Eğitim yine tığ teber şahı merdan

Eğitim yine tığ teber şahı merdan

‘Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan’ deyip, ele geçirdiğim şu bir hafta on günlük siyaset boşluğunda siyasetten çok daha önemli olan yaşamsal meselelerimize değinme fırsatını değerlendiriyorum.

Bir türlü oturtamadığımız, belki de oturtamamaktan gizli bir memnuniyet duyduğumuz eğitim sistemimizin dönem ortasının da ortasında bir kez daha değişikliğe uğraması, üstelik bu kez çocukların önlerinde bulunan sınavları da etkileyecek olan müfredatın dönemin ortasının da ortasında değiştirilmesi gibi saçma sapan bir çabanın içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı

Konuyla ilgili sürekli nabız yoklanıyor. Çünkü insanlar dişinden tırnağından artırarak okuttukları çocuklarının kendi küçücük emekli maaşlarına muhtaç halde evde oturduklarını, yeni tabirle ‘ev genci’ olduklarını görmekten fena halde bunalmış durumdalar.

Aslında Bakan Yusuf Tekin, küçük bir girizgah yapmış, eğitim sistemimizin çocuklarımıza çok ağır geldiğini, çocuklarımızın bundan sebep dünya ölçeklerinde başarısız sonuçlar aldığını, eğitim sistemimizin de aslında çok ağır bir sistem olduğundan yerlerde olduğunu söylemişti. Çözüm olarak da sistemin sadeleştirilmesi gerektiğinden bahsetmiş, fakat bu sadeleştirme için bir tarih vermemişti. En azından ikinci dönemin başına yetişeceğini umduğumuz sadeleştirme çalışmaları bakanlığın seçime yoğunlaşmasından mıdır bilinmez ikinci dönemin başına değil de ortalarına yetişecek gibi.

Tabii çocukların önlerindeki sınavlarda hangi konulardan sorumlu olacaklarına yönelik bir karmaşa içine girmeleri, sınavlardaki sorumlulukların yine saçma yığılmalara neden olacak biçimde sadeleştirilmesi gibi konular en son düşünülmesi gereken şeylermiş gibi davranan bakanlığın derdi tüm ölçme değerlendirmeleri sınavlarla yapılan çocuklar için kaygılanmak değil!

Bu kutsal görevi öğrenciler ve veliler olarak bizler üstlenmiş bulunuyoruz.

Çalışma ancak bitmiştir ve eğitim sisteminin öğrencisinden öğretmenine tamamı derhal bu sisteme adapte olmak durumundadır…

Yeni sisteme ve Bakan Tekin’in açıklamalarına göre ders saatleri ve müfredat değişiyor.

Ardından da muallak cümleler geliyor yine;

Şimdi derslerde kazanım sayımız fazla. Haftalık ders saatimizi yetersiz buluyor öğretmenlerimiz. Hal böyle olunca öğrencilerimizin kazanımlarla ilgili çıktıları arzu ettiğimiz düzeyde olmuyor. Toplumun da arzu ettiği düzeyde olmuyor. Yani çocuk başarısız oluyor. Çünkü yaşının pedagojik gerekliliğinin üstünde bir kazanım yüklemeye çalışıyoruz. Çocuk başarısız…

Çocuk başarısız olduğu için otomatikman öğretmen de başarısız. O yüzden biz diyoruz ki; hem çocuklarımıza fazla yüklenmeyelim, alabilecekleri şeyi verelim hem de öğretmenlerimizin öğrencilere anlatması gereken şeyleri en iyi koşullarda anlatabileceği zaman aralarını kendilerine tanımış olalım.”

Bunca yıllık veliyim böyle saçma bir açıklamayı en abuk subuk veli toplantılarında dahi duymadım…

İlk çıkarımım konunun hala muallak olduğu yönünde.

Anlaşılan o ki, bizim eğitim müfredatının seyreltilmesi seçim sonrasına kalacak. Çünkü seçimden önce böyle bir kararın açıklanması beğenilen taraflarında artı puan toplarken, beğenilmeyen taraflarında eksileri beraberinde getirecek.

Seyreltilmeden kasıt nedir onu da merak ediyorum, çünkü uzun süredir sanat, spor, mantık ve felsefe gibi bir toplumu ileriye taşıyan alanlar zaten seyreltildi. Okullarda bu konularda doğru dürüst eğitim yapılmıyor malumunuz.

Bunun yerine başarısı sınavlarla ölçülen çocuklarımızın odaklandığı belli derslerin ağırlığı var eğitim sisteminde. Olmak da zorunda, çünkü çocukların geleceklerini bu derslerdeki sınavlardan elde edilen başarılar tayin ediyor.

Haaa… Siz diyorsanız ki, ben sistemi baştan yazacağım ve çocukları girdikleri iki üç saatlik sınavlarla sınamayacağım, o zaman iş başka…

O zaman da hangi dersler seyreltilecek diye sormak lazım? Matematik mi, fizik mi, kimya mı mesela…

Çok önemli noktalardan bir diğeri ise yeni seçmeli derslerin koyulacağından sıklıkla bahsediliyor olması. Bu derslerin hangi dersler olacağı bir yana, yakın geçmişte, kızımı kayıt ettirme sürecinde seçtiğimiz ‘uzay bilimleri’ dersini verecek öğretmen olmadığının, bunun yerine ‘peygamberimizin hayatı’ dersini seçmemiz gerektiğinin söylendiğini bugün gibi hatırlıyorum.

Günümüz dünyasına adapte olmak adına misal, ‘Yapay Zeka’ dersini kim anlatacak? Yoksa bu dersi seçenlere bunun yerine yine bambaşka bir ders mi önerilecek?

Seçmeli dersler sırf çeşit olsun diye listeye koyulan dersler olarak duruyor şimdilerde. Liste uzun, kabarık, fakat kayıt için gittiğinizde, okul idaresinin size yuvarlak içine aldığı ve genellikle din dersi öğretmenlerinin verebileceği konulardan oluşan dersleri işaretleyip çıkmanız bekleniyor. Yine benzeri bir iş yapacaksanız ki, bu ihtimal çok kuvvetli ben hiç almayayım…

Şunu da düşünmek lazım, 4+4+4 eğitim sistemi ne kadar verimli, işe yarar bir sistem oldu? 8 yıllık zorunlu temel eğitmen vazgeçip eğitimin 12 yıla çıkartılması bir işe yaradı mı? Amaç sınav odaklı eğitimden çıkıp yaşam odaklı eğitim diyerek pazarladığınız bu sistem gerçekten bizi hangi noktaya getirdi?

Soran, sorgulayan, araştıran, entelektüel birikime sahip bir yeni nesil istiyoruz, ama sosyal bilimler derslerini, sanatı, sporu adeta yok sayıyoruz. Karşılaştığı sorunlara çözüm üreten, el ve zihin becerileri gelişmiş üretken bir gençlik diyoruz, ama iş teknik derslerini tarihin tozlu sayfalarına itiyoruz, mesleki eğitimde köklü bir değişim yerine göz boyamalarla işi idare ediyoruz.

Öğretmen yetiştirme, atama ve kariyer sisteminde ciddi zafiyetler yaşanıyor, o düzeltileceğine, tam aksi söylenmesine karşın mülakat tartışmaları yüzünden bir arpa boyu yol alamıyoruz…

Öyle çok sorun var ki…

Fakat bence en önemli soru şu; eğitim işini ciddiye alıyor muyuz, almıyor muyuz?

Bize üretim bantlarında çalışacak donanımlı olmasına gerek görülmeyen ‘düğmeci’ler mi lazım, yoksa üretim bantları oluşturacak beyinler mi?

Önce buna karar versek ve açık yüreklilikle bunu topluma da söylesek her şey daha kolay olacak.

Mesela bu ülkenin anne babalarına, ‘çok sayıda çocuk yapın ki, bu sayede kalabalık ve ucuz iş gücü sağlayabilecek bir nüfusumuz olsun, bu nüfusa iyi eğitim vermeyelim ki, insanların büyük bölümü fabrikalarda bant usulü üretimlerde asgari ücrete çalışmaya mahkum olsun’ deyiverin olsun bitsin…

NOT: Şu koca Bursa’da çocuğunu devlet lisesinde okutmak isteyen velilerin bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az kaliteli okul bulabildiklerini ve bu okullara girmek için çocukların yüzde 3’lük bir dilimin içinde yer almak zorunda kaldıklarını, yine Bursa’da yabancı dil hazırlığı olan tek bir lise olduğunu hatırlatmak isterim. Burası ülkenin dördüncü büyük kenti…

 

 

 

Üç adımda yerel seçim: Şarkılar, emekliler, dönüşüm

Üç adımda yerel seçim: Şarkılar, emekliler, dönüşüm

31 Mart Yerel Seçimlerine 15 gün kaldı…

Partiler, ittifaklar, iddialar, suçlamalar, anketler 15 gün sonra en azından bir süreliğine hayatımızdan uzaklaşacak. Bir süreliğine diyorum, zira seçim sonucuna göre siyasi anlamda daha hareketli günler de yaşayabiliriz, burası Türkiye malumunuz sürpriz hiç bitmez.

Kampanya döneminde öne çıkan üç konu fazlasıyla dikkatimi çekti.

Adaylar vaatlerini açıklıyor, projeler havada uçuşuyor, paylaşılan her proje görselinde mutlu insanlar, yemyeşil sokaklar ve caddeler ile trafiğin su gibi aktığı yollar göze çarpıyor.

Bu ütopyayı görsellerde de olsa bize hissettirdiği için kıymetli başkan adaylarına ne kadar teşekkür etsek az.

Bir de şu seçim araçlarında bangır bangır çalan başkan adaylarına matuf ‘cıngıl’ları saf dışı bıraksak çok güzel olmaz mı?

Kabul edelim…

Yıl olmuş 2024 ve kimse seçim şarkısına sebep oy tercihini değiştirmiyor. Ayrıca zuhur eden kakafoni sebebiyle hem gürültü kirliliği oluşuyor hem de patlak hoparlörlerden yayılan ses insanı rahatsız ediyor.

Bir de bu sesi mahalle aralarında, dar sokaklarda dinliyoruz. Evet, siyaset her yerde!

Bu sevimsiz konunun haricinde şehir fark etmeksizin adayların vaatlerinde ‘emekliye kıyak’ teması göze çarpıyor.

Kimi faturada indirim yapıyor, kimi bayramda ikramiye tokalıyor, kimi ulaşımı bedava yapıyor, kimi erzak yardımından bahsediyor.

Sosyal bir devletin mütemmim cüzlerinden biri olan ‘hayat kalitesini yükseltme’ temasının hem de yerel seçimde bu vaatlerle gerçekleştirilmeye çalışılması bir bana mı tuhaf geliyor?

Bırakın turist olup yeni diyarlar görmeyi, 60-65 yaşında çalışarak bütçeyi dengelemeye debelenen emekli vatandaşların yaşamını faturasında indirim yaparak değil de, faturasını rahatça ödeyebilecek kıvama getirerek güzelleştirsek daha şık olmaz mıydı?

Emeklilerin yaşam standardını düzgün bir maaşla yükseltsek, çalışmalarına gerek kalmasa ve bu sayede istihdam sorununa da çözüm bulmuş olsak daha iyi bir sonuç elde edilmez miydi?

Edilirdi tabii ama biz kulağı ters taraftan tutmayı seviyoruz biliyorsunuz, o yüzden çalışıp emeklilik hakkı kazanan vatandaş tekrar çalışmak zorunda kalıyor, sonunda da ‘harçlığı’ cebine koyup sandık başına doğru adımlanıyor.

Genel duruma bakarsanız çoğunluk halinden memnun, biz de havanda su dövüyoruz zaten.

Ne diyelim, emeklimizin kıyağı bol, Allah yardımcısı olsun.

Son olarak ise 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin ve kıymetli bilim insanlarımızın da sürekli hatırlatması üzerine piyasaya hızlı bir giriş yapan ‘afet riski’ temalı vaatler öne çıkıyor.

Adaylarımız, kentsel dönüşümün ne kadar önemli ve yararlı olduğundan dem vuruyor ve vatandaşa göreve gelmeleri halinde evlerinin ‘cüzi bir miktar’ ile yenileneceğini söylüyor.

Bundan 25 yıl önce gerçekleşen Gölcük depremi sonrası konuşulan bu gerçeğin 25 sene sonra, on binlerce insanımızı yitirdiğimiz bir felaket sonrası bu kadar gündeme gelmesi vaat değil olsa olsa ironi olur kusura bakmayın. Tıpkı o ünlü eserdeki gibi, “Daha önceleri nerelerdeydiniz” diye sorası geliyor insanın. Hatta soruyoruz da ama, aradığımız hakikate şu anda ulaşılamıyor. O yüzden bu faslı pas geçiyoruz.

Aktif fay hatları ile çevrili memleketin her köşesi potansiyel tehlike altındayken 21 senelik iktidarda son yıllarda başlanan ve araya bir de ‘imar barışı’ sıkıştırılan bu süreçte geç kalındığını bir kez daha söylemedim farz ediyorum, siz de duymadınız.

Planlı, afetlere dirençli kentler elbette önemli.

Ancak;

Ağırlıklı olarak emeklilerin yaşadığı ve kentsel dönüşüm planlanan şehrin dar sokaklarında; partilerin bangır bangır şarkılarını çaldırdığı o büyük seçim minibüsleri manevra yapamıyor bilginiz olsun.

İşte, size yerel seçimi tek cümlede özetledim.

Sandığa giderken belki işinize yarar…

Bir yıl sonra geldik mi ‘Süleymaniye’ye?

Bir yıl sonra geldik mi ‘Süleymaniye’ye?

Şimdi geldiğimiz nokta 5 Mayıs 2023’te köşemde yer verdiğim “Yeni Kandil/Sincar Süleymaniye mi?” başlıklı yazımın realitesini ortaya koyuyor. O yazımda tam olarak şunu yazmıştım, bizzat sahadan aldığım notlar eşliğinde; “Özetle Kürtlerin acıları ve verdikleri bağımsızlık mücadelesi hala taze iken KYB’nin geçmişe sırtını dönmesi, Kürtlerin huzurunu ve geleceğini yok sayan bir yol izlemesi, Kürt gençlerini terör örgütüne kanalize etmesi, terör unsurlarıyla kol kola yürümesi aklıma sadece şu sonucu getiriyor; Kandil ve Sincar’dan sonra PKK’nın yeni adresi Süleymaniye!

Aktardığım notlar eşliğinde bir de Türkiye’ye bakalım dersek, PKK’nın ikametini Süleymaniye’ye taşımaya çalışan KYB’ye Türkiye’nin asla izin vermeyeceğini ve bununla sonuna kadar mücadele edeceğini net olarak görebiliriz.

Akılcı bir diplomasi ve iş birliği sağlanamazsa “Irak’ta açılan yeni kartların rengi komple Iraklılar için hiç de iç açıcı görünmüyor” diye yineliyorum.”

Ve şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti “Süleymaniye’yi de terörle mücadele hedefine aldı.”

KYB Genel Başkanı Bafel Talabani, geçtiğimiz günlerde bir konferansta gerçekleştirdiği konuşmasıyla pek çok insana “neler saçmalamış yine” dedirtse de ben o konuşmayı çok derin buldum. Komşu her ülkeyle birlikte PKK’ya da mavi boncuk dağıtan Bafel Talabani özetle şunu söylüyordu:

“Kimseyle aramızı bozmak istemiyoruz. İran, Irak’ta tek dengedir ve bizim de ona desteğimiz tamdır. İran himayesinde olmakla birlikte tüm komşu ülkelerle de bir sorunumuz yok. Siyaseten elde edemediklerimizi İran ve terör örgütünün himayesine girerek elde etmeye çalışıyoruz. Bu çatı altında bizimle iş birliği yapmak isteyen ülkelere ve oluşumlara da kapımız açık…”

Uzun lafın kısası Bafel Talabani siyaseti, Kürtleri, Irak’ı emperyalizme tercih ettik onlar ne derse yaparız ve hatta sizlerin de coğrafyada birtakım sorunlarınız varsa yardımcı olmaya hazırız demekle birlikte diller altındaki baklayı da çıkarıyordu; gelin siz de bizim gibi İran’a tabi olun birlikte hareket edelim böylelikle sizi de rahatsız etmeyelim…

Bir nevi çok işlevli Matruşka bebeğe ve özgüvenin tavan yaptığı tehditkar bir hale dönüşmüştü Bafel Talabani.

Peki bundan sonra ne olacak dediğinizi duyuyorum. Bana göre bundan sonrası da belli elbette. Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirmeyi planladığı Irak ziyareti öncesinde devletin diplomasi ve güvenlik bakanları heyetleriyle bir Irak çıkartmasını hayata geçirdi. Bağdat ve Erbil yönetimindeki mevkidaşlarıyla geniş kapsamlı görüşmeler yapılacak ve “terörle mücadele ve huzur konusunda aleni bir şekilde bizimle misiniz değil misiniz tarafınızı belli edin” söylenecektir net bir şekilde.

Zira Irak’tan elde ettiğim notlar eşliğinde yıllardır şunu yazıp konuşuyordum zaten; “Türkiye’nin Irak’ta yürüttüğü terörle mücadele ve huzur çalışmalarının en büyük problemi Bağdat ve Erbil makamlarının bu mücadeleyi her kademesiyle yüksek sesli bir şekilde desteklememesidir. Irak’ta bazı STK-basın-medya-siyaset-bürokrasi-iş dünyası oluşumları aleni bir şekilde terör örgütünü hala destekliyor ve propagandasını yapıyor. Bağdat ve Erbil Hükümetleri Türkiye’nin terör mücadelesini sahadan desteklemekle birlikte bu oluşumlara karşı da tıpkı Türkiye olduğu gibi içeride operasyonlar düzenlemek zorundalar şayet huzur istiyorlarsa…”

Uzun lafın kısası Irak’ta Ankara-Bağdat-Erbil ittifakı sağlanmak zorunda. Türkiye’nin şu an açtığı Irak penceresinde tam olarak bu var. Irak; özde, sözde, iç güvenliği sağlamakta ve terör oluşumlarından temizlemekte,Türkiye’nin yürüttüğü temizlik-huzur operasyonlarında “görünür şekilde” yer almak zorunda artık. Çünkü ülkesinde huzur-güvenlik-aş-iş-eğitim-gelecek-kalkınma isteyen Iraklıların mantığı da Türkiye’nin masaya koyduğu yol haritası yönünde.

Döveceksiniz ha; yok öyle bir dünya!

Döveceksiniz ha; yok öyle bir dünya!

Eskiden anne babalar çocukları doktorluk, avukatlık, mimarlık, mühendislik gibi bir alanda meslek edindiğinde mutlu olurlardı, çünkü bilirlerdi ki, artık gözleri arkada kalmayacak, bilirlerdi ki biricik evlatları toplumda her daim saygı duyulan işini yaparken kendi ayaklarının üzerinde de rahatlıkla duracak.

Ama dedim ya, eskidendi o günler…

Şimdi avukatlar, mimarlar, mühendisler işsizliğin pençesinde kıvranıp dururken en iyi ihtimalle asgari ücrete mahkum biçimde başlıyorlar hayata, eğer şanslılarsa bu başlangıç bir süre sonra asgari ücretin bir kademe üzerine çıkıyor ve hayat boyu orada asılı kalıyor.

Üstteki paragrafta doktorlardan bahsetmediğimi fark etmişsinizdir. Çünkü onlar için çok büyük ve apayrı bir parantez açmak gerekiyor…

Her şeyden önce doktorlar kendileri tercih etmedikçe işsiz kalmıyorlar, çünkü onların yaptığı işi yapabilecek yeterlilikte yetişmiş insan sayısı dünyanın ihtiyaç duyduğunun çok altında. Dolayısıyla işsiz kalma ihtimalleri yok, onların dertleri bambaşka…

Hatırlatalım, öyle milattan önce değil, bundan dört yıl önce hani şu evlere tıkıldığımız ve hepimizin ölümle burun buruna geldiği, pek çoğumuzun yakınlarını kaybettiği bir pandemi süreci yaşamıştık. Bu süreçte günlerce uykusuz, maskelerin, özel kıyafetlerin içinde tere batmış halde hastalarının başında duran, bir can daha kurtarabilmek için haftalarca, aylarca eşlerini çocuklarını görmeyen doktorlar vardı…

Hatırladınız mı?

Biz de bu güzel ülkenin candan, yüreği sevgi dolu vatandaşları olarak her fırsatta ‘hakkınız ödenmez’ deyip kendilerini alkışlamış, sonra da onlara ev bile kiralamamış, hatta apartmanlarımızdan mikrop getirdiklerini gerekçe göstererek taşınmalarını istemiştik.

Allah tarafından candan ve yüreği sevgi doluyduk da işler bu kadarla kalmıştı…

Zaten ‘Hakkınız ödenmez’ diyerek tüm sağlık personelini alkış yağmuruna tutan, kendisine de bir hekim olması hasebiyle sağlık personeli olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da doktorların haklarını ödememeye karar vermişti.

Pandemi süreci hızını kesmeye başladıktan sonra çeşitli eylemlerle ellerinden alınan haklarını geri almaya çalışan doktorlar, bu ülkede haklarını savunma bilincinde olan nadir meslek gruplarından biri olduklarından, benim tarafımdan her daim büyük takdir görürler, görmeye de devam edeceklerdir…

Dertleri elbette sadece ellerinden alınan hakları ve ölümüne çalıştıkları zamanlarda uğradıkları ötekileştirme olmadı doktorların. Tüm akademik bilgi gerektiren meslekler gibi doktorluk da bilinçli bir prestij kaybına uğratıldı bu ülkede.

Sonra ‘Bu ülke çok gelişti. Biz zamanında doktorlara bişey diyemiyorduk, şimdi doktor dövebiliyoruz’ diyen zır cahiller türedi…

Doktorlar hastasının canını kurtarmaya çalıştıkları hasta yakınları tarafından öldüresiye dövüldü, yaralandı, öldürüldü…

Karşılaştığı tüm sorunlarda ilk gördüğünden hıncını çıkarmaya çabalayan güzel ülkemin güzel insanları yine meselenin aslı astarı nedir, bu işin altında hangi büyük başın imzası vardır, bizi bu içinden çıkılmaz sisteme kim mahkum etmiştir demeden sağlık çalışanlarının üzerine yürümeyi tercih etti…

Bu saatten sonra bu ülkede hususi uzmanlık gerektiren alanlarda derdinize derman olacak doktor bulmak için çabalarken hatırlarsınız sözlerimi…

Gelelim meselenin aslına…

Biliyoruz ki, sağlık sistemi çökmek üzere, bilmiyorsanız da öğrenmiş oldunuz sayemde…

Eskiden hastane kapısında beklediğimiz kuyruklar şimdi görünmez bir örtünün altında. Herkes kuyruğunu evinde bekleyince kuyruk olmuyor, sistem tıkır tıkır işliyor gibi geliyor insana, ama kazın ayağı öyle değil. Hele bir hastalanmaya görün. Acil ameliyatlar için aylar sonrasına gün veriliyor, kanser hastaları bile doktora, tedaviye ulaşamıyor.

Hadi doktoru buldunuz diyelim, eczanede ilaç yok, çünkü ilaç firmalarına doların hala 17 lira olduğunu söylüyorsunuz. Şaka gibi. Hadi oldu da ilaç buldunuz diyelim, bu defa da arada sizin payınıza düşen bölümü ödeyecek para yok! Daha dün 70 lira ilaç parasını ödeyemediği için raporlu ilaçlarını bırakan yaşlı bir amca ile karşılaştım eczanede…

Sonra sorunların aktarıldığı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bu işin sorumlusu olarak doktorları dövme medeniyetine erişen vatandaşı işaret ediyor. Diyor ki; “23 milyon vatandaş sağlık sistemi üzerinden randevu almasına rağmen randevusunu gelmedi.

Diyor ki; “Sistem tıkır tıkır işliyor, randevu alıp randevusuna gelmeyen hastalar yüzünden randevu verilemiyor.”

Kimse de çıkıp demiyor ki, ‘Yahu, adama üç ay sonraya randevu vermişsin, nasıl beklesin kırık bacağı ile üç ay. Elbette borç harç özel hastaneye gidiyor.

Tabii bir de randevu saatinde muayene olmak için hastaneye geldiği halde, sürekli sarkan muayene süreleri nedeniyle kendisinin muayene saati olduğunu düşündüğü aralıkta muayene olamadan hastaneden ayrılmak zorunda kalan çalışan kesim var.

Çünkü bir hastayı bir doktorun üç dakika içinde muayene etmesini bekleyen sistem, hastanın doktora ‘İyi günler, kolay gelsin’ demesinin ve sedyeye oturmasının dahi üç dakikadan uzun sürdüğünü hesaplamadığından saçma sapan bir iş çıkıyor ortaya.

Doktor hastayı görüyor, hızla şikayet soruyor, şikayete yönelik tahlilleri hızla yazıyor ve topu bir başka gün görüşmek üzere taca çıkarmış oluyor.

Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Levent Tufan Kumaş;

Poliklinik muayenelerin yarısı acil serviste yapılıyor. 3-5 dakikaya sığdırılan muayene süreleri biz doktorların suçu değil. Sürekli suçlu bizmişiz gibi hedef gösteriliyoruz. Biz mesleğimizi severek seçtik, çok çalıştık. Mesleğimizi liyakatsiz yöneticilerin baskıları ile değil, kar hesaplarına göre değil, bilimsel gerekliliklere uygun olarak yapmak istiyoruz. Yok sayıldığımız, ölümüne çalıştırıldığımız, emeğimizin değersizleştirdiği bu koşullara sessiz kalmayacağız” derken çok güzel özetliyor aslında durumu.

Bütün bunları öyle içimden geldiğinden yazmadım elbette, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin 14 Mart 1827 yılında kuruluşunun anısına, modern tıp eğitiminin başladığı bu kutlu gün Tıp Bayramı olarak kutlanıyor ve bilin bakalım bugünün tarihi ne…

Şimdi bu doktor dövme medeniyetine erişmiş arkadaşlara da iki çift laf edeyim istiyorum; belki de farkında değilsiniz, ama bir doktor kolay yetişmiyor. Biliyorum, çünkü bir doktor yetiştiriyorum. Günlerce uykusuz nasıl çalışıldığını, sadece bilgi değil aynı zamanda insan okumak için nasıl uğraşıldığını, dikişten seramik sanatına kadar pek çok alanda el melekesi geliştirmek adına nasıl gayret gösterildiğini, gencecik yaşta omuzlardaki stres yükünün nasıl artığını, ölümle yaşam arasındaki gülümsemenin nasıl buruklaştığını biliyorum…

Peki, siz biliyor musunuz, o gencecik sağlık çalışanlarını da bir annenin doğurduğunu, bir baba tarafından kan ter ve gözyaşıyla okutulduğunu, bir kardeş tarafından yıllarca hasret kalınarak yollarının gözlendiğini…

Bu evlatları döveceksiniz, yaralayacaksınız, öldüreceksiniz öyle mi?

Yok öyle bi dünya!

NOT: Kızım Deniz ve tüm meslektaşlarına…

 

Yerel seçime sayılı günler kala Bursa ilçelerinde son durum

Yerel seçime sayılı günler kala Bursa ilçelerinde son durum

Yaklaşan yerel seçim öncesi siyasi partiler varını yoğunu sahaya koyuyorlar.

İşte bu noktada en dikkat çeken ayrıntı, iftar ve sahur arasında aralıksız çalışılması.

Bu dönem sandıktan nasıl bir sonuç çıkacak?

Onu hep beraber 31 Mart’ta öğreneceğiz.

Fakat görünen o ki bu yerel seçim AK Parti‘nin en çok zorlanacağı seçimlerden biri olacak.

Bizler de zaman zaman ilçelerdeki nabzı tutma adına görüş alışverişinde bulunuyoruz.

AK Parti’nin mevcut dört belediye başkanından üçünü aday yapmadığı dağ bölgesinde durum iç açıcı değil.

Öncelikle şu tespiti yapmak gerekiyor:

AK Parti’nin bu dönem dört dağ ilçesinden en rahat kazanacağı ilçe Büyükorhan olacak. Kamil Turhan‘ın adaylığı ilçeyi bütünleştirmiş.

Öte yandan, Turhan’ın önceki dönem belediye başkanlarını ziyaret etmesi ve alçak gönüllüğü kendisine sandıkta olumlu yansımış durumda.

AK Parti’nin balık sırtında, hatta geride olduğu ilçeler var.

Özellikle Orhaneli ve Keles‘in merkez mahallelerinde durum AK Parti kurmayların beklediği düzeyde değil.

Bu iki ilçede seçim balık sırtında. Bu ilçelerde seçimin sonucunu bağımsız adaylar ve YRP’nin alacağı oylar belirleyecek.

“Her iki ilçede ilk iki nasıl şekillenir?” sorusuna vereceğimiz yanıt, “İYİ Parti ile AK Parti arasında” şeklinde olabilir.

Keles‘le ilgili dikkat çeken bir başka detay ise uzun yıllar AK Parti Osmangazi teşkilatlarında görev yapan Mustafa Samsa‘nın 8. sırada olmasına rağmen 1. sıradaymış gibi çalışıyor oluşu.

Hatta “belediye başkan adayı Ali Doğru‘dan daha fazla çalışıyor, gayret ediyor” diyenlere rastladık.

Orhaneli‘de ise İYİ Parti adayı Mümtaz Aslan‘ın bir adım önde olduğu ifade ediliyor.

Ali Osman Tayir‘in de ilçedeki çalışma temposu gözlerden kaçmıyor.

Bunun yanı sıra AK Parti’nin Gemlik’te bu dönem seçimi kazanması büyük olasılık.

Refik Yılmaz‘a her siyasi partiden oy kayması var…

Cumhur İttifakı‘nın yoğun mesaisi harcaması gereken ilçelerden biri de Mustafakemalpaşa.

Burada gerek MHP gerek AK Parti kurmaylarının daha fazla mesai harcamaları gerekiyor.

En fazla merak edilen ilçelerden biri de Kestel

Cumhur İttifakı’nın adayı Ferhat Erol‘un burada iyi çalıştığını ifade edebiliriz. Fakat bağımsız aday Eyüp Kılıç‘ın da ciddi oy alacağını ifade edebiliriz.

Kestel seçim sonucu foto finişle belirlenecek ilçe…

İlerleyen günlerde diğer ilçeleri de kaleme alırız…

Adaylar bu fotoğrafa iyi bakın!

Adaylar bu fotoğrafa iyi bakın!

31 Mart yerel seçimlerine 17 gün kaldı.

Bursa’da sadece Büyükşehir için 5’i bağımsız 27 aday yarışıyor.

Kazanan kim olursa olsun…

Bu fotoğrafa iyi baksın…

Tophane sırtlarından Bursa…

Yemyeşil Uludağ

Bütün görkemiyle Ulu Cami

Belli belirsiz Orhan Külliyesi

Az ötede, türbesiyle camisiyle Yeşil

Servilerin gölgesinde Emir Sultan

Yukarılarda Işıklar…

Daha aşağıda, en doğal haliyle Cumhuriyet Caddesi

Cumhuriyet Caddesi’nin bugün çoğu olmayan eski yapıları…

Caddenin başında Cumhuriyet’in ilk otomobillerinden biri…

Bugün Zafer Plaza’nın olduğu yerde bir çadır!..

Belki bir kumpanya mı gelmişti şehre!..

Adaylar, Bursa’yı yönetmek isteyenler…

Fotoğrafa iyi bakın…

Bursa’yı yıllar öncesinden çıkıp gelen bu fotoğrafa yaklaştırdıkça çağdaş şehircilik yapmış olacaksınız!..

Artık Bursa’da zaman tersine akmalı!

Biz seçim derken…

Biz seçim derken…

Bir seçim hengamesidir gidiyor etrafımızda, tüm gözler belediye başkan adaylarının çalışmalarına, parti içi itiş kakışa, partiler arası sözlü düellolara yönelmişken, saman altından yürüyen suların daha hızlı aktığı da dikkatten kaçırmamamız gereken önemli bir konu.

Yaşadığımız ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğunu unutmadan nasıl bir rejimle yönetildiğini yavaştan sorgulamakta fayda var.

Son birkaç haftada ülkemizdeki temel hak ve özgürlüklerin durumunu, uluslararası standartlara göre inceleyen kuruluşların raporlarına kısa bir göz atalım.

Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin bir İnsan Hakları Komiseri Bosnalı Dunja Mijatovic 47 üye devletteki insan hakları durumunu incelemek, raporlar yazmak, gördüğü eksiklikleri gidermek için yapılması gerekenler hakkında tavsiyelerde bulunan görevli.

Bu görevi yerine getirebilmek için ülkemizi en son 2019 yılında ziyaret etti kendisi.

Bu ziyaretin arkasından elbette bir rapor hazırladı ve Türkiye’de gözlemlediği insan hakları sorunlarını ve tavsiyelerini dile getirdi.

Rapor 2020 yılında yayımlandı.

Rapor şöyle diyor;

“İktidarın aldığı önlemler yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı üzerinde olumsuz etkiler doğurmakta, hukuk devletinin ortadan kaldırmakta, özellikle siyasal davalarda ceza yargılamasının en temel ilkeleri dahi uygulanmamakta, AİHM kararına karşın Osman Kavala hala serbest bırakılmamaktadır!”

Pek hoşa gitmeyen bu raporun ardından Mijatovic bir daha Türkiye’ye gelemedi. Gelemedi diyorum, çünkü ziyaret talepleri kabul edilmedi.

Bu durum karşısında komiser yeni bir Türkiye raporu yazamadı. Onun yerine 5 Mart 2024 tarihli Türkiye’de ifade özgürlüğü hakkında bir muhtıra yayımladı.

Türkiye’de muhalif görüşte olanlara karşı düşmanca bir atmosferin mevcut olduğu, temel hak ve özgürlüklere ciddi sınırlamalar getirildiği belirtilen muhtırada, basın üstündeki baskılara da değiniliyor.

İşin içinde eğitim ile ilgili yaşadığımız son gelişmeler yok. Anlaşılan o ki, eğitimde nasıl da ilerleme yerine gerilemeyi tercih ettiğimize dikkat çekilecek kadar incelenme şansı olmamış meşhur sistemimizin.

Bitti mi?

Elbette bitmedi…

Akademik Özgürlükler 2024 yılı endeksine bir göz atalım…

Endeks, devletleri beş göstergeye göre 10 gruba ayırmış. Bu göstergeler araştırma ve öğretim özgürlüğü, akademik alışveriş ve bilgiyi yayma özgürlüğü, akademik ifade özgürlüğü, kurumsal bağımsızlık gibi kriterleri kapsıyor. Türkiye, 10 gruptan akademik özgürlüklerin en kötü olduğu devletlerden oluşan 10. gruba giriyor. Bu grupta Türkiye ile birlikte Kuzey Kore, Belarus, Myanmar, İran, Suudi Arabistan, Çin, Suriye, Tacikistan gibi devletler var.

Aynı grupta bulunduğumuz ülkeleri bir gözünüzün önüne getirmenizi rica edeceğim. Bu arada unutmadan hatırlatalım, Suriye’nin yarısı zaten artık bizim ülkemizde yaşıyor…

The Economist dergisinin demokrasi endeksinden geçtiğimiz günlerde bahsetmiş ve yönetim biçimimizi tanımlayamadıklarından bizi hibrit rejimler kategorisine soktuklarını söylemiştim.

Batı Avrupa’daki tek hibrit rejim Türkiye.

Bu bilgilerin ışığında büyük fotoğrafa bir bakalım ve biz belediyelerin mega projelerini tartışırken aslında dünya üzerinde geldiğimiz noktayı şöyle bir gözden geçirelim…

Türkiye adı demokrasi olmayan, otoriter, insan haklarına ve hukuk devleti ilkelerine uymayan bir anlayışla yönetiliyor.

Öncelikle şunu görmek gerekir ki; bugün gelinen nokta AK Parti iktidarının bilinçli olarak gelmek istediği noktadır. Hibrit rejimimizin temel niteliği tüm iktidarın tek bir elde toplanması ve bunu kontrol eden mekanizmalarının bulunmaması şeklinde özetlenebilir.

Denge fren mekanizmalarının olmadığı bu yönetim biçimini devletin tüm kurumlarına yerleştirmek ve işletmek biçiminde ilerleyen süreç ülkemizi de girerek dünya ülkelerinden soyutlayan, sadece çıkarlar doğrultusunda kullanılan, bunun dışında demokrasi ve hukuk kavramları açısından güvenilmez olduğundan iş yapılamayacak kadar tehlikeli olan ülkeler sınıfına sokmaktadır.

Yani demem o ki, demokrasi ve hukuk yoksa yatırım ve üretim de yok, bu da işgücünün ucuzlamasına, alım gücünün düşmesine, üretimle yükselemeyen ülkenin paradan para kazananı bol ülkeler haline gelmesine neden olmaktadır.

En tepedeki ile en diptekinin arasındaki uçurumun giderek daha da büyümesine ise ancak halktan gelecek gerçek tepkiler ve talepler engel olabilir.

Tabii halkımız tepkisini ‘telefonunu göster telefonunu’ dedikleri gençlere yöneltmek yerine onları bu duruma düşüren gerçek kesimin yöneticiler olduğunu fark edip tepkisini onlara ne zaman yöneltir orasını bilemiyorum.

Belki de bu nedenle, hani sandıkta bir tepki olur da hükümet şöyle bir sarsılır diye beklediğimizden bunca heyecanla takip ediyoruz heyecanı sönük seçim sürecini…

OLAY TV’ye taşı en günahsız olanınız atmadı!

OLAY TV’ye taşı en günahsız olanınız atmadı!

1999 yılının son günlerini yaşıyorduk…

İşsiz bir muhabir olarak evde yatarken birden telefon çaldı ve Olay Medya’da gece muhabiri olarak işe başladım.

Kurumu o kadar çok sevmiştim ki kendi isteğimle ayrıldığımda gözyaşlarımı tutamamıştım.

Yıllar içerisinde Olay Medya’yı hep uzaktan izledim.

Ulusal ajanslarda çalıştıktan sonra 2016’da Olay Medya’ya geri döndüm. Orayı bazıları gibi evim değil hep iş yeri gibi gördüm. Sonra tekrar yollarımız ayrıldı. Bir süre sonra da OLAY TV kapandı.

Şimdi anlıyoruz ki OLAY TV’siz Bursa’da seçim oldukça yavan ve tatsız geçiyor.

Daha sonra ani bir karar ile İstanbul’da bulunan bir yatırımcı eliyle OLAY TV İstanbul merkezli olarak ulusal çapta yayına başladı.

Geçmişte Olay TV Haber Merkezini yönetmiş, şimdi ise bizim Norm Haber’in Yayın Yönetmeni Esat Kaplan ile sanki bir yakınımız komadıymış da hayata dönmüş gibi sevinmiştik. Sanki yine orada çalışıyormuş gibi haber merkezinde bulunan televizyonlardan birini OLAY TV’ye sabitlemiştik.

Ama rüya kısa sürdü, çünkü OLAY TV gazetecilik ilkeleri doğrultusunda, dolayısıyla tarafsız yayın yapmaya çalışmıştı. Hükümetin her fırsatta terörist ilan ederek beka sorunu diye vatandaşın önüne sunduğu Halkların Demokrasi Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın Meclis Grup konuşmasını yayınlamıştı.

Sanki hükümet Osman Öcalan’ı TRT ekranlarına çıkarıp Binali Yıldırım’a oy istetmemiş, sanki terörist başı Abdullah Öcalan’ın mektubunu meydanlarda okutmamıştı.

Meclis’te grubu bulunan bir partinin grup toplantısının canlı verilmesine “Vay sen misin, teröristleri ekrana çıkaran!” diyerek RTÜK ve bilumum sopaları sallamıştı.

Baskılara dayanamayan OLAY TV yönetimi 155 medya emekçisini kapıya koyarak Bursa’da olduğu gibi İstanbul’da da sesiz sakin kapanmıştı.

Bugün sosyal medyada gezerken önüme HDP’nin devamı niteliğindeki Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi‘nin (DEM Parti) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan Adayı Meral Danış Beştaş’ın bu akşam saat 19.00’de Habertürk TV’de canlı yayına katılacağı duyurusu düştü.

Kendi kendime sordum: Düğün değil bayram değil Habertürk niye DEM’li i çay içiyor!

Bu sorunun cevabını aslında tüm Türkiye biliyor. AK Parti İstanbul’u kazanmak için DEM’in oylarına ihtiyaç duyuyor. DEM’in oylarının CHP adayı İmamoğlu’na kaymaması için safları sıklaştırmak adına tüm tuşlara basıyor.

İktidar Meral Danış Beştaş’ı TRT’ye ya da yandaş kanallara çıkarsa meydanlarda muhalefeti DEM’lenmekle suçlayamayacağını biliyor.

O yüzden Murat Kurum’a Gazze sorusunu sormaya çalışan gençlerin elinden mikrofonların alındığı sözde ‘Gücü Özgürlüğü’nde olan özel kanal Habertürk’ü buluyor.

Beştaş da o kadar mutlu ki bu programdan, “benim neremde boncuk var da bunlar beni yayına çağırdı?” demiyor.

Çünkü biliyor…

Seçimi İstanbul’da CHP’ye kaybettirirlerse kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla kazandıkları belediyelere kayyum atanmayacak.

Cumhurbaşkanı’nın bir kez daha seçilmesi için gereken Anayasa değişliğine ya da seçimlerin yenilenmesi kararına Meclis’te payanda olacaklar.

Peki karşılığında ne alacaklar? Anayasa’nın ilk 4 maddesini mi masaya koyacaklar?

Bunları hepsini 2026’dan sonra göreceğiz.

Şu anda bana göre, Meral Danış Beştaş ile TRT’nin kapısına dayanarak, “Bana niye söz vermiyorsunuz?” diye bağıran, daha sonra Cumhur İttifakı’ndan kafayı çıkarınca aynı ekranlarda 3 saat program yaptırılan Sinan Oğan arasında bir fark bulunmuyor.

Gelelim yazımızın başlığına…

RTÜK ve iktidar ve trolleri, vakti zamanında OLAY TV’ye yaptığınız linci bu akşam Habetürk’e de yapsanıza, görelim bakalım delikanlılığınızı.

Anladım ki HDP ya da DEM’i televizyona çıkarmak, OLAY TV’deki gibi gazetecilik ilkeleri ile değil,  AK Parti İstanbul’da anketlerde imdat isterken mümkün olabiliyormuş.

İznik’in farkında mısınız?

İznik’in farkında mısınız?

Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk ve İznik’e dair çok bilinen bir hatırattır:

Atatürk, 15 Temmuz 1935’te, Yalova’dan Bursa’ya gelirken İznik’e uğrar. Kendisine refakat eden heyette, Ekonomi Bakanı Celal Bayar ve Orgeneral Fahrettin Altay’la birlikte manevi evladı, Cumhuriyet’in ilk tarihçilerinden Afet İnan da vardır.

Atatürk, temmuz sıcağındaki yolculuğun yorgunluğunu belediye önündeki bahçede İzniklilerle sohbet ederek atmaya çalışırken, İznik’i gezmek için iznini isteyen Afet İnan’a şöyle der:

Hay hay, gidebilirsiniz, fakat unutulmamalı ki asıl İznik’i göremeyeceksiniz. Çünkü o, toprağın altında…

Daha sonra Atatürk, İzniklilere şu soruyu sorar:

İznik’in etrafını çeviren surların kaç kapısı vardır?

Yanıt bir İznikli’den gelir:

Üç kapısı vardır efendim: Bulunduğumuz yerin doğusundaki Lefke Kapı, kuzeyindeki Yenişehir Kapısı, güneyindeki İstanbul Kapısı diye bilinir.

Atatürk, ‘Hayır’ der, ‘Dört kapısı olacak. İznik’in, Türkler tarafından zaptında Kılıçarslan’ın girdiği Batı Kapısı nerede?

O kapı yıllar sonra bir kazı sırasında ortaya çıkar.”

Aslında Atatürk’ün “Asıl İznik’i göremeyeceksiniz, çünkü o toprağın altında” sözlerini sadece İznik için değil, Bursa’nın birçok bölgesi için söylemek mümkün…

Hisariçi’nde durum öyle, örneğin…

Gölyazı’da da farklı değil…

İznik’te toprağın üstünde de toprağın altında da hatta gölün içinde de tarih yatıyor!..

Ve o tarihe ev sahipliği yapan İznik, “üstün evrensel değere sahip bir miras alanı” olarak, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun Dünya Mirası listesine girmeye aday…

Aslında süreç Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından 10 yıl önce başlatıldı:

– İznik, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın önerisiyle 15 Nisan 2014 tarihinde UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alındı.

– 8 yıllık çalışma sürecinde hazırlanan yönetim planı 10 Mayıs 2022’de yürürlüğe girdi.

– Adaylık dosyası 19 Eylül 2022 tarihinde tamamlanarak Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından UNESCO Dünya Miras Merkezine gönderildi.

– İznik dosyası 1 Mart 2023 tarihinde UNESCO Dünya Miras Merkezince kabul edildi ve İznik’in Dünya Miras Listesi adaylık süreci resmen başladı.

– UNESCO’nun danışma organı olan “Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi”nden (ICOMOS) bir heyet Temmuz 2023’te İznik’e geldi. İznik’te bir hafta kalan heyet alanın korunmuşluk düzeyiyle ilgili incelemelerde bulundu.

– İznik’in UNESCO Dünya Mirası Listesine girip girmeyeceği bu yılın haziran-temmuz aylarında yapılacak oylamayla belli olacak.

Eğer UNESCO Dünya Mirası Listesine aday oluyorsanız, her şeyden önce bir hikâyenizin olması gerekiyor. Örneğin, Bursa, “Cumalıkızık, Hanlar Bölgesi ve Sultan Külliyeleri” hattının anlattığı hikâyeyle listeye girmişti ki, o hat Osmanlı şehrinin oluşumunu yansıtıyordu.

İznik’in hikâyesi ise “Medeniyetler Arası Geçişin Kültürel İzleri” ana temasına dayanıyor. Tarihi MÖ 316’da Antigoneia ile başlayan, MS 325’te Roma ile devam eden, Hristiyanlığın kurumsallaştırıldığı, 1075’te Anadolu’daki ilk Türk-İslam başkenti olan, 1200’lerde Bizans’a başkentlik yapan, sonunda Osmanlı toprağı ve bugün bir Cumhuriyet kalesi olan İznik’in bütün hikâyesini esasında bugün hâlâ ayakta kalan surları anlatıyor. 2 bin 500 yıllık surlarda medeniyetler arası geçişin kültürel izlerini yakalamak mümkün. Çünkü surlar her dönemde tahkim edilmek zorunda kalınmış ve tahkim edilirken de şehirdeki diğer yapılardan parçalar kullanılmış!

İznik’e en son 5 ay önce gittim.

Göl kıyısında kahvaltıyla başlayan gün boyunca İstanbul Kapı’dan Lefke Kapı’ya, İznik (Arkeoloji) Müzesinden Nilüfer Hatun İmaretine (Türk-İslam Eserleri Müzesi), Ayasofya’dan Yeşil Cami’ye, Çini Fırınlarından Roma Tiyatrosuna kadar adım adım gezdim.

Evet muhteşem bir açık hava müzesiydi İznik. Ama surlar ve çevresi son derece bakımsız, sokaklar çöp içindeydi.

Arkeolojik kazıya, restorasyona, rekonstrüksiyona ayıracak bütçesi yoktur elbette İznik Belediyesi’nin de hiç olmazsa pırıl pırıl olamaz mıydı sokaklar?

Sadece göl kıyısından ibaret değil ki İznik!

İznik büyük olasılıkla 4-5 ay sonra UNESCO Dünya Mirası Listesine girecek. 10 yıldır yapılan çalışmaların daha da yoğunlaşması, kazıların, restorasyonların birbirini izlemesi gerekecek. Toprağın üstündeki değerleri korumak, toprağın altındaki değerlere ulaşmak, İznik şehri içinde yaşayan tarih adaları oluşturmak zorunlu olacak.

Ve sadece 18 gün sonra belediye başkanlarını seçeceğiz.

Sözüm Büyükşehir’deki seçim yarışının favori adaylarına, farkında mısınız İznik’in!

Bursa’da boyundan büyük işler başaran başkan

Bursa’da boyundan büyük işler başaran başkan

Bursa’da sessiz sedasız icraat yapan iki isim say deseler biri Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık, diğeri de Yenişehir Belediye Başkanı Davut Aydın derim.

Her ikisinin ortak özelliği dişe dokunur, gözle görülür hizmetler yapması.

Reklamlarını yeterince yapmamaları da diğer ortak yönleri.

İşte bu noktada geçen hafta içinde her iki belediye başkanının lansmanları vardı.

O toplantılardan sadece Işık’ın toplantısına gidebildim.

Aydın’ın da toplantısını sosyal medyadan takip ettim.

Aydın’ın yeni dönem vaatlerini ilerleyen günlerde kaleme alacağım.

Bugün Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık’ın toplantısından bahsedeyim.

Işık, öyle işler yaptı ki ilçesinin çehresini değiştirdi…

Gürsu’yu AB tanıdı ama hala yaptıklarını tanımak istemeyenler mevcut.

Işık ve proje ekibi, yazmış olduğu projelerle AB projeleri başta olmak üzere birçok fondan yararlanmayı bildi. O fonlarla insanlara dokundu.

Keza güneş enerjisi ile belediyenin aydınlatma giderlerini karşılıyor.

Alınan fonlarla kurulan iş atölyeleri ile küçük beyinlere girerek belki de geleceğin dâhilerinin mayasını şimdiden attı.

Bunu yanı sıra sporcu fabrikası ile çocukların kötü alışkanlıklardan uzak kalması için önemli bir işe imza attı.

Öte yandan ilçenin doğal dokusu diyebileceğimiz mimarisini anlatan evlerine dokundu.

Toplamda altı evi restore ederek hem turizme kazandıracak hem de ekonomiye can katacak.

Bir tarafta Gürsu mutfağı diğer tarafta sosyal donatı alanları.

Bunların her biri alkışa değer.

Sadece bu kadar mı?

Bunun yanı sıra pazar günü açılışı yapılan seyir terası sadece Gürsu’nun değil tüm Bursa’nın uğrak yeri olmaya aday.

Keza bundan sonra dirençli şehir adına TOKİ marifeti ile yapılacak konutların adresinin Dışkaya olacağını söylemeye gerek yok.

Muhtemelen en az 10 bin konut yapılacak desek abartmış olmayız.

Önümüzdeki beş yıl içinde Gürsu’nun nüfusu mevcut nüfus kadar artmaya aday…

Bu durumda mevcut başkan Işık için diyeceğimiz şu: Bursa’da boyundan büyük işler başaran başkan.

Yeni dönemde yapacaklarını pek saymaya gerek yok. Nasılsa o vaatlerinin kat kat üstüne çıkacak.

Ama benim acizane önerim şudur:

Önce ovayı korumak şartı ile Gürsu’ya en kısa zamanda üniversitenin bir ya da birden fazla bölümü açılmalı.

Hangi bölüm derseniz, ziraat fakültesi ya da ziraat meslek yüksekokulu başlangıç açısından ideal olur.

Sonrası da çorap söküğü gibi kendinden gelir.…

Öneri ve gündeme getirmek bizden, değerlendirmek onlardan…

Milletin derdi geçim, seçimi sosyal belediyecilik kazanır!

Milletin derdi geçim, seçimi sosyal belediyecilik kazanır!

CHP’nin delege seçimlerinden bu yana siyasete yönelik yazılar yerelde de genelde de yoğunlaştı. Fakat öyle bir ters orantı var ki, biz ne kadar yazarsak, siyasiler ne kadar basın açıklaması yaparsa, halkta bir o kadar karşılığı olmayan hevessiz, heyecansız gidişat devam ediyor.

Demem o ki, eski seçimlerin heyecanı da tadı da yok, çünkü vatandaşta seçim havasına girecek ahval yok

Bir yanda, özellikle büyükşehirlerde ve daha da çok İstanbul özelinde havada uçuşuyor açıklamalar ve karşılıklı anket açıklamaları, diğer yanda vatandaşın gözü kulağı pazardaki, marketteki, kiradaki artışta…

Genel seçimlerin rövanşı olarak görülen yerel seçimlerde gündem de biraz buna göre belirleniyor. Partilerin genel başkanları ve birkaç söz söyler temsilcisi konuşuyor, yerelde oyların da bu konuşmalar ışığında belirlenmesi bekleniyor.

Sivil toplum kuruluşları seçim bildirgeleri açıklayarak adaylara yerel yönetimlerden beklentilerini iletmeye çalışıyor. Adaylar da aynı yoğunlukta proje açıklama toplantıları yapıyor, hatta bazen bu toplantılar birer gövde gösterisine dönüşüyor. Megasından minisine pek çok proje üst üste sıralanıyor, sonuçta vatandaşın konuştuğu sadece sosyal belediyecilik anlayışı adını verdiğimiz politikalarla sınırlı kalıyor…

Geniş kapsamı ile ele alırsak kentlerin ekonomik, sosyal, kültürel gelişimini hedefleyen, bu nedenle altyapıdan konut politikaları, iş olanakları, spor ve kültürel etkinliklere kadar geniş bir alanda toplumcu hedeflerin izleneceği anlamına gelen sosyal belediyeciliği biz daha ziyade uygulayan ve uygulamadan yararlanan olarak dar anlamı ile ele almayı tercih ediyoruz.

En kaba haliyle, yoksulluğu esas alan ve yoksullara yönelen hizmet ve desteklerle sınırlı kalan bir anlayıştan bahsediyoruz.

Bu da bize yetiyor, zira son dönemlerde en büyük derdimiz yoksulluk

Ülkede 80 sonrası hüküm süren neoiberal politikalar da düşünülürse. sosyal devletin sosyal yardım devleti olması gibi, sosyal belediyecilik anlayışı da ‘liberal anlayışla geleneksel yaklaşımların karması‘ bir ‘sosyal yardım belediyeciliği’ haline büründü.

İnsanların insanca yaşamak için sarf ettikleri emeğin karşılığı geçinmelerine yetmeyince sadaka toplumu olduk çıktık vesselam.

Tüm bu gerçekler ışığında zaman zaman programlarıma da konuk ettiğim belediye başkanlarına sosyal yardımlar konusunda neler yapacaklarını sormak farz oluyor.

Sosyal belediyecilik açısından en acil konu; konut sorunu…

Yoksulluğun en büyük nedeni ve göstergesi barınma…

Asgari ücretin 17 bin lira olduğu, en düşük emekli maaşının ise 10 bin lira olduğu ülkede çoğunlukla alt gelir gurubundakilerin yaşadığı semtlerde bile kiralar 10 bin liranın üzerinde.

Normal koşullarda maaşın üçte biri dolayında olması gereken kiralar orta gelir grubundakileri dahi zorluyor.

Dolayısıyla özellikle alt gelir grubundakiler için sosyal konut projeleri satılık ve kiralık olarak devreye girmek zorunda önümüzdeki belediyecilik sürecinde.

Avrupa’da bu yönde uygulamalar var. Çoğunlukla yerel yönetimlerin veya bağımsız birimlerin elinde kiraya verilecek konutlar bulunuyor; bu konutların barınma sorununa önemli bir çözüm getirdiği de görülüyor.

Sanırım Avrupa’da belediyeler ellerindeki arazileri satıp belediyeye gelir elde etmek yerine ellerindeki arazilere konut inşa ederek vatandaşlarına uygun barınma imkanı sağlamayı yeğlemiş.

Sonra, Avrupa bizi kıskanıyor…

Tabii bunun dışında beslenme, özellikle de yaşlıların, yani emeklilerin ve çocukların beslenmesi ile ilgili yaşanan sıkıntılar yürek burkucu cinsten. Bu konuya da merkezi hükümetin hayli yüklü bütçelerle ödüllendirdikleri büyükşehir belediyelerinin el atması elzem.

Çünkü yine Avrupa’dan örnek vermek gerekirse, hatta tüm dünya üzerinden örneklersek, her yerde düşen gıda fiyatları bir tek bizim ülkemizde artıyor, hem de sınırsızca ve arsızca artıyor, hem de Ramazan ayında daha da fazla artıyor ki, gariban sofrasına bir lokma koyamasın…

AK Parti’nin, yürüttüğü sosyal belediyecilik anlayışının hükmü ile ayakta durduğunu, yerel seçimlerde ‘Bunlar gelirse size verilen yardımları kesecekler’ yönündeki söylentileri yayarak sandıklardan oy devşirdiğini biliyor herkes. Biliyor da önüne geçemiyor bu söylentilerin.

O halde muhalefet belediyelerinin bu açıklamaların gerçekçi olmadığına vatandaşı ikna etmesi gerekiyor. Aksi halde genel seçimlerde olduğu gibi yerel seçimlerde de yoksulluğun belirleyici olacağı düşüncesine ket vurulmuş olur.

AK Parti ile CHP’nin Bursa’da olduğu gibi pek çok büyükşehirde de başa baş bir yarış yürüttüğü düşünüldüğünde sosyal belediyecilik açısından yerine getirilebilir vaatler ve bu vaatlerin gerçekleşmesini sağlayacak bütçeler vatandaşa iyi açıklanırsa, daha doğrusu bu işi en iyi kim yaparsa kazanan adres olacaktır.

 

‘Almadan vermek Allah’a mahsus!..’

‘Almadan vermek Allah’a mahsus!..’

İstatistikler her ay değiştiği için genelgeçer rakamlar üzerinden gidelim.

Türkiye’de ortalama 16 milyon emekli var.

Bunun yaklaşık 2 milyonu Emekli Sandığı, 3 milyonu Bağ-Kur ve 11 milyonu SSK emeklisi.

Uzmanların yaptığı hesaplamalara göre, ortalama emekli aylığı 12 bin 500 lira.

Ocak 2024’te yapılan düzenleme ile en düşük emekli maaşı 10 bin lira.

Tabii siz bakmayın en düşük emekli maaşının 10 bin lira olmasına.

Adına “kök maaş” denen bir garabet var. Başka deyişle, en düşük emekli maaşı 10 bin lira değil. Mesela 6 bin 500 lira, mesela 7 bin lira. O da yılbaşında yapılan yüzde 49.25’lik zamdan sonra.

Kaynak: BBC Türkçe.

Yaşadıklarımız o kadar akla ziyan ki!

Düşünün, maaşınıza bir ay içinde 3 kez zam yapılıyor:

Önce enflasyonun belirlediği yasal zam oranı yüzde 37.57 olarak ortaya çıkıyor.

Yetmiyor, hükümet “yüzde 5 ek zam” diyerek oranı yüzde 42.57’ye yükseltiyor.

O da yetmiyor, zam oranı memur emeklilerininkiyle eşitlenerek yüzde 49.25’te netleşiyor.

Başka deyişle, kök maaşı Aralık 2023’te mesela 5 bin 500 lira olan bir emekli yüzde 50 zamla Ocak 2024’te 8 bin 250 lira almaya başlıyor.

Sistemin garabetini, durumun vahametini biraz olsun perdelemek için de en düşük emekli maaşı 7 bin 500 liradan 10 bin liraya çıkarılıyor.

Dolar’ın Euro’nun 30 lirayı çoktan aştığı, resmi enflasyonun yüzde 67.07 olduğu, açlık sınırının 16 bin; yoksulluk sınırının 53 bin lira hesaplandığı bir ortamda 10 bin lirayı bozdur bozdur harca!

***

Bu tablo içerisinde bir kez daha emekliler seçimin kilidi olmuş durumda.

Gerçi Türkiye “tencerenin düşüremediği iktidar olduğunu” 14 Mayıs 2023 seçimlerinde gördü ama reel ekonomideki, yani vatandaşın cebindeki tablo aradan geçen 10 ayda hiç iyiye gitmedi.

Üstelik ekonomik sıkıntıların en yoğun hissedildiği yerler büyükşehirler.

Türkiye Emekliler Derneği’nin (TÜED) Haziran 2022’de açıkladığı verilere göre, Türkiye’nin en büyük 3 şehrinde – İstanbul, Ankara ve İzmir’de – 5 milyondan fazla emekli yaşıyor. Bursa, Antalya, Kocaeli, Balıkesir, Manisa, Konya, Mersin, Adana, Samsun gibi diğer büyükşehirlerde nüfusun en az 500 bini emekli.

Kaynak: TÜED, 2022 yılı verileri.

Belediye başkan adaylarının ardı ardına açıkladıkları vaatlerinde emeklileri hiç es geçmemelerinin arka planında bu yatıyor.

Suya indirim, ulaşıma destek, doğalgaz ödemesine katkı, kira yardımı, sosyal tesislerde indirim, nakit destek…

Vaatlerin ardı arkası kesilmiyor.

Kendini merkezi hükümet yerine koyup “bayram ikramiyesi vereceğim” diyen bile var!

***

Ancak herkes çok iyi biliyor ki…

Emeklilerin gözü başkan adaylarının vaatlerinde değil iktidarın ne söyleyeceğinde…

Merakla beklenen bayram ikramiyesinin 2 bin liradan ancak 3 bin liraya çıkarılması en basit ifadeyle hayal kırıklığı yaratırken, memura verilip emekliden esirgenen seyyanen zammın temel beklenti olarak ortaya çıktığı görülüyor.

Kaynak: Prof. Dr. Aziz Çelik

Bu durumu tespit eden kimi umut tacirleri de “Seçimden önce emekliye şu kadar verilir, kök maaş bu olur, en düşük emekli maaşı şuna çıkar” diye sözde yorum yapıyor.

Oysa ki sözü edilen beklentinin gerçekleşmesi ancak bir yasayla mümkündür ve o yasayı çıkarmak için Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırmak gerekir.

Seçime 20 gün kalmışken, siyaset meydanları iyice ısınmışken, liderler her gün iki üç şehir gezerken ne iktidar o topa girer, ne de böyle bir iyileştirme siyaseten muhalefetin işine yarar.

Bu saatten sonra iktidar sahipleri de iktidara aday olanlar da ancak vaat verir. Vaat verirken de rahmetli Özal gibi seçmene hatırlatır:

Önce oyu alalım, sonra verelim. Almadan vermek Allah’a mahsus!..”

Yılmaz, Gemlik’te emaneti alabilecek mi?

Yılmaz, Gemlik’te emaneti alabilecek mi?

Ramazan arifesi olan pazar günü de bizler için oldukça yoğun bir gündü. Bu minvalde sabah YRP’nin toplantısı, akşam saatlerinde de soluğu Gemlik’te aldık.

İlk teravih namazının kılınacak olması münasebeti ile toplantının başlangıç saati de ona göre uyarlanmıştı…

Saat 18.00…

Yer Cemil Meriç Kültür Merkezi.

Başkan Yılmaz’ın döneminde yapılan merkez bu dönem yeniden başkanlık için kolları sıvayan Yılmaz’ın lansman toplantısına ev sahipliği yaptı.

Toplantı öncesinde AK Parti İlçe Başkanı Mehmet Taşar ile sohbet etme fırsatı yakaladık. Çok yakın zamanda il yönetiminden ilçe başkanlığına atanan Taşar oldukça iddialı.

“Bursa’da oyunu en çok arttıran ilçe olacağız. Emanetimizi Cumhur İttifakı olarak geri alacağız” diyerek görüşlerini paylaştı. Öte yandan MHP Bursa İl Başkanı Muhammed Tekin için de Gemlik çok önemli. Siyasete başladığı, yaşadığı ilçe.

Yine bir başka detay ise geçen dönem Yılmaz’a rakip olan BBP’li Oğuz Han da Cumhur İttifakı listelerinden meclis üyesi adayı…

Gelelim diğer detaylara;

Salon öncelikle dolu ve heyacanlı idi.

Cumhur İttifakının il başkanlarının birbirlerine sarılmaları vardı ki gerçekten görülmeye değerdi.

Samimi idi, riyakarlıktan uzaktı.

Yine Refik Yılmaz’ın sunumunda dikkat çeken en önemli detaylar arasında 10 bin konut inşa edilmesi ve Gemlik’te teleferik yapılması vardı.

Bu konuda proje hazırlamış Yılmaz ve ekibi…

Bunun dışında Yılmaz’ın önceki yıllarda temelini attığı ardından üzerine bir şey yapılmayan projelerin bitirmesine yönelik açıklamalar geldi.

Yılmaz’ın salonda bulunan önceki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’yi onore etmesi de siyasi nezaketti.

Dikkat çeken bir detay ise AK Parti’den geçen dönem milletvekili olarak görev yapan yerel seçimlerde Gemlik Belediye Başkan Aday Adayı olan Zafer Işık’ın toplantıda görememiş olmamız.

AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala’nın da konuşmasında hem AK Parti hem MHP ve BBP’yi kastederek “Cumhur İttifakı burada, bunun dışında olanlara itibar etmeyin” benzeri ifadeler kullanması da YRP’yi hedef alan sözlerdi…

Netice olarak Yılmaz projelerini açıkladı…

Karar bundan sonra halkın.

Bize de Yılmaz ve ekibine başarı dilemek düşüyor…

Yıldırım parlar mı?

Yıldırım parlar mı?

Biraz geç de olsa Yıldırım Belediye Başkanı ve AK Parti Yıldırım Belediye Başkan Adayı Oktay Yılmaz’ın proje tanıtım toplantısından bahsetmeden olmazdı.

Malum, seçim işi hesap kitap işi. Bursa’da Osmangazi ve Yıldırım’ı elinde tutan partinin büyükşehirde de seçimi kazanacağı muhakkak. Osmangazi’de Bursa’nın kozmopolit yapısının yansımasını, dolayısıyla merkez ilçelerin dışındaki yerlerden gelecek oyların seçime etkisini de ölçebilecek bir merkezi yakalıyorsunuz. Yıldırım’da ise işler biraz daha başka. Seçmen yoğunluğu itibariyle en çok seçmenin varlığını sürdürdüğü Yıldırım, Bursa’nın ilk göçleri göğüsleyen ilçesi de olduğundan burada galip gelmek ayrı bir önem arz ediyor.

AK Parti’nin Yıldırım’da uzun zamandır süren egemenliği öyle kolay kolay yıkılacak gibi değil. Yıldırım Belediye Başkanı ve AK Parti Yıldırım Belediye Başkan Adayı Oktay Yılmaz’ın proje tanıtım toplantısında hissedilen hava da bu yöndeydi.

Naim Süleymanoğlu Spor Tesisleri’nde düzenlenen proje tanıtım toplantısına basının dışında tüm Yıldırımlılar da davetliydi.

Salonun tamamının dolu olduğunu, bahçede de hatırı sayılır bir kalabalığın bulunduğunu belirtelim ve hemen hatırlatalım, tüm bunlar gösterge değil aslında. Çünkü buraya bir bardak kahve, bir tas çorba içmek, dağıtılan küçük eşantiyonlardan almak için çevre ilçelerden gelenlere dahi var.

Benim için gösterge şu, Oktay Yılmaz için kimse ‘kötüdür, vatandaşı mağdur etti, işini yapmıyor, halka sahip çıkmıyor, Yıldırım’a hizmet etmedi, kendi menfaatlerini düşündü…’ gibi cümleler kurmuyor.

Hal böyle olunca adayın güçlülüğü de ortaya çıkıyor. Mevcut başkan zaten yarışa bir sıfır önde başlar, bir de hakkında iyi konuşuluyorsa…

AK Parti’nin Yıldırım’da sürdürdüğü iddia ilçe belediye başkanlığını almaktan çok büyükşehir belediye başkanlığı için oy istemek üzerine yoğunlaşma şeklindeydi.

AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Varank yaptığı konuşmada; “Sandıkları patlatmaya, Yıldırım’da Oktay Yılmaz’ı, Büyükşehir’de Alinur Aktaş’ı rekor oyla seçtirmeye var mısınız?” diye soruyordu seçmene.

CHP’nin amacı da bu, büyükşehir belediye başkan adaylarına alabilecekleri kadar çok oy alma derdindeler.

İşin ilginç olan tarafı, bu kez vatandaş ilçe belediyesinde başka, büyükşehirde başka oy kullanmayı daha çok düşünür oldu. Yaşanan ekonomik sıkıntıların buradaki etkisinin büyük olduğunu, özellikle Yıldırım İlçesi gibi şehre gelen ilk göçleri göğüsleyen yerleşim noktalarında yoksulluğun daha da arttığını belirtmekte yarar var.

Geçici üç beş kuruşla baypas edilmesi zor bir yoksulluğun kokusu pek yükseklerde olan koltuklardan duyuluyor mu bilemiyorum, ama böyle giderse mağlubiyetin kokusu saracak etrafı…

Görevde olduğu 5 yıl boyunca ‘Ne varsa Yıldırım’da var’ diyen Oktay Başkan, bu kez ‘Parla Yıldırım’ markası ile yola çıktığını söyledi ve ‘Yıldırım için fazlası var’ dedi.

Ortaya da mis gibi bir şehir felsefesi koydu, Fatih’in İstanbul için söylediği “Hüner bir şehri inşa ederken, o şehirde yaşayanların gönüllerini de ihya etmektir” sözünden yola çıktığını, Yıldırım’ı Yıldırım’da yaşayanlara rağmen değil Yıldırımlılarla inşa edeceklerini söyledi.

Gel gelelim, Yıldırım, Oktay Yılmaz’ın hayalindeki gibi sokakları erguvan kokan bir ilçe değil, Yıldırım, Oktay Yılmaz’ın hayal ettiği gibi felsefesi oluşturulacak kadar mutlu bir şehir de değil. En azından henüz değil…

Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz sahnede Yıldırım için hissettiklerini ve düşündüğü şehir felsefesini anlatırken kendisini dinlemek yerine eşantiyon torbalarını kapışıp çorba ve kahve içmek için yarışa giren onca insana bakınca anlıyorsunuz daha yapılacak çok iş, oluşturulacak çokça yeni bakış açısı olduğunu.

İşte tam da bu nedenle Yıldırım Belediye Başkanlığı koltuğu oturmak için seçilebilecek en zor yerlerden biri.

Önümüzdeki dönem kentsel dönüşüme çok daha büyük önem verilecek. Şimdiye kadar yapılan projelerin doğru ilerleyişinin sekteye uğramadan devam etmesi elbette ki, gönlümde yatan aslan. 30 bin yeni konut sözü verdi Yılmaz, hedefe beş yılda ulaşılırsa Yıldırım güvenli kentler arasına girebilir. Bu da Oktay Yılmaz’a çok büyük avantaj sağlar.

Yıldırım’ın en büyük avantajı uyumayan kütüphaneler. Gençlerin bir bölümünün başka ilçelerden kalkıp bu kütüphanelerde ders çalışmak için Yıldırım’a geldiğini biliyorum. Projelerin artarak devam etmesi harika olur, çünkü ilçede temelden bir değişimi sağlamak temelin doğru eğitim alması ve vizyoner bakış açısı kazanması ile mümkün olur. Kütüphaneler bunun için bir başlangıç. Yanına mahalle kreşlerini de eklemek akıllıca…

Eksiklik olarak sayabileceğim en önemli kalem ise eğlence mekanları…

Eskiden de yoktu, şimdi de yok…

Sinema, tiyatro, konser, gençlerin toplanmayı sevdikleri mekanlar arasında olduğundan adını zikrettiğim AVM gibi alanlar sosyal hayatın hareketlenmesini ve gerçekten ‘Ne varsa Yıldırım’da var’ olmasını sağlayacaktır bence.

Şehrin batısı ile doğusunun barışması ve denkleşmesi için daha çok yol yürüneceği belli…

Yıldırım’ın eşitliğe ihtiyacı var!

Yıldırım’ın eşitliğe ihtiyacı var!

Belediye başkan adaylarının proje tanıtım toplantıları yapmaları bir yerel seçim geleneği…

Son 10 gündür ben de 31 Mart’ta sandığa gidecek bir kentli olarak bu toplantıları izlemeye, bir gazeteci olarak da izlenimlerimi aktarmaya çalışıyorum.

Bu seçimde dikkatimi çeken bir nokta var:

İktidar adaylarının büyük çoğunluğu projelerini ilçelerindeki spor salonlarında düzenledikleri şaşaalı toplantılarla anlatmayı tercih etti.

Salonların zemini halıyla kaplandı; bir tarafa büyük bir sahne, üstüne dev ekranlar kuruldu; salonun ortasında kongre düzeni alındı; tribünler afiş ve pankartlarla donatıldı; projeleri dinlemese de sloganlarla adayları motive edecek taraftarlar koltuklardaki yerini aldı.

Yıldırım Belediye Başkanı ve Cumhur İttifakı AK Parti Belediye Başkan Adayı Oktay Yılmaz’ın Yıldırım’a kazandırdığı Şirinevler’deki Naim Süleymanoğlu Spor Kompleksinde yapılan proje tanıtım toplantısından yansıyan manzara tam da böyleydi.

Heyecanlı, coşkulu, hatta gaza getirici siyasal konuşmaların ardından projelerini anlatmak üzere sahneye çıkan Yılmaz, okuyan, düşünen ve en önemli işi uyumayan kütüphane inşa etmek olan bir siyasetçi kimliğiyle konuşmaya başladı.

Önce “Bizim bir şehir tasavvurumuz var” dedi ve o tasavvura ilham olan Fatih’in dizelerini okudu:

Hüner bir şehir bünyâd etmektir;

Reâyâ kalbin âbâd etmektir.”

Hüner bir şehri inşa ederken, o şehirde yaşayanların gönüllerini de ihya etmektir” diyordu Yılmaz.

Başkan Yılmaz, “Ne varsa Yıldırım’da var”dan “Yıldırım için fazlası var” dönemine geçişin felsefesini anlatıyor ve o felsefenin odağına insanı koyuyordu ama doğrusunu isterseniz salonu dolduran insanların kendisini pek dinlediği yoktu.

Spor için inşa edilmiş, konuşmacının sesinin boğuk boğuk duyulduğu, sık sık sloganlarla kesilen ve uzadıkça da sıkan söylev açıkçası amacına ulaşamıyordu!

Cumartesi akşamının şatafatlı toplantısının ardından pazar sabahı yine Yıldırım’da, bu kez Barış Manço Kültür Merkezi’ndeydim. Tam 1.5 saat gecikmeyle başlayan CHP Yıldırım Belediye Başkan Adayı Mehmet Önder Mutlu’nun proje tanıtım toplantısında…

Akşam tanık olduğum gösterişin aksine son derece sade bir toplantı, 457 kişilik dar bir salon, ellerinde bayraklarla CHP’liler, kahvaltı/yeme içme olmayınca; üstüne bir de pazar sabahı olunca sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar gazeteci…

CHP adayı Mutlu da tıpkı rakibi gibi projelerinin odağına insanı koydu ve “En çok hak, hukuk ve adalete ihtiyaç olan bir dönemden geçiyoruz” dedi.

Yıldırım’ın ve Yıldırımlıların ihtiyacı olan adalet ise CHP Parti Meclisi Üyesi ve Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın sözleriyle somutlaştı:

Aslolan sandıktan çıktıktan sonra tüm vatandaşların iktidarı olabilmektir. Bunu yapamıyorsanız milli iradeden bahsedemezsiniz. Eğer bu ülkede milli irade varsa, Bursa’da da bu irade gerçekleşecekse… Ulus’ta, Hacıvat’ta, Vakıfköy’de, Yavuz Selim’de, Şirinevler’de yaşayan ailelerin çocukları istedikleri okullara gidebiliyor mu? Biraz ekonomik durumunu düzelten kentin doğusundan batısına gidiyor, nerede bu insanlar? Oysa Ulus’ta oturan da aynı su parasını ödüyor, Nilüfer’de yaşayan da. Aynı elektrik parasını Hacivat’taki arkadaşımız da ödüyor, Bademli’de yaşayan da. Yıldırımlılar vergi vermiyor mu?”

31 Mart’ın yerel seçim olmaktan çıktığını vurgulayan CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın işaret ettiği nokta da aynıydı:

Türkiye’nin emekçileri için emeklileri için ev kadınları için çok daha kötü bir döneme girmek zorunda kalacağız. O yüzden (iktidara) güçlü bir yanıt vermek zamanıdır. Bu ildeki eşitsizlikleri azaltmak için uğraşmanın, güçlü bir yanıt vermenin tam zamanıdır.”

Kısacası Bursa’da yaşamanın bütün bedellerini eşit oranda ödeyen insanların iş ödenen bedelin karşılığını almaya gelince ortaya çıkan eşitsizliğe dikkat çekti CHP’liler.

O eşitsizliğe seçmen bakalım ne diyecek!

Yılmaz’dan miting gibi sunum…

Yılmaz’dan miting gibi sunum…

Cumartesi akşamının son programı Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz‘ın lansman toplantısı idi.

Seçim döneminin başlaması, daha doğrusu adaylık döneminin başlaması ile en rahat isimlerden biriydi.

Oktay Yılmaz’ın adaylığına banko diyenlerdendik.

Neticede yanılmadık.

Yılmaz’ın diğer özelliği de anketlerde farklı partilerin seçmenlerinden de oy alabilecek bir isim olması.

Bunun açılımı da şu oluyor:

Yılmaz, partisinin Büyükşehir Adayı Alinur Aktaş’tan daha yüksek oy alabilir. Bunun ipuçlarını da lansman toplantısının yapıldığı salonda gördük.

Salonu tıka basa dolduran partililer yeri göğü inlettiler.

Yılmaz da o kadar güzel sunum yaptı ki ‘Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır’ dedi.

Bu dönem de kentsel dönüşümde çıta daha da yükseldi, keza sosyal aktivitelerde ise ilçeye pozitif ayrımcılık yapılan tesisler kazandırılıyor.

Bunu yanı sıra yeni parklar, sosyal tesisler hepsi Yıldırım’da daha fazla olacak.

Yılmaz, bunları yapar mı?

Hem de fazlasıyla…

Cumalıkızık alanın orada yaptığı parkları daha da fazlalaştırması… Onlardan biri…

Yine Temenyeri’nin koruluk hale getirileceği müjdesini kendisinden duymuştuk.

Bize düşen tek kelime ile Yılmaz’a seçimlerde başarı dilemek, yolu açık olsun demek…

Erbakan neden Cumhur İttifakı’nda değil?

Pazar sabahı Bursa’dan yolu geçen siyasetçilerden biri de Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan idi. Geçen yıl gerçekleşen genel seçimlerde Cumhur İttifakı ile beraber hareket eden Erbakan’ın yerel seçimlerde neden ittifakta olmadığı merak konusu idi….

O da bu sorunun yanıtını dün verdi.

Ama öncesinde yerel seçimlerde neden aday çıkardıklarını açıkladı. Parti ayrımı gözetmeden milletin menfaatinden daha çok kendi menfaatini düşünen siyasi partiler var olduğunu ifade etti. Ardından belediyeler borç batağında diye düşüncelerini paylaşan Erbakan, gözleri dolar ve euro olan siyasetçileri de eleştirdi.

Bunları gerekçe göstererek aday çıkardıklarını ifade etti. Ardından, “Siz seçimlere Cumhur İttifak’ından girdiniz şimdi neden beraber girmiyorsunuz” sorusuna ise “O zaman biz ittifaka girerken mutabakat metni imzalamıştık. O metne uyulmadığı için ittifakta değiliz” dedi.

Kısaca “biz müstakil partiyiz” dedi.

Tüm seçim bölgelerinde seçime katıldıklarını ifade eden Erbakan beklentilerinin üzerinde yüzde 20 civarında oy alacağını düşünüyor.

Bizler de ciddi oy kaymalarının olabileceğini, genel seçimlere göre oy artışı olacağını düşünüyoruz.

Bundan sonrası için milletin menfaatine dokunan olumlu işlere evet aleyhinde olacağı işlere de hayır diyeceklerini Erbakan basınla paylaştı…

Bize de kendisine başarılar dilemek düşüyor…

 

Bozbey’in dikkat çektiği nokta madde bağımlılığı…

Bozbey’in dikkat çektiği nokta madde bağımlılığı…

Dünkü yazımızda ifade ettik. Ramazan öncesi son haftayı o kadar yoğun geçirdik ki tabiri caiz ise başımızı kaşımaya fırsat bulamadık.

İşte bu bağlamda cumartesi gününe CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’in basın toplantısı ile başladık.

Geçen hafta gerçekleşen tanıtım toplantısında Bozbey, basın mensuplarının sorularını alamamıştı…

Bu minvalde cumartesi günü gerçekleşen toplantı sorulamayan soruların gerçekleştiği toplantı olarak aklımızda kalacak…

Sorulara geçmeden Bozbey’in değindiği bir konu var ki o konu iktidarın da muhalefetin de gündemlerinin olmazsa olmazı olmalı…

O konunun adı madde soyadı bağımlılık…

Ne yazık ki madde bağımlılığı 12’li  yaşlara kadar düştü…

Gelecek nesillerimiz tehlike altında.

Kullanım yaşının bu kadar düşmesinin altında bir çok sebep var…

Aslolan o sebeplerin ortadan kaldırılması..

Yine madde bağımlılığına ulaşımın rahat olması, çevresel faktörler de bunu körükleyen etmenler.

Hem yerel hem genel yöneticilere düşen denetim, ebeveynler de bu konuda duyarlı olmalı.

Yerel yönetimler de bu konuyla ilgili rehabitilasyon merkezlerini bir an önce kurmalı, hayata geçirmeli.

Gerçi Bursa Büyükşehir Belediye  Başkanı Alinur Aktaş’ın kurduğu GADEM var…

Ama o bünyenin doğayla içiçe bir merkeze taşınması şart.

Yoksa yarın geç olacak…

Bozbey’i de bu duyarlılığından dolayı ayrıca tebrik ediyoruz.

Beygirci’nin mütavaziliği seçimi kazandırabilir mi?

Cumartesi günü ikinci durağımız Cumhur İttifakı MHP Mustafakemalpaşa Adayı Ahmet Beygirci’nin toplantısı idi.

İttifakta MHP’ye bırakılan ilçede Beygirci’nin neler söyleyeceğini merak ediyorduk.

Öte yandan mevcut başkan Mehmet Kanar’ın ruh hali seçimlere nasıl yansıyacaktı…

Bu soruların yanıtlarını öğrendik.

Öncelikle Mustafakemalpaşa’nın müstakbel Belediye Başkanı Ahmet Beygirci dersine iyi çalışmış.

İlçe halkının beklentilerini karşılayan projeler hazırlamış. Bunu ben demiyorum ilçede siyaset yapan siyaseti yakından takip eden dostlarımız ifade etti.

Öte yandan mevcut başkan Mehmet Kanar’ın da toplantıya katılması birlik ve beraberlik mesajları açısından oldukça önemli idi.

Önceki dönem ilçe başkanı Murat Hallaçoğlu ve Belediye Başkanı Sadi Kurtulan da Beygirci’yi yalnız bırakmadı…

Bizim gördüğümüz Beygirci’nin mütevaziliği ve birlik görüntüleri ile beraber Cumhur İttifakı en azından ilçede skora denge getirmiş durumda.

At başı devam etmesi beklenen yarışın sonucu muhtemelen foto finişle belirlenecek.

Bizler de süreci bekleyip takip edelim.

Koruyalım Bursa Ovası’ndan geriye kalanı

Koruyalım Bursa Ovası’ndan geriye kalanı

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Habertürk ekranlarında yaptığı; ‘Bursa, Balıkesir, Manisa ve Denizli’de iddialayız. İkinci bir hat çekme iddiamız çok güçlü. En az 4’te 2 bekliyoruz. 3 olursa harika olur, 4 olursa tadından yenmez. Bu 4 ili kuvvetli ihtimalden geriye doğru sıralamamı isterseniz, Bursa en güçlü ihtimal!” açıklaması uzun süredir söylediğim; ‘Mustafa Bozbey büyükşehri almaya hiç bu kadar yakın olmamıştı. Sanki elini uzatsa alacağı kadar yakınında başkanlık koltuğu’ sözlerimi doğrular nitelikte.

CHP’nin önceki dönem genel başkanlığını yürüten Kemal Kılıçdaroğlu’nun da 2019 yerel seçimleri sonrasında ‘Bursa içimde bir yaradır’ sözleri ile kıl payı seçimin kaybedildiği şehre büyük önem verdiğini biliyorduk. Seçimin kaybedilme nedenlerini didik didik ettiğimi ve bu hatalardan ders çıkarılması gerektiğinin altını çizdiğini hatırlatmaya gerek yok sanırım.

Şimdi burada iki önemli nokta var, birincisi Bozbey’in elini uzatsa yakalayacağı kadar yakınında duran Büyükşehir koltuğuna elini ne kadar uzatabileceğini bize zaman ve siyasi manevralar gösterecek, ikincisi ise sandık güvenliği konusunda bir aksamanın yaşanıp yaşanmayacağına yönelik CHP örgütünün yerel seçimlerde vereceği sınav yeni yönetimin de ilk karnesini oluşturacak…

Bir haftadır soluksuz belediye başkan adaylarının proje tanıtımlarına katılarak değerlendirmeler yapmaya, bu değerlendirmeleri yaparken de adalet terazisinden şaşmamaya çalışıyorum. Bugün de CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’in basına özel düzenlediği toplantısına dahil oldum.

Geçtiğimiz günlerde yapılan proje tanıtımının küçük bir özeti ile başlayan toplantı basının çokça merak ettiği sorularla devam etti.

Deprem gerçekliği ile ön plana çıkan ve son günlerde bunun dışında neredeyse hiçbir konu konuşulmayan Bursa için Bozbey ve ekibi 23 tane kentsel dönüşüm alanı belirlemiş. Kentsel dönüşümü ada bazlı olmaktan da çıkarıp bütüncül planlarla yapmayı düşündüklerini belirtti Mustafa Bozbey, hatta şöyle dedi; “Öncelikle mikro bölgeleme çalışmaları yapıp, fay hatlarını belirleyerek haritalara işledikten sonra planlama yapmakla işe başlayacağız…”

Ben teknik bir insan değilim, ancak işim gereği teknik insanlara bolca soru sorarak en doğru yolu tespit etmek adına çaba sarf eden taraftayım. Dolayısıyla Bozbey’in kentsel dönüşüme bakış açısının en azından başlangıç bölümü son derece doğru işleyecek böyle yapılırsa. Sonra gidişata bakıp yeniden puanlarız işler o aşamaya geldiğinde…

Tabii açıklanan projeler büyük olunca, mesela metro hatları ve raylı sistemlerin entegre olması sayesinde demir ağlarla örülen bir toplu ulaşım planı ortaya koyulunca, kaynağın nereden geleceği de merak konusu. Partisinin tüm başkan adayları gibi ‘İsrafı keseceğiz’ diyerek yanıt veriyor Bozbey.

Hemen notlarımdan bir küçük bilgiyi de aktarayım size; bir kilometre metro hattının maliyeti 50 milyon dolar, bir kilometre tramvay hattının maliyeti 15 milyon dolar tutuyormuş. Mustafa Bozbey’in toplantının sonuna doğru kendisinin verdiği bu rakamlar ışığında projelerin maliyetlerini daha rahat hesaplayabiliriz sanıyorum.

“Büyükşehir Belediyesinin en büyük borç kalemi Timsah Arena… 7 yılda T2 hattı dışında bir metre raylı sistem döşenmedi… Ankara ile ilişkileri doğru projeler sunarak iyi yöneteceğiz… Doğanbey’e bu iktidardan kimse sahip çıkmıyor, ortada kaldı. Kimin zamanında yapıldığı, kimlerin onayladığı belli, ancak herkes ‘ben istememiştim’ diyor. Yakında Bozbey yaptı diyecekler… Atatürk Spor Salonu en az 5 bin kişilik olmalı… Turist buraya geldiğinde akşam bir etkinliğe katılmak istese imkan yok…” sözlerinin çoğu Bursa’nın sorunlarını özetliyor zaten.

Tabii ki, burada önemli olan çözüme yaklaşım…

“Kent suçlarının neler olduğunu bir bir ortaya çıkaracağız. Bursa’da bir akademik kurul oluşturacağız. 27 akademik odanın temsilcilerinin, 3 üniversitenin temsilcilerinin ve belediyelerden temsilcilerin yer aldığı bir kuruldan bahsediyorum…” diyor CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı.

Bozbey’in tüm projeleri arasında en çok beğendiğim ve sözünü tutmasını dilediğim konuya gelelim öyleyse…

Bursa Ovasının korunması

‘Bursa Ovası talan edileceği kadar talan edildi zaten’ diye düşünenler için küçücük bir cevap olsun, ‘Konuya sizin baktığınız gibi bakmayan, paraya sıkışan ve tarımın ülkede bitirilmesine yönelik çalışmalar nedeniyle eli kolu bağlandığından toprağını satan köylüden sürekli olarak arazi toplayan sonra da bu araziler ile ilgili plan değişiklileri yaptırarak gayrimenkul zengini olma gayretinde olan hatırı sayılır bir kesim var şehrimizde!’

Şimdi gelelim Bozbey’in Bursa Ovasının korunması ile ilgili düşüncesine. Öncelikli olarak yeni sanayi bölgelerinin açılmasıyla ilgili iş dünyasının beklentilerini öyle şıp diye karşılamak gibi bir kaygısı yok benim gördüğüm kadarıyla. Hatta şöyle diyor;

Biz öncelikli olarak bir sanayi master planı yapacağız, tarım master planı yapacağız bu planları önümüze alacağız ve ihtiyaç gerçekten var mı diye bakacağız. Demirtaş Organize Sanayi Bölgesinde pek çok alan üretimden ziyade depo olarak kullanılıyor mesela. Bunu biliyor muydunuz? Bizim en önemli sorunumuz çevreyi kirleten sanayinin hala Bursa’da devam ediyor oluşu. Katma değeri yüksek sanayiye yönelmek lazım. Sadece tekstil ile bir yere kadar gelebilirsiniz…”

Bu sözler burada dursun…

Kayda geçsin…

Eğer Bozbey başkanlık koltuğuna oturursa ve sanayicinin taleplerine direnemeyip yeni sanayi bölgelerine olur verirse, kendisine söyledikleri hatırlatılsın diye yazıyorum böyle uzun uzun.

Aksi halde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı ve AK Parti Başkan Adayı Alinur Aktaş şehre biri batıda biri doğuda olmak üzere iki KOBİ OSB adı altında yeni sanayi bölgelerinin müjdesini çoktan verdi zaten.

Şu notu da düşelim, çünkü önemli; bu seçimde projelerden daha çok sosyal yardımlar yarışıyor, malum, vatandaşın önemli bir bölümü sosyal yardımlarla ayakta durma mücadelesi veriyor. Bu nedenle CHP sosyal yardımları kesmeyeceği hatta artırarak devam ettireceği konusunda kimi ikna ederse oyunu alır.

Kampanyadaki akademik bakış açısı harika, ama sokak dilini unutmamak lazım…

 

 

 

 

 

 

 

Plan mı yoksa ecel mi?

Plan mı yoksa ecel mi?

Türkiye’de “plan” denince akla hemen Süleyman Demirel gelir.

60’lı yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin planlı bir gelişime ihtiyacı olduğunu savunurken, Adalet Partisi’nin karşı tezi hazırdır:

Bize plan değil, pilav lazım!..”

Bugünden bakıldığında çok komik ama planlı kalkınmaya karşı çıkışın gerekçesi bellidir: Plan komünist işidir, komünizm de laf salatasıdır, vatandaşın lafa değil salataya ihtiyacı vardır!

O tartışmalardan 60 yıl sonra bir yerel seçim öncesi bu kez şehirlerimiz aynı ikilemi yaşıyor.

Yakın gelecekteki (hatta belki şu an) en büyük tehlike deprem ve temel öncelik depreme hazırlık. Ama akıp giden hayatın en acil ihtiyacı ekmek!

Yani plan mı pilav mı?

20 bin liraya dayanan açlık sınırıyla 50 bin lirayı aşan yoksulluk sınırıyla ekonomik koşullar o hale gelmiş ki kimsede plana bakacak göz kalmamış!

Seçmenin derdi pilav, geçim derdi başka deyişle. Ancak plan olmadan pilavın olmayacağını, olsa da yağsız tuzsuz olacağını, kimine kaşıkla kimine kepçeyle dağıtılırken, kiminin de hamuduyla götüreceğini görmek gerekiyor.

Bursa’yı yönetmeye talip olan isimler neyse ki pilavdan söz ettikleri kadar plandan da söz ediyor.

Henüz bir hafta önce yeni döneme ilişkin projelerini açıklayan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhur İttifakı AK Parti adayı Alinur Aktaş, 2050 Çevre Düzeni Planı’nın hazır hale getirildiğini belirterek, planın yeni dönemde “kent anayasası” olarak yürürlüğe gireceğini söyledi.

Buna karşılık “Bursa’nın 2050 Anayasası” adayların dilinden düşmüyor. Ortak söylem katılımcı bir anlayışla ve bilimsel yöntemlerle 1/100.000’lik Çevre Düzeni Planı hazırlanacağı yönünde.

Peki, madem plan hazır neden tüm adaylar yeni bir planlamadan söz ediyor?

Sorunun yanıtı çok açık ve net: Çünkü büyük bir güven sorunu var!

Bursa’yı yönetmeye talip olan adaylar mevcut yönetime güvenmiyor, birbirlerine de güvenmiyor, onu bırakın birlikte çalıştıkları yol arkadaşlarına bile güvenmiyor! Planlamada söz sahibi olması gereken akademik odalar da hiçbirine güvenmiyor!

Çalışmaların kitlendiği yer olduğu anlaşılan sanayi planlamasında herkes şehrin değil de kendisinin geleceğine bakınca 2011’den beri tartışılan ve 2020’de yeniden çalışmalarına başlanan plan ortada kalıyor. Hal böyle olunca 2040 için çıkılan yolda hedef 2050’ye evriliyor.

Tüm bu tartışmalar bana meşhur Piccinato Planı’nın onay sürecini hatırlatıyor.

Bursa Belediye Meclisi 1960’ların başında, yani memleketin “plan mı pilav mı” tartışmasına sahne olduğu yıllarda Piccinato Planı’nı kabul eder.

Ama nasıl?

Gazeteci Necati Akgün anlatıyor:

Piccinato Planı’nın Meclis’te kabulü sırasında Kamil Tolon, ‘Ben buna oy vermem’ dedi. Demiryolu altını Piccinato, mecburi olarak zirai saha, tarım alanı olarak gösterdi. Kamil Tolon, ‘Kendimizi aldatmayalım, benim fabrikam var burada’ dedi, o tarım alanı içinde. O zaman Demokratlar, ‘Sen çık dışarı’ dediler, ‘Biz ittifakla kabul edeceğiz.’ Kamil Tolon, dışarı çıktı, plan ittifakla kabul edildi.”

Plan onaylanır ama tıpkı 2020 Çevre Düzeni Planı gibi delik deşik edilir.

Bu kez Gazeteci Niyazi Menteş anlatıyor:

Piccinato Planı’nın uygulanmama nedenini aynen Reşat Oyal’ın ağzından duydum. ‘Belediye Meclisimiz, büyük hata yaptı’ dedi, ‘Birtakım varlıklı kişilerin etkisi altında kaldı. Eğer Piccinato Planı dört dörtlük uygulanabilseydi, ben de buna Meclis’in onayıyla imza koysaydım, bugün Çekirge çok daha müstesna, muazzam bir semt olacaktı’ dedi.”

Kısacası bugün ah çekerek andığımız Piccinato Planı şehrin geleceğinin değil bireysel ya da belli bir kesimin çıkarlarının öncelenmesine kurban gidiyor!

Aradan 60 yılı aşkın süre geçmiş ama tabloda değişen pek bir şey yok. Üstelik çalışmaları kitleyen sanayi planlamasına bir de yeni keşfedilen fay hatları eşlik ediyor ki herkesin gerçekten şapkasını önüne koyması gerekiyor.

Bu iş artık “plan mı pilav mı” sorusundan “plan mı yoksa ecel mi” sorusuna doğru evriliyor!

NOT: Bursa basınının anıt isimleri Necati Akgün ve Niyazi Menteş’i rahmetle anıyorum. Akgün ve Menteş, yazımda alıntıladığım değerlendirmeleri kıymetli gazeteci ağabeyim İsmail Kemankaş’ın 2008 yılında hazırladığı “Kendini Arayan Şehir” belgeselinde yapmışlardı.