Yeni kabinedeki müstakbel bakanlarımız

Yeni kabinedeki müstakbel bakanlarımız

Cumhurbaşkanlığı seçimleri bitti.

Ülke olarak ilk defa iki turlu bir seçime gittik.

Bu açıdan bakınca ilk.

Hal böyle olunca bizler de bundan sonraki süreçte otomatik olarak yeni kabineye odaklanmış oluyoruz.

Yeni kabine muhtemelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın cuma günü TBMM’de gerçekleşecek yemin töreninden sonra açıklanacak.

Ama öncesinde şu bilgiyi paylaşalım:

Mevcut bakanların birçoğu milletvekili seçildiği için yeni kabinede yer almaları sınırlı sayıda olacaktır.

Keza yeni kabinede kimlerin olacağı bu noktadan bakınca daha çok önem arz ediyor.

Bu minvalde 3. dönem kuralına takıldığı için aday gösterilmeyen milletvekilleri içerisinden yeni kabinenin oluşması muhtemel gözüküyor, diye düşünenlerdenim.

Bu açıdan bakınca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde oldukça fazla alternatif bulunuyor.

Şimdi gelelim kulislerde dolaşan isimlere;

Bu minvalde adı son zamanlarda en fazla dillendirilen isimlerden biri uzun yıllar kabinede görev yapan Mehmet Şimşek.

Edindiğimiz bilgilere göre yeni kabinede Mehmet Şimşek’in olma ihtimali oldukça yüksek.

Kendisi muhtemelen yeni dönemde Maliye Bakanı olabilir.

Gelelim bir başka isme;

27. Yasama döneminde TBMM Başkanlığı görevini üstlenen aynı zamanda hukukçu ve akademisyen kimliği ile tanıdığımız Prof. Dr. Mustafa Şentop’un da Adalet Bakanı olacağını çok fazla duymaya başladık.

Şentop’un yeni kabinede Adalet Bakanı olması sürpriz sayılmaz…

Yine bir başka isim olarak;

Milletvekili seçilen, aynı zamanda Milli Savunma Bakanı olarak görev yapan Hulusi Akar’ın da yeni kabinede aynı şekilde görevine devam edeceği dillendiriliyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ilk Sağlık Bakanı olarak görev yapan, pandemi döneminde halkın sevgisini kazanan Fahrettin Koca’nın yerine AK Parti’de önceki dönemlerde görev yapmış doktor kökenli bir ismin bu bakanlığa getirilmesi bekleniyor.

Seçimlerde milletvekili adayı da olmayan Koca’nın görevden affını istediği dillendiriliyor.

Bunun dışında ikinci tur oylamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyen Sinan Oğan’ın da değerlendirilmesi gündemde.

Oğan’a hangi görev verilecek onu da hep beraber göreceğiz.

Fakat gerçek olan şu:

Kabinenin büyük bir kısmının yenileneceği ve yeni yüzlerden oluşacağı.

Bakalım bu yeni yüzler içerisinde Cumhur İttifakı’nın AK Parti dışındaki bileşenlerinden birileri de olacak mı?

Onu da muhtemelen yeni kabine açıklandığı zaman öğreneceğiz.

Takip edelim, bekleyip görelim.

Piyasalar umduğunu bulacak mı?

Piyasalar umduğunu bulacak mı?

Piyasalar küçük bir kutlama yaptı.

Sandık belirsizliğinin ortadan kalkması yüzde 4’lük primle kutlandı Borsa İstanbul’da.

Geçen hafta itibariyle şekillenmeye başlanan anketler de bir o kadarlık ön alım kutlaması yaratmıştı.

Kısacası cumhurbaşkanlığı seçiminin noktalanmış olması yüzde 8 civarında bir primle karşımıza çıktı!

Dolar tarafına baktığımızda ise bankalar arası piyasadaki rakamla seçim öncesi 19,97 seviyesinde olan doların 20,10 TL’ye kadar yükseldiğini şahit olduk.

Yaklaşık yüzde 0,7’lik bir hareket gerçekleşti.

Çok yüksek olmamakla birlikte dikkate değer bir yükseliş! Ancak normal sınırlar içinde bir gelişme sayılabilir.

Çünkü hem birinci tur öncesi hem iki tur arasındaki süreçte dolar kuru günde 2-3 kuruş ortalama ile yükselişini sürdürüyordu.

Yine de son yükseliş mevcut parasal strateji ve eldeki rezerv imkanları çerçevesinde nispeten istikrarlı sayılacak çıkış trendi olarak kabul edilebilir!

Normal olmayan ise piyasada çift kur sisteminin oluşmuş olması.

Yani bankalararası piyasada resmi olarak gördüğümüz ancak piyasada gerçek anlamda işlemi olmayan bir kur söz konusu.

Bir de Kapalıçarşı dediğimiz serbest piyasa koşullarında el değiştiren dövizin farklı fiyatlaması söz konusu an itibarıyla!

Ve bu tabloyu değiştirecek adımların gelip gelmeyeceği hem kurun geleceği hem enflasyon hem de reel ekonomi açısından önemli bir soru işareti durumunda.

Neticede artık piyasalar önünü görme derdinde!

Bir hafta içerisinde yeni ekonomi yönetiminin şekillenmesi bekleniyor.

Keza Merkez Bankası başkanının da değişme ihtimalinden söz edilmekte.

Yani yeni bir vitrin, yeni bir soluk, yeni bir görüş ekonomiye can katabilir.

Ama para politikasındaki temel strateji ve enflasyonla mücadele yöntemleri değişmediği sürece kalıcı ve pozitif bir gelişme beklemek pek de kolay değil!

Dolayısıyla mevcut ekonomi stratejileri ve politikalarında bir parça değişim istemek piyasaların hakkı.

Ancak bu yönde ciddi bir satın alınma pozisyonunu seçim sonrasındaki ilk işlem gününde göremedik.

Yani çok ciddi pozitif bir beklenti yok.

Özellikle de bankacılık tarafındaki mevcut tablonun değişmesine yönelik beklentilerin zayıf olduğu görülüyor!

Önümüzde yerel seçim olması nedeniyle yine büyüme ve istihdam odaklı politikaların gündemde kalması kaçınılmaz.

Keza enflasyonun dizginlenebilmesi adına döviz kurunun tutulması çabaları da zirve yapacaktır bu süreçte.

Ancak bunun başarılı olabilmesi kolay bir iş değil.

Ve üstelik bir miktar yükselmiş olan kurun özellikle ihracat tarafında pozitif etkileri olması söz konusu.

Yani büyümeye destek.

Dolayısıyla baskılanmış döviz, bir yönü ile büyüme önünde kısmi bir engel anlamını taşıyacaktır.

Ayrıca ithalatı teşvik eden dolayısıyla cari açığı artıran mevcut tablonun önümüzdeki aylara risk transferi yapması da söz konusu. Bu tablo yatırımcının da temkinli davranmasına yol açmakta.

Dolayısıyla çok büyük ihtimalle mevcut politikaların devamı 2023 boyunca mevsim normali olarak kabul edilebilir.

Sözün özü; yeni bir reform beklenmemeli. Çok az vitrin değişikliği ile gelecek seçime ulaşmak temel amaç gibi görünmekte!

Biz seçimimizi yaptık, şimdi onlar düşünsün

Biz seçimimizi yaptık, şimdi onlar düşünsün

Seçim bitti…

Şimdi sıra yeni seçimlerde…

Bu kez seçimleri sıradan vatandaş olarak bizler yapmayacağız.

Biz seçimimizi yaptık, ülke olarak ciddi anlamda tehlikeli gördüğüm bir sürecin içerisine sürüklendik kendi isteğimizle. Artık iki kutuplu bir Türkiye’den rahatlıkla bahsedebiliriz. Üstelik bu iki kutbu din, mezhep, milliyet, cinsiyet gibi ayrımlardan ari tutarak yapıyorum.

Çok yakın zamanda daha net gözlemlemeye başlayacağımız ve o zaman adını daha net koyabileceğim bir kutupluluk hali bu…

Kısaca şöyle özetleyebilirim; ‘Biz artık doktor beğenmiyoruz, doktor dövebiliyoruz…’ diyenlerle ‘Bu sistemin içinde yaşayamıyoruz, boğuluyoruz…’ diyenler arasındaki kutuplaşma bahsettiğim.

Neyse, işin bu yanını bir kenara koyarsak, bundan siyasi partilerin kendi içlerinde seçim süreçlerine gideceklerini söyleyebiliriz…

Altılı masanın küçük ortaklarının Meclis’te gurup oluşturmak adına nasıl bir araya geleceklerine yönelik bir seçim yapmaları gerekiyor mesela. Çünkü görünen o ki, son derece başarılı bir pazarlık sonucunda aldıkları oy oranının çok üzerinde milletvekili sayısına ulaşsalar da tek başlarına grup kurabilir durumda değiller.

Bu noktada önlerinde bir siyasi partinin çatısı altında toplanmak ya da yeni bir çatı partisi kurmak gibi iki yol var. Hangisini tercih edeceklerini ise zaman gösterecek.

İYİ Parti’nin içindeki muhalefetten birkaç yazıdır bahsediyorum. Dün aldığım duyumlara göre muhalif kanadın güçlü isimlerinden partinin Genel Başkanı Meral Akşener’e istifa et çağrısı yapılmış bile.

Akşener bu çağrıya uymasa dahi önümüzdeki kurultayda karşısına yeni bir adayın çıkma ihtimali giderek kuvvetleniyor gibi. Aklımdaki soru, Akşener’in karşısına çıkacak ismin kim olacağına odaklanıyor şimdilerde…

Gelelim yılların ana muhalefet partisi CHP’ye…

İlk olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medyasında paylaştığı videosunu izledim. Ana tema; ‘Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemeyeceğiz’ cümlesinde gizliydi bence.

Bu ana temadan yola çıkarak, bir sonraki seçimlerde neredeyse 80 yaşına varacak olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun elindeki son kozu oynadığını ve artık emekli olma zamanının geldiğini düşünebiliriz gibi geliyor bana.

Yerelde ve genelde CHP örgütünün değişim için uzun zamandır beklediğini ve sonuçların ilan edilmesinin hemen ardından bu taleplerin dillendirilmeye başlandığını siyasetle biraz ilgilenen herkes biliyordur sanırım dün akşamdan beri.

Genel Merkezin sesini daha iyi duyabilen ulusal kaynaklardan Gazete Duvar’ın yazarı Serkan Alan’ın haberine göre, CHP’de istifa gündemli bir dizi toplantı yapılmış bile. Haberde;

“Edinilen bilgiye göre, seçim sonuçlarının değerlendirildiği toplantılarda CHP’nin MYK üyeleri Kılıçdaroğlu’na toplu şekilde istifa edebileceklerini ifade etti. CHP genel başkan yardımcılarının ‘Biz istifa edelim’ önerisine karşılık Kılıçdaroğlu’nun, “Şu an gerek yok” yanıtı verdiği öğrenildi.

CHP’nin toplantılarla geçen uzun gecesinde Kılıçdaroğlu’nun olası istifası da parti yönetiminin gündemine geldi. Bu konuda öne çıkan görüş, ‘Hemen istifa, partinin seçimlerde başarısız olduğu algısına hizmet eder’ yönünde oldu” deniyor.

Ben Kılıçdaroğlu istifa etmese dahi başlayacak kurultay sürecinin kendisinin son seçimi olacağı kanaatini taşıyorum bundan sonra.

Son olarak, seçimler konusunda gözümüz kulağımız ülkenin tüm kanallarının yönetimini elinde toplamış bir lider olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da olacak elbette…

Zira kendisinin seçimlerden hemen önce verdiği çok önemli ve ülkenin tamamını ilgilendiren sözleri var.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve bakanlar, asgari ücrete, memur maaşlarına ve emekli maaşlarına ara zam sözü vermişti. Mutfak alev alev, bıçak kemikte, kısacası vatandaşın bu zamlara ciddi biçimde ihtiyacı var.

Misal ne denmişti? Hatırlayalım…

1 Mayıs’ta memur maaşlarına ilişkin; “Temmuzda enflasyon farkı yanında, refah payı artışını da dikkate alan bir düzenleme yapacağız. Memurlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüzü yine tutacağız” denmişti…

11 Mayıs’ta HAK-İŞ Konfederasyonu 15. Olağan Genel Kurulu’nda yapılan konuşmada en düşük memur maaşının 22 bin lira olacağı söylenmişti…

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, temmuz ayında yapılması beklenen asgari ücret zammına ilişkin 26 Mayıs akşamı katıldığı canlı yayında açıklamalarda bulunmuş;

Asgari ücret aşağı yukarı 500 dolar bazında bir oran olacak. Çalışmalarımız hazır” demişti…

Yine Erdoğan, 1 Mayıs 2023’te yaptığı açıklamada emekli maaşlarına ilişkin;

“Seçimden sonra yeni Meclis’in yasama faaliyetlerine başlamasıyla 7 bin 500 liranın üzerinde emekli maaşı alanları sevindirecek haberi milletimizle paylaşacağız” demişti…

Buna göre en düşük emekli maaşı için de 10 bin TL rakamı konuşulmaya başlandı bile. Emekli bayram ikramiyesinin ise 2500-3000 TL bandına yükselmesi bekleniyor.

Erdoğan’ın seçimi de bu vaatlerin hangilerini hangi ölçüde yerine getireceği ile ilgili olacak…

Meşhur laftır; ‘Ağanın eli tutulmaz…’

Yani anlayacağınız biz vatandaşlar olarak işimizi bitirdik, seçimi kazanan tarafın da kaybeden tarafın da bundan sonra yaşamda değer vereceği konularla ilgili kafasında netleşen şeyler oldu. Bundan sonra bizi böylesi bir yola iten siyasiler düşünsün…

Muhalefet liderlerinin miadı doldu

Muhalefet liderlerinin miadı doldu

Pazar günü sonuçlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından kaleme aldığımız yazıda iktidarın değişmediğini, ama muhalefetin değişmesi gerektiğini kaleme almıştık.

Zaten senelerdir yapmış olduğunuz yorumlarda, Türkiye’de iktidar sorunu yok, muhalefet sorunu var diyorduk.

Şimdi muhalefet partilerine bakalım.

Önce ana muhalefet partisi CHP’den başlayalım.

Senelerdir genel başkanlık görevinde oturan Kemal Kılıçdaroğlu partiye ne kattı?

Ne kadar ilave oy getirdi?

Ne kadar ilave belediye başkanlığı kazandırdı?

HDP ve İYİ Parti desteklemeseydi ya da diğer bir deyiş ile ittifak oluşmasaydı Ankara ve İstanbul’da ve birkaç ilde daha büyükşehir belediye başkanlığı kazanabilirler miydi?

Bu sorunun yanıtı kocaman hayır…

Şimdi bir seçim bitti önümüzdeki bahar aylarında yeni bir seçim olacak. Ya da diğer bir ifade ile yerel seçimler.

Pazar günkü yorumlara baktığımızda Millet İttifakı’nın 8 parçaya bölüneceği, her partinin ayrı ayrı seçimlere gireceği.

Böyle bir durumda 2019 seçimlerinde İYİ Parti destekli CHP’li belediye başkanlarının kazandığı birçok belediyede seçim kazanması imkânsız gibi gözüküyor.

Geriye tek bir seçenek kalıyor.

O da genel başkan değişimi…

Onun için harekete geçilecek mi?

Zaman gösterecek.

Gelelim bir başka siyasi partiye, Gültekin Uysal’ın liderliğini yaptığı DP’ye.

Uysal, genel başkan seçildikten sonra DP hala ilave bir oy alamamış durumda…

Bir de üstüne üstelik partinin emektarlarını da küstürmüş durumda.

O da bana göre miadını doldurmuş durumda…

DP’de acil kan değişimi şart…

Yine gelelim bir başka siyasi parti, SP ve Temel Karamollaoğlu’nun genel başkanlığına…

Allah için sıfıra yakın oyla 10 milletvekilini hanesine yazdırdı ya.

Bundan sonra bir daha böyle olanak olur mu?

O oldukça zor.

SP’de taban kaldı mı?

Son kalan tabanın da büyük çoğunluğu Erbakan’ın Genel Başkanı olduğu YRP’ye geçmiş durumda…

Bu saatten sonra Temel Karamollaoğlu’na düşen köşesine çekilmek…

Yine bir başka siyasi parti, Ali Babacan’ın DEVA’sı ve Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek’i…

Ne birinde derde derman olacak DEVA ne de diğerinde ileriyi görecek gelecek ile ilgili planlama yapacak yetenek yok…

Onların geleceği önümüzdeki seçimlerde daha net belli olacak.

Ya nokta koyacaklar ya da bir yere ilhak ya da birleşerek yoluna devam edecekler.

Ama bugünden gördüğümüz mevcut Millet İttifakı’nın bileşenlerinin durumu umutsuz vaka …

Daha net bir ifade ile muhalefet partilerinin liderlerinin miadı doldu…

Biz süreci takip edip, yorumlamaya devam edeceğiz.

Yine yeniden Erdoğan…

Yine yeniden Erdoğan…

En son yazımızı ‘Söz vatandaşta’ diyerek noktalamıştık. Evet, pazar günü söz vatandaşta idi ve sandığa giderek gereğini yaptı. Tercihini ortaya koydu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı bir kez daha cumhurbaşkanlığı görevine getirdi.

Aslında bu geliş öncekilere göre çok daha anlamlıydı.

Tabiri caiz ise Erdoğan bu sefer yedi düvele karşı kazandı.

Millet İttifakı’nda kümelenen Özdağ’ından ABD’sine, AB’sinden, görünen görünmeyen herkes; Kılıçdaroğlu 28 Mayıs’ta kazansın diye uğraştı.

Kazansın diye uğraşan, görünmeyen el bu dönemde İnce’ye kaset kumpası kurdu, adaylıktan çekil dedi.

Masadan kalkan Akşener’i masaya oturttu.

Kılıçdaroğlu, bunlar yetmezmiş gibi seçim arefesinde bol keseden; önce ‘Maçları TRT’den yayınlatacağım’ dedi. ‘Kurban Bayramı’nda emeklinin cebine 15 bin lira garanti’ dedi.

Yok bunlar yetmez diyerek Kavala’ya, Demirtaş’a özgürlük vaat etti.

Kılıçdaroğlu bunlarla yetinmeyip bir de yerel özerklik deyip olmayacak vaatleri sıraladı.

Bu kadarla da yetinmeyen Kılıçdaroğlu, AK Parti’ye oy vereni de itham etti.

Ama ne oldu…

Bir önceki seçime göre katılım oranı yüzde 3, yaklaşık 1 milyon 800 bin daha az olmasına rağmen Erdoğan oyunu 14 Mayıs seçimlerine göre 600 bin arttırdı.

Benim kişisel düşüncem 28 Mayıs’ta sandığa gitmeyen seçmenin büyük bir çoğunluğu Cumhur İttifakı’nın seçmeni.

O da rehavetten…

Zaten Erdoğan da en büyük rakibimiz rehavet demedi mi?

Allah’tan bu rehavet yüzde 3’te kaldı…

Kim ne derse desin Cumhur İttifakı’nın ve Sinan Oğan’ın desteklediği aday, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan eze eze Kılıçdaroğlu’nu yendi.

Artık Kılıçdaroğlu için siyasete veda zamanı.

Daha önce biz bu köşeden şöyle yazmıştık, ‘Evet bahar gelecek ama Kılıçdaroğlu’na gelecek olan bahar ilkbahar değil, sonbahar’ demiştik.

Sonrasında ‘Halk seçimlerde iktidarı değil ama muhalefeti değiştirecek’ demiştik.

Şimdi değişim sırası onlarda.

Ya da diğer bir ifade ile muhalefette…

Biz bekliyoruz değişimi…

Bakalım Kılıçdaroğlu genel başkanlık koltuğunu bırakıp demokrasinin gereği olarak köşesine çekilecek mi?

Hep beraber göreceğiz.

Tekrar bu köşeden Cumhurbaşkanı olarak seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ı tebrik ediyor, yeni dönemin başta ülkemize ve Türk-İslam coğrafyasına hayırlar getirmesini temenni ediyoruz.

Hayırlı olsun…

Sandığa gitmeyenler, koltuktan gidemeyenler…

Sandığa gitmeyenler, koltuktan gidemeyenler…

İlk turda gördüğüm oy oranlarının ardından, ülkede seçimin kaderini; sığınmacıların, yurt dışı oylarının ve ilginç bir biçimde sığınmacıların varlığından rahatsız olduğu halde onları göndermeyeceğini dile getiren hükümetin yanında yer almayı tercih eden milliyetçilerin belirleyeceği ortadaydı.

Kısacası demokrasiden, haktan, hukuktan, adaletten, adil gelir bölüşümünden yana olanların söz söyleyebildikleri alan yine aynı çerçeveye takılıp kalacaktı.

Yalan yok; bu açıdan baktığımda ben aranın daha da açık olacağını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13. Cumhurbaşkanı olarak daha büyük bir oy farkı ile koltuğa oturacağını düşünmüştüm.

Yanıldım…

‘Rengimiz açık, duruşumuz net…

Değişimden yanayız…’

Benimle birlikte bu sözleri tekrarlayan yaklaşık 25 milyon insanın varlığını hissetmek güzeldi. Belki de hiç bu kadar çok olmadık…

Ama yine de yetmedi…

Nasıl yetmediğine yönelik özellikle yabancı basının çok güzel analizleri var.

Paylaşmak isterim. Örneğin;

The Guardian Muhalefetin yoğun olduğu bölgelerde sandığa gitme oranı düşüktü” başlığını kullandı. Haberde, “Sandığı gitme oranı genel olarak düşüktü, fakat sandığa gitme oranı ağırlıklı olarak Kılıçdaroğlu’nun büyük destek almayı umut ettiği büyük şehirlerde ve Kürt nüfusunun yoğun olduğu güneydoğuda daha da düşük oldu. Erdoğan’ın kazandığı bölgelerde dramatik bir düşüş olmadı” denildi.

Düşüşün kafanızda canlanması adına bazı verileri de sunmakta yarar var;

İstanbul: İlk tur: %90.5 – İkinci tur: %87.2

İzmir: İlk tur: %90.2 – İkinci tur: %87.19

Ankara: İlk tur: %91.2 – İkinci tur: %87.9

Diyarbakır: İlk tur: %81.7 – İkinci tur: %75.9

Verilerin devamı da mevcut, ancak bu kadarının dahi anlatmak istediğim sonuca ulaşmam konusunda yeterli olduğunu düşünüyorum.

Kısacası canım kardeşim, benim ilk turun ardından seçimi belirleyecek kesimler olarak kafamda canlandırdıklarıma bir de ‘seçimde oy kullanmaktan vazgeçecekler’ diye bir parantez açmam gerekiyormuş…

Zira önemli bir belirleyici kesim oluşmuş burada…

Geçelim…

Büyük şehirlerde Millet İttifakı’nın başarısı gözlemlenirken ülke genelinde Cumhur İttifakı’nın seçimi kazanacak çoğunluğa ulaşması; ‘İstanbul’u alan Türkiye’yi de alır’ algısının da artık değişmesi gerektiğini gösterdi bence.

Artık ‘İstanbul’u alan Anadolu’nun da gönlüne girmeli’ gibi bir cümleyle yola devam etmek lazım sanırım…

Seçimin ne kadar adaletten yoksun koşullarda yapıldığına, vatandaşa ulaşmanın muhalefet için ne kadar zorlaştırıldığına değinmek yazıyı fazlasıyla uzatır. Bunlar zaten bildiğimiz gerçeklikler.

Ancak, seçimin hemen ardından muhalefet cephesi olan Millet İttifakı’nın kurmaylarından gelecek açıklamalar elbette önemliydi.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Erdoğan’a tebrik mesajı göndermesi dikkat çekiciydi.

Seçimlerin ardından uzun süre bir arada kalabileceklerini düşünmediğim, en azından İYİ Parti ve CHP’nin kendilerine pek oy katkısı olamayan diğer siyasi partilerle bir yerde ayrışacağını tahmin ettiğim birliktelikten ilk ‘kopabilirim’ sinyalini verenin Davutoğlu olması ilginç geldi…

Diğer açıklamalara da kısaca değinmek istiyorum;

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener; “Muhalefet görevine devam edeceğiz. Seçim sonuçları bir önceki seçimlere göre hiç ilerlemediğimizi gösteriyor. Bunun değerlendirmesini aramızda yapacağız” dedi.

24-25 Haziran tarihlerinde kurultaya hazırlanan parti için nasıl bir değerlendirme söz konusu olacak bekliyoruz. Çünkü şimdiden parti içi muhalefetin harekete geçtiğine ilişkin yazdıklarımın halen arkasındayım.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise ‘Hiçbir yere gitmiyorum mücadeleye devam’ mesajı ile istifasını bekleyenlere adeta ‘Daha çok beklersiniz…’ dedi.

Ancak CHP çoktandır kurultay sürecine girmek için sabırla bekleyen ve altı fokur fokur kaynayan bir kazan gibi. İl ve ilçe başkanlarının uzun süredir aynı koltuklarda oturmaları parti örgütü için yeterince rahatsız ediciyken, demokrasiden en çok dem vuran parti olarak demokratik kanalları işletmek yerine sürekli atama şekliyle görevlendirmeler yapılması yüreklerde kocaman bir yara.

Anlayacağınız, elde edilen sonuç büyük bir hezimet olmasa da seçimlerden önce aday olmak konusunda ciddi bir direnç gösteren Kemal Kılıçdaroğlu’nu zorlu bir kurultay süreci bekler bence.

Hatta, CHP’den sığınmacılara karşı yürüttüğü politikalar nedeniyle yakın süreçte ihraç edilen Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan sosyal medya paylaşımı ile

“Sayın Kılıçdaroğlu’na emekleri için teşekkür ederiz. Ama kendisini yanıltan, özellikle ilk turda yanlış yönlendiren, o gitsin de biz gelelim diyen 3-5 zavallı, kendi menfaatlerini, ülke menfaatlerinin önüne koyan, yakın çevresindeki yalaka takım kaybetmiş ve ettirmiştir. Tarihi çağrımdır!!! Sn. İmamoğlu derhal CHP’nin başına geçmelidir. Nokta.” diyerek bence süreci bekleyenlerin sesi oldu adeta.

Son olarak Cumhur İttifakı’ndan konuşmasına en çok dikkat edilmesi gereken isim olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin teşekkür konuşmasının sonunda söylediği bir cümleyi alıntılamak istiyorum;

Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir. Öyle gözüküyor. İnşallah Türkiye değişmez!”

Konuşmaları ile seçim süreçlerini başlatan, önemli yasa değişikliklerini bildiren, adeta ülkenin önemli kararlarının ilk duyurucusu haline gelen Bahçeli’nin bu sözleri ne anlama geliyor?

Cümlenin sonundaki ‘İnşallah Türkiye değişmez!’ temennisi beni özellikle endişelendiren kısım oldu, zira ülkenin önümüzdeki süreçte büyük ve benim hiç de hoşlanmayacağım bir değişime gebe olduğunun farkındayım.

Ancak bu değişim Bahçeli’nin de istemediği biçimde bir değişimse vay halimize ki, vay vay vay…

NOT: Cumhur İttifakı meclis çoğunluğu ile Cumhurbaşkanlığı ile tüm öğeleri kendi bünyesinde topladığına göre, şimdi icraat vaktidir. Hadi bakalım, sıvayın kolları, önce ekonomiden başlayarak felç olan tüm kurumlarımızı ayaklandırın, vatandaş sizden hizmet bekler…

Söz vatandaşta

Söz vatandaşta

Yaklaşık iki aydır seçim sürecini yaşıyoruz. Bu süreçte önce milletvekilleri ve cumhurbaşkanlığı seçimleri için sandığa gittik.

İlk turda milletvekillerini seçtik.

Cumhurbaşkanını ikinci tura bıraktık.

Malum bu konu ile ilgili olarak;

Özellikle son yıllarda televizyonları açtığımız zaman yurt dışında yaşayan ülkelerde seçimlerin ikinci tura kaldığına dair birçok haber duyardık.

Keza gazetelerde, internet sitelerinde benzer haberleri de görürdük.

Şimdi o haberin benzeri bizde bugün gerçekleşecek…

Türkiye tarihinde ilk defa ikinci tur bir seçim yaşayacak.

Vatandaşlarımız 14 gün sonra tekrar sandığa giderek Türkiye Cumhuriyeti’nin 13. Cumhurbaşkanı’nı seçecek.

Bugüne kadar adaylar konuştu, şimdi konuşma sırası seçmende.

Bu açıdan bakınca normal.

Türk seçmeni açısından büyük bir tecrübe…

İlk kez iki aşamalı bir seçim yaşayacak.

Önünde iki seçenek var.

İki seçenekten biri kazanacak.

Bizim de ifade edeceğimiz odur ki;

Üşenmeden, ertelemeden, geciktirmeden, bugün siz değerli okurlar da vatandaşlık görevini yerine getirmek için sandığa gidin ve oyunuzu kullanın.

Lütfen ihmal etmeyin!

Bu vesile ile gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Türk demokrasisine ve bölgemize hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan diliyor, seçimlerin herkes için hayırlı olmasını diliyorum.

Bu arada meraklıları için de yazmış olalım.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili gelişmeleri an ve an Norm Haber ekranlarından ve sosyal medya hesaplarımızdan izleyebilirsiniz.

BURSA’YA YENİ DÖNEMDE İLK YATIRIM NE GELECEK?

Milletvekilleri önceki gün mazbatalarını alarak bir anlamda milletvekilliğine geçiş yaptı. Şimdi milletvekili haklarından faydalanmak için yapacakları tek şey var.

O da muhtemelen önümüzdeki çarşamba günü yemin ederek resmen göreve başlamaları.

Onun için gün sayıyorlar…

Muhtemelen en geç perşembe gününden itibaren bu görev fiilen başlayacak.

Benim merak ettiğin birkaç konu var.

Onlardan ilki bir önceki dönem hiç bir arada göremediğimiz 20 Bursa milletvekilini bu dönem ortak masa etrafında görebilecek miyiz?

Bunun öncülüğünü kim yapacak?

Benim beklentim en azından bir araya gelip, Bursa’nın sorunlarını masaya yatırırlar, çözüm noktasında ortak bir yol haritası belirlerler.

Diğer bir beklentim ise yeni seçilecek milletvekilleri ilk olarak Bursa’nın hangi sorununu Ankara’ya taşıyacak?

Son merak ettiğim ise Ankara’dan Bursa’ya ilk yatırım olarak ne gelecek?

Milletvekilleri bu müjdeyi ne zaman verecek?

Bekleyip, görelim, bizler de köşemizden takip edelim.

‘Siz bu kardeşinize yetkiyi verin…’

‘Siz bu kardeşinize yetkiyi verin…’

Aslında içinde bulunduğumuz ve iktidarıyla muhalefetiyle hepimizi bir yanından rahatsız eden, gerek ekonomik gerekse toplum hayatına dair diğer konuları içeren yapı bu sözle başladı…

Bugün konuyu çok uzatmama kararındayım. Yapmak istediğim yazımın başlığında yer alan sözün bizi nereden nereye götürdüğünü bir kez daha hatırlatmak…

Hikayenin en başında 4.60 TL olan dolar 22 liraya vardı beş yılda

O dönem ekonomiden sorumlu damadımızın ‘Dolar 10 lira olacak ya, 15 lira olacak ya…’ sözleri ile şiveler yaparak geliştirdiği kürsü konuşması gerçek oldu işin sonunda. Hatta tahminlerin bile üzerine çıkıldı.

Dolar yatırımı yapanlar, kur korumalı mevduat imkanından yararlananlar abat oldu. En azından paraları Türk Lirası gibi eriyip gitmedi…

Ekonomistlerin ‘Merkez Bankası arka kapıdan dolar bozdurarak piyasayı düşük tutuyor’ sözleri tam olarak neyi karşılıyor bilemiyorum, ama şunu söyleyebilirim. 22 liranın da çok üzerine çıkmaya şimdiden hazır olan doları buralarda tutmak için bizlerin ödedikleri vergilerle Merkez Bankası’nın kasasında biriktirilen döviz harcanıyor gibi anlıyorum ben durumu…

Bize soruluyor mu?

Elbette hayır…

Bir tek ses duyuyoruz arada;

Türkiye’nin ekonomisinin sorumlusu benim ben…’ diyerek vatandaşa seslenen…

Bir de şarkısı var içinde bulunduğumuz durumun…

Nakaratında ‘Nereden nereye…’ diye tekrar edilerek iyice perçinleniyor geldiğimiz yer.

Kendimize has olduğu iddia edilen, ama hiçbir tanımlamaya uymadığı için böyle bir kılıfın içine sokulan ‘Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ milat kabul edilebilir bu sarsıntılı gidişatta…

Belki aynı sistem liyakatli insanlar tarafından idare edilebilirdi ve böylesi büyük bir yıkım olmazdı diye düşünüyorum bazen. Ama;

Doğrusu sistemin yönetici konumundaki isme verdiği yetkilere bakınca bunun çok mümkün olmadığı ortada.  Zira sıklıkla ‘Bu söz dinlemiyor…’ cümlesinin ardından görevden affını isteyen liyakatli isimlerle de karşılaştık bu süreçte.

En son ülke siyasetinden anlayan kişilerin ağzından sıkça şunları duyduk;

Bu yetkileri kendime bile vermem!’

Kısacası ve bence ülke açısından en önemli olanı şudur ki; 2018 yılından bu yana hastalıklı bir ekonomi haline geldik. Üreten ve ürettiğinden değer üreten bir ekonomiden konuşmamız gerekirken, ne istenirse yapılabilir sisteminin içine girilince, mesele biraz da ‘benim istediğim neden olmuyor!’ kompleksiyle birleşince, adeta inatlaşmanın kurbanı oldu tüm ülke.

Vatandaş da oluşturulmuş bir enflasyon oranı üzerinden maaş zammı aldığı ve bunun 3 katı enflasyonla boğuştuğu için ciddi bir erezyona uğradı alım gücü açısından.

Gerçeklerle ilgilisini yitirmiş bir ekonomi yönetimi ve güven endeksinin dibinde yer alan TÜİK

Şimdi derin yoksulluklardan, cılız ya da obez çocuklardan, sürekli artan işsizlik oranlarından, adeta göçmen kuşlara dönen yetişmiş beyinlerimizin göçlerinden, gidenin gelmeyişinden, sığınmacı olarak gelenin de gitmeyişinden konuşuyoruz bol bol…

‘Bundan nasıl çıkarız?’ı konuşmamız gerekirken, uygulanan politikanın aynen devam edeceğinin müjdeleri veriliyor.

Ülke olarak huzurlu ve mutlu muyuz?

Kime sorsak ‘hayır’ diyor.

Vatandaş mutsuzluğunun, yoksulluğunun nedeni olarak kimi gördüğü konusunda ayrılıyor sadece ve böylesi çaresizken elbette milli değerler en kadim dayanağı oluyor.

Bu karmaşanın içinde bir seçim atmosferi yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikini turunu oylamak için sandıklara gideceğiz.

Ne diyelim, hakkımızda hayırlısı…

Gerçekten de ‘Nereden nereye be Türkiye…’

Dikkat, ‘tiny house’ saldırısı

Dikkat, ‘tiny house’ saldırısı

İnsan vücuduna en çok zarar veren hastalıklardan biri küçük eklentilerle, bazen hızlı bazen yavaş, ancak mutlaka bulunduğu organı ya da dokuyu tahrip ederek ilerleyen ‘kanser’dir bence.

Günümüz koşullarında pek çok biçiminin tedavisi olsa da öyle çok alt gurubu var ki, halen insan ölümlerinin en önemli sebeplerinden biri…

Bunun da iki nedeni var, birinci neden; öylesine sinsi ilerliyor ki, erken teşhise çoğu durumda izin vermiyor. İkinci neden, onca zahmetli tedavilerden sonra da utanıp çekinmeden ilerlemeye devam edebiliyor.

Şehirleri de benzeri bir hastalığın, imar planlarına aykırı uygulamalar adı verilen bir çabanın yiyip bitirdiğini belirterek başlamak lazım bugün anlatmak istediğim konuya…

Yine bir arkadan dolanma hikayesi ile karşınızdayım…

Bu kez hikayemizin ana konusu, ‘mutlak tarım arazisi’ olarak belirlenen bölgelerin mini mini kanser hücreleri gibi yapıların yerleşip büyütülmesi suretiyle işgali ve imara açılması…

Meşhur tiny house tipi yapılaşmadan bahsediyorum…

Daha önce de bahsini ettiğimiz, ancak duyulan lüzum üzerine bir kez daha ele alınması gereken işgalin perde arkasını yavaş yavaş anlatmaya başlayalım.

Şimdi önce güzel, manzaralı bir yer buluyorsunuz ve az önce bahsettiğim gibi, bu yerin mutlak tarım arazisi ya da orman alanı olması pek önemli olmuyor. Üzerine yapı yapılmasına ilişkin izin alınamayacağı görüşü hakim olduğundan bu araziler ucuz da oluyor.

Araziyi aldınız…

Hemen bu arazi üzerinde doğal tarım ya da kırsal turizm yapmak için, yani bizim anlayacağımız dille hobi bahçesi oluşturmak için bir proje hazırlıyor ve bir kooperatif kuruyorsunuz.

Arazinizi tercihen eşit metrekarelerde parselliyorsunuz ve parselin belirli bir metrekaresine de tiny house tipi yapı yapma hakkına sahip oluyorsunuz.

Elbette bu durum bahsettiğim kadar kolay değil. İşin zor olan kısmı projeyi arazinin bağlı bulunduğu belediyeye onaylatmaktan geçiyor, yani asıl mühim kısım, aldığınız arazinin plan değişikliğini yaptırmak.

Bu işi de hallettiyseniz eğer, artık parsellerinizi aldığınız değerin çok üzerinde bir rakama, hisse devri yöntemi ile satabilirsiniz.

Tüm bunlar yapılır ve uygulanırken neyin göz ardı edildiğini de düşünmeden edemiyor insan…

Bugün 20-30-40 metrekare diye başlayan, her geçen yıl eklentileri ile zamanında ‘mutlak tarım arazisi’ olarak planlanan bölgenin tamamına yayılacak olan yapıların doğayı nasıl tahrip edeceği meselesi göz ardı ediliyor elbette.

Hatta tüm yapıların her yıl denetlenmesinin, dolayısıyla eklentilerinin tek tek tespit edilip gerekli yasal müdahalelerin yapılmasının mümkün olmadığını bilen uyanıkların hepsinin aklında ‘Küçük bir yapı izni alayım, nasılsa eklentilerle büyütürüm’ fikri hakim…

Kısacası; belki de dünyanın en sert kurallarını koyan, en sıkı yasalarını yapan, ardından da bu kurallara uymamanın, bu yasaların arkasından dolanmanın yollarını arayıp itinayla bulan, bu konuda çok başarılı olan bir millet olduğumuz aşikar…

Bahsettiğimiz mini senaryo uygulanmıyor, sadece böyle bir ihtimal var da ben anlatıyorum sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.

Nilüfer bölgesinin en gözde alanlarından Dağyenice’de benzer bir plan çoktan uygulamaya koyuldu, Bursa Büyükşehir Belediyesi de plan değişikliğini onayladı.

Şimdilerde Mimarlar Odası Plan İnceleme Komisyonu tarafından ayrıntıları ile incelenen ve itiraza konu olacak bu dosyanın Bursa gibi verimli topraklarını kaçak yapılaşmaya kaptıran bir şehirde hiç gündeme gelmemesi gerekirdi.

Orhan Veli Kanık’ın meşhur;

“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırdan çektiği kadar

Hatta çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi…”

Dizeleri geliyor aklıma…

Bursa da hiçbir şeyden çekmedi dünyada parsel bazlı değişimlerden çektiği kadar

Bu işte bir gariplik var: Sağlık Bakanlığı’na birkaç öneri

Bu işte bir gariplik var: Sağlık Bakanlığı’na birkaç öneri

Cumhurbaşkanlığı seçimleri için sandığa gitmemize saatler kaldı. Bugün bundan dolayı pek siyaset yazmak istemiyorum.

Ne diyoruz, her şeyin başı sağlık

Malum, gerçek anlamda, son 20 yılda AK Parti iktidarında sağlık alanında ciddi dönüşümler yaşandı. Bu dönüşümün önemli halkalarından biri de Şehir Hastaneleri.

Özellikle ana muhalefetin zamanında mırın kırın ettiği hastaneler bugün ülkenin sağlık yükünü çekmekte.

Bir de bunun dışında zaman zaman aslı astarı olmayan bilgiler sosyal medyada dolaşınca tam bir dezenformasyon yaşanıyor.

Bunu ayrıca değerlendireceğiz.

Öte yandan şehir hastanelerinin yapılış amaçlarından biri sağlıkta son basamak hastane olması.

Ya da diğer bir deyiş ile mahallende ve ilçende tedavisi mümkün olan rahatsızlıklar için bu hastanelere gitmek her bakımdan zaman kaybı.

İşin maddi yanında sıkıntı olabildiği gibi manevi yanında da benzer sıkıntılar oluşabilir.

Ama iş uygulamaya gelince işin aslı öyle değil:

Bugün Bursa özelinde hastane statüsünde olan birçok ilçede safrakesesi, bademcik, geniz eti, menisküs, apandisit ve benzeri türde özel nitelikli olmayan, ekstra tıbbı malzeme ve ekipman istemeyen ameliyatlar yapılabiliyor.

Bu konuda hastanelerimizin altyapıları yeterli…

Ama gören de tam tersi bir durum var zannedecek.

Bursa özelinde bir bakıyorsunuz, Gürsu’daki vatandaş safrakesesi taşı ameliyatı için şehrin öbür yakasında bulunan Şehir Hastanesi’ne gidebiliyor.

Kendi ilçesinde tedavisini ve ameliyatını yaptıracağı rahatsızlık için kendi isteği veya dışında sevkle Şehir Hastaneleri’ne yüklenilince ister istemez kuyruk ve sıra oluşuyor.

Böyle bir durumda hastaya verilen ameliyat tarihi uzayabildiği gibi bazı cerrahi branşlardaki hekimler de yaşanan sıkıntıdan dolayı ilçelere görevlendiriliyor.

Çok lafın özetinde;

İlçedeki hastanede teknik yetersizlik bahane edilerek başka hastaneye yapılan sevkler, yine başka bir hastaneden gelen hekim tarafından o ilçe hastanesinde ameliyatları yapılıyor.

İster istemez biz de bu işte bir gariplik var demeden geçemiyoruz.

O zaman bu işin yolu gerçekten o ameliyat o hastanede yapılmayacaksa sevk edilmeli…

Yoksa aksi durumda ameliyatlar ilçe hastanesindeki görevli cerrahlar tarafından yapılmalı.

Hazır konu sağlıktan açılmış iken devam edelim.

Yine bir başka önerimiz aile sağlık merkezleri ile ilgili olmalı. Özellikle kısa adı ASM olan yerler birkaç ilave ile daha fonksiyonel hale gelebilir.

Misal, idrar tahlilleri başta olmak üzere buralarda yapılabilir.

Bunun yanı sıra buralara konulacak EKG cihazları ile hastanelerin kardiyoloji bölümlerinde yığılmaların önüne geçebilir.

Hatta sağlık ocaklarına ayın belirli günlerinde uzman hekim gönderilerek teşhis ve tedavi noktasında daha fonksiyonel hale gelebilir.

Öneriler bizden, değerlendirmek Sağlık Bakanlığı yetkililerinden…

Sabit kalan faiz kimin işine yarıyor?

Sabit kalan faiz kimin işine yarıyor?

Beklenen oldu.

Merkez sabit kaldı.

Daha doğrusu politika faizini yüzde 8,5‘te sabit bıraktı.

Mevcut konjonktürde başka bir hareketi yapması pek mümkün görünmüyordu zaten!

Piyasalardan gelen yoğun “yükselt” sesine karşı siyaseten gelen “indir” mesajı Merkez Bankası yönetimini sabit kalmaya zorladı.

Kısacası kapitalist sistemdeki temeltaşlardan biri olan faiz bir köşede sıkışmış kalmış durumda.

Bu sistemde serbest piyasa kuralları geçerli olduğunda mevcut faizin enflasyondan bu kadar uzakta kalması pek mümkün olmaz.

Ancak siyasi tercih negatif reel faizi kabullenme yönünde!

Ve olabildiğince düşük faizle enflasyonu orta ve uzun vadede kontrol etme stratejisinde.

Ancak tabii ki enflasyonun temel çıkış sebebi tek başına faiz kaynaklı bir maliyet enflasyonu değil.

Özellikle son bir buçuk yılda maliyetler enflasyon baskısı kurdu. Yüksek maliyetler kalemleri arasında döviz kuru, enerji başta olmak üzere hammadde fiyatları ve işçilik maliyetleri öne çıktı.

Yani faiz faktörü enflasyon üzerinde çok sınırlı bir etkiye sahipti.

Bu arada aynı dönemde yüksek enflasyon endişesi alımları öne çekti ve talep enflasyonunu da tetikledi!

Vatandaş eline geçen her kuruşu ya da borçlanabildiği her kuruşu ürün ve hizmet alımına yönlendiriyor.

Bu yolla da önümüzdeki aylarda gelecek enflasyonla baş ettiğini düşünüyor.

Yani gelecek beklentisi satın alınmakta. Dolayısıyla enflasyonun kontrolü psikolojik olarak da giderek zorlaşmakta.

Bu anlamda enflasyonun farklı donelerle kontrol edilmesi önemli.

Ve Türkiye’de maliyetleri fiziken ve psikolojik olarak yükselten en önemli soruların başında döviz kurlarının geldiği unutulmamalı.

Yani Türkiye’de dövizin kontrolü faiz kontrolünden daha ciddi bir sonuç vermekte enflasyon açısından!


İşte bu temel nedenledir ki özellikle son 8 aydır dövizin ciddi biçimde baskılandığı bir süreç yaşıyoruz.

Kısacası ekonomi yönetimi döviz faktörünün fazlasıyla farkında. Bundan dolayı da Merkez Bankası elindeki bütün kullanılabilir döviz stoklarını harcamış durumda!

Ayrıca kur korumalı mevduat gibi araçlar ve özellikle bankalarla ihracatçıların elindeki dövizi kontrol ederek kuru baskılayacak bir tablo oluşturulmuş durumda.

Dolayısıyla bu tedbirlerin olabildiği kadar sürdürülerek kurların tutulması öncelikli olarak gündemde kalmaya devam edecektir.

Ancak unutmayalım ki; tabelada görünen döviz kuru ile Kapalı Çarşıdaki ve bankalardaki kurlar birbirinden farklı.

Hem döviz tevdiat hesapları hem de kur korumalı mevduat üzerinden vatandaşın TL’den çok dolara güvendiği ortaya çıkmakta!

Yani ekonomik bazda ikili bir para sistemine sahibiz.

Ve aynı zamanda dolar üzerinden dövizi değerlendirdiğimizde ikili bir kurs sistemine sahibiz.

Bu tabloda piyasadaki güven unsuru ve faiz kavramının yerli yerinde olmadığının işareti olarak yorumlanabilir!

Nitekim yüzde 8,50’de sabit bırakılan politika faizine karşı mevduat faizi yüzde 30’un üzerine çıkmış durumda. Kredi faizleri ise doğal olarak bu seviyenin de üzerinde.

Yani seçim sonrasında ekonomik aktiviteyi, enflasyonla mücadeleyi ve pek çok piyasa hareketini zorlaştıran ikili atmosferin uygun yöntemlerle devre dışı bırakılması elzem görünüyor.

Faizler birbirine uygun mesafede olmalı. Döviz kurlarında ikili sistem olmamalı. Ve toplum dolarize olmaktan çıkmalı.

Yoksa sınırlarına dayanmış olan bütçe açığı ile cari açık memleketin ekonomik kanını emmeye çok daha büyük oranda devam edecektir!

CHP Bursa’da seçim hazırlıkları

CHP Bursa’da seçim hazırlıkları

Önümüzdeki pazar günü belki de ülkenin kaderini belirleyecek bir seçim var. Aslında bizim ülkede bütün seçimler birer kader tercihi gibi, ancak bu seçim başka seçim…

Seçim önemli, çünkü sınırsız yetkilerle donatılmış, kanun hükmünde kararnamelerle bir ülkeyi parmağında oynatma kudretine sahip, cumhurbaşkanlığı kararnameleri sayesinde pek çok işi tek hareketi ile başlatıp bitirebilecek kişiyi, ülkemizin Reis-i Cumhurunu, Cumhurbaşkanını seçeceğiz…

Deeee…

Meydanlar pek öyle demiyor…

Sanki tüm tantana milletvekilleri seçimi için kopartılmışçasına bir boş vermişlik hakim iktidarıyla muhalefetiyle siyasi partilerde.

Bu dönem vekil seçilenler bir yana, eski vekillerin de içinde bir huzur, bir dertsizlik, bir gamsızlık, maşallah…

Oysa, adına ister örgüt deyin ister teşkilat, parti emekçilerinin içi hiç rahat değil.

Harekete geçmek için özellikle muhalefet cephesinde ve özellikle de Cumhuriyet Halk Partisi’nde uzunca bir süre Genel Merkezin sıfırdan belirlemeye karar verdiği seçim stratejisinin netleşmesi beklendi.

Bu da yaşanan rahatsızlığı artırdı haliyle…

Bugün bir toplantı düzenleyen ve toplantının konusunu ‘Seçim hazırlıkları ve gündem’ olarak belirleyen CHP Bursa İl Başkanı Turgut Özkan, seçim hazırlıkları olarak neler yapıldığına ilişkin soruma şöyle bir yanıt verdi;

“Özellikle kadınlar ve gençler üzerinde, az oy aldığımız ancak daha kolay ikna edebileceğimizi düşündüğümüz kesimlerde, birebir çalışma tekniği ile ilerliyoruz. Bunun yanı sıra Genel Merkezimizin politikalarına destek olmak adına sosyal medyada önemli bir çalışma sürdürüyoruz. Tabiri caiz ise adeta hücum oynuyoruz…”

Kabul etmek lazım ki, 15 günlük bir süreçte üstelik de genel merkez seçim stratejisini tamamen yeniden kurmaya karar verince ne yapacağını bilmek güçtür.

Benim, özellikle CHP’li kadınlara ve gençlere yönelik naçizane önerim, en azından bundan sonraki seçimler için, saha çalışmalarında yepyeni bir sisteme geçmeleri olacak. Evdeki kadından, sokakta işsiz gezen ya da aldığı eğitimden çok başka bir iş kolunda çalışarak geçinmeye çabalayan gence kadar genişletebileceğimiz bir skaladan oy almaksa gaye; bu kesime inmenin değil, bu kesimle bir olmanın, aynı olmanın, söylemleri bu kesime indirgemenin değil, bu kesimle aynı dili konuşmanın, bu kesimde yer alan insanlara dokunmanın, ama gerçekten dokunarak onların dertlerine derman olmanın bir yolunu bulmak gerekiyor.

Gerisi tırı vırı…

Kapıların zillerini çalıp dağıtılan broşürler değil, birlikte içilen çaylar, yapılan sohbetler aralar gönül kapılarını…

Toplantı öncesi İl Başkanı Turgut Özkan’ı ziyarete gelen Millet İttifakı Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey ve DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sanem Oktar da toplantının katılımcıları arasındaydı.

Sanem Oktar; ‘Bu seçimde nasıl yönetilmek istediğimizi oylayacağız’ dedi. Bir kadın olarak bu seçimlerin özellikle bizler açısından büyük önem taşıdığını ve hortlaması muhtemel karanlığın önce bizi boğacağını iliklerime kadar hissettiğimden kendisine yürekten katılıyorum.

Ben huzurlu bir ülkede, demokrasinin tüm kurumları ile işletildiği bir yönetimin şemsiyesi altında yaşamak istiyorum

Gelelim toplantının diğer katılımcısı Mustafa Bozbey’e…

Toplantı sonrasında yaptığımız ayaküstü konuşmada ülkenin aydın kesiminin, yetişmiş beyin gücünün seçimin ilk turundan sonra kapıldıkları ümitsizlikle nasıl göç planları yapmaya başladığını anlatırken üzgündü Bozbey.

“Önümüzdeki seçimler gerçekten de ülkemiz için bir dönüm noktası olacak, bunun farkında olarak oy kullanmak lazım” dedi.

Daha önceki konuşmalarımızda, genel seçimlerin sonuçlarına göre yerel seçimlerde elinin gücünün belirleneceğini sıklıkla vurgulamıştı Bozbey. Bugünkü toplantıda kendisine yöneltilen yerel seçimlere yönelik soruya ise net bir dille ‘kazanacağız’ diyememiş olması dikkatimi çekti…

Hükümet kanadının da yerel seçimlerle ilgili ‘Bu iş bitti, yerel yönetimler bizim, işimize bakalım…’ şeklinde bir tutum takındığını söylemeden geçmemek lazım.

Toplantıdan çıkıp Kent Meydanına doğru yürüdüğümde CHP Bursa İl Başkanlığı tarafından meydanın ortasına yerleştirilen dev barkovizyonda Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun çeşitli yerlerde yaptığı konuşmaların yanı sıra Babala TV’deki programının da yayınlandığını görmek hoş oldu doğrusu.

Oyuna erişmeye çalıştıkları vatandaşın evindeki televizyonlara giremeyen CHP zihniyeti, halkın yoluna bir biçimde çıkmayı başarmış gibi görünüyor.

Hasılı kelam, enerjisi düşük bir toplantının ardından günün en yerinde atılmış adımıyla karşı karşıya çayımı da içip, yazımı yazmak üzere bilgisayarın başına doğru yol almak düştü bugünden payımıza…

Yılanlı istifa mı edecek?

Yılanlı istifa mı edecek?

Zaman zaman bu köşeden yerele ve genele ilişkin siyasi kulis bilgilerini paylaşıyoruz.

Yakın tarihte paylaştığımız bir kulis bilgisinde Bursa özelinde ve Türkiye genelinde Meral Akşener’in liderliğini yaptığı İYİ Parti’de bir hareketlilik olabileceğini ifade etmiştik.

Süre olarak da Bursa özeli için üstü kapalı olarak 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasını işaret etmiştik.

Kulislerden kulağımıza gelen bilgilere göre, uzun süredir parti içerisinde rahatsızlık yaşayan İYİ Parti’nin Mudanya ve Bursa Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Aybars Yılanlı’nın istifa edebileceği bilgisine ulaştık.

Hatırlatmakta fayda var: Daha önce de Yılanlı il yönetimi ile ciddi manada sıkıntılar yaşamıştı.

Konunun muhatabı Yılanlı’ya telefonla ulaştık.

Kulis bilgisinde geçen istifa olayının gerçek olup olmadığını kendisine sordum.

O da şu şekilde cevap verdi:

Evet abi, istifayı düşünüyorum, karar aşamasındayım istişareleri yapıyorum.

Konuşmadan çıkardığımız sonuç: Aybars Yılanlı’nın İYİ Parti ile fikir ayrılıklarından dolayı yol ayrımına geldiği.

Geçmişte de benzer sıkıntılar yaşayan, muhtemelen önümüzdeki günlerde istifasını açıklayacak olan Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Yılanlı için bize düşen hayırlı olsun demek, ama gönlümüzden geçen de Yılanlı’nın siyasete en azından dönem sonuna kadar bağımsız belediye meclis üyesi olarak devam etmesi…

***

DEVA’DA YENİ İL BAŞKANI GÖK MÜ OLACAK?

Bu seçimlerin en karlı çıkan siyasi partilerinden biri de Ali Babacan’ın liderliğini yaptığı DEVA Partisi

CHP listelerinden 14 milletvekili kazanan DEVA ile ilgili olarak

malum Bursa özelinden hatırlatmak gerekirse…

DEVA Partisi Bursa İl Başkanı Serkan Özgöz’ün adaylık sürecinde milletvekili adaylığı sonrası istifası başkanlık görevine geçici olarak yönetim içerisinden bir isim atandı.

DEVA’nın CHP listelerinden seçime girmesi ve Bursa’dan aday çıkarılmaması sonucu Serkan Özgöz, herhangi bir yerden aday gösterilmedi.

Şimdi merak edilen şu: DEVA’nın Bursa İl Başkanı kim olacak?

Serkan Özgöz yeniden mi atanacak, yoksa başka bir isim mi?

Yoksa yönetim içinden atanan isimle mi devam edilecek?

Genel kanı atama yapılacağı.

Atanacaksa kim atanacak?..

Bu konuda öne çıkan iki isim var.

O isim;

Bize gelen bilgilere göre il başkanlığı görevi için DEVA Osmangazi İlçe Başkanı Yasin Gök’ün ismini de isteyen parti mensuplarının sayısı hiç de az değil…

Gerçekten de şunu ifade edebiliriz: Yasin Gök bu süre içerisinde en fazla çalışan DEVA’lı olarak aklımızda kaldı.

Biz süreci, daha doğrusu 28 Mayıs tarihinden sonrasını bekleyelim.

DEVA’nın yeni il başkanı Yasin Gök mü yoksa Serkan Özgöz mü olacak?

Bekleyip görelim…

Kılıçdaroğlu’nun büyük açmazı: Ne İsa’ya ne Musa’ya!

Kılıçdaroğlu’nun büyük açmazı: Ne İsa’ya ne Musa’ya!

28 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimi için sandık başına gideceğiz.

İlk turda yüzde 50’yi bulamayan, ancak oy çoğunluğunu aldığı için ikinci turda yarışmaya hak kazanan Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilmek için tekrar mücadele verecek.

Buraya kadar her şey normal, zaten siz de bu cümleleri duymaktan bıktınız.

Normal olmayan kısmı propaganda süreci ve bu süreçte yaşanan haksız rekabet.

Şu an yarış, ‘her yaptığı yakışan’ ve ‘ne yapsa kabul olan’ Erdoğan ile ‘İsa’ya da Musa’ya da yaranamayan’ Kılıçdaroğlu arasında geçiyor.

İcra makamında olan ve vaatlerini gerçekleştirme olanağı bulan Erdoğan’ın halka inmesi, sağ partilerin de avantajı olan ‘sokak siyaseti’ sayesinde daha kolay oluyor. Hali hazırda Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan, elindeki imkanların da kullanılması ile sesini daha çok duyurabildiği bir propaganda dönemi geçiriyor.

Öyle ki o çıktığı zaman bir dünya TV kanalı akışını değiştiriyor, yayınlar kesilip Erdoğan’ın programı yayınlanıyor. Montaj olduğu resmi ağızlarca ‘tasdiklenen’ bir video ile Kılıçdaroğlu’nun yumuşak karnı olarak terör gösteriliyor, yetmiyor geçmiş dönemlerde Erdoğan’ın yüksek oy aldığı Güneydoğu illerinden bu kez Kılıçdaroğlu birinci çıkınca ortaya terör örgütü yöneticilerinin videoları ve fotoğrafları düşüyor, iktidara yakın olan isimler bu eşleştirmeyi memnuniyetle yapıyor ve Kılıçdaroğlu’nu ya da CHP’yi ya da Millet İttifakı’nı terörle iltisaklı hale getiriyor. Öyle ki devletin resmi kanalı TRT bile bu içerikleri paylaşmaktan, Kılıçdaroğlu’nu kendi ekranından uzak tutmaktan geri kalmıyor. Eli kanlı terör örgütünün liderleri TRT ekranında ana muhalefet liderinden daha fazla görünür oldu son günlerde…

Peki işin aslı ne?

İşin aslı, ‘vurun abalıya’ kuralı çalışmaya devam ediyor.

Kabul etmek gerekir, iktidarın elinde büyük bir medya gücü var ve bu seçim sürecinde her türlü manipülasyonun meşru hale gelmesine sebebiyet veriyor.

Doğrudur, HDP veya Yeşil Sol Parti cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday çıkarmadı. Bu doğrultuda da Kılıçdaroğlu’na oy vereceklerini açıkladı.

Normal şartlarda bu olabilir mi; pek ala olabilir. Bir siyasi parti, başka bir siyasi partinin adayını destekleyebilir. Ancak bu destekleme durumu bir ittifak ya da iş birliği anlamına gelmez.

Örneğin, 2010’da yapılan Anayasa Değişikliği Referandumu’nda (Evet doğru hatırladınız şu ‘Mezardakileri bile kaldırıp evet oyu kullandırmak lazım’ denen referandum) dönemin HDP’si olan Barış ve Demokrasi Partisi boykot kararı almıştı. Şimdilerde Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy sebebiyle eli kanlı terör örgütü liderleri ile birlikte hareket ediyormuş gibi gösterildiği Güneydoğu’dan tam da AK Parti’nin istediği gibi ‘evet’ oyu yüksek bir oranda çıkmıştı.

Örneğin yine 14 Mayıs’ta yapılan Milletvekilliği Genel Seçimleri’nde Millet İttifakı’nın Güneydoğu’da bırakın üstünlüğü, gözle görülür büyük bir başarısının dahi olmadığı görülüyor. Yeşil Sol Parti haricinde vekilliklerin çoğunu AK Parti kazanmış görünüyor. Ne oldu şimdi? AK Parti de mi terörle iltisaklı oldu bu sonuçla?

Tabii YSK’nın resmi sonuçları henüz açıklamadığını da dipnot olarak eklemek gerek.

Verilerin yorumu nasıl kolay değişiyor değil mi?

Norm Haber’de de konuk ettiğimiz, Atatürkçülük ve Türkçülük konusunda net fikirleri olan, iktidarın mutlaka değişmesi gerektiğini söyleyen Sinan Oğan, Erdoğan’a desteğini açıkladı geçtiğimiz günlerde; hayırlı uğurlu olsun.

Oğan’la aynı ittifak içerisinde bulunan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ise Kılıçdaroğlu’na destek verdiğini duyurdu, anlaştıkları mutabakat da kamuoyu ile paylaşıldı. Hali hazırdaki maddelerde ‘aşırı’ herhangi bir ifadenin bulunmadığını söylemek gerek.

Özdağ ile yapılan açıklamanın ardından Kılıçdaroğlu’na bu kez ‘sert politika’, ‘eksen kayması’, ‘ülkücüleşme’ gibi eleştirilerde bulunuldu.

O zaman soralım;

Millet İttifakı veyahut Kılıçdaroğlu sığınmacıların gönderileceklerini zaten söylemiyor muydu?

Liyakat vurgusu daha önce de yapılmıyor muydu?

Ekonomideki gidişatın düzeltilmesine yönelik çalışmalar yapılması gerektiği vurgulanmıyor muydu?

Pek tabii yukarıda saydıklarım daha önce dile getirilmişti.

Peki ne değişti?

Değişen şu:

Propaganda sürecinin başından beri terörle iltisaklı olduğu söylenen Kılıçdaroğlu, ‘ülkücü ve milliyetçi’ bir politika izleyen bir siyasi parti lideri ile iş birliği yaptı. Yani rakibi terörist gibi göstermeye çalışan strateji yara aldı. Olay bundan ibaret.

Bu seçimde kilit bir noktada olduğu görülen milliyetçi oyların kendine dönmesi için bir çalışma içine girdi.

14 Mayıs’tan önce ‘Kılıçdaroğlu HDP ile kol kola’, ‘CHP teröre arka çıkıyor’ diyen zevat bu kez de ‘Kılıçdaroğlu ülkücülerle iş birliği yaptı’ diye eleştiriyor. ‘Kılıçdaroğlu Kürtleri ön plana koydu’ diyenler bu sefer de ‘Kılıçdaroğlu Kürtleri küstürecek’ diye tepki gösteriyor.

Kılıçdaroğlu’nun hamlesi keskin bir dönüş müdür? Elbette söylemek mümkün.

Bay Kemal veya CHP neyi eksik yaptı?

İttifakın ve dahi kendisinin terörle ilişkisi olmadığını aktarma konusunda performansı düşük kaldı. CHP’nin kronik sorunu olan ‘halka kendini anlatamama’ bu seçimde de baş gösterdi. Sahaya inmede sıkıntı yaşayan ve kolay küsen CHP örgütlerinin önemli bir kısmı milletvekili listelerini beğenmeyip kırıldı ve etkin bir siyaset yürütemedi. Kılıçdaroğlu, ekonomik tablonun kötüye gittiğini miting meydanlarında anlatamadı. Neden aday olduğu veya olması gerektiği konusunda bir kısmı tam manasıyla ikna edemedi.

14 Mayıs öncesi birlik, beraberlik, kardeşlik tablosu ile zor günleri aşma çağrısı yapan ‘Bay Kemal’, eldeki verilerin ışığında ikinci turda seçmen karşısına ‘katastrofik’ bir gelecek senaryosu ile çıkıyor.

İşe yarar mı? 28 Mayıs’ta göreceğiz.

Ahir kelam; peki ya Kılıçdaroğlu kaybeder ve ortaya koyduğu felaket senaryosu gerçek olursa?

Siyasetçiler ekonomik sorunları niye umursamıyor?

Siyasetçiler ekonomik sorunları niye umursamıyor?

Son viraja girildi.

Nefesler tutuldu. Son kozlar oynanıyor!

Siyasetin aktörleri kazanç peşinde şimdiye kadar pek şahit olmadığımız bir görüşme trafiğine imza atıyor.

Ve ikinci tur artık ufukta belirdi.

Son propaganda fırsatı, son günler, son saatler artık!

Ama özellikle genel atmosfere bakıldığında şu ana kadar geçen 10 gün içerisinde tarafların ağırlıklı olarak ortada kalan oyları temsil eden isimlerle pazarlık yapmaya çalıştığını gözlemledik.

Ve bolca da vatan millet nutuklarına şahit olduk.

Herkes meğerse bu ülkede milliyetçiymiş!

Daha somut, vatandaşı etkileyecek olan net vaatleri neredeyse duymaz olduk.

Bire bir sahada ve seçmene yakın markaj olarak ise manzaralar ilk tur öncesine göre çok sönük bir görüntü vermekte.

İkinci tur seçim kavramı ile yeni tanışıyor olmamızın bir etkisi olduğu muhakkak.

Ve elbette ki milletvekili olma yarışının bitmiş olmasının verdiği bir umursamazlık olması da doğal. Ama yeni sistem itibarıyla meclisten öte cumhurbaşkanlığını kazanmak önemli.

Her bir oyun önemi var!

Dolayısıyla tarafların son ana kadar gece gündüz tam saha pres yapması çok önemli.

Ve elbette ki vatandaşın ihtiyaçlarını dikkate alan, onların taleplerini karşılayan somut vaatlerle yol almaları da kendi faydalarına olacaktır.

Ancak vurguladığımız üzere herkesin milliyetçiliğe sarılma ve pazarlık masasına oturma dışında çok somut bir görüntü vermediği ortada.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan icraatları ile oy alma çabasında.

Kemal Kılıçdaroğlu’ndan ise geçen 10 günlük süreçte ekonomiye dair neredeyse tek söz duymadık!

Oysa ki kimse seçilirse seçilsin mevcut tabloda en önemli mesele ekonomidir.

Hayat pahalılığı başta olmak üzere yüzleşmek zorunda olduğumuz birçok mesele var.

Tıkanan nakit akışı, büyüyen döviz kuru baskısı ve artan piyasa faizleri, daralan kredi muslukları başlı başına problem kaynağı olarak beklemekte.

Giderek büyüyen bütçe açığı ve cari açık ciddi biçimde ekonomiyi hırpalamaya hazırlanıyor.

Çifte kur oluşumu ve Kur Korumalı Mevduat’ın az hasar bırakarak nasıl tasviye edileceği gibi kritik konular gündemde!

Reel faiz problemi dikkat çekici.

Yüzde 30’u aşan mevduat faizi ile karşılaştık.

Oysa ki Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 8,5 seviyesinde.

Kısacası piyasalarda çok farklı faiz mekanizmaları var.

Pek çok açıdan ekonomik faaliyetleri tıkama ve enflasyonu yeniden hortlatma özelliği taşıyan birikimli sorunlar mevcut.

Ne yazık ki iki Cumhurbaşkanı adayından da seçim sonrasında izlenecek parasal ve mali politikalara dair ciddi net bir söz duymuş değiliz.

Ve elbette ki geniş çaplı yapısal sorunların çözümü ve güçlü ekonomiye dair stratejinin somut örnekleri bazında da çok net bir tablo karşımızda yok.

Ancak kimse unutmasın ki seçim sonrasında hangi sonuç olursa olsun bu sorunlarla yüzleşmek zorunda kalacağız!

Umarım ki adayların bu anlamda ciddi hazırlıkları mevcuttur ve icraatlar hızla hayata geçmeye başlar.

‘Biz bu planı yaparız…’

‘Biz bu planı yaparız…’

Salı günleri Norm Haber ekranlarında hazırlayıp sunduğum ve daha ziyade şehre dair konulara yer vermeye gayret ettiğim Ortak Akıl programında bu hafta Bursa’nın plansızlığını konuştuk.

Plansızlık derken, öyle afaki bir söylem olduğu düşünülmesin. En son 1997 yılında başlatılan ve şehri 2020 yılına kadar Çevre Düzeni Planı adındaki şehir anayasası ile koruma altına alan planın işleyişini yitirmesinden bu yana baya baya plansız ilerliyoruz.

Zaten var olan planın yaklaşık 300 kere delinmiş olmasını bir yana bırakırsak, 3 yıldır hiçbir planımız yok…

El yordamı, kör döğüşü bir gayretle herkes şehri bir yerinden tutup çekiştiriyor ve o anda kimin çıkarlarını koruyan Ankara’daki yakınları daha baskın gelirse şehir o tarafa doğru biçim alıyor…

Durum daha açık nasıl anlatılır bilemiyorum…

İşin daha da ilginç yanı ise şu; geçtiğimiz günlerde Akademik Odalar tarafından ikincisi düzenlenen Su Paneli’nde konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, çalışmalarına 2020 yılında başlanan 2040 Çevre Düzeni Planını yapamadıklarını açıkladı.

Dananın kuyruğunun koptuğu yer de burası oldu.

Oysa biliyoruz ki, pandemi sürecinde yaşanan aksaklıklara rağmen, çalışmaları online toplantılarla sürdürülmeye çalışılan ve toplantılarına sıklıkla Mimarlar Odası ile Şehir Plancıları Odası’nın dahil olduğu plan için ilk verilen tarih Aralık 2022 idi. Sonra Mart 2023 tarihini duyar olduk, hemen ardından Mayıs ve Haziran… En sonunda konuşmaların satır aralarında ‘Bu plan kolay kolay onaylanacak hale gelemez…’ sözlerini işitmeye başladık.

Hatta söylentiler arasında, planların arkasında gizli ajandaların varlığının hissedildiği de yer alıyordu, ancak konu sizin de gördüğünüz gibi hayli üstü kapalı biçimde geçtiğinden, gazetecilik gereği, daha uzun boylu yer vermeyi doğru bulmuyorum.

Tüm bu bilgiler ışığında, İKK Geçmiş Dönem Sekreteri Feridun Tetik ile yaptığımız programda kendisinin de çekincelerini ortaya koyduk.

Makine Mühendisleri Odasının görevlendirmesi ile bir çalışma hazırladıklarını ve bir planlamanın yapılmasının ana unsurlarını oluşturan raporlarını 4 Nisan tarihi itibariyle Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne sunduklarını, ancak raporla ilgili bir geri dönüş alamadıklarını belirten Tetik, şehirlerin geleceklerini planlamadıkları sürece yaşadıkları sorunların daha da derinleşerek süreceğini vurguluyor…

Bursa’nın temel sorunları arasında trafik, hava ve su kirliliği, plansız yapılaşma ve kentsel dönüşüm maddelerini sayabiliriz.

Tüm bu sorunların hangi kriterler çerçevesinde değerlendirileceğinin önceden saptanmasının bir planının işlemesi için önemli ayrıntılardan olduğuna dikkat çekiyor Tetik. Bunun dışında bir akademik üst kurul oluşturulması ve bu kurul tarafından şehrin tüm planlarının çalışılması gerekiyor hazırlanan rapora göre.

İvedi olarak alınması gereken aksiyonlar da Bursa Büyükşehir Belediyesine sunulan, ancak karşılık alınamayan raporda belirtilmiş.

Öncelikle tüm belediyelerin kendilerine ait arazilerin satışını durdurması ve bu arazileri rezerv alan olarak kullanılmak üzere ayırması gerekiyor.

Sonrasında Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’in sıklıkla üzerinde durduğu şehrin fay haritasının imar planlarına acilen işlenmesi gerekiyor. Böylelikle fay hatları üzerinde yer alan binalar tespit edilecek ve rezerv alan olarak belirlenen bölgelerden kentsel dönüşüme başlanabilecek.

Bunun dışında 2040 Çevre Düzeni Planı yapılmaya çalışırken kullanılan 2013 verilerinin acilen güncellenmesi, hatta mümkünse 2040 için tahmini veriler oluşturulması, planların bu veriler ışığında oluşturulması gerekiyor.

Şehrin daha fazla sanayiye ihtiyacının olup olmadığına, ne şekilde büyüyeceğine, var olan kaynaklarını nasıl kullanacağına yönelik kararların da yine belediye temsilcileri, akademik odalar, üniversite temsilcileri ve gerekli sivil toplum kuruluşlarından oluşan Akademik Kurul tarafından karara bağlanması, böylece Bursa’nın Ankara’dan yönetilmesine son verilmesi önemli bir diğer adım…

Benim burada özetlemeye çalıştığım programda uzun uzun konuştuk neler yapılması gerektiğini ve son olarak şöyle söyledi Feridun Tetik;

‘Biz bu planı yaparız, çok da güzel yaparız. Şehrin sorunlarını çözmeye talibiz…’

NOT: Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ tahmin edildiği üzere Millet İttifakına desteğini açıkladı.

Beklenen gerçekleşti.

Benim dikkatimi çeken açıklamanın gerçek bir devlet adamlığı üslubuna yakışır biçimde yapılması oldu. Kapalı kapılar ardında neler konuşuldu bilemem, bildiğim medyaya ve kapıların açık olan kısmına kişisel çıkar ve kişisel pazarlık unsurlarının yansımamış olmasıydı.

İlkeler bazında yapılan tartışmalar ve uzlaşı neticesinde bir destekten bahsediyor olmak…

İşte bu, seçmeni bir yere konsolide edebilir.

Yeter mi?

Bilinmez…

Ortada olan, MHP’nin kemik kitlesi dışında kalan milliyetçi seçmenin bu uzlaşıdan memnun olduğudur…

Seçime günler kala siyasi partilerin saha performansı

Seçime günler kala siyasi partilerin saha performansı

Hafta sonu gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sayılı saatler kaldı, dersek abartmış olmayız.

Bir önceki seçimlerin yapıldığı 14 Mayıs tarihinin hemen ertesinde sahaya inmesi gereken iki isim kaldı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

Amma velakin seçime sayılı günler kala;

Bursa ölçeğinde değerlendirecek olur isek AK Parti’nin seçilen, seçilmeyen tüm milletvekilleri sahada.

Misal,

Milletvekili seçilenler hem teşekkür ziyaretinde, hem de hafta sonu gerçekleşecek seçimler için destek turunda.

Bir önceki seçimde oy vermeyen vatandaşlarla bire bir görüşüyorlar, onları dinliyorlar.

Yine seçilemeyen milletvekili adayı olan Semih Peksert, İrfan Akkaya, Mihrimah Kocabıyık ve seçilemeyen diğer isimler de her gün sahada…

Ya STK’ları ziyaret ediyor…

Ya esnafı…

Ya da düğün dernekte…

Keza MHP Bursa teşkilatları da benzer çalışmalar içerisinde şehrin muhtelif yerlerine kurdukları stantlarla Cumhur İttifakı’nın adayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a oy istemeye devam ediyorlar…

Ya Millet İttifakı?..

Bu minvalde DP’yi sahada hiç göremedik, Gelecek desen saman alevi gibi, İYİ Parti seçimlerde yaşadığı şoku unutamamış durumda; en az 5 milletvekili beklerken iki milletvekili çıkınca şaşırmış durumdalar.

Bunun dışında listelerde yer verilmeyen Bursa özelinde DEVA’dan ise Osmangazi İlçe Başkanı Yasin Gök kendince çalışıyor.

Bunun yanı sıra CHP’de ise yeteri kadar çalışma göremiyoruz.

Belki de CHP’nin üst yönetimi dillendirmese de tabanda büyük rahatsızlık var.

Uzun yıllar siyaset yapan, milletvekili adayı olan İsmet Karaca bu seçimlerde seçilemedi.

Keza Orhan Sarıbal’ın milletvekilliğini ise fotofiniş belirledi desek abartmış olmayız.

Sarıbal, burun farkı ile milletvekili seçildi.

AK Parti’nin adayı Mustafa Yıldırım’ın hayalleri ise başka bir seçime kaldı.

Bunun yanı sıra bu seçimlerin gösterdiği diğer bir sonuç ise SP’nin tabanının YRP’ye geçtiği.

Bu geçişler içerisinde şunu da ifade etmek gerekir.

Sinan Oğan’a oy veren seçmenin büyük bir kısmının, Oğan’ın destekleme kararı açıklanmadan önce AK Parti’ye oy vereceğini tahmin ediyorduk.

Bu tahminlerimizin yanı sıra diğer bir tahminiz de uzun yıllar milliyetçi muhafazakâr camiada siyaset yapmış, bu seçimde Zafer Partisi’ne oy veren tabanın içinden sandığa gitmeyecek bir kesimin de olacağını şimdiden yazabiliriz.

Bunu yanı sıra Muharrem İnce’ye oy veren seçmenin de büyük bir kısmı Cumhur İttifakı’na oy verecek gibi duruyor.

Neticede hafta sonuna sayılı günler, sandığa gitmeye sayılı saatle kaldı.

Bekleyip görelim.

Altın almalı mı, satmalı mı?

Altın almalı mı, satmalı mı?

Altının kafası bugünlerde hayli karışık.

Özellikle son bir aydır ciddi bir dalgalanma var.

Bunun temel nedeni ons fiyatın yön konusunda bir türlü karar verememesi.

Dolar/TL’nin son bir ayda istikrarlı biçimde her işlem günü ortalama 2 kuruş yukarı gittiği bir ortamda gram fiyatın oynak seyir izlemesi tamamen onstaki karmaşadan kaynaklanıyor!

Adeta tahterevalli misali ons fiyat yurtdışı piyasalarda bir yukarı bir aşağıya çıkıp inmekte.

Bu oynaklığın altındaki ana etkenler ise ağırlıklı olarak ABD’de olup bitenler.

Bankacılık krizi, yüksek enflasyon, yavaşlama sinyalleri vermeye çalışan ekonomi… Ve en taze olarak eklenen borç tavanı kriz.

Bütün bu alarm manzarasına karşın Amerikan Merkez Bankası Fed’in bir türlü netleşmeyen para politikası altının da başını döndürdü!

Bazen güvenli liman algısıyla bazen de dolardaki değer kaybıyla 2 bin doların üstünde rekora doğru koşan anları oldu ons altının.

Ama bin 960 doların altına indiği zamanları da oldu.

Bu manzaranın gereği yaşanan her gelişme, gelen her dikkate değer haber ve veri sonucunda yatırımcı da altında doğru pozisyonu almaya çalışıyor.

Ancak, ABD ekonomisinden çok net sinyaller gelmediği sürece doğru pozisyonun bulunması pek de kolay olmayacaktır!

Mevcut manzaraya son gelişmeler ve geleceği barındırma iddiasındaki teknik analiz penceresinden baktığımızda ilk anda 2 bin dolarlık kritik sınır göze çarpıyor.

Bu seviyenin altına doğru yaşanan sarkmalarda bin 977 ile bin 969 dolarlık destek seviyelerinin işlerliği öne çıkıyor.

Ancak, bu desteklerin da kırılma potansiyellerine dair sinyalleri son günlerde gördük!

Piyasaların kar realizasyonu için mazeret aradığı seviyeler de diyebiliriz bu rakamlara.

ABD borç tavanı krizi, bankacılık krizi ve enflasyona dair gelişmeler dolar endeksini yukarı iterek onsu aşağıya doğru baskılayabilir. Ters istikamete yani yukarı doğru altını itecek gelişmelerin yaşanma ihtimali de yok değil!

Biz kısaca ve kısa vade açısından önce aşağı yönlü trendi inceleyelim.

Öncelikle bin 960 doların altındaki kalıcı kapanışların onsu bin 900 seviyelerine kadar indirme potansiyeli mevcut teknik açıdan.

Ancak bin 960’ın altı denense de kalıcı olmadı son işlemlerde. Eğer ki kalıcı kapanış gelirse bin 955 dolarla bin 942 dolar aralığı kritik bölge! Buralardan tepki alımları gelebilir.

Keza onsu yukarı itecek gelişmelerin varlığında da önce bin 990 dolar ardından da 2 bin dolarlık kritik seviye yeniden görülebilir.

Dolar endeksinin değer kaybı ve diğer ekonomik faktörler bu seviyenin üstünde 2 bin 18 ve 2 bin 30 dolarlık dirençlere kadar onsu itme potansiyeli üretebilir!

Kısacası ons tarafında oynaklığın sürmesi için sebepler var. Ve geri çekilmeler de ciddi bir alım fırsatı yaratabilir, özellikle de iç piyasada.

Çünkü doların şimdilik sınırlı ve istikrarlı olan yükselişi gram altını desteklemeyi sürdürüyor. Ve daha da yüksek bir potansiyelle destekleme imkanı da olabilir!

Dolayısıyla geri çekilmelerin alım fırsatı yarattığı dikkate alınmalı.

Kapalı Çarşı’da fiyat farkı olmakla birlikte gramdaki temel gösterge fiyatın bin 250 TL’nin altına doğru indiği zamanların bir fırsat yaratması mümkün.

Ancak bin 260 civarında da özellikle uzun vadeli düşünen yatırımcı için fırsatlar olduğu aşikar!

Bin 290 TL’ye doğru olabilecek ataklar ise kar realizasyonu imkanı verebilir.

Gençlerin lider adayı Ekrem İmamoğlu

Gençlerin lider adayı Ekrem İmamoğlu

İYİ Parti’nin muhalif kanadının yaptığı toplantıdan bahsetmiştim bir önceki yazımda ve bu durumda Milletvekili Adaylığından son anda çekildiğini duyuran, İYİ Parti Grup Başkanı Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu’nun nasıl bir tavır takınacağına yönelik tahminlerimi dile getirmiştim.

Bugün yazımla ilgili bir konuşma gerçekleştirdiğim Tatlıoğlu, öne sürdüğüm fikirlere karşılık cevap hakkını kullanmak istedi.

Mümkün olduğunca kelimesi kelimesine aktarmaya çalışacağım;

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, ben İYİ Parti çatısı altında, bir siyasi partide gelinebilecek en iyi makama gelerek, hem ülkeme hem de partime hizmet etme şerefine nail oldum.

Milletvekili Adaylığından çekilmem konusunda benimle ilgili tasarruf Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Millet İttifakı adayı tarafından kazanılmasına bağlıydı. Bunun altını ayrıca çizmek isterim.

Önümüzde önemli bir Cumhurbaşkanlığı Seçimi ikinci turu var. Bu turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanması için hepimiz var gücümüzle çalışıyoruz.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından ise Türkiye’nin daha güçlü bir İYİ Parti’ye ihtiyacı vardır. Bu nedenle 24-25 Haziran Kurultayı büyük önem taşımaktadır. Bu kurultayda Meral Akşener ismi geçiyorsa, benim için gerisi teferruattan ibarettir.

Kendisine söz verdiğim gibi bana aktardığı cümleleri hiçbir yorum katmadan, olabildiğince birebir yazma gayreti gösterdim.

Cevap hakkını kullanmayı talep ettiği için bir gazeteci olarak teşekkür ederim…

Fakat fasılayı burada bitirecek değilim elbette. Yazımın bundan sonraki kısmı İsmail Tatlıoğlu ile ilgili olmasa da yükselen değer milliyetçilikle yakından alakalı…

Asıl soru şu; ‘Gençler neden milliyetçiliğe daha yoğun bir yönelim gösteriyor?’

Benim gibi üşenmeyip yakın çevrenizdeki gençlerle birkaç soruluk röportajlar yaparsanız, sorunun yanıtının bir tane olmadığını, ancak çok net olduğunu görebilirsiniz.

Yaptığım mini çalışmadan çıkan ilk ve öncelikli sonuç, gençlerin geleceklerinden gerçekten umutsuz oldukları.

Tabii ki bunu söylemek için allame-i cihan olmaya gerek yok. Eğer bir geleceğin yoksa, olmamasından kaygı duyarsın. Bizim ülkemiz için de durum tam olarak bu. Aldıkları eğitimin karşılığında yeterli istihdam olanağı bulamayan genç işsizler ordusu, iş bulmaları halinde de geçimlerini tek başlarına sağlayabileceklerinden, kendi ayakları üzerinde durabileceklerinden emin değiller.

Yani yıllarca okuyup, üniversite mezunu bir genç olsan ve birkaç yıl işsiz süründükten sonra iş bulsan da hala annen ve babanla yaşamak zorundasın.

Neden?

Çünkü bir ev kirası asgari ücrete eşdeğer…

Bu cendereden çıkamayan gençler için ikinci önemli mesele göçmenler

Yaşanan onca sıkıntının bir sorumlusu olmalı değil mi?

Göçmenlerin kendilerinden daha fazla hakka sahip olduğunu, sosyal yardımlar aldıklarını, üniversiteye yabancı öğrenci statüsü ile daha düşük puanla girdiklerini ve pek çok ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması nedeniyle ucuz işgücü olduklarını biliyorlar.

Göçmenleri, özellikle Suriyeli ve Afgan göçmenleri istemiyorlar

Kendi vatanlarında sürgün olmayı içlerine sindiremiyorlar…

Hele hele genç kızlar…

Sadece giyimleri nedeniyle dahi göçmenlerin sözlü ya da fiziksel tacizine uğramaktan artık sıkılmışlar…

Buna bir de gettolaşmayı eklediğimizde, yani bazı mahallelerin göçmenlerin kurtarılmış bölgeleri olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, dert dağları aşıyor…

Sonuçlardan bir diğeri de terörle ilgili. Terörü desteklemek hiç kimse için söz konusu olamaz elbette. Ancak gençler bu konuda biraz daha hassaslar. Sonuçta cephede teröristle yüz yüze gelmesi istenen nesil onlar…

Türk parasının değer kaybetmesi, Türk pasaportunun geçer akçe olmaktan çıkması, pek çok ülkenin vizesiz dolaşım hakkı olmasına rağmen bizim gençlerimizin tüm bunları ancak rüyasında görmesi, sorunlara eklenenler…

Son olarak, bir bardak kahvenin neredeyse ülkedeki en büyük paraya eş değer olmasından tutun da ekonomik olarak ulaşamadıkları ve dünyadaki yaşıtları gibi yaşayamadıkları ne varsa hepsini aynı potada eritebileceğimiz hayat pahalılığı ile ‘telefonunu göster’ dayıların gençlere uyguladıkları baskıları sayabiliriz.

Tüm bu bileşenler, gençleri ‘derin dip dalga’ milliyetçiliğin bağrına itiyor.

Mesela, ‘göçmenler kendi ülkelerine dönsün’ diyorlar. Hem de öyle Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemlerindeki gibi ‘insani koşullar’ aranmaya çalışılmasın, bunun için çaba harcanmasın, gerekirse Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın söylemlerindeki gibi ‘zorla’ gönderilsinler istiyorlar.

Söylemlerin sertleşmesini, bir güç gösterisi sergilenmesini bekliyorlar.

Neden?

Çünkü onlara bu ülkede acımasızca yaklaşıldığını düşünüyorlar.

Atatürk değerlerine sıkı sıkıya sarılıyorlar, çünkü ülkenin kuruluş ayarlarına dönmesi durumunda yaşadıkları sıkışma duygusunun yerini özgürlüklere bırakacağını ve ülkenin saygın ülkeler potasına oturacağını düşünüyorlar.

En önemli isteklerinin başında da ekonominin düzelmesi geliyor elbette…

Kendilerini temsil edecek genç liderler arıyorlar. Şu anda Sinan Oğan’ın yaşadığı popülaritenin ve Ümit Özdağ’ın tercih edilirliğinin ardında gençlerin dilinden anlamaları yatıyor.

Tüm bunlar ışığında oy verildi Ata İttifakına

Can alıcı soru ise şu; ‘Millet İttifakı mı, Cumhur İttifakı mı?’

Elbette Millet İttifakı

Çünkü daha özgürlükçü, daha modern, daha

Önemli bir ayrıntıyı atlamamak lazım, Kemal Kılıçdaroğlu yaşlı… Tam da bu nedenle ve dili, söylemi, vücut ifadesi sert olmadığı için Kılıçdaroğlu’nu lider olarak görmüyorlar.

Gençlerin lider adayı Ekrem İmamoğlu