Kafasını kaldırana bir balyoz

Kafasını kaldırana bir balyoz

Olayların en başından bu yana ifade ettiğim şeyi bir kez daha tekrar ederek başlayacağım yazıma, konu Ekrem İmamoğlu’na yapılan haksız tutuklamaya tepki göstermeyi, CHP’ye her kanattan yapılan saldırıları protesto etmeyi çoktan geçmiştir.

Konu daha baskıların ağır tonajlı bir kamyon gibi kendini hissettirmeye başladığı andan itibaren vatandaşın bizzat kendi şahsi meselesi haline gelmiştir.

İnsanlar kendileri için, çocukları için, gelecekleri için, meslekleri için, onurları için, şerefleri için, insanca yaşamak için, adalet için, hukuk devletine güvenme lüksünü yeniden hissedebilmek için, demokrasi için, haklarını korumak için, kazanımlarını kaybetmemek için, tek bir kişinin ya da küçük bir azınlığın verdiği kararlarla idare edilen koyunlar olmadıklarını göstermek için meydanlardalar…

Olayların başladığı ilk andan itibaren üzerindeki baskıyı en ağırından hisseden bir şehir Bursa.

Soruşturmalar birçok ismi kapsarken, sosyal medya paylaşımında Bursa Nutku’ndan bir alıntı yapması nedeniyle paylaşımının üzerinden bir saat geçmeden gözaltına alınan Laiklik Meclisi Sözcüsü Özkan Rona’ya uygulanan muamelenin hızı ağır, çok ağır bir baskıydı mesela…

Biz biliyoruz ki, bu ülkede kadınların ve çocukların tacizcileri, tecavüzcüleri, katilleri ya bulunamaz ya da yakalanmasından kısa bir süre sonra serbest bırakılır.

Altı üstü sosyal medyasından Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa’ya özel nutkundan bir alıntı yaptı diye sanki kapısının önünde bekliyormuş gibi bir hızla bir eğitimcinin gözaltına alınması, Emniyetteki sorgusunun ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması, koca bir kaya gibi oturmuştu içimize.

Aynı gün Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Engin Yurdakul’da açıklamasında;

“Ülkemizdeki hukukun giderek daha fazla siyasallaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Farklı görüşleri savunan, fikir beyan eden herkes hukuk yoluyla susturulmaya çalışılmaktadır. Dünya görüşlerine göre vatandaşlarımıza farklı hukuki yaptırımlar uygulanmaktadır. Son olarak Eğitim İş Bursa Şube önceki dönem başkanlarımızdan Özkan Rona sosyal medya hesabından Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Nutkundan bir alıntı ile yaptığı paylaşım nedeniyle önce gözaltına alınmış, tutuksuz yargılanmasına karar verilmiştir. Yandaşlara kaplumbağa hızında ilerleyen sistem muhaliflere gözdağı vermeye gelince ışık hızında hareket etmiştir” diyordu.

Bugünse Özkan Rona’nın açığa alındığını öğrendik.

Bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle suçlandığından, delil karartma ve kaçma şüphesi olmayan bir öğretmenin görevinden uzaklaştırılması Eğitim İş Sendikası tarafından siyasi olarak nitelendirildi haliyle.

Eğitim-İş Genel Özlük-Hukuk ve TİS Sekreteri Yeliz Toy karara yönelik olarak sosyal medyasından şöyle bir açıklama yaptı; “Tacizci Şube Müdürüne, tehditle ifade değiştiren İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısına, deprem zamanında çadır satanlara, okulda dansöz oynatanlara, kadın müdür yardımcısının kapısını kıranlara, öğrencileri haremlik selamlık olarak ayıranlara, okulların kapısını tarikat ve cemaatlere açanlara, öğrencileri siyasi mitinglere taşıyanlara, okul aile birliğini soyan müdürlere uygulanmayan bu kararın Bursa Nutkundan alıntı yaptığı için Özkan Rona’ya uygulanması bir siyasi intikamdır!”

Bununla sınırlı değil elbet, sayacak çok şey var da madem eğitimcilerden başladık, onlarla devam edelim…

Eğitim – Sen de grev çağrısında bulunduğu için; “Cumhuriyet Başsavcılığımızca 24.03.2025 tarihinde Eğitim-Sen resmi sosyal medya hesabından ülkemizde yaşanan toplumsal olayları kışkırtmaya yönelik kanuni grev şartları gerçekleşmeksizin çağrıda bulunulması olayıyla ilgili olarak Eğitim-Sen Merkez Yürütme Kurulu üyeleri ve ilgili sosyal medya hesabı kullanıcıları hakkında suç işlemeye alenen tahrik etme suçundan re’sen soruşturma başlatılmıştır” sözleri ile bir soruşturma geçiriyor şu anda…

Demem o ki, kafasını kaldırana bir balyoz inerken, açlık sınırı daha mart ayından 26 bin liraya yaklaşmışken. Yoksulluk sınırı 78 bin lirayı geçmişken, en düşük emekli aylığı ise sadece 17 günlük beslenmeye yetiyorken vatandaşın sokakta neden hak aramaya uğraştığını sorgulamak yerine neyi yanlış yaptığını düşünerek toplumsal barışı ve adaleti yeniden tesis etmenin yoluna bakmalı herkes.

 

Boykot

Boykot

Avrupa demokrasileri aşağıdan yukarıya doğru, yani halkın katılımı ile kurulmuştur.

Kuvvetler ayrılığı prensibinin devlet mekanizmalarının çalıştırılmasında, bürokratik bir tercih değil, sürdürülebilir toplumsal barış ve istikrarın teminatı olduğu gerçeği demokrasilerinin bel kemiğini oluşturur.

Bu prensipleri ortadan kaldırdığınızda demokrasi de ortadan kalkmıştır.

Bunun da ötesinde ise sivil itaatsizlik bir haktır.

Bunun önemli bir yöntemi de boykottur.

Halk, devletin sorumlu olduğu adalet güvenlik gibi temel gereksinimlerinin karşılanmasında ya da korunmasında zaaf göstermesi ya da bunları bizzat kendisinin ortadan kaldırmaya teşebbüsünde boykotlar ile tarihte önemli sonuçlar sağlanmış.

Örneğin Güney Afrika’daki apartheid karşıtı bir hareket olan, Montgomery otobüs boykotu ve Bristol Otobüs boykotu gibi girişimler ırk ayrımcılığına karşı önemli hukuki ve sosyal değişimleri başarmış. Markaların kendi çıkarları için, toplumsal ve siyasi etik prensiplerini göz ardı ettiği durumlarında boykotlar ortaya çıkmış.

Boykot, gücünü gayri ahlaki ve etiğe aykırı tutumlara karşı öfkeden alır.

Markalara karşı gerçekleşen boykotların 30-40 günlük sürelerde daha kalıcı sonuçlar yarattığı görülmüş.

Üstelik bu boykotlar sona erse bile, markaları terk eden tüketicinin bu davranışını sürdürme eğilimi var.

Dünya çapında boykotlarla yıllar içinde çeşitli nedenlerle Starbucks, CocaCola, ve Domino’s gibi büyük ABD markaları sık sık karşı karşıya kalıyor. Bunlara McDonald’s’ı da ekleyebiliriz.

Önemli küçülmelere gittikleri ya da bazı ülkelerden çekilmek zorunda kaldıkları sonuçlar yaşamış bu markalarda.

Geçtiğimiz ocak ayında fazla zam yaptığı için bazı marketlerin boykot edildiği Hırvatistan, Bosna Hersek, Karadağ gibi ülkelerde %53’e varan ciro kayıpları yaşanmıştı.

En yakın boykot örneklerinden bir diğeri de, Tesla Markasının Elon Musk’un Trump yönetimine verdiği desteği nedeni ile uğradığı boykot .

Bu boykot ile Tesla’nın ABD satışları, tarihinde ilk kez düşüş göstermiş…

Boykot tek başına etkili bir eylem değil şüphesiz. Bu eylemin gerekçelerinin açıkça anlatılması ve benimsenmesini sağlayacak mekanizmaların olması gerekiyor.

Böylelikle boykot, kolektif bir hal aldığında toplumun yalnızca %3-4 kısmının katılımı ile dahi ciddi değişiklikler, kazanımlar elde edilebiliyor.

Nitekim dün akşam CHP Lideri Özgür Özel, İstanbul Seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının protesto edildiği gece mitinginde, daha önce sinyallerini verdiği bir boykot başlattı.

Boykotta adını verdiği 18 markanın içindeki 3 firma hızla sitesini erişime kapattı. Çünkü aynı anda yoğun rezervasyon ve satın alma iptallerinin gerçekleştiğinden söz ediliyor.

Demokrasi, yasa ya da örnek anayasalar yapmakla kurulmuyor.

Bu açıdan bakınca Cumhuriyetimiz yüzüncü yılında bir sınavdan geçiyor…

Ya halk demokrasinin erdemlerine layık bir sistemin yeniden kurulmasında öncü bir rol alacak, bu cumhuriyeti demokrasiye böylelikle de geleceğe taşıyacak.Ya da coğrafyasında eksik olmayan bütün trajedilerin yeni sahnesine dönüşecek.

Sular durulmuyor, durulmayacak!

Sular durulmuyor, durulmayacak!

Ülke genelinde protestolar devam ederken, 23 Mart itibariyle Ekrem İmamoğlu’na desteğini göstermek isteyenler, İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek, Cumhurbaşkanı adayı olması durumunda kendisine oy vereceğini vurgulamak isteyenler sandık başında yerini aldı.

Gözlemlerime göre CHP’nin kemik kitlesinin dışında başka partilere üye olanlar, hatta siyasete uzaktan yakından ilgi duymayanlar da bu kez ‘bir oy bir oydur’ diyerek yöneldiler sandıklara.

Alışageldiğimiz bir seçimden bahsetmediğimiz için oy kullanılacak yerlerin nereler olduğunu öğrenmek vatandaş için zordu. CHP örgütü iletişim kanalları ile oy kullanma noktalarını birbirine duyurmaya çalıştı. Önceden duyurulan noktaların büyük bölümü de ‘valilik izninin iptal edilmesi’ nedeniyle başka alanlara kaydırıldı.

Ne kadar gözden uzak, ulaşılması sıkıntılı noktaya taşırsak o kadar iyi diye düşünüldü herhalde.

Yine de 15 milyon civarında oy kullanılması takdire şayan.

Bursa nasıl bir sınav verdi?’ sorusunun yanıtına gelince, en yüksek üye katılımının yüzde 96’lık üye katılımıyla Orhangazi’de gerçekleştiğini, en düşük üye katılımının yüzde 53’lük oranla Gürsu’da gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Bir hafta önce DSİ tarafından; ‘siz en iyisi bu yıl sebze ekmeyin, biz zeytin ağaçlarınızı kurtarmaya çalışacağız’ denilerek delirtilen çiftçinin kendisini yıllardır yok sayan merkezi hükümete bir çift lafı var anlaşılan.

Olaylar başladığından beri söylediğim noktaya geliyorum yine; mesele Ekrem İmamoğlu ve CHP boyutunu çoktan aştı. ‘Bugün ona yarın bana, yeter artık!’ diyenleri görüyoruz meydanlarda.

En çok da gençleri…

Ev gençlerini, iki üniversite bitirmiş işsiz gençleri, doktora yapmış kasiyer gençleri, üç yabancı dil bilen seyyar satıcı gençleri…

Yeri gelmişken söyleyelim, şimdiye kadar son derece sakin geçen Bursa eylemlerinde dün gece son derece şiddetli bir müdahale vardı.

Bir süredir neden en önde durmuyor diye eleştirilen CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş beş metre mesafeden gözüne tazyikli su sıkılması neticesinde yaralandı. Ciddi bir görme kaybı yaşıyor, durum kalıcı da olabilir.

Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş da son derece sert bir müdahale ile gözaltına alınmak istendi, bir süre alıkonularak serbest bırakıldı.

Geleceklerinin hesabını sormak için alana çıkan ve tek istedikleri adalet olan gençler, üzerlerine sıkılan tazyikli sularla yerlerde sürüklenerek yaralandı…

Gözaltılar mevcut…

İşin garibi İstanbul gibi bir provokasyon da yok işin içinde…

Yaşananların sadece apolitik vatandaşı endişelendirdiğini düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz…

Nefes yazarı Nuray Babacan, “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yapılan operasyon, CHP’ye yönelik sürdürülen hazırlıklar, muhalif medya, şirketler ve kişilerle ilgili baskı ve susturma girişimleri bir paket olarak servis edilirken, AK Parti kurmayları arasında gelişmelerden rahatsız olan, her kararı ekrandan öğrenmekten şikayet edenler var” diye yazdı aldığı duyumlara dayanarak.

Günün gelişmesi ise CHP’ye kayyum atanması girişimlerinin önünün kesmek için alınan olağanüstü kurultay kararına yönelik yine CHP içinden gelen olağanüstü kurultay iptal başvurusu oldu.

Simalar yabancı sayılmaz;  Eski Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş, Levent Çelik ve Hatip Karaaslan.

Bir süredir bizim evde olurdu olmazdı diye devam eden tartışma ‘itiraz edilebilir’ diyen tarafın kazanmasıyla son buldu böylece.

Dilekçede, söz konusu olağanüstü kurultay çağrısının, 38. Olağan Kurultay sonucunda oluşan mevcut genel merkez yönetimi tarafından yapıldığı, usul ve esas hatalarıyla malul olduğu, o nedenle kurultayın sonuçları ve parti organlarının hukuken yok hükmünde bulunduğu tezi ileri sürülmüş.

“Bu soruşturma, kurultayın sadece hukuki değil, aynı zamanda ceza hukuku bakımından da sakatlandığını göstermektedir. Tüm bu nedenlerle mevcut Genel Merkez yönetimi yetkisizdir ve yaptığı kurultay çağrısı mutlak butlanla sakattır. Bu çağrı, parti tüzüğüne, siyasi partiler mevzuatına ve hukukun genel ilkelerine aykırı olup tam kanunsuzdur ve yok hükmündedir.

Bu itibarla 6 Nisan 2025 tarihinde yapılması planlanan 21. Olağanüstü Kurultay’ın yok hükmünde sayılması halinde yetkisiz organlarca geçersiz bir karar doğrultusunda kanunsuz olarak yapılmaya çalışıldığı dikkate alınarak, kurultayın iptaline ve seçim sürecine ilişkin işlemlerin durdurulmasına karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz” deniyor…

Olağanüstü kurultayın iptaline karar verilirse, CHP’nin başına partiyi yeni bir olağanüstü kurultaya götürmek üzere kayyum atanması gerekecek.

Hatırlarsanız, olağanüstü kurultay kararı açıklanmadan hemen önce kayyumun İlhan Kesici olacağı yönünde bilgiler sızmıştı merkezi hükümete yakın kanallardan.

Peki Bursa’da neler olacak?

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e sorarsanız; “Elbette ki müfettişler gelip gelecektir. Periyodik inceleme son derece doğaldır. Bunu yirmi sene boyunca gördük, yaşadık. Ancak şu anda Bursa için o tür şey söz konusu değil. Zaten biz hizmetlerimizi hukuka yasalara uygun bir şekilde yapıyoruz” diyor kendisi.

Ben de diyorum ki; ‘Tüm işlemler hukuka uygun olarak yapılıyor olabilir, önemli olan yapılanların hukuk çerçevesinde değerlendirilip değerlendirilmediği!’

Endişe de burada başlıyor zaten…

Bıçak kemiği sıyırdı, Bursa susuz şehir artık!

Bıçak kemiği sıyırdı, Bursa susuz şehir artık!

Dedik ki, insanlar sadece CHP için, sadece Ekrem İmamoğlu için değil; kaybolan adalet için, insanca yaşam hakkı için, harap edilen kaynaklar için, çocuklarının geleceği için, kendi gelecekleri için, barış için, huzur için mücadele ediyor sokaklarda…

Tam da dediğim yerdeyim aslında…

Bıçak kemikteydi uzun zamandır, kemiği sıyırdı göz göre göre yapılan haksızlıklarla…

Bir süredir tüm kaynakları sermayenin emrine sunulan, dolayısıyla da tükenme noktasına ulaşan Bursa’nın havasını soluyamadığımız gibi suyuna da erişemiyoruz aslında.

Geçtiğimiz günlerde İznik Gölündeki su çekilmesine ve bu çekilmenin sonrasında alınan tedbirlere yönelik iki yazı kaleme almıştım hatırlarsanız.

Yazının bir cümlelik özeti; “Yıllarca hesapsız biçimde hem sanayici hem de çiftçi tarafından kullanılan İznik Gölünün suyu, artık ne sanayiciyi ne de çiftçiyi beslemeye yetecek düzeyde değil. Dolayısıyla İznik Gölünden sulama için su çeken çiftçiler, DSİ tarafından yeni bir proje devreye sokulup daha derinden su çekecek pompalar devreye alınmadan ya da yağışlarla mevcut pompaların çalıştırılacağı kadar su gölde biriktirmeden buradan sulama yapamayacak! DSİ’nin çiftçiye önerisi; bu yıl sebze ekmeyin şeklinde oldu!” biçimindeydi.

Olması gereken elbette doğal kaynakların tükenen kaynaklar olduğunun bilinciyle hareket ederek öncelikle gölün etrafında biriken sanayinin kuruluşuna en başından izin vermemek, sonrasında da yaşanan küresel ısınma ve iklim krizi göz önünde bulundurularak Türk çiftçisine ekonomik sulama yöntemleri ile tarım yapacak yöntemleri öğretim materyalleri sağlamaktı.

Şimdi sokaktaki insan soruyor; ‘Neden gelecekte olacakları öngörerek bizim için tedbir alması adına ceylan derisi koltuklara, koca koca bakanlık binalarına oturttuğumuz insanlar bu önlemleri almadı?’

Sormalı da…

Sormak için çok geç kaldı hatta…

22 Mart Dünya Su Günü’nde su fakiri bir şehir olarak durumu kısaca bir özetleyelim. Bursa’nın su ihtiyacını 2025-2060 yılına kadar karşılaması beklenen Çınarcık Barajı’ndan şebekeye su aktarım işi yılan hikayesine döndü. İşin BUSKİ bütçesine yüklenmesi, DSİ üzerinden alınarak Bursa Büyükşehir Belediye bütçesine ciddi bir yük getirmesi de ayrı bir garabet.

Geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın şehirdeki su miktarını anlatmak için kurduğu cümlelerin benzerini bu kez yeni Başkan Mustafa Bozbey’den işitiyoruz. Ovada suyun 250 metrelerin altına kadar çekildiğini su ihtiyacını karşılamak için yeni derin kuyuları devreye almak durumunda kaldıklarını anlatıyor Bozbey.

TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu da yoğun gündemin içinde bir alan yaratarak, 22 Mart Dünya Su Günü’nün önemine değinen bir basın açıklaması yaptı.

Açıklamayı okuyan Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Mehmet Şen İznik Gölü’nde su seviyesinin kritik seviyenin de altında olduğunu hatırlatarak;

“Gölün etrafında bulunan sanayi kuruluşları bunun başta gelen sorumlularındandır. Yetkililerin İznik Gölünün su bütçesini korumak için alternatif çözümler bulması gerekmektedir. Yoksa İznik Gölü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır!” dedi.

İki yıldır İznik Gölünün içlerine kadar uzanan iskelenin kıyının bir köşesinde kalan halini izlerken içimiz buruluyor. Göl gözümüzün önünde eriyip bitiyor…

Bursa’da yeraltı sularının da dahil olduğu 300 milyon metreküp yıl su kaynağı mevcut, BUSKİ’nin 2021 verilerine göre 786 tane su kuyusu kullanılıyor, ancak şehrin özellikle doğu bölümünde sanayinin ne kadar su kullandığını söyleyebileceğimiz net veriler yok elimizde.

Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’in dikkat çektiği konu ise kontrolsüz sanayiye yönelikti. Elimizde veri olmamasının temel nedeni, kontrolsüz sanayi ve kontrol etmesi gerekenlerin gereksiz cilveleşmesi…

Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak; “Türkiye’de içme suyu olarak kullanılan suyun yaklaşık 3’te 1’i boşa gidiyor. Bu tarımsal sulamada daha da vahim; yüzde 51. Yani tarımsal sulamada suyun yarısını biz boşa akıtıyoruz, bu kadar zengin bir ülke değiliz” diye konuştu.

Ülke zengin değil, ama zenginmiş gibi yapmaya devam ediyor. Ülkenin çok büyük bir bölümünde çiftçi damla sulama yöntemine dahi geçmiş değil, damla sulamadan geçtim, sulama için kullanılan su kanallarının tamiratı ve üzerlerinin kapatılması gibi basit işlerin üzerinden bile gelebilmiş değiliz

Şimdi bir kez daha söylüyorum; bugün yaşananlar tek bir konu üzerinden yürümüyor artık, mesele tüm ülkenin yıllardır yaşadığı ıstırabın sokağa yansımasıdır…

Kayyumla kurultay arasında…

Kayyumla kurultay arasında…

Aslında konunun çoktan CHP ve Ekrem İmamoğlu isimlerini aştığını, kaybedilen ‘adalet’ kavramı üzerinden bir eylemler bütününe dönüştüğünü bir önceki yazımda anlatmaya çalışmıştım.

Bugün biraz ‘CHP içinde neler oldu? Neler olabilir?’ soruları üzerine yoğunlaşmak istiyorum…

Merkeze İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun koyulduğu bir dosyanın hazırlıklarının bir süredir devam ettiği, diploma iptali meselesinin de bu hazırlığın ilk adımı olduğu biliniyordu.

Hem siyasi hem mali suçlar var dosyalarda…

Seçmen işin siyasi tarafını doğrudan reddetti zaten. İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyum atamak adına terörle ilişkilendirilmek üzere isnat edilen suçların suç olması halinde, hali hazırda var olan hükümet tarafından işleniyor oluşu bile traji komik durumu açıklıyor.

İşin yolsuzluk kısmına gelince, iktidar belediyeleriyle ilgili çok daha ciddi iddialar olmasına karşın tek bir soruşturma açılmıyor oluşu, açılmamış oluşu yine ‘adalet’ kavramını zedeliyor…

AK Partili belediyeler ile ilgili Bursa’dan merkezi hükümete iletilen dosyaları bile üst üste dizsek arşı alaya çıkar. İş harekete geçmeye geldiğinde tık yok…

Adalet kavramı öylesine zedelenmiş ki, İmamoğlu hakkındaki iddiaları kimse umursamıyor, dinlemiyor. ‘Kesin bertaraf etmek için yapıyorlar’ algısı kamuoyunda yerleşmiş vaziyette. Yasaklar ve kısıtlamalar işi daha çok perçinliyor.

Bir yandan tüm bunlar bir kenara itilerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne atanacak kayyumun kim olacağına karar verilmeye çalışılıyor.

Diğer yandan da bugün mesai bitimine yakın CHP Kurultayı iptal edilerek partiye kayyum atanması ve bu yolla 23 Mart Pazar günü yapılacak olan önseçimin engellenmesine yönelik bir hamle planlandığı duyuruluyor ekranlardan.

CHP kayyum hamlesinin hemen ardından 6 Nisan tarihinde Olağanüstü Kurultay kararı alıyor.

Kurultay delegeleri 6 Nisan’da sandık başına giderek partisinin Genel Başkanını seçecek.

İsteyen tüm CHP’liler aday olabilir dedi Özgür Özel açıklamasında.

Hepimiz biliyoruz ki, bu ‘İsteyen tüm CHP’liler’ hitabı Kemal Kılıçdaroğlu ya da uygun gördüğü bir aday için dillendirildi.

Olur mu?

Elbette olabilir…

Herkes herkesin hazırlıkları hakkında az buçuk bilgi sahibi, büyük bir satranç oynanıyor. Savaşın muharebe sahasında değil, masa başında kazanıldığı gerçeği ortaçağdan bu yana biliniyorken böyle ilerlenmesi de gayet normal.

Zaten CHP için normal kongre takvimi yazın başlıyor. Dolayısıyla il ve ilçe kongreleri yaz itibariyle tekrarlanacak. Duyumlarıma göre şimdilik il ya da ilçe kongrelerinin iptal edilmesi ihtimali zayıf.

CHP Parti Meclisi Üyesi Ecevit Keleş ile yaptığım görüşme de bu yönde bir izlenim veriyor;

“İstanbul Kongresi gibi iptal edilmesi halinde partiyi hayli zora sokacak kongrelerin iptalinin de önüne geçiyor olağanüstü kurultay kararı. Biz bu kararı üst düzey hukukçularla yaptığımız istişareler sonucunda aldık. Hızla ve düşünülmeden alınmış bir karar değildi bugün duyduğunuz karar. Tam aksine Cumhuriyet Halk Partisi gibi köklü bir partiye kayyum atanmasının önüne geçmek için düşünülerek alınmış bir karardı” diyor Keleş.

Süreci bir de geçmiş dönem Nilüfer Belediye Başkan Adaylarından Avukat Deniz Baykal ile değerlendirmek istedim.

İlk sorum alınan kararın kayyum atanmasına engel olup olamayacağına yönelikti.

“CHP’ye kayyum atanma ihtimali, kurultaya şaibe karıştığı iddialarına yönelik değerlendirmeler sonrası şaibe karıştığı tespiti neticesinde kurultayın iptal edilmesi ve yeniden kurultay sürecine gidilene kadar partinin yönetiminin tarafsız bir ele teslim edilmesi ile ilgiliydi. Şimdi alınan olağanüstü kurultay kararı ile buna gerek kalmadı, çünkü parti zaten kurultaya gittiğini açıklamış oldu” diyor Baykal.

Bundan sonra yaşanacak gelişmelere yönelik tahminleri de dikkat çekici deneyimli siyasetçinin;

“Bundan sonrasında AK Parti cephesinden İstanbul il kongresini iptal etme gibi bir hamle gelebilir. Bu hamle doğrultusunda hem İstanbul delegeleri oy kullanamaz hale getirilir hem de önemli isimlere siyasi yasak getirilebilir. Bir yandan da partinin kendi içinde ikiye ya da üçü bölünerek kurultaya gitmesi yönünde tetikleyiciler harekete geçirilecektir diye düşünüyorum” sözleri önemli.

Bu arada İstanbul’da yolların büyük bölümünün saat 14.00’e kadar kapalı olduğunu ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yarın saat 21.00’de adliyeye sevk edileceği bilgisini paylaşayım.

Bütün bunlar bir araya getirildiğinde CHP İstanbul Kongresinin iptal edilmesine yönelik bir kararın verilme ihtimali kuvvetleniyor diyor kulisler.

Ben iki ayrı görüş arasında kaldım, dolayısıyla size ikisini de bildirmekle yükümlüyüm.

Hatırı sayılır bir karışıklık, bir kalabalık, siyasetin yanına toplumsal değerlerin kaybına yönelik isyanın ateşlendiği zamanlar yaşadığımız.

Son olarak tüm CHP’li belediyelere yüklenildiği gibi Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne de yüklenileceği, bu konuda da bir dosya hazırlığı olduğu bilgisi de yayılıyor merkezden Bursa’ya doğru.

Aslı var mıdır?

Gayet mümkün…

İstanbul’dan başlayan rüzgarın Bursa Büyükşehir Belediyesine ve ilçe belediyelere yönelmesi bence an meselesi zaten.

Bu konuyu da başka bir yazıda konuşuruz şartlar olgunlaştığında…

Seçmen adaletsizliği satın almadı!

Seçmen adaletsizliği satın almadı!

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu gözaltına alındı. Kendisine yöneltilen suçlara ilişkin savcılığın, yaptığı iki ayrı açıklamada, İmamoğlu’nu “suç örgütü lideri” olarak nitelediğini ve PKK yöneticilerinin çağrısı doğrultusunda hareket ederek, örgüte yardım etmekle suçladığını görüyoruz.

Seçmen bu iddiaları satın almadı…

Zira bugün barış süreci kapsamında PKK, İmralı ve DEM Parti üçgeni ile sıkı görüşmeler yürüten bir iktidarla karşı karşıyayız.

Kent uzlaşısı soruşturması vatandaşın gözünde muteber olmaktan daha işe başlanmadan çıkmış oldu böylece…

Ancak ‘rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak ve kurultayın şaibeli olması’ iddiaları bazı CHP’lilerin de içinde bulunduğu bir seçmen grubu tarafından hızla satın alındı. Daha ifadeler yeni alınırken, piyasa bu işi tuttu…

Neden?

Çünkü olabilir…

Çünkü yıllardır, yani 23 yıldır bu işlerin zaten böyle döndüğünü, dünyanın düzeninin artık böyle işlediğini, ülkenin yeni dinamiklerinin bunun üzerine şekillendiğini iyice öğrendik.

Olabilir yani…

AK Parti sürecinde pek çok belediyede gördüğümüz işler neden CHP’li belediyelerde olmasın ki…

Daha dün Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi kürsüsünden sallanan faturalarla kimlere nelerin parasının ödendiğini açıkladığımız destanlar gibi yazılar yazıyorduk…

Öğrendik ki, bunlar yapılıyor, kimseye bir şey olmuyor.  Dolayısıyla biri yapıyor ve ceza almıyorsa başkaları da yapabilir ve…

İşin ilginç yanı bu iddiaları satın alan seçmen de yapılanların içinde bir adaletsizlik olduğunu düşündüğünden halen Ekrem İmamoğlu’nun yanında durmaya mecbur hissediyor kendisini.

Çünkü adalet bu ülkede günden güne ötelense de insanların birlikte bir ahenk içinde yaşaması için en kıymetli kavram. Hepimiz biliyoruz ki, AK Partili hiçbir belediye böyle bir muamele ile karşı karşıya gelmedi, gelmez.

Yine hepimiz biliyoruz ki, suçlar ister gerçek olsun, ister oluşturulmuş iddiaların üzerinden kesilsin cezalar, esas maksat, var olan ve giderek güçlenen muhalif bloğu zayıflatmak, korkutmak, sindirmek…

İşte bu söylediklerimi de satın alıyor seçmen. Hem de öyle böyle değil, AK Partilisi, MHP’lisi, BBP’lisi, birlikte masaya oturup yıllardır sürdürülen anlamsız savaşı sonlandırmak için müzakere sürecinde olunan DEM Partili’si…

Adaletsizliği satın alıyorlar ve artık hayatlarında istemiyorlar!

Biri bir suçtan itham ediliyorsa, geçmişte aynı suçu işlemiş yüzlerce, binlerce benzerinin de derhal cezalandırılması gerekiyor.

Artık işin ucu nereye giderse…

Bugünden sonra neler ne yönde değişir bilmek zor. Akit Gazetesinin verdiği bilgilere ve Mansur Yavaş’ın son yaptığı açıklamalardaki ihtimalleri sayan haline dayanarak sıradaki ismin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olabileceğini düşünüyorum.

Oradan bu rüzgar Bursa’ya sıçrar mı? Son dönemlerin en çok konuşulan şehirlerinden, taşı toprağı altın Bursa ile ilgili bir tasarrufta bulunulur mu?

Kestirmek güç…

Biliyoruz ki, özellikle Kurultay sürecinin iptali gayesi ile başlayan iddiaların üzerinden şekillendi pek çok dosya.

Bugün itibariyle Bursa’dan bu konuda iddia sahibi isimler ifade vermeye çağırıldı.

Yani ‘CHP’lileri ilk vuran CHP’liler oldu…’

Şimdi durumdan memnun mu herkes, işin ucunun kurultay iptalinden sonra partiye kayyum atanmasına kadar gidebileceği konuşuluyor.

Herkes için tamam mı bu sonuç?

Biliyoruz ki, mevcut iktidar, kendisini bulunduğu makama taşıyan demokratik, anayasal düzeni, düzenin güçlü ve işler yasama, yürütme, yargı ayaklarını kullanarak ve sabote ederek geldi. Öyle kolay olmadı bahsettiğimiz geliş, demokrasi defalarca yaralandı, üniversiteler hem itibarsız ve güçsüz hale getirildi hem de özerklikleri ellerinden alındı. Yargıya defalarca ayar verildi, kulağı çekildi, parmak sallandı, sonunda hukuki tehditlerle korku iklimi oluşturdu ve o iklimde bildiğini okumanın zamanı geldi çattı…

Tüm bunları yaşarken, olanları görmemeye alıştığımız gibi, üzerinde durmamayı ve kendimizi geleceğe hazırlamamayı da öğrendik kazanda kaynayan kurbağalar misali. Şimdi derimiz yanmaya başladığında pişirildiğimizi ve birazdan birini tabağında olacağımızı, üzerimize bir sos dökülerek afiyetle bir mideye indirileceğimizi fark ediyoruz…

Sonuç; sürünün kara koyunlarıyız hepimiz

Artık hukuka olan güveni yeniden değerlendirmeli, demokrasinin işlerliğini bir kez daha kontrol etmeli, hala Cumhuriyet rejiminde olup olmadığımızı sorgulamalı, yüzümüzü gençliğe dönmeliyiz.

Sana kadar adalet, bana kadar mahkumiyet olmaz

Adilsek, bir temiz eller operasyonu yapıyorsak, başlayalım şöyle 23 yıllık iktidardan, bakalım kimler çıkacak yıllardır pisliklerin süpürüldüğü halıların altından…

Artık başka bir Türkiye’yiz!

Artık başka bir Türkiye’yiz!

Akşam; ‘Bir insanın 35 yıldır her işinde kullandığı diploması nasıl iptal edilir, sadece bir insanın diplomasını iptal etmeye çalışırken Galatasaray Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak ders veren bir profesörün de diplomasının iptal ediliyor olduğu ve bu hocanın ders verdiği tüm öğrencilerin diplomalarının da şaibeli hale geldiği nasıl görülmez?’ diye düşünürken daldığım uykudan, sabahın erken saatlerinde bu kez gözaltı haberleri ile uyanmak ülkede estirilen havanın özeti aslında.

Biliyorum ki, pek çoğumuz bu haldeyiz iki gündür…

Önümüze serdik diplomaları, tapuları, banka hesaplarını yahut kestiremediğim başka pek çok değerli evrakı öylece bakıyoruz…

Sonuçta gelinen noktada bir gazeteci olarak ne yazmak gerekir onu da kestirmek zor.

Aklımın yavaş yavaş dünya koşturmasına ermeye başladığı çocukluk yıllarımda 1980 darbe dönemindeki endişemi hatırlıyorum.

Rahmetli dedemin bir akşam eve korkuyla gelip; ‘Oturduğum kahveyi taradılar, kim öldü kim kaldı bilmiyorum, ışıkları kapat, mum yakalım koltuktan in, yere oturalım!’ dediğini hatırlıyorum anneanneme…

İki yaşlı insan ve bir çocuk koltuğun kenarında yarı karanlık bir odada endişeyle beklemiştik bütün gece. Sonunda çocuk gözlerim uykuya teslim olana kadar yüreğim ağzımdaydı ‘ya evimize gelirlerse’ diye korkuyordum…

O günün çocuğu, bugünün gazetecisi…

Tek dayanağı hukuk olan, doğruları açıklarken yanında mutlak hissetmesi gereken hukukun gücüyle yürütülen bir işi yapıyoruz…

Fatih Altaylı bugün yazdığı yazısının bir bölümünde; ‘Gazetecilerin 12 Eylül 1980 sabahı neler hissettiğini bugün itibarıyla gayet iyi anlıyorum’ demiş.

Anladık…

Anlamamak mümkün değil zaten…

Yaşanan gelişmeleri pek çok açıdan yorumlamak, doğru bulmak ya da yanlış olduğuna kanaat getirmek bakış açısına göre değişkenlik gösterecek. Bundan sonra bu değişkenlikler daha keskin olacak.

Herkesin katılacağı bir gerçek var, Türkiye bugün itibariyle başka bir ülke olma yoluna girmiştir!

Dünya basınındaki değerlendirmeler bize bunu açıkça gösteriyor.

Reuters; “Türkiye’deki üniversite Erdoğan’ın rakibinin diplomasını iptal etti” başlığını atmış mesela.

Bloomberg; “İmamoğlu, Erdoğan’ın desteklediği adayı 2019’daki İstanbul seçimlerinde mağlup ettikten sonra Cumhurbaşkanlığı için güçlü bir aday olarak görülüyordu. Ancak diplomasının iptali İmamoğlu’nun gelecek yarışa katılmasını engelleyebilir” diyor kullandığı haberde.

Associated Press; “İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmasını engelleyen bir hamle” diye duyurmuş olanları.

Almanya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü; Almanya’nın, Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibinin tutuklanmasını “ciddi bir gerileme” olarak gördüğünü ve bu durumun Berlin’in Türk ortaklarıyla uygun bir şekilde paylaşılacağını bildirmiş!

Avrupa Konseyi Çarşamba günü itibariyle yaptığı açıklamada, “İstanbul Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını halkın iradesine karşı bir hareket olarak şiddetle kınıyoruz” demiş.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Türkiye direktörü Emma Sinclair-Webb, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer belediye yetkililerinin gözaltına alınmasına yönelik kınamasını bildirmiş.

Atina’nın Belediye Başkanı Haris Dukas İmamoğlu ile birlikte fotoğrafını paylaşarak “Ekrem arkadaş yanındayız. Seçilmiş bir belediye başkanının tutuklanması ve yerine atanmış birinin getirilmesi demokrasiye ağır bir darbedir!” ifadelerini kullanmış.

Fransız Dışişleri Bakanlığı Fransa’nın, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ve bunun Türk demokrasisi üzerinde ciddi sonuçları olabileceğini bildirmiş.

Böyle devam edip gidecektir tepkiler…

Üzüntüyle belirtmek isterim ki, demokrasimiz sadece görsel olarak var olmaktan başka bir boyuta geçmiştir!

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un konuyla ilgili yaptığı açıklamada kullandığı; “Yargının başlattığı soruşturma ve davaları Sayın Cumhurbaşkanımızla ilişkilendirmek en hafif tabiriyle hadsizliktir, haddini bilmemektir. Yasaması, yürütmesi, yargısıyla ülkemizde kuvvetler ayrılığı esastır. Yargı kimseden emir ve talimat almaz” cümlelerini de yaşananların dünyadaki yansımalarına yanıt olarak şuraya koyayım. Artık inanıp inanmayacakları onların sorunu…

Verilen kararın ve yapılan uygulamaların ekonomiye olan yansımalarını, Dolar ve Euro’daki önlenemez artışı, Merkez Bankasının durumu kontrol altına almak için yaktığı dövizleri, borsanın çakılışını, altının Dolara endeksli yükselişini ve bu hareketlilikten sonra piyasalarda yaşanacak krizin faturasını da bir zahmet Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek düşünsün.

Haaa… Biz ne mi yapacağız?

Onu bu ortamda açıklayamıyorum, daha demokratik günlerde derin derin konuşuruz…

Kesin olan şu; bizim para yok olmuş!

Kesin olan şu; bizim para yok olmuş!

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yerelin merkezden yönetilmesinin önüne geçilmesi gibi saiklerle çıkılan yolda belediyelerin merkezin kasası haline dönüştüğüne şahitlik ediyoruz son günlerde önümüze gelen her fatura ile…

Yine ülke gündemine mal olduğumuz bir konudan, Bursa Büyükşehir Belediyesinin Alinur Aktaş döneminde HÜDA PAR Kongresinin masraflarını ödemesinden bahsedeceğim.

Mevzu birkaç gündür konuşulduğundan detaylara hakim olduğunuzu düşünerek şöyle bir tozunu almak adına üstünden geçiyorum…

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in Şubat ayı değerlendirme toplantısında sunduğu bilgiler arasında belediye kasasından AK Parti’nin ittifak yaptığı partilere ait faturaların da ödendiği vardı.

Önemli bir bilgiydi, zira Bursa Büyükşehir Belediyesi kasası, yani Bursa halkına harcanacak olan para, pek çok siyasi partinin seçim çalışmalarını finanse etmek adına kullanılmıştı.

Mevzu İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu tarafından detaylandırıldı, 2023 yılında HÜDA PAR’ın Bursa’da gerçekleştirdiği kongrenin masraflarının Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılandığına dair faturalar kamuoyu ile paylaşıldı.

Restler çekildi, hatta HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu; ‘Neymiş, HÜDA PAR’ın kongre masraflarını Bursa Büyükşehir Belediyesi ödemiş. Çıksınlar ispat etsinler. Bursa Büyükşehir Belediyesi bizim herhangi bir kongremizin tek kuruş masrafını ödemişse partiyi kapatacağım. Bu kadar büyük söylüyorum. Siyaseti bırakacağım değil, partiyi kapatacağım! Hadi buyurun, hodri meydan’ ifadelerini kullandı.

Hooopppp…

İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu sosyal medya hesabı üzerinden yeni bir belge yayınladı. Ardından da; ‘Belediye şirketinin, partinin Bursa kongresine dair ödemesi ile ilgili faturasını Bursa Cumhuriyet Savcılığına teslim ettim. Sonucunu bekleyip görür, sonra da gereğini yaparsınız!’ dedi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin sponsor olduğu HÜDAPAR Bursa Yıldırım İlçe 4. Olağan Kongresi. 09.09.2023 tarihinde Büyükşehir’in Merinos Atatürk Kongre Merkezi’nde yapılmıştı, Yapıcıoğlu da bu kongreye bizzat katılmıştı. Böylece her şeyin başında; “O tarihlerde Bursa’da kongremiz yok! İspatlasın, partiyi kapatırım!” sözleri boşa düşmüş oldu.

Bugün itibariyle aynı kongre ve aynı faturalar CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Partisinin Grup toplantısı konuşmasında yine konu edildi.

Kürsüden bir kez daha sallanan faturalar eşliğinde; “Ödendiyse istifa et. Yok, sizin adınıza bu paralar ödenmedi, kendin ödediysen faturasıyla ispat et ve Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulun!’ dedi Özgür Özel.

Cümle şöyle devam ediyor;

“Özel kalemden normal günlerde, normal zamanlarda temsil ve ağırlama gideri için kullanılacak paraların seçim zamanında ya da siyasi partilere harcandığını, bu konuda özel kalem kayıtlarının olduğunu, ifade etmiştim ve Özel kalemden AK Parti özel buluşma, AK Parti İl Başkanlığına giden paketler, AK Parti binasındaki kokteylin giderleri, AK Parti temayül yoklaması, Ankara’nın istediği promosyonlar, gibi harcamaların yanında, HÜDA PAR kongre yemek bedeli, Ülkü Ocakları yemek bedeli, Büyük Birlik Partisi yemek bedeli, DSP’nin lansmanı, TÜGVA’nın yemek bedeli, MHP Kemal Paşa harcamaları, diye başlıklar olduğunu, faturalar olduğunu ve ödendiğini söylemiştim. Ne DSP’den ne MHP’den ne TÜGVA’dan ne Ülkü Ocakları’ndan herhangi bir ses çıkmadı. Sustular, çünkü biliyorlar ki söylerlerse belgesi ortada, kendilerine ‘Hadi bakalım bu masrafın senin tarafında ödendiğini göster’ deyip Bursa tarafından ödendiğini ispatlayacağız!”

Faturalar açıklamaları ile birlikte tek tek okundu CHP Grup Toplantısındaki konuşmada. İlginç de bir noktaya dikkat çekti Özgür Özel ve dedi ki;

Faturalar Bursa Büyükşehir’den size ödendiyse istifa edin, yok faturaları siz ödediyseniz ispat edin, çünkü size ödüyoruz diye o paraları kayıtlara geçirmişler!”

Ortada bir gerçeklik var ki, Bursa için yatırım yapılarak Bursa halkına hizmet olarak harcanması gereken paralar ortada yok! Bir ihtimal HÜDA PAR için harcanmış, bir diğer ihtimal de bu biçimde fatura edilerek başka birinin ya da birilerinin cebine girmiş hiç de azımsanmayacak meblağlar…

Bu durumda iki ihtimalden birini beklemek elzem oldu, ya HÜDA PAR Genel Başkanı görevinden istifa edecek ya da Selçuk Türkoğlu’nun Savcılığa yaptığı şikayetin yanına HÜDA PAR’dan ‘adımıza fatura edilen rakamlar bize ödememiştir’ şeklinde bir şikayet daha eklenecek…

Tertemiz delirdik, şiddet tırmanıyor!

Tertemiz delirdik, şiddet tırmanıyor!

Şöyle kabaca bir göz gezdirin gazetelere, neredeyse tüm sayfalar şiddet haberleri ile dolu…

Trafikte şiddet…

Aile içi şiddet…

Çocuğa yönelik şiddet…

Kadına yönelik şiddet…

Kadının kadına uyguladığı şiddet…

Maşallah Bursa olarak da ülke gündeminin başköşesindeyiz bu konuda…

Hasılı kelam tertemiz delirdik toplum olarak…

Bunun başka bir açıklaması yok.

Hali hazırda elimde Umut Vakfı’nın 2024 raporu var konuyla alakalı.

Bireysel silahlanmanın ve sokaklardaki çatışmaların artışını bir kez daha ortaya koyarken, şiddetin bireysel değil tüm toplumu ilgilendiren sorunlar yumağı olarak karşımızda durduğunu apaçık gösteriyor.

Gözlerimiz yollarda adaleti ararken, bir yanda adaleti kendi istediği biçimde işletmeye çalışanların diğer yanda orman kanunlarının en güçlüsü olma çabasında olanların arenaya çıktığını ve sokakların kan gölüne dönmeye başladığını söylemek çok da garip kaçmaz herhalde.

Artık dışarıda belli bir saatten sonra bulunmak için yürek yemiş olmak gerekiyor bazı bölgelerde. Ortalık yangın yeri, kurunun yanında yaş da yanıyor, bazen sadece yaş yanıyor, ama en çok adalet yanıyor, zira o ortalarda olmayınca adeta farklı mafya gruplarının mücadele alanına dönen sokaklarda, hem cezasızlık politikasının hem çeteleşmenin önünü açan esneklikler sade vatandaşın da hayatını zorlaştırıyor.

Önlemlerin yetersizliği ve caydırıcı olmayan cezalar, silahlara ulaşımın bir tık kadar kolay olmasının yanı sıra iktidar tarafından önleri açılan çeteler de tüm ülkenin Teksas’a dönüşmesini sağlıyor. 2014 yılından bu yana Türkiye’nin silahlı şiddet haritasını raporlaştıran Umut Vakfı’nın geçen seneye ait verileri de vahameti bir kez daha ortaya koyuyor.

Rapora göre, geçen sene 3 bin 801 silahlı şiddet olayı yaşandı. Bu verilerle,  2023 yılına oranla silahlı olayların artığı görüldü. 3 bin 801 silahlı vakanın 2 bin 370’i ölümle 3 bin 829’u ise yaralanmayla sonuçlandı. Silahlı şiddetin 3 bin 194’ünde ateşli silahlar kullanılırken, 607 olayda ise çoğunluğu bıçak olmak üzere kesici aletler kullanıldı.

Bölgeler bazında bakıldığında ise en çok şiddet olayının yaşandığı bölge; bin 145 olayla Marmara Bölgesi oldu. Marmara Bölgesi’ni bu yıl 631 olayla Güneydoğu Anadolu, 500 olayla Karadeniz, 499 olayla İç Anadolu, 413 olayla Ege, 399 olayla Akdeniz, 214 olayla da Doğu Anadolu Bölgesi takip etti.

Uzmanlar vaka sayılarındaki yüzde 20’lik artışa dikkat çekerken, silah şiddetini arındırmaya yönelik çalışmaların yetersiz olduğuna vurgu yapıyor.

İşin bir de uyuşturucu boyutu var. Ayrı bir yazı konusu olarak köşede bekliyor…

***

 

Önümüzdeki mecliste özür dilerler mi?

 

14 Mart Tıp Bayramı konulu yazımda, ağırlıklı olarak Bursa Büyükşehir Belediye Meclis Toplantısında geçmiş dönem Bursa Tabip Odası Başkanlarından Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Alpaslan Türkan’ın konuşması sırasında uğradığı çirkin muameleden bahsetmiştim.

Yaşananların ardından Bursa Kent Konseyi’nin 90. Olağan Genel Kurulu’nda konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey;

“Mecliste ben yoktum. Ekrem İmamoğlu başkanımız buradaydı, o gün mecliste bulunamadım. Hem danışmanımız olan hem de halk sağlığı konusunda uzman olan ve bu konuda bilgi birikimiyle bizlere yön veren sevgili Alpaslan Hocamıza karşı yapılanı ben de kınıyorum. Böyle bir söz kesme olayının Bursa Büyükşehir Meclisinde olmasını asla uygun bulmuyorum, doğru bulmuyorum, bize de yakışan bir tutum olarak değerlendirmiyorum. Umarım meclis üyelerimiz kim olursa olsun bundan böyle her türlü fikre açık olduğunu, her türlü fikre saygı duyduğunu o mecliste gösterecektir, göstermelidir diye düşünüyorum. Hocamız kusura bakmasın ben yoktum, ben olsaydım orada yapılana müsaade etmezdim açıkçası. Hocam üzülmeyin, inşallah önümüzdeki mecliste konuştururuz sizi hiç merak etmeyin. Çünkü sizin söyleyecekleriniz bizim için son derece önemli” diyerek haklının hakkını teslim etti.

Umarım bahsi olunan olayın iştirakçileri de bir özür dilerler önümüzdeki mecliste…

 

 

Kirazlıyayla’ya mezarlık izni verin!

Kirazlıyayla’ya mezarlık izni verin!

2 Kasım tarihli ‘Meyra Madencilik’in gözü doymuyor’ başlıklı yazımın üzerinden hepi topu beş ay geçmiş. Konumuz yine Yenişehir, yine Kirazlıyayla ve yine maden sahaları…

Kısaca hatırlatalım meseleyi…

Yenişehir İlçesi Kirazlıyayla Köyü halkının yıllardır köylerinde maden arama çalışmalarını durdurmak için uğraştığını biliyorsunuz. Tüm çabalara ve kazanılan davalara rağmen köydeki madencilik çalışmaları halen devam eden Meyra Madencilik yine maden aramaları yapmak üzere Yenişehir Belediyesinden Kirazlıyayla Köyündeki üç parseli kendilerine satmasını istemeye gelmişti geçtiğimiz aylarda.

Başka Özel’in makamında başlayan görüşmeler daha ziyade ‘ya siz satın ya da biz Ankara’dan bitirelim işimizi’ tadında ilerledi.

Kirazlıyayla Köyünde mezarlığa bitişik, köyün içinde kalan ve arsa vasfında olan üç parselden bahsediyoruz. Özel’in mecliste yaptığı konuşmaya göre, ‘Buraları bize verin, değerini fazlasıyla veririz’ diyorlar.

Başkan Ercan Özel konuyu Yenişehir Belediye Meclisine taşıyarak; ‘Biz burada olduğumuz sürece Yenişehir Belediyesi’nden Meyra Madencilik bir karış yer bile alamaz!’ şeklinde görüş bildirmişti.

Beş ay önceki yazımı şöyle bir cümleyle sonlandırmışım; “Bundan sonrasında Meyra Madenciliğin bir karış toprak alma girişiminde tüm Bursa’nın Büyükşehir Belediyesi de dahil olmak üzere yek ve tek vücut olarak topraklarımızda biz söz söyleriz demesinin zamanıdır!”

İşte o zaman geldi…

Geçtiğimiz günlerde ilk oturumu gerçekleşen, 18 Mart tarihinde de ikinci oturumu gerçekleşecek olan Bursa Büyükşehir Belediye Meclisine gelen bir madde bize bu zamanın geldiğini haber verdi.

Yenişehir Belediyesi, Kirazlıyayla Muhtarının mezarlık alanı ile ilgili talebinden yola çıkarak çok güzel bir proje geliştirdi. 126/38 ile 134/10 parsel mülkiyeti Yenişehir Belediyesine ait iki taşınmazı mezarlık hizmetlerinde kullanmak üzere Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne devri gerçekleştirilirse hem maden sahasının daha fazla genişlemesinin önüne geçilmiş olacak hem de Kirazlıyayla Köyünde maden çalışmaları nedeniyle tahrip olmaya yüz tutmuş mezarlık için bir alternatif yaratılacaktı.

Dikkatinizi bir kez daha çekmek istiyorum burası Meyra Madenciliğin bundan 5 ay önce Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel’e ‘ya siz satın ya da biz işimizi Ankara’dan bitirelim’ diyerek aba altından sopa gösterircesine istedikleri ve Ercan Özel’in bölgenin almış olduğu hasarı da göz önünde bulundurarak satışına izin vermediği iki parselden bahsediyoruz.

Büyükşehir Belediye Meclisinde konuyu izah eden Yenişehir’in Bursa Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Kıvanç Horoz “Bölgede büyük yarıklar, mezarlarda çatlaklar var. İnsanlar bu konuda huzursuz.  AK Parti’li meclis üyeleri keşke bölgeyi görüp ona göre karar verseydiler” dedi konuşmasında.

Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel de söz aldı; “Kirazlıyayla muhtarımız mezarlıklarının uygun olmadığına yönelik bir taleple bize geldi. İncelemelerde bulunuldu, mevcut mezarlığın kaydığını tespit eden bir rapor oluştu. Bu nedenle yeni bir mezarlık alanı oluşturmak istedik. Maalesef bunun burada reddedildiğini görüyoruz” diyerek konuya açıklık getirdi.

Öncelikle şunu belirtmek lazım ki, belediyecilik siyaset üstü, halkın üstün yararını önceleyen bir iştir ve böyle yapılmalıdır, siyaset kısmı bu alanın dışında tutulmalıdır. Buradan hareketle Meyra Madenciliğin yıllardır yeterince zarar verdiği Kirazlıyayla’da vatandaş artık mezarlıklarının da selametinden emin değilse bu işe bir son vermek de elbette belediyenin ve belediye meclis üyelerinin görevidir.

Hazır bir proje getirilmiş, mezarlığın hemen yanındaki alan yine mezarlık olarak kullanılmak üzere tahsis edilmek isteniyor, işin içinde kar yok, kişisel çıkar yok, menfaat yok, rant yok…

Olan tek bir şey var, Meyra Madencilik ‘biz yerin altını kullanıp işimiz bitince zaten gideceğiz’ diyerek yapacakları çalışmaların zararını olabildiğince küçülten bir dille satın almaya ya da bir biçimde kendilerine tahsisine çalıştıkları alanları artık alıp kullanamayacaklar.

Konu Bursa Büyükşehir Belediye Meclisinde hem CHP kanadı tarafından hem de Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel tarafından dile getirilince bir kez daha görüşülmek üzere komisyona geri çekildi.

Bu görüşmeden Kirazlıyayla halkının menfaatine bir karar çıkacağını umuyorum.

Konu takibimizde, bahsettiğim iki parsel mezarlık hizmeti vermek üzere Yenişehir Belediyesinden Bursa Büyükşehir Belediyesine tahsis usulüyle devredilirse Meyra Madenciliğin genişleme alanına da önemli bir ket vurulmuş olacak.

Hadi bakalım hayırlısı…

 

Altında kaldık: Sağlık sistemi başımıza çöktü!

Altında kaldık: Sağlık sistemi başımıza çöktü!

Son günlerde ‘Bursa’ adı ülke gündeminden düşmüyor maşallah. 14 Mart Tıp Bayramı konusunda da bu açıdan geride kalmayalım diye düşünüldü herhalde. 13 Mart itibariyle bendeniz Ekrem İmamoğlu’nun Bursa ziyaretinin ardından kafamda yazımı kurgulayarak evime dönerken, Bursa Büyükşehir Belediye Meclis toplantısında Tıp Bayramına atfen pandemi sürecinde Tabipler Odası Bursa Şube Başkanlığını yürüten Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın bir konuşma yapması planlanmış.

Aslında konuşmada öyle ortalığı ayağa kaldıracak bir şey yok.

Hep bildiğimiz sorunlar…

AK Partili yöneticilerin ve vekillerin de aralarında en çok dert yandıkları konuların başında geliyor özellikle yoğun bakımlarda yatak bulamama, ameliyat günü alamama, hatta branş hekimlerine randevu bulamama meselesi. Mutlak birinden biri araya sokularak halledilmeye çalışılıyor bu işler. Aksi halde aylarca beklemek, telefon başında sinir dingildeten mücadelelere girmek mecburiyetinde insanlar.

Alpaslan Türkkan hoca da Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi kürsüsünde yaptığı konuşmaya bu girizgahla başlamış; “Bizim zor koşullarda çalıştığımızı, sağlık sisteminin çöktüğünü, yakınlarını muayene ettirmek için aylarca beklediğimiz bir sanal kuyruk olduğunu, ameliyat olabilmek için 1 yıl bekleyen kanser hastalarının olduğunu anlatmayacağım biliyorsunuz. Bunlarda dünya birincisi olduğumuzu da anlatmayacağım” demiş.

Konuşma yapılırken meclis salonunda değildim, ancak çok şükür ki, bazı teknolojilere adapte olabiliyoruz ve meclis toplantıları canlı olarak yayınlanıyor. Dolayısıyla bizzat kulaklarımla duydum söylenenleri demem gayet mümkün.

Enteresandır ki, toplantı salonundan çıktıktan sonraki bir saatin içinde en az iki doktor, hastane, hasta yatağı, ameliyat günü talepli telefon alacağına emin olduğum AK Partili ve MHP’li Belediye meclis üyeleri hiç hoşlanmadılar bu konuşmadan.

Koskoca profesöre ‘siyaset yapıyor’ dendi, ‘ne anlatıyon bize yaaaa’ dendi, sıralara vurularak protesto edildi, ‘kürsüden in seni dinlemek istemiyoruz’ dendi, ‘vatandaşın Ramazanını germeyin’ dendi, en hızını alamayan oturduğu yerden kalktı, Türkkan’ın konuştuğu kürsüye yaklaştı, mikrofonu alarak, ‘Türkiye Cumhuriyetinin şerefli bir kurumunu burada böyle eleştiremezsiniz’ dedi…

İlginçtir ki, Türkiye Cumhuriyetinin şerefli pek çok kurumuna yönelik eleştirilerimizi nerede yapacağımız konusunda bilgi verilmedi.

Sanırım hiç eleştiri yapılmasın isteniyor.

Hiç sorun yokmuş gibi yapılan şahane bir dünya…

İşte bu açıdan devekuşu hayvanını pek benzetirim bizim idarecilere, kafasını kuma gömer, koca vücudu dışarıda kalmış ne gam…

Bunlar da tam o hesap, eleştirme, bahsetme, yok gibi yap…

Tamam yok gibi yapalım, yok oluyor mu bir de dönüp bakalım…

Yooo… Devekuşunun koca vücudunu nasıl herkes görüyorsa, sağlık sisteminin çöktüğünü de herkes görüyor. Devletin şerefli kurumunun da bu konuya yokmuş gibi yapması hiçbir anlam taşımıyor!

Çöktü, çöktü… Sağlık sistemi çöktü…

13 Mart böyle, yine güzel şehrimizin adından sıklıkla söz ettireceğimiz şahane etkinlikler ve ‘artık doktor dövebiliyoruz’ diyen teyzenin sözünün yanına ilave ettiğimiz, ‘doktorların gırtlağına yapışın’ yapış yapışlığının ardından, ‘Artık doktorları kürsülerden indiriyoruz’ eylemini de ekleyerek sona erdi.

Tarihler 14 Mart’ı gösterdiğinde Belediye Meclis Kürsüsünde sorunlarına değinemeyen sağlık emekçileri sokaklarda hak arayışındaydı.

Bursa Tabip Odası, Sağlık Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Genel Sağlık-İş, Bursa Aile Hekimliği Derneği, Hekim Birliği Sendikası, Birlik Dayanışma Sendikası, HEKİMSEN, Sağlık Çalışanları Hak ve Mücadele Derneği tarafından düzenlenen yürüyüş, Setbaşı’ndan başladı, Atatürk Anıtı’nda son buldu.

‘Susmuyoruz, korkmuyoruz, hiçbir yere gitmiyoruz’, ‘Çetelere değil, sağlığa bütçe’ sloganları atıldı yol boyu.

Yürüyüş başlamadan basın açıklamasını okuyan Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş, “Bizler başka bir sağlık sisteminin mümkün olduğunu söylemeye, demokratik katılımcı tarzda örgütlenmelere dayanan kamusal bir anlayışla, koruyucu sağlık, şiddetsiz bir ortam için mücadele etmeye, nitelikli Tıp ve uzmanlık eğitimini, gün içinde dinlenebilme hakkını, angaryaya dönüşmeyen nöbetleri, adaletin sağlanmasını, emekliliğe yansıyan temel ücret talebini dillendirmeye devam edeceğiz” dedi.

Sağlık Bakanlığının 14 Mart Tıp Bayramı için hazırladığı videoda da söylendiği gibi; “Onlar sadece can kurtaran hekimler değil, aynı zamanda vatanı da müdafaa eden Tıbbiyelilerdi… Tıbbiyeliler, 14 Mart’tan aldıkları ilhamla milletimize hizmet etmeye devam ediyor…”

Kendi evladı da doktor olan, pek çok hastalıkla mücadele ettiğinden pek çok doktoru bulunan bendeniz; önce biricik kızımın, sonra da daha kaliteli bir yaşamı hak ettiğimizi düşünerek sağlığımız için çabalayan tüm doktorlarımızın Tıp Bayramını yürekten kutluyorum…

 

Seçimin sloganını açıklıyorum; ‘Adaleti kaybettik’

Seçimin sloganını açıklıyorum; ‘Adaleti kaybettik’

23Mart tarihinde CHP örgütünün katılacağı ön seçim öncesinde tüm ülkeyi dolaşmak üzere yola çıkan, bugün de Bursa’ya uğrayan Belediyeler Birliği Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, çok önemli mesajlar verdi kürsüden.

Konuşmasını eski siyasetçilerin kendisini dinlemeye gelen vatandaşla da konuşarak sürdürdükleri miting konuşmalarına benzettim. Bir kulağı hep salondaydı, gelen tepkilere anında yanıt verdi, bunu yaparken konuşmasını bağlamından uzaklaştırmadan devam etmeyi de başardı.

Tüm bunları anlatıyorum, çünkü karşımızdaki kişinin akli melekelerini ne kadar doğru ve yerinde kullandığının göstergesidir her biri.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak 6 yılda 1200 teftiş ve soruşturma geçirdiklerini, hepsinden alınlarının akıyla çıktıklarını söyledi. “Belediyecilikleriyle yıkamadıklarını suç uydurarak yıkmaya çalışıyorlar, şahsıma açılan davalarda 25 yıl hapsim isteniyor, 5 yıl siyasetten men talebinde bulunuyorlar. Bunu da kameraya bakarak söylüyorum, çünkü beni izliyor biliyorum…” dedi mesela…

Önemli, zira benzeri durumlar Bursa’daki CHP’li belediyelerin başına da geliyor, daha fazlası da gelmek üzere. Neler yaşandığını öğrenmemiz kıymetli, neye karşı durduğumuzun altını çizmek adına.

Muhalif düşünceye sahip herkesle yol yürümeye hazırız. Herkesle bir araya geleceğiz. Hiçbir seçimden kaçmayacağız. Hiçbir şeyi son ana bırakmayacağız” diyerek parti içine de mesajını iletmiş oldu…

Parti içindeki muhalif kanadın bu konuşmayı nasıl değerlendireceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz diye düşünüyorum, zira hepsi oradaydı bugün itibariyle… Bir yandan da İmamoğlu isminin birleştirici gücünü görüyoruz diyebilir miyiz diye düşündüm. Gelecek çok şeye gebe bu konuda…

Bursaspor’u unutmadı. Hatta meşhur ceketini çıkarıp kollarını sıvama aşamasıyla birlikte boynuna Bursaspor atkısını da taktı. “Çeşitli talihsizlikler yaşamış Bursaspor’un yanında tüm Bursalılar var. Ben Mustafa Bozbey’e güveniyorum takımı çok iyi yerlere getirecek” dedi. Böylece Bozbey bir yükün daha altına girdi. Hadi hayırlısı bakalım…

Diploma konusu en önemli mevzulardan biriydi. Dün yaptığı konuşmasında da değinmişti, diplomanın iptalini sağlamak için adeta talimat verildiğine ve 23 Mart tarihinden önce diplomanın iptal edilmesinin talep edildiğine dair duyumlar aldıklarına. Aynı konu bugün de gündemdeydi. Zaten gündem diplomalar üzerine dönüyor ülkede…

Ardından gelen çok önemli birkaç cümle ise tüm ülkeyi ilgilendiriyordu;

“35 yıl sonra diplomamı iptal ettirmeye çalışıyorlar. Öyle aceleleri var ki savcılık ikinci kez yazı yazmış işleri hızlandırın diye. Oysa üniversite 5 yıl önce karar vermiş. Ama davanın Ankara’daki savcısı ‘Ekrem karşıma çıkmasın’ diyor. CHP’nin adayını da kendi belirleyecek aklınca. Ama bilmiyor ki, bu partide milyonlarca Ekrem var. Davanın asıl savcısı var ya Ankara’da, malum şahsın acelesi var. 23 Mart’tan önce ‘diploma iptal edilsin’ diyor. Benim 35 yıllık diplomamı iptal ettirmeye çalışanlar başarılı olurlarsa, benim 35 yıllık diplomam böyle bir talimatla kolayca iptal edilirse, bundan sonra bu ülkede hiç kimse elindeki resmi belgeye güvenemez! Yarın canları isterse sizin babadan kalma 40 yıllık, 50 yıllık zeytinliklerinize de çökerler, bankadaki paralarınıza da çökerler, devlette, yargıda etkisi olanlar bir kumpas kurar, elinizdeki mahkeme kararını iptal ederler. Böyle kolayca elinizdeki evraklar geçersiz sayılırsa sizin devlete güveniniz kalır mı?”

İşte bu soru çok kritik, işte bu soru çok önemli…

Bence herkesin kendisine sorması gereken bir soru…

Elimdeki resmi evraklar geçersiz sayılırsa…’

Para, pul, ev, arsa, dükkan, miras, şirket, ortaklık… Hepsine soru işareti koymak lazım…

Bundan sonrasında Ekrem İmamoğlu ile CHP örgütünün buluşmasını değerlendirelim…

Salonun havasını soluyup konuşmaları dinleyince şunu söyleyebilirim ki; önümüzdeki genel seçimlerin sloganı ‘Adaleti kaybettik’ olacak. Zira kaybettik gerçekten de kendisini. Yakın bir gelecekte bulabileceğimizi de düşünmüyorum.

İmamoğlu’ndan önce kürsüye çıkan ve son derece etkili bir konuşma yapan CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş da adaletin eksikliğinden bahsetti, Yeşiltaş’ın arkasından konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey de “Yaşananları unutmuyoruz, unutturmayacağız da!” diyerek adalete atıfta bulundu.

CHP’nin yaş ortalamasının giderek gençleştiğine şahitlik etmek keyif vericiydi benim için. Gençlerin coşkusunun salona pozitif yansıması da CHP buluşmalarını bir panel havasından çıkarıp parti buluşmasına dönüştürmeyi başardı.

Salon konusu çok konuşuldu. En yetkili ağızdan alınan bilgiyi aktarayım size. Malumunuzdur belki, Kastamonu, Trabzon ve Erzincan’da İmamoğlu’nun konuşması için salon tahsisi sıkıntısı yaşandı. Devletin kurumlarına ait salonların tahsisi çeşitli gerekçelerle gerçekleştirilmedi. Tam da bu nedenle, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa’da ağırlandığı Tofaş Spor Salonu’nun tahsisi istenerek riske girilmedi. Buluşma Nilüfer Cengiz Göllü Voleybol Salonunda gerçekleştirildi.

Konuyu anlattık, şimdi kimse salon istenmemiş ki, falan diye ortaya çıkmaz umarım. İstenmemiş çünkü bence son derece haklı sebepler mevcut

Salonun tamamen dolu olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Dışarıda da bir miktar kalabalık olduğunu belirtelim. Buluşmanın hafta içi mesai saatinde olduğu göz önünde bulundurulursa, taşıma su ile değirmen döndürme gibi illüzyonlara girilmediği, Ramazan ayındaki inziva hali dikkate alınırsa bence her şey olması gerektiği gibiydi.

Buluşmayla ilgili tüm organizasyonun eksiksiz olduğunun da altını çizelim.

Şimdi son olarak şu belediyelerin siyasi partilerin kasası gibi kullanılması durumuna atıfla Ekrem İmamoğlu’nun ziyaretinin masraflarını kimin karşıladığı konusuna da değinelim.

Elbette bunu şimdiden net olarak bilme şansım yok, ancak bu konudaki fikrimi belirtebilirim. Tüm CHP örgütüne yapılan davette ‘Cumhuriyet Halk Partisi Cumhurbaşkanı Aday Adayı Ekrem İmamoğlu Bursa’da yurttaşlarla buluşuyor’ deniyor. Dolayısıyla bu buluşma bir siyasi parti içi buluşmadır. Belediye çalışmalarının incelenmesi, devletin bir protokolünün ziyareti değildir. Haliyle Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bu ziyaretle ilgili kasasından masraf etmesi de doğru değildir. Bildiğim kadarıyla İmamoğlu ekibinin kasasından karşılanıyor tüm bu organizasyonların masrafları. Belediyelerin kasasından ödenen bir şey yok anlayacağınız.

Orhangazi’de çiftçi ekim yapmasın! Ne zamana kadar?

Orhangazi’de çiftçi ekim yapmasın! Ne zamana kadar?

Bugün sabah saatlerinde ajanslardan geçen bir haber göç yolundaki flamingoların, İznik Gölü Orhangazi sahilinde verdikleri moladan fotoğraflar paylaşarak görsel bir şölen sunuyordu. Sonra da şöyle bir bilgi ekleniyordu fotoğrafın altına;

“Koruma altındaki sulak alan, göç eden su ve kıyı kuşlarının beslenme ve barınma ihtiyaçları açısından büyük önem taşıyor…”

Bu bilgiyi hafızalarınıza kazıyın, çünkü yakın gelecekte böyle bir bilgi tarihi geçmiş olarak karşımıza çıkabilir!

İznik Gölünde durum öylesine vahim…

Yıllardır anlatılan ve 1978 yılından bu yana yaşanan su çekilmesi son noktaya gelip dayandı.

Bir önceki yazıda başladığımız işi doğru kaynakları kullanarak doğru bilgilendirme ile bitirelim o halde.

Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak ile yaptığım görüşme ışığında şunu söyleyebilirim ki, İznik Gölü’nden beslenen sanayi tesislerine verilen sular da kesilecek. Bu konuda göze en çok batan Gemlik Gübre ile de konu konuşulmuş, suyun kesileceği DSİ yetkilileri tarafından kendilerine iletilmiş, ancak Gemlik Gübre bünyesinde 3 tane azot tankı bulunduğu, suyun bu tankları soğutmak için kullanıldığı, soğutma işlemi yapılmadığı takdirde tankların patlayacağı bilgisi alınmış. Hülasası, Gemlik Gübre azot tanklarını boşaltmak için DSİ yetkililerinden süre istemiş, haliyle bu süre zarfında tankları soğutmaya devam etmek için suyun kesilmemesini de talep etmiş.

Şimdi Gemlik Gübre’nin tankları boşaltması bekleniyor. Sonrasında sanayi için de su tahsisi durdurulacak.

İşin tarım konusuna gelecek olursak, şöyle bir özet geçelim…

Gölün minimum işletme kotu 83,30 metre olmasına rağmen, 28 Şubat 2025 itibarıyla su seviyesi 82,80 metreye kadar düşmüş. Pompaların bu seviyede çok minimal düzeyde çalışabileceği aşikar.

Önümüzde 16 bin 28 hektarlık tarım arazi mevcut, arazi için gerekli su miktarı yıllık 55 milyon metreküp!

İznik Gölü’nden sebze üretimi için su alan tüm pompalı sulamalar su seviyesi beklenen düzeye gelene kadar iptal edildi. Göl seviyesi 83,30 metreye ulaşmadıkça tarımsal sulama yapılmayacak.

Geçtiğimiz günlerde DSİ yetkilileri ile çiftçiler arasında düzenlenen toplantıda da bu durum anlatılmaya çalışıldı. Çiftçilere kısaca, ‘bu yıl sebze ekmeyin, biz verebileceğimiz minimal su ile meyve ağaçlarını yaşatmaya çalışalım’ dendi. Sebze ekmek için büyük yatırım yapan çiftçinin yarattığı haklı infial sonucu toplantı yarıda kesildi…

2025 yılı sulama sezonunda tarım arazilerinde yüzde 50 oranında kuru tarım uygulanacak. Sulama alanı dışındaki bölgelere su verilmeyecek!

Peki ne yapılacak?

DSİ yetkilileri daha derin bir deşarjdan su alabilecekleri bir proje üzerinde çalışacaklar, bu projeyi bakanlığa sunacaklar, bakanlıktan onay aldıkları takdirde proje ihaleye çıkacak, ihaleye ödenek çıktığı takdirde proje üzerinde çalışılmaya başlanacak

Daha derin deşarjdan ne zaman su alınmaya başlanacak?

Benim tahminime göre belirsiz bir süreç var önümüzde…

Orhangazi Ziraat Odasına kayıtlı 11 bin çiftçinin mevcut, İznik Gölünden verilen su tahsisi dışında kullanılabilecek başka su kaynağı yok! Yağmur duasının dışında bu işin sonu çiftçi için açlık ve felaket demek…

100 yaşını devirmiş bir devlette 1978 yılından bu yana süre gelen su çekilmesi ve küresel ısınma, iklim değişikliği konuları iyice irdelenip tarım kökenlerinden kopmadan suya ve gıdaya olan ihtiyaç göz önünde bulundurularak, duruma uygun sulama ve tarım yapma yöntemleri çoktan geliştirilmiş olmalıydı.

Tamı tamına 47 yıldır bu önlemlerin alınması için gerekli çalışmalar başlatılmalı, şimdiye kadar değişen iklim koşullarına uygun tarım yöntemleri yerleşmiş olmalı, vahşi sulamadan çiftçi çoktan uzaklaşarak suyun daha ekonomik kullanıldığı sulama teknikleri ile buluşturulmalıydı.

47 senedir var olan sorun göz ardı edilerek, üstelik gölün suları sanayiye de peşkeş çekilerek hoyratça bir ilerlemenin sonucunda İznik ve Orhangazi çiftçisine bu yıl, belki önümüzdeki yıl, hatta belki bir sonraki yıl sebze ekimi yapmayın demek çiftçiyi tarımdan uzaklaştıracağı gibi açlık ve sefalete de terk edecektir.

Sade vatandaş da pazara çıktığında salatalığın fiyatının nasıl olup da benzin fiyatına endeksli olduğunu düşünüp duracaktır!

İznik Gölü de çiftçiler de isyanda…

İznik Gölü de çiftçiler de isyanda…

Gelecekte yaşanacak en büyük savaşların su ve gıda kaynaklarına ulaşmak üzerine olacağını, çünkü doğayı hunharca katlettiğimizi hepimiz biliyoruz artık.

Özellikle su, gıdayı da besleyen unsur olduğundan çok kritik bir öneme sahip.

Su kaynaklarının kullanımında cimri olmamız gerektiğinin altının çizilmesine tamamen katılıyorum, benim burada katılmadığım şey; su kaynaklarının tüketiminde en büyük rolü ev kullanıcıları oynuyormuş gibi bir hava yaratılarak ‘şu kadar saniyede banyo yapın, sifonu her tuvaleti kullandığınızda çekmeyin, bulaşıkların kirini akıtmadan bulaşık makinesine koyun…’ gibi önerilerle vatandaşın karşısına çıkılmasında.

Oysa su kaynaklarının en az kullanıldığı yerler evler. Bu konuda sicili en bozuk olan iki kesimse sanayi ve tarım kullanımı…

Şimdilerde İznik Gölünde yaşananların bedelinin çiftçilere ödetilmeye çalışılması da tam olarak bu örnekle örtüşüyor aslında.

Ne olduğunu hemen hatırlayalım;

İznik Gölüne kıyısı olan Orhangazi ve İznik’de çiftçiler için yeni sulama sezonu öncesinde getirilen ‘tarımsal sulamada kısıtlama’ uyarısı, tam bir şok etkisi yaptı. Öncelikli olarak planlanmadan duyurulan bu tedbir yeni sezon için pek çok yatırım yapan çiftçiyi zor duruma soktu.

Ancak tek mesele bu da değil.

İznik Gölünden büyük oranda su çektiği bilinen Gemlik Gübre’ye yıllık 10 milyon metreküp su kullanma hakkı tanındı çiftçilerin sulama hakkı kısıtlanırken. Şirketin 2023 yılında 4 milyon metreküp su kullandığı, 2024 yılında bu rakamın 9 milyon metreküpü aştığı, 2025 yılı için verilen iznin de 10 milyon metreküp olduğu konuşuluyor.

Haliyle ekip biçecek, bu topraklarda yaşayan insanları doyuracak çiftçilerin ötelenerek, bir sanayi kuruluşuna giderek artan oranda su tahsisinde bulunulması soru işareti!

Orhangazi Ziraat Odası Başkanı Dinçer Dimrit; “Bölgemizdeki sürdürülebilir tarımın devam etmesi için bu faaliyeti yürüten üreticilerimize en büyük sulama desteği sağlayan İznik Gölü’ndeki seviye düşüşünü engellemek adına DSİ tarafından hazırlanan raporlarda yer alan önlem kararlarından en büyüğü olan tarımsal sulamada kısıtlamaya gidilmesi kararının, tek başına çare olarak görülmesi  bölge çiftçimize vurulan darbeden başka bir şey olamaz” diyor.

Konuyla yakından ilgilenen bir isim de Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatlarından Erol Çiçek. Çiçek sosyal medyasından yaptığı paylaşımla; “DSİ azalan yeraltı su seviyesini ve fabrikaların yeraltı su çekimlerinin İznik Gölü’nün beslenmesini olumsuz etkilediğini gözden kaçırmaya çalışmaktadır. Fabrikaların yer altından çektikleri su miktarını gizlemektedir! İznik Gölü havzasında sadece yüzey sularının seviyesi ve miktarı azalmamaktadır; yeraltı su seviyesi de azalmaktadır.” diyerek çok önemli bir noktaya parmak basıyor.

İznik Gölü havzasında Orhangazi ve İznik ovalarında yeraltı suyu akım yönü göle doğru olduğu için İznik Gölü’nün beslenmesinde büyük rol üstleniyor. DSİ’nin sanayi tesislerini korumak için yeraltı sularındaki azalmayı gizlemeye çalışması Gölün sularının çekilme nedenlerinden en önemlisini de gizlemesi anlamına geliyor bu nedenle.

1/100.000 ölçekli Bursa 2020 yılı Çevre Düzeni Planı hükümlerine göre bölgenin tamamı su toplama havzasında ve yeraltı suyu işletme sahası içinde kalıyor. Plana göre, buradaki sanayi tesislerinin tamamı incelenmesi gereken alanda bulunuyor yani. Ancak görünen o ki, planın yürürlük tarihi olan 19.01.1998 tarihinden bu yana hiçbir girişimde bulunulmamış konuyla ilgili.

Tam aksine, HEKTAŞ sanayi alanı plan değişikliği ve Varaka Kağıt oluklu mukavva tesisi, gibi kurulması planlanan yeni tesislerle, bölge ekolojik yıkıma sürükleniyor adeta.

Cumhuriyet Halk Partisi Orhangazi İlçe Başkanı Berna İl de konuya sessiz kalmadı ve bir açıklama yaparak; “Madem İznik Gölü ile ilgili bir kısıtlama kararı alınıyor, bunun tarımdan değil, sanayiden başlaması gerekiyor. Kanun da bunu öngörüyor. Ancak siz, yeni tarımsal üretim dönemine girecek çiftçiye suyu keserseniz, bu kriz daha da büyür!” dedi.

İznik Gölü etrafında şekillenen sorunlar TBMM’ye de taşındı. CHP Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal, İznik’in tarımsal sulamaya kapatılmasına ilişkin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a yazılı soru önergesi vererek, İznik Gölü’nden kaç sanayi tesisinin su temin ettiğini, tarımsal sulama yasaklanırken, sanayi tesislerine su tahsis edilmesinin gerekçesini, sanayi tesislerinin İznik Gölü’ne bıraktığı atık suların denetlenip denetlenmediğini, kirlilik oranlarını sordu.

Özetle durum şöyle; İznik Gölü su seviyesinin minimum işletme kotu 83,30 metre. 1978 yılından bu yana yaşanan düşüşlerin sonunda gelinen nokta işletme kotunun 82.71 metreye kadar düştüğünü bize gösteriyor. Su seviyesi aslında 2021 yılından beri kritik seviyenin altında.

Hasılı kelam, İznik Gölü için tehlike çanları bugün çalmıyor. Çok oldu o şarkı başlayalı…

Acil müdahale şart mı?

Kesinlikle şart! Geçmişte olduğu gibi bugün de şart. Geçmişte görmezden gelinen İznik Gölünün bugün hatırlanmasına ve tedbirler kısmına çiftçilerden başlanarak sanayiye ‘yürü ya kulum’ denmesine itirazımız.

Tam ekim, dikim zamanı başlamışken çiftçiye sulama suyu kısıtlamasına gidileceğinin açıklanması hem çiftçiyi tarımdan soğutmaya neden oluyor, hem de İznik Gölündeki su çekilmelerinin önüne tam olarak geçilmesini engelleyecek bir çözüm gibi durmuyor.

Konu daha çok su kaldıracak gibi…

Bursa’ya huzurevi de layık görülmedi!

Bursa’ya huzurevi de layık görülmedi!

Yerel Seçimlerden önce dönemin Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın düzenlediği bir tanıtım gezisinde ziyaret etme imkanı bulduğum BAREM son günlerin tartışma konularından biri haline geldi. Çünkü Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın son meclis toplantısında BAREM’i kiraya verme yetkisini meclisten aldı.

İlginçtir mecliste bu kiraya verme yetkisine muhalefet eden kanat AK Parti ve MHP oldu, ancak konuyla ilgili tek basın açıklamasını MHP Osmangazi İlçe Teşkilatı düzenledi.

MHP Osmangazi İlçe Başkanı Kerim Gürsel Çelebi yaptığı açıklamada; “Yaşlılar haftasını kutlayacağımız Mart ayında yaşlılar ve engellilerin bakımı için kurulmuş merkezi kapatarak sosyal belediyecilik anlayışında kara bir sayfa açtılar” diyor.

Şimdi AK Parti’nin muhalefet konusunda daha kırk fırın ekmek yemesi gerektiği kısmını bir kenara bırakarak konunun özüne bir bakalım…

BAREM konusu oldukça önemli, zira son derece büyük ve konforlu bir bina yapıldığını, aslen sosyal belediyecilik adına iyi işler yapmak için yola çıkıldığını, fakat bir noktada ele yüze bulaştırma sonucuna varıldığını söyleyebilirim burayla ilgili.

220 kişi kapasiteli olan Osmangazi Belediyesi Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi Mustafa Dündar’ın ‘parayı betona gömdü’ diyerek eleştirildiği ikinci nokta aslında. İlk eleştiri hatırlarsanız meydan projesi üzerine yoğunlaşmıştı.

İnşaat maliyetleri binanın büyüklüğünden kaynaklı olarak yüksekti, bunun dışında binanın işletme maliyetleri de Osmangazi Belediyesi’nin boyunu aşmıştı. Osmangazi Belediyesi’nin tam kapasiteyle bu binayı kullanması durumunda yıllık maliyet 200 milyon lira olarak hesaplanıyor.

Bir ilçe belediyesi için çok ağır bu yük takdir edersiniz ki…

İşletme maliyetleri yüksek bulununca binanın konaklayan sayısı giderek düşürülmüş, şu anda BAREM’de 17 kişi kalıyor.

Binanın kaderine terk edilmesi yerine belediyenin prim borçlarına karşılık SGK’ya önerildiğini biliyoruz. Ancak tüm Türkiye’deki CHP’li belediyelerin tüm tekliflerine yapıldığı gibi bu teklif de kabul görmüyor.

İkinci çözüm adımı olarak bence de daha mantılı olan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yolu tutuluyor.

Binanın bir ücret talebi olmadan Mustafa Dündar döneminde burada çalışmak üzere işe alınan 10 personelle birlikte bakanlığa devredilmesi teklifi götürülüyor Ankara’ya.

Asıl işi devletin sosyal devlet olmasına ön ayak olmak olan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da binayı işletme teklifini kabul etmiyor.

Bina maliyeti istenmiyor, kira istenmiyor, sadece ‘Buranın çalışma maliyetlerini belediye bütçesinden karşılamamız olanak dışı. Fakat Bursa’nın böyle bir binaya ihtiyacı var. Siz bu binayı işletirseniz büyük katkınız olacak’ cümlesinin benzeri bir ricanın neresi Bursa’ya layık görülmüyor anlamak zor.

Bugün yapılmak istense 1 milyar lirayı bulan bir maliyeti çıkacak binayı bila bedel alıp önemli bir hizmeti Bursalılara sağlamak fırsatı varken vatandaşa hizmet bir kez daha siyasi kavganın kurbanı oluyor. Bursa’ya yeni yolları, yeni metro hatlarını, hızlı treni, yeni hastaneleri… Yeni ve güzel olan, çağımızı yakalamak için olması gereken hiçbir şeyi münasip görmeyenler, şehrin dezavantajlı gruplarının ve yaşlılarının bakım ve rehabilitasyonu için kaliteli işleyen bir yapıyı da layık görmüyorlar…

Bir türlü başa çıkarılamayan, kaderine terk edilse harcanan milyonların da çöpe atılacağı bina için son çare özel sektöre kiralamak oluyor. Gelin görün ki, işin bu kısmı da sosyal devlete ve sosyal belediyecilik anlayışına uymuyor.

Benim anladığım kadarıyla Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın da içine pek sinmemiş bu durum. Zira binanın kamuya tahsisi ya da SGK’ya devri opsiyonları halen gündemde.

Muhalefet kanadı olarak MHP Grubunun yaptığı açıklamada belirttiği gibi ‘Bu yanlıştan bir an önce dönüleceğini’ düşünmek istiyorum ben de.

Önerim, Bursa için hep olması gereken, ancak bir türlü oluşturulamayan Bursa lobisi için bir an önce kolları sıvamak, sonrasında merkezi hükümet nezdinde sözü geçen, istediğini yaptırabilen pozisyondaki AK Partili ve MHP’li meclis üyeleri ve milletvekilleri de dahil olmak üzere bir heyet oluşturarak BAREM’in Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından devralınmasını, işletilmesini, Bursa’ya layık bir tesis haline getirilmesini sağlamak…

Yapay Zekayı da bozdunuz!

Yapay Zekayı da bozdunuz!

Tek taşımı kendim aldım, tek başıma kendim taktım müdanasızlığında bir insan olmaktan her daim gurur duymuş, yıllar içinde dünyanın hızlı gelişimiyle birlikte kadınlarla erkeklerin aynı kefeye koyulacağını hayal etmiş bir kadınım…

İyi niyetli hayallerin gerçekleşme ihtimaline inanacak kadar da saf bir tarafım mevcut görüldüğü üzere…

Bu yıl her zamankinden daha yoğun biçimde yapay zeka ile üretilmiş kutlama mesajları görmeye başlayınca çevremde, cinsiyetçilikten azade, sadece zekadan mütevellit ‘yapay zeka’ kavramının erkek kadın ayrımından da uzak olacağına yönelik bir ışık yandı kafamda.

Beklediğim günlerin yakında, pek yakında olduğunu düşünmeden edemedim. İçimde bir sevinç…

Günlerden 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Yapay Zeka bana yapay olmayan bir sürpriz yapar da bakış açısı kökten değişmiş bir dünya algısı koyar mı önüme acaba diyerek başladım araştırmaya.

Karşıma çıkan ilk cümle şu oldu;

Mevcut yapay zeka teknolojisi, cinsiyet eşitsizliğini güçlendirerek, ataerkil bir toplumu sürdürme potansiyeline sahip!”

Bilgi işleme ve sosyal sorumluluk uzmanlarına göre, günümüzde üretilen araçlar ve modern tıp gibi teknolojiler, kadınların ihtiyaçları göz ardı edilerek tasarlanıyor.

UNESCO raporuna göre ise yaygın olarak kullanılan büyük dil modelleri kadınlara karşı önyargının kesin kanıtlarını ortaya koyuyor. Kadın isimlerinin ev, aile, çocuk ve evlilik ile erkek isimlerinin ise iş, yönetici, maaş ve kariyer ile ilişkilendirildiği görülüyor.

Çeşitli sektörlerden 133 yapay zeka sistemini inceleyen bir araştırma, incelenen sistemlerin yaklaşık %44’ünün kadınlara karşı önyargı gösterdiğini ortaya koyuyor.

Yapay zeka nedeniyle kadınların işlerinden çıkarılma olasılığı, erkeklerin işten çıkarılma olasılığından 1,5 kat daha fazla!

2018 yılında Amazon’un işe alım için kullandığı yapay zeka aracının otomatik olarak kadınları elemesi birçok tartışmaya neden olmuştu hatırlarsanız. LinkedIn’in isimli uygulamada ise otomatik öneri sistemlerinin erkeklerin profillerini daha fazla öne çıkarırken, kadınların iş teklifleri alma olasılığını düşürmesi dikkat çekmişti.

Şimdilerde hayatımızın bir parçası haline gelen Siri, Alexa, Google Assistant gibi sanal asistanların çoğunun kadın sesiyle tasarlanmış olması da muhtemelen kadın sesinin “daha nazik ve itaatkâr” olarak algılanmasından.

Teknolojiden anlamam dediysem, tüm bu olanların yapay zekanın suçu olmadığını anlayacak kadar hayat tecrübem yok da demedim. İnternetten toplanan verilerle çalışan yapay zekaların, bu türlü ayrımcılıkların en sık rastlandığı internet verilerinden nasıl bir damıtma yaparsa yapsın kadın ve erkeği eşit tutacak bir algoritma süzemeyeceği ortada.

Süzememiş de zaten…

Hatta geleceğin dünyasını bugünkünden daha da eşitlikten uzak betimlemiş sağolsun!

Mesela ChatGPT’ye göre bir kadın ev işlerinden sorumlu devlet bakanı ilan edilmiş adeta…

Kadının günün şöyle özetliyor bu her şeyi bilen yapay zeka işletimcisi:

Erken kalkar. Kahvaltıyı hazırlar, çocukları uyandırır, eşinin kıyafetlerini ütüleyip kahvaltı masasını kurar. Aile bireyleri evden çıktıktan sonra sofrayı toplar, mutfağı temizler. Çamaşır yıkar, yemek yapar, evi süpürür ve düzenler. Gün içinde komşularla görüşebilir, ancak ‘fazla gezen’ bir kadın olmamalıdır. Bir sosyal faaliyeti varsa, ‘aileyi ihmal etmeyecek düzeyde’ olmalıdır. (örneğin, dikiş kursu, dini sohbet grupları) Çalışıyorsa bile eve erken dönmeli ve ailesine hizmet etmeye devam etmelidir. Yemek yapar, çocukların ödevlerine yardımcı olur. Çocukları uyutur, eşiyle ilgilenir, evin düzenini kontrol eder. Eşi dinlenirken, mutfağı toplar ve bulaşıkları yıkar. Eşi yattıktan sonra, ertesi gün için kıyafetleri hazırlayabilir, mutfağı toparlayabilir.

Kendisine saygılarımı sunuyorum. Bize dikiş kursu ve dini sohbetler dışında sosyalleşme imkanı dahi tanımamış. Çok gezen kadın olmamamız konusunda uyarmış, çalışıyorsak bile eve erken gelecek bir işte çalışmamızı salık vermiş!!!

Ben neler hayal etmiştim oysa…

Bir de erkekleri nereye koyduğuna bakalım bu hakikaten yapay olduğuna giderek daha çok inandığım zekanın…

ChatGPT’ye lider görünümlü birini çizmesini söyleyince erkek çizmeyi tercih ediyor ve erkeğin sorumluluklarını şöyle özetliyor;

Hızlıca hazırlanır, kahvaltısını genellikle ya anne ya da eşi hazırlar, yalnız yaşıyorsa, basit bir kahvaltı yapabilir ya da dışarıda yer. Eğer baba ise çocukların hazırlanmasına pek karışmaz, çünkü bu işin kadınların sorumluluğunda olduğu düşünülür. İş hayatında rekabetçi olmak zorundadır. Erkekler, kariyer basamaklarını hızla tırmanmalı, para kazanmalı ve güçlü olmalıdır. Birçok erkek için iş, statü demektir, çünkü toplum erkeğin ekonomik olarak güçlü olmasını bekler. Duygusal konulara girmez, ‘Kanka ben depresyondayım’ demez, bu bir zayıflık göstergesi olabilir. Eğer bekarsa kadınlarla olan ilişkisini “avcı-tüketici” bir perspektiften anlatma eğiliminde olabilir. Evli ve çocuklu bir erkekse, eve döndüğünde genellikle çocuk bakımı ve ev işleri konusunda daha az sorumluluk alır. Kadınlardan farklı olarak, yorgun olduğunda evde dinlenme hakkı daha fazla tanınır. Akşam yemeğini eşi ya da annesi hazırlar. Eğer bekârsa dışarıda yemek yiyebilir.

Yalan yok, güvendiğim dağlara karlar yağdı!

Ben daha eşit bir dünya hayal ederken, siz en başından Yapay Zekayı da bozmuşsunuz arkadaş…

Bursa’nın parasını kim yedi?

Bursa’nın parasını kim yedi?

Bursa’nın hak ettiği yatırımı alamadığına yönelik pek çok yazı yazdım, fakat yazdığım bu yazıların içeriği merkezi hükümetin Bursa’ya hak ettiği değeri vermemesi ana başlığına dayanıyordu çoğunlukla.

Yakın geçmişte şehrimizi ülke gündemine taşıyan gelişmelerden anlaşılıyor ki, Bursa’ya şehrin yerel yönetimleri de hak ettiği bütçeyi ayırmamış meğer. Bütçenin nerelere kullanıldığı ise yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Herkesin topu bir diğerine attığı bir hafta süren gelişmelerin ardından Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in düzenlediği basın toplantısıyla konu daha da bir alevlendi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Alinur Aktaş’ı AK Parti’nin Bursa’daki tüm seçim çalışmalarını belediyenin bütçesinden karşılamakla itham etmişti. Bu iddianın üzerinden beş saat geçmeden Alinur Aktaş sosyal medyasından bir ekran görüntüsü paylaştı ve ‘Özgür Özel’in Temmuz ayında gerçekleşen Bursa seyahatini Büyükşehir bütçesinden ödemişsiniz!’ dedi…

Konu giderek uzayınca ivedi bir basın toplantısı düzenlendi.

Bozbey sakin bir tavırla CHP Genel Başkanının protokolün dördüncü ismi olduğunu, dolayısıyla Bursa’ya belediye çalışmalarını görmek üzere yaptığı bir ziyaretin giderlerinin belediye bütçesinden karşılanmasının normal olduğunu, aynı şekilde Cumhurbaşkanının gerçekleştireceği bir ziyaret olduğunda da masrafların yine belediye bütçesinden karşılanacağını söyledi.

Sonra da pandoranın kutusu açıldı…

Hemen hemen 5-6 tane ödeme kalemi seçilmişti slayt hazırlamak için. İçlerinde kartvizit basımından tutun da temayül yoklaması masraflarına, açıkça ‘seçim çalışması’ olarak belirtilen kalemlere, mesela Mudanya lansman yemeğine, HÜDAPAR Kongresi’ne, AK Parti Ankara Protokolünün ağırlanmasına kadar pek çok kalemden söz ediyorum.

“Biz belgeye bakarız. Belge bize doğruyu gösterir” dedi Başkan Bozbey.

Sonra da ekledi; “Aslında seçimlere son 3 ay kala yapılan her şey seçim harcamasıdır!”

İşin bu kısmı önemli, hatta bence en önemli bölüm…

Tabi bizde de vardı böyle bir, ‘Hiçbir şey olmuyorsa bile kesin bir şeyler oluyor’ hissiyatı da elde belge olmayınca ‘AK Parti’nin tüm giderleri Büyükşehir bütçesinden karşılanıyor’ demek mümkün değil.

Şimdi belgeler ortaya çıkınca, işin rengi değişiyor elbette…

Gelelim, dünya kadar harcamanın kamuoyuna açıklandığı, belgelerin içinde üzerinde en çok konuşulan kaleme…

Konu net olarak şöyle gelişti;

Tarih kısmında 5.10.7627 yazan, işin adı bölümüne de ‘Gönül Dostları Başkan Ekip ve Başkanın Düğünü’ notu düşülen belge tarih kısmındaki rakamların garipliğinden pek de anlam verilememiş bir belge olarak sunuldu basın toplantısında.

Salondaki basın mensuplarının talebi ile belgenin orijinalinden tarihine bakılmasına karar verildi, zira tarih kısmında yazan rakamın bir kod olabileceği üzerinde duruldu. Belgenin orijinalinde tarih 02.09.2023 olarak yazıyordu.

O zaman durum biraz daha netleşti. Hafızam beni yanıltmıyorsa Alinur Aktaş’ın oğlu 03.09.2023 tarihinde dünya evine girdi. Eldeki belge de muhtemelen şehir dışından gelen misafirlerin ağırlanmasına ilişkin masrafları işaret ediyordu.

Gider kişisel bir gider olduğundan elbette belediye bütçesinden karşılanması doğru değil, ancak bazı kaynaklarda belirtildiği gibi Aktaş düğün masraflarının tamamını belediye kasasından karşılamış da değil.

Belgenin pek çok ödeme kalemi içindeki hali burada.

cx

Hiç öyle bahsedildiği gibi uyduruk bir belge değil ortadaki.

Şimdi gelelim, Bursa’nın ve Alinur Aktaş’ın neden bu kadar sorgulandığına ve Aktaş’ın nasıl bir siyasi ikbal güttüğüne…

Efendim 31 Mart yerel seçimlerinden önceki yerel seçimleri şöyle bir gözünüzün önüne getirin, AK Parti’nin elinde kalan en büyük belediye çantada keklik gördüğü için aslında pek de önem vermediği Bursa olmuştu hatırlarsanız.

Bu ne demek?

En büyük kasa Bursa’da demek…

Haliyle pek çok masraf Bursa kasasından yapıldı ve dolayısıyla en çok sorgulanan belediyelerden biri Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Başkan Alinur Aktaş oldu bu dönemde. Zira CHP’li belediyeler nefes alsalar tepelerine binen bir AK Parti merkezi hükümeti ile boğuşma halindeler. Karşı taarruz doğrudan Alinur Aktaş’ı işaret ediyor.

Üstelik dün kürsüden birkaç belge ile yapılan harcamaların bir kısmını Bursa basını ile paylaşan Mustafa Bozbey, “Bunlar buzdağının görünen yüzü, buzdağının altını bize açtırmasınlar” derken işin bu kadarla kalmadığını da kuvvetle vurguladı.

Gelelim Alinur Aktaş cephesine…

Kendisinin geri vites yapacağını zaten hiç düşünmemiştim. Zira kulislere bakılırsa Bakan yardımcılığı ikbaliyle yanıp tutuşuyor Aktaş. Ticari kariyer kendisini pek sarmamış gibi.

Üslup, alışık olduğumuz Alinur Aktaş üslubu.

Hülasası, ‘belgeleri isterim’ diyor…

Önümüzdeki dönem buz dağının görünmeyen yüzüne, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden ekran görüntülerini Alinur Aktaş’a kimin ya da kimlerin uçurduğuna ve en önemlisi artık kamuoyu ile paylaşıldığından hukuki süreci başlayacak olan belgelerin ucu nereye varır konusuna odaklanacağız…

 

NOT: Çok rica edeceğim artık Bursa’nın parasını Bursa’ya hizmet için harcayın da bu boğuşmadan siz de kurtulun biz de kurtulalım…

 

Bozbey yeni OSB’lere yeşil ışık mı yakıyor?

Bozbey yeni OSB’lere yeşil ışık mı yakıyor?

1998 yılında Erdem Saker döneminde 2020 vizyonu ile hazırlanan 1%100.000’lik planların ardından sene 2025 olduğu halde hala ileri vizyonlu bir planı olmayan Bursa, plan tadilatları ile yoluna devam ediyor.

Kısacası Bursa’nın gelecek vizyonu ve bu vizyon doğrultusunda yapılmış bir planı yok!

Hayli zamandır kervanı yolda düzüyoruz, bu sırada da kimlerin kesesini ne kadar doldurduğunun peşini kovalıyoruz…

Aslında hakkını yememek lazım, Alinur Aktaş döneminde 2040 Çevre Düzeni Planı çalışmaları başlamış, bir altlık oluşturulmuş, ancak bu çalışmalara katılan pek çok kişinin kafasında bir gizli ajandanın varlığı şüphesi hep hasıl olmuştu. Sonuçta plan hiç görücüye çıkmadı.

En büyük anlaşmazlığın ise yeni sanayi bölgeleri oluşturmak konusunda yaşandığı sadece kulislerde konuşulan bir bilgi olarak kaldı hafızalarımızda.

Bu bilginin dolaşıma girmesindeki en büyük etken de seçim kapıya gelene kadar yeni sanayi bölgelerine sıcak bakmadığını dile getiren ve açıkladıkları sanayi bölgesi yoğunluğu rakamları ile sürekli olarak BTSO ile çelişen Alinur Aktaş’ın yerel seçimler kapıya dayandığında KOBİ OSB konusuna yeşil ışık yakmasıydı.

Sonuçta yerel seçimlerle birlikte Aktaş’tan boşalan koltuğa Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey oturdu.

Bozbey’in de yeni sanayi bölgelerine sıcak bakmadığını kendisini seçimden önce misafir ettiğim iki programda sorduğum ısrarlı sorular nedeniyle yakından biliyorum. Seçimin ardından yaptığı konuşmalarda da Bursa’nın artık sanayileşmek yerine var olan tarım topraklarını koruyarak yoluna devam etmesi gerektiğinin altını çiziyordu Bozbey.

Şimdi önümüzde yeni bir plan çalışması var.

Vizyonumuz 2050!

Birkaç gün önce bu konuda önemli bir görüşme gerçekleşti. Basın mensuplarına iletilen bültene göre, BTSO Yönetimi kendilerini ziyaret eden Başkan Bozbey ile 1/100 binlik yeni çevre düzeni planı başta olmak üzere sanayi ve ticaret dönüşümünü sağlayacak birçok projeyi değerlendirme imkanı buldu ve KOBİ OSB projesiyle ilgili görüşlerini açıkladılar.

Kime açıkladıkları biraz muallak, zira görüşmeye basın mensupları davetli değil. Biz görüşmelerin bizim duymamızı istedikleri kadarını bir yazılı metin halinde alıyor ve size aktarıyoruz.

Aktarılan kadarına baktığımızda BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay şöyle diyor;

‘Şehrin içindeki düzensiz alanlarda faaliyet gösteren üretim tesislerinin planlı alanlara transferi ile alakalı KOBİ Konseyimizin, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili çalışma grupları ile bir araya gelerek bu konuyu hızlı bir şekilde ilerletmesi yönünde mutabakata vardık’

Yine bize aktarılana göre, istenen yeni sanayi alanı oluşturmak değil de şehir içindeki dağınık sanayiyi bir araya toplayacak alanlar yaratmak. Plansız sanayiyi bu alanlara transfer etmek…

Başkan Bozbey’in geçtiğimiz akşam BUSİAD tarafından düzenlenen iftarda yaptığı sunum sırasındaki konuşmasına benzer konuşmalar bu ziyarette de yapılmış görünüyor.

1%100.000’lik Plan doğuda ve batıda yeni lojistik merkezleri ve depolama alanları ile birlikte kamyon-tır parklarını ve KOBİ OSB’leri de barındıracak içinde.

Bozbey, “Bu kentin artık bir düzene girmesini sağlamamız lazım. Bursa’nın planlı gelişimi açısından bu konuyu önemsiyoruz. İlgili paydaşlarımızla işbirliği içinde çalışmaya devam edeceğiz’ diyerek şimdilik çok da köşeli olmayan cümleler kurmayı tercih ediyor.

Şehir içinde dağınık halde özellikle de riskli imalatlar yapan ve hem insan hem de çevre sağlığını riske atan işletmelerin bir OSB çatısı altında çevreye saygılı üretim yapmak için bir araya gelmesi işin idealist hedefi.

Benim merak ettiğim ise bu idealist hedefin arkasında kimin kaç kuruşluk çıkarının olacağı. Çünkü daha önce de benzeri amaçlarla kurulan KOBİ OSB’ler oldu. Kimi hiçbir zaman beklenen ilgiyi görmedi ve yarısı boş duruyor. Kiminin ise Çataltepe OSB gibi yılan hikayesine dönen bir geçmişi var, bitmiyor ki küçük esnaf gidip yerleşsin…

Hasılı kelam küçük esnafı, küçük işletmeyi şehir içindeki yerinden çıkarmak öyle tahmin ettiğiniz kadar kolay bir iş değil. Geçtiğimiz günlerde Makine Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ahmet İhsan Taşkınsel ile yaptığımız sohbetten de anladığım kadarıyla bu durumun birkaç önemli nedeni var.

İlk olarak KOBİ olarak adlandırdığımız küçük işletmelerin büyük bölümü bulundukları yerde kiracı. Dolayısıyla kendilerinden ‘Burayı boşaltacağım’ şeklinde bir taahhüt almak anlamlı değil. Bulunduğu yeri boşaltıp yine şehir içinde başka bir yerde imalata devam etmesini engelleyecek bir durum yok ortada.

İkinci olarak KOBİ kavramı çok geniş bir kitleye hitap ediyor. Beş kişilik bir atölye de KOBİ, 500 kişilik bir işletme de KOBİ!

Bu iki ucun aynı anda aynı yerlerde olmasını düşünmek dahi garip…

Üçüncü olarak imalatta çok farklı alanlarda çalışan KOBİ’lerin aynı bölgede olması zaman zaman üretim için dahi tehlikeler yaratacak handikaplar doğurabilir.

Tüm bunların ötesinde Bursa OSB’lerinde hali hazırda %65 oranında bir doluluk mevcut. BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın açıkladığı %80 doluluk kullanılmayan ancak tahsisi yapılmış parsellerin de hesaba katılmasıyla oluşan rakam.

Yani OSB’ler bahsedildiği kadar dolu değil!

Hatta bazı OSB’lerde fabrika binalarının depo olarak kullanıldığı dillendiriliyor!

Buradan bakacak olursak, bize KOBİ OSB oluşturma ödevi veren iş dünyasının da Bursa’da üretim yapmak istiyorsa kendisine çeki düzen vererek katma değeri yüksek ürünlere yönelip şehri kirleten ve tüketen üretimden uzaklaşmak için gerekli yatırımı ve AR-GE’yi yapması, bu şehirden aldığını bu şehir için harcamayı bilmesi lazım.

Öyle üçe al, beşe sat yapıp gayrimenkul üzerinden para kazanıp üretimi pas geçerek kimseye faydanız olmuyor!

Başkan Bozbey’in bu konuları şehrin yüksek menfaatini gözeten Akademik Odalar ile uzun uzun istişare etmesini temenni ederim.

‘ÇED Raporu neden gerekli değil?’

‘ÇED Raporu neden gerekli değil?’

Bir yandan Bursa’nın dönüşümü konuşulurken, tarım ve turizm alanlarına sahip çıkmanın, sanayinin dahi kendisini bu çerçevede dizayn etmesinin beklentisi hakim olmuşken, bir yandan da taş ocakları açılmaya çalışılıyor köylerin dibine.

DOĞADER ve Bursa Kent Konseyi tarafından Başköy, Koçuköy, Ortaköy ve Kadriye’de yapılması planlanan taş ocağına karşı durmak amacıyla Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bursa İl Müdürlüğü önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında neden ÇED Raporuna ihtiyaç duyulmadığı konusu sorgulandı…

Konunun özü şu; Başköy sınırları içerisine Ay-Bur Mermer İnşaat Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi tarafından yıllık 390 bin ton kapasiteli taş kırma – eleme tesisi kurmak için yasal süreç başlatıldı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl müdürlüğünce firmanın bu ticari girişimi için ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verdi. Karara itiraz eden köylüler ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü önünde toplanarak bir basın açıklaması düzenleyip karara yönelik itiraz dilekçelerini topluca gerekli makama iletti.

Gelelim basın açıklamasında konuşulanlara. Bölgeyi temsilen Muhtarlar adına konuşan Orhaneli Başköy Muhtarı Nurettin Seymen, bölgede yapılması planlanan taş ocaklarının köye zarar vereceğini vurgulayarak; “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından bölgenin durumu gayet iyi bilinmesine rağmen, sadece Proje Tanıtım Dosyası üzerinden bir değerlendirme yapılmış ve ÇED gerekli değildir kararı verilmiştir! Kurulmak istenen tesisin en fazla zararı su kaynaklarına vereceği açık iken ve daha önceki yargılama süreçlerinde bu husus bilirkişi raporları ve mahkeme kararları ile açığa çıkmış iken, konuyla en ilgili kurumlar olan BUSKİ’den veya DSİ Bölge Müdürlüğü’nden kurum görüşü alınmamıştır. Sadece bu husus dahi ÇED Gerekli Değildir kararının tesisi sürecinde kamu yararının değil, firma yararının gözetildiğini ele vermektedir. Kurulmak istenen tesisin yakınında, DSİ tarafından koruma altına alınan Başköy ‘Suyun gözü’ kaynağı ve Ortaköy Cumönü ile Ispatan Çeşme su kaynakları bulunmaktadır.” ifadelerini kullandı.

Bölge bundan yaklaşık 12 sene önce de benzeri bir mücadelenin aktörlerinden olmuştu. Çünkü burada bulunan mermer yatakları iştah kabartan cinsten. O dönemde de mermer ocakları protesto edilmiş, konu yargıya taşınmış, ancak yargı süreci 12 yıl sürmüştü. 12 yıl sonra çıkan kararda ise bölgede faaliyet gösteren tüm maden firmaları adına düzenlenen ne kadar izin ve ruhsat varsa tamamı mahkeme tarafından iptal edilmişti.

Ancak olan olmuştu tabi, süreç içinde maden ocakları işletildiği gibi çalışmalar esnasında su kaynakları kirletilmiş, ağaçlar kesilmiş, hasılı Başköy’e ciddi hasarlar bırakılmıştı.

Başköy ve çevre köyler bu mücadeleye 12 yıl önce başladığını söyleyen DOĞADER Başkanı Murat Demir ise “Demokratik yöntemlerle yaptığımız eylemlerle 12 yıl önce taş ocağı yapılmasını iptal ettirmişiz. Ankara’da, bu köydekilerin ne yediğini, ne içtiğini, ne ektiğini bilmeden ruhsat veriliyor. Türkiye’de birçok vahşi madencilik örneği var. Bu örnekler devam ettiği sürece biz çeşmeden içmeye su bulamayacağız. Bursalılar olarak bu haklı mücadeleye destek olmazsak, Bursa susuz kalacaktır! Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ÇED’e gerek yok diyor. Nasıl diyor bunu? Sizin çevreyi, şehri, iklimi korumanız gerekirken, vahşi madenciliğe izin veriyorsunuz. Davalarımızı açacağız, itirazlarımızı yapacağız. Herkesi buradan uyarıyoruz!” diye konuştu.

İtirazlar edilir, davalar açılır, fakat adaletin yerini bulması için geçen sürede olan Bursa’nın kaynaklarına olur. Bu şehir yine makus talihi ile baş başa kalır…

Umarım zincirin sürekli devam eden halkalarından biri bu kez kırılır ve Bursa kazanır…

***

 

 

Bursa Çimento’dan cevap hakkı

 

Bursa Çimento hakkındaki yazımıza karşılık cevap hakkını kullanan firmanın yanıtı ekte bulunmaktadır.

CEVAP VE DÜZELTME METNİ

https://www.normhaber.com/yazar/yasemin-guler/kestelin-nefesi-tikandi-bursa-cimentoda-neler-oluyor- 900927 internet adresinde NORM HABER GAZETECİLİK RADYO TELEVİZYON İNTERNET YAYINCILIĞI VE REKLAM İLETİŞİM SANAYİ VE TİCARET A.Ş. isimli haber sitesinde Yasemin GÜLER imzası bulunan 21.02.2025 tarihli “KESTEL’İN NEFESİ TIKANDI, BURSA ÇİMENTO’DA NELER OLUYOR? başlıklı yazı da müvekkil şirket hakkında gerçeğe aykırı ve yanıltıcı ifadeler yer almaktadır.

Haberde müvekkil Bursa Çimento’nun Modernizasyon Projesi ile başlattığı süreçle ilgili resmi kurumlardan izin alınmadığı, kapasitesini arttırdığı, projenin çevreye olumsuz etkiler yarattığına dair asılsız iddialara yer verilmiştir.

Müvekkil Bursa Çimento Fabrikası A.Ş., 1966 yılında, şehrimizin çimento ihtiyacı olduğundan bahisle Devlet Planlama Teşkilatının yönlendirmesi ile tamamı yerel sermayeye dayalı ve halka açık olarak kurulmuş olup hali hazırda biri 1969 diğeri 1976 yıllarında devreye alınmış ve revizyonlar ile üretim teknolojisi güncel tutulan iki adet klinker üretim hattı ile faaliyetine devam etmekteyken AB normlarına uyum süreci nedeniyle mevzuata gelen ve gelmekte olan sınırlamalara uyum sağlayabilmek amacı ile Avrupa Komisyonunun yayınlamış olduğu “Sanayilerde Mevcut En İyi Teknolojiler Dokümanı”nın gereklerini yerine getirmek ve Birleşmiş Milletler Nezdinde Kyoto Protokolü ile sonrasında Paris Anlaşması kriterlerinin karşılanmasını sağlayabilmek amacıyla gerekli tüm izinler alınarak modernizasyon yatırımına başlamıştır. Söz konusu proje son derece çevreci olup tüm yasal izinleri alınarak yürütülmektedir.

Haber sahibinin esasen gerçeği yansıtmayan, yatırımın maliyetinden hareket ile fabrikanın kapasitesinin arttığı yönündeki tespiti, hatalı ve yanlı bir algı yaratma çabasıdır. Aksine proje maliyeti yapılan projenin ne denli teknolojik, çevreci, modern ve yasal kriterlere uygun olduğunun bir göstergesidir.

Öte yandan, Kestel Organize Sanayi Bölgesi’nde hava kirliliğine sebep olan ve bu durumları kamu kurum ve kuruluşlarının tespitleri ile tescilli birçok sanayi kuruluşu bulunmasına rağmen, sorunun müvekkil şirkete ait fabrikaya mal edilmesi gerçeği yansıtmamaktadır. Bursa Çimento Fabrikası A.Ş. çevre mevzuatına uygun şekilde çalışmakta olup, emisyon değerleri Sürekli Emisyon Ölçüm Sistemi (SEOS) ile anlık olarak takip edilmekte ve denetimlerden başarıyla geçmektedir.

Müvekkil şirketin modernizasyon projesinin her aşaması, halka açık bir şirket olması nedeni ile Kamuyu Aydınlatma Platformunda ilan edilmiş olup tüm süreçlerde hukuka, çevresel gerekliliklere ve kamu düzenine uygun hareket etmekte olan ve resmi kurumlardan alınan izinler çerçevesinde yürütülen projeyle ilgili kamuoyunu yanıltıcı ve kamuoyu nezdinde müvekkil şirketin itibarını hedef alan asılsız iddialara ilişkin ifadeleri tekzip ettiğimizi, haberde yer alan ve gerçeği yansıtmayan iddialar karşısında hukuki haklarımızı saklı tuttuğumuzu kamuoyuna saygıyla arz ederiz.

BURSA ÇİMENTO FABRİKASI A.Ş. VEK.

Av. Ezgi TÜRK-Ay. Ozan IŞIK