Konut piyasasına acil destek şart

Konut piyasasına acil destek şart

Lokomotif sektör adına iyi haberler gelmiyor.

Yüksek maliyet artışları ile boğuşan inşaat sektörü talepteki keskin düşüşle yüzleşiyor bugünlerde.

Fiyat artışları ve finansman maliyetlerindeki yükseklik dikkat çekici boyutlarda olunca konut pazarı kaçınılmaz olarak daralmaya başladı.

Bu anlamda TÜİK’in açıkladığı eylül ayı verileri çarpıcı bir manzara ortaya koymuş durumda!

Eylülde Türkiye genelinde konut satışları 2021’in aynı ayına göre yüzde 22,9 azalarak 113 bin 402 adet olarak kayıtlara geçti.

Bu sert daralma neticesinde konut satışları Ocak-Eylül döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 11,4 artış kaydedebildi.

İlk yarıdaki nispeten olumlu performansı sayesinde 9 aylık dönemde eksi yönde bir artış kaydedilmedi. Ancak mevcut trend devam ederse… Ki edeceğine dair çok güçlü sinyaller var. Bu durumda 2022 yılı ya sıfıra yakın bir büyüme ya da daralma ile sonlanacak konut piyasası adına!

Krediye erişim güçlükleri ve yüksek finans maliyeti nedeniyle özellikle ipotekli satışlar alarm veriyor.

Ülke genelinde ipotekli konut satışları eylülde yüzde 43 azalışla 16 bin 970’e indi. Toplam konut satışları içinde ipotekli satışların payı yüzde 15’te kaldı.

Diğer konut satışları ise yüzde 17,8 azalarak 96 bin 432 oldu.

Kötü bir sinyal de ikinci el konuttan geldi. Sektörel gelişme için ilk el konut satışlarına dair gidişat önem taşır. Ve o cephede durgunluk sinyalleri zaten vardı.

Nitekim eylülde de yüzde 18,2 oranında daralma kaydedildi ilk el satışlarda!

Ama ikinci el konut satışları yüzde 24,9 azalış göstererek 77 bin 448’e indi. Vatandaşın daha uygun fiyatlı olan ikinci konuttan bile uzaklaşması dikkat edilmesi gereken bir uyarı işareti niteliğinde.

Hızla soğuyan pazarın canlanması birçok sektör adına elzem!

Nelerin yapılabileceğine geçmeden Bursa’daki konut piyasasına dair de bir parantez açalım.

Bursa yüzde 18,3’lük bir konut piyasası daralmasına sahne oldu eylül itibarıyla.

2021’in eylül ayında 5 bin 58 konutun satıldığı Bursa il sınırları içinde 2022’nin aynı ayında 4 bin 130 konut el değiştirdi.

İpotekli satışlar bin 106’dan 706’ya inerken finansman tarafındaki sıkıntıya net bir vurgu yapmış oldu!

Çünkü düşüş yüzde 36 seviyesinde.

Neyse ki Bursalılar ipotekli alışverişi pek sevmiyor! Konut pazarının ağırlığı yüzde 83’lük payla diğer satış kategorisinde.

Ve diğer satışlar ise 3 bin 952 adetten 3 bin 424 adede gerilemiş geçen ay. Yani yüzde 13’lük  gerileme var.

Kısacası son birkaç aydır Bursa ülke ortalamasından nispeten daha iyi performans gösteriyor!

Ancak yılın ilk yarısı durum tam tersiydi. Haliyle yılın tamamında Bursa adına çok da iyimser bir manzara oluşmayacak.

Neticede tüm ülkede konut satışları düşüyor.

Düşen alım gücü, yüksek fiyatlara karşı vatandaşı iyice çaresiz bırakmakta! Kredilerin de hem ulaşılmaz hem de pahalı olması durumu daha da sıkıntılı hale getirmekte.

Sonuçta hem vatandaş ev sahibi olmanın hayalini bile kuramaz oldu!

Hem de çok sayıdaki insana iş ve aş sağlayan inşaat sektörü daralma riski ile karşı karşıya kaldı!

Yüksek maliyetlere karşı azalan talep yeni projelerin hayata geçmesini engelliyor. Yapı ruhsatlarındaki tablo çok net bir görüntü vermekte.

Onlarca alt sektörü sürükleyen inşaatın göz ardı edilme lüksü yok!.

Neticede hem konut piyasasına hem de inşaat sektörüne nefes aldıracak düzenlemelerin yapılması elzem.

Vergi ve kredi yükü açısından konut satışlarının desteklenmesi mümkün. Ayrıca inşaat firmalarının yükünü hafifletecek adımlarr da atılmalı.

Özgöz’den hem genele hem yerele eleştiri bombardımanı

Özgöz’den hem genele hem yerele eleştiri bombardımanı

Genel seçimlere sayılı aylar kaldı.

Hatta iki elin parmaklarından bile az. İşte bu açıdan bakınca siyaset sahnesinde var olan oluşumlar bir yandan kendilerini halka anlatmaya çalışırken, diğer yandan da yaptığı çalışmaları medya organlarıyla paylaşmaya gayret ediyor.

Bu noktada aracılık görevi biz gazetecilere düşüyor.

Zaman zaman bu noktada gerçekleşen basın toplantılarını yerinde takip ediyoruz.

O toplantılardan biri de dar kapsamlı DEVA Partisi Bursa İl Başkanlığı’nın gerçekleştirdiği toplantıydı.

Önümüzdeki seçimler bir noktada DEVA’nın geleceğini belirleyecek.

Belki ya tamam ya da devam diyecekler.

Belki de sandıklar açıldığında herkes yanılacak.

Bu açıdan değerlendirince DEVA şimdilik kara kutu…

Onlar çalışıyor.

Ama çalıştıklarını yukarıda yazdığımız gibi bizler kanalıyla aktarmaya çalışıyorlar.

Bizler de görevimizi yerine getirme adına;

Cuma sabahı Serkan Özgöz’ün davetlisi olarak DEVA’nın Bursa’daki A takımı ile kahvaltıda buluştuk.

Bu buluşmada Başkan Serkan Özgöz önce genelden girdi, ardından yerelde.

Kimi zaman merkezi iktidarı kimi zaman da merkezi iktidarın yereldeki temsilcilerini eleştirdi.

Hem Türkiye iyi yönetilemiyor dedi.

Ardından da Bursa için benzeri ifadeleri kurdu.

Sonrasında örnekler verdi.

O örnekler içinde üniversite öğrencilerinin büyük illerdeki yaşama sıkıntılarına yönelik rakamlar verdi. Ardından mezun olduktan sonra ne yapacaklar?

Nasıl geçinecekler diye sorguladı.

Sonrasında teşkilat olarak atanmışlıktan, seçilmişliğe geçtikleri süre zarfında yaptıklarını anlattı.

Bu minvalde 250 günlük sürede toplam 750 etkinlik gerçekleşmiş.

Bunun 2,54’ü halkla diyalog diğerleri de yönetimsel toplantılar.

Eylem planlarını 100’er günlük hazırlayan DEVA Bursa bu süre zarfında 150 STK ziyareti planlamış.

Yine iktidara geldiklerinde ise 771 konu başlığında eylem planı hazırlamışlar.

Bursa’da üye sayıları 6 bini geçmiş durumda, Kestel, Keles, Büyükorhan ve Harmancık ilçelerinde 15 Kasım 2022 tarihine kadar kongre yapma düşünceleri mevcut.

Yine Orhangazi ve İznik için çalışmalar hala devam ediyor.

Üç büyük ilçedeki çalışmaların öznesinde ise mahalle temsilcileri ve seçime yönelik çalışmalar mevcut.

DEVA Bursa kendine güveniyor.

Halk onlara güvenecek mi?

Onu da gerçekleşecek ilk seçimlerde göreceğiz…

BURSA BAROSU’NDA SEÇİM ZAMANI


Akademik odalarda seçim heyecanı Bursa Barosu ile devam edecek. Bugün önce toplanacaklar, yarın da seçim gerçekleşecek.

Bu minvalde, yarın gerçekleşecek seçimlerde uzun zaman sonra üç liste yarışacak.

Mevcut başkan Metin Öztorun’un karşısında Önce Meslek Grubu adayı Hakkı Savunur Soğancı ve sağ grup olarak nitelendirebileceğimiz grubun adayı Levent Çelik yarışacaklar.

Adaylar meslektaşlarına neler vaat edecek?

Onu da pazar günü adayların konuşmalarında öğrenmiş olacağız.

Bizler de seçimleri yakinen takip edeceğiz.

Üç adaya başarılar diliyoruz.

Kazanan Bursa Barosu olsun…

Mesele ‘liyakat’

Mesele ‘liyakat’

Son dönemlerde en çok konuşulan, anlamı üzerinde en çok durulan, hatta yerli yersiz kullanılmaya bile başlanan kelime ‘liyakat!’

Arapça ‘lyk’ kökünden gelmiş olan liyakat kelimesi layık olma manasına gelmektedir. Türkçe olarak yaraşmak, yakışmak ya da uygun olmak da denebilir. Özellikle görevine uygunluk işaret eden kullanımıyla bakıldığında ise ‘Bir kişinin, kendine iş verilirken güven duyulmasını elde ettiren kalitesi, o işe yaraşması, yeterlilik’ anlamlarında kullanılmaktadır.

Kelimeyi kökünden başlayıp incelememizi tamamladığımıza göre, DEVA Partisi’nin bundan sonra muhtemelen ayda bir yapacağı durum değerlendirmesi içerikli basın toplantısına katılan bir köşe yazarı olarak, bu kelimeye neden bu kadar taktığımı da anlatmalıyım size.

Çünkü bence toplantının ana gündem maddesi ‘liyakat’ kelimesinin gizeminde saklıydı.

Toplantı öncesinde ve toplantı sonrasında konuştuklarımız, toplantı içeriğinde yapılan eleştirilerle örtüştürüldüğünde şunu söylemek mümkün.

Zamanında liyakatli kadrolarla; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele etmek için göreve gelen, görevinin ilk yıllarında mücadelesi konusunda önemli mesafeler kat eden AK Parti, geldiğimiz noktada mücadele ettiği tüm Y’leri bağrına basmış, adeta savunur hale gelmiştir ve şimdi bir L’nin kaybettirdiklerine bakmaktadır!’

Bir sabah kahvesi eşliğinde başlayan, ardından içilen çaylarla devam eden toplantıda, öncelikli olarak sahada olmak için verilen çabayı anlattı DEVA Partisi Bursa İl Başkanı Serkan Özgöz. Ardından da içinde bulunduğumuz ekonomik durumu kısaca özetledi;

Çin tipi büyüme duvara tosladı. Faiz anaparayı geçti, temerrüte düşme riski var! Yani faizi ödenemediği için anaparanın da geriye istenmesi!”

Önemli ve endişe verici bir ekonomik bilgi…

Siyasetçiler tarafından hissettirilen ülke atmosferinin; ‘LGBTİ+ leri ne yapacağız, türbanlıları nerede konumlandıracağız, terörist misin değil misin, ahlaklı mısın değil misin’ kıskacına özellikle sokulmak istendiğinin altını dikkatlice çizdi Özgöz. Gerçeklerin mutfaktaki yangında, gözlerde sönen umut ışığında olduğunu da hatırlatarak.

Toplantı çerçevesinde zaman zaman köşeme taşıdığım 2040 Çevre Düzeni Planının hazırlıkları konusunda muhalif bir bakış da edindik.

Merinos’ta halen çalışmaları devam eden ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş tarafından 4 ayda tamamlanacağı söylenen plana katkı sunmak için DEVA Partisi Yönetim Kurulu Üyesi Mine Norşon da katılmış görüşmelerin bazılarına. Ancak edindiği izlenim belediye tarafından oluşturulan ekibin böyle bir planı yapacak yetkinlikte, yani ‘liyakatte’ olmadığı yönünde!

Gerekenler yapılmayınca şehri planlamaya BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay soyundu. Yeni sanayi bölgeleri ihtiyacı var diyor, yerlerini planlıyor. Şu anda Burkay’ı eleştiriyor gibi görünüyorum, ama bir gerekliliği dile getiriyor. Gerekli planlama yapılsa herkes kendi işine bakar” diyen İl Başkanı Özgöz’ün söylemi ile birebir örtüşüyor yapılan açıklamalar.

Peki nasıl yönetiliyor Bursa?

İşi bilen adamların lafının dinlenmediği, tamamen siyasi kafa ile kararlar alınan bir rant şehrine döndü Bursa. Kişisel tercihler, ricalarla iş yapılıyor. Vatandaşın çıkarı düşünülmüyor. Şehrin bütün sorunlarının ardında kişiye göre iş yapmak, kötü yönetim, akraba belediyeciliği var. Plansızlık var, kötü yönetildiği için kötü finansal tercihler var!” diyerek konuya bakış açısını ortaya koydu DEVA Partisi Bursa İl Başkanı Serkan Özgöz.

Söz döndü dolaştı yine o meşhur kelimeye ‘liyakat’e geldi anlayacağınız.

Liyakatli kadrolar iş başında olduğunda, bilimin ışığında yol alındığında gerek ülke gerekse şehir gündeminde çok başka konuların konuşuluyor olacağı net.

Bizim de bisiklete binen başbakanımızı yolda selamlamak, parkta yanımıza oturup sandviçini yiyen belediye başkanımızla sohbet etmek hakkımızdır diye düşünüyorum.

Amerikalının derdi bizi niye gerdi?

Amerikalının derdi bizi niye gerdi?

Elalemin derdine odaklanır olduk.

Küresel enflasyon hadi bize de yansıyor. Kaçınılmaz bir etki ve dert olarak.

Başta Avrupa olmak üzere dünya ekonomilerindeki yavaşlama süreci ve hatta daralma riski de bizim dert listemizde yer bulmakta kendine!

Bunu da haklı bir dert olarak kabul etmek zor değil.

Çünkü ihracatımızı riske atan gelişmeler bunlar.

Tamam ama ABD’nin enflasyonu ya da işsizlik rakamlarını dert eder olduk fazlasıyla!

Hatta Türkiye’nin enflasyon ve işsizlik rakamları bile ABD verileri kadar önemsenmiyor ekonomik aktörlerce artık.

Peki bize ne Amerika’nın rakamlarından?

Elalemin verilerini dert etmemizin temel nedeni küresel anlamda rezerv para birim olan doların kaderini belirliyor olmaları.

İşte o nedenle de bu hafta tün dünya gibi biz de ABD’nin enflasyonuna ve işsizlik rakamlarına çevirdik gözümüzü kulağımızı!

Ve perşembe günü itibarıyla gelen rakamlar çok tuhaf bir piyasa gününü yaşattı.

Dolar önce yukarı gitti borsalar ise aşağı… Sonrasında ise tam tersi oldu.

Aynı gün içerisinde ciddi bir oynaklık yaşandı kısacası!

Peki niye?

Yanıt için öncelikle ABD’den gelen son verileri değerlendirelim.

Eylülde beklentileri aşan yıllık tüketici enflasyonu yüzde 8,2 olarak kayıtlara geçti. Böylece ÜFE’nin ardından TÜFE de enflasyonun kalıcı olduğuna ilişkin sinyaller vermiş oldu…

Çünkü kritik öncü gösterge olan çekirdek enflasyon da 40 yılın zirvesine çıktı.

Aylık bazdaki tablo da ilginç. Eylül ayı enflasyonu yüzde 0,4 oranında artış gösterirken en yüksek fiyat artışı gıda, barınma ve sağlıkta kaydedildi. Buna karşın benzin ve enerji grubunda ise düşüş oldu.

Ve dikkat çeken bir nokta gıda enflasyonuyla göze çarptı. FAO raporuna göre küresel gıda fiyatları eylülde düşüş gösterirken Amerika’da gıda enflasyonu aylık bazda 0,8 oranında artışa sahne oldu.

Kısacası Amerikalıların başındaki enflasyon belası da kısa sürede hayatlarından çıkacak gibi görünmüyor!

Diğer taraftan ABD’de işsizlik maaşına başvuruların sayısı geçen hafta 6 haftanın en yüksek seviyesine çıktı. Beklentilerin üzerinde gelen başvurular ekonomideki soğumaya dönük bir işaret olarak kabul edildi.

Ancak çok sert bir daralmanın da işareti olarak saymak doğru değil son verileri.

Dolayısıyla enflasyona karşı Amerikan Merkez Bankası Fed’in faiz yoluyla verdiği güçlü reaksiyonunu engelleyecek bir manzara yok demektir.

Ve haliyle verilerin açıklanmasından hemen sonra Fed’in kasımda 75 baz puanlık faiz artışı yapacağına dair beklentisi yüzde 100 seviyesine çıktı!

Aralıkta da en az 50 baz puanlık faiz artışı bekleniyor. Böylece 2022 faiz oranı yüzde 4,5 düzeyine çıkmış olacak.

İşte bu atmosfer dolar endeksini 114 seviyesine doğru itti önce. Dolar/TL de 18,60 dayandı.

Borsa endekslerinde sert düşüşler öne çıktı bu süreçte.

Ama bir müddet sonra sert bir oynaklık hareketi görüldü. Dolar inişe geçti borsalar yukarı!

Peki neden?

Amerikan piyasalarında “en kötüsü geride kalmış olabilir” tarzında bir iyimserliği içeren tepki alımı oluştu.

Ayrıca iyimserliği ve haliyle yatırım iştahını zorlayacak alt detaylar da eşelendi bulundu enflasyon veri setlerinde.

Neticede çok da gerçekçi olmayan bir pozitif hava pompalandı. Oynaklıktan da birileri kazançlı çıktı!

En kötüsü geride kaldı demek için çok erken. Ancak, piyasaların pozitif haberlere olan açlığını verdiği aşırı tepki ile ölçmüş olduk son oynaklıkta.

Alman Başbakanı neye şaşırmış?

Alman Başbakanı neye şaşırmış?

YÖK geçtiğimiz nisan ayında 2021-2022 öğretim dönemine ait yükseköğretim istatistiklerini açıklamış. Bu istatistiklere göre Türkiye’de 2021-2022 yılında kabaca 8 milyon 300 bin öğrenci üniversite eğitimi alıyor. Bu öğrenciler ezici bir çoğunlukta devlet üniversitelerinde. Geri kalan az bir kısmı ise vakıf üniversitelerinde.

Verilere göre Türkiye’deki üniversite öğrencisi sayısı da, üniversite sayısı da sürekli artıyor. Örneğin bu yıl bir önceki yıla göre yaklaşık 56 bin kişi artmış.

2022’de üniversite sayısı da 208’e ulaşmış.

Peki, öğretim üyesi sayısı aynı hızla artıyor mu?

Ne gezer, gün geçmiyor ki bir fakültede nepotizm ya da liyakatsizliğe bağlı bir skandal yansımasın basına.

Tabii bir de gençlerin barınma derdi var. En hayati dertlerden biri. Milyonlarca öğrenci bulunmasına rağmen devlet yurtlarının kapasitesi yetersiz.

Tarikatlar ve cemaatlerin bu alandaki hegamonyası devam ediyor. Öyle ki, birçok aile maddi durumları elverişli olmadığı için çocuklarının tarikat yurtlarında kalmasına göz yummak zorunda kalıyor.

Öte yandan geçim derdi yükseköğrenim öğrencisi olan gençlerin bunalımlarının ana kaynağı.

Kahve içmenin dahi lüks sayılacağı bir ekonomik ortamdan söz ediyoruz.

Üniversite aslında yalnızca bir akademik eğitim dönemi değil. Aynı zamanda kişinin kendini sosyal açıdan kültürel açıdan hayata hazırlama ve kişilik özelliklerini bulma dönemi. Ama barınma gibi temel bir ihtiyacın karşılanamadığı, akademik yetersizliklerle dolu liyakatsiz kadroların doldurduğu gecekondu fakülteler gençlerin en büyük dramı.

Üniversite sayısının artışı her ne kadar daha çok öğrenciye eğitim götürmek gibi görünüyor olsa da, aslında bir çözümsüzlük yumağına dönmüş durumda. Her yıl bu üniversitelerin verdiği mezunların içinde her 10 gençten 4’ü işsiz.

Pandeminin etkisini arttırdığı fırsat eşitsizliği cabası. Özellikle pandemi döneminde uzaktan eğitimin devreye girmesiyle daha da tırmanarak, ortaöğrenimde daha da görünür halde bu fırsat eşitsizliği. Öte yandan yükseköğrenim hakkının sınav ve puan sistemiyle belirleniyor olması da orta öğrenimde yaşanan fırsat eşitsizliğini, yükseköğrenime taşıyan bir durum.

Öyle anlaşılıyor ki, üniversite enflasyonu aslında mevcut milyonlarca işsizliği ötelemek için kullanılan bir araç durumunda. Zaten üniversite mezunu birçok kişi kendi alanında iş bulmakta, atanmakta zorlanıyor.

Peki bu manzarada Alman başbakanının aslında şaşırdığı ne olabilir?

Üniversite öncesi ayrı, üniversite esnasında ayrı, üniversiteden sonra apayrı cenderelerden geçirilen bu gençlerin “eğitim olanaklarının geliştirildiği” tezinin hala rahatlıkla bir propaganda unsuru olarak tekrarlanıp durması olabilir mi?

Cihannüma Bursa Akademisi ders başı yapıyor

Cihannüma Bursa Akademisi ders başı yapıyor

Özellikle sivil toplum kuruluşları, içi doldurulursa ortaya çok güzel işler çıkarıyor. Aksi durumda ise tabela derneğinden öte geçmiyor.

Bu minvalde içi de yönetimi de gerçekten dolu olan, geçmişte Milli Gençlik Vakfı yurtlarında kalan üniversite ağabeylerinin kurduğu sivil toplum kuruluşlarından biri de Rıza Yorulmaz’ın Genel Başkanı olduğu Cihannüma Derneği.

Gerçekten dolu dolu çalışmalar gerçekleştiriyorlar.

Derneğin Bursa İl Başkanlığını ise Ahmet Tirfil üstlenmiş durumda.

Öte yandan, hatırlatmakta fayda var, yine derneğin genel merkezinde Bursalıların yakinen tanıdığı Mustafa Çaltılı, Ali Yılmaz gibi isimler de önceki yıllarda ve dönemlerde görev yapmıştı.

Dernek bu minvalde faaliyetleri arasında zaman zaman farklı dosyaları alıyor, Cihannüma Akademi başlığında çalışmalar yapıyor.

Üniversite öğrencilerini geleceğe hazırlama adına taşın altına elini koymaktan geri kalmıyor.

Bu faaliyeti bir tık daha ileri götürerek Bursa özelinde ise sadece üniversite öğrencilerinin katılacağı 16 haftalık Cihannüma Akademi’yi başlatıyorlar.

İlk haftanın konusu “Çağımızda Münevver Olmak.”

İlk ders Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Osmangazi Salonu’nda verilecek.

Bu hafta cumartesi günü saat 11.00’de başlayacak akademide ilk dersler Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. A. Saim Kılavuz, Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özcoşar, Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Özden, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Semih Aktekin tarafından Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Sağlam’ın moderatörlüğünde verilecek.

Velhasılı;

Birbirinden değerli rektörler bilgi ve birikimlerini üniversite öğrencilerine anlatacaklar.

Açılış programına üniversite öğrencilerinin tamamı davetli.

Vakti olanlar kaçırmasın!

Bize de hayırlı olsun demek düşüyor…

BURSA’NIN EN GENÇ MİLLETVEKİLİ VE ÇALIŞMALARI

AK Parti Bursa Milletvekili, aynı zamanda TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi ve Bursa’nın en genç milletvekili Ahmet Kılıç’ın yapmış olduğu çalışmaları yakinen takip edenlerdenim.

Kendisi birçok konuda başarılı çalışmalar yapmasına rağmen bunları sosyal medyasında paylaşmaktan ziyade direkt parti organlarında paylaşır.

Misal olarak Türkiye’de en son iki defa kamuya iş yapan müteaahitlerin aldığı fiyat farkı çalışmasında rapor hazırlayan sektörün sorunların takip eden milletvekillerinden biridir.

Öte yandan, yine koruyucu güvenlik malzemeleri ve eldiven imalatçılarının seslerini dile getiren isimlerden biridir.

Benim de yakinen bildiğim Orhan Kara İlkokulu’nun akıllı tahtaları için ilgili bakanlık ile görüşen, bir an önce ihale edilmesi için çalışan milletvekili Ahmet Kılıç’tır.

Bursa’ya çıkan ödenekler konusunda ciddi çalışmalarda onun imzası ve çalışmaları vardır.

Milletvekili olarak en rahat ulaşılan isim olan Kılıç’ın çalışmalarını bizler yakinen takip ediyoruz.

Belki en büyük eksikliği o bunları paylaşmıyor.

O kendisi için değil partisi için çalıştığı için bunu da normal karşılamak lazım.

Bize sadece çalışmalarını tebrik etmek ve başarılar dilemek düşüyor.

Elektrik, doğalgaz ocak söndürür!

Elektrik, doğalgaz ocak söndürür!

2015 yılında dönemin Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ali Koç,2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya 50 kat zenginleşti, ama gelir dağılımında büyük uçurum var. Bunun sürdürülebilir olmadığını anlamak için Einstein olmaya gerek yok. Paradigmalar değişmeli!” dedi.

Kısacık bir an kendisinin “…sosyalizmin demir yumruğu…” diye devam edeceğini düşündüğüm açıklaması aslında son derece gerçekçi. Tüketici alamazsa üretilenin kıymeti yok. Üretici zor durumda olursa tüketicinin alması imkansız gibi bir paradoksun içinde dengeyi bulmamız şart.

İşte tam da bu nedenle sadece tüketicinin yaşadığı zorluklardan bahseden bir yazar olmak istemiyorum ve diyorum ki, enerji fiyatları!!!

Yanında üç ünlemi hak eden bir yükseliş gösteren enerji fiyatları küçük esnafı ‘mini minik esnaf’ olmaya iterken, sanayiciyi de çok zorluyor. Yani elektriğin, doğalgazın ateşi sadece evlerde ocakları söndürmekle kalmıyor.

Öncelikli olarak küçük esnafın aldığı tedbirleri sıralayayım size; dolaplar az çalıştırılıyor ya da çalıştırılmıyor, klimalar kapalı, dükkanların aydınlatmasında tasarrufa gidildi, kuaförlerin bir bölümü düz fön çekmeyi bıraktı ya da fiyat çok yüksek geldiği için müşteriler düz fön çektiremiyor. Elektrikle çalışan cihazlar her daim çalışır durumda tutulmuyor, müşteri geldiğinde açılıyor

Burada manzara trajik!

İşin sanayi boyutu daha da trajik. Eğer gayrimenkul yatırımlarından, kur korumalı mevduatlardan ya da borsa oyunlarından para kazanmak yerine üretimden para kazanmayı, istihdam yaratmayı, ülke ekonomisine katma değer sağlamayı hedefe koyduysanız, yani gerçek bir sanayiciyseniz vay halinize.

Sanayicinin son bir yılda maruz kaldığı enerji zamları yüzde 430’u aştı. Yılbaşından bu yana konut elektriği yüzde 184, sanayi elektriği ise yüzde 266 arttı. Üretim bandında yeni maliyet artışlarına yol açan söz konusu enerji zamları ürün bazında vatandaşa yansıyor, işin bir de ihracat boyutu var ki, evlere şenlik.

Sanayici küçük esnaf gibi tedbirler de alamıyor. Ya o çark dönecek ya da dükkan kapatılacak!

Özellikle otomotiv sektöründe önceden belirlenmiş fiyatlar üzerinden yürütülen projelerde aynı fiyatlara bağlı kalmak sanayici için zor. Fiyat artışı istemek daha da zor. Yani işin ihracat yanı sekteye uğramaya mahkum.

Tekstilcilerin halini konuşmasak daha iyi.

Kısacası, faturanın ateşi sadece evleri değil küçük esnafından sanayicisine üreticiyi de yakacak.

Pek meşhur replikle söylersek eğer ‘Kış geliyor…’ hem de öyle bir kış ki, soğuğu pek çok hanenin ocağını söndürecek.

VATANDAŞLIKTA YOLSUZLUK İDDİALARI

Zamanında ünlülerimiz yurt dışından evler alıp o ülkelerin vatandaşı olmak gibi yollar izlerlerdi. Ama bu hayli zaman önceydi. Şimdi devran döndü dolaştı, şöyle bir hal aldı;

“Resmi Gazete’de geçtiğimiz Nisan ayında yayınlanan yönetmelikle, istisnai olarak Türk vatandaşlığına başvuru için satın alınması gereken gayrimenkulün değeri 400 bin dolara yükseltilmiştir. Bu değişiklikle en az 400 bin Amerikan doları tutarında taşınmazı tapu kayıtlarına 3 yıl satılmaması şerhi koyulmak şartıyla satın alanlar, Cumhurbaşkanı kararı ile Türk vatandaşlığı kazanabilmektedir.”

İşin en başından bu yana bir ev tapusuyla vatandaşlığın satılmasına karşı olanlar olduğu gibi, konunun başka bir durumu daha doğurduğuna ilişkin söylentiler de mide bulandırıyor.

CHP Bursa Milletvekili, Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Üyesi Prof. Dr. Yüksel Özkan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya vatandaşlık alımında rüşvet iddialarını sordu!

İddia şudur ki;

Suriyeli, Pakistanlı, Afganistanlı mülteciler Türk vatandaşlığı almak için 400 bin dolarlık bir gayrimenkul almak zorundalar.

Gerçek değeri 2 ya da 3 milyon TL olan bir dairenin ekspertiz tarafından 400 bin dolar olarak gösterildiği ve bu sayede özellikle Suriye, Afgan ve Pakistan uyruklu kişilere vatandaşlık verilmesinin yolunun açıldığına işaret ediyor Özkan ve soruyor;

1.Basına yansıyan iddialar doğru mudur?

2.İddialar doğru ise söz konusu yolsuzlukları durdurmak için herhangi bir çalışmanız var mı?

3.Söz konusu gayrimenkul alımlarında herhangi bir kontrol mekanizması mevcut mudur?

4.Vatandaşlık alma bahanesi ile ülkemizde kara para aklandığı iddiaları son derece vahimdir. Bu iddialar doğrumu dur?

Kara para aklanmasından rüşvet ve yolsuzluk ağına enteresan bir karışım! Soru önergesi ile meclise taşınan meseleye yönelik sorular cevaplanmaya muhtaçtır.

İstihdamı korumak için ne yapılacak?

İstihdamı korumak için ne yapılacak?

Reel yani hayatımıza doğrudan dokunan ekonomi ne durumda?

Bu kritik soru milyonların hayat kalitesini birebir ilgilendiriyor.

Yani üretim ve istihdam gibi hayati konulardaki gidişat hepimizi iş ve aş anlamında fazlasıyla bağlıyor.

2022’nin ilk yarısında canlı ekonomik faaliyetlerin sahne aldığını söylüyordu göstergeler. İkinci yarıdan itibarense yavaşlama sinyalleri keskinleşir oldu.

Bu hafta açıklanan iki kritik veri madalyonun farklı iki yüzü olarak önemli sinyalleri paylaştı bizlerle!

Nasıl mı?

TÜİK’in açıkladığı ağustosa ait sanayi üretimi ile istihdam verileri bir yanıyla yüz güldürürken diğer yanıyla da uyarı işareti vazifesi gördü.

Öncelikle bardağın boşalmakta olan kısmına bakalım.

Beklentilerin altında kalan ağustos ayı sanayi üretim verilerine göre yıllık büyüme iki yılın en düşük seviyesinde gerçekleşti.

Ağustosta bir önceki yılın aynı ayına göre sanayi üretimi sadece yüzde 1 oranında artış kaydetti!

Temmuza göre ise aylık bazdaki üretim artışı yüzde 2,4 seviyesinde gerçekleşti.

Peki bu rakamların özünde anlatmaya çalıştığı şey ne?

Temmuzda sanayi üretimi aylık bazda pandemi başından bu yana en sert daralmaya sahne olmuştu. Yani sanayi cephesinde fren izleri görülmeye başladı.

Ağustosa dönük canlanma beklentileri de çok sönük kalınca umutların erozyona uğrama riski de artmış oldu.

Özellikle de dış ticarette ihracatın talep bazlı daralma sinyalleri vermesiyle birlikte sanayide çarkların hızlanması pek de kolay olacak bir durum gibi görünmüyor. Nitekim çeşitli öncü göstergeler, sanayi tarafında umutvar olmayı bir kenara bırakmamız ve tedbir almamız gerektiğini söylüyor!

İç piyasayı destekleyici önlemlerin sahne alması söz konusu elbette. Ama daha ziyade ticaret erbabına esnafa dönük kredi bazlı bir görünüm var şu anki desteklerde…

Uygulama zamanı ve gecikmeli etkileri de dikkate alınacak olursa bu yılı kurtaran bir adım henüz mevcut görünmüyor.

Nitekim merakla beklenen ücret artışları ve KGF desteklerinin arz ve talebi canlandırma etkisi de 2023’ün ikinci çeyreğinde daha ziyade kendini gösterecektir!

Ve unutmayalım ki enflasyon baskısı altına bir talep ve üretim artışıyla yüzleşmek durumundayız.

Bardağın dolu tarafına baktığımızda ise şimdiye kadar yaratılan istihdamın işe yaradığını ve resmi işsizlik rakamının tek haneye indiğini görüyoruz.

Ağustos ayı işgücü istatistiklerine göre işsiz sayısı bir önceki aya göre 100 bin kişi azalarak 3 milyon 312 bin kişiye indi.

İşsizlik oranı ise 0,4 puanlık azalışla yüzde 9,6’ya düştü.

İstihdam edilenlerin sayısı ağustosta bir önceki aya göre 366 bin kişi artarak 31 milyon 14 bin kişiye yükseldi.

Yılın ilk yarısındaki ekonomik canlanmanın mevsimsel etkilerle birleşerek ağustosta pozitif bir manzara oluşturduğunu görüyoruz!

Ancak işsizlikteki gerileme trendinin kalıcılığı pek de mümkün bir olasılık gibi görünmüyor. Üretim verileri uyarı sinyali verdi bile.

Projeksiyonlar son çeyrekte yine çift haneli bir işsizliği öngörmekte.

Önemli olan istihdamı koruyacak uzun vadeli tedbirlerin devreye girmesi…

Sadece seçimin bir nimeti olarak geçici iş ve aş sahibi olmanın riskleri vatandaşın sırtına yüklenmemeli.

2023 seçimleri için aday belirleme anketleri başladı

2023 seçimleri için aday belirleme anketleri başladı

TBMM ekim ayı başında açıldı, son yasama dönemine ilişkin çalışmalara başladı.

Neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar bir yasama dönemi bitti, bitmek üzere.

Tünelin sonunda seçim var.

Bu yasama dönemi tarihe geçti, desek abartmış olmayız.

Pandemi ile yaşamayı öğrendik, evden çıkamadık.

Ukrayna-Rusya Savaşına tanıklık ettik.

Enflasyon canavarı hanemize tekrar geldi.

Velhasılı, yaşanmamışların yaşandığı bir dönem oldu.

İşte bunlar ışığında açılan yasama dönemi sonrası, bir yandan milletin vekilleri Ankara’da yoğun mesaiye devam ederken, diğer taraftan da siyasi partilerin 2023 seçimleri için çalışmalarına başladıklarını biliyoruz.

Önceki gün bir dostumla kahve içtiğim sırada gelen bir telefonla ankete şahitlik ettik.

Ankara’dan arayan bir anket firması başladı sormaya.

Önce genel olarak tüm milletvekillerini sordu.

Sonrasında “hangisi en başarılı?” dedi.

Finale doğru da AK Parti’nin en başarılı milletvekilini sordu.

Yeni dönemde AK Parti’de mevcut milletvekillerinden kimler devam etmeli?” dedikten sonra da “başka kimleri milletvekili görmek istersin?” sorusuna dostumdan yanıt vermesini istedi.

Arkadaşımın bir soruda net yanıtı vardı.

Milletvekili kim olursa olsun ama Bursa’ya misafir olarak gelen değil, Bursa’da ikamet eden birisi olsun” demesi dikkat çekti.

Benim de bu köşede senelerdir savunduğum ilkelerden biri bu.

Hangi siyasi parti kimi aday gösterirse göstersin, ama Bursalı bir ismi aday göstersin, diye defalarca yazı yazdım.

Gerçekten de öyle, Bursa ara sıra gelinecek değil, sürekli durulacak bir yer.

Bu arada, arkadaşımın verdiği yanıtlar arasında dikkat çeken diğer bir ayrıntı ise milletvekillerinin yarısından fazlasının yenilenmesi gerektiğine ilişkin bir düşünce idi.

Bu da oldukça dikkat çekti.

Bakalım bu manada, kimler tekrar listelerde yer bulabilecek?

Kimler açıkta kalacak?

Ya da hangi isimler 2024 için dinlenmeye çekilecek?

Bunların hepsini yakın bir tarihte göreceğiz, takip edelim…

GÜRSU BELEDİYE BAŞKANI IŞIK’TAN ANKARA ÇIKARMASI

Özellikle son zamanlarda yapılan çalışmalarla Gürsu’nun ismi daha fazla duyulmaya başlandı.

Bir tarafta Uludağ OSB Başkanı Yunus Aydın’ın çalışması, ardından AK Parti Bursa Milletvekili Atilla Ödünç’ün destekleri ile hızlı trenin Gürsu İstasyonu konusunda mutlu sona ulaşıldı.

İlçede mutlu sonla bitmesi istenen diğer işler konusunda, geçen hafta içinde Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık Ankara’ya gitti.

Ankara’da ona en büyük desteği veren isim AK Parti Bursa Milletvekili Atilla Ödünç oldu.

Ödünç ve Işık, Gürsuluların bitmesini merakla beklediği altyapı ve kent meydanı çalışmaları için Ulaştırma ve Altyapı Başkan Yardımcısı Ömer Faruk Şayan’ı makamında ziyaret ettiler. Çalışmalarla ilgili hem bilgi verdiler hem de destek istediler.

İstedikleri destek konusunda söz de alan Işık, mutlu şekilde Gürsu’ya döndü.

Süt meselesine köklü çözüm

Süt meselesine köklü çözüm

Serde Mustafakemalpaşalı olmak var. Bizim için süt ve süt ürünleri vazgeçilmez bir tat.

Yani düşünün; sütten peynir, peynirden tatlı yapmışız. Bu konuda hamsiden her kalem ürünü soframıza taşıyan Karadeniz insanına benzetirim kendimi.

Süt, bir Mustafakemalpaşalı için vazgeçilmezdir…

Bugünlerde fiyatı üzerinde uzun uzun konuşulup tartışılan sütü neden sıklıkla köşeme taşıdığımı girişte açıklayayım istedim size. Bizim için, benim için hayat memat meselesi bu konu.

Gelelim yaşananlara.

Ulusal Süt Konseyi’nin sütte fiyat artırımına gidilmeyeceği yönünde yaptığı açıklamanın ardından 15 Mayıs tarihinden itibaren yem, mazot ve işçi maliyetleri gibi girdilere gelen zamları sineye çeken, özellikle küçük üretici, adeta isyan etti ve piyasa kendi fiyatını belirleme noktasına geldi biliyorsunuz.

Bilmiyorsanız da işin bu kısmını aklınızda tutun bence, çünkü bu bölüm bize gösteriyor ki; hakkını almak isteyen bir biçimde almanın yolunu buluyor, olmadı yol gelip onu buluyor.

Piyasa kendi fiyatını belirlemeye başlayınca Ulusal Süt Konseyi yeniden toplantı çağrısı yaptı, katılım olmadı. Ciddi tartışmaların yaşandığı, sektör temsilcilerinin birbirini suçladığı bir sürecin ardından Konsey tavsiye satış fiyatını 8.50 TL’ye çıkardığını duyurdu. Böylelikle çiğ süt referans fiyatına yüzde 13.3 zam gelmiş oldu.

Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, “Ulusal Süt Konseyince 14 Ekim 2022’den itibaren çiğ süt fiyatının tavsiye fiyatı 8.50 TL olarak belirlenmiştir. Bakanlığımızca Ekim-Aralık dönemi için 20 kuruş ödenmesi planlanan çiğ süt destek primi de iki buçuk kat artırılarak 50 kuruşa yükseltilmiştir. Böylece üreticinin eline en az 9 TL geçecektir” dedi.

Aslında meseleyi asgari ücret artışına benzetsek yanlış olmaz sanırım. Asgari ücretin artış oranı açıklanır açıklanmaz temel tüketim ürünlerine nasıl peş peşe zam yapılıyor ve asgari ücretli daha zamlı maaşını cebine koymadan yeni zamlarla yüzleşiyorsa, işin üretici kısmında da benzeri gelişmeler söz konusu.

Süt üreticisi çiğ süte açıklanan zam daha piyasada oturmadan yemi zamlı almaya başladı zaten.

Yoğun enflasyonist ortamda üretici de tüketici de memnun değil halinden.

İşlerin neden bu noktaya geldiğine ilişkin Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak ile görüştüm.

Artık seçim odaklı gidiyor bütün kararlar. Süt de piyasadaki pek çok ürünün ham maddesi olduğundan fiyat artışı oluşmasın diye çiğ süt fiyatını yükseltmeme yönüne gitmek istediler. Bir yandan enflasyonu dizginlemeye çabalarken bir yandan bir sektörü yok etme noktasına getiriliyor” diyor Çakmak.

Fiyat artırmama kararı vererek çiftçiyi mağdur etmek yerine çiftçinin ana girdilerine yapılan zamların önüne geçilmesi gerektiğini önemle vurgulayan Çakmak, birçok işletmenin kapanma noktasına geldiği konusunda üretici ile hem fikir. Ancak sorunun geneline bir bakışı ve çözüme köklü yaklaşımı var.

Tıpkı asgari ücrete sürekli zam yapmak yerine alım gücünü arttırmak asıl çaredir açıklaması yapan ekonomistler gibi Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı da;

“Bizim ortalama inek verimimiz yıllık 3 bin 100 litre civarında. Avrupa Birliği standartlarında bu rakam 6 bin litre. Biz bunları konuşmalıyız aslında. Süt verimimizi AB normlarına getirirsek, fiyatları bu kadar konuşmayacağız belki de. Esas sorun küçük işletmelerin AB standartlarında üretim yapmasını sağlamakta.

Küçük işletmelerimize veteriner ve ziraat mühendisleri ulaşamıyor. Bilim oraya dokunamıyor. Küçük işletmelerin hijyen ve sağlık koşullarını iyileştirmemiz, hayvanların kaliteli yemle beslenmesini sağlamamız, kötü koşullar nedeniyle yaşanan buzağı kayıplarının önüne geçmemiz gerekiyor.

Güçlü, sağlam ve kaliteli damızlık temini, işletmelere gerekli barınak desteği ya da hibesi ve kaliteli yem desteği ile çözebiliriz ancak çiğ süt ve yem fiyatları arasındaki yarışı!” diyor.

Çok mantıklı değil mi?

Bu noktada şu soruyu soruyorum: ‘Asıl mesleği çiftçilik olmayan üreticilerin hibe ve desteklerden faydalanmaları yerine, köylerdeki küçük işletmelerin devletin sağladığı avantajlardan yararlanmaları ve daha doğru üretim yapmalarının önünde kim engel olarak duruyor ki?’

Biri bana bu sorunun yanıtını verirse çok bahtiyar olacağım.

Süte leke düştü çünkü…

Yüksek enflasyon ortamında gezinmek

Yüksek enflasyon ortamında gezinmek

Hal ve gidişat nasıl?

Konu ekonomi. Küresel ekonomi! Ve sonra milli ve yerli ekonomi…

Özet yanıt IMF’nin Küresel Finansal İstikrar Raporu’nun ekim sayısının başlığında yer alıyor aslında!

“Yüksek Enflasyon Ortamında Gezinmek”…

Yani dünyanın derdi ortak enflasyon canavarı.

Rekorlara doymayan canavar her gün fakir fukaranın minicik gelirlerini daha da büyük iştahla tüketiyor!

Ve orta direk kavramını bile haritadan silecek bir gidişatı da tetiklemiş oldu.

Çünkü hemen her ülke kendince bir tarihi zirve yaşıyor hayat pahalılığında.

Türkiye’de ise hayat pahalılığı günlük sıradan bir olay haline geldi neredeyse! Zamsız gün yok gibi çünkü. Haliyle insan alışmakta. Ve enflasyon olağan hale gelmekte.

Ama maalesef ki eriyen gelirler azalan alım gücü olağanın ötesinde sıkıntıları dayatıyor.

Aslında IMF raporunda da dikkat çekildiği üzere, dünya ekonomisi, on yıllardır karşılaşmadığı bir zorluk olan “inatçı yüksek enflasyonla” karşı karşıya!

Yani mesele sadece bizim meselemiz değil.

Ancak sorun küresel olunca bu süreç ek yükleri de ne yazık dayatıyor ülkemize. Hem iç hem de dış enflasyon kaynaklarının varlığı ne yazık ki Türkiye’yi çok zor koşulların içine itmiş durumda.

Dışarıdan ithal edilen enflasyonun baskısı var özellikle enerji üzerinden. Bir de başta ABD olmak üzere dünya ülkeleri enflasyona karşı faiz silahına sarıldıkça döviz üzerinden gelen darbe ile karşılaşıyoruz.

İçteki ek maliyet artışları ve fırsatçılık ruhu da bu süreci destekler bir özellik taşıyor!
Enflasyonla mücadelenin de büyümeyi destekleyen politikalar nedeniyle çok sınırlı kaldığı görünmekte.

Bu çerçevede küresel çaptaki arz kaynaklı enflasyon, yüksek faizlerin dayattığı yüksek kur yükü ve yavaşlayan ekonomiler topyekün bir dert oluşturmakta.

Çünkü artan dış açıkların daha da tırmanmasına yol açan bir manzara var. Azalma eğilimi gösteren dış talep ve maliyet kaynaklı kar erozyonu ihracatçı kesimleri ciddi biçimde tehdit ediyor artık!

IMF uzmanlarını da dikkat çektiği üzere küresel finansal koşullar sıkılaşmakta ve makroekonomik temelleri zayıf olan birçok ekonomiyi de bu süreç olumsuz etkilemekte.

Geleceğe dair uyarlar da es geçilecek cinsten değil.

“Ufukta fırtına bulutları varken küresel ortam kırılgan.” değerlendirmesi kayda değer.

Türkiye açısından kırılganlık özellikle dövizdeki risklerde beliriyor.

Dövize olan ihtiyaç her ay yükselirken döviz bulmanın maliyeti artıyor. Finansman açısından düzenli döviz girişi şimdilik çok da garanti bir görüntü vermiyor!

Nasıl mı?

Cari açıktaki gidişat net ipuçları veriyor riskler hakkında.

Ağustos ayında cari açık 3,11 milyar dolar oldu. Yıllık cari açık da 40,9 milyar dolara çıkarak 2018 yılından bu yana kaydedilen en yüksek seviyeye ulaştı!

Açığı finansa etme yolumuz ise ne yazık ki kaynağı belli olmayan döviz girişleri oldu.

Ağustosta net hata noksan girişi 4 milyar dolar olurken Ocak-Ağustos döneminde ise toplam net hata noksan girişi 28,3 milyar dolarla rekor kırdı.

Yani ihtiyaç olan dövizi bulamam riski mevcut… Küresel faiz artışı ortamında kur riskini de beraberinde getiren bir tablo anlamını taşıyor bu durum!

Kısacası enflasyonu daha da şımartacak bir riske karşı çok dikkatli olmak gerekiyor.

Sözün özü; birbirini sarmal halinde besleyecek bir kur – enflasyon döngüsüne izin vermemek şart.

Basın sordu, Özgür Özel cevapladı

Basın sordu, Özgür Özel cevapladı

Uzun süredir en büyük şikayetlerimden biriydi, Bursa basını ile siyasi partilerin genel merkezlerinden gelen temsilcilerin ve siyasi parti genel başkanlarının bir araya gelip soruları yanıtlamıyor oluşu.

Bu konuda kıymetli olarak değerlendirebileceğim, önemli bir basın toplantısına katıldım bugün. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Mudanya Mütarekesi’nin 100. yıldönümü törenine katıldıktan sonra CHP Bursa İl Başkanlığında bir basın toplantısı düzenleyerek sorularımızı yanıtladı.

Dilerim benzer toplantı konseptleri genel başkanlar düzeyinde ve tüm siyasi partiler tarafından da gerçekleştirilir. Yoksa bir gün sokaklarda “Saksı değilim ben…!” diye bağırmaya başlayacağım.

Düzenlenen toplantının tek katılımcısı biz basın mensupları değildik. Genel Merkezden gelen partililere derdini anlatmak isteyen, onlarla birlikte olmak isteyen CHP üyelerinin de katıldığı toplantının yaş ortalamasının hayli yüksek olduğunun altını bir kez de ben çizeyim. CHP’nin kemik seçmeni orta yaşın üzerinde, bu çok net.

Durumu iki açıdan değerlendirebiliriz; ya ‘CHP kendisini yeterince geliştiremediği için gençlere ulaşamıyor’ deriz ya da ‘Cumhuriyetin aydınlık değerleri zaman içerisinde öylesine törpülendi ki, bu değerleri en iyi savunanlar, o dönemlerin en yakın şahitleri oldu’ diyebiliriz.

Belki iki cümleyi bir araya getirmek gerekir. Cumhuriyetin temel değerlerini savunurken, gençlere de bu duyguları, onların ilgisini çekecek yöntemlerle aşılamak öncelikli görevimiz olmalı. Ancak bu biçimde CHP toplantılarında yaş ortalamasını gençliğe doğru taşıyabiliriz, ancak bu biçimde partinin kemik seçmeni gençlerden oluşabilir. Çünkü özgürlüğün peşinden ölesiye koşmayacak genç tanımıyorum. Ancak pek çok siyasi partide olduğu gibi CHP toplantılarında ve etkinliklerinde de gençleri göremiyorum.

Gelelim toplantıda konuşulanlara.

Özgür Özel, ilk olarak “Bursa’nın yıllardır yenen hakkını Ankara’dan size teslim edeceğiz” dedi. Şehrimizde faaliyetlerini yürütüp vergilerini İstanbul’da bulunan büyük vergi dairesinde ödeyen işletmeleri kastederek. Yıllardır konuşulan, ancak gerçekleştirilmesi için adım dahi atılmayan bir konu bu, Bursa için de önemli bir vaat.

Sansür yasası da gündemindeydi Özel’in;

AK Parti’nin Sayın Genel Başkanı iktidara gözünü dikmiş diyor ki; yolsuzlukların olmadığı, rüşvetin olmadığı, yoksulluğun, Allah’ın izniyle olmayacağı bir Türkiye’yi biz hallederiz, biz inşa ederiz diyor. Bunu duyunca dün kurulmuş bir siyasi partiyi ya da uzun süredir iktidarda olmayan birini düşünüyorsunuz. Bu söz Recep Tayyip Erdoğan’a ait!” dedi Özel.

Malum, iktidarın iktidarda kalmasının sihirli formülü, sürekli muhalefetteymiş gibi davranmak. En çok siz bağırın ki, suçlu olduğunuz anlaşılmasın gibi bir mantık.

Sıcak gündemlerden bir diğeri benim de hayretle ‘Nasıl olur da böyle olur!’ sözleri eşliğinde izledim Taşkesenlioğlu konusuydu.

Bugün geldiğimiz noktada Zehra Taşkesenlioğlu bu partinin, AK Parti’nin Erzurum milletvekili. Abisi SPK üyesi SPK Başkanı kocası rektör birlikte rüşvet ağı örmüşler. Boşanırken ‘yetmiş milyon alacağın var, benim nüfuzumu kullanıp aldın’ diye dava açıyor kadın. Kadın milletvekilliğine devam ediyor. Dünya tarihinde ilk kez bir boşanma dosyasına gizlilik kararı getirdiler!” diyor CHP Grup Başkanvekili.

Konuyla ilgili yapılacak yorum bile yok. Öylesi bir garabet…

Elbette, Kılıçdaroğlu’nun hem parti içinden hem de ülke genelinden olumlusuyla olumsuzuyla çok sert tepkiler aldığı başörtüsü konusu da konuşuldu toplantıda.

Anadolu’daki en büyük endişenin, “CHP gelirse başörtüsünü yasaklar mı?” endişesi olduğunu söyleyen Özgür Özel,

CHP bir sorumluluk üstlendi. Madem böyle bir kaygı vardı, Genel Başkanımız dedi ki, gelin bunun yasasını çıkaralım. Ama görünen o ki bambaşka hedeflerle kimsenin evet diyemeyeceği bir noktaya getirmeye çalışıp istismar ediyorlar konuyu!” diyor.

Ben de diyorum ki; CHP içine girdiği başörtü meselesinden alnının akıyla çıkmazsa, bu konu eskisinden daha ciddi bir propaganda malzemesi olur hükümet cephesi için.

Eleştiriye açık olan konuları hepimiz biliyoruz aslında, çözümleri duymak daha önemli bizler için. Biz sorduk Özgür Özel de söyledi.

Harcadıkça vergi verme sisteminden, kazandıkça vergi verme sistemine geçilecek.

AK Parti ve MHP seçmeni bizim komşularımız, kardeşlerimiz. Devir değişti onların burunlarından getirelim diye bir şey yok.

Sansür yasası için muhalefet partileri olarak büyük bir direnç gösteriyoruz. Bir yanda basını sansürleyenler, öbür tarafta iktidarlarını dayandırdıkları bir yasaklamaya özgürlük önerenler tartışılıyor.

Biz AK Parti ile ancak erken seçime gideriz.

Başörtüsü meselesini oy konusu yapsak o konuya hiç girmezdik. Biz bu meseleyi bize oy veren değil şüpheyle yaklaşan ve AK Parti’ye oy veren önemli bir grup seçmenin kişisel kaygılarını dile getirmesi üzerine yaptık. Eleştiriler olacağını da bilerek yaptık. Bunu oy üzerinden düşünmeyiz.

Yüksek katma değerli inovasyona dayalı ürünlerle bu ülkeyi kalkındırmak lazım. Kemal Kılıçdaroğlu böyle bir kalkınmanın müjdesini vermek için çalışıyor, geziniyor, bakınıyor.

CHP’de adaylık konusunda genel başkan üzerinde tam bir mutabakat görünüyor, ama genel başkana sorarsan; bir altılı masada tam mutabakat tam onay, iki bizim adayımızın 13. cumhurbaşkanı seçilmesi. Bu seçim kaybedilme ihtimalinin göze alınacağı bir seçim değildir.

Sorularımız tamamlanana kadar zor bekledi CHP’li üyeler. Tartışmaya açacakları ilk konunun il ve ilçe kongrelerinin ön seçimle yapılması olduğunu tahmin ediyorum. Getirecekleri en sıkı eleştirinin de türban meselesi üzerine yoğunlaşacağından eminim. Bazı partililer de artık partilerini tanıyamamaktan şikayetçi olacaktır.

Özgür Özel’in işinin bundan sonraki kısmının daha zor olduğunu söylemeye gerek bile yok. Zira CHP’ye yapılan en sert muhalefet hep parti içinden gelir.

Çünkü CHP çok sesli bir partidir.

Türkiye’nin milli savunma sanayisi gelişmeseydi ne olurdu?

Türkiye’nin milli savunma sanayisi gelişmeseydi ne olurdu?

Dış politika yazmak pek tarzım değil.

Genelde iç politika ve yerel konularla uğraştığımızdan dış politikaya zaman kalmıyor.

Ancak…

İş milli konular olunca kalemimiz de biz de yeri geldiğinde Bozkurt, yeri geldiğinde aslan, yeri geldiğinde her Türk gibi Mehmetçik oluruz.

Gerçek olan şu:

Türkiye bir yandan pandemiyle, diğer yandan da ekonomik sıkıntılarla mücadele ediyor.

Bir de bunun üstüne yanı başımızda komşumuz olan Yunanistan’ın diklenmesi var.

Öbür tarafta Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş.

Suriye’de yaşananlar da malum.

İşte bu arada zaman zaman;

Kerameti bir başka ülkede arayan Yunanistan hükümetinden birileri, birilerinin gölgesine sığınarak aklı sırasınca havlamaya çalışıyor.

Bunu yaparken de uluslararası hukuku kendine göre yorumlayıp Ege Denizi’ni kendi denizi gibi anlatmaya çalışıyor.

Hadi canım sende!

Ama bunları yaparken de dünyanın öbür ucundan gelip herkese sözde demokrasi, pardon uçaklarla dünyanın değişik ülkelerine ulufe dağıtan büyük gücün arkasına sığınıyor.

Kendi gücü yok…

Ama güç gösterisi yapıyor.

Bunun adı deli cesareti.

Yine hadi canım sende, diyesim geldi.

Aslında başka bir şey demek geliyor, ama burası müsait değil.

İşte bu noktada yaşanan onca ekonomik krize rağmen karşısında dimdik duran bir Türkiye var.

Şimdi sormak lazım.

Bundan 20 yıl önce benzeri olaylar olsa Türkiye dik durabilir miydi?

Yunanistan ve onun arkasındaki güçlere havlama diyebilir miydi?

İşte asıl bu duruş dahili ve harici düşmanların işine gelmiyor.

Göbeğin dışarıya bağlıysa, bırakın havlama demeyi yan gözle bile bakmak mümkün olmazdı.

Bugün bu kadar dik durmanın arkasında yatan neden belli.

İçi dolu özgüven.

O süper güçler Türkiye’ye silah satmayabilir,

İHA ve SİHA vermeyebilir,

Helikopter göstermeyebilir,

Tank vermek isteyebilir,

Deniz araçlarını göndermek istemeyebilir,

İşte Türkiye bugün göstermezsen gösterme, satmazsan satma, diyebilecek güce gelmiştir.

Hem özgüveni hem de;

Milli Savunma Sanayiine yapmış olduğu yatırımlarla kendi kendimiz koruyacak, Mehmetçik’in yanında teknolojik gücümüz de mevcut.

Belki bir milli savaş uçağımız yok.

O da şimdilik.

Fragmanı yayında, kendisi de çok yakında semalarda olacak.

O da muhtemelen en yakın zamanda sahneye çıkacak.

Dosta güven, düşmana korku veren bir ülke olduğumuzu bir kez daha tüm dünya görecek.

Kim ne derse desin, ister içi boş sözde yabancı, müttefik, ama tamamen ülkemize yabancılar.

Sözde dost, özde dost olmayanlar.

Bilmiyorlarsa bir kez daha öğrensinler!

Bugün Türkiye savunma sanayiinde kendi kendine yeten bir ülkedir.

Birilerinin hoşuna gitmese de bu bir gerçektir.

O açıdan baktığımızda Yunanistan’ın yaptığı sadece kendi kendine boş konuşmasıdır.

Bundan ötesi yalandır.

Hayalperestliktir, rüyadır.

Onlar sadece rüyalarında bir şeyler yapar.

O kadar…

Rüyaların bittiği yerde gerçekler başlar.

O gerçek de Türkiye’dir, Türk Milleti’dir.

milli savunmamızdır.

Yok bunlar yetmiyor diyorsa yakın tarihine baksın, ne demek istediğimizi Yunanistan ve onun gibiler anlarlar.

Bilmiyorlarsa, öğrensinler…

100 milyarlık nimet ve külfet

100 milyarlık nimet ve külfet

Kesenin ağzı açıldı.

Ve ekonomik sıkıntıların aşılması için nihayet bir paket açıklandı.

Aslında yıl boyunca peyder pey bazı destekleyici adımlar atılmıştı.

Ama kapsamlı, geniş bir kitleye hitap eden ve uygun koşullu bir paketi ilk kez görüyoruz 2022’de!

Peki niye birdenbire 100 milyar TL’lik bir destek paketi çıktı karşımıza?

Öncelikle ekonomik sıkıntılar resmen teyit edilmiş oldu bu adımla.

Ve sıkıntının sadece ücretli ve emeklinin sırtında olmadığı da onaylandı.

Çünkü açıklanan pek tümüyle esnafa dönük!

Yani esnaf ve sanatkarın da ciddi sıkıntılarla boğuştuğunu ekonomi yönetimi görmüş oldu.

Neticede net biçimde 3 amaca hizmet eden destek paketi var karşımızda.

Düşük gelir gruplarına destek. Ekonomiyi canlandırma. Ve oy toplama!

Paketin büyüklüğüne ve koşullarına baktığımızda bu amaçlara hizmet etmeyi fazlasıyla sağlayacak detaylarla karşılaşıyoruz.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği müjdenin genel kapsamına bakalım.

“Esnafımız için 60 ay vade ile yüzde 7 buçuk faiz oranıyla Halkbank vasıtasıyla 100 milyar liralık yeni kredi paketi başlatıyoruz.

Kredi üst limitlerini 350 bin liradan 500 bin liraya iş yeri edindirme ve taşıt kredisi limitlerini de 1 milyon liradan 1 buçuk milyon liraya yükseltiyoruz.

Genç girişimcilerimizin sıfır faizli kredi limitini 100 bin liradan 300 bin liraya yükseltirken yaş sınırını da 30’dan 35’e çıkartıyoruz.

Halkbank’tan kredi kullanıp da takibe düşen esnaflarımıza 6 aya geri ödemesiz 36 vadeli borcunu tasfiye imkanı sağlıyoruz.”.

Ana hatlarıyla çok cazip görünen bir destek paketi sunuluyor esnafa!

Beş yıl vadeli ve yüzde 7,5 gibi görmeye pek de alışık olmadığımız faizli kredinin tam bir can suyu olma potansiyeli taşıdığı açık.

Keza kredi üst limitlerinin yükseltilmesi de dengeli ve gerekli bir adım olarak öne çıkıyor.

Mevcut borçların tasviyesine dönük bir düzenlemenin de pakette yer alması kritik önemde!

Oy deposu görünümündeki gençlere yönelik sıfır faiz girişimci kredisinde de 300 bin liralık üst limit ve artan yaş sınırı pozitif bir tablo oluşturmakta.

Elbette ki tüm paketlerde olduğu gibi sunulacak olanaklardan çeşitli nedenlerle yararlanamayacak olanlar yine olacaktır bu pakette de.

Ama genel manzara esnafı rahatlatıp pompalanacak 100 milyarla ekonomiyi dinamik tutuma fonksiyonunun bu paket tarafından icra edileceğini göstermekte!

Hem siyaseten hem de ekonomik açıdan doğru görünen bir adım bu kısacası.

Siyaseten oy kazandırma potansiyeli mevcut. Sadece esnafla da sınırlı değil siyasi getirisi.

Çünkü EYT gibi ücret ve emekli maaşı zamları gibi kritik konularda yoğunlaşan beklentiler adına da umut vaat eden bir özellik taşıyor son destek paketi!

Şimdiye kadar sayısız kez hayal kırıklığına uğrayan EYT’liler yoğurdu üfleyerek yiyecektir kaçınılmaz olarak. Ama bir umut rüzgarının estiği de ortada.

Asgari ücret içinse hayli yüksek rakamlar telaffuz edilmeye başlandı bile şimdiden. O konuda devletin zirvesinden garanti niteliğinde sözlerin verildiği aşikar zaten!

Bir diğer oy deposu olan emeklilerse aşırı düşük gelirlerine gerçek anlamda bir iyileştirme bekliyor. Hayal kırıklığı yaşama ihtimallerinin ise az olmadığını altını çiziyor geçmiş tecrübeler.

Çünkü emeklilere alım gücündeki gerçek erimeye göre bir zam yapılmadı şimdiye kadar!

Neticede 2023’le birlikte piyasaya çok ciddi biçimde para pompalanacak.

Böylece yavaşlama sinyalleri veren ekonominin canlanması sağlanacak. İstihdam güçlenecek. Ve siyasi beklentiler de oyla buluşmaya çalışacak bu atmosferde!

Ama bol paranın ne yazık ki bir de külfeti olacak.

Yüksek enflasyon!

EYT’li olmak da bir mükafat!

EYT’li olmak da bir mükafat!

Bu aralar gözümüz kulağımız çıkacak EYT yasasında ve yasanın kapsamında. Her birimizin evinde en az bir EYT’li olduğundan sosyal güvenlik uzmanlarının yaptığı açıklamalar su gibi ezberleniyor, sonra da uzun uzun yorumlanıyor.

EYT’nin yasanın geriye dönük işletilmesiyle oluşturduğu mağduriyeti kabul etmemek mümkün değil elbette.

Hele de böyle bir mağduriyetin içinde en yakınlarınız bulunuyorken…

Ama bir de EYT mağduru dahi olamayan mağdurlar var.

Hemen açıklığa kavuşturalım.

Malum EYT parantezinin içine en geniş kapsam olarak işçi ve memurları, yani prim ödemelerinden kendisi sorumlu olmayan kesimi yerleştirebiliriz. Ancak bunun yanında kendi primlerinden kendisi sorumlu olan esnaf sorunun bambaşka bir boyutu ile uğraşıyor şu günlerde.

EYT’nin ayak sesleri her geçen gün daha güçlü duyulurken, EYT’li dahi olamamak gibi bir sıkıntı yaşıyor, özellikle küçük esnaf ve küçük şirket ortakları.

Mesele kanunlara göre şöyle:

Kayıt ve tescili 04.10.2000 tarihi ve sonrasında olan Bağ-Kur sigortalılarının en büyük sorunlarından birisi; 04.10.2000’den önceki sigortalı sayılmayı gerektiren vergi, oda ve sicil kayıtları olsa bile bu kayıtlara göre SGK tarafından hizmet verilmemesi ve sigorta başlangıçlarının SGK tarafından 04.10.2000’den öncesine götürülmemesi.

Uygulamanın dayanağı 04.10.2000 tarihli ve 619 sayılı KHK’nın geçici 1. maddesinde yer alan; 04.10.2000 tarihine kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların her türlü sigortalılık hak ve mükellefiyetlerinin 04.10.2000 tarihinden itibaren başlatılacağı hükmü.

Kısaca özetlemek gerekirse, algı vergi işlerinden pek de anlamayan ve anlamak durumunda da olmayan, çünkü işin bu kısmını muhasebecisi ile çözen küçük esnaf ve küçük şirket ortakları, eğer 04.10.2000 tarihinde çıkarılan bu yasadan haberdar olmadılarsa ya da yasadan önce maddi durumları el verip de prim ödemelerini yapmadılarsa, sistemde 4 Ekim 2000 sonrasından itibaren sigorta girişleri yapılmış gibi görünüyor.

Yani bu ne demek?

Bu kişilerin mağduriyetleri öyle bir noktada ki EYT’li dahi olamıyorlar demek!

Gelinen noktada stajyer ve çırakların durumunda da soru işaretleri vardı, ancak son duyumlara göre, stajyer ve çırakların işe başlama tarihlerinin emeklilikte geçerli olacağı konusu çözülmüş gibi görünüyor. Formül şu; işe başlama tarihi 8 Eylül 1999 olan stajyer ve çıraklar için 18 yaşa dikkat edilecek. Staj süresi sigortalılık süresinin tamamlanması açısından önemli olacak.

Fakat tescil mağduru Bağ-Kur’lular için EYT torbasında bir düzenleme var mı bilinmiyor. Belki sayıları EYT’nin geniş mağdur kitlesi kadar çok olmadığından ya da sosyal medyayı o kadar aktif kullanamadıklarından, hatta bir ihtimal, mağdur olduklarından haberdar olmadıklarından sesleri yeterince duyulmuyor.

Oysa EYT yasasının Aralık ya da Ocak ayında Meclis’e gelmesi bekleniyor. Konunun Meclis’e taşınmasının ardından 2023 yılı bütçesi belirlenecek, yasa Ocak ayında yürürlüğe girecek. Hatta Şubat ayında ilk maaşların yatacağına yönelik beklentiler dahi giderek artıyor.

Bu noktada tescil mağduru Bağ-Kur’lular da seslerini yükselterek yasanın torbasına girmenin bir yolunu bulmalı.

Bu tren de kaçarsa emeklilik hayli uzakta…

Timsah Arena ve Tarsus maçı

Timsah Arena ve Tarsus maçı

Böylesine farklı, yeni başlangıçlar için ne tür şeyler yazılır bilmiyorum ama camianın içindekilere çok yabancı olmadığım, keyif alıp okuyanlarda da tat bırakacağını düşündüğüm bir yola çıkıyorum.

Norm Haber ailesine ve Genel Yayın Yönetmeni Esat Kaplan’a bana böyle bir fırsat sundukları ve aralarına kabul ettikleri için de teşekkür ediyorum…

Bursa‘da futbol, Bursaspor sevgisinin de etkisiyle diğer şehirlere oranla daha büyük heyecanla, uç seviyelerde yaşanan bir sektör… Ben de öncelikle, amatöründen profesyoneline kadar buralarda unutulan sorunlara, mutluluklara sizleri ortak etmeye çalışacağım. Tabii, sadece sporla sınırlı kalmayıp, zaman zaman şehrin gözükmeyen dertlerine de değineceğim.

Umarım, bu yolculukta siz değerli okuyucularımız da Norm Haber’i ve bizleri yalnız bırakmazsınız…

Hadi başlayalım…

Bursa futbolunda son 5 yıldır profesyonel ve amatör her kategoride; antrenör, yönetici, hakem ve sporcu arkadaşlarımızın çabalarına rağmen duraklama, gerileme ve düşme devirleri ağır hasarlarla devam etti. Allah korusun, çökme devrine doğru giderken, ne yazık ki Bursa futbolunun en tepesine, TFF yönetimlerine gelen yöneticiler Bursa’ya dair ivme kazandıran hiçbir girişim ve katkıda bulunamadılar.

Oysa Bursalı bir merkez hakem kurulu ya da bölgesel hakem kurulu üyesi, Bursa ve çevre takımların yapılanmalarına katkı sağlar.

Maçlarını izleyerek hakemlerin de gözlemcilerin de temsilcilerin de daha özenli, titiz görev yapmasını sağlar.

Malum, patronun izlediği çalışan daha dikkatli, daha verimli çalışır.

TFF milli takımlarda da görev yapabilecek çok üstün başarıya sahip Bursalı antrenör, teknik sorumlu var. Federasyonun üst yönetimlerinde Bursalı isimler olsa da boş anlaşılan…

TİMSAH ARENA-BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE STADI

Önceki akşam oynanan Bursaspor-Tarsus İdman Yurdu müsabakası öncesi tanık olduğum ilginç görüntüleri sizlerle paylaşacağım.

Stada giriş alt otoparktan, kapılara çıkışlar ve yürüyüş yolları çok karanlık, aileler bir elinde çocukları, bir elinde cep telefonu feneri ile düşmemeye çalıştı.

Stad alt bahçe bilet gişelerinden girişte, zeminde demir ızgara alınmış mı yoksa çalınmış mı, artık bilemiyorum!

Ancak insanların buraya düşmesi ve ayağını kırmasına davetiye çıkarıyor.

Bir başka önemli konuda şu:

Stadyum içinde İstiklal Marşımız okunurken, ne yazık ki askerimiz, polisimiz ve bizlerde şanlı bayrağımıza cephe selamı vermek isteriz. Ancak stadyumda asılı bir bayrak olmadığından skorborddaki dijital sanal bayrağı selamlamak zorunda kaldık.

Baktığımda arka cephede küçük de olsa asılı bir Türk bayrağı sadece Nilüfer Belediyesi’nin kurumsal locasında vardı.

Buradan teşekkürler…

Stadyum yönetimi bu eksikliği bir sonraki müsabakaya giderir umarım.

Acun Ilıcalı, Hull City stadına bile astırmış Türk bayrağını…

BURSASPOR-TARSUS İDMAN YURDU

Gelelim müsabakaya…

Ben diğer futbol yazarı üstatlar ve teknik sorumlular kadar tecrübeli olmadığımdan yazılarımda teknik analize girmeyeceğim.

Bunları diğer tecrübeli kalemler yazıyor zaten… Ancak göz görüyor gönül katlanıyor, çok net tespitlerim olduğunda “bizim takım, bizim adam, bizim hoca” demem! Bu takım böyle diye diye bu hallere geldi.

Küçük bir dipnot…

Amed deplasmanında olanları unutun. Amed’e burada karşılık verirsek, onlara kesilen az cezayı bize misli misli verirler. Düşürmezler de cezayı…

Biz niye Amed ile aynı ligdeyiz, onu soralım ve şapkamızı önümüze koyup buradan kurtulmaya bakalım.

Pazar akşamı 2-1’den sonra Tahsin Hoca takımı geriye yasladı.

Kaleci 78’inci ve 83’üncü dakikalarda şekilden, uydurma iki sakatlık numarası yaptı. Öyle ki izleyen  sağlık ekibi bile biliyor numarayı…

Sanki yavaştan, uygun adımda gittiler kalecinin yanına!

Ne oldu sonra: 2-2…

Ve bu vakit geçirmeler Bursaspor’un aleyhine döndü. Rakip çabuk oynamaya, zamanı kullanmaya özen gösterdi. Neye yaradı, top direkte patladı.

1 puan da gidiyordu!

 

Devlet okulları, özel okullar ve kitap meselesi…

Devlet okulları, özel okullar ve kitap meselesi…

Yeni eğitim ve öğretim yılında ilk ayı bitirdik. Genel olarak işleyişe baktığımızda Bursa özelinde yardımcı ders kitabı dağıtımında sorun yok gibi görünüyor.

Kulağımıza gelen bilgilere göre, yardımcı ders kitapları yağmur altında kalmış. Ne zaman kuruyacağı ise meçhul…

Bu kulağımıza gelen iddia.

Bu konuda İl Milli Eğitim Müdürü Serkan Gür’ün cevap hakkı var.

Ama gerçekten yağmurun altında ıslandıysa sorumluları bulunmalı, hesap vermeli.

Neticede milli servet…

Konu milli servetten açılmışken AK Parti iktidarında velilere sağlanan en büyük rahatlıklardan biri de kapı kapı kitap arama derdi yok.

Okul kitapları yeni yılın ilk gününde sıralarda.

Bu sadece alkışlanır.

Öte yandan, resmi rakamlara göre bu yıl Türkiye’de örgün eğitim veren resmi okul sayısı 53 bin 620, özel okul sayısı ise 13 bin 501.

Toplam öğrenci sayısı 18 milyon 85 bin 943.

Bunun resmi okullardaki dağılımı ise 15 milyon 194 bin 574.

Özel okullardaki öğrenci sayısı 1 milyon 310 bin 605.

Buraya kadar normal.

Normal olmayan ise özel okulların okul açıldıktan sonra kitap ve kırtasiye parası olarak 10 bin TL’ye yakın ücret almaları.

Bunun içinde kılık kıyafet de mevcut…

Ama kitap parası da en az yarısı kadar.

Hadi bunu aldılar.

İsmi özel okul diye yutkunduk.

Ama işin ilginç kısmı ise özel okullara da Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ders kitaplarının dağıtılması.

İşte burası anormal.

İsmi üzerinde özel okul.

Madem özel okullar bu kitabı alıyor.

Aldıkları kitabı ne yapıyorlar?

Öğrencilere mi dağıtıyorlar yoksa geri dönüşümcülere mi satıyorlar?

Geri dönüşümcülere gidildiğine dair çok duyum aldık.

Görev burada Bakanlık yetkililerine düşüyor.

Onlar araştıracak, paylaşacak.

Ya da diğer bir bakış açısı ile özel okullara ücretsiz devlet kitabı vermeyeceksiniz ya da verdiniz mi onlar öğrencilerinden kitap parası almayacaklar.

Bu konuda kanuni düzenleme yapılması şart.

Yapılmaz ise;

Bu durumda hem devlet hem de veli mağdur oluyor.

Basit bir hesapla 1 milyon 310 bin öğrenciye ortalama 6 kitap verilse 7 milyon 880 bin kitap yapar.

Ortalama her kitap 1,5 dolar olsa, 11 milyon 820 bin dolar yapar.

Ve bu masraf her sene yapılıyor.

Bunun milli para ile ifadesi 230 milyon TL yapar.

Veli açısından değerlendirdiğimizde ise ortalama kitap parası 5 bin TL alınsa 50 dolar yapar, ortalama veliye maliyeti 350 milyon dolar.

Türk Lirası karşılığı ise oldukça fazla…

Rakamlar ortada.

Nasıl düzenleme yapılırsa yapılsın bunun sonucunda hem devlet hem veli kara geçecek.

Memnun olmayacak kesim ise özel okul sahipleri.

Onların da bugüne kadar memnuniyetleri yeter artar bile…

Bilmem anlatabildim mi?

Öneri bizden, değerlendirmek yetkililerden…

Elde kaldı turizm!

Elde kaldı turizm!

Bursa’nın çok yönlü bir şehir olduğundan bahseder şehrin yöneticileri her konuşmalarında. Tarımıyla, sanayisiyle, tarihi ve turistik önemiyle her açıdan öne çıkan bir şehir denir Bursa için.

İşin tarım kısmını tüm ülkede olduğu gibi Bursa’da da önemli ölçüde baltalamış durumdayız. Zaman zaman yazarım ve karşı durduğumu da açık yüreklilikle belirtirim, yine de tarım alanlarına inşaatlar yapmayı daha mantıklı buluyoruz Bursalılar olarak.

Sanayi konusunda geldiğimiz noktayı ise geçtiğimiz günlerde yazdığı bir yazı ile Norm Haber Köşe Yazarı Feridun Eyüboğlu şöyle özetliyor:

“...Ama Bursa’nın eski formundan uzaklaşması çok da yeni bir gelişme değil! Son yıllarda Türkiye ortalamasına göre negatif ayrışma yaşanıyor kentin ihracatı adına.

BTSO’nun meşhur mottosu ‘Bursa Büyürse Türkiye Büyür’ de tarih oldu bu nedenle.

İhracat liginin ikinciliğini de Kocaeli’ne kaptırdık bu süreçte.

Ve arkamızdan da doludizgin İzmir geliyor son aylarda!…

Peki, elde ne kaldı?

Turizm

Bu konuda neler yapılmakta, yapılanlar neden yetmemekte sorularının yanıtlarını bulmak için bir süre daha beklemek durumundayız, çünkü Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Güney Marmara Bölge Temsil Kurulu seçim sürecindeydi.

İlgi alanıma giren konulardaki gelişmeleri yerinde ve yakından takip etmeyi tercih ederim. Yine öyle yaptım ve basının davetli olmadığı TÜRSAB seçimlerini izlemek için yerimi aldım.

Küçük bir notla belirtmek isterim; basın her yere davetle gitmek durumunda değildir. TÜRSAB önemli bir kurumdur ve başkan değişikliği süreci ile ilgili olarak halkı bilgilendirmek adına o salonda bulunmamız bir davete icabet ile değil gazeteci refleksleri ile alakalıdır.

Şöyle düşünün bir cinayet işlenmeden önce basına davet mi gönderiliyor? Hayır! Ancak cinayetle ilgili halkı bilgilendirme görevi basına aittir öyle değil mi? Bu gazeteci refleksidir!

Bu bakışla gidişimizin pek çok noktada aydınlatıcı olduğunu da söylemem gerekiyor. Mevcut başkan Murat Saraçoğlu ve İsmail Kalkandeler arasındaki yarış hayli gergin geçti zira.

Kabul etmek lazım ki, turizm açısından son derece talihsiz bir döneme rast geldi Murat Saraçoğlu’nun başkanlığı. Malum pandemi süreci en çok turizm sektörünü sekteye uğrattı. Bu nedenle gerek faaliyet raporunu sunarken gerekse kürsü konuşmasında başladıkları projeleri sonlandıramadıklarından bahsetti sıklıkla Saraçoğlu.

Rakibinden aldığı en ağır eleştiri ‘ben yaptım oldu’ mantığı ile hareket ediyor olması ve çok katılımlı bir yaklaşım sergilememesiydi.

Eksiğimiz neydi? Acente ziyaretlerimizi tam manasıyla yapamadık. Sadece yeni kurulan acentelerimize gittik ve aramıza hoş geldiniz dedik. Şimdi bakıyorum daha bir hafta önce acente açan arkadaşlarımız TÜRSAB yönetimine soyunmuş. Bu da güzel bir şey” diyerek rakibinin tecrübesizliğine de gönderme yaptı, kendisine yöneltilen eleştirilere karşılık verirken.

İsmail Kalkandeler ise demokratik olmayan bir yarış içinde olduğunun altını çizdi ve “Projeleri değil, şu an adayları seçiyoruz. Bu şekliyle demokratik bir seçimden bahsedemeyiz!” açıklamasında bulundu.

Saat 14.00’da kapanan sandıktan çıkan sonuçlara göre, Murat Saraçoğlu toplamda 149 oy ile TÜRSAB Güney Marmara Bölge Temsil Kurulu’na yeniden başkan seçildi. İsmail Kalkandeler ise 54 oy aldı.

375 üyesi bulunan TÜRSAB’da seçimlere ilginin yoğun olmadığını belirtmek lazım.

Başkan Saraçoğlu’nun önümüzdeki dönemde tüm TÜRSAB üyelerini kucaklayıcı projeler geliştirmesi ve daha demokratik bir ortam yaratması Bursa turizminin de hayrına olacaktır düşüncesindeyim.

GEÇMİŞTEN OBJEKTİFE

Bursa’nın Türk Dünyası Kültür Başkenti olması vesilesiyle gerçekleştirilen etkinliklerden çok kıymetli bulduğum bir tanesi hakkında bilgilendirmek istiyorum sizi.

Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği Kadın Fotoğrafçılar Proje Grubu çektikleri fotoğraflarda kültürümüzün geçmişten gelen, bugüne az da olsa ulaşabilen, belki de yarınlarda hatırlanmayacak mesleklerini yansıttıkları bir sergi açıyorlar 10 Ekim Pazartesi günü.

Bursa’da Zanaatın İzleri’ isimli sergi Tayyare Kültür Merkezinde olacak.

Bıçakçılıktan sedefkarlığa, ipekçilikten hamam kültürüne kadar kültürümüze dair pek çok mesleğin objektif yansımalarını izleyebilirsiniz.

 

 

Bursa’ya neden iletişim fakültesi açılmamalı?

Bursa’ya neden iletişim fakültesi açılmamalı?

Önce şunda bir anlaşalım;

Bir memlekette üniversite sayılarının artması, o ülkedeki eğitimin çıtasının zirveye çıktığını gösteren bir ölçüt değildir.

Mamafih, biz yaklaşık bir 10-15 senedir ‘Her şehre bir üniversite‘ sloganını şiar edinen bir bakış açısı ile gereksiz bir yoğunluk oluşturduk.

Bu ülkede yaşayan her gencin üniversite mezunu olması zorunluymuş gibi bir hava estirilerek ‘plaza üniversitelerinin’ ve ‘öğretim üyesiz fakültelerin‘ kapısı açıldı.

Bu da bize yetmedi ki, ısrarla ve inatla Bursa’ya iletişim fakültesi kurulması için çaba sarf edenler var.

İyi de neden?

Hali hazırda memlekette 41 üniversitede gazetecilik bölümü bulunuyor. Öyle ya da böyle içerisinde ‘iletişim‘ adı geçen fakülte sayısı ise 70’in üzerinde.

Bu üniversitelerde ve bölümlerde 400’den fazla programda 50 binden fazla öğrenciye eğitim veriliyor ve senelik 6 bin 500-7 bin civarında öğrenci mezun oluyor.

Peki, bu mezun olan arkadaşlar arasında sektöre kazandırılan sayısı ne kadar?

Emeklilik kavramının yer almadığı, dışarıdan katılımın hız kesmediği bir sektörden bahsediyoruz. Dışarıdan katılım fazla çünkü bu memlekette herkes artık gazeteci. (Vatandaş haberciliği kavramının arkasına sığınarak Instagram’dan haber devşirenlerin gözlerinden öperim.)

Türkiye’de basının İstanbul’dan sonra en kuvvetli şehir olduğu Bursa’da bir iletişim fakültesi olmaması elbette üzerinde durulması gereken bir konu ancak madem buraya fakülte kurulması planlanıyor, o zaman yaklaşık bir 10-15 fakülteyi kapatmak gerekiyor. Denge ancak böyle sağlanabilir.

Bakınız, 2019 yılında, o dönem çalıştığım gazetede yine aynı konu hakkında “Türkiye’de toplamda 71 iletişim fakültesi bulunuyor. Kaba bir hesap ile de her yıl ortalama 10 bin yeni iletişimci sektöre atılıyor. Daraldıkça daralan, hareket imkanının ‘imkansız’ hale geldiği bir sektöre. Genç iletişimciler mezuniyetten kısa bir süre sonra şanslarını şirketlerin kurumsal iletişim departmanlarında deneseler de çareyi polislikte, bankacılıkta, esnaflıkta buluyor…” yazmıştım.

Tabii geçmişte çalışılan yerlerde kaleme alınan yazılar ‘telif‘ endişesiyle kaldırıldığı için bugün bu yazıyı bulup da okumak mümkün değil.

455 haber sitesi, 13 günlük gazete, dergilerle birlikte 110 yazılı basın, 4 görsel basın kuruluşunun yer aldığı, ‘İkinci Bab-ı Ali’ Bursa’da bir iletişim fakültesine gerek yok. Çünkü gerek devlet eliyle, gerek bazı federasyonlar eliyle gerekse de kendilerini hiç ilgilendirmediği halde belediye eliyle kurslar açılıyor, gençlerimiz üç haftada sertifikayı şak diye alıyor, hop diye işe başlıyor. Bazı kurslarda iş garantisi dahi veriliyor. Fakülte bu şehrin neyine?

Bir önemli husus da günlerdir madde madde oylanan ve TBMM’de kabul edilen ‘Dezenformasyon Yasası‘, yani diğer ismiyle ‘Sansür Yasası.’ Çerçevesi belli olmayan,  izafi kararlarla ‘gazetecilik‘ kavramının baskı altına alınmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz ancak her ne hikmetse susuluyor.

Yani, tabirimi mazur görün ama “Değirmen sele gitmiş, birileri şakşağının peşinde.”

Kaldı ki, basın özgürlüğünün can çekiştiği şu günlerde Ankara’da poz vererek ‘sansür yasası’nı meşru göstermeye çalışanların temsil ettiği bir alana zaten bence yeni mezun verilmesin.

Nasıl olsa yeni kurslar açılır, yeni dersler verilir, su akar yolunu bulur. Dört seneye ne hacet?

Yazıyı, yine 2019’da ortaya attığım ve halen de arkasında olduğum öneri ile tamamlayayım:

Naçizane önerim, iletişim fakültelerinin sayılarının azaltılması ve tıpkı konservatuarlar gibi yetenek sınavı ile öğrenci alımı yapmasıdır. Belki o zaman çözüm önerilerini konuşabiliriz…”