Oğan’a linç kampanyası

Oğan’a linç kampanyası

Birkaç gün siyasetten uzak kalınca uzun uzadıya siyasi yazılar yerine az, öz ve anlaşılır yazılar yazmak daha çok hoşuma gidiyor.

Yoksa bugün yazacağım yazıyı tahlil etmeye kalkarsak bir hafta boyunca her gün yazı yazmam gerekir.

Bu minvalde gelelim yazımıza…

Malum;

Pazartesi gününün en merak edilen konularından biri ATA İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan’ın kararı idi.

Karar öncesi Millet İttifakı’nın destekleyicileri kendilerinden o kadar emindi ki Oğan’ın tercihinin Kemal Kılıçdaroğlu olacağını zannediyorlardı.

Ama olmadı.

Oğan, tercihini Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan’dan yana kullandı. Bu karar sonrası bazı kesimler Oğan’ı linç etmeye kalktılar.

Sözde demokrat olanlar bir anda antidemokrat olup sosyal medyada linç kampanyasına başladılar.

Efendim, Oğan neden Recep Tayyip Erdoğan’ı destekliyormuş!

Biz de buradan sormuş olalım, neden Kılıçdaroğlu’nu desteklesin ki? Düne kadar Ülkücülerle yan yana gelmeyen Kılıçdaroğlu, ikinci tur öncesi Ülkücülere mesaj vermeye başladı.

Bir hafta önce bazı isimler sosyal medyada methiyeler dizdiği adaya şimdi demediğini bırakmıyorlar.

Hal böyle olunca kendilerine hümanist olanlar başkalarına karşı antihümanist olunca bizler de hayretler içerisinde kaldık.

Ama Oğan, neden destekledi veya desteklemedi sorularının cevabı aşağıda gizli.

Oğan, yerel özerklikten yana olmadığı için Kılıçdaroğlu’nu desteklemedi.

Oğan, milli savunmaya evet dediği için Cumhur İttifakı’nı destekledi.

Oğan, ‘Mavi Vatan’ dediği için Cumhur İttifakı’nı destekledi.

Bu saatten sonra herkese düşen görev Oğan’ın kararına saygı duymaktır.

Gerisi boştur velhasılı…

ULUDAĞ OSB KONGREYE GİDİYOR


Bursa’da medya ile arası en iyi olan organize sanayi bölgelerinden biri de Uludağ OSB.

Yunus Aydın’ın uzun yıllar görev yaptığı OSB’de Aydın bakanlık tarafından iki kere 3’er ay süre ile el çektirildi.

Ardından İYİ Parti’den milletvekili aday adayı olan Aydın, ön seçimde istediği sonucu alamadı.

Bugünlerde işlerine yoğunluk veren Aydın’ı telefonla aradım.

O da bizi kongreye davet etti.

30 Mayıs 2023 tarihinde çoğunluk sağlanırsa Uludağ OSB yeni yönetimini seçecek. Sağlanmaz ise kongre çoğunluğa bakılmaksızın 6 Haziran 2023 tarihinde gerçekleşecek.

Bu arada, Aydın’a kongrede aday olup olmayacağını da sordum, ama net yanıt alamadım.

Onu da buradan yazmış olalım…

Aydın, gördüğüm kadarı ile şu an takipte, son günlerde kararını verecek, diyebiliriz.

Biz süreci bekleyip, takip edelim.

HARMANCIK’TA KAMP KARAVAN MERKEZİNE HOLLANDA’DAN MİSAFİR

Özellikle dört dağ ilçesinin son yıllarda eko turizm, kamp ve karavan merkezi olma yolunda başta BEBKA, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve kendi kaynakları le ciddi yatırımlar yaptıklarına şahitlik ettik.

Amaç bölgeyi turizmle kalkındırmak…

Bu minvalde Harmancık’ta ekourizm tesisleri öncü olmuştu. Şimdi buranın yanında yapımı biten karavan ve kamp merkezi çalışmaya başladı.

Bu noktada yurt dışından, Hollanda’dan gelen misafirler kamp ve karavan merkezinde karavanları ile konaklamaya başladılar.

Bize de hayırlı olsun demek düşüyor.

 

Oğan’a giden ‘sitem oylarını’ ne kadar işittik?

Oğan’a giden ‘sitem oylarını’ ne kadar işittik?

Sinan Oğan,Cumhur İttifakı’nı destekliyorum” kararını hiç beklemediğim kadar acemi bir basın açıklaması ve o açıklamada yer alan “keşke olmasaydı” dediğim cümleler eşliğinde verdi…

Hemen ardından Ümit Özdağ,o karar kendisini bağlar, beni ve partimi bağlamaz” dedi ve ekledi: “Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşeceğim.”

Türkiye, siyasi hayatı boyunca muhalefet açısından böylesi akıllara zarar bir süreci daha önce hiç yaşamadı. Allah bir daha yaşatmasın da zira bir ülkenin başarılı bir iktidarla birlikte istikrarlı, gelişimci, güven veren ve hükümetlerin sigortası görevi görerek ülkenin ve vatandaşların menfaatlerini koruyacak muhalefetlere de ihtiyacı var…

Velhasılı kelam Oğan ve Özdağ kendi taraflarından fikirlerini beyan ettiler, hayırlısı olsun.

Bu aşamada benim için önemli olan tek şey Oğan’a verilen oyların analiz edilmesi gerektiği, çünkü çok enteresan bir şekilde Oğan’a Türkiye’nin pek çok noktasından cüzi de olsa “tepki oyları” verilmişti.

Diyarbakır’dan, Hakkari’den, doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden… Oyların oranına ve dağılımına iyice baktınız mı? Evet oylara şöyle bir bakınca bu oyların asker ve polis oyları olduğunu anlamamak mümkün değil.

Asker ve polis “tepkiyle” Oğan’dan yana sandığa gittiyse şayet, şimdi bu gidişin altındaki eksikler acilen masaya yatırılmalı… Bu tepkiler Kılıçdaroğlu’na gitmemişti, çünkü amaç yine devletinin yanında durarak hükümete bir sitem mesajı vermekti.

Mesleki hak edişler, maaşların hak ettiği iyileştirmeye kavuşması, mesleki kadroların hak ettiği kademeli-akademik statüsünde eğitilmesi, çalışma saatleri ve koşullarının belli standartlara kavuşması ve daha nicesi…

Çünkü son yıllarda yaşadığımız felaketlerde vatandaşın yanında ilk ve hep onlar var. Emniyet, Jandarma, TSK Türkiye’nin asli unsurları, bunu hepimiz tecrübeyle biliyoruz. Onlar olmazsa veya sorunlu olursa hiçbir sorunla baş edemeyiz.

Tüm bu saydıklarım elbette ki bir seçim vaadi değil. Olmamalı! Ki Cumhur İttifakı’nın son veriler ışığında böylesi bir oy elde etmesine ihtiyacı da yok.

Mevcut tablo Cumhur İttifakı’nın açık ara önde olduğunu, Kılıçdaroğlu’nun da tek başına 28 Mayıs’a gideceğini net bir şekilde gösteriyor.

Fakat sandıktan çıkan sessiz çığlıklara da kulaklarımızı kapatırsak vicdanımıza zulmetmiş oluruz.

İki hafta önce Yüksekova dağlarının eteklerinde muhteşem bir doğa eşliğinde Tekerlekli Kayak Türkiye Şampiyonası gerçekleşti.

TÜRKİYE KAYAK FEDERASYONU (TKF) TARAFINDAN 18 YIL ARADAN SONRA HAKKARİ’NİN YÜKSEKOVA İLÇESİNDE CUMHURİYETİN 100. YILI ANISINA DÜZENLENEN TÜRKİYE TEKERLEKLİ KAYAK ŞAMPİYONASI RENKLİ GÖRÜNTÜLERLE STARTI ALDI. (METİN TEK/HAKKARİ-İHA)
Türkiye Kayak Federasyonu (TKF) tarafından 18 yıl aradan sonra Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde Cumhuriyetin 100. yılı anısına düzenlenen Türkiye Tekerlekli Kayak Şampiyonası renkli görüntülerle başladı.

Onlarca şehirden yüzlerce sporcu dağları ovaları aşıp Yüksekova’ya gelmişti “güvenle ve huzurla.”

Geçtiğimiz yıl da Şırnak, Hakkari, Tunceli, Siirt, Diyarbakır ve daha nice doğu-güneydoğu şehirlerinin dağlarında pek çok festival gerçekleşti ve bu etkinlikler vesilesiyle Türkiye misafir edildi; geçmişin girilemeyen yollarında-bölgelerinde-dağlarında-ovalarında.

Şimdi yurdumun her santimini avucumun içi gibi güvenle gezip görebiliyorsam başarılı devlet-hükümet politikalarıyla birlikte askerimi, polisimi, jandarmamı da ayakta alkışlayıp “iyi ki varsınız” demem gerekiyor elbette.

Doğu-Güneydoğu-Irak üçgeninde sahada en fazla çalışma yapan bir isim olarak gittiğim yerlerde duyduklarım ve gördüklerim gözlerimi mutluluktan yaşartırken, “mevcut güven ikliminden” güç alarak diyorum ki “sandığa yansıyan sessiz sitemler” acilen görülmeli…

Tüketici boşuna mı umutlandı?

Tüketici boşuna mı umutlandı?

Piyasaların tadı tuzu yok.

Belirsizlik bulutları dağılmış değil. Siyaset sahnesi toz duman olunca yatırımcının önünü görmesi de zorlaşıyor haliyle.

Özellikle 28 Mayıs yaklaşırken derinleşen propaganda faaliyetleri ekonomide felaket senaryolarını da öne çıkarınca piyasa reaksiyonlarının negatif olması doğal karşılanmalı.

Ancak bugün taze açıklanan TÜİK verilerine göre “vatandaş halinden memnun gibi görünüyor” ekonomik açıdan!

Tüketici güven endeksi mayıs ayında da tırmanışını sürdürdü. Ulaşılan 91,1 puanlık seviye dikkat çekici.

Çünkü son 5 yılın en yüksek düzeyini temsil ediyor bu rakam! Endeksin alt detaylarına baktığımızda gelecek beklentilerinin nispeten olumlu olduğu görülüyor.

Yani vatandaşın 6 Şubat’taki depremler sonrası ekonomik beklentileri olumluya dönüyor yavaş yavaş.

Görünürde bunun en temel nedeni seçimler nedeniyle pompalanan para ve maaş zamlarına dönük vaatler!

Az da olsa durulan enflasyon ve dolardaki kısmi istikrar da moralleri yerine getirmiş gibi görünüyor.

Yani seçim atmosferinin yarattığı belirsizliğe karşın tüketicinin beklenti düzeyi pozitif bir manzara çiziyor.

Peki gerçekten böyle parlak mı görünüyor ekonomik geleceğimiz?

Mevcut tabloda tutulan ve giderek üzerindeki baskının arttığı 3 temel faktörün ciddi sorun yaşatması kuvvetle muhtemel.

Enflasyon, faiz ve dolar olması gereken seviyelerde değil.

Aslında birbirine sıkı sıkıya bağlı olan faktörler bunlar. Baz etkisiyle gerileme sürecinde olan yıllık TÜFE seçim nedeniyle bekletilen kamu zamları dolayısıyla şu anda dizginleniyor.

Ancak, başta enerji olmak üzere mecburen yapılanacak olan kamu kaynaklı zamlar enflasyona otomatik olarak ivme katacak!

Temmuzda artacak olan asgari ücret, memur ve emekli maaşları da hem maliyet hem de talep yoluyla TÜFE’yi yukarı itecek bir potansiyel taşımakta.

Halihazırda eksi reel faiz ortamında olmamız nedeniyle yeniden yükselişe geçecek olan enflasyonun piyasa faizleri üzerinde de yukarı yönlü bir etkisi olacaktır.

Ancak bu atmosferde artan talebin körüklediği döviz açığındaki yükseliş kurları yukarı itme gücü biriktirmekte!

Neticede bu faktörlerden bir veya ikisinin tetiklemesi ile yaşanmaya başlamış olan likit sıkıntısının körüklenmesi ve bir sarmala dönüşmesi ihtimal dışı değil.

Dolayısıyla yazın getireceği nispeten uygun fiyatlı meyve sebzenin ve turist dövizinin çok az soluklandırma imkanı sunması yanıltıcı olmamalı.

Mevcut para politikasında ve ekonomi stratejisinde belirgin biri değişim olmadığı taktirde tüketici umutlarını törpüleyecek bir manzaranın oluşması ihtimal dahilinde!

İYİ Parti’de kurultay kararının perde arkası

İYİ Parti’de kurultay kararının perde arkası

Önümüzdeki hafta Pazar gününe kadar ülkenin en çok konuşulan isimlerinden biri Ata İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan olacak sanırım. Gerçi ben Ata İttifakı diyorum, ama ittifakın bileşenlerinden Adalet Partisi Genel Başkanı Vecdet Öz, ittifakın seçimin hemen ertesinde sonlandığını yaptığı açıklama ile ilan etmiş oldu:

İttifak biliyorsunuz; seçimle birlikte başlar, seçim bittiğinde nihayetlenir. İkinci tura kalmışsanız devam eder. ATA İttifakı resmen sona ermiştir. Nezaketen birbirimize sorduk.”

Şunu da unutmamak lazım; Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve Sinan Oğan, Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı ile görüşmelerini ayrı ayrı sürdürdüler.

Sinan Oğan’ın ‘istikrar’ vurgusuyla Cumhur İttifakından yana olduğunu açıklaması, kendisi için pazarlıkların çoktan tamamlandığını hissettirirken; Ümit Özdağ’ın kürsü konuşmasındaki ilkelerinden taviz vermeyeceğini vurgulayan tutumu, pazarlıkların süreceğini gösterdi bana.

Gündem öyle hızla ilerliyor ki, ben bu satırları yazdıktan bir süre sonra kulislerden gelen duyumlar da beni destekler biçimde akıyor…

Yine de son sözler daha söylenmedi…

Seçimin siyasi literatürümüze kazandırdığı ‘Milliyetçi dip dalga’ tanımlamasına uyan, ancak aldığı oy oranı ile kendisi de şaşkına dönen partisi İYİ Parti’de ise işler daha da karışık.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener 24-25 Haziran tarihinde partisini 3. Olağan Kurultaya davet etti.

Fakat işin öncesi var elbette…

Bu öyle kendi kendine bir davet, ‘Ben öyle uygun gördüm’ çıkışı değil…

İYİ Parti’de bir süredir uygulanan politikalardan rahatsız olan parti içi muhalefet harekete geçti ve ‘Ortak Akıl Platformu’ adı altında bir toplantı gerçekleştirdi Ankara’da…

Ankara’nın siyaset kulislerinin merkezi haline gelen otellerinin o hareketli ve hararetli saatlerini genç yaşlarından itibaren tecrübe etmiş bir isim olarak, konuşmaların nasıl bir ortamda yapıldığını sanki oradaymış gibi tahmin edebiliyorum.

Tıpkı, Bursa Birinci Bölge Birinci Sıra Milletvekili Adayı olacağı kesin olan İsmail Tatlıoğlu’nun, adaylıktan çekilmeden hemen önce, partisinin Genel Başkanı Meral Akşener ile nasıl bir tartışma yaşadığını tahmin ettiğim gibi…

Gerek olursa bu konuya tekrar döneriz. Şimdi asıl meselemiz, partinin muhalif kesiminin neden muhalif olduğunu ve ne yapmak istediğini anlatmak…

Tüm siyasi partilerde olduğu gibi ilk nedenlerden biri tutarsız politikalar izlenmesi ve fevri hareket edilmesi elbette. Bu politik tavrın kendilerine oy kaybettirdiğini düşünüyorlar…

İkinci önemli neden, Meral Akşener’in tıpkı Recep Tayyip Erdoğan gibi partiyi tanıdık, eş, dost partisine çevirme yolunda ilerliyor olması. Kontenjan adayların atanmasında bu akrabalık ve tanıdık olma konusu sıklıkla devreye girmiş. Bir de ekonomik olarak yararlanılacağı düşünülen kişilere adaylık sözü verilmiş. Dolayısıyla partiye gönül ve emek verenler böyle bir tepeden inmeciliği kabullenmiyor.

Partinin milliyetçi duygularla kurulmuş olmanın verdiği ruhu taşımakta zorlanması da işin cabası.

Tüm bu olumsuzlukları bir araya getiren parti içi muhalefet, aslında Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkilememesi için meselelerini konuşmayı geciktirebildiği kadar geciktirmiş. Ancak işler ayyuka çıkınca ve Meral Akşener hızlı bir manevra ile Kurultay kararı alınca, toplantılar başlamış diyebilirim.

Çünkü Akşener tek isim ve tek liste ile gideceği muhtemel kurultayda kendisine muhalif olan isimleri partisinin Genel İdare Kurulu ve Merkez Disiplin Kurulu gibi karar alma mekanizmalarından uzaklaştırmayı planlıyor.

Aralarında basit bir toplantı düzenlediklerini ve asıl sorunları seçimlerin sonrasında konuşmayı kararlaştırdıklarını belirten İYİ Parti GİK Üyesi Günay Kodaz; Cumhuriyet gazetesine yaptığı açıklamada, partinin eksiklikleri olduğunu kaydederek; “Umuda zarar vermemek istedik. Partiyle ilgili konuları erteledik. 28’ine kadar susma kararı aldık. Arkadaşlarımızın birçoğuna gelmeyin dedik. Asıl görüşme 28 Mayıs sonrası” dedi.

Hemen belirtelim, İYİ Parti’deki parti içi muhalefete Bursa içinden de destekler var. Partinin ileri gelenleri arasında kendisine destek bulan muhalefet, ilçe ve il kongreleri sürecindeki politik tavırdan rahatsız olanlardan ve parti genel merkezindeki anlaşmalarla belirli isimler lehine kararlar alınmasından, en güzel ellerin nedense hep aynı insanlara dağıtılıyor olmasından şikayetçi.

Peki, bundan sonra ne olacak?

Bundan sonraki süreçte Ortak Akıl Platformunun ülke bazında parti içi muhalefete destek verenlerle birlikle kurultay tarihine kadar görüşmeler yapması planlanıyor.

Yani Ankara en az iki üç tane daha ‘İYİ Parti’nin muhalifleri’ toplantısına ev sahipliği yapacak gibi…

İlk toplantıdan çıkan sonuca göre, Meral Akşener’in karşısına bir adayla çıkmak yerine Akşener’in blok listesinin karşısına alternatif bir blok liste ile çıkmak kararı alınmış görünüyor.

Bundan sonra yapılacak toplantılarda ve muhaliflerin bulacağı desteğe bağlı olarak İYİ Parti’nin 3. Olağan Kurultayında Akşener’in karşısında bir isim görürsek de şaşırmamalıyız bence.

Gelelim partinin seçim çalışmalarında da yüzünü pek göremediğimiz Bursa’nın sevilen siyasi isimlerinden Profesör İsmail Tatlıoğlu’nun takınacağı tutuma. Kendisiyle konuşmadan yazdığım bu satırlarda sadece kendi görüşümü aktardığımı belirtmek isterim. Bence, çok tecrübeli bir siyasetçi olan Tatlıoğlu, öncelikle muhaliflerin toplantılarının gidişatını ve kapladığı hacmi gözlemleyecek ve kararını ondan sonra verecektir.

İYİ Parti’nin kazanının kaynadığını, ocağın altını açmak için seçimlerin nihayete ermesini beklediklerini zaten biliyordum da bu kadarını ben de beklemiyordum doğrusu. Gerçi bu oy oranlarını da kimse beklemiyordu…

Gelişmeler elbette takibimde olacak…

İttifaklar yerel seçimde devam eder mi?

İttifaklar yerel seçimde devam eder mi?

Gözler bu hafta sonu gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine çevrilmiş durumda. Bu hafta sonu tabiri caiz ise dananın kuyruğu kopacak.

Önümüzdeki beş yıl ülkemizi yönetecek isim belli olacak.

Daha sonrası da yaşadığımız kentleri yönetecek yerel yöneticilerin seçimi var. O da muhtemelen, en geç 2024 Mart ayında gerçekleşecek.

Buraya kadar herkesin bildiği…

Asıl bilinmeyen ise mevcut ittifakların yerel seçimlerde de devam edip etmeyeceği.

Edecek ise nasıl devam edecek?

Etmeyecek ise bundan sonra neler olacak?..

***

Bu sorunun yanıtını vermeden önce şu tespiti yapalım:

Önümüzdeki yerel seçimler, bazı siyasi partiler için var olma ya da tabela partisi olarak yoluna devam etme seçimi olacak.

O minvalde bakınca Kemal Kılıçdaroğlu’nun kanatları altında TBMM’ye uçan DEVA, GELECEK, SP ve DP’nin gelecekleri, alacakları yerel seçim kararına göre şekillenecek.

Kendi başlarına seçime girip dişe dokunur sonuç alırlarsa bu siyasi partiler umutlarını koruyacak. Ya da madalyonun diğer yüzünde olan bir sonuç aldıklarında kapıya kilit vurabilirler.

Ya da yine CHP şemsiyesi altında seçime girerlerse bunu da sınırlı sayıda olan tabanlarına izah etme olanakları olmayacak, böyle bir durum da onlar için büyük bir sıkıntı…

***

Gelelim Millet İttifakı ile organize hareket eden İYİ Parti’ye…

Onun durumu daha vahim…

Bursa özelinde CHP Bursa Büyükşehir’de Mustafa Bozbey’i aday ilan etti, Osmangazi’de ise Erkan Aydın adayımız dedi.

Geriye Nilüfer ve Yıldırım kaldı…

Böyle bir durumda İYİ Parti nasıl hamle yapar?

Milletvekili seçilemeyen, uzun yıllar MHP’de iken Nilüfer’de siyaset yapan Yüksel Yılmaz, yerel seçimleri hedefleyen Dilek Durak ve bu seçimlerde aday olmayan İsmail Tatlıoğlu’nun nasıl bir tavrı olur?

***

İşte 29 Mayıs tarihinden itibaren siyasi partilerin büyük kongrelerinin yanı sıra kulislerde konuşulacak konuların en başında bunlar geliyor.

Cumhur İttifakı açısından değerlendirdiğimizde muhtemelen BBP, MHP ve AK Parti seçimlere ortak liste halinde girecektir.

Onu yanı sıra Yeniden Refah Partisi’nin de kendi adayları ile seçime girmesi muhtemeldir. Zayıf ihtimal olmakla beraber kendini muhafazakâr olarak tarif eden siyasi partiler arasında bir ittifak oluşabilir mi?

O da bir ihtimal…

Ama yazdığımız gibi zor…

***

Genel olarak yazdıklarımızı değerlendirecek ve toparlayacak olursak, Millet İttifakı’nda ittifak devam etse de etmese de sıkıntı oldukça fazla gibi gözüküyor.

Bir de olası kurultaylarında lider değişimi yaşanırsa o zaman bu sıkıntı daha da büyür, ittifak falan kalmaz…

Cumhur İttifakı’nda ise mevcut durum büyük ölçüde korunmuş olacak diye tahmin ediyorum.

Bu arada Yeşil Sol Parti’nin durumunu da belirleyecek en önemli unsur Anayasa Mahkemesi’nde açılan HDP ile ilgili kapatma davasının sonucuna göre belli olur…

Biz süreci bekleyip, görelim…

Bugünden gördüğümüz ise siyasette sonbahar rüzgarları ile yaz sıcaklarının dönüşümlü olarak hareket edeceği…

Kimi siyasetçilerin ve partilerin sonbaharı olacak iken, kimileri de ilkbahar ve yazı yaşayacak, velhasıl diyelim…

HÜDA PAR’dan kadınlara masallar

HÜDA PAR’dan kadınlara masallar

Cumhurbaşkanlığı için seçim süreci halen devam ederken, milletvekilliklerinde nihayete ulaşıldı. Nihayete ulaşıldı, ancak vekiller yeminlerini edemediler bir türlü…

Kürsüde çıkması muhtemel bir yemin krizinin şimdiden yaşanmaması ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucuna etki etmesinin istenmemesi nedenlerden biri. Zira AK Parti listelerinden Meclis’e giren HÜDAPAR’ın vekillik yeminine, daha doğrusu yeminin ‘Türk milleti önünde ant içerim’ bölümüne karşı olduğu iddia ediliyor.

Her ne kadar bu iddiaların doğru olmadığı, HÜDAPAR’lı vekiller tarafından yemin edileceği, parti Genel Başkan Yardımcılığı düzeyinde bir açıklama ile duyurulsa da elbet icraatta görmek isteriz mevcut durumu.

İşin, kimin hangi milleti içine sindiremediği kısmını bir yana bırakmak istiyorum aslında. Çünkü daha geniş kapsamlı kimliklerimizin de ciddi tehlike altında olduğunu hissediyorum.

Örneğin, kadın kimliğimizin…

Gerek AK Parti listelerinden Meclis’e giren HÜDAPAR, gerekse Cumhur İttifakı çatısı altında yer alan Yeniden Refah Partisi’nin seçimler öncesinde ve seçimlerden sonra böyle yoğun konuşulmasının en önemli nedeni, kadın kimliğine yönelik baskılayıcı ve bence kabul edilemez yaklaşımları.

Her iki parti de yüzü batıya dönük kadın kimliğini ahlaksızlıkla suçlarken, işaret ettikleri tünelin ucu karanlık…

T24’den Gözde Yel’in sorularını yanıtlayan HÜDAPAR GİK üyesi Aynur Sülün’ün açıklamalarını okudum dikkatle.

Öncelikle;

“Vârisleri olmayan veya bulunamayan kişilerin bıraktığı miras, devlet hazinesine değil fakirlere bırakılmalı veya sadece fakir gençlerin evlendirilmesi, yalnız yaşayan kadınların sahiplenilmesi ve yetimlerin bakımı gibi alanlarda kullanılmak üzere oluşturulacak bir fona devredilmelidir” ifadesi üzerinde duralım.

Bu ifadedeki ‘sahiplenilmesi’ kelimesinin çarpıtıldığı ve bir algı yaratılmak istendiği kaydedilmiş Aynur Sülün tarafından.

Cümleye bir bütün olarak bakıldığında, kadın öznesi detayını bir kenara bıraktığınızda, özel fon oluşturulsun, yalnız yaşayan kadınlar, yetimler faydalansın gibi bir anlam çıkıyor.

Şimdi burada ‘varisi olmayan kişilerin mirası direkt Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına aktarılsın’ denilse, hadi neyse bir yere kadar anlayalım, bir devlet korumasından bahsedildiğini düşünelim. Ancak ibare hiç öyle değil!

Neden doğrudan ‘Devlet sahip çıkacaktır!’ denmiyor? Ben esasen bunu sorgularım.

Öyle değil mi ya…

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti sahip çıkmayacak da ihtiyaç sahibi vatandaşa başında kimin duracağı belli olmayan fonlardan mı destek verilecek? Bu koşullar altında fonları yönetenlerin talepleri neyse yardım almak için ihtiyaç sahiplerinin bu talepleri yerine getirmesi mi gerekecek? Mesela yalnız yaşayan kadınların “sahiplenilmesi” gibi talepler…

Olamaz mı?

Çok mu şaşırtıcı olur?

Bir biçimde bekar kalan (dul) kadınların kısa süre içinde başına bir hal gelmesin diye baş göz edilmesi hiç görmediğimiz, hiç yaşanmamış, geleneklerimizde ve geçmişimizde olmayan bir iş midir?

Çok üstü kapalı, karışık ve ortalık durulsun diye yapılmış bir açıklama gibi geldi bana…

Bir diğer önemli husus ise 6284 sayılı yasanın düzenlenmesine yönelik davetleridir. AK Parti’li kadınların, AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin ve Aile Bakanı Derya Yanık’ın dahi ‘kırmızı çizgimizdir’ diyerek ‘en azından elimizde bu kalsın’ çabası ile sahiplendikleri yasanın erkekleri mağdur ettiğine yönelik açıklamalar da neresinden tutarsanız tutun insanın elinde kalıyor.

Yasanın bazı maddelerinden ayıklanması ya da kaldırılıp daha ahlaki bir düzenlemeye gidilmesi gerektiğini savunan HÜDAPAR GİK üyesi Aynur Sülün, “İki tarafın da hakları gözetilmeli. Erkeğin de mağdur olmasına mahal vermeyecek şekilde olmalı” diyor.

Cümlenin devamında ise ‘sadece kadının beyanının esas alınmasının suistimal doğurduğunu’ öne sürüyor.

Sebep?

Evden uzaklaştırılan birçok erkeğin iftiraya maruz kaldıklarını söyledikleri halde bunu ispat edemiyor oluşlarıymış…

Belki de iftiraya maruz kalmadıkları için ispatlayamıyorlardır iftiraya uğradıklarını…

Kadının beyanının esas alınmasının kaldırılması talep ediliyor, ancak yerine neyin getirilmesi gerektiğine yönelik net bir açıklama yok

Sadece kadının beyanı esastır cümlesi kaldırılsın!

Bir de ‘yasa aslında şiddeti daha da körüklüyor’ deniyor.

Hepsi bu…

Çözüm böyle bir yasadan geçmiyorsa nasıl bir yasa yapılmalı?

Cevap yok…

Bence bir çözümleri var, ancak şimdi açıklamanın sırası değil diyerek susuluyor…

Kadın bizim için annedir, eştir, ev kadınla yuva olur, toplumun en önemli üyesidir. Biz onun hürmetinin, onurunun korunması tarafındayız” cümleleri bence belirgin.

Burada bir denklikten, eşitlikten, erkekle yan yana durabilmekten, toplumda var olabilmekten bahsedilmediği çok açık.

Kadın evinde güzel, kadın bir çiçektir, kadının en önemli vazifesi anneliktir…

Ne güzel, ne tatlı ninniler, ne hoş masallar…

Bu tür söylemleri iki ileri bir geri çıkışları ve kadınlarımızın şimdiye kadar ellerinde bulundurdukları için belki de yeterince kıymetini bilemedikleri haklarını geri almaya çalışmaları daha çok göreceğiz anlaşılan.

Zira bahsi olunan anlayış şuan Gazi Meclis’te…

Siyasilerin hedefi olan gençlerin asıl derdi

Siyasilerin hedefi olan gençlerin asıl derdi

Bir bayram daha geride kaldı.

Gençliğimizi kutladık.

19 Mayıs ruhunu andık.

Özellikle de sosyal medyada ciddi bir seçim malzemesi oldu!

Mesajlar havada uçuştu. 19 Mayıs ruhuyla vatanı kurtarma teması işlendi bolca. Ve gençlere düşen vatanı kurtarma görevi.

Sandığa gitme çağrısı için bir fırsata döndü gençlerin bayramı!

“Sosyal” dediğimiz medya mecrasındaki havaya bakacak olursak memleket bir işgal olmalı.  Çünkü her kesimden bir vatanı kurtarma rüzgarı estiriliyor.

Karşı taraf kazandığında ülke el değiştirecek gibi bir hava estiriliyor iki tarafça da! Gençler de kendi geleceklerini kurtarmak zorunda.

Bir taraftan da bolca korku rüzgarı estiriliyor. “Battık, mahvolduk” mealinden bolca lakırdı dolaşıyor sosyal medyamızda.

Orada yazılanlara inanan ya da işine gelen bazı medya kuruluşları da benzer bir dili tercih ediyor!

Netice ise bolca ayrıştırma, kamplaştırma ve güven erozyonu…

Ne yazık ki bu dil kısa vadede birilerinin işine yarasa da uzun vadede Türkiye kaybediyor.

Ve sosyal medyanın bir özgürlük alanı olması kadar manipülasyon alanı olması da kamuoyuna madalyonun iki farklı yüzü olarak yansımakta!

Meslek etiğine ve yasalara uyma konusunda daha fazla bağlayıcı unsurlarla yüz yüze olan yaygın medya kuruluşlarının önemi de daha net anlaşılmak durumunda.

Sağlıklı, tarafsız, çarpıtılmamış, şişirilmemiş bilgi ve haberlere ulaşmak herkesin hakkı. Özellikle de gençlerin. Ve bu anlamda da medya kuruluşlarını üst kalite hizmet için zorlamak da vatandaşların görevi olmak zorunda!

Sandığa giderken önemsenen vatandaşlık görevi medya kuruluşları konusunda da benzer bir duyarlılığı hak ediyor.

Neticede…

Seçim döneminde daha da bulanıklaşan havanın dağılması ve ülkenin daha iyi yarınları için medyaya fazlasıyla görev düşmekte. Ama aynı zamanda doğru ve faydalı haber ve bilgi paylaşımı için vatandaşın da seçtiği ve itibar ettiği medya mecralarıyla bu sürecin denetleyicisi olması şart!

19 Mayıs 2023 itibarıyla manzaraya ayrıştırıcı bir gözlükle bakmadığınız takdirde görülebilecek önemli birkaç temayı sıralayalım.

Öncelikle memleket bir yere gitmiyor. Yerinde duruyor. Jeopolitik bazı risklere rağmen gücü kuvveti yerinde Türkiye’nin. Ve seçmen de milli değerlere sandık başında vurgu yaptı zaten!

Ekonomik açıdan ciddi yapısal sorunlar var. Ama henüz batma arefesinde değiliz. Rahat olun.

Enflasyon belası fakiri daha da fakirleştirdi! Öncelikli derdimiz bu. Adaletsiz gelir dağılımı daha da körüklendi son yıllarda. Çalışanların milli gelirden aldıkları pay dip yaptı.

Yani uygulanan politikalar zengini daha zengin fakiri daha fakir hale getirdi.

Asgari ücretin aşırı yaygın hale gelmesine karşın alım gücü açısından aşırı yetersiz kalıyor olması başlıca nedenlerden biri konumunda!

Ve gençleri de umutsuzluğa iten faktörlerin başında gelmekte ücret meselesi. Kalifiye olarak mezun olabilecekleri üniversite sayısı çok az. Buna karşın milyonlarca genç illa ki üniversite okuyup deli gibi masraf yapıyor!

Ama mezuniyet sonrası iş bulmak çok zor. Dört gençten biri işsiz kalıyor neticede. İş bulunsa bile insanca yaşanacak ücreti veren bir iş bulmak adeta lüks ötesi!

Eğitim ve iş kalitesi gençlerin kafasını kurcalayan ana tema olmayı bu yüksek enflasyon ortamında sürdürüyor haliyle.

Fırsat eşitliği ise apayrı bir gündem. Fırsat eşitsizliği tavan yaparken sosyal yaraların derinleşmesi için uygun ortam yaratılmakta. Yüksek çevre duyarlılığı olan genç kuşaklara yepyeni bir anlayışla gelecek inşa etmemiz gerekiyor!

Ama ellerini kollarını bağlayan yapısal ekonomik sorunlara bir an önce çare yaratılamazsa nice kuşak eriyip gidecek.

19 Mayıs yine şaşırtmadı!

19 Mayıs yine şaşırtmadı!

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutladığımız, Mustafa Kemal Atatürk’ün gençlere armağan ettiği ve bu armağanla gençliğin ülkemiz için ne denli önemli olduğuna vurgu yaptığı bayram, yine son yıllara has biçimiyle akıllardan çıkmayacak anılar bırakarak kutlandı.

Her şeyden önce Bursa’da olanlarla başlayalım…

Her milli bayramda olduğu gibi, yıllardan beridir olduğu üzere, Birleşik Kamu İş Konfederasyonunun çağırısı ile birlikte bir araya gelen sendikalar ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, 29 Ekim Kadınları Derneği, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği üyeleri bayram mesajlarını vererek Atatürk Anıtına çelenk sunmak istediler.

Yıllardır ve milli bayramların her birinde aynı prosedürü uygulamalarına rağmen, bu kez önlerine valilik emri ile kolluk kuvvetlerinin müdahalesi çıktı. Ses sistemleri kapatılmak istendi, hatta ses sistemlerini alanda bırakarak alanı terk etmeleri istendi!

Gerekçe; Valilik programı kapsamında olmamalarıydı.

Oysa bunun için izne tabi olmalarına gerek yoktu!

Birleşik Kamu İş Bursa Şube Başkanı Özkan Rona, Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy ve diğer dernek yöneticileri ile polis arasında yaşanan tartışmanın ardından geri adım atılmadı, açıklamalar yapıldı ve anıta çelenk bırakıldı.

Birleşik Kamu-İş Bursa İl Başkanı Özkan Rona yaptığı açıklamada;

“Bugün Mustafa Kemal’in bağımsız ve modern bir ülke yaratmak için başlattığı mücadelenin 104. Yılında manzara şudur ki; emperyalizmin yerli işbirlikçileri, radikal dinci terör örgütlerinin uzantılarıyla Gazi Meclis’i kuşatmış durumdadırlar.

Medrese eğitimini savunanlar, kadını bir köle gibi sahiplendirmeyi düşünenler artık yönetime ortak olmuşlardır. Devrimin meclisi, karşı devrimin meclisine dönüştürülmüştür!” diyerek özetledi günümüzdeki tabloyu.

Çizilen tablodan çıkmanın yolunu da yine aynı açıklamada gösterdi;

“Anadolu’ya bağımsızlık ateşini yakmaya giden Mustafa Kemal Atatürk’ün yoldaşlarıyız. Atatürk’ün Bandırma Vapurundaki o umutlu gözlerini hatırlayalım. O, bir umutla milletini nasıl ayağa kaldırdıysa biz de Türk Milleti’ni aynı umutla ayağa kaldırmak zorundayız!”

Bu sadece yerelde yaşadığımız bir örnek…

İşin bir de ülke genelinde yaşananlar kısmı var.

Dikkatinizi çekiyordur, yine de ben bir kez daha hatırlatmak isterim; yaklaşık olarak diyebilirim ki, son 10 yıldır milli bayramlara yakın tarihlerdeki Cuma hutbelerinin hiçbirinde Mustafa Kemal Atatürk anılmadı.

Bu yıl nasıl olacak? Seçimlerden sonraki ilk milli bayramda hem de Cuma günün rast gelen bir bayramda Cuma hutbesi nasıl okunacak diye merak ediyordum. Çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kapsayıcı, kucaklayıcı, herkesin cumhurbaşkanı olmak gibi söylemleri vardı. Haliyle bu kavramların içerisine Atatürkçü, milliyetçi vatandaşların da girip giremeyeceğini merak edenlerdendim.

Meğer girmiyorlarmış…

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramında okunan Cuma hutbesinde, 2 Mayıs’ta gerçekleştirdiği kitap basım ihalesinde, “Tecvidli Kur’an-ı Kerim Elif-Ba’sı” ve “Etkinliklerle Dinimi Öğreniyorum” kitaplarının basımı için yaklaşık 75 milyon 533 bin 333 TL maliyet çıkaran ve seçimin hemen sonrasında ihaleyi sonuçlandıran, Diyanet İşleri Başkanlığı, Atatürk’ten hiç bahsetmedi.

Atatürk’ün anılması yerine şöyle denilmesi tercih edildi;

“Geçmişten günümüze milli ve manevi değerlerimizi gençliğimize aktarmada önderlik yapmış şanlı ecdadımızı, dinimiz, devletimiz, milletimiz ve mukaddesatımız uğruna canını feda eden aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi şükran, rahmet ve minnetle yâd ediyorum”

Türk gençliğini milli ve manevi değerlerimizin emanetçisi ilan eden bir başlıkla karşımıza çıkan ve bu konuda kendisine çokça katıldığım hutbede;

Sen, İslam’ın kıymetli bir neferisin. Devletimizin ve milletimizin umudusun. Milli ve manevi değerlerimizin emanetçisi sensin. Tarihin akışını değiştiren ecdadımızın emaneti senin omuzlarındadır. Allah’a imanı, aileye sadakati, milletimize hizmeti, insanlığa faydalı olmayı kendine düstur edinen bir gençlik yetiştirmek ortak vazifemizdir” denildi.

Anne ve babalara de seslenilen hutbede; “Hazreti İbrahim gibi gençlerimizin alnı secdeli, dili dualı, güzel ahlaklı olmaları için Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunalım” ifadesi kullanıldı.

Bu hutbe ile Cuma namazına gelen vatandaşa seslenen Diyanet İşleri Başkanlığı, 35 milyar 910 milyon TL’lik 2023 yılı ödeneğinin 10 milyar 180 milyon TL’sini yılın ilk üç ayında tüketti. Başkanlık, 10,1 milyar TL’lik harcama ile genel bütçe kapsamındaki 28 kamu idaresini geride bıraktı. Diyanet, 10,6 milyar TL harcayan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nı, kasasından 5,2 milyar TL çıkan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile 5,3 milyar TL tüketen Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nı geçti.

Bize de artı değer olarak 5 milyon kitap basımı sundu…

Şimdi ben de diyorum ki; Ey Türk gençliği sen gerçekten de devletimizin ve milletimizin umudusun. Milli ve manevi değerlerimizin emanetçisisin. Sana ait olanı almak, hak ettiği yerde tutmak için görevden kaçma…

Atatürk bugün 142 yaşında!

Atatürk bugün 142 yaşında!

Önce Samsunlular kutladı bugünü.

Atatürk’ün Samsun’a çıkışının üzerinden 7 yıl; Cumhuriyet’in kurulmasının üzerinden 3 yıl geçmişti.

Samsunlular, 1926 yılından itibaren 19 Mayıs’ı “Gazi Günü” olarak kutlamaya başladı.

Fabrika ve demiryolu kuruluşlarının sirenleri törenlerin başladığını haber veriyor, Samsun halkı Atatürk’e armağan ettikleri Gazievi’nin önünde toplanıyor, orada günün anlam ve önemini belirten konuşmalar yapılıyor, kortej Mecidiye Caddesi’ni takiben belediye binasına gidiyor, akşam belediyede şükran balosu; şehrin sokaklarında fener alayı düzenleniyordu.

Samsun Gazievi…

Samsunlular, 1926’daki ilk kutlamanın ardından 19 Mayıs’ın ulusal bir bayram olması ve yaşadıkları coşkunun tüm yurda yayılması gerektiği görüşünde birleşti. 1927 yılı kutlamalarının ardından Vilâyet gazetesinde yer alan bir yazıda, “Samsunluların tarihin kendilerine bahşettiği bu şerefli fırsatı kaçırmayıp bayram olarak kabul ettikleri ve büyük tezahüratla kutladıkları” belirtildikten sonra şöyle deniliyordu:

“… Fakat gönül tek arzu ederdi ki istiklâl ve inkılâp tarihinde pek mühim olan bugün, umum vatan için tebcil ve tesîd olunsun. Bugün de inkılâp ve ihtilâlin başlangıcı olmak hasebiyle sayir bayramlar arasına girsin.”

Samsunlular, tıpkı Kurtuluş meşalesinin şehirlerinde yakılıp bütün yurdu sarması gibi bayram coşkusunun da Samsun’dan başlayarak tüm Türkiye’ye yayılmasını istiyordu. Ne var ki bu isteklerinin gerçekleşmesi ancak 8 yıl sonra mümkün olabildi.

Samsun Kent Müzesi’nde sergilenen 1933 yılına ait Samsun Vilayet Gazetesi…

Galatasaray’dan ayrılan bir grup tarafından kurulan Güneş Spor Kulübü, 19 Mayıs’ın “Atatürk Günü” olarak kutlanması önerisinde bulundu. Öneri Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Merkezi‘nce kabul edildi ve 1935 yılındaki kutlamalar tüm Türkiye’de gerçekleştirildi. Buna rağmen kutlamaların başlıca merkezi yine Samsun’du. Dönemin gazeteleri bile Samsun’daki kutlamalara başkent Ankara’daki kutlamalardan çok daha fazla yer ayırıyordu.

19 Mayıs’ın ulusal düzeyde bir kutlama günü olmasındaki aşamalardan biri de CHP’ye bağlı olarak çalışan Türk Spor Kurumu‘nun getirdiği öneri oldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri Mayıs ayının üçüncü Cuma günü Jimnastik Şenlikleri yapılıyordu. Türk Spor Kurumu, Nisan 1936’da toplanan genel kurulunda 19 Mayıs’ın “Spor ve Gençlik Bayramı” olarak kabul edilmesi yönünde bir karar aldı ve teklif CHP tarafından da kabul edildi. Böylece o tarihe kadar “Gazi Günü” ya da “Atatürk Günü” olarak kutlanan 19 Mayıs, gençlik ve sporla bütünleşmiş oldu.

19 Mayıs’ın resmen bayram olarak ilanı ise Atatürk’ün ölümünden yaklaşık 5 ay önce gerçekleşti. 19 Mayıs günü, 20 Haziran 1938 tarihinde “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki 2739 Sayılı Kanuna Ek Kanun” olarak, “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kabul edildi. 1981 yılına gelindiğinde ise 2429 sayılı kanun ile “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” adını aldı.

19 Mayıs, sadece Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı değil, sadece Gençlik ve Spor Bayramı değil, bugün aynı zamanda Atatürk’ün doğum günü.

Atatürk, bugün tam 142 yaşında…

Rumi takvime göre 1286’da (1880-1881) doğan Atatürk’ün tam doğum tarihi kayıtlı değil elbette.

Reşit Saffet Atabinen…

Tesadüf müdür yoksa tevafuk mu, bilinmez. Lozan Barış Konferansında Türk Murahhas Heyeti Genel Sekreterliğini de üstlenen milletvekili Reşit Saffet Atabinen‘in 19 Mayıs 1932’de “Doğum gününüzü kutlarım” diye çektiği telgraf Atatürk’ün pek hoşuna gider. Ancak Atatürk’ün 19 Mayıs’ı doğum günü olarak ilk kez telaffuz etmesi Temmuz 1932’de Türk Tarih Kurumu‘nun ilk kongresi sırasında olur. Aydın Halkevi’nden bir öğretmen, doğum gününü “Gazi Günü” olarak kutlamak istediklerini söyleyince Atatürk, “Bana onu sormayınız, ben doğduğum günü bilmiyorum” der ve şu eki yapar: “Samsun’a çıktığım günü yapınız!..”

Atatürk’ün doğum günü olarak 19 Mayıs’ın resmi kayıtlara girdiği tarih ise 12 Kasım 1936‘dır. Manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan, bu olayı şöyle anlatır:

“1936 yılında bir gün, Cumhurbaşkanlığı Umumi Kâtibi Hasan Rıza Soyak, Atatürk’e bir evrak getirmişti. Bunda, Atatürk’ün doğum gününün bildirilmesi rica ediliyordu.

Mustafa Kemal Atatürk, bunun üzerine düşündü, fakat bugünü kendisi de tam olarak bilmiyordu. Ancak, annesinden işittiğine göre, bir bahar mevsiminde doğmuş olduğunu ve o gün için ise şöyle dediğini hatırlıyorum:

Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın?

Bu resmi yazı ile ona verilmiş olan cevap şöyledir:

Türkiye Cumhuriyeti

Hariciye Vekâleti 10.XI.1936
Protokol Dairesi Şefliği
U. No.: 21081
H. No.: 174
Riyaseticumhur Umumî Kâtipliğine
İngiltere Maslahatgüzarı Mösyö Morgan, Vekâletimize müracaat ederek Reisicumhurumuzun Yevmi velâdeti münasebetiyle İngiltere Kralı Sekizinci Edvard tarafından hususî ve samimî bir tebrik telgrafı çekileceğini söylemiş ve Atatürk’ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmiştir.

Keyfiyeti arz eder ve İngiltere Büyük Elçiliğince taleb edilen malûmat tensip buyurulduğu takdirde işarına müsaadelerinizi rica eylerim.

Hariciye Vekili Y.
Elçi
Ali Türkgeldi

Buna verilen cevap:

Hariciye Vekâletine 12.XI.1936

10.XI. 1936 tarihli ve protokol 21081-174 sayılı yazıya cevaptır:

Reisicumhur Atatürk’ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduklarını arz ederim.

Umumi Kâtip
H. Rıza Soyak

Riyaseti Cumhur Evrakı: 3/7493″

Ankara, 19 Mayıs 1938…

4 yılı Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği olmak üzere 1924’ten Kasım 1938’e kadar Çankaya Köşkü’nde çalışan Hasan Rıza Soyak ise Atatatürk’ün doğum tarihine ilişkin şunları yazıyor:

“… Ne yazık ki doğduğu ay ve gün, ailesi tarafından bir yere kaydedilmiş değildir; yalnız kendisi annesinin, her zaman, bir ilkbahar günü dünyaya geldiğinden bahsettiğini söylerdi. Annesinin vefatından sonra Selanikli yaşlı hanımlardan – ki bunlar Zübeyde Hanım’ın arkadaşları idi – yaptığımız uzun soruşturmalar sonunda gerçekten aynı yılın ilkbaharında ve galip bir ihtimalle Mayıs ayı içinde doğmuş olduğunu tespit ettik.” (Atatürk’ten Hatıralar, s. 13)

Evet, bugün 19 Mayıs… Atatürk’ün doğum günü…

İyi ki doğdun Atatürk!

 

Piyasaların kafası neden karıştı?

Piyasaların kafası neden karıştı?

14 Mayıs fiyatlaması geride kaldı.

28 Mayıs fiyatlaması başladı.

Ama 19 Mayıs tatili nedeniyle 4 günlük işlem süreci içerisinde çok net bir kararsızlık yansıdı piyasalara!

İlk tur seçiminin ardından Borsa İstanbul‘da önce satış geldi. Ardından yükseliş sonra tekrar satış…

Kısacası ciddi bir dalgalanma ile karşı karşıya kaldık hisse senetleri cephesinde!

Nispeten dar bantlı sayılabilecek bir dalgalanma diyebiliriz. Ama hayli kararsız bir tavır, ciddi bir oynaklık yansıdı Borsa İstanbul’daki işlemlere.

Belirsizlik, öncelikli neden konumunda bu tabloda!

Riskten kaçınan yatırımcı alımları sınırladı hatta kısmi satışa geçti.

Peki risk olarak algılanan ne?

Yatırımcı açısından birbirine zıt iki kavram dillendiriliyor risk anlamında.

29 Mayıs sabahı yeni cumhurbaşkanı kesinleşmiş olacak. Yani bir belirsizlik ortadan kalkacak!

Ama kimilerine göre meclis çoğunluğu Cumhur İttifakı’nda olduğu için Kemal Kılıçdaroğlu seçilirse uyum sorunu çıkabilir. Bu süreç de icraatları aksatarak yeni bir seçim sürecini dahi tetikleyebilir.

Bu senaryoyu risk olarak algılayanlar bekle göre stratejisine geçmekte.

Bir diğer senaryoya göre ise Recep Tayyip Erdoğan seçilirse mevcut para politikasının devamı anlamına gelecektir bu durum! Ve söz konusu politika da önümüzdeki aylarda kriz üretme potansiyeli taşımakta.

Dolayısıyla bu senaryoyu fiyatlayanlar da piyasalarda negatif etki yaratıyor.

Ancak seçim sonrasına dair para ve ekonomi politikaları açık olarak ifade edilmediği için net bir görüntü yok gelecek adına.

Ve son piyasa hareketlerini kısmen siyasi manipülasyon olarak niteleyen kesimler de var! Ama elindekini koruma derdinde olan yatırımcılar da var. Dolayısıyla BİST 100 endeksi 4 bin 500 puanın üzerinde tutunma çabasını sürdürüyor.

Bunun dışında özellikle Merkez Bankası döviz rezervlerine dair negatif haberler dikkat çekiyor.

Hem belirsizlik fiyatlaması hem de rezerv haberleri nedeniyle dolar günde neredeyse beş kuruşa ulaşan bir artışa sahne oluyor artık!

Ancak bu manzaraya rağmen dövize doğrudan hücum yaşanmıyor.

Dövize yönelim var. Ama Kur Korumalı Mevduat üzerinden yani TL vasıtası ile sisteme yük getirmemeyi tercih ediyor vatandaşlar!

Ve yine KKM’de yeni rekor seviyeler görüldü son verilere göre.

Yatırımcıyı endişelendiren senaryoların kendince haklılık payı olabilir. Ancak yüksek dozda karamsarlık pompalamaya yetecek bir atmosfer yok!

Eğer ki bu yıl içinde sürpriz bir yeni seçim gündeme gelmeyecekse piyasalarda nispi bir istikrarı özellikle kabine oluşumu ve ekonomi politikasının netleşmesiyle görmemiz kuvvetle muhtemel.

Ve yönetimde kim olursa olsun dövizde daha hızlı bir yükselişe izin vermemek öncelikli gayreti olacaktır! Sıkça ifade ettiğim üzere 2024 baharında yerel seçim olması döviz kurlarının baskılanması için ciddi bir sebep. Enflasyon yükselmek için hazırda bekliyor.

Neticede yeni bir enflasyon yükü anlamına gelecek olan dövizin yüksek hızda yukarı hareketine imkanlar ölçüsünde izin verilmeyecektir.

Bu atmosferse hisse senetlerini yine cazip hale getirme potansiyeli taşıyor!

Konu Çarşamba: Küçük Halep

Konu Çarşamba: Küçük Halep

İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu, Meclis’e gitmeden şehrin sorunlarını gündeme taşımaya başladı. Sendikacı olmaktan kaynaklanan refleksi ve yıllardır alanlarda olmanın getirdiği tecrübeyi birleştirerek, Türkoğlu’nun Bursa için Ankara’da en çok konuşan vekillerden biri olacağını tahmin etmek güç değildi.

Bu konudaki mesaisine zaman kaybetmeden başlaması ayrıca sevindirici.

Ancak bahsettiği konu hakkında mevcut iktidarın bir tedbir almaya çalışacağını düşünmek biraz hayalperestlik gibi…

Bursa’nın trafik meselesinden sonra gelen en önemli konularından biri gettolaşma biçiminde yaşam alanları oluşturma gayreti.

Aslında bu gayreti, tüm kendisini farklı hisseden topluluklarda görüyoruz. İstanbul ya da Ankara gibi her mahallede her milletten insanın yaşadığı bir kozmopolitlikten ziyade, belli bölgelerden gelen kişilerin adeta daha önceden belirlenmiş mahallelerde toplanması ve bu mahalleleri kendileri için kurtarılmış bölge ilan etmesi, belki de büyükşehirler arasında sadece bizde görülen bir özelliktir!

Kozmopolit bir yaşam sürmeyen insanların birbirleri ile kaynaşmaları elbette mümkün olmuyor, hatta adeta getto haline gelen bu mahalleler, başka mahalle insanları için güvenli olmaktan da çıkıyor. Zira her mahallenin kendine has kuralları ve o mahalleden geçebilecek insan profilini belirleme özgürlüğü doğuyor.

Şimdi şehrimizin kendine has yerleşme geleneğini özetlediğimize göre konumuza dönebiliriz;

Konu malum, Bursa’nın gettosu haline gelen Çarşamba

Halkın arasında konuştuğu adı ile Küçük Halep!

Bu durumda Küçük Şam olarak da Balıklı ve Başaran bölgesini işaret edebiliriz, ama şimdilik yazı konumuz, Suriyeli göçmenlerin mesken tuttuğu; önce yavaş yavaş yerleştikleri, ardından adeta kurtarılmış bölge haline getirdikleri semtte Türkleri barındırmamak için ne gerekiyorsa yaptıkları Çarşamba

Selçuk Türkoğlu’nun konu aldığı durum dünden bugüne gerçekleşmedi elbette.

Suriyeli göçmenlerin ülkemize büyük kalabalıklar halinde geldikleri ilk yıllara bir dönelim.

Önce ederinden fazla para ödeyerek kiracı ya da mal sahibi oldukları bölgede daha sonraları cebren elde edilmeye başlandı dükkanlar. Esnaf korkutuldu, taciz edildi, şiddete uğradı, sonunda evinden, dükkanından çıkmak zorunda kaldı.

Hiç kimse itiraz etmesin bu söylediklerime, bizzat Çarşamba’nın göbeğinde oturan, sonunda da ‘İki çocuğumla artık burada yaşamakta zorlanıyorum’ diyerek evini, yerini terk edenlerden biliyorum anlattıklarımı.

Bugün Çarşamba’da Suriyeli esnaf dışında iş yapan çok az dükkan bulunuyor…

İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu ise konuyu şöyle özetliyor;

“Hepimizin gözü önünde ülkemizin nüfus yapısı bilinçli bir politika ile değiştirilmektedir. Pek çok şehrimiz gibi Bursa da artık ayan beyan belli olan bu işgal politikasının kurbanı olmaktadır.

Sayıları sadece Bursa’da 300 bin mi 400 bin mi olmuş, kimselerin bilmediği sığınmacılar, giderek yerleşik düzene geçmişler ‘kalıcı vatandaş’ statüsünde yaşamaya başlamışlardır.”

Eeee… Vatandaş zaten onlar…

Hatta pek çoğu devlet imkanlarına bizden daha kolay ulaşabilen ayrıcalıklı vatandaşlar.

Hiç kimse kusura bakmasın, bu cümlelerin ırkçılıkla, aşırı milliyetçi duygularla falan ilgisi yok.

Bölgenin bilinçli bir biçimde demogojik kayma yaşadığını, bu kayma neticesinde mevcut durumdan memnun olmayan bizim vatandaşlarımızın da ‘beyin göçü’ diye adlandırdığımız biçimiyle ülkemizi terk ettiğini bir kez daha anlatmaya gerek yok sanırım.

Misal Almanya uzun süredir ‘Nitelikli göç yasası’nı tartışıyor.

Neden?

Genç işgücü kalmadığı için elbette…

Yine de eğitim düzeyinden yapabildiği işin niteliğine kadar pek çok konuda eleme yapmadan dünyadan işgücü almayacak.

Bizim sınırlar malum, elek…

Bizim nitelikli işgücümüz Almanya ya da başka Avrupa ülkelerine gidiyor ve gitmeye devam edecek, çünkü diğer Avrupa ülkeleri de benzeri bir durumda. Bizim ülkemize de Ortadoğu’dan demografik kayma yapılacak, zaten yapılıyor, yapılmaya devam edilecek…

İşin bundan sonrası büyük bir soru işareti işte…

Ne diyorlardı adına ‘Sessiz işgal’ mi?

Sanki giderek çok sesli olmaya başladı gibi…

Selçuk Türkoğlu’nun konuyla ilgili yorumu ile bitirelim yazıyı;

“Sığınmacılar için Avrupa’nın güvencesi olma uğruna adeta cennet haline getirilmek istenen ülkemiz, kendi öz vatandaşımız için adeta cehenneme çevrilmektedir.

Vatanımızın selameti için tek çözüm, bu insanların artık savaş riskinin de ortadan yavaş yavaş kalktığı, hayatın giderek normale döndüğü kendi ülkelerine, doğup büyüdükleri öz topraklarına bir şekilde döndürülmelerini sağlanmaktır. Başka da yolu yoktur.”

CHP’de kurultay imzaları ne zaman toplanmaya başlar?

CHP’de kurultay imzaları ne zaman toplanmaya başlar?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun dünkü konuşmasına bakınca hayretler içinde kaldım.

Gören de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden birinci çıkmış zannedecek.

Gören de yapmış olduğu ittifak sonrası TBMM seçimlerinden birinci çıktığını zannedecek.

Gören de bu Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği ilk seçim deyip arkasından binlerce cümle kuracak.

Ama işin aslı öyle değil.

14 Mayıs, CHP’nin kaybettiği ve kaybedeceği belki son iki seçimden ilki, diğeri de yakın bir tarihte diyebiliriz.

Kılıçdaroğlu’nun yapmış olduğu konuşmalar sonrası Sayın Kılıçdaroğlu’na sormak lazım, sizi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde destekleyen HDP ile bölücü terör örgüt arasında bağ yok mu diyorsunuz?

Yerel özerklik derken neden bahsediyorsunuz?

Yeşilköy Havalimanını ABD’li SİHA firmasına vermekle kimlere mavi boncuk dağıtıyorsunuz?

Seçim vaatleri arasında 300 milyar dolar karşılığında neler taahhüt ettiniz?

Böyle bir taahhüdünüz yoksa neden o paralar seçim sonrasını bekliyor?

Söyleyin bir an önce o paralar gelsin de görelim…

Seçim sonrası vatan savunması için şehit olan askerlerimize yapılan saldırıyı siz ve kurmaylarınız bölücü terör örgütünün adını vererek lanetlediniz mi?

Size ikinci turda da destek verecek olan YSP terör örgütünün adını vererek lanetledi mi?

Hayır…

Ben şahsen sizde bunu, daha doğrusu samimiyeti göremiyorum.

***

Samimiyet olsaydı Tekirdağ’da depremzede kardeşlerimizi kapı önüne koyan zihniyete siz de anında kapı önünü gösterir, partiniz ile ilişiğini keserdiniz?

Sadece bu kadar mı, partinize mensup bir belediye başkanının eşinin sosyal medyadaki açıklamaları ile ilgili olarak gerekli uyarıları yapardınız.

Her zaman adaletten bahsediyorsunuz, adalet herkese lazım. Ama önce bu adalete partinizden başlasaydınız keşke…

Çalışanla çalışmayanı ayırt etseydiniz de dün partinin kapısından girenleri milletvekili yapacağınıza, partinize emek verenleri milletvekili yapsaydınız.

Yine velhasılı partinizde 30 yıl çalışıp size oy getireni seçilemeyecek sıraya, size hiç oy faydası olmayanlara da 38 milletvekili vermeseydiniz.

Halkın değerlerinden uzak siyaset algılayışınız devam ettiği sürece halkımız da kendi mensuplarınız da sizi her zaman ikinci parti yapar.

Bu süreç devam ederse ondan sonra ikincilikten bir alta da itiverir.

Hem halkın verdiği oya saygı göstereceğim diyeceksiniz, hem de size oy vermeyenleri de ötekileştireceksiniz.

Bunun adı tek kelime ile siyasi riyakarlık…

Daha önce bu köşeden yazdığım gibi evet o bahar gelecek ama sonbahar…

Ya diğer bir ifade ile çok lafın özeti bir CHP klasiği olan kurultay ateşinin fitili ne zaman ateşlenecek?

Muhtemelen bu ateş sonbaharı bulur…

O zaman da yapraklar dökülür, bu son seçim sonrası CHP’de hangi yaprakların döküleceğini de hep beraber görmüş olacağız…

Siyasetin strateji sınavı nasıl sonuçlanacak?

Siyasetin strateji sınavı nasıl sonuçlanacak?

Geri sayım yine hızlandı.

Ama henüz şok etkisi atlatılmadı.

Cumhur İttifakı parlamentoda beklediğinin üzerindeki sandalye ile keyifli bir şok yaşadı.

Millet ittifakı ise hem cumhurbaşkanlığı hem de meclis seçimlerinde umduğunu bulamamış olmanın şokunu yaşıyor.

Bu tablonun ortaya çıkardığı seçmen üzerindeki temel motivasyon ise iki ayrı uçta kendini konumlandırmakta!

“Zafer sarhoşluğu” ve “yenilgi yılgınlığı”…

Her iki psikolojik durumun riskler taşıdığı açıkça belli.

Çünkü yarış henüz bitmedi. Ve her ihtimal hala masada.

Haliyle seçmenlerini şoktan çıkarıp sandığa hazırlamak elzem hale gelmiş vaziyette.

Bu mecburiyet adayları harekete geçirmeye başladı. Ve neticede 28 Mayıs’a yol alırken siyaset sahnesi kısa bir molanın ardından yine ısınıyor!

Sayılı günler çabuk geçer. Haliyle bir anda sandıklarla yüzleşme durumu doğacaktır.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçmeni üzerindeki rehavet havasını dağıtacak adımlar atması şart. Nitekim TV programı katılımı ile ilk adımı attı.

Ama sahada olmak önemli ittifaklar adına!

Parti örgütlerinin seçmeni yakın markajda tutması önemli. Bu anlamda bir rehavet dikkat çekiyor. Sadece sosyal medya üzerinden yine kolaycı yaklaşımlar göze çarpıyor!

Mazeret üretimi ve birbirine sataşma iki tarafa da pek bir şey kazandırmaz.

Vatandaşın büyük çoğunluğu sosyal medya kapışmalarından çok da memnun değil çünkü.

Seçimlerde de görüldüğü üzere somut, net ve samimi söylemler karşılık buluyor!

İkinci tur yarışına az da olsa dezavantajlı başlayan Kılıçdaroğlu’nun da bunu dikkate alan bir propagandayı öne çıkarması şart.

Ayrıca…

Asıl önemli olan hangi oyları konsolide edip hangi mesajların altını çizmesi gerektiği!

Altılı masa kavramı; oy oranları ve mecliste oluşan manzara nedeniyle geri tepen bir unsur olarak görünüyor. Dolayısıyla artık ittifakın ruh hali değişmek zorunda!


Yani İYİ Parti’yi önceleyen HDP seçmenini küstürmeyen ve Sinan Oğan’ı yeni ittifaka uyarlayan bir yaklaşım sergilenmek zorunda Kılıçdaroğlu.

Ve elbette ki bu manzarada sandığa gitmemiş kitleleri de motive edip bu kez götürecek bir strateji gerekiyor.

İlk verilen mesajların milliyetçilik dozunu artırır nitelikte olması bu anlamda doğal sayılmalı. Çünkü ilk turdaki en önemli belirleyicilerinden biriydi milli değerler ve güvenlik kaygıları!

Ancak bu anlamda İHA ve SİHA örneğinde görülen somut adımların temsilcisi olarak kabul edilen Erdoğan doğal bir avantaja sahip. Yine de Kılıçdaroğlu’nun güvenlik kaygılarını giderecek tarzda daha milli bir duruş sergilemesi olumlu bir etki yaratabilir!

Çünkü bu anlamda bir soru işareti doğmuştu Kılıçdaroğlu’nun söylemleri sonucunda. Şimdi strateji değiştirme zamanı.

Ayrıca Atatürkçü bir yaklaşım da faydalı olur!

Ve gençlere daha somut ve umut vaat eden vaatler sunmak zorunda. Ama özel sektör çalışanları ile emeklileri de unutmaması şart!

Çünkü her iki ittifak da güçlü, kalıcı ve tatminkar bir vaat ortaya koymadı özel sektör çalışanları ile emeklilerin karşısına.

Su Paneline Aktaş damgası…

Su Paneline Aktaş damgası…

Bursa’da su her daim bir sorun oldu. Yer altından yer üstüne kadar iyi yönetemediğimiz su politikamız yüzünden, ellerimiz semada, gözlerimiz yağışta bekliyoruz koca şehir.

Her ne kadar şimdilerde var olan yağışlar sayesinde barajlarımız dolmuş, su krizimiz anlık bir çözüme kavuşmuş da olsa, önümüzde nasıl geçeceğini bilmediğimiz uzun bir yaz mevsimi var.

Anlayacağınız susuzluk her an kapımızı çalabilir.

Barajlarımızda 3-5 günlük suyun kaldığı bir süreçte yapılan ilk Su Paneli hayli ses getirmişti, ancak duyduğumuz ses, çözüm önerilerinden ya da sorun tespitlerinden ziyade, kürsüde yaptığı konuşmada kendisini sanayi düşmanı gibi gösterdiklerini düşündüğü gazetecilere sanayi düşmanı olmadığını anlatmaya çalışan, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın sesi olmuştu.

Konuşmasının ‘Benim 800 dönüm arsam var’ dediği bölümün kayıtları sosyal medya ve ulusal basında paylaşılmış, Aktaş bu konuşmanın ardından bir dil sürçmesi yaşadığını ve aslında 8 dönüm dediğini söylese de mesele çoktan akıllarda yer etmişti.

İlki durum tespitine neden olmuştu Su Panelinin, amaç ikinci Panelde çözüm odaklı konuşmalara geçmekti. Ancak yaşanan deprem felaketi tarihi öteledi ve konularında uzman dokuz konuşmacının söz aldığı Su Paneli’nin ikincisi Akademik Odalar tarafından bugün gerçekleştirildi.

Bence Panelin yıldızı yine Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş oldu. Konuşmasında kuraklığa ve küresel ısınmaya dikkat çeken Aktaş kendine has üslubuyla;

“Bu saatten sonra suyla alakalı biz ne yapabiliriz? Bir kere küresel ısınma iklim değişikliği vaka mı? Türkiye’de de dünyada da bir vaka değil mi? Bunu değiştirmemiz mümkün mü? Değil kardeşim, yok. İki sene önce son 30 yılın en kurak mevsimini geçirdik!” dedi.

Başkan Aktaş’ın buraya kadar söyledikleri doğru da, asıl bundan sonra söyledikleri daha bir önemli;

“Bir taraftan da sanayi alanlarını arttırmayla alakalı durumlar var. Burada bir sanayi kültürü var. İyi de ne sanayisini artıracağız biz? Ne yapacağız? Yüksek teknoloji mi üreteceğiz? Yine bol suyla, böyle yeraltı sularıyla iş yapan sanayi alanlarını mı üreteceğiz? Peki buna karar verecek olan kim? Büyükşehir belediye başkanı mı? Ticaret Odası Başkanı mı? Veya bir odanın başkanı falan mı? Buna bütün şehir karar verecek. Bütün meclis üyelerinin bu konuda görüşleri olacak”

İşte konuşmanın bu bölümündeki hangi sanayi biçimine, nasıl yönelim gösterileceğine, kimin karar vereceği konusu büyük hassasiyet taşıyor.

Zira hepimiz biliyoruz ki, yüksek teknoloji üretimi, doğal kaynaklara en az zarar veren üretim biçimi, ancak ülkemizde sanayi adına daha ziyade doğal kaynaklarımızın hunharca tüketildiği üretimlere yönelmiş durumdayız ve bundan büyük de memnuniyet duyuyoruz.

Hal böyle olunca vatandaş da soruyor?

‘Bizim şehrimizde havanın kirlenmesinde, Nilüfer deresinin boz bulanık akmasında, yer altı kaynak sularının giderek azalmasında en büyük sorumlu ben miyim?’ diye…

Vatandaşın bu sorusuna Aktaş’ın verdiği yanıt da kayıtlara geçmesi gereken düzeyde dikkat çekici;

“Bakın ben genel bir stratejiden bahsediyorum. Hızlı büyüme bazı şehirlerdeki bu vahşi sanayileşme isteği, hızlı sanayileşme hamlesinin getirisi olarak görüyorum. Ben buraya gelme cesaretini göstermiş bir adamım. Tek başına Büyükşehir Belediye Başkanı’nın mı sorumluluğu bu? Belki sizde bunu kendi içinizde kapalı devre yaptığınız toplantılarla başka yerlere anlatamıyorsunuz… Niye burada ilgili Vali Yardımcısı yok? Niye burada ilgili müdürler yok? Belki onlarla da paylaşmak lazım… Topyekun bir şey oluşturmakla alakalı bir bilinç oluşturmak için hamle oluşturalım madem…”

Hoooppp… Top vatandaştan sekti, zira vatandaşın su tüketimindeki sorumluluğunun minimal düzeyde olduğunun altını ben dahil pek çok gazeteci arkadaşım defalarca çizdi, Akademik Odaların kucağına düştü.

‘Kendi içinizde yaptığınız kapalı devre toplantılarla bunu başka yerlere anlatamıyorsunuz…’ cümlesinin içeriği bence Bursa’nın sorunları ile ilgili düşünen ve pek çok organizasyon düzenleyerek bu sorunlara dikkat çekmeye çalışan tüm sivil toplum kuruluşlarına, tüm akademik odalara, kısacası tüm bileşenlere yöneliktir.

O zaman fikrimizi beyan etmenin zamanı geldi;

Şehrin nasıl büyüyeceği ve bu büyüme esnasında nelerin ön planda olacağı, hangi kaynakların kullanılacağı konusu elbette şehri yönetenlerin karar vermesi gereken, planlaması gereken, planlarını hassasiyetle uygulayıp kişiye ya da kuruma göre ayrımcılık yapmaması gereken konulardır.

Yani bir yanıt isteniyorsa hemen verelim; şehrin sanayileşme ve su sorunu konusundaki meseleler belki sadece Bursa Büyükşehir Belediyesinin meselesi değildir, ancak yerel yönetimlerle birlikte merkezi yönetimlerin karar verecekleri politikalarla çözülmesi gereken sorunlardır.

Akademik Odaların ya da sivil toplum kuruluşlarının sorun çözmek gibi bir zorunluluğu, bir misyonu yoktur! Toplumun faydasını düşünen ve bu fayda doğrultusunda sorunları tespit edip çözüm önerileri sunmayı kendisine görev edinmiş kuruluşlara böyle atıflarda bulunmak benim açımdan hem enteresan hem de topu taca atmak kadar kolaycı bir yaklaşımdır.

Su panelinin ikincisine de bu dikkat çeken çıkışları ile Aktaş damga vurmuştur.

AK Parti dağı, dağ da AK Parti’yi unutmadı

AK Parti dağı, dağ da AK Parti’yi unutmadı

Bursa özelinde senelerdir siyasetten istediğini alamayan kesimlerin başında dört dağ ilçesi geliyor.

Senelerce hep “veren el” pozisyonunda olmuşlar.

Alan el” pozisyonuna geldiklerinde çoğu zaman bizim oğlan mantığı ile unutulmuşlar.

Bu unutma süreci yavaş yavaş hatırlanma sürecine doğru gidiyor.

Geçen dönem üç farklı siyasi partiden yörenin TBMM’de temsilcileri oldu. Fakat bu döneme gelince özellikle ana muhalefet partisi CHP tarafından unutuldu.

CHP Erkan Aydın’ı aday göstermeyerek intihar etti, diyebiliriz.

Keza İYİ Parti de İsmail Tatlıoğlu’nun yerine dağ yöresinden seçilme şansı bulunan Müberra Çakır’ı da listenin dışına itiverdi…

Bunun adı da ön seçim demokrasisi…

***

Geriye ise AK Parti kaldı…

Birileri görmese de AK Parti iktidarında dağ yöresi çok ciddi yatırımlar aldı.

Dört dağ ilçesi bu minvalde kalkınma noktasında önemli mesafe kat etti.

Öte yandan, seçme hakkını hep AK Parti’den yana kullanan dağlılar seçilme noktasında siyasi partilere beklentilerini defalarca ilettiler.

Bu minvalde kulağına pamuk tıkamayan AK Parti her iki seçim bölgesinden seçilebilecek sıraya birer isim yerleşti.

Böyle olunca AK Parti’nin ve Cumhur İttifakı’nın en yüksek oy oranına ulaştığı ilçe dört dağ ilçesi ile Osmangazi’nin dağ köyleri oldu.

***

Sadece bu kadar mı?

Dağlıların yoğun yaşadığı bölgeler de yöre evlatlarına sahip çıktı.

Bu dönem dört dağ ilçesi seçmeni biraz daha organize bir şekilde oy kullansaydı, belki de BBP 1. Sıra Milletvekili Adayı Ekrem Alfatlı’yı da TBMM’ye gönderebilirdi.

Alfatlı’ya sevgi çok, oy hiç yok prensibi ile hareket etmiş, onu da gönüllerinde milletvekili yapmış.

Velhasılı dağ yöresi seçmeni yine gereğini yapmış.

Kendini unutmayanları onlar da unutmamış…

Umarım bu seçimlerden bazı siyasi partiler ders çıkarır, dağ yöresini unutan diğer siyasi partiler de önümüzdeki seçimler için ders alır…

Ders almaz ise neler mi oluyor?

Onu da anlatmaya gerek yok…

Zaten her şey kendini belli ediyor…

Bu vesile ile benim de ata ocağım olan dağ yöresinin içinden çıkan TBMM’de, Ankara’da bizleri temsil edecek Mustafa Yavuz ve Osman Mesten’e 28. Yasama yılında başarılar diliyoruz.

MAZBATALAR 19 MAYIS’TA

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. tura kalmasının ardından merak edilen konuların başında yeni seçilen milletvekillerinin mazbatalarını ne zaman alacağı ve TBMM’de yemin edeceği merak ediliyor.

Edindiğimiz bilgilere göre, mazbataların 19 Mayıs 2023 tarihinde verileceği, TBMM’deki kayıt işlemlerinin de önümüzdeki hafta içinde başlayacağı ve yemin töreninin gerçekleşeceği bilgisine ulaştık.

Bizler de şimdiden hayırlı olsun dileklerimizi iletiyoruz.

MHP Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taşıyıcı kolonudur!

MHP Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taşıyıcı kolonudur!

Şu an oluşmuş olan Meclis aritmetiğine göre konuşuyorum, lâkin 28 Mayıs’tan sonra; Kemal Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce, Meral Akşener, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu ve türevleri, siyaseten kadavraya dönüşecektir.

İnce; yerli, milli ve samimi olmasına rağmen, kendisine karşı yapılan kumpaslar karşısında cesaretli bir tutum sergileyemeyişinden, Kemal Kılıçdaroğlu her ne yaparsa yapsın, halkın büyük bir bölümü tarafından kabul görmeyip, sayısız yenilgiye uğramasından, Davutoğlu ve Babacan, tüm şişirmelere rağmen halkta karşılığı olmadığından, Akşener; bir liderlik otoritesini içselleştiremeyip, partisinde her kafadan bir ses çıkıp, disiplinsiz tutumların çok olup, kendisinin de tutumsuz davranışlarından dolayı, halk tarafından itibar görmeyeceklerdir.

Ayrıca, Mansur Yavaş; halkın o kadar kendisini aday görmek istemesine rağmen ortaya bir irade koyamayışından, siyasetin bir cesaret ve feraset olduğunu kavrayamayışından, ilk yerel seçimde, Cumhur İttifakı’nın Ankaralı ve güçlü bir aday çıkarması durumunda, bunun bedelini ödeyerek, hezimete uğrayacaktır.

Burada kazanan, ne kadar yetersiz, tutarsız ve sadece laf üretmekte mahir olan bir siyasetçi olsa da gelecek günlerde CHP’nin başında görecek olduğumuz, İmamoğlu olmuştur.

Masanın diğer bileşenlerine, bundan sonraki hayatlarında, başarılar dileriz.

Ayrıca, yaklaşık yirmi yıldır siyaset ile yakından ilgilenen bir bireyim ve aynı zamanda toplumu yakından gözlemleyen bir yazarım.

Kendimi bildim bileli her seçim üstü, toplum mühendisleri, etki ajanları basındaki maşalarını devreye sokarak, “MHP bu seçimde hezimete uğrayacak, baraj altı kalacak.” algısı yaparak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğünün teminatı olan MHP’yi Gazi Meclis dışına taşımak için var güçleri ile mücadele etmektedirler.

Milliyetçi Hareket Partisi, kurulmuş olduğu günden bu yana, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taşıyıcı kolonu olmuş, hareketin gönüllü mensupları; devlet, millet ve ebed müddet çizgisinde, çeşitli bedeller ödeyip, kan kusup, “kızılcık şerbeti içtik” demişlerdir.

Emperyalistler ve emperyalizmin yerli işbirlikçileri istiyorlar ki bu kolon Gazi Meclis’ten çekilsin, bölünmenin ve yok olmanın önü açılsın.

Unutulmasın ki MHP’den Meclis’e girecek olan bir vekil dahi, o kolonu ayakta tutmaya yetecektir.

Bir de şunu söylemek gerekir ki MHP bir siyasi partiden çok, bir dava ve bir fikir hareketidir. MHP’nin haklılığı hiçbir zaman almış olduğu oy oranı ile ölçülmemiştir ve ölçülmeyecektir de!

Herkes gitse biz buradayız! Devlet-millet ve ebed müddet çizgisi için, yaşamaya da ölmeye de hazırız.

Var ol Türkiye, var ol MHP!

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

Seçim sonuçlarında nasıl yanıldık!

Seçim sonuçlarında nasıl yanıldık!

14 Mayıs seçimleri parlamento anlamında sona erdi.

Seçimden 9 gün önce yayınlanan Seçime bir hafta kala Bursa fotoğrafı başlıklı yazımda kendimce değerlendirmelerde bulunmuş, Bursa özelinde AK Parti’nin 7, CHP’nin 7, İYİ Parti’nin 5 vekil çıkarabileceğini, ikinci bölgede ise Yeşil Sol’un son sandalye için iddialı olabileceğini kaleme almıştım.

MHP’ye ilişkin ise “Cumhur İttifakı’nda Bursa için bana göre en büyük sürpriz MHP olacak gibi duruyor. Yıllardır en kötü iki vekil çıkardığı Bursa’dan Sinan Ateş cinayetinin de etkisiyle bu seçim eli boş dönebilir, hatta işi büyütecek olur isek Türkiye genelinde hiç beklemediği bir tablo ile karşılaşabilir” değerlendirmesinde bulunmuştum.

Pazar geceki sonuçlara bakılınca (itirazları göz önünde bulundurarak) yanıldığımı açık yüreklilikle söylemek isterim. Ancak bu yazıda nedamet getirmek yerine nerelerde yanıldığımızı anlatmak istiyorum.

Doğrudur, MHP’nin beklemediği bir tablo ile karşılaştığı muhakkak ancak bu görüntü onların lehine gerçekleşti.

Özellikle muhalefetin Bursa mitinginden sonra ağır bastığını düşündüğümüz ‘değişim’ tablosunun karşılık bulmadığı net bir şekilde ortaya çıktı.

2018 seçimlerindeki Bursa tablosunun hemen hemen aynısı olan seçim sonuçlarında tek farklılık AK Parti’nin ikinci bölgedeki bir vekilinin bu kez CHP’ye geçmesi.

Peki nasıl yanıldık?

Öncelikle siyasette belirleyici olacağı düşünülen gündemdeki gelişmelerin sandık başında pek de bir işlerliğinin olmadığını gördük. Yani ne Erzurum olayları ne de Maraş depremleri seçmenin fikrini değiştirdi.

Yani, Sinan Ateş cinayeti bir tepki yarattı elbette ama bu durum MHP’den kitlesel kopuşlar yerine münferit tepkilerle sınırlı kaldı.

Muhalefetin değişim beklentisi çok büyüktü, peşinden gelen hayal kırıklığının gürültüsü daha büyük oldu. Seçim sonrası yapılan paylaşımlardan ve 28 Mayıs’a günler kala süren bu kapalı havadan bu sonucu çıkarmak mümkün.

AK Parti’nin 2018’e oranla yaşadığı yüzde 7’lik oy kaybının hatırı sayılır bir kısmı MHP’de toplandı. Toplum tepki gösterse de tercihini yine iktidar bileşeninden yana kullandı. MHP de seçime dair net bir vaadi ve argümanı olmamasına karşın milliyetçi-muhafazakar seçmen için güvenli liman oldu.

Yine seçim öncesi AK Parti’nin en çok eleştirildiği konulardan biri olan HÜDA-PAR konusunun da AK Parti seçmeni için önemli bir sorun teşkil etmediğini gördük. AK Parti’den kopması beklenen oyların bir kısmı da son anlarda Cumhur İttifakı saflarına katılan Yeniden Refah Partisi’nde toplandı. Bu arada görünen o ki, Yeniden Refah, Saadet Partisi’nin tabanının da önemli bir bölümünü kendi saflarına çekmiş…

Gelelim muhalefet kısmına…

CHP’nin 2018’de aldığı yüzde 22,6’lık oyu bu seçimde 25,3’e yükseldi. ‘Sofrayı büyütmek’ mottosu ile yola çıkan CHP lideri Kılıçdaroğlu, sağ seçmeni partisine çekmek adına DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti adaylarını kendi listelerinden seçime soktu. Seçim sonucunda CHP’den seçime giren 4 parti toplamda 38 adayı Meclis’e gönderdi. 2018’e göre oy oranı yüzde 3 artan CHP sandalye sayısını 146’dan 168’e çıkardı. Hazırlanan listeler nedeniyle CHP örgütleri küskünlük yaşadı ve bu küskünlük saha çalışmalarına da yansıdı. Dört partinin tabanının ise tıpkı DEVA lideri Babacan’ın ‘Kendi tabanımızı CHP’ye oy vermeye ikna edemeyebiliriz’ sözünde olduğu gibi CHP’yi pek tercih etmediği ortaya çıktı. Bu noktada CHP örgütlerinin her seçim sürecinde yaşadığı bu anlamsız ‘küslük’e de dikkat çekmek gerek. İttifakı destekleyen, liderleri alkışlayan örgüt tek liste gelince su kaynattı ve genel başkanının arkasında duramadı. Motivasyonu kısa sürede tuzla buz oldu.

2018 seçimlerinde sağlıklı bir seçim sonucu sunamayan ‘Adil Seçim Platformu’nun mimarı olan, bu seçimde de kendisine seçim sistemi emanet edilen CHP Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel’in seçimden bir gün sonra görevden alındığını da ekleyeyim. Bu da gösteriyor ki Adıgüzel bu seçimde de bu işi beceremedi. Çünkü CHP’nin özellikle son iki genel seçimde sunduğu ‘oylar sisteme girilmedi, tutanaklarda sorun var’ savunması akıl alır gibi değil.

İYİ Parti 2018’e göre küçük bir oy kaybı yaşasa da vekil sayısını bir artırdı. Altılı Masa’da yaşanan adaylık krizi sonrası masadan kalkma kararının oylara büyük etki ettiği görüldü. MHP’nin de oy kitlesi olan milliyetçi-merkez sağ seçmeninin iknası konusunda hayli iddialı olan ve kimi anketlerce oy oranı yüzde 17’lerde gözüken İYİ Parti, bu kesimin oy deposu olan İç Anadolu, Karadeniz ve İç Ege’de neredeyse hiç varlık gösteremedi. Ancak iki seçim ortalamasına bakılırsa kendisine yüzde 9’luk bir taban oluşturan İYİ Parti, CHP’yle oluşturduğu ittifakta umduğunu bulamadı.

HDP’nin kapatma davası sebebiyle kurulan ve seçime giren Yeşiller Sol ve Gelecek Partisi ise 2018’e göre oy ve sandalye kaybı ile seçimi noktaladı. Yeşil Sol Parti ile ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’ çatısı altında kendi listeleri ile seçime giren Türkiye İşçi Partisi ise yine 2018’deki gibi 4 vekil ile temsil edilecek. İşte tam bu noktada TİP’in kendi listeleri ile seçime girme kararının seçimin kaderini etkileyen unsurlardan biri olduğunu söylemek gerek. Seçime girdiği bölgelerde CHP seçmeninden de oy alan TİP’in genel tabloda Millet İttifakı’nın oylarını böldüğüne ve 12 vekil kaybettirdiğine yönelik yoğun eleştiriler var.

Seçimin en çok konuşulan partilerinden olan Zafer ve Memleket partileri ise yeterli çoğunluğa ulaşamadığı için Meclis’te temsil edilme hakkı kazanamadı. Memleket’in Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmesi sonrasında anketlere yansıyan oyu sandıkta daha da düşerken Zafer Partisi ise Sinan Oğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki stratejik öneminin ardından vekil çıkaramasa da elini güçlü tutmayı başardı.

Neticede büyük bir tepki ve oy kaybı yaşaması beklenen Cumhur İttifakı, parlamento seçimlerini çoğunluğu alarak noktaladı. Hesaplar tutmadı, anketler yanıldı ve bana göre yine sokağa inememek muhalefetin Meclis çoğunluğunu almasına engel oldu. Meclis aritmetiğinde de sağ siyaset baskın çıktı.

Cumhurbaşkanlığı Seçimi süreci ise başka bir yazının konusu olsun…

NOT: İsteyen istediği partiye oy verir, kimseyi ilgilendirmez. Deprem bölgesi için de mevcut görüşüm geçerli. Ancak üç ay önce 50 binden fazla insanın öldüğü bir bölgede konvoyla, kornalarla seçim zaferi kutlanmamalıydı. Madem hassasiyetler var, en önce bu durum dikkate alınmalıydı.

Ancak; tablo ne olursa olsun özellikle depremzedeler hakkında küfürlü ve suçlayıcı yorumlar yakışık almıyor. Fakat depremzedeler üzerinden siyaset devşirip strateji geliştirmek de doğru değil.

İkinci turda şapkadan tavşan çıkar mı?

İkinci turda şapkadan tavşan çıkar mı?

Taraflar ikinci kapışmaya hazırlanıyor.

28 Mayıs yeni kritik seçim tarihimiz.

Artık bol partili oy pusulası ile boğuşmak yok.

Aday sayısı da iki.

Yani kağıt üstünde çok kolay bir seçim!

Özellikle de ilk turda tarafını netleştirenler adına bir sorun yok.

Sadece dejavu yaşanacak daha sadesinde.

Yani kemik oylar öncelikli belirleyici konumunda görünüyor ikinci turda.


Peki arada 2,5 milyon civarında oy farkı varken Kılıçdaroğlu’nun şansı hiç mi yok?

Aslında matematiksel şansı hayli yüksek.

Boşta kalan Sinan Oğan oyları, sandığa gitmeyen ya da gitse de geçersiz oy kullananları hesaba kattığımızda 11 milyonu aşan bir potansiyelle karşılaşırız!

Yani teorik olarak çok geniş bir mücadele sahası var Kılıçdaroğlu’nun.

Ama kağıt üstü hesaplarla masa başında seçim kazanılmıyor. Bunu da 14 Mayıs’ta gördük.

Sandığa gitmeyen yüzde 12’nin büyük bölümü yine sandığa gitmeyecek çeşitli nedenlerle. Amaç yüzde 1-2 de olsa o kesimi sandığa götürmek. Tabii ki kendi lehine oy kullanmaya ikna ederek.

Pratikte 10 gün kaldı neredeyse. Haliyle bu ikna sürecinin hiç de kolay olmayacağı ortada! Bir de milyonu aşan geçersiz oy sahibini aydınlatacak kampanya da lazım sanırım. Ama düzgün oy kullanmayı başarsalar da onların oransal dağılımı açık bir avantaj sağlamaz.

Geriye blok halinde Sinan Oğan’a oy verenleri çekmek kalıyor!

O da cepte görülecek bir garantide değil. Blok oy hareketleri pek görülmez çünkü.

Ancak Oğan’ın yapacağı anlaşma ve ve seçmenine vereceği güçlü mesaj yüzde 3,5 civarı bir oy kayması yaratabilir.

Dolayısıyla siyasi pazarlık yeteneği yüksek olan liderin avantajı oluşabilir bu süreçte. Ama her şeyden önemlisi her iki adayın da kendi seçmenini yeniden sandığa götürebilmesi. Yani en azından mevcudu koruyabilmesi!

Bu anlamda iki tarafından handikapları var çünkü.

İlk sırada bitirenin “nasıl olsa kazandık” havasına girerek katılımı düşürmesi mümkün. İkinci sıradaki adayın seçmeni de umutsuzluğa kapılabilir. Özellikle de meclis çoğunluğu elden gitmişken!

Dolayısıyla ilk turda öne çıkan ekonomik vaatler… Yani “TOGG mu, soğan mı?” tartışması… Ve milliyetçilik bazında işlenen temalar artık ikinci planda kalmıştır.

Psikolojik savaş artık ön planda.

Çünkü tarafların vaat ettikleri seçmenin gözünde piyasa tabiriyle büyük ölçüde netleşti ve satın alındı!

İkinci turda özellikle Kılıçdaroğlu adına daha yenilikçi stratejilere ihtiyaç var.

Mevcut seçmenini konsolide edip sandığa götürebilme yanında yeni mesajların ve özellikle de kararlılığın öne çıkması şart.

Liste küskünlerini tekrar mobilize etmenin zorluğu bu anlamda önemli bir sınav konumunda mesela.

Yani aslında seçmen üzerinde vaatlerden öte güven ve sevgi yaratacak bir duruş gerekiyor!

Oğan’dan gelebilecek oylar için mecburen milliyetçi yerli ve milli bir söylemi öne çıkarmak zorunda kalacak. Ama aynı zamanda HDP oylarını da elinde tutacak.

Ciddi bir paradoks!

Diğer taraftan çok konuşulan ekonomi cephesinde çıtayı yukarı çıkaracak doğru söylemlerle ilgi çekmesi mümkün. Çünkü sunulabilecek gerçekçi vaatler var hala.

Ve gördük ki daha önceki vaatleri Kılıçdaroğlu’nun fazlaca kabul görmedi. Bir kısmı inandırıcı bulunmadı. Bir kısmına ise Erdoğan’dan karşı hamle geldi!

Ve Cumhur İttifakı adına en zayıf unsurlardan biri olan ekonominin son bir ay içindeki ataklarla lehte bir sonuca döndürüldüğüne de şahit oluk.

Yani seçmen eldeki kuşa daldakinden fazla önem verdi pragmatik bir yaklaşımla.

Dolayısıyla ikinci tur için Millet İttifakı’nın hem ekonomide hem de milliyetçilik kartında eli avantajlı değil.

Siyasi pazarlıkların ne getireceği de net değil.

Neticede ya karşı tarafın rehavete kapılmasını bekleyecek. Ki bu çok düşük bir ihtimal.

Ya da sandığa gitmeyen seçmenin bir mucize yaratması umulacak.

Sözün özü; Kılıçdaroğlu’nun şapkadan tavşan çıkarması mümkün olursa mucize de beklenebilir!

Ters köşe: Kılıçdaroğlu çekilsin!

Ters köşe: Kılıçdaroğlu çekilsin!

Önümüzdeki 15 gün boyunca en çok konuşacağımız isim Sinan Oğan ve dolayısıyla ATA İttifakı olacak, burası net. Seçimin kazananı ve bundan sonrasında doğru adımları atarsa en karlı ismi de yine Oğan ve ekibi olacak.

Şimdilik peşin satan esnaf misali, kendisine gelecek teklifleri beklerken, bir yandan da olmazsa olmaz şartlarını sıralıyor, hatta yabancı basına demeçler vererek, ‘biz kimi desteklersek seçimi kazanmasını da sağlayacağız’ diyor Ata İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Oğan.

Doğrusunu isterseniz sürekli olarak bir kitleyi konsolide edip ardından ben çekiliyorum diyen ve hep kaçak güreşmeyi tercih eden Muharrem İnce’den daha cesur biçimde yönettiği seçim çalışması sonrası böylesine bir oy oranına ulaşması şaşırtıcı olmadı benim için.

Ancak ben yine de, mevcut ittifaklardaki birleşmelerin milliyetçi duygularını örselemesi nedeniyle ATA İttifakını tercih eden seçmenin, kurulan bir cümle ile işaret edilen yöne doğru konsolide edilip edilemeyeceğinden emin değilim.

Mevcut eminsizliğim sırasında gözüme ilişen ve benden başka 2 milyon kişinin de gözden kaçırmadığı bir sosyal medya paylaşımı bakış açımı tümden değiştirdi.

ATA İttifakı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adayı Sevda Özbek;

Türk Milliyetçileri ve Atatürkçüler seçimin sonucunu belirleyecek. Görmezden gelmenin veya yok saymanın ilk tur tepkisi iyi analiz edilmelidir. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, bulunduğu konum itibari ile elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı, ancak milletin iradesi daha güçlü bir aday istiyor.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci turdaki sorumluluğunu Sayın Sinan Oğan’a devretmesi ülkemiz adına en hayırlı olan olacaktır” diyerek Oğan’ın Cumhur ya da Millet İttifaklarından birini desteklemesi yerine üçüncü bir yol daha açtı.

Haliyle kendisini aramak, biraz hasbıhal etmek de farz oldu bu durumda.

Kılıçdaroğlu’nun çekilmesini talep ettim. Bazı insanlar, ‘yüzde 5 oy aldınız yüzde 45 oy alana çekil mi diyorsunuz?’ diyorlar.

Ben de diyorum ki; ‘Halk artık farklı bir şey istiyor, artık oy bile vermeyeceğiz diyen insanlar var. Çekilin, Sinan Oğan’a devredin, bu şekilde Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkarsak tarih yazarız’ Bu sözlerimi CHP destekçileri dahi ‘Keşke’ diyerek karşıladı” diyor Özbek.

Diyelim ki, Kılıçdaroğlu çekilmedi, Oğan gerekli görüşmelerini yaparak taraflardan birini destekleme kararı aldı ya da asla taviz vermeyeceğini söylediği beş maddenin kabul edilmemesi durumunda seçmenlerini tercihleri konusunda özgür bıraktı…

Böyle bir senaryoda Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacağı görüşünde Sevda Özbek.

“Bir; ülke hayrına, Türkiye tarihine, adını altın harflerle yazdırmak var. Türk milliyetçileri ile Atatürk milliyetçilerinin birleşmesi için gerekli zemini oluşturmak var. Bir de kaybedeceğini bile bile ısrarcı olup ülkenin bir karanlığa doğru sürüklenmesinde baş aktörlerden olmak var!”

ATA İttifakının asla taviz vermeyeceği beş maddeyi hemen hatırlamak lazım;

-Anayasanın ilk dört maddesinin değişmezliği,

-Madde 66’da yer alan Türklüğün Anayasa’dan çıkarılma girişiminin karşısında set kurulması,

-13 milyon sığınmacının gönderilmesi,

-Son ekonomik krizin temel sebepleri olan faiz, enflasyon, sonuç sarmalından kurtulması,

-Terör örgütleri ve onların siyasi yapıları ile arasına mesafe konulması olarak belirlendi.

Bu beş madde ışığında bakıldığında Cumhur İttifakı’nın bir yandan HÜDAPAR ile olan bağlantısını tamamen koparması gerekirken, diğer yandan sığınmacı politikasına da ciddi bir ayar vermesi gerekiyor. Üstü bir de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıllardır ısrarla sürdürdüğü kendi icadı ekonomi modelinden vazgeçmesi ekleniyor.

Kısacası Cumhur İttifakındaki temel politikalar bir yana itilecek, aynı zamanda HÜDAPAR ortaklığından vazgeçilecek.

Olabilir mi?

Ben pek ihtimal vermiyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm bunlara gerek görmeyerek, zaten mevcutta ihtiyaç duyduğu 0.5 puanı ikinci turda kendi başına tamamlayabileceğine kanaat de getirebilir. Hatta ısrarla bahsi olunan maddelerin gerçekleşmesi savunulursa, bu durum daha da kuvvetli bir ihtimal gibi geliyor bana.

Ancak Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun aldığı yüzde 45 civarındaki oy ile desteksiz gireceği ikinci turda seçimi kaybetmesi daha olası olduğundan ve zaten maddelerin çoğunu yerine getirdiği düşünüldüğünde bir birliktelik daha yüksek ihtimal gibi.

ATA İttifakı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adayı Sevda Özbek de buradan yola çıkıyor ve diyor ki;

“Siyasi bir hırs ile hareket etmek yerine Türk siyasetinin tabanını iyi analiz etmek gerekiyor. Ben kendimi bildim bileli herkes bu ülkede Atatürkçü ve Türk milliyetçisidir. Bugün Kılıçdaroğlu çekilse, seçim rahatlıkla kazanılır.

Özbek, Millet İttifakı içindeki kadınlara da sesleniyor;

Millet İttifakındaki kadınlara sesleniyorum; yapacağımız seçimler geleceğimizi belirleyecek. Türkiye’de kadınlar ne kadar güvende güçlü ve mutlu olursa çocuklarımız da öyle yetişecek. Bunun aksini düşünmek dahi istemiyorum. Çocuk yaşta evlilik, çocuk istismarının sürekli artması, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin devam ediyor oluşu yaşadığımız en büyük sorunlar.

Biz sığınmacı krizi bitsin istiyoruz. Çocuklarımız kadınlarımız güvende olsun istiyoruz. Beyin göçü yaşanmasını istemiyoruz. Bilimden teknolojiden bahsedelim diyoruz.

Bütün kadınlar bu seçimlerde tarih yazmalı. Tüm Atatürkçü, milliyetçi kadınların bir araya gelmesini ve Sinan Oğan’ı desteklemesini talep ediyorum!”

Doğrusunu söylemek gerekirse birleştirici bir siyaset izlemek uğruna partisinin değerlerinden fersah fersah öteye düşen Kemal Kılıçdaroğlu, bu çağrıya kulak verir mi bilemiyorum, ancak genel başkanından izin almadan konuşma cesaretini kendisinde bulan, kendi fikirleri ile siyaset arenasında var olan güçlü bir kadın profili çizen Özbek’in önerileri bir yanıtı hak eder diye düşünüyorum.

Ben bu satırları yazarken, hayatımıza İstanbul seçimleri ile giren bir kadın figürden daha, bu kez kadın seçmene yönelik mesajlar geldi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu;

“Gelin; geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini birlikte seçelim kadınlar. Önümüzdeki bu seçim en çok da bizim seçimimiz olacak. Çünkü bir kadın olarak özgürlüğümüzü elimizden almaya çalışanlarla karşı karşıyayız. Bir anne olarak çocuklarımızın geleceği için kaygılanıyoruz. Bize ne yapmamız, yapmamamız gerektiğini söyleyenlere, kendimiz hakkında karar vermemizi ‘uygun’ görmeyenlere, bizi bir eşyaymışız gibi düşünenlere inat birlik olup ülkemizin geleceği için karar verelim

Görünen o ki, Millet İttifakı ve ATA İttifakı kadınlarında seçimin kaderini kadınların belirleyeceği kanaati hakim. Gidiş yolları farklı olsa da yollar kadınların açtığı patikalar üzerinden yürünecek…