Bu konu tamamen siyasidir!

Bu konu tamamen siyasidir!

Siyasilerin olmadığını ısrarla iddia ettikleri yoksulluğun varlığını araştırmak için hem kendi gözlemlerimden hem de bazı kaynaklardan yararlanıyorum.

Çünkü biliyorum ki, insanın kendisinin içinde bulunmadığı durumu yokmuş gibi kabul etmesi kadar kolay bir şey yok ve yine biliyorum ki, insan içinde bulunduğu durumun ne kadar trajik olduğunu dışarıdan bakma yeteneğine sahip değilse fark edemiyor.

Tam da bu noktadayız toplum olarak. Ne kendimizin farkındayız ne de bizim dışımızdaki hayatlarda yaşananların…

Bu konuda benim en önemli referansım Derin Yoksulluk Ağı platformu. Platformun yoksulluktan en çok etkilenen çocukların neler yaşadığına yönelik rakamlara da döktükleri bazı istatistikleri var. Sizi sayılara boğmadan aktarmak istiyorum.

Diyorlar ki;

“Türkiye’de yoksul hanede büyüyen neredeyse her 2 çocuktan 1’i yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında. Toplam çocuk nüfusu içinde yoksulluk riski koşullarındakilerin oranı ise yüzde 43.4!

Yoksulluk, çocuğun yüksek yararını ihlal eder, iyi olma haline zarar verir. Yoksulluk koşullarında yaşayan çocuklar; dışlanma, güvenlik tehlikesi, elverişsiz konut koşulları, fiziksel ve zihinsel gelişim güçlükleri, sağlık hizmetlerine hijyene, eğitime, kültürel ve sportif faaliyetlere erişememe, sağlık güvencesizliği, yetersiz beslenme ve öğün atlama, riskiyle karşı karşıyadır!”

Buna ek olarak eğitim hayatından uzaklaşmalarını, çocuk yaşta çalışmaya başlamalarını da sayabiliriz.

Sosyal devletin olduğu ülkelerde bir bireyin dahi maruz kalmaması gereken son derece önemli eksikliklerden bahsediliyor raporda anlayacağınız.

Ben bu maddelere bir madde daha eklemek istiyorum. Çocukların yoksulluk nedeniyle yaşadıkları mağduriyet şıkları arasında pek yer almayan, ancak son yaşanan olaylarla birlikte bir ülke gerçeği olduğunu kabul etmek zorunda kaldığımız, tarikat ve cemaat yurtlarına gönderilmek de bir mağduriyettir çocuk açısından.

Hatırlarsınız, 2017 yılında Aladağ’da bir cemaat yurdunda çıkan yangında ölen kız çocuklarının ailelerinin açıklamalarını. İçimi en çok yakanı;

En azından ısınır, karnı doyar, eğitim alır, dinine bağlı bir evlat olur…”

Aileler yoksulluktan kaçırıyordu çocuklarını taaa o zamanlardan…

Çocuklarımız ciddi yoksulluklarla, ciddi yoksunluklarla karşı karşıya kalarak büyüyor farkında olalım ya da olmayalım. Sonra da soruyorlar Google’a;

Ben neden sevilmiyorum? Ben neden bu kadar çirkinim? Ben neden doğdum? Ben neden dışlanıyorum? Ben neden eziğim? Ben neden ağlıyorum? Ben neden böyleyim? Ben neden yalnızım? Ben neden yaşıyorum?” diye.

Dünyanın en hüzünlü çocukları soruyor sanki bu soruları…

Şimdi de her şeyin içine siyaset sokmaya bayılan, sistem olması gereken ‘eğitim, sağlık, hukuk…’ gibi alanların dahi partizanlıkla işler hale getirilmesinin baş aktörü olan siyasiler, yakın dönemdeki gelişmelerin siyasi gelişmeler olmadığını, ailevi sorunlar olduğunu iddia ediyorlar.

Durum bir kişi için ele alındığında belki kulağa mantıklı da geliyor olabilir söyledikleri, ancak hemen 2016 yılındaki gelişmeleri anımsamakta fayda var meselenin nasıl siyasi olduğuna ışık tutmak için:

2016 yılında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ‘Çocuk Evleri’nde kalan çocukların kişisel gelişimlerine ve eğitimlerine katkı sağlayacak faaliyetler yürütme yetkisini Nur Cemaati’nin Yazıcılar kolundan olan Hayrat Vakfı’na verdi. 5 yıllık bir protokol yapıldı. Gerekirse 5 yıl daha uzatma hükmü koyuldu.

Protokolde, işbirliğinin kapsamına yönelik, “Korunma ve bakım altındaki çocuklar için çocuk evleri açılması ve hizmetlerin yürütülmesi ile diğer çocuk bakım kuruluşlarında değerler eğitimi programına destek olması ve korunmaya muhtaç çocuk alanında programlar yapılması” ifadeleri kullanıldı.

Programın dayanağı ise 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu oldu.

Derneğin yükümlülükleri ise şöyle sıralanıyor;

  • Çocuk evlerinin kirasını ve her türlü ihtiyacını karşılamak,
  • Korunmaya muhtaç ve refakatsiz çocuklara yönelik eğitim, kültür amaçlı proje ve programlar düzenlemek,
  • Çocuk evlerinde kalan çocuklara yönelik geziler düzenlemek,
  • Çocuklara yönelik değerler eğitimi faaliyetleri düzenlemek.

Çocuklarını evinde yetiştiremeyecek durumda olan aileler devletin varlığını sürdürmesine müsaade ettiği tarikat ve cemaat evlerine çocuklarını gönderip onlar için bir tür koruma alanı sağlamaya çalışırken, devlet koruması altındaki çocuklar da devlet eliyle yine aynı cemaatlere yönlendiriliyor.

Çocuk farkında olmadan her biçimde mağdur!

Tüm bunlar demek oluyor ki, sosyal devlet çocuklar konusunda işini doğru yapmıyor, üstelik çocukların tarikat ve cemaatlere yönelmelerinin de önüne geçmiyor, hatta yönlendirici oluyor.

Öyleyse bu konu siyasidir! Hem de fena halde siyasidir!

İlaç yok, açıklama yok…

İlaç yok, açıklama yok…

Yakın zamanda siz ya da ailenizden biri hastalandı mı?

Bu soruya yanıtınız ‘evet’ ise yolunuz muhakkak eczaneye de düşmüştür ve doktorun size reçete ettiği ilaçların bir bölümünün olmadığını görmüşsünüzdür.

Uzun süredir böyle devam eden bir durum bu.

Konu hakkında defalarca yazıp çizdik, ancak çeşitli komisyon toplantılarında muhalefet partileri konuşurken aralarında şakalaşıp gülen iktidar partisi mensuplarının ciddiyeti ile okunduğu için yazılanlar, kimse sorunu çözmeye yeltenmiyor bile.

Tıpkı doktorlarla hastaları karşı karşıya getiren bir sistem kurup konuyu kendi haline bıraktıkları gibi hastaları eczacılarla da karşı karşıya getiriyorlar.

Haliyle hasta kendisine yazılan ilacın neden olmadığını soruyor, eczacı anlatıyor, oysa yanıt Sağlık Bakanlığında mevcut.

Geçtiğimiz günlerde kendisi eczacı olan bir ilkokul arkadaşımın paylaşımı ile karşılaşınca, konuyu en güzel eczacıların ağzından özetleyebileceğimi düşündüm sizler için.

Paylaşım şöyle;

İlaçlar neden yok anlatalım;

Şu an 5 lira olan ekmek fiyatının 50 kuruşa düşmesini hepimiz isteriz, ama ekmek 50 kuruş olduğunda ekmeği üretecek fırıncı bulamayız.

İlaç işte tam da bu nedenle yok. İlacın ucuz olmasını biz de istiyoruz, ama bulunamayacak ve üretilemeyecek kadar ucuz olması bir anlam ifade etmiyor. Üretilemeyen ilaç bir lira olsa ne olur, olmasa ne olur

Şu fiyatlarla ilaç ucuz olduğu için bulunamıyor demek vatan hainliği olmadığı gibi, ilaç daha da ucuz olsun demek vatanseverlik değildir. Gerçekler var ve bu gerçek artık ilacın üretilemeyecek kadar ucuz olduğudur!

Konuyu çok net biçimde özetleyen bu açıklamaya Bursa Eczacılar Odası Başkanı Okan Şahin’in sorularıma verdiği yanıtlarla ilaveler de yapmak istiyorum.

İlaç yokları Okan başkanın dün aldığı rakamlara göre yüzde 28’lere dayanmış durumda.

İşin içinde daha da önemli bir nokta var;

Bundan önce kronik hastalıklara yönelik ilaçlar yoktu, son dönemdeki yoklar akut hastalıkların ilaçlarında başladı, daha da üzücüsü çocuk ilaçlarında ilaç yokları daha yoğun!” diyor Okan Şahin.

Bulaşıcı hastalıkların yoğun biçimde görüldüğü bu dönemde, çocuğunuz hastalandığında doktorun onun için yazdığı antibiyotikleri, ağrı kesicileri ve ateş düşürücüleri bulamıyorsunuz yani. Üstelik bu sorun daha uzun süre devam edecek gibi görünüyor.

Çünkü ilaç alım fiyatları için belirlenen kur, reel piyasaya göre çok düşük kalmış durumda. Dolayısıyla ne ilaç alımı yapılabiliyor ne de ilaç üretimi. Üstelik yeni kurun şubat ayında belirleneceğini düşünürsek, giderek artan bir oranda yaşanacak gibi mevcut sıkıntılar.

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir soru önergesi olarak da gelmiş konu. Önergeye verilen yanıt;

Ülkemizde ilaç yokluğu ile alakalı bir sıkıntı yaşanmıyor. İçinde bulunduğumuz durum tüm dünyada yaşanan sıkıntı ile aynıdır’ biçiminde olmuş.

Oysa tıpkı enflasyon rakamlarındaki gibi, tıpkı enerji fiyatlarındaki artış gibi tüm dünyada yaşanan sıkıntının çok daha fazlası ile karşı karşıyayız ülke olarak bu konuda.

Türk Eczacılar Birliği her yolu denemesine rağmen sesini yetkililere duyuramıyor, sorunların çözümü için hiçbir adım atılamıyor.

Sadece seslerini duyurmak için pek çok siyasi partinin mitinginden daha büyük bir kalabalığı toplayıp dertlerini anlatmaya çalışmışlardı Ankara’da. Görünen o ki, bu da bir işe yaramamış. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşme taleplerine de aylardır yanıt alabilmiş değiller.

Sağlıkta ‘halimiz itten beter, keyfimiz paşada yok’ dönemine hoş geldiniz

NOT: 10 Aralık İnsan Hakları Günü öncesinde ülkemiz insanlarının şöyle bir düşünmesini rica edeceğim;

*Benim bir insan olarak bu ülkede ne gibi haklarım var?

*Bu hakları kullanabiliyor muyum?

*Haklarımı kullanmaya kalktığımda başıma neler gelebilir?

Ben bu sorulara yanıt verdim, siz de verin ve kendi kendinizi bir sorgulayın isterim…

Paranın pusulası nereyi gösteriyor?

Paranın pusulası nereyi gösteriyor?

Para yön arıyor.

2022’nin son günleri yaklaşırken yatırımcı umutlanma çabasında.

Klasik yılbaşı rallisi pek de beklenen bir unsur değil bu yıl itibarıyla.

Küresel çapta belirsizlikler var. Türk para piyasalarının kazanç şampiyonu Borsa İstanbul ise rekor yorgunu!

Ama getiri bazında açık ara umut vaat eden yine BİST.

Peki yılın son haftaları ne getirebilir?

Önce piyasaların son bir haftalık seyrine kısaca bakalım.

BİST 100 Endeksi 4 bin 750 puanla 5 bin 28 puan aralığında dalgalandı.

Bir gün hariç 4 bin 850 puan üstü bir hareket öne çıktı.

Ve hafta 5 bin 5 puan seviyesinden kapandı. Bu seviyenin ciddi bir psikolojik sınırı temsil ettiğini unutmayalım.

Haftalık bazda çok küçük bir artışla hafta sonlanmış olsa da 5 bin seviyesindeki sembolik sınırın üzeri kapanış yeni rekorların da işaretçisi sayılmalı!

Nitekim TÜİK’in açıkladığı taze verilere göre kasım ayının reel getiri şampiyonu da Borsa İstanbul oldu.

Borsa ortalama bazda TÜFE indirgendiğinde yüzde 18,5 oranında net getiri sağladı kasım ayında. Euro ve altın yüzde 1 reel getiri sağlarken dolar yüzde 2,6 oranında reel kayıp yazdı yatırımcısına.

Yani hisse senetlerinin tartışılmaz bir üstünlüğü söz konusu!

Aylardır adım adım paranın tek adresi haline getirilen BİST’in performansı yıla da damgasını vurmuş durumda.

Son bir yılda yüzde 142 kazandıran bir borsa söz konusu. Daha doğrusu BİST 100 Endeksi bazındaki artış oranı bu seviyede gerçekleşti.

Sahip olduğunuz hisse ya da fona göre ve alım satımı yaptığınız döneme göre çok daha farklı kazançlar da söz konusu!

Bazı kağıtların birkaç kat değerlendiğini unutmayalım.

Ve bir yıl içinde BİST 100’ün bin 726 ile 5 bin 91 puan aralığında dalgalandığına da dikkat çekmekte fayda var.

Yani doğru alım satım anlarını yakalayanlar endeks bazında bile 3 katlık kazanç elde etme imkanı buldu.

Genel trendlere kısa vadede baktığımızda Borsa İstanbul’un hiç olmazsa yılbaşına kadar yine tercih alanı haline geleceğini görüyoruz.

Küresel çapta sürpriz bir gelişme olmazsa BİST’te rekorların eski hızında olmasa da yine gündemde olacağını öngörmek zor değil.

Çünkü tüm rekorlara rağmen hala ucuz hisselerin varlığı mevcut!

Ve alternatif bir yatırım aracı da ufukta görünmüyor kısa vadede.

Doların düşük dozda yükseliş trendi var son günlerde. Bu trend yılbaşına kadar dalgalanmalarla birlikte gündemde kalacaktır.

Kurun 18,58 – 18,80 TL aralığında hareketi kuvvetle muhtemel görünüyor.

Sürpriz bir atak 19 lirayı görmemize yol açabilir lirada. Ancak kısa vadede bu düşük bir ihtimal.

2023’ün ilk aylarında ise kontrollü ama yine düşük dozda artışlar, rekabetçi kur ihtiyacı nedeniyle gündeme gelebilir!

Altında ise bin 84 lira ile dün gün içinde tazelenen rekorun daha yukarı seviyeye çıkması zor değil.

Artık ilk hedef bin 90 TL gram altında. Sonrası ise bin 100 lira direnci ile karşımıza çıkabilir.

Geri dönüşlerde ise bin 58 – bin 50 TL desteği öne çıkacaktır.

Ankara’dan BUSKİ’ye Türkiye birinciliği ve iki kardeş şehir geldi

Ankara’dan BUSKİ’ye Türkiye birinciliği ve iki kardeş şehir geldi

Bursa’da koltuğunun hakkını veren bürokratları say deseler onlardan biri de BUSKİ Genel Müdürü Güngör Gülenç’tir.

Tabiri caiz ise bulunduğu kurumun başına tırnakları ile kazıyarak gelmiştir. Mühendis olarak başladığı kurumda şu anda genel müdür olarak hizmet yapmaya gayret ediyor.

Öte yandan Bursalı olması ve Bursa’nın sorunlarına hakim olması da artı bir avantaj olarak hizmetlere yansıyor.

Sorun üreten değil, sorun çözen bir bürokrat…

Telefonla ulaşılabilen, Bursa’daki muhtarların 10 üzerinden 11 verdiğine şahitlik etmişizdir.

Bizler de önceki gün sabahın ilk saatlerinde bir işimiz için soluğu BUSKİ’de aldık. BUSKİ’nin çok değerli Abone İşleri Müdürü Fatma Turhan hanımefendiyi ziyarete gittiğimizde Gülenç’le sohbet etme fırsatını yakaladık.

Gülenç’in en önemli özelliklerinden biri her sabah ayrı bir daire başkanlığını ya da ilçeleri ziyaret ederek hem onlarla kahve içiyor hem de sorun var mı yok mu sohbet ediyormuş.

Bizler de bu sohbetin üzerine gittik.

Gülenç, geçen hafta içinde Ankara’da Belediyeler Birliği’nde Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin de katıldığı 4 Aralık Dünya Su Kayıp Kaçak günü münasebeti ile bir sunum yapmış.

Bakanın takdirini kazanmış.

Sunum şu:

Özellikle suyun her geçen gün stratejik önem kazandığı bugünlerde Bursa bu noktada en az kayıp kaçak birincisi olmuş.

Bursa’da kayıp kaçak oranı yüzde 20.47…

Bu diğer illerde en az yüzde 30 civarında.

Bunu nasıl başardığınız sorusuna Gülenç, “Bursa genelinde 257 noktada scada merkezimiz var. Buralarda insan eli değmeden anlık bildirim geliyor, olası durumlarda anında müdahale ediyoruz” dedi.

Yine öte yandan BUSKİ’ye iki tane kardeş gelmiş. Bunlardan ilki Kahramanmaraş Su İdaresi Maski, diğeri Yozgat Su İşletmeleri…

Bu arada Bursa’daki barajlarda 60 günlük su kaldığını da Gülenç’ten öğrendik.

Onların da bizim de umudumuz önümüzdeki hafta yağması beklenen yağmurlar. Ama olması gereken ise gereksiz su tüketiminin önüne geçmek.

BUSKİ geçen yıl bu noktada suyun tasarruflu bir şekilde kullanılması için 60 binin üzerindeki öğrenciye seminer vermiş.

Bize düşeni yapalım gerisinde ise tevekkül edelim.

Bu vesile ile BUSKİ Genel Müdürü Güngör Gülenç’i ve ekibini ayrıca bir kez daha tebrik etmiş olalım.

TOPLU TAŞIMADA ÖNCE İNİLİR SONRA BİNİLİR…

Daha önce çalıştığım kurumlarda defalarca yazdım. Ben yazmaktan usandım ama bazı insanlarımız yanlış yapmaktan usanmıyor. O yanlışlardan biri de toplu taşıma araçlarındaki kurallar ile ilgili.

O kurallardan ilki yüksek sesle konuşmamak. Maşallah bazı vatandaşlarımız telefonla konuşurken sanki canlı yayın yapıyor.

Uyarınca da suçlu oluyorsun…

Diğeri de toplu taşıma araçlarına iniş biniş ile ilgili.

Bunda da kural bellidir.

Önce inenlere müsaade edilir ardından binilir.

Ama toplu taşıma aracı durunca maalesef bu kurala uyanların sayısı çok az.

Burada BURULAŞ Genel Müdürü M.Kürşat Çapar’a ileyelim. Konu ile ilgili araçların ve istasyonların içinde anons yapılmasının uygun olduğunu düşünüyorum.

Umarım bundan sonra bu kurala uyulur, bize de yazmaya gerek kalmaz…

Bursa milli gelir liginde de geriledi

Bursa milli gelir liginde de geriledi

Bursa eski formundan uzaklaşıyor.

Üreten, ihraç eden illerin başında gelen Bursa’nın son yıllardaki ivme kaybı yine gündemde.

TÜİK’in paylaştığı veriler kentin ekonomideki yerinin küçülmekte olduğunu gösterdi.

İhracatta başlayan ivme kaybının Bursa’yı ihracatçılar ligindeki ikincilik basamağından ettiğine zaten şahit olmuştuk.

Mevcut trendlere bakılırsa kısa süre sonra üçüncülük basamağı da elden gidecek gibi görünüyor!

Haliyle Bursa’nın Türkiye’nin milli gelir içindeki payı da eski formundan uzaklaşıyor.

Yıllarca kullanılan BTSO’nun mottosu “Bursa Büyürse Türkiye Büyür” de gerçekliğini yitirerek tarihe karışıyor yavaş yavaş.

Dün TÜİK tarafından açıklanan 2021 yılına ait GSYH rakamları iller bazındaki durumu ortaya koydu.

Bursa milli gelir liginde bir basamak geriye düşmüş görünüyor son verilere göre!

İstanbul 2,2 trilyon TL ile milli gelirden yüzde 30 pay alarak birinci sırada yer almış geçen yıl. Ardından 667 milyar lira ile Ankara ve üçüncü sırada da 462 milyar lira ile İzmir milli gelir liginde sıralanmış.

2020’nin dördüncüsü olan Bursa ise yerini 2021’de Kocaeli’ne kaptırdı!

Kocaeli geçen yıl 309 milyar TL tutarında GSYH elde ederken Bursa 302 milyar lirada kaldı.

Ve ekonomideki dördüncü büyük il unvanını da kaybetmiş oldu.

Ülkenin milli gelirinde Bursa’nın payı yüzde 4 seviyesinde kalmış oldu aynı zamanda!

Yüzde 11,35’lik milli gelir büyümesi içindeki payı 0,52 puan olarak TÜİK’in kayıtlarına geçmiş durumda Bursa’nın 2021’deki ekonomik performansı.

Oysa bir Antalya bile 0,69 puanlık katkı sunmuş geçen yıl.

Duruma kişi başına düşen milli gelir açısından bakıldığında daha sıkıntılı bir görüntü oluşmakta!

Nasıl mı?

Bursa 10 bin 765 dolarla kişi başına milli gelirde dokuzuncu sırada kendine yer bulabilmiş durumda!

Küçük nüfuslu kentlerin avantajı olduğu söylenebilir. Kısmen doğru olsa da tam olarak doğru değil bu tespit.

Çünkü İstanbul, Ankara ve İzmir’in nüfusları Bursa’dan çok daha fazla olmasına rağmen kişi başı gelirde açık ara fark söz konusu!

İstanbul’un 15 bin 666 dolarlık bir kişi başı milli geliri mevcut.

Ankara’nın 13 bin 20 dolar, İzmir’in de 11 bin 668 dolarlık kişi başı geliri kayıtlara geçmiş durumda.

Yani daha fazla nüfusa rağmen daha fazla kişi başı gelir de mümkün.

Bunun yolu da yüksek katma değerden geçiyor.

Ama yıllardır çok konuşulmasına rağmen yüksek katma değer üretiminde çok da yol alamadı Bursa!

Yüksek teknolojiye, inovasyona, Ar-Ge’ye yapılan yatırım sınırlı kaldı.

Ve bu yatırımların geri dönüşü de istenilen seviyelerde gerçekleşmedi.

Kısacası Bursa lokomotif ekonomi olma vasfını giderek yitiriyor.

Sanayide baş gösteren tıkanmışlık ortada. Tarım ve turizm de istenilen seviyenin uzağında!

Artık kenti yönetenlerin, kent dinamiklerinin havanda su dövme işini bir kenara bırakıp Bursa’yı öne çıkaracak girişimlerin peşinde koşması şart.

Öğrenci, veli ve öğretmenlerin buluşma yeri cami mi?

Öğrenci, veli ve öğretmenlerin buluşma yeri cami mi?

Söylesem olmuyor, sussam gönül razı değil kavlinden günler yaşıyoruz bu ülkenin kadınları olarak. Aslında ‘6 yaş…’ deyip sussam, hepiniz durumu anlayacaksınız ve zaten ben de bu konuya pek değinmek istemiyorum.

Mesele yargıya intikal etmiş, inkar aşamasına geçilmiş, deliller ortaya dökülmüş…

Üstelik bu kez, ne mutludur ki, hükümetten de bahsedilen çirkinliğe tepkiler geliyor

Tüm bu gelişmeler ülkece yakından takip ettiğimiz olaylar.

Bir de takip edemediklerimiz var.

Bir de eğitim güncesine her gün yenilerinin eklendiği çabalar, gayretler var…

Hatice Gani Erverdi Ortaokulu Müdürü Dursun Gültekin öğrencileri ve velileri ile Görükle Cevizlik Camii’nde buluşmak gibi bir çabanın içine girmiş nedense…

Öğretmenlerin veliler ve öğrencileri ile buluşacağı yegane yer okuldur. Okul çatısı dışındaki buluşma noktaları öğretmen, veli, öğrenci ilişkisinin dışında; dostluk, ahbaplık, arkadaşlık kavramlarının içinde yer alır. Böyle ilişkiler kurmak için de gelecek nesillerimizi yetiştirilmek üzere emanet ettiğimiz öğretmenlerin eğitim kurumlarını aracı olarak kullanması kesinlikle onaylanamaz bir davranıştır.

Önümde duran davetiyeye bakıyorum; ‘Ailesiyle birlikte gelen 3 öğrencimize kurayla hediyeler verilecektir’ ibaresi yer alıyor. Çocuklar gelmek istemezlerse arada hediye sözü ile kandırma da var yani.

Afişte yer alan kız öğrenci başörtülü. Veli olarak resmedilen anne figürü de başörtülü. Başı açık velilere ve öğrencilere bu buluşmada yer yok anlaşılan.

Elbette ve haklı olarak Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy’un tüm bu duruma toptan itirazı var. Şikayetler CİMER’e de yapılmış, ancak değişen bir şey olmamış.

Hatice Gani Erverdi Ortaokulu, vakıf görünümlü tarikat ve cemaatlerin etkinlik alanına dönüştürülmüştür, cemaat yapıları bu okulda öğrencilerle sık sık bir araya getirilmektedir, böylece öğrencilere fikirlerini empoze etmeleri için okul yönetimi tarafından alan açılmaktadır. Tarikat ve cemaatlere alan açan bu okul müdürü ise amirlerince korunmaktadır!” diyor Toy yaptığı açıklamada.

Şimdi yapılması gereken; bu açıklamanın bir ihbar kabul edilmesi ve gerekli incelemenin ivedilikle başlatılması, kamuoyunun da konu hakkında bilgilendirilmesidir!

Herkesin dinini özgürce yaşamak hakkı mevcuttur, ancak bunun yeri okul değildir!

ASGARİ ÜCRETLİNİN PAZARLIK GÜCÜ ZAYIF

Daha toplantısı yapılmadan üzerinde konuşulmaya başlanan ‘Asgari ücret ne kadar olacak?’ sorusunun yanıtı asgari ücretliyi mutlu ederse hükümeti abad edecek, mutlu etmezse bedbaht edecek kadar büyük önem kazandı.

Çünkü, konuyla ilgili ilk toplantıyı değerlendiren açıklamalar yapan Türk-İş Genel Sekreteri Pevrul Kavlak’ın da değindiği gibi asgari ücret ülkenin küçük bir kesiminin aldığı ücret değil artık. Asgari ücret ülkenin önemli bir bölümünün aldığı ücret. Asgari ücretin biraz üstünde maaş alanlarla birlikte bu oran yüzde 50’nin üzerine çıkıyor.

Çıkıyor da asgari ücretliler birleşip aynı anda hareket edemediklerinden hep ezilmeye mahkum taraf oluyorlar. Oysa birlikte hareket etseler ciddi bir sarsıntı yaratırlar.

Açıklamasında yapılan ara zam da dahil olmak üzere tüm artışların zam furyasının içinde eriyip gittiğini vurgulayan Kavlak, benim meşhur ‘Ekonomi büyüyor da kime doğru büyüyor? Biz çalışanlar niye hissetmiyoruz bu büyümeyi?’ sorumu da yanıtladı.

Yanıt şöyle;

Ülkemiz üçüncü çeyrekte yüzde 3,9 oranında büyümüştür. Sermayenin bu büyümeden aldığı pay, yüzde 54,6’dan yüzde 55’e yükselmişken, emeğin bu büyümeden aldığı pay, yüzde 29,8’den yüzde 26,3’e gerilemiştir!”

Ekonomideki büyüme çalışana doğru değilmiş. Hatta çalışanın payında bir gerileme olduğuna göre bizim için küçülmeden söz etmek lazım.

Ama işte dedim ya, örgütlülük yok!

Asgari ücretlinin elinde emekten gelen gücünü kullanmak gibi bir alternatif yok!

Pazarlık gücü zayıf!

Zaten asgari ücrete zam sürecine girildiğinde ilk gelen zam tahminleri ile birlikte çarşıda pazarda fiyatlar yukarı doğru hareketlenmeye başladığından, asgari ücretli parasını cebine koymadan önemli bölümünü piyasada eritmiş oluyor.

Artış ne kadar olur bilmiyorum, ama aynı oranda tüm ürünlere zam geleceğine, kalıbımı basarım.

 

 

 

Kıyamet kopmadan kendi kıyametimizi koparmak!

Kıyamet kopmadan kendi kıyametimizi koparmak!

Özellikle son yıllarda çevresel felaketleri gerek ülkemiz gerekse dünyamız fazlasıyla yaşıyor.

Önce seller, ardından artan sıcaklıklar ve sonrasında çıkan yangınlar.

Sonrasında kuraklık felaketi…

Sırala sıralayabilirsen.

Arkası kesilecek gibi değil…

Bu saydıklarımızın ortak özelliği yaşadığımız dünyaya ve çevremize zarar vermesi.

Bunların kimi sabotaj…

Kimi de vahşi kapitalizmin teknoloji siluetine dönüp sözde insanlık adına yapmış olduğu hizmetler…

Bu durumda aslında yapılanları görünce insanoğlunun hepimiz çevreciyiz diye bağırması gerekiyor.

Amma velakin o bağırmaların birçoğu da içinden olduğu için kalp gözü açık olanlar sadece duyabiliyor…

O da çoğumuzda yok…

Buna rağmen;

Yüksek sesle kısmen bağıranlar var, olmasına var ama…

O kadar…

Onların da ne olduğu belli değil.

Bu kadar yaşanılan çevre felaketinde insanoğlu olarak bizim sorumluluklarımız oldukça fazla. İşte o sorumlulukların ilk basamağında ise karbon ayak izi yer alıyor.

Son yıllarda adını fazlasıyla duymaya başladık karbon ayak izinin…

Karbon ayak izi de ne sorusuna vereceğimiz yanıt;

Karbon ayak izi, birim karbondioksit cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsüdür.

Ya da diğer bir deyişle; kişinin küresel ısınmadaki kişisel payının bir ölçüsüdür. En kısa ifade ile “çevresel günahımız”dır.

Belki de kuralığın yağmayan yağışların ilk sebeplerinden biri…

Şu anki mevcut durumda,

Türkiye’nin kişi başına ürettiği CO2 miktarı: 3,14, ABD 20,4, UK 9,8, Almanya 9,8, Yunanistan 8,7 tondur.

Resmi olarak kentimizde ölçülmese de Bursa’da daha fazladır.

Hatırlatmakta fayda var: Geçmişte bu aylarda her yerde kent merkezi de dahil olmak üzere yarım metreyi aşan kar vardı.

Bırakın şimdi karı.

Yağmur bile yok denecek kadar az…

Hal böyle olunca yaşanacak kentimizi de ülkemizi de yaşanamaz duruma getirdik bile…

Belki de teknolojinin nimetlerini kullanırken, hayatı zehir etmeye başladık.

Bundan, daha kötüsü olmaması ya da diğer bir ifade ile karbon ayak izi miktarını azaltmaz isek ne mi olur?

Bugünleri mumla ararız…

Dünya küresel ısınmayla yaşanamaz hale gelir.

Bugünleri aramama adına fazla teferruata girmeden bunu azaltmak mümkün.

Bunu yapmak için de ekstra bir şey yapmaya gerek yok.

Normal olarak sanayici filtresini kullansa, araç sahibi egzozuna dikkat etse, elektrikli ve toplu taşıma araçlarını kullanmayı arttırırsak bugünden daha az karbon ayak izi üretilir.

Keşke yollar müsait olsa da bisiklet veya yürüyüş önceliğimiz olsa ve bunun gibi yapmamız gerekenleri günlük yaşamımızda yapsak, her şey güllük gülistanlık olmasa bile bundan daha iyi olacak.

Bunları yapmaz isek ne mi olur?

Allah korusun! Bu dünyayı hor kullanırsak kendi kıyametimizi önceden koparmış oluyoruz.

Bizden uyarması!..

Kur tutulması ve 500 dolarlık kırmızı çizgi

Kur tutulması ve 500 dolarlık kırmızı çizgi

Asgari ücret hassas mesele.

Ülkenin yarısından fazlası bu kritik rakama göre yaşama tutunuyor çünkü.

Hatta yüzde 70’e yakını asgari ücrete yakın bir seviyede gelirle yaşamını sürdürmeye çalışıyor!

Şu anda çalışanın eline geçen rakam 295 dolar seviyesinde.

Pek de gurur duyulacak bir rakam değil.

Üstelik aylardır yaşanan bir “kur tutulması” gerçeği de var Türkiye ekonomisinde.

Yani bu rakama bile ulaşmak için ödenen bir bedel var!

Ve reel enflasyonun ya da vatandaşın tarifiyle hissedilen enflasyonun oluştuğu noktanın yarattığı gerçek gelir kaybı ile yüzleşeme meselemiz var.

Kısacası asgari dediğimiz ve ne yazık ki son yıllarda toplumun büyük çoğunluğunu mahkum ettiğimiz ücret açlık sınırının da altında kalmış vaziyette

Şimdi nasıl bir telafi olur diye dert ediyoruz!

Aralık ayı boyunca ve de sonrasında da çokça konuşulacak ücret zammı.

Çünkü yapılacak zam, geçmiş dönem kayıplarını tam olarak telafi etmeyeceği gibi 2023’ün ilk aylarında tırmanışa geçecek aylık bazdaki enflasyonun tahribatı ile boğuşmak zorunda kalacak çalışanlar.

Yani çok özgün bir formül üretmek gerekiyor çalışanın hakkını tam anlamıyla teslim etmek ve enflasyona karşı korumak için.

Mesela 2023’te en az iki hatta 4 kez ücret artışı yapılması çok önemli bir koruyucu unsur olabilir!

Ve devletin de elini taşın altına koyarak sağlayabileceği farklı çözümler de mevcut.

Önemli olan çalışana gerçek anlamda nasıl bir ücretin verilmek istendiği.

Aşırı zayıf örgütlülük yani sendikacılığın kağıt üstünde kaldığı bir ülkede çalışan taleplerinin önemsenmesi pek mümkün değildir!

Ancak seçim zamanlarında oy kaygısı ile çalışanların hali önemsenmekte.

Şimdi yine aynı süreci yaşıyoruz.

Ama işverenler yani patronların devlet üzerindeki geleneksel üstünlükleri hala fazlası ile mevcut. Dolayısıyla onların ne düşündüğü asıl önemli olan!

Açıkçası işveren temsilcilerinin söylediği iki net konu var.

“Çalışanlar enflasyona ezdirilmemeli.” diyor patronlar.

Güzel bir söz. Ama hangi rakama göre.

İşveren TÜİK’in açıkladığı manşet enflasyonu benimsiyor.

Resmi manşet enflasyon ise hiç kimseye gerçekçi gelmiyor.

Ve ağırlıklı harcama enflasyon sepetinin büyük çoğunluğunu kapsamıyor.

Gıda, ulaştırma, kira ve enerji bazlı bir harcama sepeti var asgari ücretlinin.

Yani en azından bu kategorilerin dikkate alınması şart!

İşverenin bir diğer kriteri ise istihdamı koruyacak seviyede bir asgari ücretin verilmesi.

Yani ödenemeyecek bir rakamın işsizliğe yol açabileceği uyarısı yapılmakta.

Ücret yükü konusunda ciddi manada zorlanabilecek özellikle küçük işletmelerle konfeksiyon gibi istihdam yoğun sektörlerin kaygıları anlaşılabilir düzeyde.

Ancak, istihdam yükünü rahatlıkla kaldırabilecek firma sayısı da azımsanmayacak boyutta!

Bir de bölgesel bazda önemli farklılıklar olduğu unutulmamalı.

Asgari ücret görüşmelerine büyük olasılıkla yön verecek patronların kırmızı çizgi diye telaffuz ettikleri sihirli bir rakam var kendilerine göre.

İşveren 500 doların üstünü kesinlikle duymak istemiyor!


Mevcut kurdan 9 bin 320 TL’ye denk gelen bu rakam ilk bakışta kulağa hoş geliyor.

Ama 500 dolar işverenler için brüt asgari ücret anlamına gelmekte.

Dolayısıyla TL bazında 7 bin 200 seviyesini aşmayan bir net ücreti tercih ediyor patronlar!

Devletin destek mekanizması ile en fazla 8 bin civarına çıkacak bir rakama razı görünüyor işveren.

Belli ki pazarlık bu civarda geçecek. Biraz devletin bastırmasıyla birkaç yüz lira yukarıda bir gerçekleşme olur.

İşveren rekabetçilik elden gidiyor diye endişe eder. Ki kısmen haklı. Ama rekabetçilik sadece çalışanların sırtından sağlanamaz. Lütfen artık başka yollar için kafa yorsunlar.

Meşhur kg başı ihraç değerini artırmak gibi mesela.

Bir de haklı bir beklenti olarak dövizin artık yukarıya doğru bir miktar gitmesi şart. Ama istikrarlı bir şekilde!

Ocak ve şubatta büyük olasılıkla kurun kademeli biçimde bırakılmasına şahit olabiliriz.

Özel hastanelerde SUT, TSS sıkıntısı ve alternatif çözüm önerileri

Özel hastanelerde SUT, TSS sıkıntısı ve alternatif çözüm önerileri

Öncelikle şunu net olarak ifade etmek gerekiyor: Özel hastaneler artık sağlık sisteminin vazgeçilmez bir parçası. Birçoğu da SGK kurumuyla entegre olmuş durumda.

Bizler de kendimizin, ailemizin ve yakınlarımızın yaşadığı sağlık sorunlarından dolayı zaman zaman soluğu özel hastanelerde alıyoruz.

Şimdi hal böyle olunca buradaki aksamaları da yazıyoruz. Artık gelinen süreç itibarı ile özel hastaneleri devre dışı bırakırsanız sağlık sisteminin bir ayağı aksar.

Bu da bir gerçek…

Diğer bir gerçek ise SGK ile anlaşması olan özel hastanelerin aldıkları fark ücretler. Bu aldıkları fark ücret SUT, belirlenen rakamlara göre en fazla yüzde 200 oranında olabiliyor.

Ama o fark gerçekten yüzde 200’mü?

İşte orası tartışılır.

Bugün özel hastanelerde muayene ücretleri 400 TL’den başlıyor, 1000 TL’ye kadar çıkıyor.
Bu soruyu bu köşeden Bursa’nın sağlık sektöründen yetişmiş, Ankara’da temsil eden milletvekillerine sormak gerekiyor.

Misal bugün özel hastanede görev yapan Prof. Dr. Yüksel Özkan, yine özel hastane ortağı olan Dr. Mustafa Esgin, vakıf üniversitesi kuran Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya, yine önceki dönem Sağlık Bakanlarından hastane sahibi olan Mehmet Müezzinoğlu’na ve TBMM’de özel hastane sahibi veya ortağı olan diğer milletvekillerine sormak gerekiyor.

Sizin çalıştığınız ve yönetimlerinde bulunduğunuz hastanelerinizde en fazla yüzde 200 mü fark alınıyor?

Ya da daha basit anlamı ile ultrason ve tüm tahlillerle sizin hastanelerde 100 TL’ye hasta bakılıyor mu?

SUT’a dahil olan tahliller için vatandaştan fark isteniyor mu?

Yatak ücreti 100 TL mi?

Eğer gerçekten böyle ise tek kelime ile helal olsun…

Ama böyle olmadığını biliyorum.

Zaten mevcut SUT fiyatları ile yüzde 200 (o da kanunen en fazla) farkın üzerine çıkılmaz ise SUT tebliğine birebir uyulsa birçok özel hastanenin kapısına kilit vurulması gerekir.

Bu da madalyonun arka yüzü…

Yine bu madalyonun ortasında ise TSS var. Ya da diğer bir ifade ile tamamlayıcı sağlık sigortası.

Bunun açılımı özel sigortaya tamamlayıcı sigorta yapıyorsunuz, böyle olunca özel hastanelerde 10 muayene hakkı ve ücretsiz görüntüleme tahlil ve sınırsız yatış hakkı kazanıyorsunuz.

90 günden sonra da ameliyat hakkı…

Ama ne yazık ki son zamanlarda vatandaşın TSS sigortası olmasına rağmen fark alınmaması gereken teşhis ve tedavi yöntemlerinden fark istenmeye başlandığına şahitlik ettik.

Birileri buna dur desin!..

Ya denetlesinler…

Ya da bu iş için fahri müfettişler kursunlar.

Veya SUT fiyatlarını güncellesinler…

Artık vatandaşın da canına tak etmeye başladı.

Veya devlete yük geliyor mantığı ile bakılıyorsa o zaman ikinci düzenleme olarak da özel hastanelere SGK ödemesinin kaldırılması, bununla beraber SGK’nın bu hastanelerle farklı bir anlaşma yapması.

O da özel hastane reçetelerinin eczanelerde kabul edilmesi.

Böyle bir durumun gerçekleşmesi durumunda her özel hastane kendi bağımsız fiyatlarını belirler, rekabet ortamı içinde fiyat dengesi oluşmuş olur.

Böyle olunca da SGK’nın özel hastanelere ödeme yapmasına gerek kalmaz.

Ciddi anlamda oluşan kaynakta kamu ve üniversite hastanelerine (devlet) aktarılmış olur.

Yok, bunlar olmaz ise özel hastanelerle ilgili şikâyetlerin ardı arkası kesilmez…

Hem vatandaş hem özel hastane yatırımcısı üzülmüş olur.

En güzeli vatandaş ile özel hastane yöneticilerinin karşı karşıya gelmemesi…

Yazması bizden, uygulaması yetkili bakanlık ve kurumlardan…

Bursa’ya kimi memur ettiniz?

Bursa’ya kimi memur ettiniz?

Bana öyle geliyor ki, sanki birini memur etmişler de sabahları alıyor eline kalemi; başlıyor Bursa sokaklarını, ilçelerini, köylerini arşınlamaya…

Burası boş, burası iyi para eder, burasını yıkalım, burasını bilmem kim abiye verelim, buranın planını değiştirelim de şöyle bir rant elde edelim…’

Olmaz ya…

Bana öyle geliyor sadece…

Ama her gün ayrı bir olaya açınca insan gözlerini, ne düşüneceğini de bilemiyor pek…

Geçtiğimiz günlerde işlemeyecek planların ortada dolaşmasından bahsetmiştik, ondan önce Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bir günde statüsü değişen binlerce metrekareden, ondan önce bir anda kamunun çeşitli kurumlarından TOKİ’ye devredilen arazilerden…

Şimdi sırada Uludağ var!

Elbette bu ilk girişim değil. Bundan önce de saldırı diyebileceğim girişimlere maruz kaldı Uludağ. Kimi savuşturuldu, kimi halen mahkemede, kimi maalesef kaybedildi ve yepyeni bir oteller bölgesi ve hiç ağaç kesilmeyecek diye başlandığı halde verilen sözler tutulmadan yapılan yeni bir teleferiği var artık Uludağ’ın.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde Recep Altepe başkanken de istenmişti Uludağ konusundaki yetkinin tek elde toplanması. Akademik Odalar karşı çıkmıştı ve konu meclise gelmedi.

Şimdi sular durulunca, mesele unutturulunca, bir kez daha neresinden dolansak da diye düşünülerek yepyeni bir planla karşımıza çıktılar.

Alan Başkanlığı!

Sebep?

Uludağ’da çok başlılık hakim olduğundan, tek başlılığa geçmek hasıl olmuş, karmaşık düzen ortadan kalkacakmış, zaten turistler de mevcut durumdan rahatsızmış

Bahaneler çok, ancak örnekler de mevcut!

Bakınız; Ürgüp, Peribacaları!

Muhalefet partilerinin daha önce açıklamaları oldu ve Alan Başkanlığı’na karşı durduklarını belirttiler, ancak davetli oldukları halde bugün Akademik Odalar yerleşkesinde yapılan açıklamada destek vermek maksatlı bulunmadılar.

Bence orada olmalıydılar.

Hücrelere bölünmek, herkesin küçük küçük pek çok kez ses çıkarması mı daha dikkat çeker, yoksa kuvvetli, gür bir sesle bağırmak mı?

Bunu bir düşünün derim Bursa muhalefetine.

Gelelim açıklamaya…

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, Uludağ’da çok başlılık yok. Milli Parklar tarafından yönetilen bölgede diğer unsurlar kendilerine düşen temizlik, altyapı gibi konuları halletmek için mevcutlar.

Peki kurulacak Alan Başkanlığı’nda ne olacak?

Kurulacak komisyon ve danışma kurulunda ağırlıklı olarak turizm ve ticaret sektörünün temsilcileri olacak.

Aynı zamanda Uludağ Milli Parkı’nın endemik türlerinin ağırlıklı olarak bulunduğu 2 bin 100 hektarlık bölümünün yönetimi, kurulması istenen Alan Başkanlığı’na devredilecek ve bu alanda Milli Park Yasaları uygulanamayacak

Açıklamadan sonra soruları yanıtlayan İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek;

Bu alanın içinde yapılmak istenen kurgu yapılaşma! Turizmcilere işi bırakacak bir kanun teklifinden bahsediyoruz. Tek kalemde plan genişletmek gibi bir çaba var. Amaç turizmcilerin işlerine taş koyacakları ortadan kaldırmak” diyerek özetledi konuyu.

Uludağ’ın zenginliğinin üzerinden kendine pay çıkarmak isteyenlere yönelik açılan onlarca dava var. Pek çoğu kazanılıyor, ama ne gam…

Yapılan yapılıyor zaten…

Burada mesele şu ki, konu davalık olduğu halde yargı ‘yürütmeyi durdurma’ yetkisini kullanmıyor. Dolayısıyla yapılacaklar yapılmaya yargı sürecinde devam ediyor. Süreç sona erdiğinde de davalar kazanılmış olsa dahi bir anlamı kalmıyor. Çünkü orada olmaması gereken yapılar çoktan dikilmiş oluyor gökyüzüne doğru ya da kesilmiş oluyor yüzlerce ağaç ya da o derelerin suyu kurumuş oluyor, o tarlalara beton dökülmüş oluyor çoktan

Yargının işine karışmayan bir ben kalmıştım. Bu eksikliği de tamamladığımıza göre, yazıyı şöyle noktalayalım;

Uludağ’da Alan Başkanlığı istemiyoruz, çünkü Alan Başkanlığı’nın çıkar gruplarına hizmet edeceğini düşünüyoruz, bunun açık örneklerini de görüyoruz!

Siz de durmayın, ses çıkarın, Bursa için, gelecek için, aldığınız nefes için ses çıkarın…

Ne kadar güçlü, o kadar iyi…

Emeklinin zam hesabı değişecek mi?

Emeklinin zam hesabı değişecek mi?

Yeni yılda zamlanacak ürünler, vergiler ve hizmetler hesap kitap yaptırıyor herkese!

Ama asıl çalışanı da patronu da emekliyi de yakından ilgilendiren bir başka hesap var.

Maaş zamları yılın en kritik meselesi haline gelmiş durumda.

Deli dolu bir enflasyon yaşandığı için tarih sahnesinde çok özel bir yere sahip olacak olan 2022’nin yarattığı kayıpların telafi edilmesi hayali kuruyor herkes!

Haliyle TÜFE rakamları geldikçe hesap makinesine sarılıyor vatandaş.

Asgari ücrette beklentiler hayli yüksek. Olası zamlı maaşa dair değerlendirmemi geçtiğimiz gün paylaşmıştım!

Gıda enflasyonuna yakın bir artışın zorunlu ve yüksek olasılık dahilinde olduğunu ifade etmiştim.

Temmuzda yapılan yüzde 30’luk artış düşüldüğünde 2023’te geçerli olacak asgari ücretin yaklaşık yüzde 50 – 55 arasında zamlanması kuvvetle muhtemel.

Yani 8 bin 500 TL civarı bir rakamı görme ihtimalimiz yüksek!


Kayıpları kısmen telafi edecek bir rakam olduğu aşikar. Çünkü hissedilen enflasyon daha farklı.

Mesela Türk-İş’in hesapladığı yıllık gıda enflasyonu yüzde 137 seviyesinde.

Ama hiç yoktan iyidir denerek açıklanan rakama da razı olacak işçi kesimi temsilcileri.

Mutlu olunacak seviyelere çıkmayan ücret seviyeleri yine de bir nevi teselli özelliği taşımakta.

Çünkü…

Milyonlar aynı oranlarda gelir kayıplarını giderme şansı bulamıyor!

Nasıl mı?

Asgari ücrete 2022’nin başında gıda enflasyonuna paralel bir zam gelmişti. Yani TÜFE’nin hayli üzerinde.

Peki ya emekliye?

TÜFE artış oranı olarak otomatik zam yapıldı.

Yani emekliler hiçbir zaman kullanmadıkları yüzlerce kalem ürün ve hizmete göre maaş artışı ile yüzleştiler.

Oysa ki mevcut maaş düzeyleri ile sadece karın doyuruluyor artık.

Doğal olarak emeklilerin alım güçlerinin daha fazla erimesine yol açan bir zam sisteminin olumsuz etkisi karşımıza çıkıyor!

Bu yıl başında da benzer bir uygulamanın yapılması emeklinin enflasyona yani mutfak enflasyonuna ezdirilmesi demek olacaktır.

Milyonlarca emekli asgari ücretin altında maaş alıyor. Ve farklı kriterlere göre yapılmakta olan maaş artışları bu farkın emekli aleyhine daha da açılmasına neden olmakta!

Özellikle de son yıllarda emekli olanların çoğunluğunun 3 bin 500 TL’lik taban maaşa talim etmeye mecbur kalması çok daha vahim bir mesele.

Eğer geleneksel ve de yanlış olarak yapıldığı üzere yılbaşında 2022’nin ikinci yarısındaki TÜFE kadar zam yapılacaksa durum daha sıkıntılı hale gelecek.

Çünkü yaklaşık yüzde 16 civarında bir ikinci 6 ay enflasyonu devreye girecek zam hesabında.  Yani 4 bin 60 liralık bir taban oluşacak emekli maaşlarında!

Bu rakamın hayat pahalılığı karşısında hiçbir anlamı olmadığı ortada. Bu nedenle seçim yılına girilmesinin de etkisiyle büyük olasılıkla minimum emekli maaşı 2023’ün ocak ayında 4 bin 500 liraya yükseltilecek.

Amaç eleştirileri azaltmak elbette. Yani manşet enflasyonun üzerinde bir zam yapılacak en düşük emekli maaşı ile yaşamak zorunda kalanlara!

Ancak bu rakamın bile yeni asgari ücretin neredeyse yarısında kalacak olması üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir konu.

Bir de diğer kategorilerdeki emekli maaşlarının sadece manşet enflasyon kadar artması halinde oluşacak hak kayıplarının vahameti unutulmamalı.

Neticede emekliye de en az gıda enflasyonu kadar fark yansıtılmalı!

Ve alım gününü insanca bir seviyeye çıkarmak için kalıcı bir sistem düzenlemesine gidilmeli.

Geçmiş yıllarda yapılan tarzda bir intibak olabilir mesela.

Yoksa gözü EYT’de olan milyonlar için emeklilik hüsran anlamına gelebilir.

1050 Konutlar’da hesap kitap devri

1050 Konutlar’da hesap kitap devri

Çok uzun süredir Bursa’nın önemli gündem maddelerinden biri olan 1050 Konutlar bölgesinin kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesi konusunu birkaç kez köşemde detayları ile paylaşmıştım ve demiştim ki;

Şu andaki plan vatandaştan hiç ücret talebinde bulunulmadan işleyecek bir plan değildir!

Üzülerek de olsa haklı çıktığımı söylemem lazım.

Üzülerek diyorum, zira bölgedeki evleri yatırım amaçlı alanları ayrı tutarsak, 1050 Konutlar sakinlerinin büyük bölümü kendilerinden talep edilecek bedelleri ödemekte zorlanacaktır. Bundan eminim.

Şimdi gelelim işin iç yüzüne.

Malum, bir süre önce yapılan kıymetli bir toplantı ile bölgedeki düğümün çözüldüğü, planların hazırlandığı ve 1050 Konutlar’da kentsel dönüşümün vatandaştan olabildiğince düşük bedeller alınarak gerçekleşeceği vurgulanmıştı.

Konuyu yakından takip edince insanın kulağı da delik oluyor.

Yapılan açıklamaların üzerinden kısa bir süre geçmişken, bölgede iş yapmak isteyen bir grup müteahhidin Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne görüşmeye gittiğini, cadde üzerindeki binalarda sorun yaşanmayacağını, ancak iç bölgedeki binaların dönüşümünde ciddi sorunlar olduğunu belirttiklerini duymuştum.

Benim kulağıma gelenler müteahhit firmaların iç bölgelerde kat artışı talebinde bulunduğu yönündeydi, ama diyorum ya bunlar sadece duyum.

Dün gelen bir basın bülteni yaşanan sorunun bir biçimde çözüldüğünü hissettirdi bana. Çünkü gönderilen bültende;

İMSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Andıç ve yönetim kurulu üyeleri, 1050 Konutlar kentsel dönüşümünde düğümü çözen imar planı değişikliğine olan desteği için Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a teşekkür ziyaretinde bulundu’ deniyordu.

Sorun çözülmüş de nasıl çözülmüş acaba?

İMSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Andıç’ı aradım bu soruyu sormak için.

İç bölgelerde kalan binalar için bir plan değişikliği mi istediniz?’ dedim doğrudan.

Bu saatten sonra tekrar bir plan değişikliği istemek çok zamana mal olabilir. Bölgenin acilen dönüştürülmesi gerekiyor. Bahsettiğim zaman kaybı burada yaşayan vatandaş için büyük risk oluşturabilir. Buna göz yumamayız. Biz sadece mevcut plan değişikliği içinde kafamıza takılan, çözümsüz kaldığımız bazı noktaları kendisiyle paylaştık” dedi içtenlikle.

İşte, kafalarına takılan ve teknik olarak çözümsüz kaldıkları konular zaten mesele.

Cadde üzerinde kalan binaların dönüşümü alta yapılacak ticari alanlar ve cadde üzerindeki binaların şerefiyelerinin daha yüksek olması nedeniyle durumu kurtaracak gibi, ama iç tarafta kalan binalar için bu geçerli değil.

Soruyu bu biçimde daha net sorunca daha net de yanıt aldım.

Öncelikli olarak şunu söylemek lazım, Mustafa Andıç iç kesimlerdeki binalar için kat artışının söz konusu olmayacağını belirtti. Kat artışı olmayacak, ama 1050 Konutlar sakinlerinin kafasında ‘hiç bedel ödemeden evimiz yenilenecek’ gibi bir düşünce varsa şu sözlere kulak versinler;

Sonuçta bu ticari bir iştir. Dolayısıyla burada sizi kurtaran neyse, makul bir kâr marjıyla onu teklif edin diyoruz üyelerimize.

Herkese hiç bedel almadan evini yenileyip vermek gibi bir şansımız olmaz bizim. Özellikle iç kısımlarda yapılan hesaplar kurtarmıyorsa denilebilir ki, şu kadar bedel ödeyeceksiniz ya da dairenizden şu kadar metrekare küçülecek. Biz oradaki insanların gelir seviyesinin yüksek olmadığını da biliyoruz.

Ancak doğru hesaplamalarla yola çıkmamız lazım ki, yol kazaları olmasın.”

İMSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Andıç’ın sorduğum sorulara içtenlikle verdiği yanıtlar böyle.

2 bin 290 konut ve 42 hektar alandan oluşan 1050 Konutlar bölgesinin kentsel dönüşümünde düğümü çözen yeni imar planı değişikliği mecliste oy birliğiyle kabul edilerek yürürlüğe girmişti. Görünen o ki, plan bu haliyle vatandaşa bedelsiz dönüştürülmüş ev sözü veremiyor.

Dönüşüm bedellerinin ne kadar olacağı ise inşaat maliyetlerinin sürekli artan bir ivmede olması nedeniyle şimdiden hesaplanıp söylenemiyor.

Gözümüz kulağımız dönüşümün nasıl ve hangi koşullarda gerçekleşeceği, vatandaşın bu konuda ne kadar memnun olacağı konusunda olacak…

Anlaşılan bundan sonraki dönem hesap kitap devri olarak geçecek tarihe…

Bursaspor gitti gidiyor!

Bursaspor gitti gidiyor!

Başkan yönetim el ele, hep beraber antrenmana, arızayı bulmaya…

Bursaspor’un eski başkan ve yöneticilerinin yediği hurmalar bugünkü başkan ile yönetimi, oyuncuları tırmalarsa vebal büyük olur.

Kulübü bu noktaya getiren eski yönetimlere mutlaka bir yaptırım uygulanmalı. Mesela, Genel Kurul’da veya Divan Kurulu’nda alınacak bir kararla, tesislerden fotoğrafları kaldırılabilir. Böylelikle kulübün kara yazılı günlerinin isimleri silinebilir.

Şu da bir gerçek, geçmişte hep destek olan işadamları da yıldı. Artık destek vermek istemiyorlar. Tabii, yıllarca ver ver sonra kulüp ne halde. Karacabey‘e iyi bakın, Bursaspor FK‘dan başka yol kalmıyor gibi…

Benden söylemesi…

‘SEN BENİM KİM OLDUĞUMU BİLİYOR MUSUN?’

Polise, jandarmaya, gümrük muhafazaya vs. hangi birimse artık, zorluk çıkarmayın.

Evet, buraya kadar.

Hele hele nüfuzlu beyler, varlıklı ailelerin mahdumları “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” gibi sözleri bırakın artık!

Kolluk kuvvetleri herkesten şüphelenip, herkesi hukuk ve kanuna uygun şekilde arama yapar, yapacak da yapmalı da…

İşte hep beraber gördük son üç ayda yaşananları.

Senin kendinden şüphen yoksa zaten kolluk kuvvetlerine zorluk çıkarmazsın. Buradaki hedef zaten belli…

Rektörlük aracında eroin, stadyuma giren ambulansta fişek, cenaze aracında uyuşturucu çıkıyorsa, siz düşünün artık diğer araçlarda neler olacağını.

Bırakın da işini yapsın kolluk kuvvetleri. Huzurlu, güvenli gidersin evine. Bir teşekkür eder, iyi günler dilerler o kadar…

TRAFİK VAKFI: HİZMET Mİ TİCARET Mİ?

Uzun zamandır, trafik çekicilerinin aldığı araç sahipleri çok sayıda mail atıyor, arıyor, söylüyor; “Çekilen aracımızın yerine bir başka araç daha park ediyor, ama o araç çekilmiyor” diye…

Nedenini söyleyeyim, çünkü önleyicilik yok.

Böyle olmaz ki!..

Kurulmuş kapan gibi. Çekilen araçtan sonraki gelen aynı yerde durabiliyor. O zaman ne anlamı var ki çekmenin!..

Kanun otobüs durağına, yaya geçidine vb. yerlere park yapılmaz diyor.

Eyvallah…

Diyor da, trafiğin olmadığı, akışa engel olmayan, boş cadde ve sokaklardaki araçları kaldırıyorsunuz…

Peki, çift sıra parkların yapıldığı, büyük semtlerin ana arterlerindeki trafiği yüzde 100 etkileyen araçlara neden bir şey yapılmıyor? Sabahtan, akşama kadar aynı görüntü ama çekilen araç yok.

Neden?

Trafik Vakfı, belli bir rota, rut  oluşturmuş anlaşılan, hep aynı eksende, yakın çevrede çalışıyor” diyorlar ve haklılar.

Gözlemledim, tepkilerin de haklılık oranları çok.

Mesela, Nilüfer‘deki Agora Kapalı Pazar alanında (Sosyete Pazarı) cumartesi günleri adım atacak yer yok. Bırakın pazara girmeyi, pazarın oradaki caddeden bile geçemezsiniz.

Nilüfer Belediyesi, önlemlerde yetersiz, hatta hiç yok gibi…

Defalarca Turgay Erdem başkanımıza, Zabıta’dan Sorumlu Başkan Yardımcısı Adem Vural’a ilettim, öneriler sundum. Zabıtamız buralarda park etmeyi önlesin, insanlar mağdur olmasın diye.

Pazar çıkışı vatandaşlar, ellerinde torbalarla bir de araçlarının çekildiğini görünce büyük şok yaşıyorlar. Sonrası çekici ücreti, trafik cezası, otopark parası.

Gitti pazar parası…

Bu durum önlenir mi? Biraz üzerinde çalışılırsa pekala önlenir. Sosyal belediyecilik de bunu gerektirir.

Büyükşehir de ücretsiz otoparkı kapattı, kim kapattıysaa? İnşaat başladı bile.

Bakın sizin yapamadığınızı, yan taraftaki okul müdürü yapmış, açmış kapılarını mağdur vatandaşa…

Coşkunöz Endüstri Meslek Lisesi Müdürü Cengiz Korucu‘dan Allah razı olsun. Müdürüm, sayende bu hafta rahat gördü oradaki halk. Trafik yeni açılacak yolun çalışma alanına da park edenlerden dolayı rahattı.

Buradaki çözüm belli, Nilüfer Belediyesi, park edilememesi gereken yerleri net işaretlerle belirlemeli ki, park yokluğundan vatandaş aceleden bırakmasın… Faturası sonradan ağır oluyor…

Bir diğer yoğun çekici mağduriyeti de Bursaray’ın Odunluk İstasyonu Akademi Caddesi üzerindeki özel hastanenin önünde yaşanıyor!

Trafik ekipleri, araç parkları akışı engellediği için çekiyor. Hastanı getirdiysen, kendi sağlığın için geldiysen, aracın çekilince zaten bozuk olan psikolojin darmadağın oluyor.

Bu hastaneye 70 araçlık otoparkla ruhsat veren kurumun da kulakları bol bol çınlatılıyor…

Burada hastane yönetimine büyük iş düşüyor.

Bir değişik otopark sorunu da İnönü Caddesi‘nde. Ana arterde eski yıkılan hastane alanına otopark izni verilmiş iyi de, yasak parktan trafiği rahatlatalım derken, bu otoparka giriş çıkışlar daha çok engelliyor. Araç direkt şeride çıkıyor. Böyle olmamalı…

Otopark sorunları sadece bu bölgelerle de sınırlı değil. Şehir Hastanesi, Çekirge Devlet Hastanesi, Agora Kapalı Pazar alanı çevresi, Çarşamba’daki Kapalı Semt Pazarı, Pazar Pazarı ana cadde, pazar günleri eski Gemlik Yolu, Hurda Pazarı trafiği felç eden etken bölgeler.

Otoparklar yetmiyor, araçlar caddelere taşıyor. Umarım, Hayran Caddesi Acemler’e yakın olan yeni büyük hastaneden de caddelere taşmaz parklanmalar…

KÖPRÜNÜN ÜSTÜ KOLAY; ALTINDAKİ DARALTILAN YOLDAN GEÇEBİLENE KADAR OLAY

Çevre Yolu, Botanik’ten Fuat Kuşçuoğlu’na giden yol daraltıldı. Trafik, İstanbul yolu Özdilek önüne kadar geri vuruyor, oradaki yeni rezidanslara özel mi yapılıyor bu köprü kolu?

Alttan katılan araçların Yunuseli istikametine giden yol daraltılıyor ve öyle de kalacağı söyleniyor. Köprü yapıp rahatlama oldu diyenler, alltaki yolu daralttınız daha kötü oluyor. Her an yoğun trafik.

Acemler’den 11 Eylül Bulvarı Çevre Yolu’na girip Yunuseli’ye, sola  dönmek isteyen araçlar Botanik’ten gelenlerin önünü kesiyor. Daralan ve huni şeklini alan yol çile çektiriyor.

Buradan ne diyelim, yoksa rezidans yapana yol bedava mı?

İNEGÖL’DE FUTBOL MÜSABAKALARINA   MİSAFİR SEYİRCİ YASAĞI!

Amatör futbolda şiddet olaylarının artması üzerine İnegöş İlçe Güvenlik Kurulu bir karar aldı: İlçeye gelecek takımların seyircileri maçlara alınmayacak! Eeee, tribünler çıldırmıştı!

Hadi oturun şimdi kendim ettim kendim buldum şarkısını söyleyin.

Takımınızı yalnız bıraktınız, yaptığınızı beğendiniz mi çılgın taraftarlar!

Enflasyon canavarının beli kırıldı mı?

Enflasyon canavarının beli kırıldı mı?

Adeta bir milat 5 Aralık 2022.

Nihayet enflasyon canavarı başını aşağıya çevirdi.

TÜİK’in dün açıkladığı kasım ayı verileri yıllık enflasyonun 1,5 yılın ardından ilk kez yavaşladığını ortaya koydu.

Kasımda yıllık TÜFE yüzde 84,39 olarak kayıtlara geçti. Enflasyon ekim ayında yüzde 85,51 seviyesindeydi.

Yani 1,12 puanlık bir düşüş yaşandı yıllık TÜFE rakamında!

Sevindirici bir gelişme.

Çünkü fiyatların artış hızı düşmeye başladı demektir. Aslında fiyatlardaki yükseliş devam ediyor. Ama eski hızında değil.

Yüzde 84 oranındaki artışın azımsanacak bir yanı olmadığı da ortada!

Üstelik hissedilen enflasyonun bu rakamın üstünde olduğu konusunda herkes hemfikir.

Yani çok da sevinecek bir tarafı yok açıklanan son verilerin.

Mesela kasımda aylık olarak artış yüzde 2,88 düzeyinde gerçekleşti. Böylece aylık bazda TÜFE’deki artış serisi 47. aya ulaşmış oldu.

Ve alım gücü de düşmeye devam etti.

Peki yıllık enflasyon niye düştü?

Öncelikle baz etkisi artık pozitif yönde devreye girmiş görünüyor! Düşük oranlı da olsa 2021’in eş döneminin altında kalan aylık TÜFE, yıllık enflasyonu da otomatik olarak aşağıya çekti.

Yıllık enflasyon hesabında Kasım 2021’deki yüzde 3,51’lik oran yerine bu kez 2,88’lik aylık TÜFE geçti. Böylece otomatik olarak 0,63 puanlık düşüş gerçekleşti yıllık enflasyonda!

Ve artık sabırla beklenen meşhur baz etkisi kendisini daha net biçimde gösterecek.

Özellikle de aralık sonu itibarıyla enflasyonda çok keskin bir düşüş kaydedilecek.

Çünkü geçen yılın aralık ayında yüzde 13,58 oranındaki bir aylık enflasyon girmişti yıllık hesabın içine.

2022’nin aralık ayında öncü göstergelere göre yüzde 2,5 civarı bir TÜFE rakamı ortaya çıkacak. Dolayısıyla yıllık enflasyonda 11,5 puan civarında bir düşüş, otomatik olarak kayıtlara geçecek!

Ve neticede 2022 yılı TÜFE rakamı yüzde 73 civarı bir seviyeye inmiş olacak.


Peki bu trend enflasyon canavarının belinin kırıldığı anlamına mı geliyor?

Maalesef henüz değil.

Öncelikle çok yüksek bir seviye ile bu yılı kapatıyoruz.

Baz etkisi gelecek yılın mayıs ayına kadar 27 puanlık bir avantaj sağlıyor aslında!

Ama artçıl etkileri henüz yaşanmamış maliyet enflasyonu hala gündemde.

Kasımdaki düşüşe rağmen yıllık ÜFE yüzde 136 seviyesinde bulunduğu için tüketici fiyatlarına yansıyacak bir pay olduğu açıkça görülmekte.

Üstelik yılbaşında yapılacak okkalı asgari ücret artışı da zincirleme bir etki yaratacak TÜFE üzerinde!

Keza kasım ayında enerji grubunda yaşanan kayda değer gerilemenin kalıcılığı da şüpheli.

Çünkü doların 18,60 TL civarındaki seyri bir süre sonra yukarı yönlü bir dönüş gösterebilir.

Dolayısıyla bu tablo da otomatik olarak akaryakıta zam olarak yansıyacaktır.

Keza henüz yansımamış doğalgaz ve elektrik maliyetleri var.

Neticede baz etkisinin en az 10 puanı bu yansımaların bir sonucu olarak devre dışı kalabilir!

2022’nin ilk 6 ayında yüzde 55 – 60 aralığına inen bir TÜFE rakamını beklemek yanlış olmaz. Yıl sonu ise yüzde 45’e inme ihtimali teknik olarak mevcut.

Ancak, birçok belirsizlik faktöründen dolayı öngörü yapmanın zor olduğu bir yıla daha giriyoruz.

Sözün özü; 2022 enflasyon açısından tam anlamıyla kayıp bir yıl oldu. Gelecek yıl ise daha hafif dozda da olsa kronik bir enflasyonla yaşama yılı olacak.

Sanki LGBTİ+’yi Nilüfer Belediyesi icat etti!

Sanki LGBTİ+’yi Nilüfer Belediyesi icat etti!

Eski seçimlerden hatırlıyorum, AK Parti’nin pek çok LGBTİ+ destekçisi olduğunu. Şarkılarla türkülerle rengarenk destekler verdiklerini, özgürlüklerini AK Parti hükümeti döneminde yaşadıklarını belirttiklerini.

Hafızam beni yanıltıyor mu diye arşivleri şöyle bir taradım.

Maşallah, hala memleketin büyük bölümü gibi Japon Balığı standardına geçmemişim. Baya da eskileri hatırlıyorum hatta.

Şöyle bir bakış atalım birlikte arşivlere ne dersiniz…

2002 yılında Abbas Güçlü’nün “Genç Bakış” programına konuk olan dönemin Başbakanı Erdoğan kendisine yöneltilen bir soruya yanıt olarak, “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart” demiş.

Sonrasında İstanbul seçimlerinde LGBTİ+ bireyler AK Parti’nin adayı Binali Yıldırım için AK Parti standında şarkı söyleyerek oy istemiş. İngilizce öğretmeni iken meslekten atılan ve sık sık gündeme gelen Madam Marika, eline mikrofonu alıp şarkı söyleyerek Binali Yıldırım’a ve AK Parti’ye oy isterken eşcinsel bir arkadaşı da dans ederek eşlik etmiş.

Bu gelişmeleri takip ederken aklımdan geçenlerin şunlar olduğunu da bugün gibi hatırlıyorum:

Sonunda insanların cinsiyetleri, yaşam tercihleri üzerinden siyaset yapılmaktan vazgeçiliyor galiba. Böylelikle konuşmamız gereken gerçek gündemlere yer açılacak…’

2002 yılından 2022 yılına gelindiğinde, yine aynı AK Parti’nin iktidarında, halen insanların cinsiyetlerinin ve yaşam tercihlerinin dünyanın en önemli meselesi olarak sofraya getirilmesi bu konuda büyük bir yanılgı içinde olduğumu ortaya koydu ne yazık ki…

Tüm bu giriş, bugün yaşananların, yaşatılmak istenenlerin ne kadar anlamsız olduğunu gösterdiği için kaleme alındı aslında.

CHP’li belediyelere yönelik çeşitli baskı unsurlarının kullanıldığına ilişkin gerçekliği hepimiz kabul edeceğiz sanırım. Bu kez hedef tahtasında Nilüfer Belediyesi vardı ve konu yazımın başında uzun uzun anlattığım, özgürlüklerle ilgili ilk adımları AK Parti’nin ilk yıllarında atan ve bu nedenle de önemli bir kısmının AK Parti destekçisi olduğunu bildiğim LGBTİ+ bireylerdi.

Nilüfer Kent Konseyi Gençlik Meclisi’nin Nilüfer Gençlik Evi’nde geçtiğimiz hafta cumartesi günü düzenlemek istediği ‘Toplumsal Cinsiyet Atölyesi’ hedef gösterilerek engellendi.

Sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarıyla etkinlik için hazırlanan merkez basıldı, merkezde bulunan gençler tehdit edildi. Nilüfer Belediyesi’nin yıllardır hiç sorunsuz çalışan ‘Eşitlik Birimi’ydi hedefteki.  Son olarak belediye binası önünde Vatan Partili Cumhuriyet Kadınları Derneği üyeleri ve ülkücüler tarafında tekbirlerle Nilüfer Belediyesi protesto edildi.

Baya baya oldu, yaşandı bunlar…

Buna bir de haberler eklendi…

Tam bir curcuna…

Sonunda İçişleri Bakanlığı da Nilüfer Belediyesi ile ilgili bir soruşturma başlatınca. Konunun yetkili makamlardan açıklığa kavuşturulması farz oldu.

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem düzenlediği basın toplantısında;

“Son günlerde medya tarihine ve siyaset tarihine geçecek, inanılmaz olaylar yaşıyoruz. Adeta bir akıl tutulması yaşanıyor. Biliyorsunuz sosyal medya üzerinden Nilüfer Belediyesi’ne yönelik bir karalama kampanyası başlatıldı. Bir yerden düğmeye basıldı ve bir anda sosyal medyada, yandaş basında ve birçok internet yayınında aynı başlığı görür olduk. ‘CHP’li Nilüfer Belediyesi LGBT için özel merkez kurdu’ başlığıyla servis edilen asılsız haberler yayınlandı. Hemen yazılı bir açıklama yaparak iddiaların asılsız olduğunu söyledik. Bir kez daha altını çizerek söylüyorum… Nilüfer Belediyesi’nin LGBT bireylere özel herhangi bir merkezi yoktur” dedi.

Erdem’in konuşması ‘Eşitlik Birimi’nin sadece Nilüfer Belediyesi’ne özgü bir yapı olmadığını, doğrudan İçişleri Bakanlığı’nın genelgesiyle pek çok belediye bünyesinde kurulduğunu vurguluyordu.

Konuyla ilgili en çarpıcı konuşma ise CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz’dan geldi.

Hiç kimse Nilüfer sokaklarını terörize etmeye kalkmasın!” diye başlayan konuşmasında şimdiye kadar ülke tarihimizin kara sayfaları olarak hatıralarda kalan çocuk taciz ve tecavüzleri ile kadın cinayetlerine dikkat çekti Yılmaz. “Asıl bunları konuşalım!” dedi.

Haklı buldum kendisini. Bu kadar kadın cinayeti varken, çocukların bu ülkede yaşadıkları ortadayken, konuşulacak en mühim konulardan biri Nilüfer Belediyesi Kent Konseyindeki cinsiyetsiz tuvalet mi gerçekten?

CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca’nın şu sözleri de konunun diğer bir boyutuna dikkat çekiyor;

Siyasi görevlerde bulunanlar, bazı sosyal medya tetikçilerinin attığı iftiralar üzerinden bir algı yaratma peşine düşmemeli. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıran bir siyasi anlayıştan farklı bir şey zaten beklemiyoruz” diyor Karaca.

Şimdi merak ediyorum, bu çok ayıplı, çok kötü işin aynısını yapan AK Partili belediyeler hangileri acaba?

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Nilüfer Kent Konseyi Gençlik Meclisi, daha önce de gerçekleştirdiği bir atölyenin aşağıda görebileceğiniz postunu paylaşır sosyal medya hesaplarından.

 

Aynı konuda, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB)  2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı Hedefleri Listesi’nde toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin de eklenmesi planlanmış, ancak bazı çevrelerin neden olduğu bir dizi tartışmaya yine konu edilmişti.

O dönemde MEB’in internet sitesinde yer alan tanıma göre, “toplumsal cinsiyet eşitliği”nin anlamı şudur:

“Kadın ve erkeklerin eşit hak, imkân ve olanaklara sahip oldukları durumdur. Böyle bir eşitliğin mevcut olması halinde cinsiyete dayalı herhangi bir ayrımcılık olmayacaktır.”

Bu amaçla da farkındalığın gelişmesini amaçlayan bir eğitim programı öngörülmüştü.

Kadın ya da erkek cinsiyet özelliklerine göre, toplumsal baskı ya da ayrımcılığa uğramak her şeyden önce bir insan hakları sorunudur. Bu sorunun çözümü, ciddi ve her yaştan insanın eğitim yoluyla farkındalığının geliştirilmesine bağlıdır.

Ancak bu noktada sorun başlıyor işte.

Kadın kimliği üzerinden sosyal ve siyasal kazanımlar peşinde olan bir anlayış var.

Konuyu cinsel yönelimlerin yol açtığı toplum ve birey çatışmasına, hatta kadının varlığını salt aile olgusuna bağlı görme taassubu ile hareket ediyorlar.

Kadını bedeni üzerinden tanımlayıp, toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı bulan bu anlayış, yıllardır giderek artan kadın cinayetlerinin de baş sorumlusudur.

Nilüfer Kent Konseyi Gençlik Meclisince paylaşılan posta dönecek olursak.

Özellikle bot hesaplar bir anda ortaya çıkıp bu postun altına gerçeğe aykırı ithamlar ve hakaret içeren yorumlar yaparken, bir yandan da çok takipçili hesaplar aslında daha önce de gerçekleşmiş olan bu “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” atölyesini terörize etmeye çalışırlar.

Öyle ki Nilüfer Kent Konseyi Gençlik Meclisi çalışma ortamının bir LGBT merkezi olarak açıldığını bile iddia ederler.

Çünkü Nilüfer Kent Konseyi Gençlik Meclisi, bu güne dek gerçekleştirdiği çalışmalarla; şiddet, beslenme, barınma, çalışma, iklim sorunları gibi konularda farkındalık sağlayan başarılı eğitimler, atölye ve etkinliklerle dikkat çekmektedir.

Bir bardak suda fırtına koparılan atölyenin içeriği  aşağıda.

CUMARTESİ

10.00-11.50

Tanışma, Beklentiler, Hassasiyetler

1.Oturum  

Temel Kavramlar-1

ARA

12.00-13.20

2.Oturum

Temel Kavramlar-2

3.Oturum  

Eşitsizlik

13.30-14.30

YEMEK ARASI

14.30-17.00

4.Oturum  

Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet

PAZAR

10.00 – 12.00

5.Oturum 

Mücadele Yöntemleri

Uygulama:

STK ve diğer:

Sığınak:

Hukuki yollar:

Yemek Arası

13.30-15.30

6.Oturum 

Şiddet, Güç ve İktidar İlişkisi

Ara

16.45

7.Soru İstasyonu

Bu konulardaki farkındalığa karşı çıkan anlayışın toplumun hiçbir kesimi için refah ve sağlıklı sosyal yaşam talep ettiği iddia edilemez.

Bireyin cinsel kimliği nedeniyle ayrımcılığa uğradığı, baskı gördüğü, katledildiği bir toplum mutlu olabilir mi?

Olamaz!

Salt o nedenle bile “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” sonuna kadar savunulmayı hak ediyor.

Ancak zaten gerçek amaç Nilüfer’in gülümseyen yüzüdür.

Gençlerin, hakları ve geleceğini kurmadaki kararlılıklarının yok edilmesi çabasıdır.

Yıllardır süregelen etkinlikleri ile özel bir yere sahip Nilüfer Kent Konseyi ve onun meclislerinin çalışmaları Nilüfer de yaşayan herkesin, daha iyi bir kentte yaşama arzusuna katkı vermeye devam edecek.

Dağ ilçelerine bakanlık desteği

Dağ ilçelerine bakanlık desteği

Bursa’da “bütünşehir” uygulamasının olumlu yansıdığı ilçelerin başında dört dağ ilçesi geliyor.

Kalkınmışlık ve bütçe noktasında birçok belediyenin gerisinde kalan dört ilçenin açığını, zaman zaman ilgili bakanlıklar zaman zaman da Bursa Büyükşehir Belediyesi kapatıyor.

Alınan hizmetlerle ilçe halkının altyapıda ve üstyapıda birçok ihtiyacı karşılanmış oluyor.

Bu minvalde Recep Altepe ve Alinur Aktaş dönemlerinde Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından dört dağ ilçesine çok ciddi yatırımlar yapıldı, dersek abartmış olmayız.

Keza Gençlik ve Spor Bakanlığı da ilçelere önemli destek sağlıyor.

Bunda da en büyük pay Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde görev yapan hemşerimiz, yatırımlardan sorumlu olan Prof. Dr. Süleyman Şahin’de…

Kendisi dört dağ ilçesine ayrı bir ilgi gösteriyor.

Yine dağ yöresi ilçelerinde en fazla ihtiyaç duyulan konulardan biri iş makinaları.

Özellikle köylerin mahalle statüsüne kavuşmasının ardından daha çok iş makinasına ihtiyaç duyuluyor.

Bu konuda mevcut demirbaş sayısı ve iş makineleri yetersiz kalıyor.

İlçe belediye başkanları ve AK Parti’nin ilçe başkanları ve yöre milletvekili Osman Mesten, ekipler halinde demirbaş sayısını artırmak için Ankara ve Bursa’da kapı kapı dolaşıyorlar…

Bu minvalde en son Orhaneli Belediyesi ve Keles Belediyesi, ihtiyaçları olan iş makinalarını Ankara’dan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın desteği ile ilçelerine kazandırdılar.

Keles Belediyesi’nin envanterine biri kısa diğeri de uzun olmak üzere iki çöp kamyonu girerken, Orhaneli Belediyesi envanterine de büyük bir iş makinesi girmiş oldu.

Her ikisini parayla almaya kalksanız belediyelere önemli bir maliyet getirecekti.

Bizler de bu köşeden emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt ve Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’i ayrıca tebrik ediyoruz.

İş makineleri ilçe halkına hizmet olarak yansır, dileklerimizi iletmiş olalım…

OSMANGAZİ BELEDİYE BAŞKANI MUSTAFA DÜNDAR’IN BABA ACISI

Yapmış olduğu başarılı icraatlarla herkesin takdirini kazanan Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, pazar akşamı aldığı haberle yıkıldı.

Başkan’ın Yunanistan’ın Gümülcine ilinin Dündarlı Köyü’nde yaşayan babası Hacı Hüseyin Dündar, yaşlılıktan kaynaklanan hastalığından dolayı hayatını kaybetti.

Dündar, acı haberi, babasıyla çekildiği fotoğrafı sosyal medyasında yayınlayarak duyurdu.

82 yaşında dünya hayatını tamamlayıp, ebedi âleme göç eden Hacı Hüseyin Dündar amcamız köyünde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.

Babasına son görevini yerine getirmek üzere Yunanistan’a giden Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’a bizler de Cenab-ı Allah’tan sabır, merhum Hüseyin Amca’ya da Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyoruz.

Mekânı cennet olsun…

Karacabey’de sportif başarı kıskandırıyor…

Karacabey’de sportif başarı kıskandırıyor…

Bursa’nın her geçen gün gelişen ilçelerinden biri de Karacabey. Özellikle son kurulan TEKNOSAB, öncesinde Karma Deri Sanayi TOSAB’la beraber ilçenin cazibesi her geçen gün artıyor.

Özellikle önümüzdeki 25 yıl açısından değerlendirdiğimizde Karacabey ile Bursa’nın birleşmesi sürpriz sayılmamalı…

İşte bu noktada iki dönemdir belediye başkanlığı görevinde bulunan Karacabey Belediye Başkanı Ali Özkan, ilçesini geleceğe hazırlama anlamında gayret gösteriyor.

Bu minvalde 3 T prensibiyle icraatlarını sürdüren Özkan’ın bir başarısı var ki ilçeyi üst klasmana taşıdı.

O da sportif anlamda gelen başarılar.

Sadece tek branşta değil…

Birden fazla branşta gelen sportif başarıları ile Karacabey artık soğanı ile değil, TECO Karacabey Futbol Kulübü, Karacabey Belediyesi voleybol takımı, yine güreşçilerle önemli başarılar elde etmeye başladı.

Hatırlatmakta fayda var, futbol kulübü geçen yıl 1.ligin eşiğinden döndü, voleybolda çok kısa sürede 2.lige yükseldiler…

Şimdi aslolan ise bu başarıların sürekliliği ve sürdürülebilir olması.

Özkan, bu konuda yeni sporcular yetiştirme adına ilçedeki gençleri spora davet ediyor.

Birçok genç bu sayede filiz lisans çıkartarak spora başlamış durumda.

Öte yandan her hafta birbirinden değerli kulüplerle maç yapan Karacabey’i temsil eden kulüpler bu manada önemli spor kulüplerini de ilçede misafir ediyorlar.

Bu hafta sonu voleybol takımının rakibi Fenerbahçe Spor Kulübü idi.

Bu sayede bir faaliyet birden fazla başarı sağlanıyor.

Hem ilçenin tanıtımı gerçekleşiyor, hem bir sportif faaliyet gerçekleşiyor hem de gençlerin spora ilgisi artıyor.

Bize de bu başarıyı alkışlamak ve takdir etmek düşüyor…

 

Orhangazi Belediyesi’nde halk gününe yoğun ilgi

Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın zor şartlarda oldukça başarılı bir dönem geçiriyor. Bu minvalde gerek Büyükşehir gerekse Ankara’dan önemli destek alarak ilçesine olmaz denilen yatırımları getirdi.

Öte yandan geçen ay içinde açılan gençlik merkezi ve ana kucağı ise Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın da hem ilçeye hem de Aydın’a verdiği değerin göstergesi.

Bu yapılan çalışmaların yanı sıra Başkan Aydın’ın da ilçesindeki güler yüzü ve kapılarını açık bırakması ve halk gününde onlarla buluşması ilçe halkı karşısında kredisini de arttırıyor.

Her hafta Cuma günü toplumun değişik kesimlerinden ilçe halkı ile buluşan Aydın bu manada makamında ortalama en az 100’e yakın hemşerisini ağırlıyor.

Onlarla hem dertleşen hem sohbet eden hem de sorunlarına çözüm arayan Aydın’ın bu davranışı ilçede büyük takdir topluyor.

İlçe halkına kapılarının sürekli açık olduğunu ifade eden Aydın “Bizim görevimiz onların sorunlarına çözüm bulmak dertleri ile dertleşmek, iyi ve kötü günlerinde yanında olmak” dedi.

Biz de yakinen tanıdığımız mütevazi kimliği ile Aydın’ı ayrıca tebrik ediyoruz…

 

İki okul arkadaşı iki farklı ilçenin başkanı

Bu dönem belediye başkanı olarak seçilen, yapmış olduğu çalışmalarla ilçelerinde önemli çalışmalara imza atan Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar ile Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın’ın ortak özellikleri var.

O da her ikisinin de yatılı olarak Bursa Erkek Lisesi’nde aynı dönemlerde okuması, okul arkadaşı olması.

Kader ikisini daha sonra aynı siyasi partide buluşturuyor ve başkan yapıyor.

Bize de yazmak düşüyor…

Asgari ücretin kırmızı çizgisi ne olmalı?

Asgari ücretin kırmızı çizgisi ne olmalı?

Gündem belli.

Aralık ayı boyunca tek bir konu Türkiye gündemini işgal edecek.

Asgari ücret!

Yani 2023’te milyonların hayatta kalmasını sağlayacak olan yeni ücret, ana tartışma konusu olacak bir ay boyunca.

Aslında Asgari Ücret Tespit Komisyonu bu işin başlıca sorumlusu. Ve aralık ayı içinde toplantı üstü toplantı yaparak yeni ücreti tespit etmeye çalışacak.

Rakamlar havada uçuşacak. Teklifler ve tespitler arasında taraflar orta noktada buluşamayacak!

Çünkü…

İşçi kesiminin beklenti çıtası çok haklı olarak çok yüksek. Hayat pahalılığının erittiği alım gücünün yerine konması doğal istek haline gelmiş durumda.

İşveren kesimi de yüksek maliyet baskısı ve talep azlığı gibi sorunlarını öne sürerek makul bir ücret zammı için bastırmakta!

Devleti temsil eden yetkililer de tam arada kalmış durumda. İki kesimi de memnun etmenin zorluğu ortada çünkü.

Neticede son söz devletin zirvesine kalacak.

Ve seçim sandıklarının kurulmasına çok az zaman kaldığı içinde hayli kritik bir karar açıklanacak aralık ayının son günlerinde!

Şimdiye kadar duyduğumuz en net söz “Çalışanı enflasyona ezdirmeyeceğiz.” oldu.

E yani bir zahmet enflasyona da ezdirmeyin vatandaşı. Ama asıl önemli olan vatandaşın hangi enflasyona ezdirilmeyeceği!

Vatandaşın çarşıda pazarda markette yaşadığı enflasyon bir türlü resmi rakamlarda gözükmek istemiyor nedense…

TÜFE sepetinde yer alan 400 küsur kalem malın çoğunu tüketmeyen vatandaşın asıl harcama kalemleri de başka üstelik.

Sadece resmi gıda enflasyonu rakamı bile yüzde 100’e dayanmış durumda!

Yani resmi TÜFE rakamına göre yapılacak bir ayarlama çalışanları açlık sınırından öteye götürme potansiyeli taşımayacaktır.

Hatta o sınıra kadar bile gelemez yeni asgari ücret.

En azından gıda enflasyonu düzeyinde bir zam oranı şart!

Peki yeterli mi?

Değil.

Çünkü vatandaş sadece karnını doyurmakla insanca bir yaşam sürmüş olamaz.

Dolayısıyla çalışanları ücret pazarlığında temsil eden baş aktör Türk-İş’in hakları nasıl savunacağı büyük önem taşımakta.

Bu anlamda Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın açıkladığı kırmızı çizgi olası zam için bir fikir veriyor.

Atalay, 7 bin 785 TL’lik bir kırmızı çizgi açıkladı.

Açıkçası çok tuhaf bir çizgi. Ya da renkte bir sorun var.

Bu rakam maça bir sıfır yenik başlamak anlamına geliyor çünkü!

Hiçbir şart altında kabul edilmesi mümkün olmayan bir rakamın telaffuz edilmiş olmasının kabul edilebilir bir yanı yok.

Anlaşılan o ki sendika yöneticilerinin hayat pahalılığı konusunda gerçekçi bir fikirleri de yok görünüyor.

İlk 2023’ün ilk ayları ile birlikte ürün ve hizmetlere gelecek yüklü zamların asgari ücreti hemen eriteceğini de dikate almadıkları açıkça ortada.

Ve fakirliğin bir yaşam biçimi haline gelmesi de kimsenin umurunda görünmüyor!

Artık vatandaşı düşünmek vatandaşın oyu ile iktidara gelenlere düşüyor demektir.

Çünkü işçiyi de işvereni de temsil edenlerin umurunda değil çalışanlar.

Mevcut şartlar altında 9 bin liranın altındaki bir asgari ücretin insanca yaşam şansı tanımayacağı ortada. Ama görünen o ki en iyimser tahminle 8 bin – 8 bin 500 TL arasında bir rakam açıklanacak!

O da seçimin hatırına.

Emeklilerin durumunu ise seçim sandığı da kurtarmayacak ne yazık ki.

Sözün özü; milyonları fakirlikten kurtaracak rakamları görmek bir başka bahara da kalmayacak.