TÜRSAB Güney Marmara’da Saraçoğlu güven tazeledi

TÜRSAB Güney Marmara’da Saraçoğlu güven tazeledi

Gerçek olan şu: Bacasız ekonominin sürücü koltuğunda turizm seyahat acenteleri oturuyor.

Onların performansı sektörün durumunu belirliyor.

Onlar ne kadar çok çalışırsa sektörün payı o kadar büyük oluyor.

Onlar ne kadar az çalışırsa sektörün payı da o kadar az.

Bu noktada Bursa bu pastadan pay almak için uğraşıyor.

Şehrin yöneticileri özellikle yurtdışında ciddi tanıtım yapıyor.

Bunu yaparken de yanlarında yol arkadaşı olarak seyahat acentaları bulunuyor.

Turizmin operasyonunda önemli görev üstlenen seyahat acentalarının hem pandemiden hem de ekonomiden kaynaklanan sorunları var.

Bu sorunların da dile getirildiği yerler, eteklerindeki taşların döküldüğü noktalar kongrelerdir.

***

 

İşte bu noktada seyahat acentelerinin Güney Marmara Bölgesinin ya da diğer bir deyişle Bursa ile Yalova’nın bölge başkanının belirlenmesine yönelik seçim vardı.

Bu arada hatırlatmakta fayda var: TÜRSAB’ın kongreleri 3 Ekim tarihinde başladı, 27 Ekim tarihine kadar devam edecek.

Güney Marmara Bölgesinde oy kullanma hakkına sahip toplam 370 seyahat acentesi olduğunu öğrendik.

Kongrenin yapıldığı alan Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nin Hüdavendigar salonu idi.

Kongre saat 10.30’da başladı.

Kongrede dikkat çeken en önemli siyasi detay, hiçbir yerel yönetici ve milletvekilinin gelmemesi idi.

Öğrendiğimiz kadarı ile davet edilmemiş.

***

Gelelim kongreye;

Kongreye başkan sıfatı ile giren Murat Saraçoğlu, önce görev süresince yaptıklarını sıraladı.

Ardından “kaçak turlarla en iyi mücadele eden 2. bölgeyiz” dedi.

Sonrasında ilk olarak başkan adayı sıfatı ile kürsüye, mevcut başkan Saraçoğlu’nun karşısında aday olan İsmail Kalkandeler çıktı.

Kalkandeler, ”Acentalarımızın kaçak tur, vize, konaklama ve bilet gibi ciddi sorunları varken sadece ben bilirim anlayışına karşı durarak en doğal seçme ve seçilme hakkımızı kullanıyoruz. Bursa ve Yalova’da kimin başarısı olduğuna bakmadan acentalarımızın çıkarına olan tüm faaliyetleri destekleyeceğiz. Ayrıca valilik ve belediye gibi kenti yöneten sayın yöneticilerimizle meslek mensuplarının sorunlarına derman arayacağız. Herkes işini yapsın; turizmi turizmciler bilir, para kazanmak istiyoruz” ifadelerini kullandı.

***

Ardından kürsüye gelen isim kongreye başkan olarak giren Murat Saraçoğlu’ydu.

O da ilk önce kendi özgeçmişini okuttu.

Ardından kendisine “mali müşavirlik” yapıyor diyenlere “evet mali müşavirim, ama bu mesleği, turizm seyahat acenteliği işini uzun yıllardır yapıyorum” sözleri ile yanıt verdi.

Neler yapacakları konusuna ise “onları uzun uzun anlatmayacağım, gündemde hangi konu varsa o konu üzerine gideceğiz” dedi.

Örnek olarak vizeler konusunu gündeme getirdi.

***

Konuşmalardan sonra gidilen seçimde oyların dağılım şu şekilde oluştu:

Mevcut başkan Murat Saraçoğlu 149 oy alırken, diğer aday İsmail Kalkandeler ise 54 oy aldı. 2 oy da geçersiz sayıldı.

Netice itibarı ile Saraçoğlu bir dönem daha güven tazelemiş oldu.

Bize de düşen hayırlı olsun demek…

Burkay zoru başarabilecek mi?

Burkay zoru başarabilecek mi?

Yeni dönem… Yeni yönetim.

Bursa’ya hayırlı olsun.

Aslında kent ekonomisinin lokomotifi Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nda yeni dönem başladı başlamasına… Ama pek de yeni bir yönetimden bahsetmek mümkün görünmüyor.

Tek adaylı bir seçim süreci tamamlandı dün.

Böylece Başkan İbrahim Burkay güven tazelemiş oldu teknik olarak!

Yeni Yönetim Kurulu ile BTSO Meclisi’nin yönetim organları da bu süreçte şekillenmiş oldu.

İsmail Kuş, Cüneyt Şener, Hasan Gürses, İbrahim Gülmez, Alparslan Şenocak, Haşim Kılıç, Muhsin Koçaslan, Erol Kılıç, Abidin Şakir Özen ve Hakan Batmaz yeni döneme yön verecek olan BTSO’nun yönetim kurulunu oluşturdu.

Ali Uğur meclis başkanlığı görevine yeniden seçilirken, başkan yardımcıları Murat Bayizit ve Metin Şenyurt oldu. Katip üyelikleri de Gülçin Güleç ile Selin Sakder Akyıldız üstlendi.

Bu isimlerin çoğuna aşina olduğumuz kesin! Geçen dönem görev alanların çoğu yine görevleri başında çünkü.

Yani “bu seçime ne gerek vardı” dedirten bir tablo var neticede karşımızda.

Projeler belli ve yürütücüleri de!

Seçim denebilmesi için çoktan seçmeli bir opsiyonun olması gerekir. Farklı projeleri ve fikirleri olan iş insanları yok muydu Bursa’da.

Olduğuna dair duyumlar yayıldı. Ama nedense sahada gören olmadı onları!

Çeşitli beklentiler de vardı yeni dönem adına ama onları da açık açık dillendiren olmadı.

Ve yarış olmayınca da neticede geçmiş iki dönemin tescili ve devamı anlamında bir seçim geride kaldı BTSO adına.

Peki yeni dönemin temel hedefleri neler?

Bursa bu dönemde ne beklemeli BTSO yönetiminden?

Üçüncü kez başkanlık koltuğuna oturan İbrahim Burkay’ın yeni icraat dönemi için verdiği ilk mesaj ise “geleceğin Bursa’sını inşa etme” üzerine kurgulanmış!

Yani artık Bursa Büyürse Türkiye Büyür mottosu revaçta değil.

Bu durumda Bursa büyüten değil küçülten konumuna gelmiş demektir ülke ekonomisi için!

Nedeni basit. Öyle ya da böyle Bursa’nın büyüme performansı Türkiye’nin gerisinde kalmış durumda.

Küresel çapta zor bir dönemden geçerken geleceğin de hayli fazla belirsizlikler taşıması, kentimiz adına yepyeni riskleri de barındırmakta.

Haliyle mevcut durumu değiştirmeden yola devam etme olanağı da yok demektir. Dolayısıyla Bursa’nın geleceğini yeniden inşa etme zorunluluğu var.

Yani BTSO’nun şu ana kadar gündeme taşıdığı projelerin çok daha üst seviyeye taşınması şart.

BTSO Başkanı Burkay’ın “Şimdi önümüzde oyunun kurallarının değiştiği benzeri görülmemiş yepyeni bir dönem var.

Vizyonumuzu ve algılarımızı dünyaya açarak, köklü tarihimizin bizlere yüklediği sorumlulukla üretim ve ticaret merkezi Bursa’mızı bu hızlı dönüşüme rehberlik etmeye ve fırsatlarla dolu bu yeni dönemin lider şehirleri arasındaki konumunu güçlendirmeye devam edeceğiz.” demesi boşuna değil.

Kısacası çok zorlu süreçler söz konusu ve köklü değişim için sıkı bir hazırlık şart!

Peki BTSO hazır mı?

Bursa’nın güçlü geleceği için proje ve stratejilerinin hazır olduğunu dile getiren Burkay, bu anlamda güçlü bir mesaj verdi!

“Kendine inan, ülkene güven, anlayışıyla görev üstlenen yönetim kurulundaki arkadaşlarım ve meclis üyesi dostlarımızla birlikte geleceğin Bursa’sını birlikte inşa edeceğiz. ”

Peki söylendiği kadar kolay mı bu iş?

Değil elbette ki! Öncelikle her şey BTSO’nun elinde değil. Farklı kent dinamiklerinin etkileri söz konusu. Ankara faktörü ve de küresel gelişmeler var BTSO’nun önünde.

Ayrıca;

Yüksek katma değer, Ar-Ge ve inovasyonu gerçek anlamda yaygınlaştıracak ve büyük sermaye yatırımlarını çekecek bir perspektif ortaya konmazsa sözlerin havada kalması kaçınılmaz olacaktır!

Sadece sanayi bölgeleri açmakla da başarı gelmez. Üstelik tarım ve turizmin hiçbir şekilde ihmal edilmemesi gerekliliği de unutulmamalı.

Kısacası, Burkay’ın ustalık dönemi en zor dönemi olabilir.

Ama Bursa onun başarısına ihtiyaç duyuyor.

Sözün özü; Burkay yönetiminin sırtında şimdiye kadar sırtlanmadığı büyük bir sorumluluk var!

Öğretmenin seçimi geçim!

Öğretmenin seçimi geçim!

Malum, Milli Eğitim sistemimiz öğrencilerin eğitimlerinde bir mükemmeliyet yakalamış olacak ki; bir sonraki aşamaya geçerek öğretmenlerin mükemmelleşmesi için de adımlar atmaya başladı. Tıpkı öğrencileri gibi bir bir kariyer basamaklarını tırmanıyor 30-40 yıllık öğretmenler.

Uzun zamandır çeşitli platformlarda yaptığı açıklamalarla öğretmenliğin zaten bir uzmanlık mesleği olduğunu ve öğretmenlerin uzman olarak mezun olduklarını belirtiyordu Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy.

Buna karşılık kariyer basamakları projesini sonsuzca destekleyen Eğitim Bir-Sen kan kaybetmeye devam ediyor gibi görünüyor.

Meseleye öğretmenlerin gözlükleri ile de bakmak lazım. Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerin büyük bölümünün sınavlara katılım sağlamasını bir olumlama olarak algılamış olsa gerek ki, yüzde 95’lik bir kesimin uygulamadan memnun olduğunu açıklıyor çeşitli vesilelerle.

Hemen hatırlatayım; öğrencilerin ve velilerin büyük bölümü çocuklarının geleceğinin 3-5 saatlik sınavlarla belirlenmesini onaylamıyor, ama öğrencilerin yüzde 100’ü lise ve üniversite giriş sınavlarına katılıyor.

Kısacası katılım onaylamak demek değildir!

Eğitim İş Bursa Şubesi’nin öğretmenler arasından yaptığı araştırma da benzeri sonuçları ortaya koymuş.

Öğretmenlerin yüzde 98.2’si Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun mesleki sorunlarına çözüm üretmediğini belirtmiş, yüzde 97.4’ü Kariyer Basamakları Sınavına başvuru nedeni olarak ekonomik durumlarını göstermiş, yüzde 96.8’i ekonomik getirisi olmasa sınava girmeyeceğini söylemiş ve en kötüsü de yüzde 93.2’si kariyer basamakları sisteminin çalışma barışını bozacağını ifade etmiş.

Çocukları nitelikli, niteliksiz diye ayırdığınız sistemin pek güzel çalıştığını düşünüyor olmalısınız ki, şimdi de öğretmenleri kariyerli kariyersiz diye ayıracaksınız.

İşin doğrusu şu; öğretmenin seçimi geçim!

MEMLEKET PARTİSİ’NDEN İLGİNÇ TEKLİF

Bir süredir hem sosyal hem de sosyal olmayan medyada gündem olan, gündem olması için haklı olarak uğraşılan bir konu var; ‘evimdeki yabancı kim?’

Uzun süredir her an baskın seçim olacakmış gibi çalışmalarını sürdüren muhalefet partilerinin dilinden hiç düşmeyen meselelerden biri ‘seçim güvenliği’ meselesi.

Bu iki ana başlığı birleştirdiğimizde vatandaşın evine nasıl kayıt oldukları bilinmeyen yabancıların seçim güvenliğini ihlal etmenin bir yolu olarak kullanılacağı ve bu yabancıların vatandaş yapılarak oy kullanmalarının sağlanacağı sonucuna varabilir miyiz?

İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı Aytun Çıray konuyu değerlendirirken, “Seçim güvenliği konusunda büyük bir alarm işareti. Ne yazık ki, bu siyasi iktidar seçmen kütüklerini, bir kanunla Yüksek Seçim Kurulu’ndan alıp İçişleri Bakanlığı emrine verdiği için artık seçmen kütükleri de güvenlikleri açısından sorgulanır hale gelmişlerdir” diyerek tezimi doğrular açıklamalarda bulundu yakın zamanda.

Üzerinde düşündüğüm konu seçim güvenliği olunca, Memleket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Yalova Milletvekili Özcan Özel’in bu konuda yaptığı basın toplantısına katılmak mecburi oldu.

Konuşmasında muhalefet partilerinin henüz kazanamadığı seçimin zafer sarhoşluğu içinde olduğunu belirten Özel;

Muhalefet ülkenin gündeminde olmayan sorunları tekrar pişirip, yapay gündemler yaratarak iktidara güç kazandırmak yerine, adil bir seçim için sandık ve seçim güvenliğinin öneminin farkına varmalıdır. Seçim güvenliğini sağlayabilmek için daha önceki seçimlerde sivil platformların göstermiş olduğu çabanın bir benzerini bizler de siyaset ötesi bir duruş ile gösterebiliriz” dedi.

Geçtiğimiz günlerde Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce’nin İstanbul’da yaptığı açıklamanın bir benzeri idi aslında dinlediğimiz.

Konuşmanın devamı şöyle geldi:

Türkiye’ye yeni bir ittifak gerek. Seçmen İttifakı! Seçmen İttifakı’nın yanında Sandık İttifakı da lazım. Bu konuda da tüm muhalefet partileriyle birlikte çalışmaya hazırız. Bizler, Memleket Partisi olarak 6’lı masaya buradan sesleniyoruz; ‘Gelin, sandık sandık paylaşalım. Sandıklara birlikte sahip çıkalım! Ortak bir çalışma yapmak için isterseniz illeri paylaşalım, isterseniz her ilde ilçeleri paylaşalım. 64 milyon seçmeni, örgütlerimizle birlikte mahalle mahalle çalışalım. Bu, yalnızca bir partinin tek başına yapabileceği bir iş değil! Memleket Partisi olarak, bunu tek başımıza yapamayız.

Yani, Memleket Partisi seçimler için değil de seçim güvenliği için ittifak istiyor.

Rumeli Platformu Bursa’da toplandı

Rumeli Platformu Bursa’da toplandı

Gerçek olan şu: Bu coğrafyanın en çalışkan isimleri Balkan ve Rumeli’den anavatana göç eden soydaşlarımız.

Tabiri caiz ise gittikleri bölgelerde çalışkanlıkları ile her zaman takdir edilmişlerdir.

İçlerinden ülkemize mal olmuş birçok isim çıkarmışlardır.

Kimi bilim dünyasına, kimi iş dünyasına ışık tutmuştur.

Kimi sportif başarıları ile göğsümüzü kabartmışlardır, kimileri de ticari başarıları ile…

İşte bu bağlamda örnektirler.

Bu birlikteliği daha da yukarıya taşımak isteyen platformlar kuruldu.

Onlardan biri de;

Geçen yıl Tek Rumeli TV Yönetim Kurulu Başkanı Atilla Baykal önderliğinde çalışmalarına başlayan Rumeli Platformu.

Platform Rumeli ve Balkan kökenli kanaat önderlerinin destekleri ile her geçen gün daha da büyüyor.

Kendi oluşumlarını üst çatı olarak gören platformun katılımcıları arasında siyasilerden tutun önceki dönem bakanları, akademisyenler, valiler, yine Balkan ve Rumeli coğrafyasının STK başkanları da halkaya ilave olmuş durumda.

Son toplantısını geçen hafta Bursa’da gerçekleştiren platformun toplantısına Bursa Büyükşehir Belediyesi önceki dönem başkanı Recep Altepe’den tutun milliyetçi camianın yakından tanıdığı Marmara Grubu’nun önemli isimlerinden Akkan Suver’e, önceki dönem bakanlarından Mehmet Müezzinoğlu’na kadar konusunda deneyimli tanınmış birçok kişi katıldı.

Bu toplantının özelliği Rumeli ve Balkan coğrafyasının STK’larının da katılması oldu.

Son toplantıya katılan isimlere tek tek baktığımızda Faruk Bal, Lütfullah Kayalar, Mehmet Müezzinoğlu gibi bakanlık yapmış isimler, Alaatin Büyükkayalar, Önder Matlı gibi milletvekilliği görevinde bulunmuş isimler, Burhanettin Hakgüder, Sabri Mutlu,  İbrahim Toprak, Emin Balkan, Fatih Şakir gibi STK başkanları, Akkan Süver, Müjgan Süver, Taner Dodurka, Süheyl Çobanoğlu, İbrahim Dündar, Selman Yedigün, Hasan Türksel, Adem Fazlıoğlu, Melek Aras, Sami Ömer, Yıldırım Ağanoğlu, Ömer Ok, Salih Akgül, Süleyman Ulusoy, Ahmet Tunahan, Alaaddin Bülbül, İrfan Gökler, Sami Ömer gibi camianın tanıdığı isimler, Recep Altepe’nin Balkan coğrafyasındaki yakın çalışma arkadaşları Bayram Vardar, Abdülkadir Karlık, Emir Cemal Beşkardeş, Rıfat Yolu, Balkan coğrafyasını yakinen takip eden gazeteci Metin Edirneli, AK Parti’nin önceki dönem Bursa il başkanlarından Nagip Vardar da Atilla Baykal’ın organize ettiği toplantıda hazır bulunan isimlerdi.

Toplantının bundan sonra yapılacağı yer de muhtemelen İzmir olacak.

Ama bizim gördüğümüz bu platformun ana vatan ile Evlad-ı Fatihan arasında köprü kuracağı.

Bize sadece takip ve tebrik etmek düşüyor…

 

 

 

 

 

AB’ye doğru ilerlerken kendini İran yolunda bulmak!

AB’ye doğru ilerlerken kendini İran yolunda bulmak!

AK Parti 2002’de iktidara geldiğinde “3Y” ile mücadele sözü veriyordu.

Neydi bu Y’ler?

Yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluk…

Tek hedef Avrupa Birliği (AB) üyeliğiydi.

Ve beklenen olmuş, 2004 yılında AB bizimle üyelik konusunda masaya oturmaya ikna edilmişti.

Ülkemi bir sevinç kaplamış, hatta havai fişeklerle kutlanmıştı.

O gün Başbakanlık uçağından inmeyen, bugün ise vebalı gibi davranılan liberal gazeteciler; iktidarın nasıl özgürlükçü olduğunu, nasıl demokrat bir duruş sergilediğini ballandıra ballandıra köşelerine taşıyorlardı.

Hatta iktidar, cezaevlerinde tek bir fikir suçlusu kalmadığı nutuklarını televizyon stüdyolarında, miting meydanlarında haykırıyordu.

Henüz Diyarbakır’a yeni bir cezaevi sözü verilmemişti.

Daha sonra yavaş yavaş medyadaki çok seslilik kısılmaya başladı.

Yasaklarla mücadele edeceğiz, diye iktidara gelenler bugün “nasıl yasaklasak, nasıl kısıtlasak, gazetecileri nasıl içeri atsak?” derdine düşmüşlerdi.

Gazetelerin seslerini kısmayı o kurumları satın alarak, içerisindeki muhalif sesleri işten atarak başaranlar, bugün bu taktiğin sosyal medyada yapılamayacağını bildikleri için hapis cezaları ve yasaklarla toplumu ve gazetecileri sindirmeye çalışıyorlar.

Asıl acı veren, bazı gazetecilerin bu yasaya destek vererek, kulislerde, “Aman ne güzel yasa yaptınız. Aman meslektaşlarımızı ne kadar güzel içeri atacaksınız!” diye kapı kapı gezmeleridir.

Bu kanun ile düşündükleri, söyledikleri ve yazdıkları için cezaevlerine girecek gazeteciler ve vatandaşlar, bu yasayı destekleyen yandaş basın mensuplarının, yasakçı siyasilere nasıl bir payanda olduklarını da elbette unutmayacaklar.

Günü geldiğinde yasakçılarla hareket ederek tüm sesleri kısmaya çalışmaları ve yaptıkları kendilerine hatırlatılacaktır.

Bu kişilere ‘2010 Referandumu‘nda ‘yetmez ama evet’ diye ekranlardan, köşelerden bağıran liberal gazetecileri örnek almamalarını öneririm. O liberallerin kullanıldıktan sonra uçaklardan indirilerek, nasıl boş damacana gibi kapıya konulduklarını hep birlikte gördük.

Arkadaşımız Yasemin Güler, dünkü köşe yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 20 yıl önceki basına bakış açısını anlattığı bir anısını paylaştı. Yasemin’in yazısını okuyunca aklıma İran geldi.

Kadınlar İran’da 3 haftadır zorunlu başörtüsü uygulaması ve ahlak polislerinin sert müdahalesine uğradıkları için sokaklardalar. Bazı şehirlerde polis karakollarının yakıldığını, gösterilere liseli kızların da katıldığını, ders kitaplarından Humeyni’nin resimlerinin toplu olarak öğrenciler tarafından yırtılarak okul bahçesine saçıldığı görüntüleri izliyoruz.

Peki İran’da ne oldu da bir anda kadınların başını çektiği gösteriler başladı?

3 hafta önce başını yasalar çerçevesinde örtmediği için 22 yaşındaki Mahsa Amini gözaltına alındı. Genç kız götürüldüğü karakolda yaşadığı baskı yüzünden beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti.

Karakolda beyin kanaması geçirip ölen kızın haberini tüm dünyaya duyuran gazeteci Nilufar Hamidi de gözaltına alındı. Akıbeti ne olacak biliyor musunuz? Siyonizm ve Amerika uşaklığı yaptığı iddiası ile vatan hainliğinden asılacak.

Ve İran, ülkedeki internet ağını tamamen keserek, yaşanan olayları ve katliamları gizlemeye, ülkesinden haber alınmaması için elinden geleni yapmaya çalışıyor.

Bu sırada 16 yaşındaki lise öğrencisi, kız çocuğu Nika Shakarami de rejim karşıtı gösterilerde gözaltına alındı.

1 hafta sonra ailesine karakolda düşerek öldüğü söylendi. Ailesine cesedi gösterilmedi bile.

Polis tarafından apar topar gömüldü. O gencecik kız o gün 17 yaşına basmıştı.

İran’ın engellemesine rağmen sosyal medya ve internet olmasa 16 yaşında bir kız çocuğunun karakolda 1 hafta boyunca işkence görerek katledilmesini duyamayacaktık mesela.

Bir örnek daha vereyim:

12 Eylül 1980 tarihinde sosyal medya olsaydı Kenan Evren ve cuntası bu kadar genci asabilir miydi? Binlerce genci işkencehanelerden geçirebilir miydi?

O çocukların aileleri ve vicdan sahibi insanlar seslerini dünyaya duyurup gençleri faşist cuntanın insafına bırakmayabilirlerdi.

Dedim ya, Yasemin Güler’in anısı bana İran’ı hatırlattı diye.

Yıl 2015’ti. İran’ın eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad Bursa’ya geldi.

Bugün Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı olan Fatih Erbakan tarafından şehir girişinde karşılandı. Ben de o dönem Doğan Haber Ajansı muhabiri olarak İran’ın eski Cumhurbaşkanını adım adım izliyordum. Bursa’ya gelir gelmez Ahmedinejad Ulu Camii’ye girdi. Biz kapıda beklerken bir polis müdürü beni kenara çekti ve Ahmedinejad’ın İpekçilik Caddesi‘nde bir eve gideceğini, ziyaretin gizli tutulacağını, o evin Humeyni’nin sürgündeyken Bursa’da kaldığı yer olduğunu söyledi.

Şaşırmıştım. Çünkü herkes gibi o evin Çekirge semtinde olduğunu ve bugün üzerinde apartman bulunduğunu sanıyordum.

Yine de araca atladığım gibi söylenen yerde soluğu aldım. Ama içimde şüpheler de vardı. Acaba o ev miydi? Adresin önüne geldiğimde ev halkı hazırlanmış, belediye çevre temizliğini yapmış, ziyaret için her şey tastamam Ahmedinejad’ı bekliyordu.

Ben atlatma haber yapacağımı umarken, Ahmedinejad ve beraberindekiler çok geçmeden konvoy halinde evin önüne geldiler. Peşlerinde İran’dan, Bursa’dan, İstanbul’dan gelen bir gazeteci ordusu vardı.

Atlatma haber yapma heyecanının yerini hayal kırıklığı aldı. Ahmedinejad içeri girdi. İkram edilen kahveyi içti. Evi gezdi. Bu sırada bazı İranlı gazetecilerin ve diplomatların evin duvarlarını ve kapısını öptüklerini görünce şaşırmak yerine içime bir tiksinti duygusu geldi.

Eski Cumhurbaşkanı evden çıktı, gazetecilerle bahçede bulunan bir ağacın altında hatıra fotoğrafı çektirirken, iki kişi gazetecilerin arasından sıyrıldı.

BBC muhabiri ve kameramanı olan bu meslektaşlarımız Ahmedinejad’a Farsça bir soru sordular. O da Farsça yanıt verdi. Kısa süren röportaj sonrası evin bahçesinden herkes ayrılmaya başladı.

Bu sırada yakasında İran bayrağı rozeti olan 25 yaşlarında İranlı bir polis soluk soluğa bizim Güvenlik Şube polislerimizin yanına gitti.

O genç İranlı polis, BBC ekibini göstererek ve Türkçe olarak, “Siyasi demeç aldılar, hemen bu kişileri alın ve kasetleri getirin” şeklinde bir emir cümlesi kurdu.

Bizim polisimiz de emir cümlesinden bozulmuş olacak ki “Salak mısın lan sen? Burası Türkiye, İran mı? Gazetecinin kaseti alınır mı? S……git” dedi.

İranlı kuyruğunu kıstırıp yarım ağızla “İran’da olsak gösterirdim size” deyince bizim polisimiz burada yazamayacağım daha sert bir yanıt verdi. İranlı polis başı önde araca binerek konvoy ile uzaklaştı.

İşte bu yasa için kapı kapı gezen gazeteciler Türkiye’de basın özgürlüğünün tamamen yok edilip İran gibi yapılmak istendiğinin farkında bile olmayan insanlardır.

O kasetlerin polis tarafından alınmaması, toplumun haber alma özgürlüğü için bu yasaya herkesin ‘hayır’ demesi gerekli. Dezenformasyon yasasını çıkarmak için canla başla çalışan Cumhur İttifakı‘na sesleniyorum:

Ya seçim sonrası kendinizi muhalefette bulursanız?

Sizin içerisinde demeçlerinizin, eleştirilerinizin bulunduğu kasetler polis tarafından alınırsa kime dert yanacaksınız?

Size o zaman ‘Kendim ettim kendim buldum‘ türküsünü söylemek mi düşecek?

Avrupa Birliği için çıkılan yolun sonu İran mı olacak?

Dört trilyon dolar nasıl buharlaşacak?

Dört trilyon dolar nasıl buharlaşacak?

Tat tuz yok.

Ekonomi küresel çapta bir sorun sarmalına dolanmış vaziyette.

Sorunun biri bitmeden bir diğeri patlak veriyor.

Pademiden beri çeşit çeşit darbeler ekonomileri dövüp durmakta! Neticede birikimli manzara yüz öncesine bire bir benzemeye başladı.

Yavaşlayan hatta daralan ekonomiler bir de yüksek enflasyonla boğuşmak zorunda.

Bir yanda resesyon diğer yanda yüksek enflasyon.

Azalan alım gücü ve düşen üretim, sosyal açıdan insanları fazlasıyla zorlayan bir manzara çıkarıyor karşımıza.

Yani 1920’li yılların adım adım getirdiği Büyük Buhran öncesi manzaraya giderek daha fazla benzeyen bir görüntü var dünya genelinde!

Bu süreçten her ülke de kendince nasipleniyor.

Amerika da sıkıntılı Çin de…

Avrupa çok sıkıntılı. Gelişmekte olan ülkeler de haliyle zorda.

Alınan tedbirler de şimdilik etkili olmaktan uzak. Yani dünya ekonomisinin canlanma süreçleri bugünden yarına olacak bir hıza sahip değil.

Arz kaynaklı bir yönü olan küresel çaptaki enflasyonun da sönümlenmesi için epey zaman var.

Yapısal sorunlar ve birikmiş toksik meseleler çözüm süreçlerinin uzamasına ve sancılı geçmesine hayli katkı sunmakta!

Ve konu sadece bugünlerdeki akut sorunları çözmek de değil.

Dünya finans piyasaları ve beraberinde reel ekonomi de bir dönüşüm sürecine girdi. Artık eski düzen tam anlamıyla işlemiyor. Bir evrim basamağı daha aşılmakta.

Ama o günler gelene kadar piyasa dalgalanmaları ve sosyal çalkantıların eksik olmayacağı aşikar!

Bu sürecin jeopolitik kıvılcımlarını da Ukrayna ve Tayvan örneklerinde daha yakından görmeye başladık bile.

Önümüzdeki yıla baktığımızda manzaranın pek de hoş olmayacağını görmek zor değil.

Bu anlamda Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva’nın yaptığı son değerlendirmeler dikkate değer.

Ne dediğine kısaca bakalım.

Halihazırda yüzde 2,9’a inmiş olan küresel ekonomik büyüme tahmini 2023 için yeniden düşürülecek.

Artan resesyon riski dünya ekonomisinin yaklaşık üçte birini oluşturan ülkelerin bu yıl veya gelecek yıl en az iki çeyrek art arda daralma yaşayacağını göstermekte.

Daha fazla belirsizlik, daha yüksek ekonomik oynak, jeopolitik çatışmalar, daha sık ve yıkıcı iklim felaketleri gündem maddeleri olarak bir nevi baş belası olacak dünyanın başına!

Yüksek enerji ve gıda fiyatları, daha sıkı finansal koşullar ve devam eden arz sıkıntılarının büyümeyi frenlemeye devam etmesi kaçınılmaz görünüyor.

Ve 2026’ya kadar yaklaşık 4 trilyon dolarlık bir küresel ekonomik kayıp beklenmekte bu manzaranın sonucu olarak. Yani Alman ekonomisinin boyutunda bir gerileme söz konusu olacak küresel ekonomide.

Bu da dünya ekonomisi için büyük bir gerileme anlamına geliyor!

IMF Başkanı Georgieva’nın, savaş ve salgın nedeniyle belirsizliğin son derece yüksek kalmaya devam ettiğini kaydederek, daha fazla ekonomik şok olabileceğine dönük uyarısı da kulaklara küpe olmalı.

Doların bu süreçte diğer para birimlerini döverek özellikle gelişmekte olan ekonomilerdeki enflasyon tahribatını artıracak olması da ayrı bir handikap.

Neticede herkesin kendince bu zor döneme maksimumda hazırlanmasında sayısız fayda var!

 

Bursaspor nasıl düzlüğe çıkar?

Bursaspor nasıl düzlüğe çıkar?

Bu kentin çimentosu ne, deseler düşünmeden Bursaspor diye yanıt veririm.

Bundan daha birkaç yıl öncesine kadar pazartesi günleri Kapalıçarşı’da esnafın muhabbet konusu hafta sonu Bursaspor’un oynadığı maçlardı.

Herkesin ağzında Bursaspor yer alırdı.

Sonrası malum.

Sportif anlamda başarısızlık, ardından kötü yönetim sonrasında miadını doldurmuş futbolcuların Bursaspor’dan emeklilik ikramiyelerini alması sonucu gelinen nokta…

Önce TFF 1. Lig, ardından 2. Lig, bir de üstüne 2 sene FIFA’dan transfer yasağı.

Ortada sportif başarısızlık var,

Üstüne üstlük onlarca futbolcu satışı geliri var.

Sonrasında ise dünya kadar borç.

Eski yönetici ve başkanların alacaklarında bayağı sıfırlar mevcut.

Bundan sonra geride iki seçenek var.

Ya Bursaspor’un kapısına kilit vuracaksınız.

Ya da Bursaspor’u ayağa kaldıracaksınız.

İlk tercih olmayacağı için doğrusu ikinci tercihin üstünde kafa yormak.

Neler yapılabilir?

Neler yapmalıyız?

Koskoca şehir, 4 milyona yaklaşan nüfus.

Her birey 1 dolar verse yılda 48 milyon dolar yapar.

Bu rakam Bursaspor’u düzlüğe fazlasıyla çıkarır.

Ama çıktıktan sonra tekrar eski günlerine, borç batağına dönecekse o zaman taşın altına elimizi sokmaya gerek var mı?

İşte asıl soru bu…

Bursaspor düzlüğe çıkarsa asıl ondan sonrası için planlama yapılmalı.

Misal, bu takıma uzun bir süre yabancı oyuncu alınmamalı.

Uzun bir süre menajerlerle ilişkiler sınırlı olmalı.

Altyapıdaki oyuncularla Bursaspor sevgisi, önce kulübüm içerikli seminerler düzenlenmeli.

Ailelerden çocuklarına Bursaspor’a para kazandırmadan bir başka yere gidilmeyeceğinin anlatılmasına yönelik uygulamalar yapılmalı.

Ve en önemlisi en kısa zamanda şirketleşmeye gidilmeli.

Bu şirketin yöneticileri de borçlardan silsile yolu ile sorumlu olmalı.

Bursaspor’a kalıcı gelir getirecek, satılmamak şerhi ile şehrin dört çıkışında yeni petrol istasyonları ruhsatı verilmeli.

Buralar da özel komisyon tarafından işletilmeli.

Buradan elde edilecek gelir, sportif giderler haricinde kullanılmamalı.

Öte yandan, gerekirse din görevlileri ile ortaklaşa hareket edilip, bu kentin takımına sahip çıkılması ile ilgili çalışmalar yapılmalı.

Bunun dışında bu kentin 20 milletvekili, 18 Belediye Başkanı, önceki dönem bakanları ve belediye başkanları, milletvekilleri birer maaşlarını Bursaspor’a bırakarak bir kampanyanın öncülüğünü başlatmalı.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Damlaya damlaya Bursaspor’u bir şekilde düzlüğe çıkarmak mümkün.

Ama ondan sonrası daha da önemli.

Mühim olan onun farkına varabilmek.

Yoksa sonumuz Gaziantep gibi, Mersin, Karabük gibi olur.

Çocuklarımıza, torunlarımıza bu kentte bir zamanlar Bursaspor vardı dememek için, bugünden tezi yok tüm Bursa kenetlenmeli…

Yoksa yarın geç olacak.

Bizden hatırlatması…

Herkes için, her kesim için özgürlük

Herkes için, her kesim için özgürlük

Fakirden alıp zengine veren, dolayısıyla zenginin daha zengin olmasını sağlarken fakirin daha fakir olmasını ve fakirleşen kitlenin giderek genişlemesini de dert edinen bir sistem ile boğuşuyoruz uzun zamandır.

Elbette bu bahsettiklerimi tüm toplum hissediyor.

Sokak röportajlarından izlediğimiz teyzeler, amcalar hallerinden hep şikayetçi. Yine de şikayetlerin sonunda kendilerine yöneltilen ‘kime oy vereceksin?’ sorusuna ‘AK Parti’ yanıtını veriyorlar.

Bir süredir düşünüyorum bu yanıtın nedenleri üzerine. Bunca şikayetten sonra, bir celladına aşık olma durumu yaşanıyor sanki ülkede. Aslında iyice düşününce pek de öyle olmadığını fark ediyor insan.

Ellerindekinden de olmak istemiyorlar! Bu kadar basit.

Muhalefetin istediği oy oranına ulaşabilmesi için yapması gereken ise ‘ellerindekinden de olmak istemeyen’ vatandaşı kendi hükümetleri döneminde zarar görmeyeceği konusunda ikna etmek.

Neler var vatandaşın elinde bir sıralayalım öyleyse.

Sosyal yardımlar. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal yardımlar konusunda neler yapılacağına yönelik projelerini yakın zamanda kamuoyu ile paylaştı. Gündemin hay huyu içerisinde biraz gümbürtüye gittiğini düşündüğüm proje bence son derece kapsamlı ve ikna edici. Sadece mevzunun halka daha yaygın biçimde anlatılması, daha çok duyurulması gerekiyor.

Başka ne var vatandaşın elinde; iyi kötü bir iş. CHP’li belediyelerin başa geldikten sonra bir kadro kıyımına gitmemiş olması bu konuda bir teminat sağlamıştır, diye düşünüyorum.

Bundan sonrasında elde kalan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da seçime giderken kullanacağı en kuvvetli argüman olan kimlik ve inanç tartışması.

Şimdi sıra bu argümanları boşa çıkarmak için atılması gereken adımlarda. Bunun için CHP toplumla ‘helalleşme’ye başlamıştı zaten. Parti içinde ve CHP’nin kendi seçmeninin bir bölümünde memnuniyetle karşılanmasa da bu kavram, Kılıçdaroğlu aklındakini uygulamakta kararlı.

CHP ile toplumun bir bölümü arasındaki görünmez duvarı aşmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nun ‘helalleşme’ çıkışının öncesinde bir paket program olarak hazırlıklar yaptığı ve türban konusundaki yasal düzenlemenin bundan 6 ay öncesinden hazır olduğunu İsmail Saymaz’ın aktardığı bilgilerden öğreniyoruz.

O halde zamanlamanın kötü olduğunu iddia edemeyiz, diye düşünüyorum. Şimdiye kadar iyi bir toplum mühendisliği yürüten CHP kurmaylarının zamanlama konusunda da titiz çalıştıklarına inanmak istiyorum.

Söz konusu yasa teklifinin resmi adı ‘Kadınların Yürüttükleri Mesleğin İcrası Kapsamındaki Kılık ve Kıyafeti Giymek Dışında Herhangi Bir Zorlamaya Tabi Tutulamaması Hakkında Kanun Teklifi

Teklifte “Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz” deniyor.

Kılıçdaroğlu’nun yasa teklifine karşılık Erdoğan’ın anayasa çıkışı meseleyi biraz da kar zarar hesabı üzerinden değerlendirmek zorunda bıraktı beni.

AK Parti hükümetinin en kuvvetli olduğu alanın yeniden ülke gündeminin ana maddesi halini alması gerçek gündemin ötelenmesi ve iktidara bir koz verilmiş olması olarak yorumlanıyor.

İktidarın bu tartışmayı uzatmaya, gündemde tutmaya, yeni polemiklere vesile yapmaya çalışacağını, söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Üstelik görmemiz gereken çok kritik bir nokta da var. Bir yandan muhalefet muhafazakar kesim için yasakların kalkmasına çalışırken; iktidar, toplumun diğer kesimi için giderek daha kısıtlayıcı bir yaklaşım içerisinde.

Mahalle baskısı oluşturulan kadın giyim ve davranışlarından tutun da iptal edilen konserler ve iptal ediliş nedenleri konusunda yapılan açıklamalara kadar pek çok kısıtlama sıralayabilirim. Bu kısıtlamalara en son Bursa Büyükşehir Belediyesinin verdiği kararla tiyatro gösterileri de eklendi.

Yani demem o ki; özgürlük güzel şey, büyüleyici bir yanı var, ancak herkes için, her kesim için özgürlük lazım bu ülkeye. Üstelik 22. yüzyılda böyle kısır tartışmaların içinde halen bulunuyor olmak dahi çok saçma.

Ben her kesimin özgür bırakılmasından bahsederken, akademisyen Güven Gürkan Öztan’ın konu hakkındaki sosyal medya paylaşımını da çok kıymetli buldum:

Bugünün Türkiye’sinde milyonlarca insanın iktidarın kurduğu servet transferi mekanizmasıyla yoksullaşmasını, geleceksizleşmesini, umudunu kaybetmesini örten her türlü siyasi hamle son kertede iktidarın ve oradan beslenen rant çevrelerinin işine yarar.

Gündemin bu yandan köpürtülerek gerçeklerin üzerini örtmesine müsaade edilmemesi gerektiğini de hesapladığını umuyorum CHP kurmaylarının.

Bakalım gelecek ne getirecek…

 

 

Akarkayıta daha ne kadar zam gelecek?

Akarkayıta daha ne kadar zam gelecek?

Tarih kayıtlarında az rastlanır yıllardan birini yaşıyoruz.

Avrupa’da unuttuğumuz sıcak savaştan dünyada unuttuğumuz ve ne yazık ki hortlayan soğuk savaşa…

Nükleer savaş tehlikesinden küresel çaptaki ekonomik krize pek çok başlık var gündemde!

Bu can alıcı faktörleri bir kenara bırakarak enerji cephesindeki anormal gelişmelere bakmak dahi yeterli 2022’nin nasıl bir olduğunu anlamaya.

Doğalgaz, petrol, elektrik evlere şenlik.

Faturalardaki artış artık yüzde olarak bile hesaplanmıyor!

Geçen yıla göre kaç arttığını hesaplamaya çalışıyor herkes faturalara bakarken.

Ve mesele sadece Türkiye’nin meselesi değil. Tüm dünya net bir enerji krizi yaşıyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya girmesiyle Pandora’nın kutusu açıldı. Zaten pandemi sonrası artan talep ve bol para enerji fiyatlarına tavan yaptırmaya çalışırken gelen savaş tam anlamıyla yaraya tuz basma anlamına geldi!

Yaptırımlara karşı enerji kartını kullanan Putin’in stratejisi enerjiyi daha pahalı hale getirdi.

İlginç bir ironi ile doların şahlanması enerji fiyatlarındaki rekorları geri çekmeye başladı. Bu doğaldı aslında. Çünkü dolar değerlendikçe tüm emtialar ters orantılı olarak değer kaybeder. Bunun nedeni küresel ticaretin dolarla fiyatlanması.

Ama dolardaki yükseliş bizim gibi ithalatçı ülkelerin faturasına negatif yansıdığı için petroldeki düşüşten aynı oranda yararlanamıyoruz iç piyasada!

ABD Başkanı Biden’ın bile akaryakıt sektörüne yüksek fiyatlar nedeniyle posta koymaya çalıştığı bir dönemden geçerken Türkiye’nin işi hiç de kolay görünmüyor.

Ve iki taze gelişme de tadımızı yine kaçırmışken akaryakıtta yeni indirimler beklemek belli bir dönem için hayal haline geliyor.

OPEC üyeleri pişmiş aşa su katarak petrol arzını günde 2 milyon varil azaltma kararı aldı!

Haliyle fiyatlar yeniden başını yukarı çeviriverdi.

Bir de Avrupa Birliği Rusya’ya dönük yaptırımlarda petrole tavan fiyat uygulama kararı aldı tüm bunların üstüne.

Petrol üreticileri deyim yerindeyse dünya cayır cayır yanarken kendi cüzdanlarını düşünüyor. Rusya’nın da umurunda değil dünya!

Dolar da TL karşısında çıkışta.

Hal böyleyken “akaryakıt nereye gider” sorusu yine gündem oldu.

Zamlar gelmeye başladı bile.

2022 sonu için kaba bir öngörü ile ham petrol bugüne oranla en az yüzde 10 prim yapma potansiyeli taşıyor!

Tabii ki küresel jeopolitikte ani ve keskin bir değişim olursa çok başka senaryoları konuşacağımızı hatırlatmakta fayda var.

Ama normal koşullarda ucuz petrol ihtimali çok zayıf. En azından bu yıl için ve rahatlıkla yüzde 10 yukarı gidebilir. Yani 102 dolar civarına doğru bir hareket söz konusu olabilir!

Dolar/TL’nin de bir yüzde 10 yolu var yılsonuna kadar.

Kısacası yüzde 20 zamlı bir akaryakıt şaşırtıcı olmaz.

Neticede şu an Bursa’da 21 liraya çıkmış olan benzin 25 liranın üstüne, 26 lira civarı olan mazot da 31 liraya ulaşmış olur böylece!

Yani yıllık bazda yüzde 100’ü aşan bir artış kayıtlara geçer 2022 itibarıyla.

Tabii ki eğer devlet bu sürece müdahale etmezse.

Muhtemeldir müdahale genel seçimlere yakın tarihlerde gerçekleşeceğinden kısa vadede fazlaca umutvar olmak zor!

 

Bursa’da hemşeri buluşmaları ve lezzetler yarışması

Bursa’da hemşeri buluşmaları ve lezzetler yarışması

Geçen hafta içinde Bursa’da lezzetler yarışmıştı. Birbirinden farklı lezzetler Merinos’ta Bursalıların beğenisine sunuldu.

Daha yediklerimizin tadı damağımızda iken bir başka gastronomi şenliği başlayacak.

Aslında turizmin bir alt dalı yemek kültürü.

O kültür içinde en büyük payı alan illerden biri de Gaziantep

Bugün Gaziantep’e sırf yemek kültürüne bakma adına dünyanın birçok kentinden gelenler mevcut.

Gaziantep’e gidemeyenler için de bu kentin sivil toplum kuruluşları, esnafı ülkenin büyük kentlerinde yiyecek şenliği düzenliyor.

Bu minval de;

Bursa Gaziantepliler Derneği‘nin geleneksel hale getirdiği 2. Gaziantep Yiyecek Şenliği

Şenlik 6-9 Ekim tarihlerinde Osmangazi Mahallesi Çarşamba Pazar Alanında gerçekleştirilecek.

Lansmanı ise önceki gün Bursa Gaziantepliler Dernek Merkezinde Dernek Başkanı Bilal Şengüloğlu tarafından yapıldı.

Bu şenlikte Gaziantep mutfağının ürünleri Bursalılarla buluşacak.

Şengüloğlu konuşmasında hem teşekkür ederken hem de eleştiri yağmuruna tuttu.

Şengüloğlu’nun konuşmasından satır başları:

“Göreve geldiğimizde saha çalışması zor olsa da bu işi başarabileceğimizi hissettik.

Pandemi dönemi bizleri üzdü. Ama hayallerimizi gerçekleştirmekten vazgeçmedik.

UNESCO Gastronomi listesine giren ilk şehir Gaziantep.

Çarşamba Pazar Parkında şenliğimizin 2’incisini gerçekleştireceğiz.

Hemşeri günlerinin yapıldığı etkinliklerde çıkar amaçlı bu işlere girenler var. Bunlara dikkat ederek esnafı seçtik. Zanaatkâr ustalarımızı topladık.”

Şengüloğlu’nun şu sözleri çok dikkat çekici:  “Hemşeri günlerinin yapıldığı etkinliklerde çıkar amaçlı bu işlere girenler var.”
Şengüloğlu, burada kime ne demek istedi?

 

BURSA’DA ANADOLU GÜNLERİ

 

Bir tarafta bu şenlik var iken diğer tarafta ise Ramazan Alp’in başkanı olduğu BİLDEF’in 5. Anadolu Günleri Buluşması var.

Buluşma Çarşamba günü fiilen başladı.

Resmen açılışı da Cuma günü geniş katılım ile gerçekleşecek. Etkinlik pazar günü sona erecek.

Toplam 125 stant açılmış, 32 katılımcı il var.

Kimi resmi kurumlar aracılığı ile katılmış, kimi de hemşeri dernekleri aracılığıyla.

Cuma günü resmi açılışı yapılacak etkinliğe yaklaşık olarak şehir dışından 2 bin misafir gelmiş.

Bu sene dikkat çeken katılımcılardan biri de Hakkari standı…

Yine gezdiğimiz alanda;

Çorum’un leblebisi, Simav’ın kolonyası, Adıyaman’ın çiğ köftesi, Denizli’nin horoz şekeri, Malatya’nın kayısı çekirdeği kahvesi, Afyon’un kaymağı, Kayseri’nin sucuğunu gördük.

Bunun dışında birbirinden çok farklı ürünleri de görmek mümkün.

Buluşma kapsamında yine yöresel sanatçılar, yöresel folklor ekipleri de sahne alacak.

Vakti olanlar bu iki etkinliği kaçırmasın…

 

 

 

Sansür yasası ve Erdoğan’lı bir anı

Sansür yasası ve Erdoğan’lı bir anı

Biz basın mensuplarının amacı doğru bilgiyi tarafsız bir biçimde okuyucularımıza aktarmak ve onların da şehirlerinde, ülkelerinde olan bitenden haberdar olmasını sağlamaktır.

Konuya işin bu tarafından bakıldığında sosyal medyada yaratılan bilgi kirliliği en çok biz basın mensuplarını rahatsız ediyor.

Hele hele benim gibi internet medyasında çalışanların sosyal medya haber ileticileri ile bir tutulması ve bir düzenleme içerisine alınmamış olması nedeniyle basın kartı alamıyor olmaları ayrı bir hüzün konusu.

İşin buraya kadarki kısmında tüm basın mensupları ile aynı görüşleri paylaştığımıza eminim. Ayrıldığımız taraf, internet medyası ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar öngören kanun teklifinin içeriğinde gizli.

Karşımızda muhteşem başlıklarla bir konuya giriş yapan, ancak ya bu başlıkların altını tamamen boş bırakan ya da başlıkların altını sadece kendi çıkarına yönelik cümlelerle dolduran bir yapı dururken, kanun teklifinde bulunan maddelerin içinin nasıl doldurulacağı ve bahsedilen denetimlerin nasıl yapılacağı benim için kocaman bir soru işareti.

Halkın haber alma özgürlüğünün tam olarak korunabileceğine ve bu konuda basın kuruluşlarına baskı uygulanmayacağına güveni tam olan bir basın mensubu var mıdır çok merak ediyorum doğrusu.

Teklifle “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan” kimse, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın faaliyetleri ve personeline yönelik suç teşkil eden içerikler katalog suçlar kapsamına alınacak. Teklifle, internet haber siteleri süreli yayın kapsamına alınacak” deniyor.

Burada en çok merak ettiğim konu yasanın nasıl işleyeceği?

Yalanı kim ayırt edecek? Doğru kime göre doğru? Dezenformasyona kim nasıl karar verecek? Denetimleri hangi kurum yapacak? Bu kurum ne kadar güvenilir olacak?

Devlet kurumlarının verdikleri güven anketlerle sabit. Her bir devlet kurumu en son sıralarda yer almak için adeta savaş veriyor.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener grup toplantısındaki konuşmasının bir bölümünü bu konuya ayırdı ve şu soruyu sordu kürsüden:

Mesela; Facebook gidecek, yerine dezenformasyondan arındırılmış, ‘AKbook’ mu gelecek? Twitter gidecek, yerine ‘Saray Kuşu’ mu gelecek? YouTube gidecek, yerine ‘ŞahsımTube’ mu gelecek?”

Ben de soruyorum:

Mesela okuyucuları ile kürsüde konuşulmuş bu cümleleri paylaşan ben ‘korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan’ kişi olarak mı adlandırılacağım?’

Öyle ya, bu konuşmaları sevmeyen, duyduklarından hoşlanmayan bir kesim mevcut. Ben şimdi bu kesimi galeyana getirmiş mi olacağım?

“İktidar her zaman olduğu gibi, yine bir cambaza bak oyunu sergiliyor. Buradaki cambaz: Sosyal Medya Yasası. Oyun ise hak ve hürriyetlerimize, pranga vurmak” diyor Meral Akşener konuşmasının devamında.

İnsanların giyimlerine karışmak ile başladı bu mesele. Yiyip içtiklerine ve özellikle içtiklerine kadar uzandı. Ardından dinlenen müzik, müziği sahneye koyan sanatçı sansürlendi. Konserler, gösteriler iptal edildi. Festivaller ortadan kalktı.

Şimdi sıra basına geldi. Zaten uzun süredir yazabildiklerini belirli bir düstur ile yazma gayretini azami seviyede gösteren basın mensupları, bundan sonra kurdukları her cümlenin altında hangi mana aranacağını mı düşünecek?

Elbette bir alternatif daha var. Sadece düzenin istediğini yazıp bu işten kurtulmak.

Yanlışları, hataları, olması gerekenleri yazmamak, mazlumların sesini duyurmamak da bir alternatif.

Minicik bir anımı anlatacağım size:

AK Parti’nin yeni kurulduğu dönemlerde Gemlik’te bir çay bahçesinde AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını takip etmek üzere görevlendirildim. Ben muhabirim. Kameramanım rahmetli Tahsin Lale.

Ciddi bir kalabalık var, küçük bir çay bahçesine sığmakta zorlanan, genel başkanlarını yakından, daha yakından görmek isteyen ciddi bir kalabalık.

Arada sıkıştık, insanları itip kakıyorum, ama çıkmama imkan yok.

O anda Erdoğan bizi, daha doğrusu beni fark etti. Kendisini takip etmek için gelen tek basın mensubuydum ve adeta eziliyordum.

Arkadaşlar, basın mensubu hanımefendiye bir müsaade edin, onlar bizim sesimiz olacak, onlar bizi milyonlarla buluşturacak. Basına saygımız sonsuzdur” dedi.

Ben aynıyım, yaptığım işi yapma biçimim aynı, ama şimdi geldiğimiz nokta ile o gün durduğum nokta öylesine birbirinden uzak ki…

 

Bursa üçüncülüğü garantiledi

Bursa üçüncülüğü garantiledi

Türkiye için her dolar değerli.

Ciddi bir döviz açığı ile karşı karşıyayız çünkü.

Bu açık azalmadıkça kur baskısı ve yüksek enflasyon riski de azalmıyor haliyle!

En büyük döviz kaynağımızsa ihracat.

Peki ihracatta işler ne durumda?

Yılın son çeyreğine girmişken geriye baktığımızda giderek kötüleşen bir manzara ile karşılaşıyoruz!

Nasıl mı?

Eylülde Türkiye’nin ihracatı yüzde 9,2 artarak 22,6 milyar dolara çıktı. Aynı ayda ithalat yüzde 41,5 oranında artışla 33 milyar dolar oldu.

Yani aylık bazda dış ticaret açığı yüzde 298,3 artışla 10,38 milyar dolara yükseldi. Üç katlık rekor açık artışının en temel nedeni şüphesiz ki enerji faturası!

Elbette ki diğer hammaddelerin ve de ara mamüllerin de ithalat üzerinde ciddi bir payı var.

Ama aynı zamanda ihracat artış hızının her ay düştüğünü de unutmamak şart.

Neticede ocak-eylül döneminde ihracat yüzde 17,1 artışla 188,2 milyar dolara, ithalatsa yüzde 40,8 oranında artışla 272,4 milyar dolara yükseldi.

İthalat yükü tüm yıla damgasını vurmuş durumda.

İhracattaki kan kaybı ise son üç ayda belirgin hale geldi!

Nedeni çok.

Biri paritedeki sert düşüş mesela.

Yüksek maliyetlerin satış fiyatlarına yansıtılamaması bir diğeri.

Özellikle Avrupa’da baş gösteren sorunların talebi düşürmeye başlaması da bir başkası!

Neticede önümüzdeki aylarda ihracat artışının neredeyse sıfıra yaklaşması riski çok net biçimde belirmiş vaziyette.

Bu süreçten ihracatın başkentlerinden biri olarak yıllar yılı anılan Bursa da nasibi alıyor.

Ama Bursa’nın eski formundan uzaklaşması çok da yeni bir gelişme değil! Son yıllarda Türkiye ortalamasına göre negatif ayrışma yaşanıyor kentin ihracatı adına.

BTSO’nun meşhur mottosu “Bursa Büyürse Türkiye Büyür” de tarih oldu bu nedenle.

İhracat liginin ikinciliğini de Kocaeli’ne kaptırdık bu süreçte.

Ve arkamızdan da doludizgin İzmir geliyor son aylarda!

Neyse ki; eylülde Bursa’dan az da olsa iyimser işaretler gelmesi sevindirici!

Nasıl mı?

İlimizin aylık ihracat geliri eylülde bir milyar 448 milyon dolar olarak kayıtlara geçti.

Neticede geçen yılın aynı ayına göre yüzde 11 oranında artış gerçekleşti. Yani Türkiye ortalamasından 1,8 puan daha yüksek bir artış hızı yakalamış geçen ay Bursalı ihracatçılar!

Gerçi önceki aya, yani ağustosa göre yüzde 3,2 gibi sınırlı bir artış var Bursa adına. Üstelik hem aylık hem yıllık bazda Kocaeli’ni yakalama umudu veren bir performans değil bu.

Ama Bursa’nın üçüncülük koltuğuna göz diken İzmir’e oranla daha başarılı bir eylül ayı geride kalmış görünüyor!

Ağustosta aylık bazda Bursa lehine olan 213 milyon dolarlık fark eylülde 292 milyona çıktı.

Yani fark açılıyor. Bu trendi bozacak olağanüstü bir gelişme olmazsa Bursa bu yılı da üçüncü olarak tamamlayacaktır.

Bursa’nın ilk 9 aydaki ihracat geliri 11 milyar 804 milyon dolar seviyesinde bulunuyor. İzmir’in aynı dönemdeki döviz kazancı ise 10 milyar 550 milyon dolar olarak kayıtlara geçmiş durumda.

Yani bir milyar 254 milyon dolarlık bir fark var.

Yıl sonuna kadar bu farkın kapanması mümkün görünmüyor!

Bu güzel haber. Az da olsa ülke ortalamasını aşan ihracat artış hızı da Bursa adına sevindirici.

Ama ne yazık ki; Kocaeli ile oluşan 3,1 milyar dolarlık farkı Bursa’nın kapama şansı da gücü de bulunmuyor şu anki koşullarda.

Ve önünde mücadele etmesi gereken ciddi bir parite ve pazar sorunu var.

Sözün özü; Bursa’nın eski formuna dönmesi zor. Ama mücadeleyi de henüz bırakmış değil.

 

 

Bursa Barosu’nda seçim heyecanı

Bursa Barosu’nda seçim heyecanı

Önümüzdeki günlerde Bursa Barosu’nda seçim heyecanı yaşanacak.

O seçime girmeden önce kısa bir hatırlatma yapalım:

Normalde Bursa Barosu’nun 2020 yılı Ekim ayında yapılması gereken, ancak yaşanan pandemi sürecinden dolayı defalarca ertelenen genel kurulu, olağanüstü olarak geçen yıl (2 ve 3 Ekim 2021) tarihinde gerçekleşmişti.

Bir önceki yıl yapılan genel kurulda, “Özgür ve Bağımsız Avukatlar Grubu” o zaman seçime mevcut başkan olarak giren Av. Gürkan Altun’la, “Birlikte Yöneteceğiz Grubu” da Av. İrfan Koçak ile yarışa katılmıştı.

Toplam 4 bin 449 avukatın kayıtlı bulunduğu Bursa Barosu’nda 3 bin 444 avukat oy kullanmış, geçerli 3 bin 315 oyun bin 894’ünü alan Av. Gürkan Altun yeniden Bursa Barosu Başkanı seçilmiş, diğer aday Av. İrfan Koçak ise bin 330 oy almıştı.

Gürkan Altun’un Türkiye Barolar Birliğinde yönetim kurulu başkan yardımcısı seçilmesinin ardından başkanlık görevine Metin Öztosun seçilmişti…

Şimdi önümüzdeki 15-16 Ekim 2022 tarihlerinde yeniden Bursa Barosu’nun seçimleri var…

Bu seçimler biraz daha farklı olacak.

Bu sefer seçimlerde 3 aday yarışacak.

Mevcut başkan Av. Metin Öztosun tekrar aday olurken (Çağdaş grubun), diğer tarafta ise önceki yıllardan siyasetten tanıdığımız bir isim olan Av. Levent Çelik de (sağ kesimin) başkanlığa talip.

Öte yandan, bir önceki seçimde İrfan Koçak’ın listesinde yer alan Av. Hakkı Savunur Soğancı ise “Önce Meslek Grubu”nun başkan adayı olarak sandığa girecek.

Önce Meslek Grubunun yönetim kurulu üyelerini değerlendirdiğimizde farklı dünya görüşleri dikkati çekiyor.

Daha çok mesleki birlikteliklerini öne çıkarıyor.

Neden 3 aday diye araştırdığımızda ise ortaya şu sonuç çıkıyor:

Özellikle geçmişten bugüne kadar geçen seçimlerde sağ grup ön seçim yapmazdı.

Geçen dönem gündeme gelen, ardından bu dönem ilk kez gerçekleşen ön seçim sonrası muhtemelen 3. aday çıkmış diyen avukatlara rastladım.

Bu da ön seçim, daha doğrusu bir önceki seçimlerde “Birlikte Yöneteceğiz Grubu”na oy veren avukatlarda kabul görmemişe benziyor.

Asıl merak ettiğimiz 3. adayın ne kadar oy alacağı?

Alacağı oylar sol gruptan mı yoksa sağ gruptan mı gelecek?

Onu da ilerleyen süreçte öğrenmiş olacağız.

Ama bugünden öğrendiğimiz, Bursa’da 7 bin civarında avukatın olduğu, bunlardan Bursa Barosu’na kayıtlı oy kullanma hakkına sahip yaklaşık 5 bin 400’ünün aktif olarak görev yaptığını hatırlatalım.

Bu arada, diğer bir ayrıntı olarak da adayların listelerini geç belirlediğini ifade edelim.

Bakalım meslektaş ziyaretlerini sürdüren adayların vaatlerinde neler öne çıkacak?

İpi göğüsleyen isim bakalım kim olacak?

Bekleyip, takip edelim…

MHP’DE SÜRPRİZ İSTİFA

 

Seçimler yaklaştıkça siyasetin suyu da ısınmaya başladı. Bu bağlamda dün akşam siyasette beklenmedik bir istifa gerçekleşti.

Uzun süredir MHP Osmangazi İlçe Başkanı olarak görev yapan Seyfi Seyfioğlu işlerinin yoğunluğunu sebep göstererek görevinden affını istedi.

Bizler için sürpriz bir istifa.

Bakalım, Seyfioğlu’nun yerine kim atanacak, bekleyip takip edelim.

BİLDEF 5. ANADOLU GÜNLERİ BAŞLIYOR

 

Ramazan Alp’in genel başkanı olduğu BİLDEF’in gerçekleştirdiği Anadolu Günleri, pandemi tedbirlerinin kalkmasının ardından kaldığı yerden devam ediyor.

Anadolu Günleri Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Fuaye alanında Çarşamba günü başlayacak, Pazar akşamına kadar devam edecek.

30’un üzerinde il, yöresel kültürüne ait ne varsa bu günlerde tanıtmaya çalışacak.

Bizler de Alp’e bu çalışmalarından dolayı doğdukları yerle doydukları yeri buluşturdukları için ayrıca teşekkür ediyoruz.

 

 

Sütten özür dilenecek!

Sütten özür dilenecek!

Süt ve süt ürünleri fiyat artışında rekor üstüne rekor kırarken, enflasyonun 50 tonu isimli aylık ve yıllık enflasyon açıklamalarının ardından, üretici ile devlet arasında da ilginç bir inatlaşma söz konusu.

Çiğ süt fiyatının sabit tutulması kararı verilmişti en son Ulusal Süt Konseyi’nde. Hatırlarsınız bu konu üzerine yazdığım yazıyı. Sizin fiyatı sabit tutma kararı vermeniz ancak piyasanın sahipsiz biçimde dalgalanmasına ve kendi rakamlarını kendisinin belirlemesine neden olur demiştim, piyasa kendi ivmesini yakalamış ve fiyat 10 liraya kadar çıkmıştı malum.

Çiğ süt fiyatı konusunda üretici ve USK anlaşamayınca TÜSEDAD Yönetim Kurulu Başkanı Sencer Solakoğlu çiğ süt maliyetlerine yönelik bir basın açıklaması yaptı ve hesabı çiftçinin gözüyle koydu ortaya.

Açıklamada şöyle diyor;

1 litre süt üretmek için 1 inek ve 1 genç hayvana bakmanız gereklidir. Bu durumda Ulusal Süt Konseyi (USK) tarafından sadece 1 ineğin süt vermesi için hesaplanan maliyet gerçeği yansıtmamaktadır.

Enflasyonun artışı doğrultusunda üretici fiyatlarının baskılanması üretimi azaltır. Bu durum arz kısılması kaynaklı fiyatları orantısız yükseltir. Canlı hayvanlara dayalı olması sebebi ile üretimin yeniden canlanması çok hızlı olamaz. Kesilen damızlık hayvanların telafisi en iyi şartlarda bile 3 yıl alacaktır.

Tüm bu dengeleri göz önünde bulundurarak ve çiğ süt fiyatlarındaki artış ile raf fiyatlarındaki artış korelasyonuna bakılınca, ocak ayından bu yana çiğ süte gelen 2,8 TL/lt fiyat artışına karşılık raflardaki süte 7 TL/lt mertebesinde zam gelmiştir!”

Buradan şunu anlıyoruz ki, sebze meyve üreticisinin durumuna süt üreticisi de düşmüş görünüyor. Tarladaki ürüne yapılan 1 lira zam raflardaki ürüne yapılan 5 lira zam olarak tüketiciye yansıyor. Üretici mutsuz, tüketici mutsuz, görünen o ki aradaki farkı cebine atan kesimde bir huzur bir mutluluk hakim.

TÜSEDAD’ın beklentisi çiğ süt tavsiye fiyatının geçmişte olduğu gibi tarafların bir araya gelerek USK tarafından belirlenmesi, gıda komitesinin çiğ süt fiyatına müdahale edici fonksiyonunun kaldırılması ve gelecek aylarda uluslararası normlarda kabul görmüş 1,5 olan çiğ süt/yem paritesinin korunduğu maliyet değişimlerine paralel aylık fiyat güncellemelerinin düzenli yapılması yönünde.

Bu beklenti gerçekleşir mi?

Doğrusu hiç sanmıyorum. Biz üreticiyi desteklemek yerine ürünleri karalamayı daha çok tercih ediyoruz. Son dönemin en moda cümlelerinden biri ‘Sütün içindeki laktoz şekerdir, bu nedenle süt ve süt ürünlerinden uzak durmak gerekir’ diyor bize.

Beslenme modellerinden süt ürünleri çıkartılıyor, diyetlere süt ürünleri koyulmuyor.

Bir zamanlar yumurtaya uygulanan ‘kolestrol arttırır’ yaftası bu kez süte yapıştırılmaya çalışılıyor.

Gıda Bilinçlendirme Platformu’ndan Prof. Dr. Mustafa Tayar ile görüştüm bu konuyu.

Laktoz süt şekeri sadece anne sütünde olur. Özel ve doğru bir şekerdir. Bağırsak florası için. Bu özel şekeri de almanız gerekir. Çünkü zaten kurgumuz bunun üzerine kurulu. Laktoz sadece dişilerin sütünde bulunan ve yavrusunun enerjisini karşılayan bir şekerdir.

Söylenen şöyle bir kısım doğru, süt laktozu parçalamakta zorlanan kimi insanlarda zararlıdır. Laktoz intorelansı denilen bir durumdur. Biz buna karşılık sütü önermesek de peynir ve yoğurtla açığın kapatılmasını isteriz. İnsanoğlu 10 bin yıldır dünyada süt üretiyor ve tüketiyor” diyor Tayar.

Bir de önemli ilavesi var;

Bir şeyin zıttını iddia ettiğinizde daha popüler oluyorsunuz. Süt popülarite uğruna feda edilecek bir besin değil!”

Belki popüler olmak uğruna, belki de fiyat artışından şikayetlerin daha az hissedilir olması için süte yönelik bir karalama kampanyası var.

Eminim birkaç yıl içinde, sular durulunca, işler yoluna girince, sütten de özür dilenecek bu ülkede…

 

BTSO seçimleri ve…

BTSO seçimleri ve…

Bu şehir için önemleri tartışılmaz iki marka:

BTSO ve Bursaspor.

Her zaman Bursa’nın güç odakları tarafından üstünlük kurma alanı oldular. Özellikle Bursaspor bundan çok zarar gördü. Küme düştü.

Buna rağmen BTSO, Bursaspor’u küme düşüren başkana ödül verdi. Küme düşmesine rağmen ödüllü (eski) başkanın da müdahil olduğu güç yarışı son bulmadı. Bursaspor bir kez daha küme düştü.

Geçtiğimiz cumartesi günü bir BTSO seçimi daha son buldu.

Yeni bir Bursaspor seçimi ise kapıda.

133 yaşında BTSO’nun son seçim atmosferi bana Bursaspor’un küme düşme hikâyesini hatırlattı.

Bursaspor bağıra çağıra düştü.

BTSO sessiz sedasız küme mi düşüyor, diye endişelenmekten kendimi alamadım.

Nedenine gelince…

Baskın denilebilecek bir seçim kararı alındı. 50 bini aşkın üyesi olan bu kurumun seçimi 30-40 gün gibi bir süreye sıkıştırıldı. Oysa BTSO’da başkan ilk seçildiği dönem (2013) oda-borsa seçimlerinin ertelenmesi yönünde yoğun çaba harcamış ve sözü edilen seçim dönemi neredeyse 5 aya yayılmıştı.

Öte taraftan, bu seçimlerde meslek komitelerinin tek liste ile seçimlere girmesi için de mevcut yönetim ve çevresi tarafından yoğun çaba harcandı. Bu çaba da sonuç verdi. Resmi sonuçlar tam olarak açıklanmamış olsa da en azından sayın başkanın oy kullandığı esnada verdiği rakama göre, komitelerde yüzde 80 düzeyinde tek liste ile seçime gidildi.

Seçimlere katılım oranı yüzde 50’yi bile bulmadı.

Bu sonuç “ortak akıl” falan ya da “hedeflerde birlik” değil. Çünkü “birlik” birbirine benzemeyenler arasında kurulur.

Birbirine benzeyenlerinki ise “beraberlik”tir.

Çeşitli konseyler, kümelenmelerle fiilen etkinlikleri pasifize edilen çoğu komite bu “beraberlik”le aslında atanmış, yani tamamen saf dışı kalmıştır, diyebiliriz.

Oysa seçim kararı alındığında (daha sonra seçim kararı revize edilip daha da yakın bir tarihe alındı) birçok ticaret erbabı, hizmet sektörü, büyük esnaf diyebileceğimiz meslek grubu için için kaynıyor, ekonomik dar boğazın işletmelerini tehdit eden sonuçları ile boğuşuyordu. Ama BTSO sadece yeni sanayi bölgelerini şehre kabul ettirme ve “faydasız orman alanlarını (!)” sanayi imarlı arsaya çevirme gayretlerini gündemde tutuyordu. Üstelik yeni kurulan ya da planlanan bu sanayi bölgelerindeki arsa tahsisleri konusunda bile sanayiciler arasında memnuniyetsizlik ve dar bir çevre tarafından kararlarla işlerin yürütülmesi yüzünden kamuoyuna da yansıyan ciddi rahatsızlıklar devam ediyordu.

Yani önemli bir kesim mutsuzdu ve “kral çıplak” diyordu. Gelinen noktada farklı düşünenler bu baskın seçim ile yine kenardan lobicilerin seyircisi olarak kalacaklar.

Oysa Bursa Ticaret ve Sanayi Odası adından da anlaşılacağı üzere aslında bir çatı kuruluşudur.

Sektöründe tanınmış bir iş insanı ile konuşmuştum. Sektörel sorunlara dair kayırmacı politikalar başta olmak üzere çeşitli yakınma ve yönetimin tutumlarına dair şikâyetlerinden söz etti. Buna rağmen bir liste oluşturup seçimlere katılma konusunda adım at(a)mayan bu iş insanına “Madem öyle, siz oluşturun bir liste sektörünüz için” dediğimde, dolaylı ve direkt bazı baskılardan söz edip “Mahallenin delisi ben mi olayım?” demişti.

O sohbetten sonra haklı olup olmadığını düşünürken şu geldi aklıma:

Yaşadığı sürece mahallenin en akıllıları hep muhtar oldu. Bugün o muhtarların isimlerini bilen yok. Belki mezar taşları bile kaybolmuştur.

Ama Deli Ayten’in kendi mahallesinde heykeli var.

Belki de işlerin düzelmesi için köyün delilerine ihtiyaç var!

Kim bilir!..

Borsa ve enflasyondaki tuhaflıklar

Borsa ve enflasyondaki tuhaflıklar

İlginç bir haftaya giriş yaptık.

Tahminlerin çok altındaki enflasyon bir yanda… Çok coşkulu bir piyasa hareketi diğer yanda.

Dış haber trafiğinin bir haber dışında pek de lehimize olmadığı bir günde Borsa İstanbul adeta coştu.

BİST 100 Endeksi günlük yüzde 6,67’lik artışa imza attı!

Bankacılık hisseleri yüzde 10 primlendi.

Oysa ki geçen haftalarda günlerce çakılan hisseleri izlemiştik.

Ve haftaya da handikaplı gelişmelerle başlamıştık bu atmosferde.

Mesela S&P kredi notumuzu yine kırdı. Ve yatırım yapılabilir seviyenin 5 basamak altına itti cuma akşamı!

Aslında normal koşullarda hayli güçlü bir etki bırakabilecek bu gelişme piyasalarca neredeyse algılanmadı bile.

Çünkü kredi notu olarak indiğimiz seviyeler kaygı yaratmaktan uzak artık yatırımcı için. Gelen yabancı yatırımcı da yok gibi bu nedenle. Ve pratikte artık CDS’e yani günlük değişen risk primine göre pozisyon alıyor yabancılar.

Diğer yanda haftasonu Avrupa’nın en önemli iki bankası hakkında yayılan haberler endekslerin canını sıkacak cinstendi!

Credit Suisse ve Deutsche Bank’ın finansal durumlarına dair aşırı kötümser haberler geliyor.

İflasın eşiği diye tanımlayanlar var süreci.

Böyle bir ihtimalin gerçeğe dönüşmesi zincirleme etki yaratacak potansiyel taşıyor!

Ama Avrupa’nın siyasi ve finansal otoriteleri böyle bir ihtimalin hayata geçmesini önleyecek tedbirler alacaktır.

Yine de bir fatura oluşacağı aşikar.

Aslında bu kış Avrupalıların ödeyeceği epey ağır faturalar var. Ve mesele sadece ısınma sorunlarından ibaret olmayacak!

Mevcut maliyet enflasyonu artarak devam ederken bulamadıkları doğalgaz yüzünden arz bir darbe daha alacak. Pekçok kritik sektörün küçülme ihtimali var.

Yükselen faizlerin hem arz hem de talep üzerinde net bir etki yaratması da söz konusu.

Kısacası Credit Suisse ve Deutsche Bank Avrupa’daki kötü senaryonun bir yüzünü temsil ediyor!

Ama bütün bu tablo zamana yayılan bir etkiye sahip olduğu için anlık yaşayan BİST yatırımcısı, Avrupa’daki bankacılıkla ilgili son gelişmeleri pek umursamadı.

Şimdilik kaydıyla diye bir dip notu burada düşmek de şart elbette.

Yatırımcının bu hafta yüzünü güldüren ana gelişmenin yine bankacılık kaynaklı olması ise hayli ilginç!

Ve üstelik haber de yurtdışı kaynaklı.

Ancak, konu bizim bir bankamız. Halkbank!

ABD’de bu kamu bankamıza yönelik başlatılmış olan yasal süreçler, Demokles’in kılıcı misali hem bankacılık sektörümüzün hem de piyasalarımız başı üstünde sallanıyor nice zamandır.

Gelen son haberse pozitif hem de çok pozitif bir algı yarattı piyasalarımızda.

Geçen hafta tekrar görülmeye başlanan ilgili dava çerçevesinde yapılan Halkbank’ın itirazı ABD Anayasa Mahkemesi’nce dün karara bağlandı. Mahkeme, Halkbank’ın dokunulmazlık talebini değerlendirmek üzere bankayı dinleme kararı verdi.

İşte bu gelişme piyasaları tam anlamıyla coşturdu. Hisseler kendine geldi. Dolar yükselişine ara verdi.

Aslında piyasaların da haftanın ilk gününde odaklanacağı tek bir konu vardı.

Eylül ayı enflasyonu.

Çünkü enflasyonda yükseliş trendi 16. ayına girdi. Ve 24 yılın zirve rakamı yani bir rekor daha geldi yıllık bazda.

TÜİK’e göre, tüketici fiyat endeksi aylık bazda yüzde 3,08 yıllık bazda ise yüzde 83,45 artış kaydetti.

Üretici fiyat endeksi de eylülde aylık yüzde 4,78, yıllık yüzde 151,5 artışla yükselmeye devam etti.

Yıllık rekora rağmen beklentilerin hayli altında kalan aylık rakamlar aslında moral vermeliydi!

Ancak, hissedilen enflasyonun çok farklı olması bir yana son rakamların geçici bir gevşemeyi içermesi gibi bir risk net biçimde söz konusu.

Haliyle vatandaş da piyasalar da olumlu tepki vermedi eylül enflasyonuna.

Unutmayalım ki üretim cephesinde geçişkenliği henüz yeni başlayan yüksek enerji zamları ve döviz artışlarının ekimden itibaren TÜFE’yi maliyetler üzerinden yukarı itmesi kaçınılmaz!

Mottomuz ‘hayvan refahı’

Mottomuz ‘hayvan refahı’

Anneleri olmaktan gurur duyduğum üç kızım var. Kızlarımdan en küçüğünün dört ayaklı ve kuyruklu olması, onun benim kızım olduğu gerçeğini değiştirmiyor bizim hayatımızda. Asıl olan kalpteki sevgileri, bunlar sadece ayrıntı…

Patili kızım sayesinde yepyeni bir dünyanın kapılarını araladığımı, hayvan hakları konusunda daha hassas bir birey olduğumu da söyleyebilirim. Dolayısıyla 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü ile ilgili bir yazı yazmasam abes olurdu, diye düşünüyorum.

Önce kısa bir tarihi bilgi paylaşmak isterim.

Hayvan dostları ilk kez İngiltere’de 1822 yılında hayvanları korumak, insanların hayvanlara iyi davranmalarını, daha iyi koşullarda beslenme ve korunmalarını sağlamak amacıyla Hayvanları Koruma Birliği’ni kuruyorlar. Ardından, 1931 yılında Floransa’da dünya üzerinde yok olma tehdidi altında bulunan hayvan türlerine dikkat çekmek üzere kabul edilen hayvanları koruma günü, her yıl 4 Ekim tarihinde kutlanıyor.

Ülkemizde ise Hayvanları Koruma Derneği 1908 yılında kuruldu.

Bu konuda geçtiğimiz yıl ülke olarak hiç de iyi bir sınavdan geçmediğimizin altını çizmek lazım. Bazı ırk köpeklerin katline varan olaylar bir yana, barınakların halinin içler acısı olduğu pek çok görüntü geldi geçti gözümün önünden. Merdiven altı üretim tesislerinden kurtarılan canlıların perişan halleri de cabası.

Böyle bir günün arifesinde çetin bir mücadelenin içinden çıkarak başkanlık koltuğuna oturmuş Veteriner Hekimler Odası Bursa Şube Başkanı Melike Baysal ile konuşmasam eksik kalırdı yazım.

Önce hayvan refahı’ söylemiyle sıklıkla gündeme gelen bir başkan Baysal. “Bu yıldan itibaren Bursa’da ‘hayvan refahı’ kavramını daha sık kullanalım ve genişletelim” diyor sözlerine başlarken.

Bu tarz günlerde aklımıza sadece kediler ve köpekler gelmemeli evcil hayvanları ve yaban hayatını birlikte anmalıyız” diye de ekliyor.

Üzerinde hassasiyetle durduğu nokta, yaban hayatından uzak durmamız gerektiği. Çünkü doğanın devamlılığı için yaban hayatının sürmesi gerekiyor.

Biz ne yapıyoruz peki? Beton döküyoruz hayvanların yuvalarının üstüne!

Çiftlik hayvanlarının yaşamı da hayvan refahı kavramına uymuyor ülkemizde ne yazık ki.

Çiftliklerde hayvanlar kendi pisliklerinin içinde, bağlı ve çoğunlukla hareketsiz olarak, basık penceresiz, küçük yerlerde bakılırlar. Yayılan bütün kokuya, asitli ortama ve sineklere maruz kalıyorlar!” diyor Baysal.

Benim de aklımın bir köşesinde artık. Sadece kedilerin, köpeklerin değil, tüm hayvanların refahını önemsemek.

ESENLİK İÇİN MİMARLIK

Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nde de tatlı bir telaş vardı bugün. Her yıl Ekim ayının ilk pazartesi günü kutlanan Dünya Mimarlık Günü ‘Esenlik için Mimarlık’ teması ile kutlandı.

Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek yaptığı açıklamada;

Sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkının korunması; bilime ve şehircilik ilkelerine uygun planlama ve nitelikli mimarlık hizmetleriyle şekillenen yaşam alanlarının oluşturulması; yapılı çevrenin sağlıklı ve kamu yararını gözeten politikalar çerçevesinde üretilmesi, kamu yönetiminin, merkezi ve yerel yönetimlerin, meslek mensuplarının, meslek kuruluşlarının ve ilgili tüm kesimlerin ortak sorumluluğudur” diyerek vurguladı temayı.

Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı’nın açıklamasında 13-14 Ekim tarihlerinde üçüncü kez düzenlenecek ARCHIFEST’22 Festivali’ne yönelik ipuçları da vardı.

Şirin Rodoplu Şimşek, “Bu yılki ARCHIFEST Festivali’nde eskiden yeniye geçerken dönüşümü ve insanı sorgulayacağız. Bursa’nın ve genelde Türkiye’nin yaşadığı ve birebir maruz kaldığı dönüşüm kavramını kendi alanlarında uzman 22 değerli konuşmacının katılımıyla değerlendireceğiz” dedi.

Mimari açıdan çok etkileyici ve bilgilendirici dolu dolu iki gün geçirecek Bursa. Şimdiden hatırlatmış olalım.

 

 

BTSO kulislerinde konuşulan birkaç detay

BTSO kulislerinde konuşulan birkaç detay

Cumartesi günü BTSO üyesi 12 bin iş insanı, sandığa giderek önümüzdeki dört yıl boyunca görev yapacak meclis ve komite üyelerini seçtiler.

Yaklaşık 50 bin üyesi olan BTSO’da 27 bin üye oy kullanma hakkına sahip iken neden katılım yüzde 40 oranında kaldı?

Neden birçok firma aidatını ödeyemedi?

Oy kullanma hakkına sahip olmadı?

Bunlar da ayrıca üzerinde konuşulması gereken konular.

Seçimle ilgili süreç bu hafta sonuna kadar devam edecek.

Gelişmeleri de ilerleyen günlerde kaleme alacağız.

Öte yandan bugün köşemizde ise cumartesi günü kulislerde öne çıkan birkaç detayı paylaşacağım. O detaylardan ilki, odanın sanayi kısmının çalıştığı, ticaret kısmının ise yeteri kadar çalışmadığı konusu idi.

Özellikle ticaret kısmında çalışan birçok BTSO üyesi, yeni dönemde odanın ticaret kısmına daha ağırlık vermesi gerektiğini düşünüyor.

‘Onlar sanayi istediğini alıyor ticaretçiler ise avucunu yalıyor’ diyor.

Bu konuda seçilecek yeni yönetimden daha doğrusu odadan daha aktif çalışma bekliyorlar.

Özellikle ticaret erbaplarının önünü açacak hangi tür icraatlar olacak?

Onu ilerleyen süreçte öğrenmiş olacağız.

Diğer bir iddia ise komitelerde doğru bir düzenlemenin kısaca üye yapılanmasının olmadığına yönelikti, bu anlamda örnek olarak inşaat taahhüt altyapı hizmetleri ile yapsatçıların aynı komitede yer almasının doğru olmadığı şeklinde düşünceler hâkimdi.

Bu bize gelen bir şikâyet.

Muhtemelen benzeri şikâyetler diğer komitelerde de mevcuttur.

Belki de ilerleyen süreçte odanın ikiye ayrılması daha doğru olacak. Bir tarafta ticaret odası diğer tarafta sanayi odası.

Bunun olup olmayacağını da bu dönem gerçekleşecek icraatlar belli edecek.

Bakalım BTSO tek parça olarak mı yoksa iki parça olarak mı devam edecek?

Bekleyip, göreceğiz…

 

TBMM açıldı gözler EYT, 3600 ek gösterge de…

Cumartesi günü TBMM 6.yasama yılına başladı.

Çalışmalar bu itibaren daha da hızlanacak.

Bir başka açıdan seçim öncesinden bakınca bu yasama yılı oldukça önemli.

Bu dönemde Cumhur İttifakı’nın yapacağı çalışmalar onların önümüzdeki seçimlerdeki kaderini belirleyecek

Bu minvalde özellikle 3600 gösterge yine kangren olan sorun Emeklilikte Yaşa Takılanlar ( EYT),  sığınmacı politikası, asgari ücret, satın alma gücünün yükselmesi gibi konulardaki hamleler Cumhur İttifakı’na bir dönem daha iktidarın kapılarını açabileceği gibi,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrar seçilmesini mümkün kılacaktır.

Kısaca bu yasama yılında Cumhur İttifakı’nın TBMM performansı çok önemli.

Biz süreci takip edip, yorumlarımızı ilerleyen günlerde kaleme alacağız.

Bu vesile ile yeni yasama yılının hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Süt bitti!

Süt bitti!

Uzun süredir yazmıyorum diye gıda fiyatlarında yaşanan sıkıntılar sona erdi sanmayın. İşin özellikle süt üretimi boyutunda ciddi bir kriz yaşanıyor şu anda.

15 Eylül’de olağanüstü toplanarak çiğ süt tavsiye fiyatını görüşen Ulusal Süt Konseyi 7.50 TL olan referans fiyat ile 20 kuruşluk destekleme primini sabit tutulunca üretici tarafından ciddi tepki aldı.

Daha önce bu köşeden defalarca yazdık, bir üreticinin sütten geçimini sağlayabilmesi için bir kilo süt satıp bir buçuk kilo yem alması lazım. Hadi bu oranı bizim gözü tok çiftçimiz 1.3 kilo yeme düşürdü. Ona da razılar anlayacağınız. Peki şimdi, bir kilo süt 7.50 TL. Bir kilo yem ne kadar? 10 TL.

Nasıl yapılacak üretim?

Biliyorsunuz ki, bu konularda referans aldığım isimlerden biri TÜSEDAD Yönetim Kurulu Başkanı Sencer Solakoğlu’dur.

18 Eylül itibariyle ‘Süt üreticileri olarak Ulusal Süt Konseyi’nin verdiği süt fiyatını kabul etmiyoruz ve kınıyoruz’ diyen Solakoğlu, 21 Eylül tarihinde televizyon ekranlarından yaptığı açıklamada;

“Kayıtlardan da kontrol edebilirler, ben hayvanlarımın yüzde 10’unu kesime gönderiyorum. Bu hayvanların kesime gittiğini görmek çok üzücü, boş yere, bir inat uğruna, bilgisizlik yüzünden, memelerinden süt aka aka kesime gidiyorlar!” diyerek tüm çiftliklerde yaşanan manzarayı gözle görülür hale getirdi.

Sonra ne oldu?

Piyasada 7.50 TL’ye süt bulunamayınca serbest piyasa kendi fiyatını oluşturdu ve çiğ süt referans fiyatı 8.70 TL’ye yükseldi.

Dikkatinizi çekerim, bu rakam bugünkü rakam değil. Gelişmelerin yaşanmaya başladığı günlerdeki rakam. Bunu anımsatıyorum, çünkü çiğ süt fiyatları yükselmeye devam ediyor!

Neden? Çünkü süt üretecek inekler kesime gitmeye devam ediyor!

Neden? Çünkü üretici ineklerini doyurmak için onları satmak zorunda!

Fiyatların belirlenen rakamın üzerine çıktığını gören Ulusal Süt Konseyi Gelin, tavsiye fiyatını yeniden değerlendirelim’ çağrısı yaptı, ama nafile…

Toplantıya katılım sağlanmadı, tavsiye fiyatı belirlenemedi, gerek de yok zaten. Sektör temsilcilerinin canına yeten bir durum var ortada.

Hani pek meşhur bakanlıklarımız var ya, önce kendisinden tesis kurmak için izin isteyen, sonra da kendi kendisine izin veren bakanlıklarımız. İşte Ulusal Süt Konseyinde de benzeri bir durum yaşanıyor şu anda.

Konseyin başında patron bir isim var, Harun Çallı.

Gelelim şimdiki duruma.

Marmara Bölgesi süt fiyatları netleşiyor. Kaliteli çiftlik sütü 10.30 TL. Toplama sütler de 8.70 TL olan ihale sonucu var, ama daha yapılan ve yapılacak olan ihaleler var. 9.20 TL. Fiyatın oturacağından eminim. Her geçen gün süt aranıyor ve azalıyor. Olması gereken en düşük fiyat 9.20 TL.” diyor TÜSEDAD Başkanı.

Peki bu durumda Tarım ve Orman Bakanlığı yani devlet ne yapıyor?

Hiçbir şey!

Piyasa kaderine terk edilmiş durumda!

Sencer Solakoğlu ile yaptığım konuşmada Ulusal Süt Konseyi’nin toplanmasını isteyip istemediklerini sordum. “Biz ulusal süt konseyi toplantısını isteriz, ama gıda komitesinin orda işi olmamalı, gerçek üretici ve gerçek sanayici olmalı orda!” yanıtını aldım.

Kesime giden süt inekleri ile birlikte ciddi bir hayvan varlığımızı da kaybetmiş oluyoruz aynı zamanda. “Doğru politikalar uygulandığı takdirde 3 yıl sonra ancak geri dönüşü olacaktır verilen zararın!” diyor Solakoğlu.

Piyasa karışık, üretici kaderine terk edilmiş durumda, küçük üreticiler için bir araya gelip alıcılarla toplu pazarlık yapılması öneriliyor. Peki yeni bir açıklama gelir mi hükümet kanadından?

TÜSEDAD Yönetim Kurulu Başkanı; “Bu saatten sonra açıklanacak hiçbir fiyat piyasayı sakinleştirmez çünkü süt yok piyasada!” açıklaması ile kontrolün ne kadar kaybedildiğine dikkat çekiyor.

Şimdilerde hem üretici hem de tüketici için gelinen bu son derece karamsar tabloya gelmeden önce Vahit Kirişçi Tarım ve Orman Bakanı yapıldığında, tüm ‘sektör umutlanmış, bundan sonra doğru politikalar uygulanmaya başlanacaktır, sonunda tarım ve hayvancılığın içinden gelen bir isim bakan yapıldı’ denmişti.

Peki, Vahit Kirişçi’nin bakanlığı sürecinde aldığı kararlar, TÜSEDAD Yönetim Kurulu Başkanı Sencer Solakoğlu’nda bir hayal kırıklığı yarattı mı?

Vahit Kirişçi, Tarım Bakanlığı değil seçim bakanlığı yapıyor. Bir hayal kırıklığı yaşattı hem bana hem de süt ve et üreticisine!” yanıtı benim için yeterli.

Hasılı kelam, amacınız buysa mutlu olabilirsiniz; süt bitti!