüşen AVM ler ciro kaybına uğramış durumda. İşletmeler ve yatırımcılarının kazan kazan formülüne dönük bir işbirliğini tercih edecekleri anlaşılıyor.

Petrol akaryakıtta ucuzlamaya izin verecek mi?

Petrol akaryakıtta ucuzlamaya izin verecek mi?

Vatandaş pahalılıktan şikayetçi.

Ama…

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, ucuz olduğunu düşünüyor!

Ve düşen akaryakıt fiyatlarının niye manşet olmadığını sorguluyor.

Tüketici ise bir yıl öncesine göre 3 kat zamlanmış olan benzin ve mazotun ucuzluğu konusunda hemfikir değil.

Ve çok hızlı gelen fiyat değişimlerine ayak uydurmakta zorlanıyor. En ufak zam haberi uzun kuyrukları oluşturmaya yetiyor istasyonlarda.

Birkaç lira da olsa ucuz akaryakıt alımı yapabilmek bir ayrıcalık gibi görünüyor çünkü! Aslında uzun vadeye vurduğumuzda ciddi bir kar oluşabilir. Çünkü çok sık fiyat değişimi yaşanabilmekte.

Fiyatları bu kadar oynak hale getirense dolar ve ham petrol…

Dolar lira karşısında ciddi bir oynaklığın ardından nihayet biraz sakinleşti! Yaklaşık 3 haftadır 17,90 – 17,97 TL bandında hareket ediyor.

Ama bu süreçte petrol çok rahat durmadı. Ve bu kez de petroldeki oynaklığı seyretmek zorunda kaldık!

Aslında son bir yıldır hayli oynak ama genelde yukarı yönü seven bir petrol var.

Brent petrolün varili bir yıl içinde 65 dolarla 139 dolar aralığında hareket etti.

Son bir ayda ise 107 dolardan hayli oynak bir süreçle 91 dolara kadar düştüğüne şahit olduk brent petrolün.

Ve bu sayede mazotun 22 liraya kadar inmesi mümkün oldu zirve seviyelerden!

Dolayısıyla bundan sonra akaryakıtta ucuzluk olma ihtimalini sorgulamak için petrolün yönünü kestirebilmek şart. Tabi ki dolardaki gidişata da bakmalı.

Ama öncelik hareketli olan petrolde. Ve önce son düşüşün nedenlerine bakmakta fayda var.

Petrolün değeri arz ve talep yönündeki değişimle birlikte doların da değerine sıkı sıkıya bağlı.

Arz anlamında Rusya faktörü bu yıl savaş etkisiyle kendini fiyatları yükseltici yönde gösterdi! Talep tarafında ise ABD ve Çin başrolde.

Amerika tarafı değişken yanı ise talebi ve fiyatları dalgalandırıyor. Ama bu hafta Çin’deki yavaşlama da sahne aldı. Neticede 90 dolara doğru iniş yaşadık.

Her ne kadar Çin faiz indirse de yavaşlamayı kısa vadede geri çevirmesi zor!

Ancak ılımlı stabil bir büyüme yine de gündemde olacaktır.

Diğer tarafta ABD’deki resesyon daha hassas bir görünümde. Çünkü enflasyon duyarlılığı daha yüksek! Ve Amerikan Merkez Bankası Fed’in faiz politikası haliyle de doların görünümü bu ikilinin gidişatına bağlı.

Bu tablo itibarıyla son bir ayda yüzde 16 gerileyen petrol bir miktar daha inebilir talep tarafından duruma baktığımızda..

Hatta İran petrolünün bollaşma ihtimali nedeniyle arz tarafından da küçük bir destek söz konusu..

Ancak, Fed sıkı para politikasını çok ileri götürme potansiyeline sahip değil.. Dolayısıyla dolardaki değer kaybı önümüzdeki aylarda petrol fiyatlarını yukarı itecek bir imkan sunabilir.

Neticede teknik olarak 87 dolara doğru geri çekilme potansiyeli var. Ardından da varil fiyatın 82 dolara kadar inişi zor olmaz!

Tepki alımları ve talep artışına dair veri akışı ise düşüş hızını belirleyecektir.

Orta vadedeki beklentim ise Rusya barış ilan etmediği sürece yukarı yönlü hareketin gündemde kalması yönünde.

Yani 100 dolara doğru çıkış! Haliyle ucuz akaryakıt için bir opsiyon var. Ancak çok uzun vadeli görünmüyor. Ve doların lira karşısında da bu düzeyde kalması hayli zor.

Sözün özü; araçların depoları adına güzel günlerdeyiz. Ama bu günleri özleme riski yüksek!

Hoş geldin Mudanya Üniversitesi

Hoş geldin Mudanya Üniversitesi

Aslında bugün Mudanya Üniversitesi’nin tanıtımı amacıyla düzenlenen basın toplantısını yazan tüm meslektaşlarımın yazılarının bir köşesinde ‘uzun yıllardır tanıdığım Gıyasettin Bingöl…’ diye başlayan bir cümle geçecektir.

Çünkü Bursa kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim olan Bingöl, belki de en çok gazeteci tanıyan eğitimcidir. Bu dostlar kervanından geri kalmayı hiç istemem, üstelik gerçekten de Bursa Sınav Okullarının Kurucusu Gıyasettin Bingöl ile Sınav Koleji’nin açıldığı ilk yıllarda çalışan biri olarak bunu söylemeye hakkım da olduğunu düşünüyorum.

Bizler okulun düzenini oturtmaya çalışırken, Gıyasettin Bey; ‘sırada üniversite açmak var’ diyerek hedefini bundan 12 yıl önce, daha yüksek bir noktaya çoktan taşımıştı bile.

Sonunda hayaller gerçek oldu ve eğitim hayatına bu yıl başlayacak olan Mudanya Üniversitesi tıpkı Sınav Koleji’nin ilk açıldığı yıl olduğu gibi, öğrencilerden büyük ilgi gördü.

YKS yerleştirme sonuçlarına göre üniversitenin lisans programlarından Endüstri Mühendisliği, Psikoloji ve Hemşirelik bölümlerinde, Meslek Yüksek Okulu bünyesinde ise İlk ve Acil Yardım, Tıbbi Görüntüleme Teknikleri, Fizyoterapi ve Anestezi programlarında kontenjanlar yüzde 100 oranında doldu.

Mudanya Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Gıyasettin Bingöl haklı bir gurur yaşıyor.

Bingöl’ün bakış açısını kendisiyle çalıştığım dönemden gayet iyi biliyorum. Bir eğitim kurumunun yapısal donatılarının eksiksiz olmasına büyük özen gösterir ve imkanları tam olmayan kurumlarda öğrencilerin de öğretmenlerin de konsantrasyon zorluğu çekeceğine inanır. Yine aynı bakış açısıyla inşa edilen Mudanya Üniversitesi çok özenilerek tasarlanmış ve inşa edilmiş bir binaya sahip.

Binanın projesini de Bursa kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim olan Necati Şahin üstlenmiş. Şahin’in konuşması sırasında sarf ettiği; “Arsa ve yapı maliyeti olarak bakıldığında 600 milyon liralık bir yatırımdan bahsediyoruz. Kar beklentisi olmayan bir kurum için çok büyük bir yatırımdır!” sözleri bence dikkat çekiciydi.

Üniversite ile ilgili ‘bazı bölümlere belediyeler tarafından ceza kesilmiş’ iddiaları da bu açıklama esnasında aydınlandı. Konuyla ilgili sorulan sorulara yanıt veren Bingöl;

Bina projesinin üniversite projesine dönüştürülmesi için bir tadilat projesi yapıldı. Bu değişiklik Mudanya Belediyesi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından onaylandı. Konuyla ilgili CİMER’e şikayetler gittiğini dair iddialar üzerine belediye kurumumuza cezai işlem uygulamış. İtirazımızı yaptık ve ceza uygulaması iptal edildi. Konu bundan ibarettir. Üniversite binamızda genişleme ve yükselme asla yapılmamıştır. Tek bir ağaç kesilmemiştir, hatta burada bulunan üzümleri bile oldukları yerlerden söküp videolarını çekerek kendi çiftliğime ektim” dedi.

Projenin mimar ve müteahhitleri ormanlık araziye zarar verilemeden, ağaçların üzerine çıkılmadan bir bina yapmanın mutluluğunu taşıdıklarını ziyaretimiz sırasında sıklıkla dile getirdiler.

Ben derim ki, mesele bu şekliyle aydınlığa kavuştuğuna göre, bundan sonra Mudanya Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Atilla Eriş’in söylediklerine kulak verelim. Zira kendisi işin tam teşekküllü bir bina yapmaktan ibaret olmadığının son derece farkında bir akademisyen.

Bir kurumun üniversite olabilmesi için bundan sonrasında yürümesi gereken yol, kaliteden ödün vermeden kadrosunu genişletmek, bilimsel araştırmalara ve akademik çalışmalara ağırlık vermektir. Mesele sadece bina değildir. Üzülerek söylüyorum ki, üniversitelerde bu durum çok ihmal edilmiştir!” diyor Eriş.

Hani şu, zaman zaman dile getirdiğimiz, bir profesörü dahi olmayan üniversitelerden dem vuruyor anladığım kadarıyla.

Mudanya Üniversitesi yola tam 16 profesörle çıktığına göre zaten böyle kurumlar ile adı anılmayacaktır. Ancak akademik gelişime de hassasiyetle özen gösterilmesi bundan sonraki hedef olmalıdır.

Gıyasettin Bingöl’ün, Mudanya Üniversitesi’ne ilişkin, “Bu benim son projem. Neyim varsa Mudanya Üniversitesi’ne vakfettim” sözlerini de ‘üniversiteyi kurup bir köşeye çekilecek’ biçiminde yorumlamamak lazım.

Çünkü bundan sonraki hedef üniversiteye bir tıp fakültesi kazandırmak ve üniversitenin yabancı öğrenci sayısını arttırmak.

Yani, Gıyasettin Bingöl hep bildiğiniz gibi yepyeni bir hedefe gözlerini çoktan dikmiş…

Bursa’ya hoş geldin Mudanya Üniversitesi…

Konut almak için uygun zaman mı?

Konut almak için uygun zaman mı?

Lokomotif sektörde ilginç bir tablo oluştu.

İnşaat sektörü yüksek maliyet artışlarıyla boğuşma gayretinde… Öngörü yaparak yeni projelere başlama cesareti gösteren pek kalmadı gibi.

Yeni proje için öngörü işini zorlaştıran sadece alınacak malzemenin birkaç hafta sonraki fiyatının belirsiz olması değil!

Maliyetlerin tam olarak ne zaman fiyatlara yansıtabileceklerini de bilmiyor sektör temsilcileri.

Belirsizliğin dayattığı bu baskı yapı ruhsat izinlerinde kendini net biçimde kendini göstermekte.

Maliyetlerin haliyle de fiyatların roket hızıyla arttığı bir ortamda konut satışlarının ciddi bir artış sergilemesi çok da beklenen bir durum değil aslında.

Yüksek enflasyon sonucu aşırı düşen alım gücüne karşın kredi faizlerinin düşme eğiliminde olmaması da konut piyasası için handikap oluşturuyor üstelik!

Ancak, yılın ilk yarısında yani temmuza kadar olan süreçte konut satışları pek de duruldu diyemeyiz. İlk 6 aydaki satış artışı yüzde 31,4 seviyesinde gerçekleşti.

Oysa ki fiyatlarda ortalama yüzde 160 civarı bir artış kaydedilmişti son bir yılda.

Yani bir talep artışının olduğu aşikar!

En temel nedeni ise fiyatların daha da artacağı endişesiyle talebin büyük oranda öne çekilmesiydi. Enflasyona karşı vatandaşı koruyan başkaca bir enstruman da olmayınca özellikle yatırım amaçlı alımlar talebi canlı tuttu.

Ancak!

TÜİK tarafından taze açıklanan temmuz ayı verileri konut piyasasındaki daralmayı karşımıza çıkardı.

Aslında uzun bayram tatilinin satışları etkilemesi normal.

Ama 2021’in temmuz ayında da bayram tatili vardı. Ve bu dönemle yaptığımız karşılaştırmada Türkiye genelinde konut satışları yüzde 12,9 azalarak 93 bin 902’e indiğini görüyoruz!

Yani dikkate değer bir baz etkisinin olmadığı dönemde kayda değer bir düşüş var konut satışlarında.

Temmuz ayları itibarıyla düşüşün lokomotifini yüzde 14,3 azalışla ipotek dışı satış türlerinin oluşturması da dikkat çekici! Yatırım amaçlı talebin eski tadında olmadığına dair işaret olarak yorumlanabilir çünkü bu veri.

Konut tarafında bir yavaşlama olduğu kesin neticede…

Gidişatın Bursa adına söylediklerine de kısaca göz attıktan sonra bu trendin kalıcı olup olmadığına bakalım.

Bursa’nın temmuz ayı konut pazarı karnesi şöyle. Satılan konut adedi 3 bin 538 ile bu yılın aylık bazda en düşük seviyesine denk geliyor!

Bu rakam hem 2021’in Temmuz ayına göre hem de geçen aya göre düşüş anlamı taşımakta.

Geçen yıla göre yüzde 7,3 oranında bir daralma var Bursa konut piyasasında.

Daralmanın Türkiye geneline göre daha düşük oranda kalması dikkat çekici! Çünkü şimdiye kadar genelde tersi olmaktaydı. Temmuzda ise ülke ortalamasının 5,6 puan altında kalan bir daralma söz konusu Bursa konut piyasası adına.

Yani biraz daha stabil görünüyor. Artışta da azalışta da ülke geneline göre daha az esnek satışlar.

Peki bu düşüş trendi kalıcı mı? Eğer talep azalmaya devam ederse konut fiyatları da düşer mi? Kısacası sabredene ucuz konut şansı doğar mı?

Hem ülke ekonomisindeki genel trendler hem de sektörel gelişmeler temmuz ayı rakamının geçici bir mola olduğunu gösteriyor!

Eski hızlardaki artışın görülmesi ihtimali biraz zayıfladı. Ama sürgit bir düşüş trendine dair işaret de yok konut satışları adına.

Çünkü…

Konut maliyetlerindeki artış henüz fiyatlara yansımadı. Ve bir miktar maliyet artışı daha gündemde olacaktır önümüzdeki aylarda.

Düşen alım gücü ve nispeten yüksek kredi maliyetleri çok ciddi bir engel konumunda. Keza yüksek fiyatlar da!

Ama fiyatların gideceği bir marj var. Ve konut hala en karlı yatırım aracı konumunda.

Arz düşük seyrederken maliyetler artarken talebin düşmesi fiyatlar üzerinde çok fazla etki yapmaz. Sadece geçici ve düşük oranlı geri çekilmeler olabilir!

Sözün özü; ihtiyacı ve imkanı olan çok beklemesin ucuza konut.

Ucuz konut meselesi uzun vadeli bambaşka bir mesele.

17 Ağustos’un ders vermesi gereken acılarını anarken kenstel dönüşümün ne kadar ıskalandığı düşünülürse ucuz konuta umut bağlamanın hiç de kolay olmadığı anlaşılır!

Google demokrasisi

Google demokrasisi

Google ilk arama motoru değildi internette. Yaygınlaşıp gelişmeye başladığında, yaşamı biçimlendirmeye aday olduğunu bilmiyorduk. Bugün artık her gün YouTube’da ortalama 21 dakika 47 saniye, Google‘da 11 dakika 4 saniye, Twitter‘da ise 10 dakika 40 saniye geçiriyoruz. En fazla ziyaretçi sayısına sahip web siteleri arasında Google geliyor. Takip eden sosyal medya kanalları içinde YouTube, Facebook, Wikipedia ve Twitter ise öne çıkıyor. İlk web sitesinin kullanıma açılmasından bu yana otuz bir yıl geçmiş. Günümüzde 2 milyara yakın web sitesi bulunuyor. Haziran 2022 verilerine göre ise en fazla ziyaret edilen web siteleri arasında ilk sırada 47,8 milyar ziyaretçi ile Google yer alıyor.

Doğal olarak online yaşam platformlarında da sert bir rekabet ve hızlı değişimler yaşanıyor. Bu değişim kendini yıl ve yıl gösteriyor. 2001 yılında en popüler web siteleri listesinde MSN, Yahoo ve eBay öne çıkarken, 2007 yılında ise Yahoo, GMSN, Myspace, AOL gibi siteler daha popüler hale gelmiş. Zaman içerisinde bu platformların da aralarında yer aldığı birçok site popülerliğini kaybetmiş. 2012 yılından itibaren en popüler web siteleri arasında ilk 3 sırayı Google, Facebook ve YouTube oluşturmaya devam ediyor.

Türkiye’de sosyal medya kullanıcıları toplam nüfusun yüzde 80,8’ini oluşturuyor. Genç nüfusu ile ülkemiz sosyal medya platformlarında dünyada birçok ülkenin önünde yer alıyor.

Seçimler yaklaşırken, bu alandaki rekabet ve bu platformlar üzerinden sürdürülen siyasi manipülasyon daha da önem kazanıyor. Hatırlanacağı gibi Donald Trump’ın kazandığı ABD seçimlerine Rusya’nın Facebook üzerinden müdahil olduğuna dair çeşitli spekülasyon ve tartışmalar dava konusu bile olmuştu.

Facebook, Rusya merkezli operasyonlar kapsamında Amerikan siyasetiyle ilgili olarak gönderilen 800 bin mesajın 126 milyon Amerikalı’ya ulaştığını açıklamıştı

2016 yılında düzenlenen Amerikan başkanlık seçimleri kapsamında gönderilen mesajların içeriği daha çok sosyal ve politik açıdan ayrıştırıcı mesajlardı.

Facebook bu rakamları, açılan soruşturma kapsamında Senato’ya Twitter ve Google ile beraber vereceği ifade öncesinde yazılı olarak açıklamıştı.

Amerikan Kongresi tarafından yürütülen soruşturmada, 2016 yılında ABD’de düzenlenen başkanlık seçimlerine Rusya’nın müdahale edip etmediği ve ABD Başkanı Donald Trump’ın kampanya ekibinin direkt olarak Rusya bağlantılarının olup olmadığı araştırması günümüzde de tartışılmaya açık.

İşte bu yüzden, demokrasinin yalnızca sandık sonuçlarına indirgenmesi olabilecek en kötü yönetim modelidir. Google demokrasisinin siyasi ve sosyal hayatta yeni bir iklim yarattığı gerçeğini kabul etmemiz gerek artık.

Sivil toplum örgütleri, medya ve demokratik kurumları güvence altında bir anayasal rejimden demokrasi olarak söz edilebilir.

 

Deprem İstanbul’a mı yakın Bursa’ya mı? 

Deprem İstanbul’a mı yakın Bursa’ya mı? 

17 Ağustos depreminin yıl dönümünde Norm Haber stüdyolarında hazırlayıp sunduğumuz Ortak Akıl’ın konuğu Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er oldu.

Yazımın başında en çok merak edilen bilgiyi de hemen paylaşayım sizlerle. Şehrimizi etkileyen üç ana fay hattının 7 ila 7.6 büyüklüğünde depremler yaratma potansiyeli çok yüksek ve özellikle Marmara Denizi içinden, Mudanya kıyılarına teğet geçen fay hattı ile 1855 yılında yaşanan ‘Küçük kıyamet’ diye adlandırılan şehrin üç merkez ilçesinin altından geçen fay hattının her an harekete geçmesi bekleniyor.

Kısacası, Bursa için 7 ila 7.6 büyüklüğünde bir deprem kapıda!

Depremle ilgili bir konu gündeme geldiğinde sürekli konuştuğumuz; ‘İstanbul depremi’ kavramı burada biraz boşa düşüyor. Zira İstanbul’u etkileyen bir tane fay hattı varken Bursa’yı etkileyen üç tane fay hattı var, üstelik Bursa’nın İstanbul’da yaşanacak olası bir depremden de büyük ölçüde etkilenmesi bekleniyor!

Buraya kadar çizdiğim tablo hayli karanlık değil mi?

Şimdi sıkı durun, çünkü bundan sonra anlatacaklarım daha da karanlık, üstelik sizin gayet iyi bildiğiniz bir karanlığa ait bu resim.

Sohbetimiz esnasında Bursa ve ilçelerinin depremden etkilenme olasılıkları üzerine değerlendirmelerde bulunan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er;

Bursa’nın yüzde 50’sinden fazlasının hiç mühendis hizmeti almadığını mühendislik kontrollerinin doğru dürüst yapılmadığını biliyoruz. Bu noktada Osmangazi, Yıldırım ya da Nilüfer fark etmez, eğer yaşadığınız konut doğal afetlere hazırlık açısından gerekli tedbirler alınarak inşa edilmediyse risk altındasınız demektir. Yeterli mühendislik hizmetlerini alıp gerekli denetimlerden başarıyla geçmiş bir konutta oturuyorsanız korkmanıza gerek yok” diyerek anlattı şehrimizin içinde bulunduğu durumu.

Şöyle bir düşündüğümde, özellikle Osmangazi ve Yıldırım ilçelerindeki bitişik nizam yapıların kaçının bu hizmetlerden yararlandığını kestirmek pek de zor değil!

Deprem gibi büyük can ve mal kayıplarına neden olan bir afetin şiddeti hakkında tahminlerde bulunmaya çalışmak dışında alınması gereken tedbirlere odaklanmak çok daha faydalı olacak gibi görünüyor.

23 yıldır bir türlü beceremediğimiz bütüncül şehir planlarına ihtiyacımız var bu noktada.

Özellikle haritalarla yerleri net olarak belirlenmiş olan fay hatları üzerindeki yapılaşmaların kaldırılmasından başlanmak üzere tüm şehrin bir bütün olarak ele alındığı planlardan bahsediyorum. Yapıların denetimlerinin doğru biçimde yapıldığı ve depreme dayanıklılık konusunda tüm tedbirlerin alındığı bir plandan!

Büyük bir kentsel dönüşüm hamlesi gerekiyor bunun için farkındayım. Hatta ilginçtir ki, ranta bakılmaksızın yapılması gereken bir kentsel dönüşüm bahsettiğim.

Bu durumda böyle bir riski hangi belediye almak ister, hangi vatandaş bu taşın altına elini koyar kestirmek zor.

17 Ağustos depremini yaşamış, depremin en yoğun hissedildiği bölgelerde muhabir olarak günlerce kalmış biri olarak şunu söyleyebilirim ki sevgili okur; gerekli tedbirleri almazsak, ne zaman nerede karşılaşacağımızı bilmediğimiz bir deprem, en fazla bir dakika içinde bütün hayatınızı alt üste edebilir.

Çünkü emin olun bu gözler, beşinci katta oturduğunu söyleyen insanların yarı bodrum bir daireden çıkar gibi yerin üstüne çıktığını gördü. Beşinci katın altında yaşayanların nelere maruz kaldığını anlatmaya gerek yok sanırım.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’in değindiği önemli bir konunun daha altını çizmek lazım. Kendi içinde bağımsız olan OSB’lerin de depreme hazırlıklı olmak adına yapı denetimlerini yaptırmaları ve depreme karşı yürütülecek toplumsal çabaya katılmaları şart.

Çünkü az önce de belirttiğim gibi ne zaman, nerede yaşayacağımızı bilemediğimiz bir doğal afet deprem.

Yazının bütününe bakarsak, elimizde 7-7.6 büyüklüğünde deprem üretme potansiyeli olan ve her an harekete geçmeye hazır üç ana fay hattı ve yüzde 50’den fazlası gerekli mühendislik hizmetlerini almamış yapı stoku var.

Endişeli miyim?

Evet!

Deprem gerçeğini unutmayalım!

Kimsenin sallamadığı kredi notu ve riskler

Kimsenin sallamadığı kredi notu ve riskler

Ekonomide ilginç gelişmeler yaşanıyor.

Hem Türkiye hem de dünya genelinde…

Bireysel olarak herkes farklı düzeylerde ekonomik gidişatı hissediyor. Firmalar da çeşitli etkilerle gidişata dair ilginç deneyimler yaşamakta.

Vatandaş bireysel bütçesini denk getirmek için en ileri matematik formüllerini öğreniyor!

Şirket yöneticileri ise birkaç gün de olsa sonrayı görebilmek için adeta falcılık yapmak durumunda kalıyor. Mevcut bilançoların nasıl bir tablo içerdiği bile tam anlaşılmazken gelecek öngörüsü yapmak neredeyse imkansız hale geliyor.

Özetle mikro düzeyde alışık olmadığımız manzaralar sahne almakta!

Makro düzeyde ise başka bir dünya var.

Yani büyüme, cari denge, bütçe dengesi, kamu borçları, dış ticaret, enflasyon gibi temel göstergelerde ilginç manzaralar görülüyor.

Bu manzaraları kendince değerlendiren kuruluşların verdiği ilginç karne notları da var. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları ekonomi adına yaptıkları değerlendirmeler sonucunda bir kredi notu karnesi açıklamakta.

Yakın yıllara kadar karne günleri ekonomi ve tabii ki piyasalar adına çok olağanüstü zamanlardı! Not açıklamasının doğrudan ve dolaylı çeşitli yankıları olurdu.

Yatırım araçları üzerine de etkileri olması doğaldı.

Ama neredeyse artık bu not işini sallayan kalmadı!

Mesela…

Çok kısa süre önce Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “B2″den “B3″e düşürdü, not görünümünü “negatif”ten “durağan”a çevirdi.

Yani yüksek spekülatif alanın en dip notu verildi bize. Yatırım açısından “çöp tahvil” diye anılan bölgenin de hemen üstünde bir yerde artık kredi notumuz. Bir alta indiğimizde bir daha yukarı çıkmak imkansıza yakın. Temerrüde düşmüş olma anlamını taşıyor çünkü!

Haliyle ilginçtir ki iç piyasada kimsenin umurunda olmadı bu gelişme!

Üstelik Moody’s, Türkiye ekonomisine ilişkin takvim dışı değerlendirme ile not ilan etmişti.

Yani yatırımcıları uyarmak için ekstra bir özen göstermişti. Yani Türkiye’ye yatırımın riskleri konusunda bir nevi uyarı geldi vakitsiz!

Bir de korku filmi tadında öngörüleri açıkladı.

Cari açık baskısının enerji fiyatları nedeniyle daha fazla risk oluşturduğu uyarısı geldi.

Küresel pazarların negatife döndüğü ve sonuçta ülke ekonomisinin bu yıl yüzde 4,5, gelecek yıl ise yüzde 2 büyümesinin beklendiğini açıkladı Moody’s uzmanları.

Ama bu uyarıcı ve karanlık tabloya rağmen ne dolar zıpladı ne de borsa düştü!

En temel nedeni zaten malumun ilanı idi. Tek bilinmeyen zamanlaması idi.

Ve uzun zamandır ülkemize yabancı sermeye girişinin olmaması piyasalar üzerindeki etkiyi doğal olarak sınırladı.

Ekonomik açıdan piyasalarımıza gelen giden yabancı olmayınca kredi notunun da bir önemi kalmıyor! Yerlinin de dolara yönelmemesi için kur korumalı enstrumanları kullanıyoruz.

Dolayısıyla makro sorunlar ve riskler çok da hesaplarda dikkate alınır halde değil.

Zamanlama ve yöntem açısından aşırı talihsiz bir başlangıca imza atmış olan yeni ekonomik modeli uygulamaya çalışırken yüksek küresel enflasyon ve durgunluk riski altında aslında yine de halimize şükretmek gerekiyor.

Çünkü…

Dünya ekonomisinin yavaşlama sinyalleri giderek kuvvetleniyor!

Gözler ABD ve Avrupa’ya çevrilmişken Çin’den gelen haberler durgunluğu pekiştirir cinstendi.

İkinci büyük ekonomi Çin, bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 2,6 oranında daraldı. Yılın üçüncü çeyreğine ait ilk verilerin de pek umut verici değil.

Ve neticede bütün dünya enflasyon belasına karşı faiz artırırken Çin Merkez Bankası, kredi faizini 10 baz puan düşürdü.

Büyüme meselesinin giderek önemseneceği bir döneme girdiğimizin net bir kanıtı bu!

İhracat yönüyle bizi zorlayacak bir tablo oluşuyor. Enflasyon da durulacak gibi değil.

Bütçenin temmuzda 64 milyar TL açıkla son 4 ayın zirvesine tırmanması madalyonun bir başka yüzü. Özellikle de doları tutabilmek için bir nevi fakirden alıp zengine verme işlevi gören kur korumalı mevduatın yükü de 60 milyar TL bulmuş ve artarken!

Ama ekonomiyi fazlaca yavaşlatmayı öngören bir yaklaşım yok.

Neticede biraz hız kessek de büyümeye, yüksek enflasyon ve cari açığa devam diyoruz!

 

Saadet Partili kadınlar umutlu

Saadet Partili kadınlar umutlu

Gazeteciliğin sahne sanatlarına çok benzeyen bir öyküsü var. Bir kez bu işi yapmaya başlayan, yeni basılmış gazetenin kokusuna, mikrofonun ve kameranın büyüsüne bir kez kapılan, kolay kolay vazgeçemiyor yaptığı işten.

Zaman zaman küçük bir mola ile beyin hücrelerimizi dinlendirmek istesek de aklımız hep ülkenin ve şehrin gündeminde oluyor.

Köşemden uzak geçirdiğim bir haftada Bursa’da çok şey oldu. Gerçi bizim kaderimiz bu, Avrupa ülkelerinin bir yıllık gündemini bir haftaya sığdırmak…

Şimdi kaldığımız yerden toparlayarak devam edeceğiz neler olduğunu, neler olması gerektiğini yazmaya.

AK Parti’nin sahaya iniş hamlesinden sonra Milli Görüşün temsilcisi Saadet Partisi’nden de bu yönde bir atak geldi. Bir süredir sahada etkin çalışmaya başlayan teşkilatlar, Genel Başkan Temel Karamollaoğlu’nun Bursa programlarına katılmasıyla birlikte daha da hareketlendi.

14 Ağustos Pazar günü gerçekleşen ‘Geleneksel Milli Görüş Buluşması’na yaklaşık 3 bin katılımcının gelmesi bekleniyordu. Katılım kaç kişi oldu dersiniz?

Yaklaşık 6 bin kişi!

Doğrusunu söylemek gerekirse Saadet Partilileri hem şaşırtan hem de sevindiren bir sonuç bu.

Temel Karamollaoğlu’nun Pazar günkü programlarına katılamadım, ancak Pazartesi günkü Kozahan ziyareti ve Kapalıçarşı esnaf buluşmasını kaçırmak istemedim.

Hava muhalefetine rağmen sabahın erken saatlerinde programını aksatmadan gerçekleştirmek için harekete geçen Karamollaoğlu ve beraberindekilerin esnaftan aldığı aksiyon, parti açısından motive ediciydi.

Beni en çok ilgilendiren ise Saadet Partisi Kadın Kollarının yaptıkları saha çalışmalarında aldıkları geri bildirimler oldu. Bu noktada her zaman dile getirdiğim şeyi bir kez daha dile getirmekte sakınca görmüyorum; ‘Önümüzdeki seçimleri; kadınları en çok çalışan, en çok seçmene ulaşan, en çok seçmeni etkilemeyi başaran parti kazanacak

CHP’li kadınların işin bu kısmında sıkıntı yaşadıklarını, özellikle evde duran kadına ulaşmakta zorlandıklarını biliyorum. Evinin kapıları ardından yaşam mücadelesi veren kadınlara ulaşmak için İYİ Partili kadınlar özel bir program yürütüyorlar ve sahadan aldıkları geri bildirimler hayli olumlu. Muhafazakar kadına ulaşmakta ise en başarılı olacağını düşündüğüm siyasi parti Saadet Partisi.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile görüşme fırsatı yakalamak için beklediğim süreçte partili kadınlarla uzun sohbet imkanı da buldum. Kadın Kolları Başkanı Hatice Ataş ve yardımcıları tarafından bol sohbet ve tavşankanı çayla ağırlandığım bu zaman diliminde önemli konulara temas ettik.

Konu başlıklarını sizlerle de paylaşmak isterim;

Öncelikli olarak kadınlar artık ötekileştirme politikasından sıyrılıp daha yaşanabilir bir ülke için ortak paydada buluşmayı daha çok istiyorlar.

Yaşanan sorunların farkında olan ve bu sorunların içinde yaşayan kadınların en büyük endişesi, siyasi bakış açılarını değiştirdikleri takdirde eşlerinin, çocuklarının ya da kendilerinin işlerinden olma ihtimali.

Özellikle ev kadınları bu noktada iki ileri bir geri ilerliyor olsa da bıçağın kemiğe dayandığı pek çok örnek var ve bu durum değişim için tetikleyici bir rol üstleniyor.

Saadet Partili kadınlar; “Her seçimde ‘bu kez bir değişim olacak’ diye umutlanıyoruz, ancak bu kez umudumuz çok daha fazla. Biz kadınlarımıza daha adil bir dünyanın mümkün olduğunu, derdimizin önce ülkemizde sonra tüm dünyada hiçbir çocuğun yatağa aç girmemesi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz!” diyorlar.

Sohbet güzel, umutlar keskinken ayrılıyorum Saadet Partisi’nden. Tek sorun Genel Başkan Temel Karamollaoğlu ile görüşüp, sorularımı soramamış olmam. Genel Başkanın program yoğunluğu nedeniyle yapamıyoruz görüşmemizi.

Neyse, başka bahara kısmet…

Geleceğin edebiyatçıları

Geleceğin edebiyatçıları

Bursa Büyükşehir Belediyesi, edebiyata ve yazıya meraklı olanların ilgisini çekecek bir etkinliğe hazırlanıyor.

Eleştirel okumayı öğrenmek isteyenlerin, yazı yazma kabiliyetini geliştirme amaçlı bir yazı kampı. Duyurusu ise Geleceğin Edebiyatçıları bu kamptan çıkacak başlığı ile yapıldı.

Bu kamptan “Geleceğin Edebiyatçıları” çıkar mı bilmem ama bu tür girişimlerden çok şey çıkar!

‘Bursa Edebiyat ve Yazı Kampı’nın eleştirel okumayı öğrenmek, yazı yazma kabiliyetini geliştirmek ve edebiyat ile düşünce dünyasını zenginleştirmek isteyenlere yönelik planlanan bir kamp olduğunun altı çiziliyor. Üstelik lise yıllarımda benimde çok kez gittiğim ve çok keyifli bir yer olan Karacaali Gençlik Kampı’nda yapılacakmış bu kamp. Kampın katılımcıları ise okudukları kitapla ilgili duygu ve düşüncelerini içeren bilgilendirme yazılarını yolladıkları seçici kurul tarafından belirlenecekmiş.

Seçici kurullar beni hep endişeye sürükler.

Edebiyat her şeyden önce bir farkında olma ve yorumlama yöntemidir. Sadece bunu başaran şiirler, hikâyeler ve masallar geleceğe taşınır. Edebiyat kalıplara renklere fikirlere dogmalara sığmaz. Sığdırılmaya çalışıldığında dokusunu rengini heyecanını kaybeder.

Seçilecek edebiyat meraklıları için tek ölçütün, Bursa’yı gerçeğe anlatabilecekleri bir heyecan olmalı diye düşünüyorum.

Çünkü Bursa geçmişten günümüze hikâyeleri romanları şiirleri tam olarak yazılmamış bir şehirdir. Edebiyat, bu dünyada yaşanan her şeyin insana dair olduğu gerçeğinden hareket ederek yalnızca özgürleşmiş bir dil ile kendi yatağında geleceğe akar.

Kadim Bursa’mızın roman ve şiirlerle gelecek yüzyıllarda da heyecan yaratmasının en güçlü yolu edebiyattır şüphesiz.

Bu gün Bursa’yı geçmişten günümüze tanıtacak en güzel sözler; ne büyük hizmetler yapmış valilerine, ne gelmiş geçmiş belediye başkanlarına,  ne de servetlerine servet katmak için bu şehrin dağını ovasını yatırım alanı gören anlı şanlı işadamlarına aittir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’a aittir.

“ Bu şehirde muayyen bir çağa ait olma keyfiyeti o kadar kuvvetlidir ki insan ‘Bursa da ikinci bir zaman daha vardır’ diye düşünebilir.

Yaşadığımız, gülüp eğlendiğimiz, çalıştığımız, seviştiğimiz zamanın yanı başında, ondan çok daha başka çok daha derin, takvimle, saatle alakası olmayan; sanatın, ihtirasla, imanla yaşanmış hayatın ve tarihin bu şehrin havasında ve ebedi bir mevsim gibi ayarladığı velut (doğurgan) ve yekpare bir zaman”  diyerek anlatır Bursa’yı Ahmet Hamdi Tanpınar.

 

Kamp süresince; Abdülhak Şinasi Hisar’ın ‘Fahim Bey ve Biz’, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’, Attila İlhan’ın ‘Hangi Batı’, Cemil Meriç’in ‘Bu Ülke’, Hüseyin Nihal Atsız’ın ‘Ruh Adam’, Refik Halid Karay’ın ‘Memleket Hikâyeleri’, Yahya Kemâl Beyatlı’nın ‘Kendi Gök Kubbemiz’ adlı eserleri de konuşulacak.

 

En ucuz ekmeği kim yiyor?

En ucuz ekmeği kim yiyor?

Geçen hafta içinde Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin önemli şirketlerinden BESAŞ ile ilgili bir yazı kaleme almıştık.

Yazımızın ardından bazı okuyucularımız BESAŞ’ın ekmek fiyatlarının yüksek olduğuna dair eleştiride bulundu.

Bunun üzerine BESAŞ Genel Müdürü Hakkı Gülşen aradım, diğer büyükşehirlerdeki ekmek fiyatlarını istedim. Bize fiyat listeleri gönderdi.

Ardından da şunları söyledi:

“Göndermiş olduğum fiyat listesine bakarak en ucuz ekmeğin Bursa’da olduğunu göreceksiniz. Biz fiyatları belirlerken Başkanımız Alinur Aktaş’ın talimatları ile hemşerilerimize en ucuz ekmeği nasıl yediririz mantığı ile hareket ediyoruz. Bugün Bursalıların sofralarına ekmeği en düşük fiyatlardan ulaştırmak için Başkanımız Alinur Aktaş daha önce yazdığınız gibi şehir dışından da depo tutmuş bulunuyor. Biz vatandaşımızın tek karı sağlığı ile minimum fiyatla kar amacı gütmeden Başkanımız Alinur Aktaş’ın talimatları ile ürünlerimizi hemşerilerimizin sofrasına ulaştırmaya gayret etmeye devam edeceğiz.”

Şimdi Hakkı Gülşen’in gönderdiği (13.08.2022 tarihi itibari ile) Eskişehir, Ankara, İzmir, İstanbul ve Bursa’daki ekmek fiyatlarını mukayese edelim.

Ya da diğer ifade bu 5 ilde en ucuz ekmeği kim yiyor?

Normal ekmek olarak değerlendirdiğimizde İstanbul Halk Ekmek 250 gr ekmeği 3 TL’den, Ankara Halk Ekmek de 250 gr 3 TL’den satarken, Eskişehir Halk Ekmek 200 gr ekmeği 2,5 TL, İzmir Halk Ekmek ise 210 gr ekmeği 3 TL’den halka ulaştırıyor.

Bursa’da ise BESAŞ’ın ürettiği 400 gr. ekmek 4.00 TL.

Kilogram fiyatları olarak hesapladığımızda İstanbul ve Ankara Halk Ekmeğin fiyat 12.00 TL Eskişehir Halk Ekmek 12.50 TL İzmir Halk Ekmek ise 14.29 TL, Bursa’da ise 10 TL’ye geliyor.

Yani en ucuzu Bursa…

Çeşit ekmek olarak değerlendirdiğimizde ise

Tam Buğday ekmek İstanbul Halk Ekmek’te kilogram fiyatı 35.00 TL, Ankara Halk Ekmek’te 24.00 TL Bursa’da ise 18,75 TL…

Diğer bir ifade ile tam buğdayda İstanbul Halk Ekmek Bursa’dan yüzde 85 pahalı Ankara ise yüzde 28 civarında daha pahalı.

Bu durum çavdar ekmeğinde İstanbul Halk Ekmek’te yüzde yüze çıkıyor BESAŞ 17,50 kuruşa kilogramı satarken İstanbul Halk Ekmek ise 35 TL’ye Ankara Halk Ekmek ise 28,75 TL’ye satıyor.

Tam tahıllı ekmek BESAŞ’ta kilogram fiyatı 22,86 TL’ye satılırken İstanbul Halk Ekmek ise 34,00 TL. Ankara Halk Ekmek’te üretimi yok.

Yulaflı ekmek fiyatı BESAŞ’ta kilosu 22,86 TL’ye satılırken Ankara’da fiyatı 28,75 TL’de satılıyor. İstanbul Halk Ekmek’te ise üretimi yok.

Kısaca her halükarda BESAŞ’ın ekmek fiyatları diğer büyük illerden oldukça ucuz…

O açıdan özellikle muhalefet partilerine diyeceğimiz o ki Başkan Alinur Aktaş’ı bu konuda eleştirirken kendi belediyelerine bakıp vicdan terazilerini bir yere bırakmasınlar.

Laf olsun diye eleştiri yapmak doğru bir şey değil.

KISA BİR MOLA…

Yoğun geçen dönemin ardından bizlerin de dinlenmeye ihtiyacı olduğu bir gerçek yaz bitmeden çok kısa da olsa soluklanma adına sizlerden müsaade istiyorum.

Önümüzdeki hafta buluşmak üzere hoşça ve dostça kalın.

Bursa İl Sağlık Müdürü Yavuzyılmaz İzmir’e mi gidiyor?

Bursa İl Sağlık Müdürü Yavuzyılmaz İzmir’e mi gidiyor?

Özellikle son zamanlarda bürokraside bir hareketlilik var.

Bu hareketlilikten en fazla etkilenen kesim üst düzey bürokratlar.

Bu bağlamda Bursa da zaman zaman bu hareketlilikten etkileniyor.

Birkaç gün önce kaymakam ve vali yardımcılarında bir değişiklik yaşandı.

Yine bu değişikliklere ilave noktasında, kulağımıza gelen bilgilere göre, yakın bir tarihte Bursa’da sağlık alanında bir değişim yaşanacak gibi gözüküyor.

Özellikle pandemi döneminde Bursa’ya tayin olan, yapmış olduğu başarılı çalışmalarla da dikkat çeken isimlerden biri İl Sağlık Müdürü Fevzi Yavuzyılmaz.

Önceki gün sağlık personelleri ile ilgili haber yapan bir internet sitesinde çıkan habere göre, Yavuzyılmaz’ın İzmir İl Sağlık Müdürü olarak atanması gündemde.

İzmir İl Sağlık Müdürü olarak görev yapan Dr. Mehmet Burak Öztop’un bakanlık bünyesinde Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü olarak atanması gerçekleşirse bu haber değer bulacak.

Öztop’un bu göreve atanması durumunda yerine geçecek isimler arasında ilk sırada adı geçen bürokrat Dr. Fevzi Yavuzyılmaz.

Bizim asıl merak ettiğimiz ise Yavuzyılmaz’ın atanması durumunda yerine kimin geleceği.

Kulislerde geçen ilk isim Muş’ta yapmış olduğu başarılı çalışmalarla dikkat çeken Muş İl Sağlık Müdürü Serdar Türkoğlu.

Türkoğlu ve ailesi uzun yıllardır Bursa’da yaşayan sevilen bir isim olduğunu da paylaşalım.

Bakalım kulislerde konuşulan bu isimler değer bulacak mı?

Bekleyip takip edelim…

KILIÇDAROĞLU’NUN ADAYLIĞINA EN ÇOK KİM SEVİNİR? ALTILI MASADAKİ PARTİLERİN TABANI NASIL TEPKİ VERİR?

Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı aylar, hatta bir yıl önce belli olmuştu.

Fakat karşısına çıkacak isim belli değildi.

Bu noktada aylardır toplantı gerçekleştiren altılı masadan son zamanlarda kuvvetli sinyaller gelmeye başladı.

Bu sinyaller arasında öne çıkan isim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.

Öncelikle şunu net ifade edelim:

Kılıçdaroğlu’nun altılı masadan aday gösterilmesi durumunda en çok sevinecek isimlerin başında Memleket Partililer geliyor.

Bundan birkaç ay önce görüştüğümüz Memleket Partisi’nin Bursa’daki yöneticileri “Kılıçdaroğlu aday olursa ikinci tura Muharrem İnce çıkar” şeklinde görüş belirtmişlerdi.

Muhtemelen bu sinyallerden sonra en çok onlar sevinecektir.

Yine Kılıçdaroğlu’nun aday olması, gösterilmesi durumunda altılı masanın tabanından tam destek bulacağını söylemek de imkânsız gibi gözüküyor.

Özellikle benim yakinen tanıdığım ve sürekli konuştuğum Saadet Partisi, DEVA, Gelecek Partisi ve İYİ Parti’nin ülkücü kanadından Kılıçdaroğlu’na yeterli destek çıkmaz.

Hatta tepki çıkar.

Bunu ben değil, bu partilere gönül veren taban söylüyor.

Böyle bir durumda ne mi olur?

Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. tura kalması durumunda masadaki hesap ile seçmenin hesabı tutmaz.

Onu da buradan yazmış olalım.

Bekleyip, takip edelim…

Bursa uçuşa geçiyor

Bursa uçuşa geçiyor

Hafta başında Norm Haber stüdyolarında, Yerel Bakış programına konuk olan AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Esgin ile yaklaşık 75 dakika boyunca sohbet ettik.

Milletvekili Esgin, programımızda birçok konuyu gündeme getirdi.

Onlardan bazılarını bu köşeden bugün yazmaya çalışacağız.

İşte o konulardan ilki:

Özellikle Esgin’in de üzerinde hassas bir şekilde durduğu Bursa Memleket Hastanesi.

Şehir Hastanesi’nin açılmasından sonra Memleket Hastanesi’nin akıbeti fazlasıyla merak ediliyor.

MEMLEKET HASTANESİ

Pandemi sonrasında ekonomik kriz ile birlikte hastanenin geleceğinin belirsiz hale geldiğini düşünenlerin sayısı oldukça fazlalaştı.

Konu ile ilgili olarak Esgin, şunları söyledi:

Orası ile ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Proje aşamasının ardından restorasyona başlayacağız. Fakat hastanenin bir kısmı tarihi bina olduğundan bu biraz uzun sürüyor. Bu bittikten sonra ihale sürecine geçilecek. Sürecin işlemesi ile beraber acil binası ve ek bina depreme dayanıksız olduğu için yıkılacak. Hastane tüp geçitle Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’ne bağlı, oranın da yeni yapılan hastaneye bağlanması ile 400 yataklı bir hastane olarak halkımızın kullanımına açacağız.”

SAĞLIK YATIRIMLARI

Yine devam eden sağlık yatırımları ile ilgili olarak Esgin, “Acemler’de yapımı devam eden Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi’nin bitmesi ile beraber bu bölgede bulunan Çekirge Devlet Hastanesi ve Onkoloji Hastanesi’nin buraya taşınması ile kentimiz ikinci büyük bir hastane kazanacak” şeklinde görüş belirtti.

Gündemde sıcaklığını koruyan bir başka konu hastanelerden randevu alınamaması…

Esgin, bu konuyla ilgili olarak da “özellikle İl Sağlık Müdürlüğü’nden aldığım verilere bakarak şunu söyleyebiliriz ki hastalarımızın 182 haricinde hastanelerden randevusuz şekilde muayene olduğunu görüyoruz” dedi.

HAVA ULAŞIMI

Bu arada, doktorların mali anlamda eylül ayından itibaren rahatlayacaklarını ifade eden Esgin, Bursa’daki ulaşım yatırımları konusunda hızlı trenin Bursa’ya değer katacağını paylaştı.

Esgin’in üzerinde durduğu, takip ettiği bir başka konu ise Yenişehir Havalimanı’nın daha aktif kullanılması.

Bu konuda önemli mesafeler kat edilmiş. Yakında yeni yerlere uçuş olacak. Bu uçuşlar içinde yurtiçi ve yurtdışı yerler olacağını paylaşan Esgin, “Biraz sabırlı olalım” dedi.

EYT konusunu da sorduğumuz Esgin, “Ayrıntıya girmeden söyleyeyim. EYT ile ilgili bir çalışmamız var. Bu konuda toplumda bir beklenti de var. Popülizm üstüne bir icraat ortaya koymadık. Kara delikler oluşturma niyetinde değiliz.” diyerek ucu açık bir yanıt verdi.

Esgin’den öğrendiğimiz, Bursa yakında uçuşa geçecek. Bu uçuşlar hem yurt içi hem de yurt dışı olacak.

Bekleyip, takip edelim…

Döviz açığımızı ne pahasına büyütüyoruz?

Döviz açığımızı ne pahasına büyütüyoruz?

Cari bela iş başında…

Oysa tam tersiydi hayalimiz.

Cari fazla vermekti ana hedef! Fazlayı görmeden elbette açığa da razıydık.

Ve yıl başındaki hedef 18,6 milyar dolardı 2022 itibarıyla…

Oysa taze açıklanan verilere göre haziran ayı itibariyle yıllık cari açık 32,7 milyar dolar seviyesine çıktı.

Böylece yıllık bazda cari açıkta 15 ayın en yüksek düzeyine ulaşılmış oldu!

Yani net ifadeyle memleketin döviz harcaması ile döviz kazancı arasındaki fark büyüyor. Üstelik de aşırı yüksek bir hızla.

Yıllık hedefe daha ilk 6 ayda ulaşılması açık bir gösterge hız konusunda.

Niye mi patladı döviz ihtiyacımız?

İthalat faturası başta enerji olmak üzere tüm hammadde ve ara mallardaki fiyat artışlarından etkilendi. Ve büyüdükçe büyüdü.

Yılın kalan kısmında da büyümeye devam edecek!

Çünkü küresel enflasyon ithalatımızı bir süre daha rahat bırakmayacak.

İhracatın ithalata olan bağımlılığı da bu süreci körüklüyor ne yazık ki.

Üstüne bir de konut ve otomobili yatırım aracı olarak görme eğiliminin tırmanmasını bu tabloya eklediğimizde ithalatla büyüyen bir ekonomi haline geldiğimizi görüyoruz!

Cari dengenin haziranda 3,46 milyar dolar açık vermesi trendin devamlılığı açısından önemli bir örnek. Bu açık rakamı ile birlikte cari açık serisi 8. aya çıktı çünkü.

Ekim 2021’den bu yana cari fazla yüzü görmedik aylık bazda.

Turizmin devreye girmesine rağmen açıktaki genişleme trendin devamı konusunda endişeleri doğal olarak artırmakta!

Haziranda 4 milyar dolarlık giriş olmasına karşın 6,43 milyar dolarlık dış ticaret açığı, ithalatın baskın yönünü ortaya koymakta.

Yüksek enflasyona rağmen ekonomik büyümeden yana tercihin sürmesi ithalatı ister istemez yukarı taşıyor. Yani ciddi bir frenleme çabası yok ithalat tarafında.

Neyse ki finansman için para bulabiliyoruz! Daha doğrusu bir şekilde döviz buluyoruz ki ithalat musluğu kısılmıyor.

Elbette kuru yukarı iten bir cari tablo var! Ama bu enflasyon oranları ve açık seviyesi ise kur daha yukarıda olmalıydı.

Yani doğrudan yatırım, sıcak para hareketleri ve kaynağı belli olmayan para akışı açığı sürdürmemizi olanaklı kılıyor. Tabii sınırlı rezervlerden de bir miktar harcamak durumunda kalıyoruz!

Mesela…

Haziranda doğrudan yatırımlardan kaynaklanan net girişler 950 milyon dolar oldu. Portföy yatırımları ise 1,6 milyar dolar tutarında net çıkış kaydetti. Resmi rezervlerde de 1,96 milyar dolar net azalış kaydedildi.

Cari açığın bu açık ve net olan finansmanı gösteriyor ki resmi olarak gereken parayı aslında bulamamışız!

Peki ne olmuş?

Bir yerlerden gelen, adını koyamadığımız; o nedenle de TCMB’nin cari denge bilançosunda net hata noksan diye yazan kaynağı belirsiz para son 1,5 yılın zirvesine çıkmış.

Haziranda net hata noksan girişi 3,98 milyar dolarla kendi çapında rekora imza attı!

Neticede Kasım 2020’den bu yana aylık bazdaki en yüksek net hata noksan girişi yaşandı.

Yani sürekli işitsek de resmen göremediğimiz o büyük kaynak girişi daha küçük parçalar halinde başlamış görünüyor.

Muhtemelen önümüzdeki aylarda da benzer rakamları görüyor olacağız!

Bir de temmuzdan itibaren Rusya üzerinden gelen bir para akışı var. O para resmi rezervlere girmeye başladığı için cari açık finansmanında kaçınılmaz olarak rol oynayacaktır.

Sonuçta finansman tablosu büyüme yanlısı politikanın ithalat yoluyla destekleneceğini göstermekte…

Bu durumda enflasyonun dizginlenmesi de zaman alacaktır.

Kısacası hayat pahalılığına devam. Döviz ise çok ince kırılgan bir zeminde tutunmaya çalışacak.

Prusa’dan Didyma’ya

Prusa’dan Didyma’ya

Şükraniyeliler Kuzey Ege turuna çıkacak. Çoluk çocuk, Bursa’dan Didim’e, 4 gece 5 gün…

Profesyonel bir turizm organizasyonu değil bu. Ama daha önceki Akdeniz, Doğu Karadeniz ve Kapadokya gezilerinde olduğu gibi “kusursuz” olmalı! Onun için de “keşif gezisi” başlıca koşul…

Namazgahlı olsam da bu kez ben de varım keşifte.

Gezilip görülecek, öğrenilecek yerler belirlenecek; yeme içme ve konaklama noktaları kesinleştirilecek, anlaşmalar yapılacak; çocukların ve gençlerin deniz sefası ayarlanacak; belki her şeyden önemlisi “kilometre hesabı” tutulacak. Başka deyişle keşif, “az gezi, çok yol” olacak. Ama vaktim var. Saatlerin çoğu otomobilin içinde geçse de keşfetmeye hazırım.

İlk rota Bursa-Çanakkale.

Şükraniyelilerin İzmir yolu üzerinde kahvaltı edeceği yeri tespit ettikten sonra deniz, henüz Gönen’e gelmeden bütün kucaklayıcılığıyla sarıyor, “hoş geldin” diyor bize. Karabiga (Priapos) Kaleleri ve Kemer’deki (Parion) antik kalıntılara uzaktan el sallayıp hızla Lapseki’ye ulaşıyoruz:

Tarih, doğa, deniz/ İşte Lapsekimiz…”

Sabah çorbasını Lapseki İskelesi’nde içtikten sonra kısa süreli bir feribot yolculuğu bizi “kutsal” yarımadaya, Gelibolu’ya ulaştırıyor.

Yarımada’da bambaşka duygulara bürüneceksiniz.

Bizi çalıp çırpmaya gelenlerin de acıyla kahırla büyüdüğünü; hatta öldüğünü, dövüşte eşi olmayan Anadolu insanının barışta hemen boyun büktüğünü… ve Çanakkale’de toprağın çok, ama çok acıttığını, hem de çok acıktığını; ölümleri düşüneceksiniz. Sonra diyeceksiniz ki biz bu toprakları doyurduk, doyurduk, Kurtuluş Savaşı’ndan çok önce de doyurduk.

Ölümü düşüneceksiniz ve Erol Toy’un satırları eşlik edecek duygularınıza:

Toprak acıkır Hasan. Toprak da insanlar gibidir. Belirli bir süreç içinde acıkır. O zaman sürmek gerekir onu. Ekmek gerekir. Doyduysa ne ala. Doymadıysa daha ister toprak. Terini alır insanoğlunun. Yetmez. Tohumunu, emeğini alır. O da yetmez aslanım. Gayrı alacak bir şeyi kalmamıştır. Canını alır. Bir can yetmezse, pek çok can alır. Doyar toprak. Bir süre doyar aldığıyla. Sonra yine acıkır. (…) İşte ölüm, insanoğlunun bir lokma gibi, bir tohum gibi toprağa düşmesine benzer.” (1)

İşte bugün o tohumların aynı toprakta, kardeşçe, koyun koyuna yaşamalarına gülümseyecek, Atatürk’ün sözlerini anımsayacaksınız:

Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!.. Burada bir dost toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim çocuklarımız olmuşlardır.”

Ölüm Gelibolu’da toprağın, çok, çok, ama pek çok acıkmasıdır. Belki de o yüzden orada toprağa basmayı bile “yazık” sayacaksınız, kıyamayacaksınız!..

Gelibolu’da toprak çok acıkmıştı, öyle acıkmıştı ki, bugün bir üniversite kenti edasındaki Çanakkale, artık sadece deniz kokuyor!..

… Ve deniz kokusu bizi Ege’ye çağırıyor. Gönül yorgunluğuyla geçen gecenin ardından yeni gün bizi Edremit Körfezi’ne davet ediyor.

Truva’yı selamladıktan sonra ilk durak Ege balkonu. Küçükkuyu’ya birkaç kilometre uzaklıktaki bu seyir tepesinden tüm Körfez’i görmek mümkün. Fotoğraf meraklıları için eşsiz bir mekan. Görkemli manzaraya bakarak yudumlanacak tavşan kanı çayın tadı da doyumsuz.

Zeytinyağının evrensel bir tat olmasından öte bir uygarlık anlamına geldiğini Küçükkuyu girişindeki Adatepe Zeytinyağı Müzesi’nde görmek mümkün. Tarihi sabunhane binasına kurulan müzede, hem zeytinyağı üretimi yapılıyor hem de zeytin, zeytinyağı ve sabun üretiminde yüzyıllardır kullanılan araç gereçler sergileniyor.

Buraya kadar gelmişken Adatepe Köyü’nü görmeden ayrılmak olmaz.

Küçükkuyu’ya 4 kilometre uzaklıktaki Adatepe’nin en önemli özelliği, özgün mimarisinin tam anlamıyla korunmuş olması. Huzur içinde gezdiğiniz köyün sessizliğini kuş cıvıltıları ve arada bir duyduğunuz inşaat sesleri bozuyor. O seslerin restore edilen bir taş binadan geldiğini bilmelisiniz. Burası 1989 yılından beri sit alanı, dolayısıyla bundan sonra da özgün mimari dokunun bozulması mümkün değil.

Bir zamanlar Türk ve Rumların bir arada yaşadığı Adatepe, uzun yıllar Çanakkale’nin en büyük ve en varsıl köyüydü. Öyle ki Küçükkuyu’da iki ayrı vakfı vardı köyün, biri ısınma ve aydınlatma diğeri de gıda giderleri için. Köyün tapulu malları olan bu vakıflar zamanla elden çıktı. Adatepe’nin bugünkü sakinlerinin çoğu yıllar önce burayı keşfeden İstanbul kaçkınları. 20 hane kalan Adatepe yerlileri, şimdilerde köyden biraz daha uzakta kurulan yeni bir mahallede yaşasa da zeytinciliğe devam ediyor, bir yandan da turizm hareketine katılıyor.”

Adatepe’yi Çınaraltı’ndaki Hurmalı Kahve’yi de işleten İsmail Batu’dan dinliyoruz. Batu, 1942 doğumlu, ama bu sizi yanıltmasın, o sadece 60 yaşında. Yaşı bundan sonra da pek ilerleyecek gibi görünmüyor, zaten buralarda 60’ı geçmez ki insan!..

Türkiye’nin oksijen deposu burası, ama… Oksijen düşmanlarının akıl almaz girişimleri moral bozuyor Kaz Dağlarında. Yeryüzü cennetinin altın hevesiyle “sarartılmasını” anlamak mümkün değil. Olsa olsa sadece kendini sevenlerin işi. Doğayı sevmeyen insanı, hayatı nasıl sever ki!

Öğle yemeği molası Ören’de. Burhaniye’ye bağlı bu şirin belde hayli düzenli ve olabildiğince temiz. Güzel ve küçük bir meydanı; meşe, iğde, ıhlamur ve bodur çam çeşitleriyle süslü ağaçlıklı yolları var.

Antik çağın en zengin kralı Krezüs’ün kardeşi Adramys’in kurduğuna inanılan Ören, anayasası, adalet sistemi ve limanıyla ünlü. Kumsalı da ayrıca övgü nedeni. Uzun ve geniş bir kumsal, doğal kaynaklarla beslenen tatlı ve buz gibi bir deniz. Efil efil esen rüzgar da cabası.

Ayvalık ve Cunda’yı bir başka Kuzey Ege turuna bırakıp rotayı Berlin Müzesi’nde sergilenen Zeus Sunağı’yla ünlü Bergama’ya çeviriyoruz. Önce Akrapolü, ardından Asklepionu gezeceğiz.

Akrapole çıkan virajlı ve dik yokuşa girmeden önce Bergama sakinlerinin Kızıl Avlu diye andığı Serapis Tapınağı’yla karşılaşıyoruz. İmparator Hadrianus döneminde kızıl tuğlayla inşa edilen tapınak Bizans döneminde kiliseye dönüştürülmüş, bugün de hala bir bölümü cami olarak kullanılıyor.

Bergama Akrapolü’ndeki gezi, yaya çıkılan kısa yokuşun ardından karşılaşılan Helenistik duvarlarla başlıyor, bir süre sonra da büyük bir meydan… İnsan ister istemez yüzyıllar önceyle bugünü kıyaslıyor!..

 

Bergama Akrapolü’nde dünyanın en dik tiyatrosu selamlıyor bizi. 10 bin kişilik tiyatronun sahnesinin yıkılmış olduğunu sanmak büyük bir yanılgı. Tiyatronun sunduğu manzara öyle görkemli ki yüzyıllar önce mermer bir sahne inşa edip manzarayı kapatmak istememişler, yerine sadece oyun günleri kurulup kaldırılan ahşap bir sahne kullanmışlar.

Bursa’da son yıllarda tarihi Hanlar bölgesinin gün ışığına çıkarılması için yapılan tartışmaları ve 500 küsur yıllık Koza Hanı’nın görkemli Taç Kapısı’nın bile hala ortaya çıkarılamadığını düşününce 21. yüzyılın bizden ne kadar utandığının düşünüyorum.

Akrapol’deki Atena Tapınağı ve ünlü Bergama Kütüphanesi’nin kalıntıları sizi ortasında tek bir ağaç kalan Zeus Sunağı’nın bulunduğu yere götürüyor.

Bugün Berlin Müzesi’nde sergilenen kalıntıları 1870’lerde Alman Arkeolog Karl Humann buldu. Bölgeye hakim tepedeki kalıntıları denize ulaştırmak için 20 kilometrelik bir tren yolu yaptıran Humann, kalıntıları 7 gemiye yükleyerek Almanya’ya taşıdı.

Yoksa kaçırdı mı demeliyim!

Bundan 13 yıl önce Uludağ Üniversitesi ve Alman Siegen Üniversitesi işbirliğiyle düzenlenen Türk-Alman Yaz Akademisi’nde bir konferans veren Kuzey Ren Westfalya Eyaleti Kültür Bakanı Anke Brunn’un sözlerini anımsadım.

Genç bir muhabir olarak izlediğim konferansta Alman Bakan, Zeus Sunağı’yla ilgili sorulara önce “Türkiye’ye getirilmesinin önünde bir engel yok” demiş, arkasından da asıl bombayı patlatmıştı:

Zeus Sunağı kalıntılarının Almanya’ya götürülmesinin tarihi eserlerin bugüne taşınmasına katkı sağladığı gerçeği de göz önünde tutulmalı. Kalıntılar Almanya’ya götürülmeseydi, Türkiye’deki bu tarihi eserler belki de kireç yapımında kullanılacaktı.” (2)

Tarih koruma bilincimizin yeni yeni yeşerdiğinin farkındayız, ama bu, “tarihin yerinde güzel” olduğu gerçeğini değiştirmiyor!..

Kuşkusuz en anlamlısı tarihsel mirasın ait olduğu topraklarda korunması…

Neyse ki Akrapol’den ayrılıp Asklepion’a ulaşınca neşemiz yerine geliyor. Burası antik çağ hastanelerinin en önemlilerinden biri. Ünü bu hastanede kimsenin ölmemesinden geliyor. Nasıl mı?.. Çünkü zaten ölümcül hastalar bu hastaneye giremiyor! Kapısında “Tanrılar adına ölüm buraya giremez” yazan Asklepion’da hastalar su, güneş ve uyku terapileriyle yeniden zinde bir vücuda ve dingin bir ruh yapısına kavuşuyor.

Asklepion’da aldığımız morali bozmamak için Yortanlı Barajı’nın suları altında kalan Allianoi Antik Kenti’ne uzaktan veda ediyor ve rotamızı Foça’ya çeviriyoruz.

Tarih boyunca Ege’nin en korunaklı limanlarından biri olan Foça’nın şansı, karadan ulaşımın uzun ve son yıllarda biraz düzelse de yolunun iyi olmaması. Ancak Türkiye gerçeği burada da değişmiyor. Bir yere ulaşmak ne denli güçse sizi mutlaka müthiş bir güzellik bekliyor.

Birbirinden güzel taş evlerin yan yana dizildiği güzelim Foça’da, mimari doku olabildiğince korunmuş, doğası neyse ki saklı kalmış!.. Antik Foça’dan geriye fazla bir şey kalmamış olsa da yamaçlardaki eski Rum evlerinin kalıntıları, Lidyalılar’ın bıraktığı anıt mezar, Osmanlı köprüsü, küçük bir tiyatro… Foça’nın önemi konusunda fikir veriyor.

Foça deyince denizden ve foklardan söz etmemek olmaz. Belki biraz soğuk deniz, ama hava yeterince sıcak. Üstelik Mersinaki olarak adlandırılan ve 20 kilometre boyunca devam eden sıra sıra koylar doyumsuz bir manzara sunuyor.

Foça’nın adını aldığı Akdeniz fokları Siren Kayalıkları’ndaki mağaralarda yaşıyor. Kayalıkların yakınından geçmek, çevrede yüzmek ve bölgede avlanmak yasak!..

Foça’da gün batımından önce deniz sefası yapıyoruz. Deniz mükemmel!.. Üstelik soğuk sularda kulaç atarken martılar da eşlik ediyor bize…

Koyda gün batımının ardından sakin, mutlu, huzurlu bir akşam başlıyor. Foça’nın ışıl ışıl sessizliğinde taze deniz levreklerine elbette rakı eşlik ediyor. Anason kokusuyla iyot kokusunun birbirine karıştığı masada, taze deniz börülcesi, hamsi turşusu ve yoğurtlu semiz otuna ince kıyılmış roka salatası eşlik ediyor.

Foça’da akşam hızla geceye dönerken Meşhur Girit Sakız Dondurması’nın tadına bakıyoruz. Dondurma ustası Nazmi Altıntaş, “Sakızlı dondurma var mı?” sorusu karşısında tatlı sert bir edaya bürünüp “Olmadığı gün kapatırım bu dükkanı” diyor. Üstelik bu tarifsiz lezzetin hammaddesi sakızı karşı yakadan getirtiyor Nazmi Usta.

Sakız tadı hala damağımızda biz yine yollardayız. Keşif gezisinin üçüncü durağı Selçuk. Önce dillere destan Şirince’deyiz. Bursa’nın Cumalızık’ını andıran Şirince’ye dik yamaçlara kurulan zeytinlikleri izleyen 8 kilometrelik bir yoldan çıkıyoruz.

Söylenceye göre Efes’in dağılmasından sonra dağa çıkan küçük bir grup kurar Şirince’yi… Zaman içinde köy Rumların iskan alanı olur, ancak kıyıdan uzak durmaya alışkın olmayan Rumlar, pek beğenmez ki buraları “Kirkince” derler köylerine. Böylece Türkçe’ye “Çirkince” diye bir köy adı girer. Kurtuluş’un ardından yaşanan mübadele sürecinden Çirkince de etkilenir. Selânik, Kavala ve Provusta’dan gelen Türkler buraya yerleştirilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında köyü ziyaret eden  dönemin İzmir Valisi Kâzım Dirik Paşa, “Böyle güzel bir yer Çirkince olamaz, olsa olsa Şirince olur” diyerek köyün ad serüvenine son noktayı koyar.

Tarihi evlerinin tamamının yüzünü güneşe çevirdiği Şirince’de dolaşırken Cumalıkızık’ın ya da Misiköy’ün sokaklarını anımsamamak elde değil. Şirince’nin ünlü meyve şaraplarını tadarken de karadut, böğürtlen ve yaban mersini şaraplarını çantamıza koyarken de aklımızdaki temel soru şu: Misiköy’ün şarabı da ünlü, ama tadı nasıl?.. Bilmiyoruz!..

Meyve şarapları bir yandan simgesi haline gelmiş Şirince’nin bir yandan da bambaşka bir sektör gelişmiş.

Şirince’ye veda çaylarını köyün girişindeki eski okulun bahçesinde içiyoruz. Şimdilerde restaurant ve şarap evi olarak hizmet veren bina iki katlı taş bir yapı. Hayli geniş bahçesindeki mermer çeşme de dikkat çekici.

Yeniden Selçuk’tayız ve 3 kilometrelik keyifli bir yolculuk bizi Hristiyanlarca kutsal kabul edilen Meryem Ana Evi’ne götürüyor.

Yemyeşil çam ormanları arasındaki kutsal mekan, 19. yüzyıl sonunda bir Alman rahibeye gelen vahiy sonucu bulunmuş.

Hristiyanların hac ve adak merkezi olan Meryem Ana’dan ayrılırken, Arapların Müslümanların haccını kapsamlı bir turizm hareketine dönüştürdüğünü düşünerek, bölgenin turizme yeterli katkıyı sağlayıp sağlayamadığını sorguluyoruz.

Kısa bir süre sonra yüzyıllar önce herkesin yaşamayı düşlediği kent olan Efes’teyiz. Turistlerin tüm Yunanistan’da gezdikleri arkeolojik kalıntıların toplamının bile bu kadar olmadığını söyledikleri Efes’te…

Üst kapıdan girdiğimiz Efes’te bizi Meclis binasının kalıntıları karşılıyor. Yüzyıllar önce yaşam sürülen bir kentte Meclis binasını görünce bizim demokrasimiz fazla olgun bile geliyor.

Efes’in Kuretler Caddesi kent yaşamının can damarı olmalı. Tapınakları, anıt çeşmeleri, heykelleri ve sunakları derken Efes’in ünlü yamaç evleri bekliyor bizi. Yamaç evlerinin bir bölümü kalıntı halinde. Bir bölümü ise 1960’larda başlayan çalışmalarla özenle korunuyor. Yamaç evlerini gezebilmek için ek ücret ödemek can sıkıcı olabilir. Ancak yerlerdeki mozaikler hayranlık uyandırıcı, duvar ve tavanlardaki fresklerse Romalıların evlerini nasıl dekore ettiklerine dair fikir veriyor.

Yamaç evlerinden hemen sonra ünlü Celsus Kütüphanesi var. Restore edilerek ayağa kaldırılmış hali bile öyle görkemli ki!..

Ve 24 bin kişilik görkemiyle Efes Antik Tiyatrosu… Sahnesinden yukarı bakarken, herhangi bir sırasında otururken ya da kulislerinde dolaşırken, ister istemez bugünü sorguluyorsunuz.

Efes İpek Yolu’nun Asya karasındaki son noktasındaydı. Uzakdoğu’dan gelen malların batıya ihraç edildiği bir ticaret merkezi olması nedeniyle de son derece varsıl bir kentti. Efeslilerin refah bir yaşam sürdükleri açık, bu varlığı kente ve kent yaşamına en doğru şekilde aktardıkları da. Peki, günümüzün en varsıl kentlerinde ne kadar kolay, ne kadar lüks bir yaşam var?

Efes’ten sonra rotamızı Didim’e çeviriyoruz. Turumuzun üçüncü gününde, yazları Türklerden çok İngilizlerin yaşadığı Didim’de konaklayacağız.

Altınkum kumsalı övüldüğü kadar güzel. Ancak benim gibi engin sularda kulaç atmayı sevenlerdenseniz, olabildiğince sığ olan deniz size göre değil.

Didim’in rengarenk kordonu lokantalar, türkü evleri, barlar ve hediyelik eşya satıcılarıyla dolu. Bir gece önceki huzurlu Foça akşamıyla kıyaslamak olanaksız benim için. Altınkum’un uzun kordonunda ilerlerken türküden rock’a, jazz’dan fasıla uzanıyor kulaklarınız, ancak hiçbirinin izi kalmıyor usunuzda. Bazı barlarla oteller bahçelerinde Türk geceleri düzenliyor, ses son derece rahatsız edici. Çoğu Doğu ve İç Anadolu’dan gelen genç otel ve bar çalışanları, anlamsız figürlerle dans ederek yavaş yavaş Didim’e akmaya başlayan İngiliz turistleri eğlendirmeye çalışıyor. Turistler hayli eğleniyor, üstelik ülkelerine döndüklerinde yaşadıkları bu anlamsızlığı anlatırken daha çok eğlenecekler!

Geceleri hayli hareketli Didim’de, ancak bizim gündüzümüz daha zevkli olacak. İlk durak Apollon Tapınağı. Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız anıtı olarak kabul edilen tapınak, bilicilik merkeziydi. Antik Didyma, bir yerleşim merkezi değil antik dünyanın en önemli üç kehanet merkezinden biriydi. Krallardan çobanlara kadar herkes bilici tanrı ve kahramanlara danışmak için buraya akın ederdi. Apollon Tapınağı’ndaki rahiplerin ne zaman evleneceğini merak eden genç kızlara da savaşa girse kazanıp kazanmayacağını soran krallara da bir yanıtı vardı ve her yanıtın da bir bedeli…

Didim antik kalıntılar açısından bir hayli zengin. Çevrede görülebilecek Milet ve Priene gibi iki kent daha var. Ancak rotamız bu kez Akbük..

Didim’den yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki Akbük, güzel sahili ve irili ufaklı koylarıyla tam bir tatil merkezi. Ne yazık ki kentleri kangrene çeviren çarpık yapılaşmadan Akbük de nasibini almış. Adeta yer gök tatil sitesi. Çoğu bakımsız, bir bölümü terk edilmiş, bazılarının inşaatı yarım kalmış.

Bursalı dostların Koza Hanı’ndan esinlenerek Akbük de inşa ettiği Aydın Hanı’nda yemek molası veriyoruz önce. Ardından Akbük’te kısa bir gezintiye çıkıyor ve Rumlardan kalan tarihi kiliseyi geziyoruz.

Kuzey Ege’de son saatler masmavi Akbük koylarında gezinin hiç bitmemesi dileği eşliğinde kulaçlar atarak geçiyor.

___

1 Erol Toy, Toprak Acıkınca (İkinci basım, İstanbul: Yazır Matbaacılık, 1977) c. 2, s. 265.

2 Olay Gazetesi (24 Eylül 1995), s. 2.

Belediye başkanlarından milletvekili adayı gösterilen olur mu?

Belediye başkanlarından milletvekili adayı gösterilen olur mu?

Öncelikle şunu net olarak ifade etmek gerekiyor.

Siyaseten ortamı yorumladığımızda her geçen gün sahada yoğunluk olduğu ortaya çıkıyor.

Siyasi partilerin temsilcileri sahada.

Sahada dikkat çeken en önemli detaylardan biri, önümüzdeki seçimlerde sahneye çıkacak bazı isimlerin bu aralar fazlasıyla ortada görünmesi.

Hal böyle olunca bizler de gerek iktidarı gerek muhalefeti fazlasıyla takip etmeye başladık.

Ancak bizim Bursa özelinde merak ettiğimiz, 18 belediye başkanının durumu…

Mevcut belediye başkanlarının görev süresi 2024 yılında bitecek.

Çok büyük aksilik olmaz ise belediye başkanlarında da değişim olması muhtemel.

Bazı isimler kendi isteği ile aday olmayacaktır.

Bazı isimleri kendi siyasi partileri aday göstermeyecektir.

Bunun dışında diğer bir ihtimal de bazı isimlerin 2023 yılı genel seçimlerinde milletvekili adaylığına soyunması ya da soyundurulması…

Bursa genelinde bazı belediye başkanlarının bu ihtimal içerisinde olduğuna dair kulis bilgilerini bugünlerde fazlasıyla duymaya başladık.

İşte o isimler kimler mi?

Onu da ilerleyen günlerde kaleme alacağız.

Ama bugünden bildiğimiz 2023 listelerinde çok büyük sürprizler olacağı…

Bekleyip, takip edelim…

GÖZGEÇ ÇORUM’A GİDİYOR

AK Parti Bursa Milletvekili, aynı zamanda AK Parti Kadın Kolları Teşkilat Başkanı olan Emine Yavuz Gözgeç, saha çalışmalarında en fazla yorulan isimlerden biri.

Genel merkezde de görevi bulunan Gözgeç, bu çalışmalarını da aksatmadan yapıyor.

Zaman zaman da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın programlarına katılıyor.

O programlardan biri de 13 Ağustos Cumartesi günü Çorum’da gerçekleşecek.

Toplu açılış törenleri için Çorum’a gidecek Erdoğan’ın yanında yer alacak isimlerden biri de Gözgeç…

Gözgeç, cumartesi günü gerçekleşecek programın ardından Bursa’ya gelerek saha çalışmalarına kaldığı yerden devam edecek.

BURSALI İSİMLER BAŞKA YERLERDEN ADAY GÖSTERİLİR Mİ?

Önümüzdeki genel seçimlerden önce her ortamda konuştuğumuz tek bir şey var:

Gerek iktidar gerekse muhalefet partilerinin aday listelerini belirlerken, bu kentin insanlarına sıralamada yer verilmesi.

Maalesef buna pek uyulmadığı ortada.

O zaman benim farklı, alternatif bir önerim var.

Senelerdir ilimizden kontenjan kullandınız, kendi yaşadıkları bölgeden aday göstermediğiniz isimleri Bursa’dan milletvekili yaptınız.

Bu dönem Bursa listelerinde bu hatayı yapmayınız.

Üstüne üstlük Bursalı isimleri Ankara, İstanbul, İzmir gibi farklı kentlerin listelerinden seçilebilecek sıralara yerleştiriniz.

O zaman Bursa’nın temsil kabiliyeti daha fazla olur.

Bursalı siyasetçiler TBMM’de daha fazla temsil edilmiş olur.

Öneri bizden değerlendirmek genel başkanlardan.

GES ve yatırım lobileri

GES ve yatırım lobileri

Sürdürülebilir, doğal enerji kaynaklarında çanlar kimin için çalıyor?

Hatırlanacağı üzere, ülkemizde yeni birtakım yasal düzenlemeler ile güneş enerjisi yatırımlarının önü açılmıştı. Özellikle sanayiciler tarafından yapılacak yatırımlarla sağlanacak ucuz enerji üreticiler için umut olmuştu.

Fosil yakıtlar çağımızda tükenmeye yüz tuttu. Sürdürülebilir doğal enerji kaynaklarının kullanımı konusunda yeni teknolojiler hızla hayatımıza girmeye devam ediyor.

Günümüzde coğrafyamızın tarım konusunda sağladığı avantajların bir benzeri, belki de daha önemlisi doğal enerji kaynaklarımızın zenginliği ile karşımıza çıkıyor. Ancak bu alandaki yatırım teknolojilerinden yoksunuz. Dolayısı ile uluslararası yatırım ve pazarlama şirketlerinin borusu ötecek gibi duruyor. Bu amaçla çalışan uluslararası firma lobilerinin baskısı ile yapılan yasal hazırlıklar buna işaret ediyor. Dolayısı ile bu lobiciler ve yerli sanayicilerimiz karşı karşıya kaldı bile.

İlk düzenlemede sanayi kuruluşları kendi tüketimlerinin fazlası güneş enerjisi santrali (GES) kurma ve fazla elektriği sisteme satmaya imkân tanıyordu. Böylelikle sanayiciler hem artarak devam eden enerji ihtiyacına bir çözüm yaratmış oluyor, hem de yatırımın yükünü hafifletebiliyordu.

Ancak bu düzenleme değişiyor. EPDK, bir miktar fazla elektriğin satılması ve onu aşan kısmın da bedelsiz olarak sisteme verilmesine imkân tanıyan yeni bir taslak açıkladı. Sanayiciler ise doğal olarak buna tepki gösteriyor. Yatırımların, fazla elektriği sisteme satma imkânı gözetilerek yapıldığını, ek maliyetlerin göze alındığını belirtiyorlar. Bu durumda çok uzun sürelerde geri dönüşümü sağlanabilecek yatırımların, sanayiciler tarafından yapılamayacağını da vurguluyorlar.

Bu yönüyle taslak adeta sanayicileri doğal enerjiye yatırımlarından caydırmaya yönelik bir taslak. Böylelikle daha büyük ve uluslararası kuruluşların devasa yatırımlarının önü açılmış oluyor bir anlamda. Böylece sanayicimizin üretimde aradığı ucuz ve sürdürülebilir olup, dışa bağımlılığı azaltan yeni yatırımlar zora koşuluyor bir anlamda.

EPDK ise bu taslağı savunuyor. Bazı firmaların belirli faaliyetler için aldıkları lisanssız GES kurma hakkını, hayvancılık, sulama vb. faaliyetler için beyan edip, sadece elektrik satma amaçlı kullanmalarını gerekçe gösteriyor.

İtirazlar ve eleştiriler devam ederken, EPDK internet sitesinde Başkan Mustafa Yılmaz, yeni bir değerlendirme yayınladı.

Bu açıklamasında, yeni taslakta kendi OSB’lerinde yeri olmayan sanayicilerin başka dağıtım bölgelerinde, sanayi bölgeleri dışında tesis kurmasına izin verildiğini vurguluyor:

“Örneğin bir sanayicimiz artık ister OSB içinde olsun ister dışında olsun başka bir dağıtım bölgesinde lisanssız üretim tesisi kurabilecek. Lisanslı veya lisanssız kojenerasyon tesisleri bulunan tüketiciler de belirli şartlar altında kojen santrali ile karşılayamadığı tüketimleri için lisanssız üretim tesisi kurabilecek” diyor.

Yani bu açıklamada da üretilecek fazla elektriğin tamamının değil, belirli bir bölümünün satışına imkân sağlanacağı, bunun da üzerindeki elektriğin ise bedelsiz olarak sisteme verilebileceği bilgisine yer veriliyor.

Yenilenebilir doğal enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması hayati bir öneme sahip. Hem ülkemiz hem bütün dünya için. Bunun yaygınlaşması esnasında, öncelikle enerji açısından da dışa bağımlılığımızı azaltmak ve temiz enerji ile doğamızın çiftçimizin korunması önceliğimiz olmalı.

Uluslararası şirketlerin çıkar hesapları bizim önceliğimiz olamaz. Yenilenebilir doğal enerji üretim ve satışının belirli yabancı grupların ayrıcalıklarına terk etmek, bu ülkeye yapılacak en büyük kötülük olur.

Bu ülkede eken biçen üretenler güneşimizin enerjisini toplayıp ekonomimize katabilsin !

ABD’nin enflasyonu Türkiye’yi nasıl etkileyecek?

ABD’nin enflasyonu Türkiye’yi nasıl etkileyecek?

Dünya bir kıskacın içinde sıkışmış durumda.

Bir yanda yüksek enflasyon diğer yanda düşük büyüme belası…

İkisinin arasına sıkışan dünya inledikçe inliyor!

Çoğu ülkenin on yıllardır görmediği rekor fiyat artışları ile boğuştuğuna şahit oluyoruz.

Başta Türkiye olmak üzere enflasyon canavarının uğramadığı ülke yok gibi! Durmak bilmeyen yüksek fiyat artışlarının birçok nedeni var aslında.

Pandemiden tutun Rusya-Ukrayna savaşına gidin… Kuraklık bir yanda adım adım değerlenen dolar diğer yanda.

Temel unsurların listesi uzun.

Sonuçsa petrol ve doğalgazdan başlayıp buğdaydan metallere uzanan çok geniş yelpazede hammadde zamlarıyla karşımıza çıkıyor küresel çapta.

Çip krizi gibi çok yönü ve etkileri olan baskı unsurları ise enflasyon adına bir başka çetrefilli alanı oluşturuyor!

Küresel ticaret savaşlarının tetiklediği ve birçok olumsuzluğun eklendiği bitmek bilmeyen karanlık bir tünelde ilerliyor dünya ekonomisi.

ABD’nin pandemi durgunluğuna karşı dağıttığı trilyonlarca dolarla zemin hazırladığı küresel enflasyon şimdi de bu paralar geri çekilirken faiz ve kur etkisi olarak gelişmekte olan ülkelerin başına çifte bela açmakta.

Türkiye gibi ithalatı yüksek ülkeler hem dünyada yükselen fiyatlardan hem de kendi para birimlerindeki değer kaybından olumsuz etkilenmekte!

Haliyle gözler ABD’den gelecek haberlere çevriliyor.

Öncelikle elbette ki Amerikan’ın enflasyon rakamlarında. Çünkü faiz artırım süreci bu rakamlara sıkı sıkıya bağlı. Haliyle doların ve emtiaların değeri de.

Ancak, madalyonun öbür yüzünde durgunluk olması farklı rakamları da önemli kılmakta!

Yani yavaşlayan ekonomik büyüme başta ABD olmak üzere birçok ülkenin başındaki yeni bela. Dolayısıyla enflasyon ve büyüme ikilisinin bir dengeye oturmasını beklemek zorundayız.

Bu denge oluşmadığı sürece hem finansal piyasalarda hem de reel ekonomide belirsizlikler eksilmeyecek! Haliyle oynaklık da rahatsızlık vermeye devam edecek.

Denge arayışının kolayca sonuç vermeyeceği de ortada.

Çünkü çok sayıda farklı etken söz konusu.

Denge adına ilk önemli sinyali ise ABD’nin temmuz ayına ait enflasyon verisi ile aldık.

Enflasyon aylık bazda 26 ay sonra ilk defa değişim göstermedi Amerika’da!

Böylece yıllık TÜFE, temmuzda 41 yılın zirvesinden gerileyerek yüzde 8,5’e indi.

Bu sürpriz piyasaların da yatırım iştahını da kabarttı doğal olarak. Borsa endeksleri yükseldi. Dolar geriledi.

Peki ABD’de enflasyon niye sürpriz yaptı? Düşüş kalıcı mı? Ve büyüme adına nasıl bir sinyal gelmiş oldu?

Yanıtta öncelikle akaryakıt fiyatlarındaki gerilemeye odaklanmalı! Çünkü Amerikan ekonomisi akaryakıta fazlasıyla odaklı. Haziranda ortalama 5,5 dolar civarında bir galon benzin temmuzda 4,3 dolara düştü. Petrolün az da olsa ucuzlaması yanında talepte görülmeye başlanan zayıflama sinyali akaryakıtı aşağıya çekti.

Enflasyonda ABD adına bir diğer hassas unsur ise konut piyasasındaki durum.

Konut fiyatları yavaş da olsa iniş trendinde görünüyor! Fiyatların yanı sıra konut satışları da azalma havasına girmiş vaziyette.

Bu tabloya gıdadaki hafif gerileme atmosferini eklediğimizde ABD’nin enflasyonu haziranda zirveyi gördü ve artık yükselmeyecek denebilir.

Amerikan Merkez Bankası Fed’in uyguladığı sıkı para politikası ekonomik yavaşlama ile birleşince enflasyon da stop etmek zorunda kalmış görünüyor! Tabi ki arz kaynaklı küçük bir destek de mevcut.

Bu tablo itibarıyla durgunluğun kısmi teyidi de gerçekleşirken faiz artışı da daha makul bir hızda olacak demektir. Eylülde Fed’in 75 baz puanlık artışa gitmesi kuvvetle muhtemel. Arz kaynaklı baskı oluşmadığı sürece makul bir sıkılaştırma öne çıkacaktır!

Dolardaki değer artışını sınırlayan bu süreç geçici olarak Türkiye’nin lehine bir tablo oluşturuyor. ABD, büyüme – enflasyon dengesini kurduktan sonra ise doların yükselmesi için bir zemin ortaya çıkacaktır.

Dolayısyla Türkiye’nin kendi dinamiklerine baktığımızda kur tarafında kısa vadede ciddi bir rahatlama görüntüsü ufukta yok!

Küresel enflasyon baskısının gündemden düşmesi için de erken. Buna karşın dolaylı  yollarla yapılan parasal sıkılaştırma denemeleri ve aşırı yüksek enflasyon Türkiye’yi kendi koşulları itibarı ile geçici bir durgunluğa itiyor.

Dolayısıyla enflasyonun yanına durgunluk gündemini de ekliyoruz artık!

Neyse ki seçim uzakta değil. Haliyle büyüme yönündeki adımlar da gecikmeyecektir.

Kısacası öncelikli ve en ağır sorun olarak hayat pahalılığını yaşamaya devam etmemiz kaçınılmaz görünüyor.

 

BESAŞ emin adımlarla ekmek üretmeye devam ediyor

BESAŞ emin adımlarla ekmek üretmeye devam ediyor

Dünyada önce pandemi sürecinde yaşanan sıkıntı, ardından da Ukrayna-Rusya arasında yaşanan savaş özellikle gıda fiyatlarını uçurdu. Bunda kısmen krizlerin etkisi olsa da spekülatörlerin daha büyük etkisi var.

Özellikle üç beyazdan un ve şekerdeki fiyat artışları çok dikkat çekici.

Bu arada, zamlardan sofralarımızın vazgeçilmezi ekmek de nasibini aldı.

Fakat zamlara karşı direnen kurumlardan biri de Bursa Büyükşehir Belediyesi

Özellikle Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin en önemli kuruluşlarından biri olan BESAŞ’ta ekmeğe zaman zaman zam yapılsa da zammın kar için değil, sürdürülebilir olma adına olduğunun farkındayız.

İşte bu noktada Başkan Alinur Aktaş’ın, ilerleyen süreçte olası bir sıkıntıda Bursa’nın ekmeksiz kalmama adına un depolarında ciddi bir artışa gittiğini ve bu konuda talimat verdiğini BESAŞ Genel Müdürü Hakkı Gülşen’den öğrendik.

Günde yaklaşık 300 bin ekmek üretimi yapan BESAŞ’ın bu talimat sonrası fabrika dışında biri şehir içinde diğeri de Bandırma’da büyük bir depo (silo) kurduğunu öğrendik.

Buralar tıka basa un dolu.

Bu açıdan bakınca Bursa’nın en büyük ekmek fabrikasının olası bir riske karşı önlem aldığını görüyoruz.

Öte yandan, BESAŞ’ın AR-GE kısmının sürekli yenilik ve araştırma içinde olduğunu biliyoruz. Yeni farklı tatta ekmekler de yakında Bursalıların damak tadına sunulacak.

Yine süt ürünleri ile ilgili diyeceğimiz o ki BESAŞ taleplere yetişmekte oldukça zorlanıyor.

Gerek, yoğurt, gerek taze kaşar, klasik peynir ve yoğurt başta olmak üzere Bursalıların yoğun ilgi gösterdiğini öğrendik.

Kentimiz adına sevindirici gelişmeler.

Özellikle tağşişin çok olduğu gıdada “tek karımız sağlığınız” sloganı ile hareket eden BESAŞ’ın bu ürünlerini bizler de tavsiye ediyoruz.

Benim buradan daha önce birkaç kez yazdığım bir öneri vardı, onu da tekrar yazalım.

Malum okulların açılmasına bir aydan kısa bir süre kaldı.

Benim temennim odur ki;

Okul kantinlerinde BESAŞ ürünlerinin bulunması.

Bu ekonomik ürünlere öğrencilerin ulaşması.

Bu konuda İl Milli Eğitim yetkililerin de okul kantin işleticilerini uyarması gerektiğini ifade ediyorum.

Un depolarını olası bir krize karşı artırmasından dolayı Başkan Aktaş’ı ve BESAŞ yönetimini de ayrıca tebrik ediyorum.

İNCE BUGÜN BURSA’DA

Bursa’nın gün geçmesin ki Ankara’dan siyasetçi misafirleri olmasın. Bu bağlamda seçim yaklaştıkça her gün bir veya birden fazla ziyaretçi Bursa’ya ve ilçelerine gelmiş olacak.

Bugün de Bursa’ya gelecek siyasetçi Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce olacak.

Her baba ocağına geldiğinde Bursa’ya da gelmeye gayret eden İnce’nin yoğun bir programı var.

İnce programlarına;

Bugün saat 15.00’da Mustafakemalpaşa’da esnaf ziyareti ile başlayacak, program saat 16.00’da Karacabey’de devam edecek.

Sonrasında 17.30 Mudanya ve 18.30’da Gemlik esnaf ziyaretleri ile son bulacak.

Bakalım İnce, esnaf buluşmasında hangi mesajları verecek?

Onu da hep beraber öğrenmiş olacağız.

Çip krizi nereye gidiyor?

Çip krizi nereye gidiyor?

İki yılı aşkın süredir adım adım büyüyen bir kriz var..

Krizin varlığını ise özellikle 2022’de daha net biçimde hisseder olduk.

Çip krizi teknoloji dünyasının, sanayinin adeta pandemisi haline geldi!

Ve açıkçası krizi tetikleyen de Kovid-19 pandemisiydi. Hiç fark etmesek de hayatımızın neredeyde her alanında bizlerle olan minik teknoloji mucizelerine adeta talep yağdı pandemi ile birlikte!

Virüs yüzünden insanlar evlere kapandıkça dijital dünyanın nimetleri aranır oldu. Bilişim ürünleri ve hizmetlerinde talep patlaması yaşandı. Ancak tüm teknolojik ürünlerin de kalbi ve beyni olan yarı iletken teknolojinin sembolü çipler aynı oranda üretilemedi.

Hatta pandemi kaynaklı üretim sorunları yaşandı. Ve ciddi tedarik sorunları da gün yüzüne çıktı!

Aslında ABD ile Çin arasında patlak veren ticaret savaşlarında ve özellikle de 5 G teknolojisi kapışmasında çip meselesi tam göbekteydi. Ve krizin de tohumları atılıyordu bu süreçte.

Bu manzraya bir de pandemi eklenince iş çığrından çıkmaya başladı.

Ama ortada bir kriz olduğunu öncelikle otomobil meraklıları keşfetti.

Otomotiv sektörü çiplere göbekten bağlı olunca, arz azlığı ve yükselen fiyatlar üretime de olumsuz yansıdı! Vatandaş araç bulmakta zorlanmakla kalmadı bir de yüksek bedeller ödemek zorunda kaldı özellikle de son bir yıl boyunca.

Ama elbette ki sorun otomotivle sınırlı değil.

Küçük ev aletlerinden buzdolaplarına… Bilgisayarlardan ATM’lere kadar çok geniş yelpazede çiplere ihtiyaç duyulmakta.

Elbette ki sanayide kullanılan makinalarla robotik sistemlerde de yarı iletken teknoloji şart.

Dolayısıyla bütün üretim aşamaları giderek büyüyen çip krizine teslim olmaya aday!

Daha şimdiden çip kıtlığı nedeniyle milyarlarca dolarlık zarar söz konusu pekçok sektör adına.

Arzın talebi karşılayamaması gibi bir sorun zaten yokmuş gibi bir de Çin-Tayvan gerilimi eklendi tabloya…

Neden mi?

ABD’nin körüklediği gerilim aslında sadece siyasi ve askeri riskleri olan bir manzara oluşturmuyor.

Dünyanın en büyük iki çip üreticisini karşı karşıya getiren bir tablo söz konusu… Tayvan çip pazarının neredeyse yüzde 60’ına sahip.. Gerçi arka planda belli oranda ABD var. Ama tesisler Tayvan’da!

Yani küresel çapta bir bağımlılık söz konusu bu ülkeye. Çünkü diğer üreticilerin hiç biri kendi ihtiyacını karşılayamıyor.

Amerikalar üretim için yüzmilyarlarca dolarlık fonları sahaya sürdü bile. Ama bu iş bugünden yarına olmuyor! Aşırı yüksek hasasiyetteki yüksek teknolojinin hayata geçmesi zaman alan bir iş.

Üstelik de sürekli Ar-Ge yatırımı yapmak elzem.

Yani kısa vadede çip krizine bir çözüm gözükmüyor ufukta! Ve belli ki ABD’nin politikaları piyasayı daha da sıkıntılı hale getirecek.

Çin’in uygulamaya başladığı ve öngördüğü abluka ve askeri tacizler; üretim, ticaret, ve nakliyatı da baltalayabilecek bir anlam taşıyor.

Hatta yarı iletken teknolojisinin temel hammaddelerinin de ağırlıkla ana tedarikçisinin Çin olması düşündürücü!

Ancak, Çin’in devasa yatırımlara rağmen yıllık 300 milyar doları aşan yarı iletken ithalatçısı olması uzun vadeli gerilime dayanmasını zorlaştırıyor.

En kötü senaryo ise Tayvan’ın işgal edilmesi. Şimdilik uzak bir ihtimal gibi görünse de bu olasılığın küresel çapta çok yönlü yansımaları olur!

Kısacası her ülke gibi Türkiye de yüksek teknoloji cephesinde hem doğrudan hem de dolaylı olarak ciddi bir sınavadan geçiyor.

Dış bağımlılığın azaltıldığı oranda gelişme şansımızın olduğu unutulmamalı.

Ancak kısa vadede artan çip krizi baskısına herkesin kendini hazırlaması şart!

Sözün özü; daha ağır günler kapıda.