‘Korkulacak bir dönemi yaşıyoruz, yukarıda Allah var’

‘Korkulacak bir dönemi yaşıyoruz, yukarıda Allah var’

Rahmetli anneannem sözlerinin gerçekliğini vurgulamak ve kendisinden daha büyük bir destekçinin arkasında olduğunu belli etmek istediğinde cümlesini hep ‘Yukarıda Allah var’ diyerek tamamlardı. Hani o kadar doğru söylüyorum ki, yalan söylesem beni nasıl bir gücün görüp denetlediğini bildiğimden utanır yerin dibine girerim misali…

‘Korkulacak bir dönemi yaşıyoruz, yukarıda Allah var’ diyerek başlamak istediğim yazımın girişini yaşadığı dönemde pek çok korkulacak olay atlatmış anneannemin sözünü açıklayarak yapayım dedim.

Gün itibariyle gözümüzü, Gazeteci Timur Soykan ve Gazeteci Murat Ağırel’in tam da ifade vermek üzere adliyeye gidecekleri günün sabahında, hatta sabahının köründe evlerinden gözaltına alınmaları haberine açtık…

Çeteler kaybedecek, halk kazanacak’ dediler gözaltına alınırken…

Ardından Gazeteci Nuray Mert, ‘Korkuyorum’ başlıklı bir açıklamayla bundan sonraki meslek hayatında siyasi görüş açıklamayacağını beyan etti. ‘Bana bir şey olursa kedilerime kim bakacak, korkuyorum’ dedi, son derece insani bir durumdu bence.

Aslına bakarsanız biz Bursa Basını olarak gözlerimizi kapatırken yeni bir ‘korkuyorum’ itirafına tanık olmuş, bu durumun şaşkınlığını yaşayarak koymuştuk başımızı yastığa…

Bir yılını dolduran CHP’li belediyelerin karnelerini açıkladıkları toplantılardan ilkini düzenleyen Mudanya Belediyesi’nin ardından sırada Nilüfer Belediyesi vardı.

Salona büyük bir enerjiyle, adeta sahne performansını birkaç basamak üste taşımak istercesine giren ve seçim şarkısı eşliğinde neşeli anlar yaşayan Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir, yaptıklarını ve yapmak istediklerini anlattıktan sonra, sıra basın mensuplarının sorularına geldiğinde, eteğindeki taşları döktü…

Nilüfer’in geçmiş dönem belediye başkanına yoğun eleştiri vesilesi olan inşaat, iskan, ruhsat üçlemesi konusu, sorulan en kritik soruydu.

Yanıt ise bütün salonun nefesini kesti adeta…

“İnşaat meselesi hepimizin malumu, problemli bir alan, yalnız çözülmesi çok kolay bir alan değil. Doğrusu bu işi çözmek için başladığımda çok cesurdum. Yani gözüm karaydı, ben bunu çözeceğim diye… Öyle de çözerim böyle de diyordum.

Artık o kadar cesur değilim! İstanbul’daki olaylardan sonra

Doğrusu, hani, çözmüş değiliz.”

Lafın buraya geleceği, önceki konuşmalar sırasında sıklıkla, ‘herkes yargılanabilir, ama tutuksuz yargılama yapılabilir, tüm yargılamaların tutukluluk halinde gerçekleşmesine gerek yok’ minvalinde dört beş kez tekrarlanana cümlelerden anlaşılıyordu aslında.

Hali hazırda bir kesimin son derece titizlikle takip ettiği ve altından mutlak bir iş çıkacağını düşündüğü bir davada Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu üzerinden ikinci sanık sıfatı ile yargılanıyor Şadi Özdemir.

Bu konu da konuşuldu icraatlar gecesinde.

“Belediye başkanı değilken yapmış olduğumuz bir alışverişle ilgili bir dava var. Aslında Özlem Çerçioğlu üzerinden yürüyen çok sayıda dava var onlardan biri. Burada asıl amaç dava değil. Şu anda belediye başkanlığı yapan Türkiye’deki birçok kişi hakkında yüzlerce dava var, benim de bir tane davam var. Orada 900 bin lira civarında yaptığımız bir ticaret var, ama arkadaşlar yazıyor, diyor ki; 3 milyon rüşvet verilmiş! Ticaret 900 bin lira, 3 milyon rüşvet verilir mi böyle bir şeyde! Bu dava normal şekilde sürerse 7 yıl kadar sürebilecek bir dava” diye açıkladı konuyu Özdemir.

Ama işte mevzu şu ki, içinde bulunduğumuz iklim normal değil, iklim değişikliğine uğramış, küresel ısınmaya denk gelmiş zamanlardayız…

Gelelim, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in asansör denetimleri ile ilgili talimatlarının Nilüfer Belediyesi’nde uygulanıp uygulanmadığına. Bu konuyla ilgili bir yazı yazmıştık hatırlarsınız.

Mevzuyu bir de Başkanın ağzından dinlemek isterseniz kendisi şöyle bir açıklamada bulundu;

“MMO konusu aslında bence biraz abartılan tartışma. Hayata bakışınızla da alakalı biraz. Mesela Elektrik Mühendisleri Odası lisans almadı bu konuda, ben elektrik mühendisleriyle, kendi üyelerimle rekabet mi edeceğim dedi. Burada ben yeni bir şey vermedim. Zaten var olan bir işletme var. Orada da mühendisler var. Ortağı da makine mühendisi. Onlarla devam ettik. Burada biz bir fiyat da belirlemiyoruz. Bence MMO üyeleriyle rekabet eden pozisyonda olmamalı.”

Görüş bu kadar. Zaten benim yazdığım yazının insanların hayata farklı yerlerden bakışlarıyla bir alakası da yoktu. Benim sorduğum soru Özgür Özel’in verdiği talimatlara uyulup uyulmadığı yönündeydi.

Yanıtımızı almış olduk.

Yüreğinizi iyice sıkıştırdıysam, Nilüfer Belediyesi’nin bu dönemde yaptığı en iyi hizmetlerin başında çalışan kadınların eli ayağı olacak kreşleri açmasını sayabilirim. Kafeler, çorba servisleri de gençlerin gönlünü fethediyor.

Kütüphanelerde fazla mesai yapılmasını istemeyen bunun nedenini de haklı olarak bütçeye dayandıran Şadi Başkan’a Nilüfer’in en azından bir tane uyumayan kütüphaneye şiddetle ihtiyacı olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.

Bir yıl geçmiş, temel sorunlar kucağımızda öyle oturuyoruz gibi görünüyor tablo.

Önümüzdeki dört yılı da merakla takip edeceğim…

 

İYİ Partili Başkanlar AK Partili oluyor!

İYİ Partili Başkanlar AK Partili oluyor!

 

Oldu oluyor, geçti geçiyor derken, Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel’in AK Parti ile olan flörtü nikah masasında sonlandı.

Kulisler böyle söylüyor…

Böylece İYİ Parti elindeki iki belediyeden birini AK Parti’ye kaptırdı. Karacabey Belediyesinin akıbeti de sallantıda.

Öncelikle şunu belirtelim ki, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey Ercan Özel’e talepte bulunduğu her konuda destek oldu, ancak merkezi hükümetin desteği olmayınca ayakta durmak zor…

Şimdi gelelim bu geçişin nedenlerine…

Rakamlarla konuşalım…

2023 Genel Seçimlerinde İYİ Parti’ye verilen oy 5 bin 233

2024 Yerel Seçimlerinde Ercan Özel’e verilen oy 11 bin 699

2024 Yerel Seçimlerinde Selçuk Türkoğlu’na verilen oy 3 bin civarlarında.

2023 Genel Seçimlerinde AK Parti’nin oyu 14 bin 241, MHP’nin oyu ise 3 bin 722

2024 Yerel Seçimlerinde ise MHP’nin toplam oyu 10 bin 523

2023 Genel seçimlerinde CHP’nin oyu 7 bin 825

2024 Yerel seçimlerinde CHP’nin oyu 7 bin 599

Yani yukarıdaki verilere bakarsak Ercan Özel, İYİ Partililerden daha çok AK Partililerden destek alarak belediye başkanı oldu. Kendisi de bunun farkındaydı. Ercan Özel’e CHP’lilerin desteğinin çok düşük olduğu da bir gerçek.

Anlayacağınız muhalefet birlikteliği Yenişehir’de kurulamamıştı.

İlçedeki ekonomik darboğazın zaman zaman gazete sayfalarına yansıdığını da bir kez daha hatırlatalım.

Son olarak Ercan Özel’in merkez sağ tandanslı bir politikacı olduğunu da ekleyelim…

Tüm bu veriler bir araya getirildiğinde, AK Partili seçmenin desteğini almaya devam etmek bir yana, merkezi hükümetin ekonomik gücünü de arkasına alarak yol yürümeyi tercih etti Ercan Özel.

İYİ Partili Belediye Meclis üyelerinin Özel ile birlikte AK Partiye geçmeyi düşünmedikleri kulislere yansıyan bilgiler arasında. Hatta Özel’e bu geçişle ilgili ciddi bir tepki de mevcut.

İYİ Parti İlçe Başkanlığı’nın da sert bir tutum takınacağı konuşuluyor.

Gelelim Karacabey Belediye Başkanı Fatih Karabatı’nın durumuna.

Karabatı’nın AK Parti’ye geçeceği konusu da uzun süredir süren bir tartışma aslında.

Sebep yine aynı; Karacabey’de de bir muhalefet birliği oluşamadığı için güçsüz kalan Başkan Karabatı, merkezi hükümetin desteğini arkasında hissetmek ve AK Partili seçmenlerin oylarını alabilmek için böyle bir hamle yapacak anlaşılan.

Tüm bunlar net biçimde kulislerle konuşulmaya başlandığına göre Yenişehir ve Karacabey Belediye Başkanları bu konuda konuşmak istemese de yakın bir gelecekte yapacakları açıklamalar ile olayı netleştirmek durumunda kalacaklar.
Bundan sonraki politikaları da merakla izleyeceğiz elbette…

Rüküş Gelin Nilüfer

Rüküş Gelin Nilüfer

Nilüfer ilçesi yakın zamanlarda gözümüzün önünde kuruldu.

Büyüdü, serpildi gelişti.

Kırsal olanakları ve nitelikli planlama bakımından ciddi avantajlarla başlamıştı kentleşme yolculuğuna.

Ancak rant odağı olması nedeni ile kontrolsüz bir yapılaşma merkezine dönüşmesi kaçınılmaz oldu.

İktidarın yirmi yıldan fazladır yerel yönetimler dâhil tüm resmi kurum ve kuruluşları serbest piyasa mantığı ile yönetmesi eklenince kaçınılmaz sona gelindi.

Bu sona dair çok nahif bir örnek olarak şunu verebilirim.

Moda deyimle “Eski Türkiye” diye adlandırılan dönemde belediyeler, kamuya ait arazileri, yeşil alanları ya da mülkiyetindeki binaları herhangi bir dernek kişi vakıf ya da kuruluşa tahsis edilemeyeceği gibi öyle kolaylıkla kiraya bile veremezdi. Çünkü yasa, öncelikle kamu kaynağı ile elde edilmiş tüm gayrimenkullerin önce kamu yararına kamu kurumları tarafından kullanılıp kullanılmayacağını sorguluyor bunun şartını koşuyordu.

Ancak iktidar bu yasayı kaldırdı ve “para gelen yerden kamu kaynağı esirgenmez” mantığı ile parayı bastıran hatta adamını bulana istediği yeri verir oldu belediyeler.

Aynı kolaylaştırıcılık imar uygulamalarında, şehir planlamalarında yasallaştı. Bütün şehirlerinizi şark usulü bir imar keşmekeşi ile kontrolsüz nüfus artışlarının kurbanı haline getirildi.

Nilüfer de bundan kaçamadı.

Neredeyse kurulduğundan bu yana CHP’li başkanlarca yönetilen Nilüfer Belediyesi’nin son seçimlerde oldukça çekişmeli geçen aday adaylığı sürecinde Şadi Özdemir öne geçmiş ve belediye başkanı seçilmişti.

İşte O Şadi Başkan’ın bir yılı doldu Nilüfer Belediyesi’nde.

Geçen 1 yılı  anlatmak üzere, sahneye oyun havası eşliğinde çiftetelli ile çıkışı, eğlenceli olmaktan daha çok, ilginç geldi bana..

Korkuyla mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benzettim bu anları.

Nitekim geçen bu bir yıllık sürede alt yapısı hazır bir takım uygulama ve çalışmaları hayata geçirme dışında bir hamle şansı olamamış Nilüfer belediyesinin. Kapalı Pazar alanları, Parklar, Nil-bel Kafeler, Kreş ve Yurt binası müjdeleri var. Kırsal mahallelerde tarımsal faaliyetlere desteklemeler devam ediyor.

Ancak Nilüferin özellikle son yıllarda kurulan Kayapa ve Hasanağa bölgelerinde hızla gelişen mahalleleri önemli altyapı ve üst yapı ihtiyaçlarının giderilmesini bekliyor. Geçici olduğu ve altyapı yüzünden kısa sürede yeniden asfalt gerekeceği ifade edilen asfaltlamalar dışında bir çalışma yok bu mahallelerde. Bu ihtiyaçlar da nüfus yoğunluğu nedeni ile giderek daha acil sorunlara dönüşmek yolunda.

Deprem riski nedeni ile önlem olarak, kentsel dönüşüm bekleyen mahallelerde ise büyük riske rağmen bir ilerleme şimdilik görülmüyor.

Diğer yandan, özellikle parsel bazlı kentsel dönüşüme uğramış mahallelerde ise artan yoğunluk nedeni ile yeşil alanlar azalmış. Okul sınıfları kalabalıklaşmış sağlık ocakları ve alt yapı yetersiz kalmış durumda. Yetersiz yollarda trafik sorunu var.

Nilüferi o nedenle gülümseyerek yola çıkmış, ancak süsleneyim derken zamanla rüküş olmuş bir geline benzetiyorum.

Şimdi bu gelinin Şadi Özdemir ile dört yılı kaldı.

Kendi ifadesi ile “cesareti kırılmış” bile olsa, bakalım Şadi Başkan bundan sonra ne yapacak bu tablo karşısında.

Bir gitti, dört kaldı: Şadi Özdemir’den belediyecilikte hizmet dökümü

Bir gitti, dört kaldı: Şadi Özdemir’den belediyecilikte hizmet dökümü

Türkiye, 31 Mart 2024’teki yerel seçimlerin sonucu ile büyük bir kırılma yaşadı.

2002’den bu yana iktidar lehine şekillenen güç dengesi, muhalefetin büyükşehirlerin neredeyse tamamını alması ile yön değiştirdi.

19 Mart 2025 tarihinde Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile başlayan ve bizim de Özgür Özel öncülüğünde ‘yeni muhalefet’in doğuşuna tanıklık ettiğimiz bugünler, ibrenin kuvvetli bir şekilde CHP’ye dönmesini sağladı.

Günlerimiz erken seçim çağrıları ve beklentileri altında şekilleniyor.

Geride bıraktığımız bir sene içerisinde göreve gelen belediye başkanları da, projelerini ve hedeflerini kamuoyuna sunmak için programlar düzenliyor.

Mudanya ile açılışını yaptığımız organizasyonlar serisi, dün de Nilüfer Belediyesi ile devam etti.

Toplantıya katılan isimlerden olan CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, gün içerisinde yaptığı Ekrem İmamoğlu ziyareti ile ilgili verdiği ayaküstü bilgide, “Ekrem Bey son derece moralli, meseleleri yakından takip ediyor. Memleketin geleceği için çalışmalarını sürdürüyor” dedi.

Yerel seçimlerde kullanılan tanıtım şarkısı ‘Gülmek Nilüfer’e Yakışıyor’ ile çıktı sahneye Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir. Nilüfer’in mutlu insanların kenti olduğunu göstermek istercesine de neşeli bir giriş yaptı sunumuna. Memleketin siyasi atmosferine nazire yaparcasına…

Sonrası, belediyeciliğe dair bülten bilgileri.

Açılan parklar, pazar yerleri, çok önemsediğim ve sayısının daha da artmasını dilediğim kreşler, ilçenin tarımının gelişmesine yönelik hamleler ve üniversite öğrencilerinin yaşam konforunun artmasına yönelik çalışmaları anlatan konu başlıkları gördük.

Mahir Polat’ın tutukluluğunun ev hapsine çevrilmesini ‘buruk sevinç’ olarak değerlendirdi, Mudanya ve Gemlik Belediye Başkanları ile cuma günü Ekrem İmamoğlu’nu ziyarete gideceklerini duyurdu Şadi Özdemir.

Elbette hepsi haber değeri taşıyan cümleler, ayrıntılarını Norm Haber’in sayfalarında okumanız mümkün.

Seçimden önce kamuoyu ile paylaştığı ‘100 Güldüren Projeler’den bazılarının bir yıl içerisinde hayata geçtiğini gördük, büyük projeler ise tahmin edildiği üzere ödenek ve kaynak sorununa takılıyor.

Özdemir, sunum sonrası basın mensuplarının sorularını da yanıtladı.

Göreve başladığı tarihten bu yana belediyedeki mali dengeyi sağlamak için uğraştıklarını, yönetimde yeni bir anlayışı benimsediklerini söyledi Özdemir. Son zamanlarda çokça konuşulan personel maaşları için ise “Maaş günü geldiğinde elimizdeki paranın durumuna göre hareket ediyoruz. Bütçede toplam ödemenin yüzde 88’i varsa, çalışan arkadaşlarımızın da maaşının yüzde 88’ini ödüyoruz. Kalan yüzde 12’lik fark da iki-üç gün içinde hesaba geçiyor” dedi, bu durumun her ay tekrarlanmadığının ise altını çizdi.

İlk günden bu yana Nilüfer’de devam eden inşaatlarla ilgili olarak geçmiş dönemi eleştiren ve çözüm noktasında kararlı bir duruş sergileyeceklerini belirten Özdemir, konu hakkında ilginç bir yanıt verdi bu kez. Kararlı duruşunun devam edip etmediğine yönelik konuşan Özdemir, “İnşaat çözülmesi çok kolay bir alan değil. Bu işi çözmek için başladığımda çok cesurdum. Gözüm karaydı, öyle de çözerim böyle de çözerim diyordum. İstanbul’daki olaylardan sonra artık o kadar cesur değilim” sözleri dikkat çekti. Ancak Özdemir’in İstanbul göndermesini ne amaçla yaptığı ya da söylediğinde ne kast ettiği konusunda net bir anlam çıkmadı diye düşünüyorum.

Sunumdan sonra masaları tek tek gezen Özdemir’e, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in boykot hareketine CHP’li belediyeleri de davet ettiğini ve Nilüfer’de CHP mitinglerini görmeyen basın kuruluşlarının aboneliklerine dair iptallerin olup olmadığını sordum ve “Genel Başkan istedi, iptal diyorsa iptal edeceğiz” yanıtını aldım. Yapılan çağrıdan yaklaşık 20 gün sonra…

Toparlayacak olursak;

Bursa’nın en prestijli ilçesi olarak lanse edilen Nilüfer’de Şadi Özdemir’in ilk yılı bolca tartışma, eleştiri, polemik ve iddialar eşliğinde geçti.

Başkanlık görevinin kalan dört yıllık döneminde ise, icraat anlamında ortaya bugüne kadar yapılandan fazlasını koymak gerek.

Gülümsemenin anahtarı sorunları çözmekten geçiyor.

 

Evleri karanlığa mahkum etmeyin!

Evleri karanlığa mahkum etmeyin!

Bu köşeden zaman zaman Derin Yoksulluk Ağı Platformu’nun araştırmalarını paylaşıyorum.

Bu kez konumuz Türkiye’deki yoksulluğun yeni yüzü olan enerji yoksulluğu

Geçtiğimiz günlerde konutlarda kullanılan elektriğin fiyatı yüzde 25, sanayide kullanılan elektriğin fiyatı yüzde 10 zamlandı malum.

Dile kolay bu rakamların, insan hayatı için ne ifade ettiğini anlamak açısından biraz istatistik şart diye düşündüm.

Yoksulluk sınırının altında gelire sahip hanelerin %37’si evlerini yeterince ısıtamıyor.

%27’si elektrik, su ve doğalgaz faturalarını zamanında ödeyemiyor.

%53’ü geçimlerini sağlamakta zorluk veya büyük zorluk yaşadıklarını söylüyor.

Hal böyleyken bir gece ansızın gelebilirim bile demeyen elektrik zammı geçtiğimiz günlerde hanelerdeki kullanıma %25, sanayideki kullanıma %10 şeklinde geliverdi.

2025 yılında yalnızca üç ayda 2.7 milyon yeni icra dosyası gelmişken, halihazırda işlemde olan 23 milyondan fazla icra ve iflas dosyası varken, 275 bin abonenin, yani yaklaşık bir milyon kişinin elektrik faturasını ödeyemediği için aboneliği feshedilmişken yapılan bu zam yoksulluğu daha da derinleştirdi.

Kış mevsiminin etkisinden kurtulamamış bir Nisan ayı geçirirken ülkemizde çocuklu hanelerin %39’u, tek ebeveynli hanelerin %58’i, üç veya daha fazla çocuğa sahip hanelerin %41’i evlerini yeterince ısıtamıyor!

Çocuklu hanelerin %30’u, tek ebeveynli hanelerin %35’i, üç veya daha fazla çocuğa sahip hanelerin %31’i faturalarını ödeyemiyor.

Çocuklu hanelerin %55’i, tek ebeveynli hanelerin %71’i, üç veya daha fazla çocuğa sahip hanelerin %57’si geçim sıkıntısı çekiyor.

Elektrik Mühendisleri Odası Genel Merkezi’nin hesaplamasına göre, Nisan 2025 zammıyla birlikte, dört kişilik bir ailenin asgari elektrik bütçesi 476.6 TL’den 595.8 TL’ye yükseldi.

Düşük tüketimli konut faturalarının yalnızca %19’u enerji bedelinden oluşacak. 2022 yılında %22 düzeyinde olan dağıtım bedeli ise Nisan 2025’te %71’e çıkacak.

EMO’ya göre dağıtım maliyetlerindeki artış, enerji üretim maliyetlerindeki gibi şekillense 595.8 TL’lik fatura 228 TL olurdu.

Dört yılda %642 oranında gerçekleşen dağıtım bedelindeki bu artış, hizmetin fahiş fiyatla verildiğinin göstergesi.

Enerji maliyeti artmazken faturaya zam gelmesi, yoksulların üzerinden şirketleri zengin etmek anlamına gelir ve bu kabul edilemez!

Bu veriler yoksulluğun özellikle çocuklu aileler üzerinde yoğunlaştığını ve enerji yoksulluğu sorununun giderek yaygınlaştığını gösteriyor.

Buna karşılık son dönemde elinize ulaşan elektrik ve doğalgaz faturanız varsa, devletin fatura bedeline ne kadar destek olduğu yönünde bir ayrıntıyla karşılaşacaksınız.

Sakın şaşırmayın…

Vatandaşı darboğaza sokan elektrik ve doğalgaz faturalarında devletin elektrik ve doğalgaz tüketiminde uyguladığı sübvansiyon tutarlarını beyan ederek göstermek, ‘faturalardan şikayet etmeyin, zaten büyük bölümünü biz ödüyoruz’ demenin bir yolu aslında.

Bir tür yavuz hırsız ev sahibini bastırır olayı ile karşı karşıyayız…

Bazı medya kuruluşlarında konu şöyle örneklendirilmiş; “… nolu elektrik aboneliğinize ait 17-04-2025 son ödeme tarihli ilgili dönem tüketim bedeli 807.36 TL olup, 437.36 TL’lik devlet desteği sonrasında ödenmesi gereken fatura tutarı 370.00 TL’dir.”

Yapılan açıklamaya göre elektrik faturalarında devlet desteği; düşük tüketim kademesinde  %60, yüksek tüketim kademesinde %40 oranında.

Doğalgaz faturalarında devlet desteği ise %65!

Tüm bu açıklamalar ve faturalara devletin sağladığı sübvansiyonun yansıtılması ana sorunu çözmüyor, sadece göz boyuyor!

“Dört yılda %642 oranında gerçekleşen dağıtım bedelindeki bu artış, hizmetin fahiş fiyatla verildiğinin göstergesi” cümlesindeki ‘fahiş fiyatlarla’ fakirin cebinden alınanın zenginin cebine aktarılması işine bir son verilmeli öncelikle. Böylece devletin bu denli yüksek sübvansiyon oranları ödemesine de gerek kalmaz.

İlk olarak yapılması gereke fahiş dağıtım bedellerinin düşünülmesi, enerji dağıtım bedellerinin enerji bedelini geçmesinin engellenmesidir.

Sonrasında ödeme güçlüğü çekenler için taksitlendirme, borç yapılandırma veya kısmi silme seçenekleri uygulanmalıdır. Gelir düzeyi yoksulluk sınırının altında olan hanelerin elektrik ve doğalgaz kesintilerinin durdurulması da düşünülmesi gereken çözümler arasında yer almalıdır.

Yoksulluk yeterince karanlık, elektrik tüketimini lüks haline getirerek bu karanlığı daha da büyütmeye gerek yok!

Mudanya’da ‘icraatin içinden’ toplantısı

Mudanya’da ‘icraatin içinden’ toplantısı

31 Mart 2024 tarihinde gerçekleşen ve CHP’nin uzun zaman sonra ‘zafer’ olarak nitelendirebileceği bir sonuçla ayrıldığı yerel seçimin üzerinden bir yıl geçti. Hatırlatalım, seçimin Bursa özelinde CHP, Büyükşehir Belediyesi ve altı ilçe belediyesini kazanmıştı.

Geride bırakılan bu bir yıl içerisinde yaşananların paylaşıldığı toplantılar da başladı.

İlk olarak Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç’ın başkanlığının birinci yılında hayata geçirdiği projeleri paylaştığı değerlendirme toplantısına iştirak ettik…

Dalgıç’tan önce iki dönem CHP’li Hayri Türkyılmaz yönetiminde olan Mudanya’da değişen yönetim tarzını anlatmak için ‘Başka 1 Mudanya: Yeni Bir Bakış, Yeni Bir Anlayış’ sloganı seçilmişti.

Önce bir kısa film ile kendi gözünden belediyeciliği değerlendirdi Dalgıç.

Sonra da slaytlar üzerinden bir yıl içerisinde tamamladıkları ve başladıkları projeleri anlattı, sonlara doğru da gelecek yıllara dair hedeflerinin bir kısmından söz etti.

Toplantı salonuna basın mensuplarının ilgisi yoğundu, CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Orkun Gazioğlu ve diğer partilerin ilçe başkanları da katılanlar arasındaydı.

Dalgıç’ın belediyeciliğe dair izlenimlerini, çalışmalarını Norm Haber’in sayfalarından okumanız mümkün. Spesifik olarak bakarsak ise özellikle bina envanteri ve risk analizi üzerinde fazlasıyla durulması gereken bir husus. Bursa’nın deprem açısından taşıdığı risk ile ilgili olarak ortaya somut veriler koymanın vakti çoktan geldi de geçti. Bu açıdan adım atıldığını görmek sevindirici bir konu.

İkinci olarak ise Mudanya’nın yerelliğini ulusal ölçeğe taşıma fikri dikkat çekici. Mudanya’nın tarihsel ve tarımsal değerlerini dejenere etmeden ülke çapında bilinen bir noktaya getirmek için harcanan bir çaba var.

Yani, Mudanya ‘sayfiye yeri’ kimliğini korurken kentliliği es geçilsin istemiyor.

Toplantının en dikkat çekici yerlerinden biri hiç kuşkusuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Dairesi Başkanlığı (İBB Miras) ile imzalanan protokolden bahsedilen görselde yer alan İBB Miras’ın başındaki isim olan İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın ekrana geldiğinde salonda yükselen alkışlardı. Dalgıç da, yaşadığı sağlık problemleri sebebiyle tahliyesi talep edilen Polat için aynı çağrıda bulundu.

Bir diğer dikkat çekici husus, Başkan Dalgıç’ın yer tahsisi konusunda resmi makamlardan talepte bulunduklarını ancak yanıt alamadıklarını aktardığı bölümde “Malum, bu ara CHP’li belediyelere toplu iğne bile verilmiyor” çıkışıydı. İktidarın, muhalefetin elindeki belediyelere kaynak aktarımı konusundaki bakış açısını bir kez daha görmüş olduk.

Kapanış ise Dalgıç’ın İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması sonrası üniversitelerde başlayan protesto gösterilerine değindiği cümlelerdi. Dalgıç, “Gençlerin en önemli şikayeti öngörüsüzlük. Yarın ne olacağını, gelecekte nelerle karşılaşacaklarını bilmek istiyorlar” dedi.

Yaklaşık iki saatlik bir sunum ile bir senenin Z raporunu ortaya döktü Dalgıç.

Bana göre gerçekleştirilen ‘icraatin içinden’ toplantısından ortaya çıkan özet şu:

-Deniz Dalgıç, bir yıl içerisinde görevine epey ısınmış, belediye başkanlığından ve yeni projeler üretmekten keyif alıyor. Kafasındaki Mudanya hayali için attığı her adım kendisini daha da heyecanlandırıyor.

-Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile ilçe belediye başkanları arasında var olduğu söylenen ‘kriz’in en azından Mudanya açısından geride kaldığı, ortak proje vurgularından anlaşılıyor.

Son olarak sormak gerek; bir sene içerisinde yapılan hizmet dökümünde dağıtılan erzak paketleri, yaşlı vatandaşlara yapılan yardımlar, dar gelirli vatandaşlar için giyim ve gıda destekleri de yer alıyordu. Belediyeler istihdamdan, açılan kreşlerden ve kadınların iş hayatına geri dönüşünden söz ediyor. Bu, her fırsatta dile getirilen ‘sosyal devlet’ kavramının yerini ‘sosyal belediye’ye bıraktığına mı işaret ediyor?

 

Hamiş: Basın toplantılarında başkanların soru alması adettendir de, basın mensuplarının mikrofonu kaptığı gibi iki saat yorumun ardından üçer beşer soru sorması fazlasıyla can sıkıcı hale geldi. Ayrıca başkanın defaatle dile getirdiği bir konuyu soru olarak yeniden muhatabına sormak ise ‘kendini gösterme’ çabası mı yoksa anlatılanı dinlememek mi bilemedim. Şu işleri bir türlü hale yola koyamadık gitti!

Mudanya’da bir yıl böyle geçti…

Mudanya’da bir yıl böyle geçti…

Bir şehir düşünün, gördüğü en büyük hizmet hafif raylı sistem hattı olsun, koca şehir bu toplu ulaşım mekanizmasına öylesine sıkı sarılsın ki, arada bir yerin altına girdiği için kendisine ‘metro’ desin, şehrin ortasından trafiği darmaduman etme pahasına ‘yok ben rüyamda görmüştüm, yok benim çocukluk hayalimdi’ gibi cümlelere binaen planlanan iki saçma raylı sistem geçirilsin. Tüm bunlar da bu şehrin son 25 yılda gördüğü en büyük hizmetler olsun…

Bütün bunlar olurken Bursa’nın büyük bölümünün merkezi hükümet ile aynı partiye mensup belediye başkanları tarafından yönetildiğini de hatırlatayım.

Merkezi hükümetin kendi belediye başkanlarına böylesine ketum davrandığı Bursa’da CHP’li bir belediye olmanın güçlüklerini belki gözünüzde daha iyi canlandırırsınız diye düşünerek yaptım bu girişi…

Bugün Mudanya’daydık. 31 Mart 2024 tarihindeki yerel seçimlerin ardından Mudanya’nın belediye başkanı da değişti. CHP’li Hayri Türkyılmaz’dan görevi devralan CHP’li Deniz Dalgıç çok başka bir Mudanya hayal ediyordu. Bir yıl içinde neler yaptığını, neler yapmak istediğini, neler yapmaya çalışırken nasıl zorluklarla karşılaştığını anlattı bize.

İlk olarak şunu söyleyelim, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ve Deniz Dalgıç arasında görevlerinin ilk aylarında esen soğuk rüzgarlar yerini melteme bırakmış. İşin bu kısmı güzel, zira ilçe belediyelerin kendi bütçeleri ile aldıkları sorumluluklarını yerine getirirken, ilave projeler üretmeleri hayli zor. Mutlak bir destek gerekiyor. Bu destek merkezi hükümetten sağlanamayacağına göre CHP’li ilçe belediyeleri Büyükşehir’in desteğine çokça ihtiyaç duyuyor.

İkinci olarak söylemek istediğim konuysa uzun süredir takdirle karşıladığım Deniz Dalgıç Baran Güneş dayanışması. Başkan adaylığı yarışında karşı karşıya gelen iki isim şimdilerde güzel bir işbölümü içerisinde hizmet ediyor Mudanya’ya.

Deniz Dalgıç’ın en çok önemsediği işlerden biri ilçesi için en uygun dönüşüm biçimi olduğunu düşündüğü ‘yerinde dönüşüm’ plan değişikliğinin Büyükşehir meclisinden geçmesi. Dalgıç değişikliğin meclisten geçeceği konusunda umutlu. ‘Mudanya olarak çok ciddi deprem riski ile karşı karşıyayız. 30 yıldır bu ilçede yaşam hakkını korumak için bir şey yapılmamış’ diyor.

Dalgıç’ın en az bu konu kadar önemsediği bir başka başlık da ‘meydan projesi

Kabul edelim ki, bir ilçe belediyesi olarak Mudanya Belediyesi’ni şimdiki haliyle hayli zorlayacak bir proje önümüzde duran. Bugünden yarına olacak iş değil, hatta belki ilk beş yılda dahi bitirilmesi mümkün olmayabilir. Fakat hem ilçeye kazanımı çok fazla olacak hem de resmi kurumlardan belediye binasına, alışveriş noktalarından dinlenme alanlarına kadar pek çok ihtiyacın aynı anda aynı noktada giderilmesine vesile olacak.

Dalgıç’ın bugün itibariyle bize anlattıkları ilçenin tarihi dokusuna, turistik yapısına ve tarımsal potansiyeline yönelik çalışmaların yoğunluğu üzerineydi.

Benim en beğendiğim çalışmalardan biri elbette kreşler oldu. Bildiğiniz kreşlerden biraz daha farklı olarak kreşlere kabul yaşı düşürülebildiği kadar düşürülecek. Maksat bebek sahibi olan annenin çalışma hayatından ciddi biçimde uzaklaşmadan üretime dönebilmesini sağlamak. Bu işin ne kadar kıymetli olduğunu benim gibi çocuklarını büyütmek için çalışma hayatına üç dört yıl ara vermek durumunda kalan kadınlar anlar sadece…

Elbette sahipsiz hayvanlar da unutulmadı sunumda. CHP’li belediyelerin en yoğun boğuştuğu konulardan biri sahipsiz hayvanları korumak adı altında çıkarılan, koruyuculuktan öte ölüme sebebiyet veren yasa oldu.

Hatırlarsanız merkezi hükümetin yasayla birlikte verdiği ‘öldürün’ emrine uymayacağını açıklamıştı CHP’li belediyeler. Buna karşılık ciddi para cezaları getirildi gündeme. Sonunda sistem kilitlendi. Barınakların kapasitesi doldu, sahiplendirme olmadığı sürece kısırlaştırma için dahi hayvan alamaz hale geldiler. Bu durum da hayvan popülasyonunun artmasına çanak tuttu elbette.

Sorunu çözmeye yönelik atılmak istenen adımlar da bir bir engelleniyor. Mesela Mudanya Belediyesi’nin sahipsiz hayvanlar için bir doğal yaşam alanı oluşturmak istediği Altıntaş bölgesinin üst taraflarındaki ormanlık alandan 10 hektarlık tahsis talebi 10 ay sonra gerçekleşmiş. O da ön izin biçiminde.

Buraya kadar anlattıklarım projeler fark ettiğiniz gibi.

Hiç mi bir iş yapılmamış derseniz, 5 bin ton asfalt dökülerek yollar onarılmış, pek çok biçimde vatandaşa yardımlar ulaştırılmış, ilçenin analizini yapmak üzere ciddi bir çalışma yapılmış ve sonuçları alınmış. Artık Mudanyalılar konutlarının depreme dayanıklılık durumunu öğrenme hakkına sahipler. İlçenin kangren haline gelen yüzme havuzu ve kapalı Pazar yeri sorunları çözülmüş. Çeşitli spor müsabakaları düzenlenmiş. Tarihi dokunun ortaya çıkarılması için çalışmalara start verilmiş. Eski zeytin fabrikası ve tüccar evi kamulaştırılmış, Mudanya kendi zeytinyağı markasına kavuşmuş, ilk zeytinyağını üretmiş…

Bunlar hatırlayıp sayabildiklerim…

Hasılı kelam, Mudanya Belediyesi’nin ilk yılı ilçenin kangren sorunlarını çözmek, merkezi hükümetle ve ekonomik sıkıntılarla boğuşmak, temel hizmetleri yerine getirmek, yeni projeler üretmekle geçmiş gibi görünüyor.

T.T.T. ve Deniz Dalgıç

T.T.T. ve Deniz Dalgıç

Bursa yerel seçimlerin ardından geçen 12 ayın değerlendirmesi için belediye başkanları kamuoyunun karşısına çıkıyorlar.

Bu toplantılardan birini gerçekleştiren Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç, uzun ama ilgiyi kendinde tutan bir sunum gerçekleştirdi. Öncelikle, sunumda bazı tekrarlar olması ve gerçekleşen icraatların sonuçlarına dair sayısal veriler olmaması bir eksiklikti. Bazı icraatlar da öncenin devamı ancak farklı bir bakış açısı ile yeniden ele alınmış. Bunların yanında iddialı ve sürece bağlı olarak daha da verimli hale gelecek çalışmalar da başlatılmış.

Örneğin depreme karşı yerinde kentsel dönüşüm kararı alınmış ve daha önce tamamlanan bina deprem envanteri ile bu konudaki yol haritası netleşmiş. MUDANYA İMECE TARIM GIDA A.Ş kurularak civar köylerde bulunan birçok kooperatif ile ortaklık sağlanarak tarımsal alanda hedefler ortaya konmuş. Mudanya Köy Akademisi ile kırsal mahallere dokunmak, Meydan Mudanya projesi ile de kentin çehresinin değiştirilmesi amaçlanıyor. Bir diğer dikkat çekici uygulama ise kaçak yapı ile mücadele konusunda dijital takip yoluyla bir alt yapı sağlanmış. Arazide gerçekleşen herhangi bir değişim, anında sistem üzerinden tespit edilebilecek.

Bilindiği üzere muhalif belediyelerin yerel seçimden önemli bir zaferle çıkması iktidar için oldukça sarsıcı oldu. Bu belediyelerin ne pahasına olursa olsun çalışmasını hizmet üretmesini engellemek merkezi bürokrasinin görevi oldu adeta. İktidarın kendini bulunmaz hint kumaşı olarak tanıttığı hizmet alanlarının, kamusal inanç ve kaynaklarla herkes tarafından başarılabilecek hizmet alanları olduğunun ortaya çıkmasından endişe ediyorlar çünkü.

Hele ki tüm engellemelere rağmen buralarda yandaşı kollamadan, şeffaf ve çalmadan çırpmadan çalışmanın memnuniyet yaratan sonuçlarının halk nezdinde kabul görmesi iktidarın uykularını kaçırıyor.

Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç sunumunda bu türden engellemeleri üstü kapalı olarak geçti. Ancak şu anlattığı, muhalif belediyelerin psikolojisi ve her şeye rağmen hizmet üretmenin zorluğunu acı bir biçimde ifade ediyordu:

İlgili resmi makamlara çeşitli girişimlerle Mudanya’da bulunan okullara temizlik malzemesi konusunda destek vermek istediklerini ifade ediyorlar. Doğru dürüst yanıt alamıyorlar. Buna rağmen koliler hazırlayıp bu temizlik malzemelerini okullara ulaştırıyor Mudanya Belediyesi.

İşte bu okulların müdürlerine teşekkür etti Deniz Dalgıç.

Bu kolileri kabul ettiler diye!

“Belki üstlerinden korkarak kabul etmeyebilirlerdi de” diye ekledi.

Bakar mısınız o küçük çocukların okullarında eksik olan en doğal gereksinimlerinin karşılanmasında bile engellenme ihtimali var.

Varın muhalif belediyelerin durumunu siz düşünün.

Deniz Dalgıç, Tarih-Turizm-Tarım dedi. Mudanya’nın özellikle bu üç alanda “Yeni Bir Bakış, Yeni Bir anlayış “ açısı ile hak ettiği noktaya taşınması gerektiğinin altını çizdi.

Yeri gelmişken  “Yeni Bir Bakış, Yeni Bir Anlayış” mottosunda kullanılan “Bir” kelimesinin atılarak “Yeni Bakış, Yeni Anlayış” şeklinde sloganlaşmasının daha kolay ve güçlü olacağı kanaatindeyim.

Bir öneri olarak burada dursun.

Kurultay, Bursa, mikrofon, başkan, mevta…

Kurultay, Bursa, mikrofon, başkan, mevta…

CHP’ye kayyum atanma riskine karşılık bir hamle olarak geliştirilen 21. Olağanüstü Kurultayın tek adaylı olması hasebiyle birlik beraberlik içinde geçeceğini, bir tartışma ortamına asla ve kata rastlanmayacağını düşünenler olabilir.

Fakat pek öyle olmadı…

Kurultaydan bir gece önce Berhan Şimşek’in Genel Başkan Adayı olacağını açıklamasıyla hareketlenen kulislerde ertesi güne sarkan birlik beraberlik mesajları mevcuttu.

Sonuçta Berhan Şimşek adaylığını açıkladı, ancak adaylığını destekleyen yeterli sayıdaki delegenin imzasını belirlenen süre dolduktan beş dakika sonra Divan’a ilettiği için adaylık başvurusu geçerli sayılmadı. Hal böyle olunca Özgür Özel kurultayın tek adayı olarak devam etti yoluna.

Konuyla ilgili iki iddia konuşuluyor…

Kemal Kılıçdaroğlu cephesinin adayı olan Berhan Şimşek’i destekleyenler, Özgür Özel taraftarlarının tek adaylı bir kurultay istemeleri nedeniyle beş dakikalık gecikmenin çok önemli bir mesele haline getirildiğini, dolayısıyla Kılıçdaroğlu ekibini yarışa bile isteye dahil etmediğini söyleyerek bu kurultayın içinde de bir hinlik, bir bit yeniği bırakıyor.

Özgür Özel cephesi ise doğrudan Divan Başkanı Bülent Nuri Çavuşoğlu’nun ifadeleri ile açıklamada bulunmayı tercih ediyor. Çavuşoğlu açıklamasında; “Berhan Şimşek’in dediği gibi genel başkanlık adaylığı 5 dakika geç kaldığı için kabul edilmediği iddiası doğru değil. Belirlenen yarım saat süre içerisinde başvuru yapılmaması bir yana, Sayın Genel Başkan Özel’in konuşmasının sonuna kadar da başvuru yapılmadı. Şimşek divana geldiğinde de elinde bir belge ile gelmedi!” diyor.

Bir de meşhur mikrofon meselesi var tabi gündemin en hararetli olduğu kısımdan seçmeni yakalayan.

Konuyla ilgili salonun dışında bir açıklama yapmak isteyen Berhan Şimşek’e uzatılan mikrofonların neredeyse tamamı CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in boykot listesinde olan televizyon kanallarına aitti.

Bir partilinin ‘A Haber’e mi röportaj veriyorsun?’ sitemi kısa sürede sosyal medyada gündem oldu. Konuyu burada dile getiriyorum, zira CHP’nin parti içi çatışmalarını kimlerin ellerini ovuşturarak izlediğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

İşin bu kısmında Bursa’nın da bu ayrılıkçı tutuma katkılarının pas geçilmediğini hatırlatmak lazım. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, adaylık konuşmasında şehrimize özel bir yer ayırdı!

Nasıl ayırmasın ki…

Partiyi neredeyse kayyum noktasına götüren sürecin temelleri Bursa’dan atıldı, gizli tanıkların bazıları Bursa’dan giderek ifade verdi.

Konuşmanın bizimle ilgili en önemli kısmını buraya olduğu gibi alıyorum;

“Bursa’da sadece iktidarın itibar ettiği bir meczup Bursa İl Başkanımıza iftira atmıştı, hakaret etmişti. Kendisi haklı olarak bu meczup hakkında suç duyurusunda bulundu. 2023’ün Kasım’ında bu meczup cezalandırılmak yerine dosya Ankara’ya gönderildi. Dosya Ankara’da bir yıl boyunca açık. Aslında 10 günde kapatılması gereken, içinde hiçbir şey olmayan dosya açık tutuldu.

…Kullanışlı aparatlar, yalancı şahitler, hiç CHP ile alakası olmayan tiplemelerin CHP gibi gösterilmeye başlamasıyla onlar aradıkları zemini bulmaya çalıştılar. Ancak bir yıldır sayfasını açmadıkları dosyaya ifadeye çağırmaya, peşine düşmeye başladılar.

…Şöyle bir noktaya gelindi: MASAK raporu istediler, MASAK. HTS kayıtları. Bin 300 delegenin hesap hareketlerine bakıp da bize verilen bilgi; MASAK raporumuz tertemiz.

…Yandaş kanallarda ya da sözde muhalif görünümlü ama CHP’yi tartıştırmaya talimatlı kanallarda abuk sabuk iddialar konuşuluyor. Yahu ne yalanlar atmadılar ki… Her birinize, tam bin 300 tane cep telefonu dağıtılmış.

…Diyor ki ‘Bin 300 telefon verilmiş. İçinde soğuk cüzdan varmış. O soğuk cüzdanda da rüşvet paraları varmış’ Bak bak bak… Kişi kendinden bilir işi.

…Bir de utanmadan ‘Şikayet edenler CHP’li’ diyorlar. ‘Bizim bir suçumuz yok, CHP’liler kendileri suçluyorlar, kendileri konuşuyor’ diyorlar. Buradan söylüyorum, Erdoğan’a sesleniyorum. Bu partide öyle CHP’liler yok. Onlar CHP’li falan değil. Onlar yüzünü maskeleyen saray yandaşları, onları CHP’li diye kimse yutturamazsınız, onlar CHP’li değil!”

Payımıza düşeni aldık diye düşünüyorum bu konuşmadan. Zira oylama sonrasında şöyle bir sonuç çıktı ortaya; Özgür Özel, bugün yapılan 21. Olağanüstü Kurultay’da geçerli 1171 oyun tamamını alarak yeniden genel başkan olurken, önceki kurultayda kendisine oy vermeyen 359 delegeden de oy aldı. Özel’in genel başkan seçildiği 38. Olağan Kurultay’da Kemal Kılıçdaroğlu’na oy veren 359 delege, bu seçimde tek aday olan Özel’e oy verdi. 38. Olağan Kurultay’da Kılıçdaroğlu’na oy veren 152 delege ise mevcut başkan Özel’den yana oy kullanmadı. 47 delege sandığa gitmezken 105 delege geçersiz oy kullandı.

Delege tercihini partinin etrafında kenetlenmekten yana kullandı.

Gelelim, bu olağanüstü kurultayın ana fikrine;

Partiye uzun yıllar hizmet etmiş olan Kemal Kılıçdaroğlu bu seçimi kazanacağını bilse zaten kendisi doğrudan aday olarak yarışa dahil olurdu, niyeti de vardı en başlarda, ancak öyle ciddi tepkiler aldı ki, nabzı başka türlü ölçmek istedi. O kısım da olmayınca, bu kez ekibinden bir ismi öne çıkararak hala varlığını sürdürdüğünü göstermekle yetindi.

Ancak kritik hatalar yapıldı, tam partinin etrafında kenetlenilmesi gereken zamanda ayrılıkçı tutumlar takınmak, iktidar yanlısı yayın organlarına açıklamalarda bulunmak, son olarak geçersiz oylarla birlikte tepkisini gösteren delegelerin varlığını hissettirmek en hafif tabirle bir siyasi mevta yarattı.

Bundan sonrasında Parti Meclisi için kıyasıya bir yarış olacak. Orhan Sarıbal’ın 38. Kurultay’da olduğu gibi yine Özgür Özel’in listesini delip Parti Meclisine girebileceğini düşünüyorum. Ancak daha öncesinde olduğu gibi yine gölge kabinede yer bulamayacaktır kendisine.

Bundan sonraki gelişmeleri Norm Haber’den takip edeceğiz artık…

 

Bugün adaletin günü

Bugün adaletin günü

“-Bağımsız yargı, yargı organlarının kendi kararlarını dış etkilerden etkilenmeden, adil ve tarafsız bir şekilde verebilmesidir.

-Bu, yargı organlarının diğer devlet organlarından, özellikle de yürütme organından bağımsız olması anlamına gelir.

-Türkiye’de bağımsız yargı, Anayasa ve yasalar tarafından güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 9. maddesi yargı organlarının bağımsızlığına vurgu yaparken, 138. maddesi yargıçların bağımsızlığını ve tarafsızlığını korumak için özel düzenlemeler getirmektedir.

-Ayrıca, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler de yargı bağımsızlığına ilişkin hükümler içermektedir”

5 Nisan Dünya Avukatlar Gününde ülkede en çok tartışılan konu yargıdaki tarafsızlık ve adalet terazinin doğru tartıp tartmadığıyken, yazıya resmi kaynakların net tanımlamalarıyla başlayayım dedim.

Olması gerekeni şöyle bir hatırlayalım, hafızalarımızı tazeleyelim, kara kaplı kitapta neler yazdığını bilelim istedim.

Gördüğünüz gibi yargı bu ülkede her zaman bağımsızdı…

Şimdilerdeyse hukuktan bağımsız…

Adalet denilen kavramın herkese eşit davranmak, bu süreçte dezavantajlı grupları desteklemek olduğu düşünüldüğünde, yaşadıklarımızla bu tanımı örtüştürmek benim için hayli zor.

Son günlerde öyle çok olay üst üste gelerek bu kavramı örseledi ki, ülkede bağımsız yargıdan söz etmek ancak bir avuç iltimaslı grup için anlam kazanırken, geri kalanlar için bu cümle sadece kederli bir gülümseme ve adalete hasret ufka doğru bir bakışı temsil ediyor.

Bugün 5 Nisan Dünya Avukatlar Günü…

Tıpkı biz gazeteciler gibi kendi söküğünü dikemeyen terzi misali, daha kendi meslek grubu için adaleti sağlamayı başaramayan avukatların günü.

Kendi meslek günlerini kutlarken, ‘Savunmanın Bağımsızlığı ve Hukuka Saygı’ sloganıyla yürüyen, ‘Hak, hukuk, adalet, susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz’ sloganlarını atan avukatların günü.

81 ilin baro başkanları günün anlamına binaen, Türkiye Barolar Birliği binasında buluşarak bir açıklama yaptılar ve dediler ki;

“Biz bugün hukuk devletini savunmak için, yargı bağımsızlığını savunmak için buradayız. Binlerce avukat tek bir sesle bunu talep ediyor. Hak ve özgürlüklerin teminatı olması gereken yargının bunun aksine baskı aracına dönüşmesini kabul etmeyiz. Bu toplumun her bir yurttaşının hukuka olan güvenin sarsılması demek devlete olan bağının sarsılması demek. Bunu yapanlar bir devlete yapılabilecek en büyük kötülüğü yapıyorlar!

Mahkeme salonlarında artık adaletin sesi değil, suskunluğu yankılanıyor. Haksız tutuklamalar, istisna değil, sistemli bir hukuksuzluğun ifadesi haline gelmiş durumda!”

Bugün 5 Nisan Dünya Avukatlar Günü…

Kızımın kendisine pek yakıştırdığı, ancak ‘ülkede bu mesleği yapacak uygun ortam mevcut değil’ diyerek bu uğurda çabalamaktan vazgeçtiği mesleğin günü…

Hepimizin adaleti aradığımız bu günlerde çok manidar bir gün…

Amaç, ‘İklim Kanunu’ değil, yeni piyasa oluşturmak!

Amaç, ‘İklim Kanunu’ değil, yeni piyasa oluşturmak!

Ülke gündemi çok yoğun olduğunda genellikle bu yoğun gündem arasında fark ettirilmeden TBMM’den geçen torba yasaların içine atılan ve sonradan hayatımızın tam ortasına bomba gibi düşecek olan maddeler geçirilir.

Adettendir…

Yine gündemin ucu bucağı yok, gizli ajandada neler olduğuna bakmak isteyenler için küçük bir araştırma yaptım ve karşıma çıkan en tehlikeli durum önümüzdeki hafta yasalaşması beklenen ‘İklim Kanunu’ oldu.

Sosyal medyada ‘tehlikegeliyor’ başlığı altında duyurulmaya çalışılan kanuna ilişkin endişeler Çevre Komisyonundaki görüşmeler esnasında sıklıkla dile getirilmişti. Komisyondan geçen kanunun yasalaşmasına geldi şimdi sıra.

Ancak ben işin bu kısmını bir kenara bırakarak konuyla ilgili ciddi araştırmalar yapmış iki akademisyenin görüşlerine değinmek istiyorum.

Ekim 2021’de hem Paris Anlaşması’nı onaylayan hem de 2053 yılı için ‘net sıfır emisyon’ hedefi koyan Türkiye’nin iklim kanunu, yine 2021 yılından bu yana hazırlık aşamasındaydı.

İlk olarak ‘İklim Kanunu’nun iklim değişikliği ile mücadele etmediğinden başlayalım. Zira kanun içeriğinde bolca geçen karbon emisyonlarının ne zamana kadar ve ne biçimde azaltılacağına dair bir çerçeve sunmuyor.

Peki ne yapıyor öyleyse; Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hayvan ve Doğa Hukuku Laboratuvarı Kurucu Direktörü Doç. Dr. Serkan Köybaşı’na göre, ‘Piyasa yaratılmasına yarayacak bir kanun düzenlemesi’ göreceğiz karşımızda.

Max Planck İnovasyon ve Rekabet Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Dr. Ezgi Ediboğlu ise İklim Kanunu Teklifi’ni endişeyle okuduğunu belirterek, ‘Genel olarak taslağın verdiği his, daha çok iklim değişikliğinden gelebilecek ekonomik kazancın regüle edilmesi gibi görünüyor’ diyor.

Yeni bir moda, bu modaya uygun yeni ürünlerin piyasaya sunulması ve böylelikle vahşi kapitalizmin vahşiliğini dünyanın geleceğini düşünme gibi bir süsün altına saklama çabası olacak büyük ölçüde karşımızdaki kanun anlaşılan.

Doç. Dr. Serkan Köybaşı’nın değerlendirmesine göre karşımızda bir; ‘İklim Kanunu değil, Emisyon Ticareti Düzenlemesi Kanunu’ duruyor.

Böyle bir kanun hazırlığı yapılırken 2030, 2040, 2050 ve sıfır emisyon hedefi koyulan 2053 için açıkça emisyon azaltım hedeflerinin yazılması ve böylece yürütmenin çerçeve içine alınması beklenirdi, oysa karşımızda sadece şirketler için piyasa oluşturan bir metin duruyor. Devlete yüklenen sorumluluk sıfıra indirgenmiş.

Karbon yoğun sanayilerde çalışan işçilerin işlerini kaybetmeleri durumunda nelerle karşı karşıya kalacaklarına yönelik de bir düzenleme yok elbette.

İklim çalışan bilim insanlarının sevdiği kavramların sıkça kullanıldığı muallak bir düzenlemeden bahsediyoruz kanunun ilk bölümünde.

“Fakat kanunun ikinci kısmına, yani emisyon ticareti sistemine geldiğimizde, orası tam bir kanun gibi. Bu bölüm oldukça ayrıntılı. Hangi kurumun ne görevi olacağı, piyasanın nasıl düzenleneceği, bu piyasadaki kurallara uymayanların ne ceza alacağı gibi her şey çok ayrıntılı düzenlenmiş.

Öyle anlaşılıyor ki iklim krizinden ve Türkiye’de yaşanacak sorunlardan tek anlaşılan şey: Biz bundan nasıl bir piyasa yaratırız? Nasıl para kazanırız? Büyümeye nasıl katkı sağlarız? Bu kanunun yapılmasındaki amaç, iklim değişikliğinin azaltılması veya durdurulması değil. Amaçlanan, yeni bir piyasa yaratılması ve ‘yeşil büyüme’ye hizmet etmesi” diyor Köybaşı.

Bence en can alıcı cümle ise şöyle;

İklim değişikliği, devletin bir politikası veya sorunu değil. Türkiye’nin yaşayacağı sorunlar; insanların evlerini, tarlalarını, yaşam şartlarını kaybedecek olması, devleti hiç ilgilendirmiyor. Devleti ilgilendiren, ekonominin biraz daha büyümesi ve yeni bir piyasanın yaratılması. O nedenle bu kanun, kesinlikle bir iklim değişikliği kanunu değil. Bu, bir emisyon ticaret sistemi kanunu!”

Max Planck İnovasyon ve Rekabet Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Dr. Ezgi Ediboğlu’nun değerlendirmeleri de benzeri ifadeler taşıyor.

‘Amaç, ekonomik kazancın regüle edilmesi gibi görünüyor. Taslakta ‘fırsat’ kelimesi dört kez, ‘olumlu etki’ ifadesi ise iki kez geçiyor. Zaten taslakta çoğu alan, jenerik denecek seviyede yazılmışken, emisyon ticaretinin detaylılığı göze batıyor. Genel olarak taslağın verdiği his, daha çok iklim değişikliğinden gelebilecek ekonomik kazancın regüle edilmesi gibi görünüyor’ diyor Ediboğlu.

İklim Kanununa yönelik bir eleştiri de CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’dan geldi.

“Kanun teklifinde toplumun geniş kesimlerine, köylülere, üreticilere dair tek bir kelime söz konusu değildir. Kanunda fosil yakıtların kaldırılmasına dair hiçbir madde bulunmuyor. Ormanların kesilmesini yasaklayan düzenlemeler yer almıyor. Maden tahsislerini durduracak bir karar bulunmuyor. Su kaynaklarının verimli kullanımı için bütçe ayrılmıyor. Buna karşılık teklifte, ‘yeşil büyüme’, ‘sürdürülebilir kalkınma’ ve ‘2053 sıfır emisyon hedefi’ gibi kavramlarla sermayenin ihtiyaçları önceleniyor. Bu süslü lafların arkasında, doğanın ve emeğin piyasa koşullarına teslim edilmesi yatıyor” diyor Sarıbal, bilim insanlarıyla paralel düşünceler içinde olduğunu belirterek.

Şubat ayı içinde çevreye duyarlı yayınlarda, çevreye duyarlı kişiler tarafından sıkça itiraz edilen kanun, pek çok komisyonda olduğu gibi Çevre Komisyonunda da oylama sırasında içeriye girerek oy veren komisyon üyeleri tarafından kabul edildi çoktan.

Önümüzdeki hafta meclise gelecek. Yine benzeri itiraz konuşmaları yapılacak, sonra da oylama sırasında içeriye giren ve itiraz konuşmalarını dahi dinlemeyen vekiller tarafından oylanarak kabul edilip yürürlüğe girecek.

Kanun yürürlüğe girdikten sonra ülkedeki tüm tüketiciler için yepyeni bir pazarın kapıları aralanacak. Bu kez neye hizmet ettiğinden tam emin olmadığımız karbon ayak izini azaltmaya yönelik ürünler almak üzere yönlendirileceğiz.

Sonucunda çevreye faydalı bir iş yapacak mıyız?

O kısım düşünülmemiş daha…

 

Al sana şaibesiz kurultay…

Al sana şaibesiz kurultay…

Cumhuriyet Halk Partisi ikili bir mücadelenin içinde bilindiği gibi. Bir yandan muhalefette olmanın mücadelesini veriyor, iktidar partisi ile güç dalaşında; diğer yanda kendi partisine yönelik hamleleri savuşturmanın derdinde.

Savuşturma hamlelerinin en önemlisi CHP’ye kayyum atanması riskini bertaraf etmek amacıyla bir önceki kurultayın şaibeli olduğu iddialarına tutunmayı engellemekti. Bu nedenle apar topar 6 Nisan tarihinde bir olağanüstü kurultay düzenleyerek ‘al sana şaibesiz kurultay’ demek için sıvandı kollar.

Parti içi muhalefeti bol CHP’de halen çatlak sesler çıksa da şöyle bir yoklanan nabız da gösterdi ki, olağanüstü kurultayın çok adaylı olması delegelerden destek görmedi. Hatta herkes ‘bu işi bir an önce bitirelim de partimize yönelik saldırılarla mücadeleye dönelim’ derdinde.

Tam da bu nedenle olabildiğince küçük bir salon tercih edilmiş kurultay için. İçeriye sadece delegeler ve birkaç görevli sığabilecek. Alan öylesine küçük ki, basın mensuplarının kurultayı takip etmesi için salona girmesi dahi mümkün olmayacak. Basına salonun dışında bir alan ayrılacak ve buraya kurulu ekranlardan kurultay takip edilecek.

Nasıl diyeyim, salonda nişan yapmak yerine aile arasında evinin salonunda yüzük takmak gibi olacak. Olsun, bitsin, yasak savılsın gibi bir niyet…

Bu kurultayın da öyle çok adaylı, anlı şanlı CHP kurultaylarından olmasına yönelik hevesleri olanlar da vardı elbette.

Hatta iddialar Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden aday olacağı yönündeydi, adaylık için 550 ıslak imzanın toplandığı yönünde kulisler yayılmaya çalışıldı siyasetin kaotik sokaklarında. Sonunda Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bugün gelen bir açıklama ile kendisinin kurultayda aday olmayı hiç düşünmediğini, hatta bir süredir tatilde olduğu için kurultay daveti alıp almadığını dahi bilmediğini, kendisine bir davet gönderilmişse kurultaya katılabileceğini öğrendik.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının nüktedan kısmında kendisi için toplanan imzaların 600’ü bulması durumunda adaylığı düşüneceği yönündeki iddialara dair söylediği; “Az söylemişler. Madem istemişim niye az olsun, şöyle 750-800 olsaydı bari… Az demişler, 800’ü geçseydi…” sözleri de kendisini destekleyenlere yönelik enteresan bir tavır içeriyordu.

Tüm bu gelişmelerle birlikte birkaç gün önce CHP Bursa İl Binasında düzenlenen toplantı da bahsettiğim durumun özetini verdi aslında. Kurultay delegelerinin katıldığı toplantıda kurultay öncesi gelişmeleri değerlendirmek için bir araya gelinmişti. Toplantının ev sahibi CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş oldu.

Kulislere yansıyan ayrıntılarına gelecek olursak, delegenin ezici bir çoğunluğunun Genel Başkanlığa ikinci kez aday olan Özgür Özel’i desteklediğini söylemekle başlayabiliriz.

Parti içi çalışmalar başlığında değerlendirebileceğimiz Parti Meclisi adaylıkları da toplantının bir diğer önemli gündem maddesiydi.

Bundan önceki kurultayda da Bursa’nın parti meclisinde temsiliyetinin yüksek olması için şehrin adaylarının desteklenmesine yönelik önerileri olmuştu Yeşiltaş’ın. Bu kurultay için de Bursa’dan aday olacak tüm isimleri genel merkeze sunacağını ve ayırım yapmaksızın Bursalı adaylara oy verilmesi için çağrı yapacağını belirtmiş CHP Bursa İl Başkanı.

Bu bilgiler Bursa için son derece önemli, zira şöyle bir nabız yoklayıp kendisine yönelik tepkilerin çok sert olduğunu gördükten sonra aslında böyle bir niyetinin olmadığını nüktedan bir dille anlatarak kurultay yarışında zaten hiç olmadığını vurgulamayı tercih eden CHP Geçmiş Dönem Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son açıklamalarının ardından yarışın genel başkanlık makamından parti meclisi üyeliklerine kaydığını söylemek mümkün.

Bursa’nın siyaset arenasında giderek güçlendiği düşünülürse bu kurultayda Bursa’dan çok sayıda isim PM’ye aday olacak diyebiliriz.

Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nu son dönemin Bursa siyasetinin güçlü isimlerinden biri olarak PM’de görme ihtimalimiz yüksek. Orhan Sarıbal da Genel Başkana rağmen listeyi delebilecek güçte bir diğer isim.

Aile arasında nişan takmak gibi geçeceğini düşündüğüm CHP Olağanüstü Kurultayı da siyasetin tek gündemi değil ayrıca.

Bir yanda da her kesimin bir diğer kesimle yürüttüğü ve tüm diğer kesimlerden gizlemeye çalıştığı pazarlıklar silsilesi var. İşte bu pazarlıklar siyaset gündeminin sürekli değişiminin anahtarını da cebinde taşıyor.

Önümüzdeki günler çok daha hareketli geçecek gibi.

Hele bir şu aile arasındaki nişanı takalım da gerisine de sonra bakacağız…

Boykot!

Boykot!

Son 5-6 yıldır yaşadığımız kara deliğin adı ekonomik kriz!

Halkın önemli bir kesimini sürekli olarak fakirleştirirken, kendince mutlu ve zengin bir azınlık yaratan bir çukur, aradaki uçurumu anlatmaya kelimeler yetmez. Bir kesimin bir ayda geçindiği para, bir kesimin bir akşam yemeği parasından daha az!

Hani öyle böyle değil rezillik…

Halkın önemli bir bölümü adeta açlığa terk edilmiş durumda. İşsizlik falan konuşulacak gibi değil. Tüm bunların üstüne vatandaşın tamamı salakmış gibi rakamlarla oynayarak gözümüzle ak gördüğümüze ısrarla kara deme çalışmaları var, evlere şenlik…

Gençlerdeki gelecek endişesi tavan yapmışken, insanlar kendilerini geçmiş çocuklarının açlığı ile sınanıyorken, bir yandan da yaratılan korku iklimi tüpteki macunu sıkıştırdıkça sıkıştırdı, sonunda diplomaydı, gözaltıydı, tutuklamaydı derken, macun tüpten, en çok sıkıştırıldığı yerden patlayarak çıkıverdi…

Korku duvarı aşıldı!’ sözü son günlerin en kıymetli sözü bence. Korku duvarının aşıldığı çok net! Duvar aşılınca bugüne kadar kendisine itelenenlerle yetinmeye mahkum olduğunu hissederek yaşayanlar yeniden düşünmeye başladılar.

Soru şu; ‘Üreten benim, vergi veren benim, ülke ekonomisini ayakta tutan benim, ötekileştirilen, aptal yerine koyulan, yok sayılan, üzerine basılan, tehdit edilen niye ben oluyorum?’

Bence son derece yerinde bir soru…

Bu soru beraberinde üretimden ve ekonomik gücü elinde tutmaktan gelen gücünü kullanmayı getirdi. Böylelikle bizi yok sayanları yok saymak adına geliştirilmiş boykotlar zincirini bulduk kucağımızda. Pek de sevdik aslında. Uzun zaman sonra var olduğumuzu hissetmek, güçlü olduğumuzun farkına varmak, ülkenin asıl sahipleri olarak bir adım öne çıkmak iyi geldi.

Üstelik bu boykot hadisesi bana uzun zamandır bu köşeden sorduğum bazı soruların yanıtlarını da verdi. Zamlar her tepemize üşüştüğünde yazarım; ‘Anlamıyorum bu marketler hep birlikte nasıl zam yapıyor, tüm ürünler aynı anda aynı miktarda nasıl zamlanıyor, tüketicinin kaçacağı en ufak nokta kalmadan her şey birden nasıl böyle fahiş fiyatlara yükseliyor?’ diye…

Yanıtını buldum…

Yahu ülkede ciddi bir tekel varmış

Tepeye oturmuş üç beş kişi; yememizden içmemize, temizliğimizden kozmetiğimize tüm ürünlerin sahibiymiş. Bir markanın boykotlu ürün olduğunu öğrendiğinizde alternatif marka arayışına girerseniz siz de göreceksiniz X şirket A, B, C, D, hatta E markalarını da üretiyor. Dolayısıyla tüm piyasanın hakimi kendisi. Karşısında da bir, hadi bilemediniz iki üretici firma daha var kendisi gibi pek çok alt markaya sahip. Oldu mu sana tekel!

Bir gün bir araya gelip ürünlerine zam yapma kararı alıyorlar, misal petrol fiyatları arttı gerekçesiyle artırıyorlar fiyatları ya da asgari ücret zamlandı deyip asgari ücret zammının iki katı ölçeğinde artışa gidiyorlar ürün fiyatlarında…

Kim karşı çıkacak ki?

Haaa… Bugün biz karşı çıkıyoruz bu duruma!

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre; ‘Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası, emtia’ mal olarak kabul ediliyor. Tanımdan da anlaşılacağı üzere bir şeyin mal olarak kabul edilebilmesi için alınıp satılması gerekiyor. Aksi halde elinizde tuttuğunuz, depoları doldurduğunuz, market zincirlerinize istiflediğiniz şeyler mal olmaktan çıkıyor!

Eldekiler mal olmaktan çıkınca, çok endişe verici oldu bu boykot iktidar için.

Boykot kararı alan, bu karara uyacağını duyuran herkes ülke ekonomisini baltalamakla itham edildi. İlginçtir, yıllardır kimse sizi ülkesini açlığa mahkum etmekle itham etmiyor!

Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay bir sosyal medya paylaşımı yaparak;

“Üreten, istihdam sağlayan ve yatırım yapan şirketlerimizi hedef göstermek, ülkemizin ekonomik geleceğine zarar vermektir. Üretim ve ticaret, siyasi tartışmaların parçası haline getirilmemeli, emeğiyle ayakta duran, binlerce insanımıza iş imkanı sunan işletmelerimiz bireysel tepkilerin hedefi olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki boykot çağrıları, en çok çalışanı, üreticiyi ve ülkemizi etkiler. Eleştiri, demokratik bir haktır ancak çözüm, yıkmak değil, birlikte daha iyisini inşa etmektir” demiş.

Oysa Bursa’da pek çok sanayicinin üretimden elini eteğini çektiğini, gayrimenkul yatırımları ile ünlendiğini biliyoruz. Bu konudaki marifetlerini de zaman zaman yazıyoruz köşelerimizde Bursa basını olarak. Paylaşımın içindeki ‘Boykot çağrıları en çok çalışanı etkiler’ cümlesinde aba altından gösterilen sopanın aşılan korku duvarı ile birlikte etkisiz eleman haline geldiğini de hatırlatmak lazım.

Bir açıklama da Bursa Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Özer Matlı’dan geldi bugün. AK Parti’nin bayramlaşmasında da boykot çağrısından duyduğu rahatsızlığı dile getiren Matlı, bir kez daha konuşarak çok ilginç cümleler kurmuş;

“… iş dünyasının her zaman desteklenmesi ve büyümesi teşvik edilmelidir… Bugün boykot yani tüketim alışkanlığı yapmayın. Bu ne demektir biliyor musun? Yani bir ekonomideki bir paranın dolaşımdan kaldırılmasını söylüyorsunuz. Bu paranın dolaşımdan kalkmasının kime faydası olacak?” demiş açıklamalarında…

Bir de siyasi görüşü nedeniyle iş insanlarının yargılanmaması gerektiğini belirtmiş.

Biz de aynı şeyi söylüyoruz aslında.

Siyasi görüşü gereği hiçbir insan yargılanmamalı ve ekmeği ile tehdit edilmemeli! Daha bugün boykota destek verdiği için TRT’deki bir dizi projesinde yer alan oyuncu Aybüke Pusat’ı işiyle tehdit etmeyecek mesela iktidar! ‘Kendinden olana yapılınca kötü, kendinden olmayana en alasını yapmak haktır!’ şeklinde bir yaklaşım olmayacak mesela hayatımızda.

‘Para akışının durması kime yarayacak?’ diye sormuşsunuz, para akışının durması halka yarayacak, zira halkın para akışı duralı, halkın hayat damarları kesileli, endişeden ölmesine ramak kalalı nereden baksanız 5 yıl kadar oluyor! Öyle yüksek yerlerde oturuyorsunuz ki, sizin haberiniz yok tabi…

Bu vesileyle haberiniz de olmuş oluyor…

Eserlerin ile asırlarca yaşa Kuzeyin Oğlu

Eserlerin ile asırlarca yaşa Kuzeyin Oğlu

Ben, ben gibi düşünmeyenlere dahi rahmet okuyabilecek kadar, yüce bir gönül sahibiyim.

Kimse benim gibi veyahut da bizim gibi düşünmek zorunda değil.

Hepimiz farklılıklarımızla güzeliz ve ortak paydalarda buluşabilecek kadar, bu memleketin birbirinden farklı düşünen çocuklarıyız.

Farklılıklarımız, zenginliklerimizdir.

Farklılıklarımızdan kaygı duyanlardan değil, farklılıklarımıza karşı, saygı duyanlardanım.

Şu net bir şekilde bilinmelidir ki ölenin ardından kem sözler edenler, ne insanlık namına, ne de İslam adına söz edemezler.

Kimse sizin gibi düşmanlıktan beslenmek zorunda değil! Siz ve sizin gibilerin en önemli besin kaynağı kin ve nefret olabilir; lâkin makul seviyede olan bir insanın, en önemli besin kaynağı; sevgi, saygı ve muhabbettir.

Bu toprakların çocuğu, memleketin asi ruhu, kuzeyin oğlu Volkan Konak; Rabbim sana, rahmeti, merhameti ve güzellikleri ile muamele eylesin.

Eserlerin ile asırlarca yaşayacaksın.

Ruhun şad olsun.

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

Bayram gelmiş neyime…

Bayram gelmiş neyime…

Bayram gibi hissetmediğim bir bayram gününde kimler benim hissiyatımı paylaşıyor en çok bunu merak ettim.

Elbette bu ülkenin derdiyle dertlenen, hak, hukuk ve gelecek mücadelesinde haksızca gözaltına alınıp tutuklananların aileleri en çok da gencecik çocuklarının sadece protesto haklarını kullanmaları nedeniyle hapishanede olmasına bir anlam veremeyen ya da pek çok anlam yükleyen anne babalar benim gibi hissediyordur.

Eminim bugün onlar için bayram değil, kara zindan bir gün…

Bizim cephe zaten bugünün bayram havasında geçirilerek ülke gündeminin başka bir eksene kaydırılmasından çok endişeli. Hali hazırda buna zemin hazırlamak için pat diye, durup dururken, hali hazırda konuyla ilgili bir talep de yokken, üstelik içinde bulunduğumuz mevsim nedeniyle turizm dahi hareketlenmeyecekken bayram tatilinin 9 güne çıkarılması tam da buna işaret…

Artık o işaret edilen yolda yürümüyoruz…

Bayramı bayram gibi kutlaması gereken tek bir kanat var, iktidar kanadı.

Gözüm kulağım onlarda, nasıl bir bayram coşkusu içinde olacaklar diye…

İlginçtir AK Parti’nin Bursa’daki bayramlaşması da öyle bir bayram havasında falan geçmedi. Sessiz bir gerilim filmi edasındaydı gördüğüm kadarıyla salondaki atmosfer daha ziyade.

Konuşmalar sırasında ilk sözü AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan aldı.

“Demokrasi ve özgürlük kisvesiyle halkımızı provoke etmeye çalışan zihniyete inat her alanda küresel iddia ve itibar sahibi bir Türkiye ideali için 23 yıldır olduğu gibi her günümüzü hizmetle ve yatırımla dolu dolu geçirmeye kararlıyız. Karşımıza çıkan hiçbir engel bizi yolumuzdan alıkoyamayacaktır. Bursamız için, ülkemiz için, tüm gayretimizle üretmeye ve çalışmaya devam edeceğiz” dedi Gürkan.

Suya sabuna dokunmayan bir konuşmayla geçiştirdi günü.

Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz da çıktı kürsüye. Yalan yok, Oktay Başkanın pek çok hizmetini takdir eder, alkışlarım.

İşin o kısmı ayrı…

Belediyecilikte kamu hakkını kul hakkı olarak gördüğünü vurgulayan ve bu konuda sonuna kadar doğru konuşmuş olan Yılmaz, ülkenin yaklaşık 10 gündür ayağa kalkmış olmasına ilişkin;

Bir insanın iş üretmezse, fitne fesat üretir” diyerek bir giriş yaptı, fakat iş girişte kaldı, gelişme ve sonuç olarak ben yine Oktay Başkanı başarılı hizmetleriyle anmayı tercih ederim…

AK Parti Bursa Milletvekili Emel Gözükara Durmaz da ‘Türkiye yüzyılını birlikte inşa edeceğiz’ dedi, ancak ortada artık bir birlikten söz etmenin zorluklarına hiç değinmedi.

Gelelim ortamın gündeme ilişkin en tarafını belli eder cümleyi kuran siyasetçisine…

AK Parti MKYK Üyesi Önder Matlı, haliyle bir ticaret insanı olmasının verdiği algıda seçiciliğin de etkisiyle gündemine CHP’nin boykot çağrılarını aldı.

Bütün dünyanın yerli ve milli firmalarını pamuklara sararken, muhalefetin yerli ve milli firmaları hedef almasını şiddetle kınadığını söyledikten sonra;

“Bu firmalar millete mal olmuş kurumlardır. Bu firmalarda çalışan binlerce insanı hedef almanız kabul edilemez” dedi.

İşte mesele de tam olarak burada.

Bu firmalar millete mal olmuş değiller!

Millete mal olmuş olsalar millet olarak biz de bilirdik durumu.

Doğrusunu isterseniz, CHP’nin boykot listesindeki pek çok kurum ve ürün zaten benim şahsi boykot listemin en başında durduğundan hayatımda bir değişiklik yapmama dahi gerek kalmadı.

Haa… Yalana da gerek yok, annemi ATV’nin sabah kuşağı programlarında çıkan kim kime ne yapmış, kim kiminle kaçmış, kim kimi öldürmüş, kim kiminle aşk yaşamış minvaldeki programlarını izlememesi gerektiğine ikna etmek bir miktar sıkıntılı oldu.

Onun dışında bizim için tüm taşlar yerine oturdu.

Bence mantıklı yani…

Hani pek meşhur bir laf var; ‘Parayı veren düdüğü çalar’

Hatırladınız mı?

Biz bu bayram parayı verip düdüğü çalanlar olarak bayramı kutlamama kararı verdiğimizden ülkede kimse bayramı bayram gibi kutlamıyor…

Kapiş…

 

NOT: Gençlerin Mahmut abisi CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal’ın şu duyurusunu yapmak bence çok önemli.

Öğrenci gençleri ağır suçlularla aynı koğuşa koymak, cezalandırmak değil, göz göre göre mağdur etmektir!

Cezaevlerinde öğrenci statüsündeki gençlerin cinayet gibi ağır suçlardan hüküm giymiş kişilerle aynı koğuşlara konulması kabul edilemez! Bu durum, infaz güvenliğine ve insan onuruna açıkça aykırıdır.

Eğer bu gençler tahliye edilmeyecekse, en azından benzer statüdeki kişilerle aynı koğuşta kalmaları sağlanmalıdır. Bu hem cezaevi düzeni hem de kişisel güvenlik açısından zorunludur.

Adalet Bakanlığına çağrımdır; bu talep basit bir lütuf değil, infaz hukukunun gereğidir! Gençleri suç profiline uygun olmayan ortamlarda tutmak ileride telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açabilir.

Koğuş planlaması derhal gözden geçirilmeli, öğrenci gençler için güvenli koşullar sağlanmalıdır!”

 

 

 

 

 

 

 

Bursa’nın en kapsamlı davası başladı!

Bursa’nın en kapsamlı davası başladı!

Bursa Büyükşehir Belediyesi Geçmiş Dönem Başkanı Alinur Aktaş’ın belediye binasında düzenlediği ve BUSKİ vurgunundan bahsettiği tarihin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti.

Hemen bakalım o zaman konuyla ilgili Bursa Büyükşehir Belediyesinde Aktaş tarafından düzenlenen toplantının notlarına…

“Konunun bana intikal etmesiyle birlikte kovuşturma talimatını bizzat verdim. Olayı öğrenmemizle adli makamlara intikal ettirmemizin arasında 48 saat süre var. Belediye olayları örtmüyor, aksine soruşturuyor. Benim imzam yok, BUSKİ Genel Müdürümün imzası yok…” diyerek açıklamasına başlayan Aktaş, seçimlerin hemen öncesinde böyle bir olayın açığa çıkmasını manidar bulmuş o dönemler. Sonra da eklemiş;

“Bahsedilen rakamın çok altında bir rakam var ortada. Bu konu üzerinden siyaset devşirmeye çalışanların çabaları boşunadır. Benim belediyeden fonladığım ailem yok. Vakıflardan para da almıyorum. O elbiseler bizim üstümüze oturmaz. 150 milyon ile başlayan iftira 500 milyona kadar çıktı. Algı yapmanın peşindeler. Sadece beni ve AK Parti’yi karalamaktan başka bir şey değil bu yapılanlar”

O zamanlardaki bilgiye göre, 2018 yılında başlayan, 2022-2023 yılları arasında yoğunlaşan dolandırıcılık olayı ile ilgili olarak üçü belediye personeli olmak üzere dokuz kişinin gözaltına alındığını, belediye personeli olan üç kişiden ikisinin imza yetkisi sahibi olmaları nedeniyle suçlandığını biliyoruz.

Bunlar Başkanın konuşmasından notlar. Bir de benim bu toplantıdan çıkardıklarım var. Hem belediyenin kendi iç denetimlerinde hem de Sayıştay Denetimlerinde gözden kaçan bu dolandırıcılığın nasıl bir yöntemle işlendiğini merak etmişim öncelikle, böyle büyük bir vurgunu tek başına bir kadın personelin yaptığına inanmamız beklentisini beyhude bulmuşum, bir de 48 saat süren idari soruşturma sırasında neden emniyet güçlerine haber verilmediği dikkatimi çekmiş.

Gelelim günümüze…

Birkaç gün önce ilk duruşması görülen skandalla ilgili Mart ayı değerlendirme toplantısında önemli bilgiler veren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, göreve geldikten sonra konunun üzerine hassasiyetle gittiklerini belirtti toplantıda.

Dosya kapsamında 4 kişi tutukluydu. İlk duruşmanın ardından bayram sonrasında aynı vurgun hakkında tam 600 kişi iki hafta boyunca yargıya hesap verecek.

Sahte belgelerle vatandaşların banka hesaplarına para transferi yapılması şeklinde gerçekleştirilen dolandırıcılık sonucunda BUSKİ’nin yaklaşık 68 milyon 107 bin 380 lirasının çalındığı sonucuna ulaşıldı.

Bundan sonrasında yapılan hırsızlığa bilmeden mi, yoksa belirli bir pay karşılığında mı bulaştı bahsettiğimiz 600 kişi, bu araştırılacak.

Konu o kadar dallı budaklı ki, Gaziantep, İstanbul, Zonguldak, Kırklareli, İzmir, Düzce gibi şehirlerden kişiler var işin içinde.

Toplantıda bahsedilen önemli bir gelişme de Mustafa Bozbey göreve geldikten sonra aynı soruşturma kapsamında BUSKİ’nin kasasından çalınan yaklaşık 10 milyonun geri alınması.

Davanın Bursa tarihinin en kapsamlı davası olması bekleniyor.

Gelişmeleri yakından takip edeceğiz, çünkü Başkan Bozbey’in ‘Bu olaya göz yumanlar var mı bu da araştırılacak’ sözleri pek çok kapıyı aralayabilir.

Bendeniz de halen 48 saat emniyet güçlerine haber verilmeden yürütülen kurum içi soruşturma ile ilgili bir adım atılacak mı bunu bekliyorum…

 

 

NOT: Huzurun ve bereketin ayı Ramazan bizim ülkemizde daha ziyade kaosun, haksızlıkların, hukuksuzlukların, direnişin, hak arayışlarının, mücadelenin, ayı olarak geçti. Hele hele son hafta analar babalar yürekleri ağızlarında beklediler çocuklarının yolunu. Durum halen değişmiş değil. Arada bir bayram molası olursa ne ala…

Zira daha önce de söylediğim gibi bıçak kemikte, kemik acımakta, acı artmakta

Tüm bu ahval ve şerait içinde Ramazan Bayramınızı kutluyorum. Önümüzde bu güzel ülkeye yakışır hak, adalet, barış, eşitlik dolu nice bayramlar olacak. İnanıyorum.

Biz mücadele edersek olur. Etmezsek olmaz…

Kapatma kararı var, uygulama yok!

Kapatma kararı var, uygulama yok!

Kartalkaya’da yaşanan felaketin ardından gözümüzü Uludağ’daki otellere çevirmiştik. Pek çoğu farklı ruhsatlarla, hatta bazıları umumi tuvalet izinleriyle başlayan inşaatlara eklemeler yapılarak çoğaltılan ve her konaklama gecesi için bir servet ödenen otellerin hangi denetimlerden geçtiği, ne eksiklerinin olduğu, Alan Başkanlığının gözetim ve denetiminde kimin elinin nereye erdiği bir muamma halini almadan ve Bursa’da benzeri bir facia yaşanmadan önlem alınsın istedim tüm meslektaşlarım gibi ben de.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in düzenlediği Mart ayı değerlendirme toplantının açılış konusu elbette Uludağ’da bulunan Kervansaray otelde çıkan yangın, bu yangında hayatını kaybeden iki kişi ve ağır yaralı bir kişiydi.

Toplantıya yangın alanından gelen Bozbey üzgündü yaşananlardan.

Durumu özetlerken, “Otelin kapatıldığına dair bilgiler var. 12 kişinin neden orada kaldığı araştırma konusudur. Yaşanan olay ve 2 kişinin hayatını kaybetmesi hepimizi derinden üzdü” dedi.

Bursa Valiliğinden yapılan açıklamaya göre 02.01.2025 tarihinde konaklama izni iptal edilen işletmede yangının çıktığı gün 12 personelin bulunması dikkat çekici bir gerçeklik.

Başkan Bozbey, toplantıda, Uludağ’da yanan oteli denetlediklerini, eksikliklerle ilgili raporu yetkililere ilettiklerini söyledi ve ekledi; , “Sezon kapandıktan sonra böyle bir olayın olması aslında bir faciayı önlemiş oldu. Sezonda o otelde toplam 400 kişinin bulunduğunu düşünün. Bir facia olurdu!”

Olurdu gerçekten de, ancak benim baktığım pencereden hali hazırda eksikleri bildirilmiş, konaklama izni iptal edilmiş bir otelin tamamen kapatılmaması da bir facia gibi görünüyor.

Gelelim işin denetleme kısmındaki gelişmelere…

Basın mensuplarına verilen bilgilere göre Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tahsis iptali sonrasında 2 Ocak 2025 tarihinde Kervansaray Otelin basit konaklama belgesi iptal ediliyor.

27.01.2025 tarihinde Osmangazi Belediyesi’ne İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı (İAÇ) iptali için yazı gönderiliyor. Osmangazi Belediyesinden işlemin yapıldığına ilişkin yazı ise 02.02.2025 tarihinde bildiriliyor.

Ancak otel, idare mahkemesine başvuruyor ve mahkeme tarafından İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatının iptali işlemine yürütmeyi durdurma kararı veriliyor.

Bunun üzerine Osmangazi Belediyesi, 10.02.2025 tarihinde ruhsatı yeniden ihya ediyor.

Bunlar olurken bir yandan da Uludağ Alan Başkanlığı, belediyeye başvurarak otelin yangın raporu açısından kontrol edilmesini istiyor. Bahsedilen talep üzerine 27.01.2025 tarihinde yangın raporu belediye tarafından düzenleniyor, yangın konusunda tespit edilen eksiklikler raporda bildiriliyor.

Yangın raporundaki eksiklikler nedeniyle Osmangazi Belediyesi Yürütmeyi Durdurma kararına itiraz ediyor ve yasal işlem başlatıyor bir yandan.

Sürekli bir eksiklerin tespit edilmesi, tamamlanması için süre verilmesi, verilen sürenin sonunda eksiklerin tamamlanmadığının tespiti ve kapatma kararı döngüsü var aynı otelle ilgili. Sonra belediyelerin verdiği tüm kararlar idare mahkemesine gidiyor. Yürütmeyi durdurma kararı çıkıyor büyük ölçüde…

Eldeki bilgiler kısaca şunu gösteriyor; otel sahibi idare mahkemesinin belediye karalarına yönelik verdiği yürütmeyi durdurma kararları sayesinde pek çok eksiğine rağmen ve bu eksiklerini tamamlama gayreti göstermemesine rağmen tüm sezon boyunca otelini açık tutmayı başarmış.

Nasıl demişti eski ve çok kıymetli bir meslektaşım; ‘zenginin malı dağı aşarken yoksulun malı düz ovada şaşar diye, o hesap’

Görünen o ki, bu noktada Osmangazi Belediyesini ya da Bursa Büyükşehir Belediyesini itham edecek bir durum yok. Herkes üzerine düşeni yapmış. Üzerine düşeni yapmayan, eksiklerini gidermemek için mahkeme mahkeme dolaşmayı göze alan otel sahibi konunun tek muhatabı…

Valiliğin otelin kapatma kararı olduğuna dair açıklamasının altına kapatma kararı olduğu halde otelde turist olarak konakladıklarını yazan pek çok kişi varken, bir yandan bu kişilerin her biri karşı karşıya kaldıkları risklerin tazmini için haklarını arama yoluna gidebilirler, diğer yandan devletin yetkili kurumları verilen kapatma kararının hangi gerekçe ile uygulanmasının durdurulduğunu araştırabilir…

Aksi halde ülkede kural var, kurala uygun denetim mevcut, fakat kurala uyulup uyulmadığının kontrolü yoksa en baştaki kuralın bir anlamı kalmaz…

Bir de ivedilikle Uludağ’da kaç otel bu durumda kamuoyunu bilgilendirmek lazım ki, bir biçimde konaklama ihtiyacı duyanlar nerede konaklayabileceklerini bilsinler…

 

Parayı Bursa ödüyor, suyu sanayi içiyor!

Parayı Bursa ödüyor, suyu sanayi içiyor!

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in Mart ayı değerlendirme toplantısının ana konusu BUSKİ faaliyetleriydi. Faaliyet alanları çok geniş olan bu kurumun su ve para kıtlığı çeken Bursa için bence en kritik yatırımı Çınarcık Barajı

Hemen anlatalım…

Çınarcık Barajı ve Bursa’nın su sorununu çözmesi hikayesi hayli eskiye dayanıyor ve pek çok belediye başkanı arasında kapış kapış gidiyor.

1996 yılında dönemin Bursa Milletvekili Turhan Tayan’ın takibiyle başlayıp 2008’de Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun bakanlığı döneminde biten baraj için herkes ‘Biz inşa ettik’ diyor.

‘70 kilometre isale hattı ve günlük 300 bin metreküp arıtma tesisiyle yıllık 145 milyon metreküp su verecek ve su meselesi 2071’e kadar kökünden çözülecek’ denilerek vakti zamanında tarif edilen Barajın Bursa içme suyuna halen bir damla katkısının olmaması ise içler acısı bir durum.

Zira sene 2025!

Aradan helalinden 29 yıl geçmiş…

Gelinen noktada sanki şehrin içme suyunu karşılamak için değil de sanayiye su kaynağı oluşturmak için inşa edilmiş muamelesi gören Çınarcık Barajı’nın TEKNOSAB’a su aktarması haliyle göze batıyor.

Barajın dört hedef için inşa edildiği söyleniyor yetkililer tarafından; içme suyu sağlamak, Mustafakemalpaşa Ovası’nın sulanmasına destek olmak, elektrik üretmek ve Uluabat Gölü’nün ekolojik dengesinin bozulmaması için gölü beslemek…

Amaçların içinde ‘sanayiye su temin etmek’ gibi bir madde yok!

Buna rağmen TEKNOSAB ve Devlet Su İşleri arasında imzalanan bir protokol ile barajın kuyruk suyu olduğu belirtilen 70 milyon metreküp su sanayiye aktarılıyor.

Sulamaya değil, Uluabat Gölünü beslemeye değil, SANAYİYE!!!

Geçmiş dönem belediye başkanlarından Recep Altepe’nin 2020 yılına bitirme hedefi koyduğu baraj halen Bursa’ya içme suyu sağlamıyor. O dönemde 2070 yılına kadar şehrin su ihtiyacını karşılar denilen baraj şimdilerde 2050 hedefiyle bir güncelleme yaşıyor…

Su ile ilgili düzenlenen her toplantıda DSİ Bölge yetkililerinden birini yanına alarak, ‘Biz Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak barajın yapımı işini üstümüze aldık ki, su sorununu kısa sürede çözelim, yoksa DSİ’ye kalsa bu iş anca 20 senede biterdi, biz iki sene sonra barajdan şebekeye suyu vereceğiz’ diyen Geçmiş Dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ı burada anmadan geçemeyeceğim.

Zira görüldüğü üzere barajın tamamlanması için hali hazırda 2026 yılının ortalarını hedef koyuyorsa BUSKİ ve buna karşılık döviz cinsinden kredi alıp ciddi biçimde borçlanmışsa, bu işin karı neresindedir diye sorarlar adama…

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, BUSKİ’nin mali durumunu özetlerken; “Doların her bir liralık artışında BUSKİ’nin borcunun 350 milyon lira arttığını düşünün, çünkü döviz üzerinden ciddi borçlanmalar mevcut” diyor.

Bahsi geçen ciddi borçlanmanın en önemli kalemi Çınarcık Barajı!

Daha önceki toplantılarda da belirtmişti Başkan Bozbey bu konuyla ilgili sıkıntısını ve şöyle demişti; “Devletin yapmak için işe koyulduğu bir projeyi belediye neden üstlenmiş anlamak zor. DSİ bu konuyu programına almış, süreci yürütüyor, belediye neden üstelik de döviz üzerinden borçlanarak böyle büyük bir yatırımın altına giriyor. Bu işler belediye bütçeleri ile yapılacak işler değil!”

Dedim ya ‘hem su sıkıntısı hem de para sıkıntısı çeken Bursa’ diye.

Merkezi hükümetin CHP’li belediyeleri para sopasıyla hizaya getirmeye çalışmasına yönelik girişimler herkesin malumu, içinde bulunduğumuz ortamda dövizin dalgalı seyri de ortada…

Tüm bunlar ışığında işin para sıkıntısı kısmını anlamış olmanız lazım.

Su sıkıntısı kısmına da değindik, ancak daha net bir tanımlama yapmak gerekirse, ovasından 30 metrede su bulan Bursa bugün 250 metrelik kuyular açmak zorunda yer altı su kaynaklarına ulaşmak için. Geçtiğimiz günlerde Orhangazi ve İznik çevresindeki çiftçilere bu yıl sebze ekmeyin uyarısı geldi DSİ yetkililerinden. Bugün düzenlenen toplantıda benzeri bir uyarıyı tüm Bursa için tekrarlama ihtimalinden bahsetti Başkan Bozbey. “Az su isteyen ürünlerin ekimine yönelmemiz gerekiyor, suyu doğru biçimde kullanarak tarım yapmayı öğrenmemiz gerekiyor” dedi sözlerinin arasında.

Tüm bunlar yaşanırken, benim evimdeki suyun hesabını tutmam gerekirken, elbette sanayiye verilen suyun hesabının da tutulması gerekiyor.

Fakat işin bu kısmında tıkanıyoruz.

Bursa Hakimiyet Gazetesi Köşe Yazarı Namık Göz’ün konuyla ilgili sorduğu; “Neden Çınarcık Barajından sanayi bölgelerine doğrudan su veriliyor?” sorusuna aldığı yanıt bence hiç de tatmin edici değildi.

DSİ böyle bir protokol yapmış. Oradan 60 milyon metreküp civarında sanayiye su aktarılması gündemde. Yani kalan miktar içme suyu olarak kullanılacak!” dedi Mustafa Bozbey sorunun yanıtı olarak.

Sanayiye verilecek olan su miktarı belli, küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin etkilerini dibine kadar hisseden Bursa’da şehre içme suyu olarak kalacak olan miktar belli değil ne yazık ki…

Yani sevgili Bursalılar, barajın parası sizin cebinizden çıkıyor, ama DSİ’nin yaptığı protokol nedeniyle içme suyunuzu sizden önce sanayi içiyor haberiniz olsun!

 

 

NOT: Yarın çok önemli bir dava görülecek Bursa’da. Başkan Bozbey süreci “BUSKİ’deki seçim öncesinde ortaya çıkan ve seçime kadar üstüne yatılan, maalesef duyarsız kalınan yolsuzluk olayının göreve gelir gelmez üzerine gittik. Neticede çözülebileceğini gördük, bu konuda hukukçularla görüştük ve adımları başlattık. Yaklaşık 600 civarında insandan bahsediyoruz; bu işin içine karışan ve farklı kentlerde, Bursa’dan da değil, Antep’ten var, Samsun’dan var, başka yerlerden, çok farklı kentlerden insanlar var. Hukukçular o kentlere gidip oralarda da suç duyurusunda bulundular, ilgili kişilerle ilgili. Şimdi yarın çok kapsamlı bir dava süreci başlayacak. Aslında Bursa’nın son yıllardaki en kapsamlı davası olacak gibi görünüyor. Bursalılar, hakkı olan o kör kuruşlar, hepsi tek tek Bursa BUSKİ’nin kasasına, bugünün paralarıyla faiziyle birlikte geri dönecek. Ne olursa olsun, bunun takipçisiyiz. Kişiler hakkında zaten biliyorsunuz, cezaevinde olanlar var, ama bunun yanında bu işe göz yumanlar da var; onlarla da ilgili gerekeni yapıyoruz, hiç merak etmeyin” sözleri ile duyurdu.

Konuyu yarınki gelişmelerle birlikte değerlendireceğiz…

 

 

Turpun büyüğü…

Turpun büyüğü…

Son yaşanan gelişmeler ışığında bir kez daha Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ‘Turpun büyüğü heybede’ sözünü işitince neler olabileceğine şöyle kabaca bakmak ve ‘Durum Bursa’yı neresinden etkiler?’ sorusunu kantara koymak gerekir.

En azından şimdilik İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyum atanma ihtimalinin pas geçildiğini, ancak hem verilen karardaki ayrıntıya dayanarak hem de uygulamanın ‘terör suçlamasıyla soruşturma açılmasının kayyum atamasına yetmesi’ detayını göz önünde bulundurarak, kayyum sopasının İBB’nin başında sallandırılacağını söylemek lazım.

Bunun dışında heybedeki diğer büyük turpları bir sıralayalım…

İlk olarak CHP Kurultayının şaibe iddiaları nedeniyle iptali var gündemde. Şaibe iddialarını destekleyen ifadelerden birini de CHP Mustafakemalpaşa Eski İlçe Başkanı Serda Tandoğan Kuru verdi. İfadenin tüm metninin Kuru’nun sosyal medyasında ve neredeyse tüm ulusal kanallarda yayınlanmış olması da cabası…

‘Bu durum bizi nasıl etkiler?’ sorusunun yanıtını yine ifadenin içinde bulabiliriz, zira Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir’in söylediği iddia edilen sözler, hayli iddialı…

İfadede yer alan; “Bu sırada araçta bulunan Şadi Özdemir, bana hitaben herkesin duyabileceği şekilde; ‘Seni arayan kişi her kimse doğru söylüyor. Sen belediye başkan adayı olacaksın, bu işler parayla olur, IBAN numarana para gönderilmesinden çekiniyorsan, kripto para olarak da gönderilebilir. İstersen İstanbul ekibinden arkadaşları arayalım, kongre salonuna gitmeden önce onlarla seni görüştüreyim, Özgür Özel’i destekle, paranı al, rahatça seçim işlemlerini yürüt” sözleri doğrudan Şadi Özdemir’i hedef alıyor.

Kısaca şöyle toparlayalım; ayağınızda sağlam bir pas varsa gol olması ihtimalini mutlak değerlendirirsiniz. Bursa’nın yakasının Nilüfer’den açılması durumunda nerede kapanacağı hiç belli olmaz!

Şaibeli olduğu iddia edilen kurultayın iptalini 6 Nisan tarihinde olağanüstü kurultay yapılması kararı da durduramayabilir. Bu durumda CHP’nin başına, kurultaya itiraz eden isimlerin önerdiği isimler arasından tercih yapılarak bir kişi kayyum olarak atanır. Atanan kayyum, partiyi yeni bir kurultay sürecine götürmek zorunda! Ancak yeni kurultay süreci iptal edilen kurultayın kurultay delegeleri ile değil de bir önceki kurultayın kurultay delegeleri ile yapılması daha muhtemel, zira şaibeli olan kurultayın kurultay delegeleri de itham altında kalır bu suçlama ile. Süreç de 45 gün olmak yerine davanın sonuçlanmasına kadar uzatılabilir.

Bu ihtimaller bir yana İstanbul kongresi ile Bursa kongresinin iptali kararı da gündeme gelecek muhtemelen. İki şehrin kurultay delegeleri sayı olarak kurultayın kaderini belirleyecek kadar fazla…

Anlayacağınız, esnetilir, çekiştirilir, uzatılır, istenilen biçime sokulur, istenilen yerler içine alınır, istenilen isimler dahil edilir…

Bütün bunlar birer ihtimal, bütün bunlar ‘Turpun büyüğünü daha görmediniz’ şeklindeki açıklamanın ardından zaman içinde olması muhtemel hamleler…

Elbette benim yazdıklarımı CHP Genel Merkezinde düşünmeyen, ihtimaller hanesine yazmayan yoktur. İhtimaller hanesine yazılanlara karşılık alınacak tedbirler de hazırdır umudundayım…

***

Neden sadece tekstil, neden sadece hava?

Bu kadar karamsar haberden sonra güzel bir haber vermenin tam zamanı diye düşünüyorum…

Uzun zamandır Bursa’nın havasının ne kadar kirli olduğundan, özellikle Kestel ve Nilüfer gibi sanayisi yoğun ilçelerde bu durumun artık rahatsızlık yaratır hale geldiğinden bahsediyoruz.

Eeee… O zaman müjdemi isterim…

İlk olarak Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürü Fatih Turan’ın katıldığı toplantıda alınan ‘Tekstil Sektörü Hava Emisyonu Yönetimi Komisyonu’ kurulması kararı adımı atılmıştı hatırlarsanız.

Şehrin çevre sorunlarına duyarlı kararları ile dikkat çeken Bursa Valilisi Erol Ayyıldız komisyonu toplantıya çağırdı.

Geniş katılımlı toplantıda, tekstil sektöründen temsilciler, emisyon ölçüm laboratuvar temsilcileri, Büyükşehir Belediyesi Hava Kirliliğini Önleme Komisyonu Başkanı, akademisyenler, mahalle muhtarları ve Kestel Belediye Başkanı Ferhat Erol da hazır bulundu.

Komisyonun tekstil sektörüyle ilgili hava kirliliğine sebebiyet veren Organize Sanayi Bölgeleri başta olmak tesisleri izlemek üzere pilot uygulamalar ve takip sistemleri oluşturmasına karar verildi. Şimdiye kadar bu konuda sahadaki etkisini pek hissedemediğimiz Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı da yeni metotlar geliştirip sahada daha etkin olacakmış.

Buraya kadar yaşanan gelişmeler pek yerinde, fakat konunun neden sadece tekstil firmaları ile sınırlandırıldığını anlamak güç. Üstelik tekstil firmalarının hava ile birlikte su kaynaklarını da ciddi biçimde ve kontrolsüzce tükettiği, aynı zamanda da kirlettiği neden gözden kaçırılıyor?

Şimdilik sorularım bu kadar…