Beşyol Kavşağı da kamulaştırılmadan yapıldı!

Beşyol Kavşağı da kamulaştırılmadan yapıldı!

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in göreve gelişinin bir yılını tamamladıktan sonra düzenlediği toplantıda Bursa’nın yıllardır nasıl bir ‘Ben yaptım olducu’ anlayışla yönetildiğini dinledik uzun uzun.

Başkan Bozbey temeli atılan, ancak projesi bile olmayan icraatlardan tutun da protokolsüz harcanan milyonlara, kendi görevi olmadığı halde üzerine aldığı yatırımlar nedeniyle ciddi borç yükü altına girmiş belediye iştiraklerine kadar pek çok konuyu gündeme getirdi.

Mesela yıllardır tüm Bursa’nın tepe tepe kullandığı Hamitler Çöplüğü ve Mezarlığının gerekli kamulaştırmalar yapılmadan kullanıldığını, bu noktada vatandaşın ciddi biçimde mağdur edildiğini ben ilk kez Bozbey’den duydum.

Vatandaşın hakkını teslim edeceğini belirten Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Bursa’nın göbeğinde Beşyol Mevkiinde kentsel dönüşüm çalışması yapmak için kollar sıvandığında kavşak yapımı için kullanılan taşınmazların bedellerinin kamulaştırılma ile ödenmediğini de biliyor mu acaba diye geçirdim aklımdan toplantı sırasında.

Konuyu hemen hatırlatalım…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu diplomasının usulsüz bir biçimde iptal edilmesinin ardından çok önemli bir söz söylemişti; ‘Benim diplomam o kadar da önemli değil, önemli olan bugünden sonra devletin verdiği belgelerin vatandaş için artık garanti sayılmayacak olması. Her an bir karar çıkararak sizin evinizi, işyerinizi, şirketinizi, bankadaki paranızı elinizden alabilirler. Bu bu demek…’

Bahsettiğim Beşyol Mevkii kentsel dönüşüm çalışması sırasında yaşananlar buna çok güzel bir örnek. Bundan iki yıl önce yazdığım bir yazıdan alıntı yaparak aktarayım durumu;

“Efendim bizim ‘mülkiyet hakkı kutsaldır’ sözümüzün artık bir hükmünün kalmadığını, şu meşhur torbalardan birinden taze taze yepyeni çıkan Kentsel Dönüşüm yasası ile bu yasanın uygulanacağı kentlerde Kentsel Dönüşüm Başkanlığının artık boş olmayan alanları da rezerv alan ilan edebileceğini bir kez de ben duyurmak isterim.

Aslında 6 Şubat depremleri nedeniyle yıkılması gereken binaların yıkılamadığı, gerekli kentsel dönüşüm çalışmasının sürekli açılan davalar nedeniyle bir türlü ilerleyemediği gerekçe gösterilerek hazırlanan yasanın uygulanacağı en önemli illerden biri İstanbul, diğeri Bursa…

Kentsel dönüşümün hızla gerçekleşmesi mecburiyeti ve yapı stoğunun büyük bölümü depreme dayanıksız olan illerde sokaklara kurtarma ekiplerinin dahi giremeyeceği bir yapılanma söz konusu iken bu durumun değişmesi elbette lazım. Fakat işin içinde ciddi de bir adaletsizlik olduğunu düşünüyorum!”

Beşyol Kavşağının yapılmasına ihtiyaç duyulması durumu hasılken kavşağın yapımı için gereken kamulaştırma bedellerini ödemek istemeyen dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, bölgenin çöküntü bölgesi olmasından da yararlanarak önce şuyulandırma yöntemini uygulamaya koymak istemiş, konuyla ilgili açılan itiraz davalarının kazanılacağı sürece girildiğinde 6 Şubat Depremlerinin yarattığı endişe ile birlikte ‘rezerv alan ilan etme’ kolaylığı getirilir getirilmez de bu yöntemden yararlanarak bölgedeki vatandaşlar için geri dönülemez bir yola sokmuştu projeyi.

Beşyol esnafı ve yakın civardaki konut sahipleri, mülklerini ederinin çok altında fiyatlara belediyeye devretmek ya da kentsel dönüşüm alanlarından çok küçük paylar almak durumunda kalmıştı. Kentsel dönüşüme de nedense kavşak yapımından başlanmıştı.

Eskilerin bildiği meşhur Beşyol Kebapçısının bulunduğu bölgedeki yüksekçe bina hali hazırda zaten yapılıyor olduğundan o kısmı dikkate almıyorum, hatta burayla ilgili de yok hastane olacaktı, bunun için yerini bağışlayanlar olmuştu, sonra onlar da davalar açtı fakat haklarını alamadı gibi kısımlar sadece kulis bilgi. Doğruluğu kanıtlanmamıştır.

O dönem Beşyol esnafının sesine ses olan, İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu ve ekibi konunun üzerinde hassasiyetle dursa da şu anda Osmangazi Belediye Başkanı olan, bahsettiğim dönemde CHP Bursa Milletvekilliği yapan Erkan Aydın da konuyla hakkında ilgili bakanlığa bir soru önergesi vermiş ve İstanbul Caddesi’ndeki kentsel dönüşüm kapsamında Beşyol Kavşağı ve çevresindeki 240 bin metrekarelik alan için gelen şikayetlere dikkat çekerken, anlaşmaların zorla yapıldığı iddiasını da soruları arasına eklemişti. Gelin görün ki, kanun parmağı derin kesmişti, vatandaşın da boynu bükük kalmıştı.

Hali hazırda mevzuyla ilgili davalar devam ediyor, süreç tamamen sonlanmış değil, gelin görün ki, bahsettiğim bölgede bir kentsel dönüşüm binası göklere doğru çoktan yükseldi, kavşaktan dönerek yola devam etme alışkanlığı oluştu bile…

Anlayacağınız normalde vatandaşın mülkünün kamulaştırma yöntemi ile alınması sayesinde yapılması gereken bir kavşağın yapılması için ciddi bir mağduriyet yaratıldı. Tıpkı Hamitler çöplüğü ve Hamitler mezarlığında olduğu gibi kamulaştırma yapılması gereken yerlerde insanlar zora koşuldu. Hak arayışları mahkeme koridorlarında sürse de yargının geldiği ilginç durum sade vatandaşın hakkın almasına pek vesile olmuyor şimdilerde.

Dün toplantıda konusu geçince insanların hem evlerinden hem dükkanlarından olup aldıkları parayla taşınma bedelini dahi zor karşıladıkları bir ucube kiracılık dönemine geçerek canlarından, sağlıklarından, aile saadetlerinden olma hikayelerine bolca tanıklık ettiğimden, Başkan Bozbey’e her gün gelip geçtiği Beşyol Kavşağının yapımı sırasında alınan gayrimenkullerin de kamulaştırma ile belediyeye geçmediğini hatırlatmak istedim.

Şu anda Hatay Samandağ ve Antakya bölgelerinde depremzedeler nasıl kendi tapulu mallarına sahip çıkmak için kendini paralıyorsa ve yaşadıklarının bir mülk gaspı olduğunu iddia ediyorlarsa benzeri bir durum vakti zamanında Beşyol’da yaşandı. Rezerv alan ilan edilerek mülkiyet hakkının kutsallığının bozulması konusunda Sarı Öküz Beşyol Kavşağı oldu!

İşin özü şu; herkes kendisine sıra gelene kadar uygulanan politikanın doğruluğundan dem vuruyor, o dönemde de Beşyol bölgesi için ‘çöküntü bölgesinin ıslahı açısından’ denilerek konu çok doğruymuş gibi algılanmıştı, ancak sıra insanın kendisine geldiğinde, canı yandığında yapılanın haksızlık olduğunu görüyor. Çünkü bahsi olunan yerlere koca koca binalar dikiliyor, sizin aldığınız bir ev, onun da yarısı borç, onda da gönlünüz yok…

Mülkiyet hakkı kutsal mı?

Artık değil!

Değişimin ilk yılı: Bursa Büyükşehir’in Z raporu

Değişimin ilk yılı: Bursa Büyükşehir’in Z raporu

31 Mart 2023 tarihindeki yerel seçimlerin üzerinden bir sene geçtikten sonra Mudanya, Osmangazi, Gürsu Belediyelerinin yaptığı bir yılı değerlendirme toplantılarında sıra Büyükşehir Belediyesi’ndeydi.

Uzun bir geçmiş dönem muhasebesi ile başladı Başkan Bozbey konuşmasına.

2004’ten 2023’e kadar AK Parti tarafından yönetilen Bursa’da mantalite değişikliğinin bir anda oluşması beklenen bir durum değildi elbette ama Bozbey ve ekibine en çok yöneltilen eleştirinin “Bir sene geçti, somut bir çalışma yok ortada” olması da kafa karıştırıcıydı.

Bozbey, durumu belediyenin çoğunluğuna yeni yeni hakim olabildiklerini söyleyerek açıkladı. Yetmedi, ‘matruşka’ tanımını yaptı, yetmedi dün manşetlerde sıkça gördüğünüz ‘Çemişgezek’ benzetmesini yaptı. Yargıya intikal eden dosyalardan oluşan bir klasör ile de yeni bir mücadele alanının startını verdi. Bakalım, bu iddialar ile ilgili yargı nasıl bir aksiyon alacak…

Belediyecilik anlamında ‘mutat’ hizmetlerin bile ötelendiğini, seçim sonrasına bırakıldığını ve bu sebepten dolayı eleştiriler aldıklarını anlattı.

İsraftan yakındı, keyfiyetten şikayet etti. Bir bakıma haklıydı da.

Göreve geldikten sonra bir anda Büyükşehir’in elinden alınan projeleri, iptal edilen işleri ve kesilen cezaları gördük.

Ancak yine de karşı tarafa ‘yaylım ateşi’ kısmı bu kadar uzun sürmemeliydi diye düşünüyorum. Zira, neredeyse her aylık değerlendirme toplantısında en az bir kez değinilen konulardı bunlar.

Kendi tabiriyle ‘Komaya giren bir belediyeyi elektroşokla hayata döndürdüklerini’ anlattı Başkan Bozbey. BUSKİ’nin akıl almaz borcunu tekrar etti, şirketlerin borçlarını ise kapatmaya başladıklarını söyledi. Yıllardır borç batağı içerisinde olan Bursa için bu elbette güzel bir gelişme.

Ek olarak, biz de Bozbey’in sözleri üzerine soralım: Bir belediye neden baraj yapmak için yurtdışından kredi alır? Bir belediye neden kendi kendine stadyum yapar?

Yıllardır tarım-turizm-sanayi üçgeninde ‘her şeyden biraz’ düsturu ile hareket eden bir şehir var önümüzde. Her şeyden biraz olunca hiçbir şeyden tam olmadığını anlamadık, anlamıyoruz.

‘Hayata geçirilenler’ kısmında bol bol sosyal etkinlik gördük Bozbey belediyeciliğinin alameti farikası olarak. Kalabalık ve coşkulu milli bayramlar, festivaller, kandil akşamları tatlı ikramları, Ramazan ayında iftar sofraları…

Bursa’yı tıpkı Bursaspor gibi bir lig yukarı taşıdıklarını ifade etti Başkan Bozbey. Bundan sonraki süreçte çalışmaların hızlanacağını ve hayata geçirileceğini söyledi.

Bu açıklamalar bir yılını dolduran ve Büyükşehir gibi önemli bir koltuğa ilk kez oturan bir isim için kabul edilebilir argümanlar. Muhalefetin elindeki belediyelere yargı eliyle ve iktidar vasıtasıyla nasıl aba altından sopa gösterildiğini biliyoruz. Bazı projeler bitmek istese de bitemiyor. Kimisi Ankara’dan dönüyor, kimi yetkilinin telefonlarına ulaşılamıyor falan…

Kimisi de Üniversite-Görükle hafif raylı sistem hattı gibi oluyor. Açılışı yapılıyor, müjdesi veriliyor ama kendisi görünmüyor!

Gelelim bir diğer noktaya:

Başkan Bozbey’in toplantısının mottosu ‘Değişimin İlk Yılı: Birlikte Başardık’ idi. Bozbey’in ilk yılının bitiminden hemen sonra 23 Nisan’da İstanbul’da meydana gelen sarsıntı ve komşumuz Kütahya’da peşi sıra olan depremler, en hızlı değişen şeyin zaman olduğunu ortaya koyuyor bir kez daha.

Zaman geçiyor, belki de zaman tükeniyor.

Her konuşmada dile getirilen o riskli yapı stoku ile ilgili çalışmalar konusunda somut bir adım ortaya konması gerekiyor.

Bursa belediyeciliğinde bir bölüm sonu canavarı halini alan ‘Altıparmak Kentsel Dönüşümü’ için, Yıldırım için, şehrin diğer çöküntü bölgeleri için harekete geçilmesi gerek.

Bursa’nın kronik sorunlarından biri haline gelen trafik yoğunluğu ile ilgili çalışmalar yapılması gerek.

Tüm bunlar için ortak akıl kavramını devreye sokmak gerek.

Slogandaki ‘birlikte başarmak’ ifadesi belki o zaman daha anlamlı olur…

Kıskaç altında belediye yönetmek…

Kıskaç altında belediye yönetmek…

Başarısını yerel yönetimler üzerinden kurgulayan AK Parti, merkezi hükümetin de başına geçince yaptığı en önemli icraatlardan biri gücü yerel yönetimlerin elinde toplamak oldu. Yerel seçimlerdeki sınavı nasıl kazanacağını son derece iyi bilen, gücü yerel yönetimlerin elinde topladıkça bu sınavı kazanmak için elini daha da güçlendiren ve 23 yıl gibi uzun bir süre kırılması zor bir zincir oluşturan iktidarın yerel yönetimler üzerinden kurguladığı başarı senaryosu yine yerel yönetimlerin hakimiyetini elinden kaçırmaya başlamasıyla son bulma yoluna girdi.

2024 yılı 31 Mart tarihi itibariyle AK Parti’nin kalelerinden biri olan Bursa’nın yönetimi CHP’li bir belediye başkanına geçti. İş sadece Bursa’da yönetimin el değiştirmesi ile de kalmadı, yerel seçimlerin sonuçları açısından değerlendirildiğinde vatandaş ülkenin birinci partisi olarak CHP’yi tercih etti.

Kısa bir toparlanma dönemi geçiren AK Parti şimdilerde belediye başkanlarına karşı kullandığı yargı sopası ile endişe verici bir oyun oynuyor tam da bu yüzden.

Özellikle İstanbul üzerinden yürütülen soruşturmalar, tutuklamalar, gözaltılar silsilesinin bir biçimde Bursa’ya sıçraması bekleniyordu zaten.

İlk olarak AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Temmuz Ayında Mudanya Belediyesinin faaliyetlerini incelemek üzere Bursa’ya düzenlediği gezinin ağırlama faturası üzerinden Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e suç duyurusunda bulundu.

Şimdilerde çok daha başka şeyler konuşuluyor, yazılıyor, çiziliyor…

Haliyle bugün düzenlenen ‘Bursa Büyükşehir Belediyesi Mustafa Bozbey Başkanlığında bir yıl içinde neler yaptı’ başlıklı toplantı benim için çok önemliydi.

Bozbey’in konuşma metnindeki sayfa sayısını görünce toplantının en az iki saatlik kürsü konuşmasından oluşacağı tahmin ediliyordu zaten. Merak edilen ise bu iki saat içinde ‘bir yılda yaptıklarım’ başlığı altında neler anlatılacağıydı.

Hemen aydınlatayım…

Toplantının kürsü konuşması bölümü yaklaşık iki buçuk saat sürdü. İlk bir saat 45 dakikalık bölümde aslında bir yıldır Başkan Bozbey’in her konuşmasında birkaç ayrıntısını öğrendiğimiz ‘Bursa ne kadar kötü yönetilmiş’ temasına bağlı kalındı.

Bozbey’in toplantılarına ilk kez katılanlar için dinledikleri şaşırtıcı ve bilgilendirici olabilir, ancak benim gibi Bursa Büyükşehir Belediyesinin toplantılarını takip etmeye çalışan basın mensupları için pek çok kez tekrar edilmiş olan, defalarca yazılan bu bilgiler ‘Bir yıldır neler yaptık’ toplantısının girişi için fazlaca detaylıydı.

Ayrıntıları mutlaka haber merkezleri tarafından hazırlanan metinlerde göreceksiniz. Mustafa Bozbey’in; ‘Koskoca Bursa Büyükşehir Belediyesi adeta Çemişgezek Belediyesi gibi yönetmişler. Öyle bir başıbozukluk. Birimlerin birbirinden haberi yok. Biz göreve geldiğimizde 6 ay içinde belediyeyi elimize alırız, olanı biteni kavrarız diye düşünüyorduk, bugün geldiğimiz noktada belediyenin yüzde 90’lık kısmına hakim olduk belki, ama yüzde 10’luk kısım hala incelememizde’ sözleri bence durumu özetliyor.

Pek çok görevi kötüye kullanma, usulsüzlük, yolsuzluk dosyası yargıya intikal etmiş durumda. Ancak biliyoruz ki, yargının bazı durumlarda hiç acelesi olmazken bazı durumlarda akşamdan sabahı bekleyemediği günleri yaşıyoruz. Bu kez nasıl bir tutum takınılır bilinmez, fakat Bozbey kürsüden yargıya intikal eden dosyaların olduğu kocaman bir klasör gösterdi bize.

Hani biz de naçizane gereğinin yapılmasını arz ederiz.

Buraya kadarki kısım haklı, fakat icraatlardan bahsetmediği için alakasız bir bölüm olarak kaldı aklımızın bir kenarında.

Neredeyse iki saate yaklaşan kötü yönetim faslından sonra biz aslında şikayet etmiyoruz, sadece bunların Bursa halkı tarafından bilinmesini istiyoruz diyerek durumu neden anlattığını ifade eden Bozbey, ‘Bu kentte gerçekten bir hesap sorulacaksa önce geçmişe, kendi yönetimlerine baksınlar. Bizim verilemeyecek hesabımız yok. Kamu kaynaklarını kamunun yararına kullanan projeler üretiyoruz’ diyerek anlattı biraz da meramını.

İlk iki saatin ardından gelen ‘Neler yaptık?’ faslının ana temaları ise şöyle; ‘Tasarruf ettik, borçları azalttık, eşitliği sağladık, adaleti sağladık, özgürlüğü sağladık, belediyemiz tıkır tıkır çalışıyor…’

Temel atma ve açılış törenlerindeki azalma nedeniyle gelen eleştirilere şöyle bir yanıt da geldi kürsüden; ‘Ağaç gölgesine yapılan düzenlemeye de temel atmayın yani, o kadar da değil…’

İnsan beyni böyle uzun toplantılarda minik şakalar da yapıyor, bilenler aşinadır. Aklıma gelen taksi durağı açılışı görüntüsünü hemen bir kenara koyup toplantının ciddiyetine odaklandım doğrudan…

Bu kadar kötü yönetilmiş, bu kadar eksikli, bu kadar hizmetten yana fukara kalmış ve sorunları içinde yuvarlana yuvarlana boğulmak üzere olan bir şehir haliyle son derece iddialı söylemlerle başkanlık koltuğuna oturan başkanlardan ciddi icraatlar bekliyor.

Hemen söyleyeyim, şehrin ulaşım sorununun çözümü için atılmış gözleri parlatacak bir adım yok.

Deprem kuşağı üzerinde olduğunu yakın geçmişinde öğrenmiş, ancak bu öğrenciliğin ardından kendisine hiçbir yatırım yapılmadığından kafasına göre yaptığı kentsel dönüşümlerle dönüşüp de neye benzediği pek belli olmayan, bugün geldiğimiz noktada hangi binaya, hangi kuruma güveneceğini tam kestiremeyen Bursa için ne dişe dokunur bir kentsel dönüşüm planı var ortada, ne de 2050 vizyonlu Çevre Düzeni Planı için gelinen nokta umut vadeder halde.

En çok soru cevap bölümünü beklediğinizi biliyorum.

Gündemi yakalayan iki soru vardı; biri; Gazeteci büyüğümüz Tayfun Çavuşoğlu’nun yönelttiği; ‘Mustafa Bozbey görevden alınırsa yerine kim gelebilir?’ sorusuyla başlayan araştırmaya yönelik başkanın düşüncelerinin neler olduğunu öğrenmeye yönelik soruydu.

“Benim de kulağıma böyle bir söylenti geldi. Tabii Bursa tercihini 2004 yılında sandıkta ortaya koydu ve bu sandıkta bizim sorumluluğumuzdur. Bursalılar verdiği görevi sonuna kadar sürdürmek de benim sorumluluğumdur, hiç kimse merak etmesin. 20 yıl boyunca bu kente yönetenler belli, biz de buna 20 yıl boyunca saygı duyduk. Herkes saygı duydu. Biz hiç kimseyi ötekileştirmedik, herkese eşit hizmet verdik ve bu şekilde yönetiyoruz. Bursa’yı böyle ayak oyunlarıyla Bursalının kandırılacağını düşünenler çok büyük bir yanılgıya düşerler. Bursa’nın iradesine Bursalı sahip çıkıyor, çıkmaya da devam edecektir. Ben bunu duydum ama inanamadım, tabi umarım yanlıştır. Umarım böyle bir şey yoktur, varsa da Allah’tan korksunlar, kuldan utansınlar. Başka da bir şey diyemiyorum” dedi yanıt olarak Bozbey.

Başka Gazete Genel Yayın Yönetmeni Yaman Kaya’nın, “Sosyal medyada bir iş insanı, sizin Nilüfer Belediye Başkanlığı döneminizle ilgili bazı iddialar ortaya attı. Bu iddialarla ilgili bir açıklamanız olacak mı?” sorusuydu

Vallahi adı geçen şahsı herkesi tanır, Bursa da tanır. Aldığı cezalar da tescillenmiş durumda; ne iş yaptığı da belli. Ancak o kişiyle benim hiçbir alışverişim yok. Benim desteğim olmuştur, arkadaşlarım da bilirler, ama bir menfaatim asla söz konusu olmamıştır.

Çok net bir şekilde söylemek istiyorum; yaptığı şey tamamen iftiradan ibaret. Kendisine başka bir zemin hazırlıyor, artık o kamuoyunun takdirine kalmış. Ama o ifadelerin hiçbiri gerçek değil ve tamamen iftiraya dayalı.

Bunu da tabii kendisini kurtarma peşinde olabilir. Daha da net bir şey söyleyeyim: Bana geldi, dedi ki, ‘Abi, bana iş verir misiniz?’ Ben de yanıt olarak ‘ihaleye orada girersin, adam gibi yaparsan paranı alırsın’ dedim. Bu şekilde birkaç kez geldi, onun dışında bir diyaloğumuz da söz konusu değil. Ancak buna sarılanlar oldu, bu söylemlere sarılanlar oldu. O kişiyi herkes tanıyor, onun tabiri var aslında, ama ben ona gerek görmüyorum. Ancak bu işten kimse medet ummamalı; hakikaten hem zamanını boşa harcar. Bunlar çirkin şeyler, kendini küçük duruma düşürmesin. Şöyle bir geriye baktığınızda yaşananlar, birçok şey onlardan sarılma şeyi olabilir ama sarılması da mümkün değil. İftira ile işimiz yok” dedi Bozbey.

Anlayacağınız Bozbey’in Matruşka gibi birinin içinden başka sorun onun içinden de başka bir sorun çıkıyor diyerek tarif ettiği Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde usulsüz yapılan işlerden, el koyulan gelirlerden, el koyulan taşınmazlardan başını kaldırabilmiş değil henüz yeni kadrolar. Merkezi Hükümet tarafından giderek sıkıştırılan bir kıskacın içinde mevcudu koruyarak ve özgürlük alanlarını genişleterek belediyecilik yapmaya çalışıyor. Bir yandan da uyumlu çalışma kısmı var tabi işin.

Yakın bir gelecekte Bursa Planlama Ajansı’nın çalışmaları hakkında bir toplantı düzenleyerek Bursa Basınının bilgilendireceğini umuyorum.

Üç saatin sonunda bu umutlarla ayrıldık salondan…

 

 

1948 yılından bugüne

1948 yılından bugüne

Oyuncu kadrosu Aspera Sahne’de oynadıkları SABAHATTİN ALİ / Yol ve Ötesi oyunundan sonra izleyiciler ile bir söyleşi yaptı… Usta Oyuncu Orhan Aydın söyleşide 52 yıldır sahnede olmasının gerekçesini, şöyle bir cümle ile ifade etti;

‘Tiyatro akıl zenginliği yaratır.’

Anadolu’nun dört bir yanı, antik amfitiyatrolarla bezelidir. Kadim coğrafyamızın, ülkemizin kültüründen geleneklerinden kaynaklanan akıl zenginliği herkesçe malum.

Gelgelelim bu zenginliği ortaya çıkaran yazarlarımıza, şairlerimize, sanatçılarımıza hep bedel ödetilmiş.

Yok sayılmışlar, yoksulluklar sürgünler, hapislikler yaşamışlar.

Hatta öldürülmüşler.

Sabahattin Ali de onlardan biri…

Aspera sahnede oynanan SABAHATTİN ALİ / Yol ve Ötesi; Sabahattin Ali’nin ölüme giden yolculuğunu ele almış.

Belgesel olmayan, kurgusal bir senaryo ancak gerçeklere dayanıyor.

Geçtiğimiz günlerde MİSAFİR KOLTUĞU programına konuk ettiğimiz tiyatro sanatçısı Onur Coşkun da yer aldığı oyuncu kadrosu, muhteşem bir performans ile salonda, 77 yıldır süren ve hiç dinmeyecek toplumsal bir sızıyı canlandırdı…

O soruyu yine sorarken bulduk kendimizi;

Sabahattin Ali’yi kim öldürdü?

1948 yılı…

Kürk Mantolu Madonna romanı yazılmış. Kuyucaklı Yusuf romanı ve diğer eserleri Türk edebiyatına yeni bir soluk olmuş.

Sinop Cezaevi’nin denizi duyan, ama görmeyen pencerelerinden

“ Dışarda deli dalgalar

Gelip duvarları yalar

Seni bu sesler oyalar

Aldırma gönül aldırma “

Şiiri yazılmış. ancak Türkiye için  cesur bir meydan okuma türküsüne dönüşeceği henüz bilinmiyor.

Sabahattin Ali yurt dışına kaçmaya çalışmaktadır. Çünkü yalnızca yazdıkları yüzünden 110 yıl hapis cezası alma ya da öldürülme tehdidi altında yaşamayı daha fazla göze alamaz.

O 1948 yılının uğursuz bir gününde başlayan yolculuk Sabahattin Ali’nin haince katledilmesi ile son bulacak.

Sonraki yıllarda da Cumhuriyetimizin karabasanı olacak faili meçhul siyasi cinayetlerin ilkidir Sabahattin Ali’nin öldürülmesi. Mezarı yoktur. Kızı Filiz Ali Istranca Dağları’nda bir kayaya babasının

“Başım dağ saçlarım kardır

Deli rüzgârlarım vardır

Ovalar bana çok dardır

Benim meskenim dağlardır “

dizelerini yazdırmıştır.

SABAHATTİN ALİ / Yol ve Ötesi oyunu, salonu bir yandan kara mizah öğesi replikle gülümsetirken öte yandan öfke ve hüzünle koltuklarında kımıldayamaz hale getiriyor seyirciyi.

Şüphesiz bunda canlı performans ile sahnelenen müziklerin büyük payı var.

Müzikler Dengin Ceyhan’a ait. Hamasete kaçmadan, gerçeklere dayalı böylesi güçlü bu senaryoyu yazan aynı zamanda oyunun yönetmeni Erkan ÇELİKOL önemli bir işe imza atmış. Keyifli bir tiyatro akşamı yaşandı Aspera Sahne’de.

En önce de özel tiyatroları desteklemek için tiyatro hayatımıza dâhil etmek şart.

Bu destek edebiyata, kültüre, ülke geleceğine katkı vermek isteyen herkesin görevi olsa gerek.

Çünkü sanat, hayatı değiştirmek dönüştürmek için en güçlü direnme biçimi.

Veteriner hekimler dertli…

Veteriner hekimler dertli…

‘Bilim kurgu filmlerindeki saf kötülük dönemlerini yaşıyor gibi hissediyorum’ dedi bugün çok sevdiğim bir veteriner dostum. ‘Öyle bir zamandayız ki, bugün veteriner hekimler, doktorlar, avukatlar gibi komplike işler yapanlar değil sadece, bahçesinde maydanoz yetiştiren amcalar bile hallerinden şikayetçiler’

İçinde bulunduğumuz durumu öylesine iyi tanımlıyorduk ki, alıp kullanmak istedim…

Dünya Veteriner Hekimler Günü vesilesiyle bir dizi etkinlik yapılıyor Bursa’da birkaç gündür.

Emekli Veteriner Hekimler Derneği’nin, yaşadıkları hak gasplarını gündeme taşımak için Çanakkale’den başlattıkları yürüyüşün üçüncü durağı olarak seçilen Bursa’da şimdinin çalışan veterinerleri geleceklerini misafir ettiler mesela.

Emekli veteriner hekimlerin kamudan emekli olmaları halinde 16 bin 43 lira olan SSK ve BAĞ-KUR’dan emekli olmaları halinde ise asgari ücretin altında kalan maaşları ile yaşadıkları yoksulluğa dikkat çekildi en çok bu buluşmada.

Bursa Veteriner Odası Başkanı Melike Baysal veteriner hekimlerin sağlık çalışanı haklarından yararlanamamasına dikkat çekti.

Aslında ülkemizde 2019 yılı ocak ayına kadar devletten emekli bir veteriner hekim ile yine devletten emekli olan bir beşeri hekim aynı maaşı alıyordu. Ancak 2018 yılında yapılan bir düzenleme ile sağlık sınıfı çalışan olmasına karşın emekli veteriner hekimler kapsam dışı bırakılarak üvey evlat muamelesi görmeye başladı.

Bugün yapılan basın açıklamasında ise mesleğin sorunlarına değinildi.

Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal; “Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü yalnızca mesleğimize değil, hayvancılığa, hayvansal gıda arzına, aşı ve serum üretimlerine, enstitülere de zarar vermiştir. İlk ve en önemli sorunumuz, kanunlar karşısında ve dünyada sağlık sınıfı bir meslek iken Türkiye’de sağlık sınıfı dışında bırakılmamızdır. Oysa 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu,   657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 992 sayılı Bakteriyoloji ve Kimya Laboratuvarları Kanunu, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda Ve Yem Kanunu, 6343 sayılı Veteriner Hekimliği Mesleğinin İcrasına, Türk Veteriner Hekimleri Birliği İle Odalarının Teşekkül Tarzına Ve Göreceği İşlere Dair Kanun, 5393 sayılı Belediye Kanunu 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi kanunu veteriner hekimlerin tereddüte meydan vermeyecek şekilde açıkça sağlık mensubu olduğunu belirlemektedir.” şeklinde konuştu.

Veteriner Hekimlerin tek sorununun sağlık çalışanı haklarından yararlanmamak olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Yazımın başında da belirttim. Kötülüğün hüküm sürdüğü bir dönemi yaşıyor gibiyiz, dolayısıyla veteriner hekimler de tüm ülkenin üniversite mezunu gençleri gibi işsizlik sorunu ile karşı karşıya.

“Devlet uzun yıllardır mezunların sayısı ile orantılı bir şekilde atama yapmadığı için yeni mezun her veteriner hekim muayenehane açmaya yöneliyor.

Serbest veteriner hekimliğin en önemli sorunlarından biri toplumumuzu çok yakından ilgilendirmekte. 2004 yılında gıda değeri olan hayvanlar olan büyük hayvan kliniklerinin Bursa’daki tüm kliniklere oranı %76 iken 2024 yılında bu oran %16’ya düşmüştür. Meslektaşlarımızın kliniklerini kapatması ya da yeni kliniklerin açıklamamasının nedeni küçük ve orta ölçekli aile işletmelerinin yok olma noktasına gelmesidir” diyor Baysal açıklamasında.

Tamamen ticari amaçla kurulan bu büyük işletmeler zarar etmeye başladığında hiç vakit kaybetmeden, işletmelerini kapatma, hayvanları kesime gönderme yolunu seçiyorlar. Dolayısıyla hem maddi kayıplar hem de hayvan kayıpları yaşanıyor ülkemiz adına.

Son olarak güya hayvanları korumak için çıkan, ancak kapalı kapılar ardında özellikle belediyelerde çalışan veteriner hekimlere sahipsiz hayvanların öldürülmesi yolunda tehditler savurulması noktasına varan, bu yolu tercih etmeyen ve direnen her barınak ve bakım evinin de ciddi bir tıkanma yaşamasına neden olan yasaya değinmek isterim.

Sahiplendirme ya da hayvan vefatı gibi durumlar dışında aldıkları hayvanları bırakma şansı olmayan barınak ve bakım evlerinin tamamı kapasitelerini doldurmuş durumda. Dolayısıyla kısırlaştırma yapmak için dahi hayvan alamıyorlar, çünkü kısırlaştırdıkları hayvanı dinlendirecek yerleri olmadığı gibi aldıkları durumda bu hayvanı sahiplendirme ve vefat dışında bırakmaları da yasa tarafından engelleniyor.

Böyle olunca da sokaklarda kısırlaştırılmamış, dolayısıyla üreme kapasitesi mevcut hayvanlar dolaşıyor. Köpekler için bir doğum en az 5-6 yavru demek olduğundan popülasyonun artması kaçınılmaz görünüyor.

Veteriner hekimleri kanunlar ile vicdanlar arasına sıkıştıran bu yasada işin tuzu biberi oluyor ki, mesleğe kattığı tat hiç öyle memnun olunacak gibi değil…

Plan önemli; kime göre, neye göre…

Plan önemli; kime göre, neye göre…

Bursa’da da beşik gibi sallanarak hissettiğimiz o korku dolu dakikalarda Uludağ’da Bursa Ticaret ve Sanayi Odası ve Bursa Business School işbirliğiyle gerçekleştirilen Uludağ Dirençli Kentler Zirvesi yapılmaktaydı. Konular arasında; kentleşme, sanayi, finans ve kentsel dönüşüm başlıkları yer alıyordu.

Öncelikle bu kıymetli toplantının yapıldığı binanın yakın geçmişini bir hatırlayalım…

Tarım ve Orman Bakanlığı 2014 yılında Bursa Orman Bölge Müdürlüğü kanalı ile uzun süredir metruk halde duran binayı BTSO’ya ihale etmiş ve binanın restore edilerek Yaşam Boyu Eğitim Merkezine dönüştürüleceği açıklanmıştı. BTSO’nun bölgede yaptığı çalışmaların sadece restorasyondan ibaret olmadığı, yapı alanının yüzde 150 yani iki buçuk kat artırıldığı iddiaları çevreci pek çok platform tarafından uzun süre gündemde tutulmaya çalışıldı, ancak bu çabalar pek az kişinin dikkatini çekti.

Bu süreçte elbette ağaçlar kesilmiş, endemik türlere zarar verilmişti yine iddialara göre. Konuya Akademik Odalar da müdahil olmuş gerekli girişimlerde bulunmuştu.

2023 yılının Haziran ayında maliyetlerdeki artış nedeniyle projeden vazgeçildiğine yönelik haberler yer aldı basında, hemen ardından anlaşılan bir tür devirle tesisin Bursa Business School olarak Swissotel markası altında kapılarını açacağı müjdesi verildi…

Yaşam Boyu Eğitim Merkezinden bir otele dönüşen eski sanatoryum binasının giriş kapısına daha yakın konumda bir pist oluşturulması ve bu pist oluşturulurken Milli Parklar Kanununa uygun hareket edilmemiş olması, süreç içinde endemik türlere zarar verilmesi falan hiç girmediğim konular olarak kalsın kenarda.

Hayli manidar bir yapıda hayli manidar bir konunun gündeme alındığı günün üstüne bir de deprem olup yine tüm oklar İstanbul ile birlikte Bursa’yı işaret edince konuşulanlara kulak kabartmamak olmazdı.

Açılış konuşmasında Bursa’nın birinci derece deprem kuşağında yer aldığına dikkat çeken BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay, mekansal planlamanın önemine vurgu yaparak; “Geçmişteki hatalardan ders çıkararak geleceğimizi daha bilinçli ve planlı bir şekilde inşa etmek hepimizin ortak sorumluluğudur” sözleri ile hepimizin yapılmasını dört gözle beklediği 2050 vizyonlu 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planını işaret etti.

Burkay’ın planlama konusunda ne kadar hassas olduğunu yine yakın geçmişten hepimiz biliyoruz sanırım. Bursa ile ilgili planlarını uzun süre anlatmıştı Bursa kamuoyuna.

Doğru da bir bakış açısı, insan planlamadığı bir süreci yönetemez. Hayata bir satranç oyunu gibi bakanların günün sonunda karlı çıkacağı muhakkak.

Burada karlı kelimesinin altını kalın kalın çizmek isterim.

Fakat gelin görün ki, diğer taraftan hayat bir oyun değil…

Planlıyoruz da kime göre neye göre…

İşin bir de bu yanından bakmak lazım…

Elbette sanayiciler kendi alanları olan sanayiyi planlamak istiyorlar. İbrahim Burkay da iş dünyasının dönüşüm için hazır olduğunu dile getiriyor her fırsatta. Zirvede yaptığı konuşmada da; “Ortak akıl önemli ama bazen üst akıl da gerekli. Bursa’nın yaşanabilir bir kent olması için bir bedel ödenmesi gerekiyorsa, biz o bedeli ödemeye hazırız.” sözleri ile bu konudaki kararlılığını ortaya koydu.

Ben nasıl bir bedel ödeyeceklerini anlayamadım, ama sanırım BTSO Başkanı Burkay’ın ima etmeye çalıştığı kararlılığın resmi adının yeni bir KOBİ OSB olduğunu anlamayan kalmamıştır.

Şimdi şu noktada anlaşalım; Bursa’da 8 bin dolayında düzensiz sanayi tesisi olduğu tahmin ediliyor. Bu tesislerin çeşitli tehlikeler barındırdığı da bir gerçeklik. Mümkün olsa herkes bahsi geçen bu 8 bin tesisi düzenli bir sanayi bölgesi çatısı altında toplamak ister mi?

İster…

Gelin görün ki, şimdiye kadar OSB’leri bir çatı altıda toplamak için başlatılan hiçbir girişim başarı ile sonuçlanmadı bu şehirde. Hattı zatında OTOSANSİT ve Çataltepe karşımızda duruyor. Çataltepe bir sorun yumağı, OTOSANSİT boş…

Taşınması beklenen 8 bin işletme de hala yerlerinde.

Hadi buraları doldurun desem ortada kimse yok…

BTSO, kent içinde faaliyet gösteren 5 bin işletme sahibinden, yerlerini boşaltacaklarına dair muvaffakiyet almış.

Bu konuyu da konuştuğumuzu hatırlıyorum Makine Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ahmet İhsan Taşkınsel ile…

Tam olarak şöyle söylemişti; ‘Bu işletme sahiplerinin çoğu bulunduğu yerde zaten kiracı!’ Hasılı kelam yan dükkana geçmek bile onlar için yerini boşaltmak muvaffakiyetini yerine getirmek olacak.

Haaa… Gel seni götürelim Çataltepe’ye desen gelen olur mu?

İşte işler burada karışıyor zaten…

Burkay’ın “Ulaşımı kolay olması kaydıyla KOBİ OSB’nin yerini siz belirleyin” cümlesini ise etrafta bu kadar çok sanayi bölgesi oluşturma çabası varken ve bu sanayi bölgelerinin her birinin yerini çok önceden oralardan arsa, tarla toplayan sanayiciler seçmişken pek de samimi bulmuyorum doğrusu.

Daha iki gün önce Soğuksu mevkiinde altyapı çalışmaları için harıl harıl uğraşıldığını Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin kendilerine gelen ihbarlar üzerine yaptıkları bir ziyaret sonucu tespit ettiklerini yazdım.

Buradan hareketle, deprem çok büyük bir tehlike, şehrin kentsel olarak dönüşmesi ve dirençli hale gelmesi hakikaten ciddi bir meseledir. Rica ederim başka emeller için bu iki önemli kavramı kullanmayalım…

Bir de siz sallanmayın rica ederim…

Bir de siz sallanmayın rica ederim…

Ne zamandır beklenenin simülasyonu biçiminde bir deprem yaşadık, yüreğimiz ağzımızda…

Yazımı yazarken yakalandığım, oturduğum sandalyeden kalkamadığım, sadece dolapların ve duvarların sesini dinleyerek korkuma korku kattığım, aklım başıma gelince de çocuklarla birlikte hızla toparlanıp pijama, telefon, cüzdan, anahtar bir de kedi eşliğinde kendimi kapının önüne attığım bir hengame…

Arada neyi düşündüğümü söylesem bana çok güleceksiniz; ‘Bursa’nın hala planı yok, kentsel dönüşüm konusunda atılmış ciddi bir adımı yok’ konuşmaları geçti kafamdan…

Allah akıl fikir versin…

Şehrin geleceğiyle ilgilenen 4 bilemedim 5 bin kişilik kalabalığın da aklından benzeri şeyler geçmiştir ve geçiyordur eminim.

Bir gün önce Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek ile şehrin planının hazırlanması ile ilgili çalışmalarda hangi aşamaya gelindiğini konuşmak için minik bir toplantı yapmıştık.

Teker yuvar ilerleyen, ömrünü çoktan dolduran 2020 Çevre Düzeni Planının revizyonları ile yön verilen, gidişatın iştahı ile hareket edenlerin durumu fark etmesiyle artık belediyelerin de devre dışı bırakıldığı Ankara merkezli planların geleceğimiz hakkında karar verdiği bir dönemden geçmekteyiz hala…

Hatırlarsınız seçimlerin ardından 3-4 aya yayılan bir tebrik ve kadrolaşma molası almıştı yeni belediye başkanları. 6 ay sonrasında da akademik odalarla ilk irtibat gerçekleşti. Yapıcı diyaloglar kuruldu, planın nasıl bir çalışma prensibi içinde nasıl bir mekanda çalışılacağına karar verildi. Geniş bir katılım beklentisi olduğundan bu geniş katılımı bölümlemek ve her bölümün etkisi çerçevesinde söz hakkı alabilmesi için bir çalışma şeması çıkarıldı.

Bursa Planlama Merkezi tarafından yürütülecek olan çalışmalara ağırlıklı olarak İstanbul ve Ankara’dan akademisyenlerin dahil edildiği bir grup ile hazırlanılacak, pek çok alandan da temsilciler katılım sağlayarak geniş kapsamlı bir konsorsiyum oluşturulacaktı.

Bir yılı doldurduk, nasıl ilerliyor plan işi?

Görünen o ki, toplantılar, istişareler, toplantılar, bilgilendirmeler, toplantılar, rapor sunumları, toplantılar… Şeklinde uzayıp giden bir liste var.

Ortada elle tutulur, gözle görülür, halka sunulabilecek bir şey yok!

7 Ekim tarihinde yazdığım yazımda şöyle bir çalışma tarifi bilgisi aldığımızı yazmışım:

“Adı Bursaplan olan Planlama Ajansının çalışma prensibi şöyle ilerleyecek; gruplar kendilerine verilen çalışma konuları üzerine 12 ay boyunca yoğunlaşarak çalışacaklar ve kalan 3 aylık süreçte elde ettikleri verileri bir araya getirerek bahsedilen planı oluşturacaklar. 2025 yılının sonlarına doğru planın tamamlanması bekleniyor. Bu iş için 88 teknik uzman ile birlikte 125 personel görev alacak. Gönüllü ordusunu saymıyorum elbette.

Aslında daha işin başında ilk düğmenin iliklenme aşamasındayız. Umarım aradan aylar geçtikten sonra ‘ilk düğmeyi yanlış iliklemiştik’ cümleleri ile dolu sitemli söz öbeklerine vesile olmayan bir çalışma gerçekleşir”

Bu yazının üzerinden 7 ay geçmiş.

Sonuç???

Ama sallanıyoruz ve ‘daha en kötüsü gelmedi, bu ne ki, bu sadece ön gösterim…’ içerikli yorumlar geliyor deprem uzmanlarından…

Peki aslında büyük bölümü çalışılmış, temel kurgusu oluşturulmuş Altıparmak-Çarşamba kentsel dönüşüm planı ne oldu?

Alinur Aktaş döneminde başlanan dönüşüm çalışması için gerekli tüm bilgiler toplanmış, bölge halkının buradaki konutları ile ilgili beklentisi dahil olmak üzere pek çok veriye ulaşılmış, bu veriler çerçevesinde bir kurgu oluşturulmuş, hava koridorları dahi düşünülüp yeşil koridorlar üretilerek geniş bir konsept belirlenmiş, bölge için ticari alanlar, konutlar, tarihi dokular, turistik noktalar, butik oteller, hatta bir güzel sanatlar fakültesinin dahil edilmesi planı üzerinde dahi büyük ölçüde uzlaşılmıştı.

Sonra 16 Eylül 2024’te yeni başkana yeri protokol denilerek bir protokol tazelenmesi de gerçekleştirildi.

Yapılması gereken mevcut hikayeyi kurgulayıp gözler önüne serecek projeleri bulmak için bir yarışma düzenlemek ve yarışmaya katılan eserler içinden seçim yaparak uygulamaya geçmekti…

Bir yılı doldurduk, Mimarlar Odası Bursa Şubesi bölgede iki kere mesleki inceleme gezisi yaparak bilgilerini tazeledi, eski mimarlardan yozlaşmanın içinde kaybolan tarihi miraslar hakkında bilgi aldı, yapılabilecekleri pek çok kez masaya yatırarak akıl süzgecinden geçirdi.

Nasıl ilerliyor plan işi?

Sahaya inildi mi mesela akademik kurul tarafından? İnceleme gezileri yapıldı mı?

Önceki çalışmaları bir kenara iterek her şeye yeniden başlama kararı alınmadı umarım!

Yarışma fikri konuşulup tartışıldı mı? Bununla ilgili harekete geçildi mi?

Hayır, biz sallanıyoruz da beşik gibi…

Mimarlar Odası Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek, Altıparmak-Çarşamba bölgesindeki dönüşüm projesinin yaklaşık bir yıldır durduğunu söyledi dünkü toplantımızda; “Bursa’nın bir deprem gerçeği ile karşı karşıya olduğunu unutmayalım, bu şehirde kişisel çıkarlar yerine şehircilik, insanlık ve gelecek adına doğru kurguların talep edilmesi gerekiyor, bu bölge durmamalı. Büyükşehir bu süreci takip etmeli. Burası Bursa’ya tekrar değer katmalı, çevresiyle birlikte cazibe merkezi haline gelmeli” diyor.

Sürecin durma noktasına gelmesinin nedenini de şöyle açıklıyor;

“Seçimlerin ardından yeni yönetimin kadro yapılanmasını beklerken süreç ilerleyemedi. Yeni protokolde paydaş odalar ve kurumlar eklendi. Eklenen her paydaşa gelişmeler en başından anlatıldı. Hatta önceki dönemde yapılmış çalışmaları yok sayıp her şeye tekrar başlamak dahi konuşuldu. Sonunda projenin kurgusuna en baştan tekrar başlamak yerine, gelinen aşamadan devam edilmesine karar verdik. Ancak tüm bunlar zaman kaybı oldu”

Bakın bu iş ciddi, sallanıyoruz…

Ben bu yazıyı yazarken bir kez daha sallandık…

Bir de siz sallanmayın rica ederim…

Şimdi İstanbul’un yaşadığı tehlikeyi anlatanlar Bursa’ya dönüp bakmıyor. Fakat buradaki tehlikenin hepimiz farkındayız. İş işten geçtikten sonra yitip giden canların hesabını vermek zor olur…

 

Çocukların elinden sadece bayramlarını almadık

Çocukların elinden sadece bayramlarını almadık

23 Nisan benim çocukluğumdan bu yana büyük bir heyecanla ve büyük bir adanmışlıkla sadece çocukların ön planda olduğu bir gün olarak kutlanırdı.

Zaman içinde var olan tüm neşesini kaybetti.

Önce tüm halkın dahil olduğu törenlerden uzaklaştık, dünya çocuklarını misafir ettiğimiz, günler süren karnaval havasındaki kutlamalara son verdik, ardından sadece sosyal medyada birkaç paylaşımla geçiştirdiğimiz ve okul bahçelerine sıkışmış gösterilerden ibaret bir güne dönüştürdük Koskoca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara adadığı bu önemli günün kutlamasını. Şimdi sebebini bile hatırlamadığım antin kuntin bir bahane bulunmuştur mutlak tüm bunlar için, mutlak haklılardır, haksızlardır dersek ne büyük ayıplar etmiş oluruz kestiremiyorum bile…

Biz büyüdükçe ve içinde kaynadığımız kazanın suyu ısındıkça anladık menüde hangi yemeğin olduğunu, büyüdükçe anladığımız başka bir şey de bu ülkede çocuk olmanın ne kadar zor olduğu, yıllar içinde kolaylaşması gerekirsen giderek daha da zorlaştığıydı.

Giderek buruklaşan bayramlar, çocukların acı çektiği bir ülkede daha da hüzünlü olmaya başladı.

Bundan önceki pek çok yılda olduğu gibi 2025 yılında da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na kara bir tablo ile girdi ülkemiz çocukları.

Bu köşeden sıklıkla yazdık, yaşanan ekonomik krizin en büyük mağdurlarının çocuklar olduğunu, ülkede milyonlarca çocuğun göz göre göre açlığın, yoksulluğun ve eğitimden yoksun olmanın pençesine itildiğini.

Biraz da istatistikleri, devletin verilerini konuşturma zamanı…

Benim çocukluğumun bayramlarında şarkılarla, danslarla anılan çocukluk günümüzde iş cinayetleri ile anılır oldu. 2013-2024 döneminde en az 742 çocuk, çalıştığı işyerinde meydana gelen iş kazalarında hayatını kaybetti. Bu çocukların 234’ünün 0-14 yaş arasında, 437’sinin ise 15-17 yaş arasında olduğu elimizdeki istatistik bilgilerde mevcut.

Devletimin en güven veren kurumu olan TÜİK’in doğru verileri arasında sayabileceğim şeyler elbette ülkenin yüzkarası verileri. Bu verilere dayanarak 15-17 yaş arasındaki çocuklarda işçilik oranı, 2023 yılına oranla 2,8 puan artarak 2024 yılında yüzde 24,9’a yükseldi diyebiliriz ve doğru orantı ile ilerlersek, çocuk işçilik oranının 2025 yılında daha da artacağını söyleyebiliriz.

Benim çocukluğumun bayramlarında şekerlerle, salıncaklarla anılan çocukluk günümüzde cinsel istismar dosyaları ile anılır oldu. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, Cumhuriyet başsavcılıklarında, “Çocukların cinsel istismarı” suçundan açılan dava sayısı 2024 yılında 63 bin 306’ya ulaştı.

Benim çocukluğumun bayramlarında siyah önlük beyaz yaka ile okuluna giden çocuklar günümüzde suça sürüklenen kesim oldular. Suça sürüklenen 134 bin 383 çocuk, 2024 yılında ceza mahkemelerinde hakim karşısına çıktı. Türkiye’deki derin yoksulluğun çocuklar üzerindeki etkisini de ortaya koyan verilere göre, 2024’te çocuklar hakkında alınan 41 bin 488 mahkumiyet kararından 16 bin 746’sının gerekçesi, “Malvarlığına karşı suç” oldu.

Benim zamanımda ezberledikleri şiirlerin anlamı üzerine kafa yoran çocuklar günümüzde uyuşturucu batağında kafasını bulandıran nesil oldu. Resmi verilere göre, 15-24 yaş grubunda uyuşturucuya başlayanların oranı 2022 yılında yüzde 69,6 olarak ölçüldü. NARKOTİK verilerine göre, 15 yaşının altında iki çocuk 2022 yılında madde bağımlılığından kaynaklı öldü. Uyuşturucu kullanım yaşının 9’a kadar düştüğü sıklıkla dile getirilen gerçekler arasında yerini aldı.

2024 yılında 1 milyon 146 bin 522 çocuk, eğitim yaşamını ancak sosyal yardım ile sürdürebildi. Türkiye’de 590 binden fazla çocuk ve anne ise en temel haklardan olan sağlık hakkından ancak sosyal yardım ile yararlanabildi. Ailelerin bakamadığı çocuk sayısı 2024 yılında 170 bin 317’ye ulaştı.

Tabloyu gözünüzün önünde bir canlandırın, anlatmak istediğimi çok daha net anlayacaksınız. Biz 23 Nisanları, 19 Mayısları, 30 Ağustosları almadık sadece çocuklarımızın ellerinden, çocukluklarını da aldık!

Yeni bir Çataltepe faciası daha geliyor!

Yeni bir Çataltepe faciası daha geliyor!

Yaklaşık üç yıldır hakkında yazılar yazdığım ve her yazdığım yazıya da genellikle; ‘Kestel’e kurulması planlanan…’ diye başladığım Kestel İlçesi Soğuksu ve Seymen mahalleleri mevkii ‘İleri Teknoloji Organize Sanayi Bölgesi’ için artık aynı cümleyi kuramayacağım.

Gelişmelere bakılırsa, ‘Kestel Soğuksu’ya ‘İleri Teknoloji Organize Sanayi Bölgesi’ altyapı çalışmalarına hız verildi’ başlığı daha uygun düşecek bundan sonraki yazılar için…

Gözünüzde şöyle bir canlandırın, 5 bin 100 hektar alana kurulması planlanan bir sanayi bölgesinden bahsediyoruz.

Belki hatırlarsınız bundan yaklaşık iki buçuk yıl önce bölgeyi ziyaret ettiğimizde karşımıza çıkan tabelada ‘İleri Teknoloji Sanayi Bölgesi’ yazıyordu.

Yakın tarihte bölgeye bir ziyarette bulunan ve durumu incelemek isteyen Mimarlar Odası Bursa Şubesi ekibinin çektiği fotoğraflarda ise tabelanın değiştiğini görüyoruz. ‘SS Soğuksu Sanayi Üretim Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi’ olarak değişen tabela, sanayi bölgesini inşa etmek için oluşturulan kooperatifi ön plana çıkarmış.

Kısaca özetlersek, teknolojiden vazgeçilmiş, ‘şehrin içindeki dağınık sanayinin toplu olarak burada durması için bir alan üretiyoruz’ şiarı benimsenmiş.

Tam da yerine oturmuş…

Örnek; Çataltepe!!!

Mevki de müsait…

Soğuksu konusuyla ilgili şimdiye kadar pek çok platformda açıklamalar yapıldı. Bölgenin sanayileşmesinin kimin işine geleceği, köylülerden tarlalarının nasıl alındığı, kime nasıl satıldığı, sanayi bölgesi oluşturma izni için kimlerin hangi dosyalarla hangi bakanlıkların önünde beklediği tek tek yazıldı.

Ben yazdığım yazıların sayısını unuttum…

Bunlar yetmedi, Akademik Odalar sürece itiraz etti. Öncelikle TMMOB olarak dönemin İKK Sekreteri Şirin Rodoplu Şimşek tarafından itiraz davası açıldı, ardından İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi bir itiraz davası açtı, hemen sonrasında Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi dava sürecine dahil oldu…

Sonuç?

Tüm bu davalar açıldı, ancak mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı dahi çıkmadı!

Bundan yaklaşık altı ay önce konuyla ilgili yazdığım yazıda da benzeri şeylerden şikayetçi olmuşum ve ‘yargı süreci devam ededursun, zengin kervanını yürütüyor, bölgede inşaat çalışmaları başlıyor’ demişim…

‘Şöyle ufaktan ufaktan sanki yapıyormuş gibi de yapmıyormuş gibi de diye tarif ediyor bölge halkı yapılan inşaatları. Ortada harıl harıl bir çalışma görmüyorsunuz, ancak sürekli bir faaliyet, bir inşaat yapma durum mevcut.’ diye de eklemişim…

Bugün elimdeki görsel kanıtlara bakarak şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum;

Bölgede ciddi bir altyapı çalışması sürdürülüyor. Artık öyle gizli saklı, yavaştan falan yapmak gibi bir dert de kalmamış. Baya açıktan, hızlı hızlı altyapı hazırlanıyor. Tahminler çalışmaların üç yıl süreceği yönünde.

Peki sonra ne olacak?

Sonrasında ‘burası bir sanayi bölgesi oldu’ denilerek, o zamana kadar aşındırılan kapılardan sanayi bölgesi kurma izinleri de bir biçimde alınarak, peynir ekmek misali satılacak muhtemelen. Şimdiye kadar en az üç kez el değiştirmiş olan yerler bu süreçte çok daha hızlı ve çok daha fazla el değiştirecek.

Sanayicimiz üretimden elini eteğini çoktan çekti, kendine sanayi bölgeleri üretip, bu sanayi bölgelerini kullanmayarak arsalarını alıp satıp gayrimenkul yatırımcılığı üzerinden para kazanmaya iyice alıştı Bursa’da.

Satın alanların bu bölgede sanayicilik yapmayı düşüneceklerini ya da şehir içindeki dağınık haldeki sanayinin buraya taşınacağını düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz.

Her türlü merkezden öylesine uzak bir noktadan bahsediyoruz ki, burası ancak yatırımlık el değiştirmelerle ilerler.

Anlayacağınız önümüzdeki üç yıllık süreçte yeni bir Çataltepemiz daha olacak gibi görünüyor.

Yazının başında dedim ya, mevki de müsait

Birinin sorununu çözmeden diğerini ekliyoruz. Bu eklemeleri yapmak için elimizdeki tarım topraklarına göz göre göre kıyıyoruz, bu kıyıma en çok köylülerin ses çıkarmamasına hatta bazılarının durumdan memnun olarak ‘çiftçilikten kazanmıyoruz, tarlayı sattık ev aldık’ demesine hayretle bakıyoruz.

Zaten alt yapı çalışmaları için hummalı biçimde çalışılan Soğuksu ile işleri bitenlerin gözleri şimdiden başka yerlere kaymış bile.

Geleceği planlamak önemli tabi. Henüz altyapı çalışması ile uğraştıkları sanayi bölgesinin doldurmuşlar da, bu bölgenin genişleme bölgesi olarak da bir alan belirlemişler. Konuyla ilgili konuşulacak, yazılacak çok şey var. Duyduğuma göre Yenişehir ilçe sınırlarında kalan bu plan için konuşulanları da ayrıca yazacağız. Aklınızın bir köşesinde dursun bu bilgi.

Yargının da acelesi yokken hazır, davalar açıldığı ile kalıyor, yürütmeyi durdurma gibi kararlar artık hiç kullanılmıyor, yargı süreci devam ederken, herkes işine bakıyor, kimse adaletin sopasından korkmuyorken daha çok iş gelir bizim başımıza Bursa’da.

Tüm bu el açmazlar içinde bir yandan da 2050 Çevre Düzeni Planının bir an önce hayata geçirilmesini bekliyoruz. Alinur Aktaş’a hazır planı açıklattırmayan sanayici baskısı Mustafa Bozbey’e de benzeri bir yaptırım uygulayabilir mi? O kadar hocanın toplanıp ‘hazırlıyoruz’, dediği plan kime dur der, kime yürü ya kulum der bir de bunu merak ediyor insan…

Özel ve Karabatı resmen AK Partili

Özel ve Karabatı resmen AK Partili

Bursa siyasetinde bir süredir İYİ Partili Yenişehir ve Karacabey Belediye Başkanlarının partilerinden istifa ederek AK Partiye geçme süreçleri gündemde. Bu konuda okların ilk hedefi zaten AK Parti köklerinden gelen ve AK Parti saflarına katılma ihtimali kulislerde ilk konuşulmaya başlanan Ercan Özel olmuştu.

İYİ Parti Özel’in içinde bulunduğu Yenişehir Belediye Başkanlığı binasında çok sert bir açıklama yaptı. O gün bugündür başkandan ses soluk çıkmıyor. Kendisi telefonları yanıtlamıyor. Yine kulislere yansıyan ve İYİ Partilerin ‘hakkımızı helal etmiyoruz’ tepkileri arasında dillendirdikleri bir söyleme göre her şeyin iki ay sonra unutulacağını hayal ediyor

Ercan Özel’e yönelik çok sert eleştiriler gelince konunun diğer muhatabı Karacabey Belediye Başkanı Fatih Karabatı ilk olarak partisiyle ilişiğini kesme yoluna gitti ve İYİ Parti’den istifa etti. Karacabey Belediye Başkanlığı önünde de bir açıklama yapması beklenen İYİ Parti Bursa İl Teşkilatından bir süredir ses soluk çıkmayınca bu kez kulislerde İYİ Parti’nin milletvekilliği listesini belirleyen önseçim sürecinde özellikle Selçuk Türkoğlu’na büyük destek sağladığı bilinen Karabatı’nın kayırıldığı yönünde iddialar konuşulmaya başlandı.

Beklenen tepki açıklaması bugün geldi…

İYİ Partililer Ercan Özel’e karşı takındıkları tutumun aynını Fatih Karabatı’ya karşı da sergilediler.

İYİ Parti Bursa İl Başkanı İsmail Kaya’nın konuşmasındaki en keskin cümleler;

“Kendisini o makama taşıyan oylara ihanet ederek, milletin verdiği yetkiyi bugün pazarlık masalarına süren bu anlayış; sadece partimizi değil, Karacabey halkının tertemiz iradesini hedef almıştır. Seçim öncesi AK Parti’ye karşı mücadele yürütüp, seçim sonrası AK Parti’yle aynı masaya oturmaya yeltenmek; siyasi omurgasızlığın, çıkarcılığın ve koltuk sevdasının açık göstergesidir. Bu bir kişisel tercih değil, bu kötü kokular gelen bir siyasi transfer, bir milli irade gaspı ve bir halkı aldatmadır” oldu.

En ilginç kısım ise;

Fatih Karabatı’nın basın açıklaması yapılacağını duyduktan sonra ilçe başkanını arayarak ‘Salı günü gelseydiniz, ben Pazartesi yokum’ dediğinin hatırlatılmasıydı.

Karabatı’nın Pazartesi günü neden yok olduğunun ortaya çıkması da çok zaman almadı. Zaten konuşulan ve beklenen oldu, İYİ Parti’den istifa eden Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel ve Karacabey Belediye Başkanı Fatih Karabatı, AK Parti’ye resmen geçti. Aslında AK Parti Grup Toplantısında takılacak olan rozetler muhtemelen gelen tepkiler üzerine biraz daha gözlerden uzak olan AK Parti MKYK Toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bizzat takıldı.

AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan, Karabatı ve Özel’e; ‘Gönül ve hizmet siyasetinin adresi olan AK Parti ailemize hoş geldiniz’ diyerek verdi konuyla ilgili ilk mesajını.

Uzun süredir AK Parti siyasetinin başkenti sayılan Bursa’nın bu konudaki karnesi pek parlak değil. Bakalım bundan sonra Yenişehir ve Karacabey hizmet siyasetinden umduğunu bulabilecek mi?

Bugün sabah saatlerinde İYİ Parti’den Karacabey Belediye Meclis Üyesi seçilen dört isim de partilerinden istifa etmişti. Karacabey Belediyesi Meclis Üyeleri Hilmi Kuru, Süleyman Yörür, İlyas Aksoy ve Ahmet Karakuş’un da AK Partiye geçmeleri bekleniyor.

 

*****

Beşyol ikinci etaba yatırımcı aranıyor…

 

Buradan sık sık yazdığımız bir konu Beşyol Kentsel dönüşümü ve kavşak projesi. Yaşanan 6 Şubat depreminin belediyelere verdiği yetkiye dayanarak rezerv alan ilan edilen bölgede insanlar hem dükkanlarından hem evlerinden olmak suretiyle alanı boşalttılar. Boşalan her binanın üstün körü yıkılmasıyla birlikte şerhoşa berduşa mekan açıldı, güvensiz, tekinsiz sokaklar yaratıldı, zorunluluk hasıl oldukça insanlar bölgeyi boşalttı. Üçe beşe bakmadan ya yerlerini verdiler ya da önlerine koyulan kentsel dönüşüm projesinden yerler aldıklarını sanarak belediye ile pazarlığa oturup şehrin kaçabildikleri bölgelerine yöneldiler.

Gelin görün ki, ilk etabı ite kaka tamamlanan, kavşak kısmı bitirilen proje yerel seçimlerin ardından göreve gelen yeni başkan Mustafa Bozbey tarafından beğenilmedi.

Haksız da diyemeyeceğim bu noktada Başkana. Zira her projeden kendisine daire artırmaya çalışan, ticaret kafasıyla ilerlemeyi mantıklı bulan bir belediyecilik anlayışı nedeniyle dip dibe yüksek katlı pek çok yapının olacağı bir projeydi öngörülen.

Yeni yönetimin durumu fark etmesinin hemen ardından çalışmalar durduruldu.

Bölgeye yeni nüfus ve yapı yoğunluğu getirecek bir projenin, tam ortasından geçmiş dönem belediye başkanlarımızın çocukluk hayali olan bir raylı sistemin de geçirildiği Yalova Yolunu ne hale getireceğini varın siz düşünün.

Şimdilerde düşünülen kat yüksekliğini düşürmek, yoğunluğu azaltmak üzerine bir plan

Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden BURKENT bölgede yoğunluğa neden olmayacak, revize edilmiş kentsel dönüşüm projesine yatırımcı arıyor.

Seçimlerin üzerinden bir yıl geçti, bu karar hangi ayda verildi tam bilemiyorum, ancak henüz bir yatırımcı bulunmadığı net.

Sebep inşaat maliyetleri midir, belediyenin istediği projenin müteahhit firmalar tarafından karlılığının düşük olması mıdır bilinmez. Bilinen tek bir şey var, yatırımcı bulunursa kentsel dönüşüm ikinci etabı hemen başlayacak…

Kitaplar nereye gitti?

Kitaplar nereye gitti?

Geçtiğimiz günlerde açılışına katıldığımız, bu yıl 22’ncisi düzenlenen Bursa Kitap Fuarı hakkında yazmadan önce fuarı şöyle detaylıca bir gezmeyi, açılış heyecanının dışında, özellikle hafta sonu nasıl bir kalabalığa hitap ettiğini görmeyi istemiştim.

Öncelikli olarak fuarın yerinin değiştiğini belirtelim. Biz BUTTİM yakınlarındaki fuar alanında olmasına alışığız kitap fuarının. Bursa olarak ciddi bir trafiği ve esaslı bir araç park problemini göze alarak, yine de heyecanla giderdik eskiden fuara.

Fuarın düzenlendiği ilk yıl büyük kızım 4 yaşlarındaydı. Ellerimizdeki poşetleri taşımakta zorlandığımızı hatırlıyorum. Özellikle çocuk kitaplarına ilgimiz büyüktü…

Ulaşım zordu, ama her şeye rağmen şehirdeki hanelerin en az yarısına fuardan alınmış bir kitabın girdiğine yemin edebilirim, sadece kanıtlayamam…

Zaman içinde eş dostla fuar alanında karşılaştığımız, sohbetleştiğimiz, bir çay kahve içerken almak istediğimiz kitaplar üzerine konuştuğumuz anların hatırası var aklımda.

Yıllarca aynı heyecanla gittik kitap fuarına. Kimi zaman yağmur yağdı, kimi zaman güneş yakıp kavurdu, ama ellerimizde taşımakta zorlandığımız poşetlerle tüm hollerini bıkıp usanmadan gezdiğimiz fuar alanına ulaşmaktan kimse alıkoyamadı bizi.

Bu dönemin en büyük katili zaman, kitap fuarlarının albenisini de etkiledi. Belki de sadece Bursa Kitap Fuarına yönelik bir erimeydi yaşadığımız, tam kestiremiyorum. Seneler içinde ivmesini kaybeden, heyecanının yitiren, ulaşım imkanları kolaylaştıkça nedense ulaşılmak istenmeyen bir hal aldı Bursa Kitap Fuarı.

Hele hele kağıda yapılan zamlar, ardından yaşanan ekonomik kriz vatandaşın belini bükünce, ellerde de bir biçimde her türlü yayına ulaşma imkanı sağlayan dijital dünya olunca kitaba olan ilgi giderek azaldı.

Bu hafta sonu fuarı gezerken bizim yaş grubumuzun kitap okuma işine artık pek de itibar etmediğini fark ettim. Hemen yanımda kitapları karıştıran bir çocuk babasına; ‘Sen ne zaman bıraktın okumayı?’ diye sordu, babadan; ‘Büyüyünce anlarsın…’ diye bir yanıt geldi.

Hayatın içinde eriyip giderken ilk bıraktığımız işlerden biri kitap okumak olmuş anlaşılan.

Hüzünlü bir konuşmaydı…

İlginçtir kitaplar da bizi bırakmış…

Açılış konuşmasında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey; ‘250 yayınevi, 75’ten fazla etkinlik, 350’yi aşkın yazar ve imza günü. Geçmiş yıllarda 5 milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlayan bu fuarın, bu yıl da yeni yazarlarla tanışmak, yeni kitaplar keşfetmek isteyen herkes için eşsiz fırsatlar sunacağına inanıyorum’ diyerek fuarın kapasitesi hakkında da bilgi vermişti aslında.

Oysa daha önceleri dört ya da beş fuar holü büyüklüğünde olan etkinlik bu yıl sadece bir fuar holüne sığmıştı.

Üstüne bir de benim kızlar, ‘bu kitapların büyük bölümü bizim 4-5 yıl önce alıp okuduğumuz kitaplar, bir de klasikler var, hiç mi yeni kitap çıkmamış?’ diye serzenişte bulununca şöyle bir silkelendim.

Anlaşılan o ki, hayatımıza giren ve baş tacımız olan dijital dünya bizi okumaktan ziyade izlemeye iterek kitaptan her geçen gün daha fazla uzaklaştırıyor. Oysa teknolojiyi yaranına kullanan bir toplumun üretimi durmaz, yeni kitaplar ortaya çıkmaya devam eder, ilgilisi için baskılar yapılır, dijital platform daha ağırlıklı kullanılarak okumalar buraya yönlendirilebilir.

Bu kitap fuarından elimizde sadece üç poşetle ayrıldık, bir de benim açılış günü aldığım kitabı sayarsak dört poşet altı kitap variyetimiz…

Sarı öküz gidince, halk yolu açtı…

Sarı öküz gidince, halk yolu açtı…

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in çeşitli yayın organlarına verdiği röportajlarda genel olarak söylediklerini; ‘Halk yolumuzu açtı, gençlik umudumuzu artırdı, biz de yürüyoruz’ şeklinde özetleyebiliriz.

Olayların, eylemlerin, boykotların, protestoların, kısaca hak ve adalet arayışlarının tümünün işlerin en başı olarak, milat kabul edilen 19 Mart tarihinden bu yana bir siyasi parti ya da bir siyasi liderin etrafında olmaktan çok ötede olduğunu, herkesin kendi hak arayışını sürdürmek için, kemiğine dayanan bıçağı çıkarmak için meydanlarda olduğunu belirtmiştim.

Hala, hatta giderek daha da kuvvetlenen bir hisle aynı kanaatimi sürdürüyorum.

Bundan birkaç gün önce norm fazlası kavramının ilk ortaya atıldığı senelerde bu uygulamanın mağduru bir veli olarak neler yaşadığımızı yazmıştım hatırlarsanız. O gün o sarı öküzü vermeseydik, bugün norm fazlası öğretmenler diye bir sorunumuz olmayacaktı.

Bir süredir Hatay Samandağ bölgesindeki vatandaşların acele kamulaştırma kararı ile ellerinden alınan tapulu mülklerinin peşinden nasıl feryat ettiklerini takip ediyorum. Benzeri bir durum, bundan 6-7 yıl kadar önce Bursa’nın tam göbeğine yapılmak istenen bir kavşağın kamulaştırma bedeli çok yüksek geldiği için bize uygulanmıştı. Altta dükkanları üstte evleri olan yüzlerce bina benzeri biçimde vatandaşın elinden alınmıştı. İçinde bulunduğu durumdan çıkmak için kredi çekip derin bir borç batağına saplananlar mı istersin, derdinden kahrından kalp krizi geçirip ölenler mi…

O gün o sarı öküzü vermeseydik, bugün deprem bölgesinde bin türlü acıyla yüzleşmiş vatandaşlarımız bir de tapulu mallarının ellerinden alınışını izlemek zorunda kalmayacaktı.

Hatta bundan tam iki yıl önce ‘Deprem bölgesinde geleceği mi çalıyorlar?’ isimli yazımda değindiğim Mimarlar Odası Genel Merkezi tarafından hazırlanan, ‘6 Şubat 2023 Depremleri Raporu – 2 Tespitler, Değerlendirmeler ve Öneriler’ raporu dikkate alınsaydı yine böyle bir şey olmayacaktı.

Yazımda şöyle belirtmişim;

“Mimarlar Odasının ikinci raporunda dikkat çekilen ana hususlar şöyle;

‘Depremlerin ardından bugüne kadar, toplum sağlığının korunarak, sağlıklı, sağlam ve güvenli yaşam çevrelerinin oluşturulmasına, eğitim hakkının sağlanmasına, yurttaşların yaşamsal ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik yeterli önlem alınmamış, bölgedeki yapılaşma ve imar sürecinin yeniden başlatılmasına odaklanılmış, ormanlar, meralar ve koruma alanları yapılaşmaya açılmış, OHAL Kararnameleri ile Bakanlık ve TOKİ’ye sınırsız inşaat yetkileri verilmiştir.

Riskli alan ve acele kamulaştırma kararlarıyla bölgedeki yurttaşların yaşam alanlarına ve varlıklarına el konmuş, kent merkezlerinin kamusal alan olmaktan çıkmasına, tarihi, kültürel ve mimari mirasın geleneksel dokunun yok olmasına neden olacak, konut alanlarının boşaltılarak ticaret ve finans merkezi olarak kurgulanacak yeni yapılaşma programları ve dönüşüm uygulamaları gündeme getirilmiştir…

…Yaşanan depremler gerekçe gösterilerek; iktidar, afet ve kriz koşullarını kendi adına bir fırsata dönüştürmüştür. Kamusal ve hukuki denetim yok sayılarak bölgedeki planlama ve imar süreci yeniden yapılandırılmaya başlanmış, kamuya ait kaynaklar, kentler, doğal, kültürel değerlerin yatırım araçlarına dönüştürülmesine odaklanılmıştır”

Bu ve benzeri açıklamalar yıllarca yapıldı, sessizce dinlendi, bana dokunmayan yılan bin yaşasın dendi, sonunda macun tüpten çıktı, sabır taşı çatladı ve ülkenin her yerinden bir şekilde ‘Hak, hukuk, adalet’ çığlığı yükselmeye başladı.

Özgür Özel bu noktada haklı, ‘Halk yolu açtı, CHP eşlik ediyor’

Süreci yakından takip ediyoruz…

***

 

Gökdelenlerde yangın çıkarsa kim söndürecek?

Son dönemin yüksek katlı binalarından Bursa’da gani gani nasibini aldı. Bugün yapılan bir açıklamada Ankara Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanı Ali Levent Çeri gökdelenlerde çıkan yangınlara müdahalede yaşadıkları zorlukları anlatınca ilk olarak bu konu geldi aklıma.

Acaba bizim İtfaiye Dairemizdeki araç filomuz ne durumda?

Gerçi İtfaiye Yönetmeliği’ne göre de konut ve iş merkezinin yüksekliği beraber 51,50 metreyi geçiyorsa itfaiye teknik olarak araç bakımından sorumlu değilmiş. Bu noktada da gökdelenlerin mimari yapısına yangını söndürecek akıllı yöntemlerin eklenmesi gerekiyor elbette…

Biri bizi bu konularda aydınlatırsa mesut ve bahtiyar olacağız…

Gökdelenlerimizde yangın çıkarsa kim söndürecek?

 

Ülke iyi yönetiliyor mu?

Ülke iyi yönetiliyor mu?

Bir sürü sorunun arka arkaya gelmesi iktidar ve muhalefet partilerinin arasında ciddi bir güç çekişmesi yaşanması ve bu durumun topluma yansıması biçiminde ilerliyoruz 2025’in başından beri.

İşin güç çekişmesi kısmını takip etmek bizim işimiz elbette, ancak konunun topluma nasıl yansıdığı, vatandaştaki karşılığı araştırma şirketlerinin görevi.

Yöneylem Araştırma şirketinin 09-12 Nisan tarihleri arasında 26 ilde 2 bin 400 kişiyle yaptığı araştırmasının sonuçlarıyla birlikte bir miktar bu konuyu anlamaya çalışalım istiyorum bugün.

Araştırmada öne çıkan veriler şöyle:

Sorular ve oranlar üzerinden giderek bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Öncelikli olarak şunu söylemek lazım; yaşanan ve halen süregelen ekonomik kriz, artan yoksulluk, peş peşe gelen hukuksuzluklar toplumun büyük bölümünü iktidardan uzaklaştırdı. Halkın rızasını almayı bir yana bırakın pek çok kesim kendi geleceği, hatta şimdisinden endişeli.

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanma kararının verildiği gün düşündüğüm neyse aynı şeyi düşünüyorum halen, ‘Bizim vatandaşımız mağdurun yanında yer alır, mağduriyet yaratanı sevmez’ Vakti zamanında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için geçerli olan bu durum, şimdilerde CHP Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu için geçerli. Ülkenin büyük çoğunluğu İmamoğlu’nun tutuklanmasını hukuki bulmadı, adalet eylemi yapan gençlerin tutuklanması ve devamında gelen gözaltılar, üniversite ablukaları son olarak liselerdeki eylemler adaletsizlik kavramına olan vurguyu her geçen gün daha da artırdı.

Sonuçta görüldüğü kadarıyla pek çok kritik konuda yüzde 25 ile yüzde 30 gibi bir oranın arasına sıkışıp kalan iktidarın ülkeyi iyi yönettiğine yönelik güven giderek azalıyor.

Son yaşananların iki önemli yansıması var. Bunlardan biri protestolarla hak arayışında sonuç alınmaya başlanarak Norm Fazlası olarak tanımlanan öğretmenlerin resen atamalarının durdurulmuş olması. Atamalar Ağustos-Eylül ayına ertelendi. Vazgeçmediler, ertelediler, ama bu da bir kazanımdır

İkinci önemli yansıma öğretmen atamalarından çok daha kritik bir durumu ortaya koyuyor; yabancıya konut satışı son 8 yılın en düşük seviyesine indi!

Konut satışlarında bir düşüşün olmadığını, hatta artışın varlığını mutlak belirtmek lazım burada. Mesele şu ki; 2017’den bu yana en düşük seviyeye inen yabancıya satışlar, sektörün en büyük en kıymetli alıcısını kaybettiğini gösteriyor.

Hemen özetleyelim anlatmak istediğimizi, bir gecede devletin verdiği belgelerin geçersiz hale gelebileceğini görenler ülkeye gayrimenkul konusunda dahi yatırım yapmaktan vazgeçmiş görünüyor. Ülke ekonomisinde çalınan çanların yatırımcıları 2017 yılından bu yana hızla sınırlarımızdan kaçırdığı bilinen bir gerçekti. Geldiğimiz son noktada kendi yatırımcımız da başka ülkelerde ekmeğini arama derdine düşmüştü hatırlarsanız.

Tüm bunlar Türkiye’nin gayrimenkul sektörünü pek etkilememişti, özellikle Ortadoğu ve Rus yatırımcılar tarafından tercih edilen bir ülke olmasının önüne geçmemişti son iki yıl öncesine kadar. 2024 yılında kendini kuvvetle hissettiren yabancı yatırımcısının gayrimenkul sektöründen çekilmesi hadisesi 2025 yılının ilk çeyreğinde de aynı etkinin devam edeceğini gösteriyor.

Özetlersek, toplum ‘adalet’ kavramına vurgu yapıyor, tesisi için gerekeni yapacağını, yaptıklarıyla sonuç alacağını hatırlatıyor. Bu süreçte yabancı yatırımcıyı çoktan kaçırdığımızı gösteren alarm da bizi derinden sarsıyor…

Benim yapılan anketin sonuçlarına ve son birkaç günün olaylarına dayanarak yaptığım yorum böyle…

 

Alan alır, alamayan dona kalır

Alan alır, alamayan dona kalır

Ülkenin gündemi öylesine hareketli ki, doğanın kendine ait ve akışı hepimizi etkileyen gündemini hayli zamandır bir kenarda bıraktık. Oysa bizim dönüp bakmadığımız zamanda ciddi bir zirai don yaşandı.

Zaten gıda dedin mi orada bir durmak gerekiyor bu topraklarda yaşıyorsanız.

Adam eksen bitecek pek çok büyük ovası bulunan koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti uzun zamandır gıda fiyatlarındaki önlenemez artışın pençesinde boğuşuyor. Vatandaş mevsim sebze ve meyvesini dahi filesine koyarken kırk kere düşünüyor.

Dünyanın en hızlı artan gıda fiyatları bizde. Dolayısıyla her türlü gıdayı en yüksek fiyattan tüketen ülkeler arasında başı çekiyoruz. Bu tabloya bir de birkaç gün önce oluşan zirai donun etkilerini ekleyince nelerle karşılaşacağımızı düşünmek dahi istemiyorum.

Buraya kadar anlattıklarım tüketiciler açısından yaşananlar ve yaşanma ihtimali olanlara yönelik. İşin bir de üretici kısmı var ki, evlere şenlik…

Tarımı vuran zirai don üreticiyi adeta bir bataklığa sürüklerken iktidarın samimiyetten uzak ‘Yanınızdayız’ açıklamaları hiç güven vermiyor.  CHP’nin gölge kabinesinde Tarım ve Orman Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığını üstlenen Erhan Adem, konuyu kısaca şöyle özetliyor; “İktidarın sessiz kalması politikasızlığın kanıtı

36 ilde meydana gelen zirai don, tarımsal üretimi büyük ölçüde etkilemesi beklenen bir felaket olarak duruyor karşımızda. İlk tespitlere göre, ihracata yönelik büyük tesislerin yanı sıra küçük aile işletmeleri de büyük kayıplar yaşadı. Kiraz, kayısı, şeftali, erik ve üzüm, fındık gibi mahsullerin üretiminde ciddi zararlar meydana gelirken, üreticiler iktidar rejiminin tarım alanında uyguladığı günübirlik politikalara tepki gösteriyor.

Çiftçi battığı kredi batağından nasıl kurtulacağını öngöremiyor, devletin şefkatli elini de yakınında hissedemiyor, çünkü felaketin yaşandığı günden bugüne iktidar tarafından herhangi bir destek paketi ya da çözüm önerisi açıklanmadı.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın “Üreticinin yanındayız” açıklaması somut projeler ortaya koyulmadığı sürece sadece iyi niyet ve temennilerden ibaret kalıyor. Oysa bu don olayı yalnızca çiftçinin sorunu değil. Önümüzdeki aylarda tüm ülkenin de sorunu haline gelecek ve gıda enflasyonuna en olduğunu biz bile anlayamayacağız bu kez.

Bursa’da zirai dondan ciddi etkilenen iller arasında. CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, zirai dondan etkilenen bölgelerin “Afet Bölgesi” ilan edilmesi gerektiğini vurgularken, Afet Yasası’nın da yenilenmesi gerektiğini belirtti, “Bugünkü mevzuata göre çiftçinin büyük bir kısmı Afet Yasası’ndan yararlanamıyor. Çünkü yasa, ancak mal varlığının yüzde 40’ından fazlası zarar görürse yardım yapılabileceğini söylüyor. Bu eşik derhal kaldırılmalı, çiftçinin gerçek zararı esas alınmalıdır” dedi.

Çiftçinin don enkazı altında kaldığını ifade eden Sarıbal, “Zarar tespit çalışmaları Tarım İlçe Müdürlükleri tarafından detaylı bir şekilde yapılmalı. Ürün bazında kayıplar belirlenmeli, yıllık üretim maliyetleri hesaplanmalıdır. Çiftçimizin Ziraat Bankası başta olmak üzere tarımsal amaçlı kullandığı tüm krediler sıfır faizle dondurulmalı ve en az bir yıl geri ödemesiz olmak üzere 4-5 yıla yayılarak taksitlendirilmelidir” diyor.

Ben de diyorum ki, bu işin sonunda çiftçi de vatandaş da çırak çıkar, ‘paramız var ki alıyoruz’ diyerek yurt dışından getiririz meyveyi sebzeyi sonra alabilen alır, alamayan bakakalır…

***

Gürsu’da hedef depreme dayanıklılık

 

Geçtiğimiz dönem de çalışmalarını beğeni ile takip ettiğim Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık son yerel seçimlerin ardından bir yıllık değerlendirmesini yapmak üzere basın mensupları ile bir aradaydı. İkinci görev döneminin ilk yılında Gürsu’ya kazandırdığı seyir terasında düzenlenen toplantı bize hem şahane bir manzara görme fırsatı verdi hem de bir ilçe belediyesinin Avrupa Birliği Projeleri ile nasıl güzel hizmetlere kavuşabileceğini takip etme şansını yakaladık.

Toplantının geneliyle ilgili bilgileri zaten haber olarak okuyacaksınız. Ben özellikle Mustafa Işık için bu hizmet döneminin Gürsu’yu depreme karşı dayanıklı bir ilçe haline getirme dönemi olacağı fikrini edindim bu toplantıdan.

Herkesin dilinde olan kentsel dönüşüm için Gürsu’nun da bir projesi mevcut. Kar zarar hesabıyla ilerleyerek projenin artılarını eksilerini uzun uzun konuşuruz, ancak görünen o ki, gidilecek yol kentsel olarak dönüşecek bir Gürsu’nun temellerini atmak üzerine.

Bir yandan ilçenin insan profili üzerine de yoğun çalışılıyor. Şöyle ki, hemen her bölgede mevcut olan uyuşturucu kullanımından özellikle gençleri ve çocukları uzak tutmak için ciddi bir girişim var. Spor salonları ve kütüphaneler inşa edilerek, içlerine pek çok etkinlik yerleştirilerek gençlere ve çocuklara yararlı toplanma alanları oluşturulmaya çalışılmış.

Benzeri bir profil revizyonu çalışması da kadınları hedef alıyor. Ekonomik özgürlüğünü kazanan kadınların kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamak için çeşitli kurslar ve bu kurslar sayesinde oluşacak iş imkanları belediyenin çalışma alanlarından biri olmuş.

Yazıyı kapatmadan önce bir kez daha belirteyim seyir terasına ulaşmak için biraz mesafeyi göze alabilirseniz şahane bir manzara ile karşılaşacaksınız. Üstelik sadece havanın iyi olduğu zamanlarda değil kar ve yağmur yağarken de piknik yapıp çayınızı yudumlayabileceğiniz içinde sıcacık sobası yanan etrafı şeffaf bir yapıyla kaplanmış harika oturma alanları mevcut. Vakit yarattığınızda bir gidin derim. Bence bayılacaksınız…

 

Siyaseten mi yaptınız?

Siyaseten mi yaptınız?

Son zamanlarda sıklıkla üzerinde konuştuğumuz ‘siyaset’ sözcüğünün içinin nasıl doldurulması gerektiğini anlamak adına öncelikle kökenine inerek dilimize nereden, nasıl bir anlam ile girdiğine bakmak gerekiyor.

Bu konuda meşhur Vikipedi bizi şöyle aydınlatıyor;

“Osmanlıca üzerinden Türkçeye geçen Siyaset sözcüğü Arapça Seyis (At Bakıcısı) kelimesi ile bağlantılıdır. Türk dilleri içerisinde yer alan ve -At- kökünden türemiş olan ‘Atkarma’ (siyaset, idare) ve ‘Atkarmak’ (siyaset yapmak, idare etmek, icra etmek, muvaffak olmak) sözcükleri de benzer anlamları karşılamaktadır. Bu bağlamda ‘Siyaset’ (ve ‘Atkarma’) sözcüğü aslında atın idare edilmesi manasına gelmektedir.

Bu noktadan günümüze geldiğimizde idare edilen ‘At’ın biz, yani sade vatandaş olduğunu anladığınızı umuyorum.

Konuyu biraz daha yumuşatırsak, ‘Siyaset veya politika, gruplar arasında kararların alındığı veya bireyler arasındaki güç ilişkilerinin, kaynakların dağıtımı veya statü gibi diğer etkileşim biçimlerinin ilişkilendirildiği bir dizi faaliyeti ifade eder’ diyor aynı kaynak…

Hem geçmişine hem de bugününe baktığımız sözcüğün hiçbir yerinde; ‘Bugün ak dediğine yarın kara diyebilirsin, 24 saat içinde 180 derece dönüş yaparak şahane manevralar alabilirsin, bir gün önce muhalefet ederek yerin dibine batırdığın partiye ertesi gün göz kırpabilirsin, siyasi görüşünle taban tabana zıt bir partinin mensubu ile çıkar ilişkilerine girip her türlü bakış açısının gözünü çıkarabilirsin…’ gibi şeyler yazmıyor.

Oysa biz bir süredir Bursa siyasetinde tam da bu cümlelerin karşılığı bir ‘siyaset’e şahitlik ediyoruz.

Bir gün önce halen İYİ Parti’nin üyesi olan, ancak AK Parti’ye geçeceği kesinlik kazanan, konuyla ilgili soruları yanıtlamak için telefonlarını dahi açmayan Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel’e yönelik çok ciddi eleştiriler içeren bir açıklama izledik İYİ Parti İl Yönetimi tarafından yapılan. Yönetime İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu da eşlik etti. Bu kısmı özellikle belirtiyorum, çünkü yakın zamanda kulislerle sıklıkla dillendirilen ‘Selçuk Türkoğlu CHP’ye katılacak’ iddiası da unutulmaması gereken bir detay. Tabi ki bu kulislerde konuşulan, işin gerçeklik boyutundan söz etmek şimdilik mümkün değil.

Açıklamanın en can alıcı kısmı ‘Şerefin yoksa sen de yoksun Ercan Özel’ cümlesiydi.

Öyle bir laf ki, taşı yerinden kaldırır…

Konuyla ilgili yazdığım yazıda İYİ Parti’nin iki belediye başkanının birden AK Parti saflarına geçeceğini belirtmiştim. Yenişehir’de bu olaylar yaşanınca ve İYİ Parti İl Başkanlığının Karacabey’de de benzeri bir açıklama için hazırlandığı duyulunca, pabucun pahalı olduğunu gören Karacabey Belediye Başkanı Fatih Karabatı ilk iş partisinden istifa ettiğini duyurdu bugün.

Açıklaması şöyle;

“Karacabey’e hizmet etmek amacıyla üstlendiğim belediye başkanlığı görevimde bir yılı geride bırakırken, tüm kararlarımı vatandaşlarımızın menfaatlerini gözeterek almaya özen gösterdim.

 

Geldiğimiz noktada, görevimi daha özgür bir zeminde ve daha kapsayıcı bir anlayışla sürdürebilmek adına, parti üyeliğimden istifa ettiğimi ve belediye başkanlığı görevimi bağımsız olarak sürdüreceğimi kamuoyunun bilgisine sunuyorum.

Karacabey’e olan sevdamız, siyasi kimliklerin çok ötesindedir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da her bir hemşerimizin sesi olmaya, birlikte üretmeye ve ilçemizi hep birlikte daha ileriye taşımaya devam edeceğim”

Karabatı’nın ilk olarak mevcut partisi ile ilişiğini kesmesi ‘siyaseten’ doğru bir hamle. Ancak bu hamle kendisinin bir süre sonra AK Parti saflarına katılmayacağı anlamına gelmiyor elbette. Hatta duyumlar, İYİ Partili her iki belediye başkanının da en geç Kurban Bayramı sonrası AK Parti saflarına geçeceği yönünde.

Ne dedik yazının başında; ‘siyaset, atı idare etme işidir’ dolayısıyla atı idare ediyorum diyerek aslında kendi ekmeğinize bakıyor oluşunuzu siyasetin üzerine yıkmanız pek de anlamlı olmuyor. Üstelik kelimenin içini de ‘ayak oyunları, çıkar ilişkileri, hesaplar kitaplar…’ gibi pek hoş olmayan bir sürü kavramla doldurmak insanı iyice irite ediyor.

Sonuçta her iki belediye başkanının da gideceği adres gayet net. Bu adrese kendilerini seçenlerin iradelerini de taşıyabilirler mi orası ise tam bir muamma…

****

 

 

SANA NE!

 

Aslında konu eskidi, yazmaktan vazgeçmiştim de hatta, ama işte insan bu kadar üzerine gelinince dayanamıyor demek ki, doğurmuş, üstelik ‘anormal’ biçimde doğurmuş bir kadın olarak fikrimi beyan etmek istedim.

Konuyu anladınız çoktan…

Sivas’ta bir maçta, Sivassporlu sporcuların elinde “Doğal olan normal doğum” pankartı…

Doğal olmayansa, işleri futbol oynamak olan 11 tane adamın bu konu hakkındaki fikirlerini kocaman bir pankart yaptırarak bir statta izleyicisi ile paylaşması.

Doktor musunuz kardeşim?

Doğuracak kadının kocası mısınız?

Doğacak bebeğin sağlığı hakkında söz sahibi olacak konumda bir yakınlığınız mı mevcut?

Yoksa siz mi doğuracaksınız?

Cevabın ‘hayır’ ise; SANA NE!

Ben kendime nasıl doğurmak uygunsa öyle doğururum. Sen onu merak etme. Benim normalim beni ilgilendirir, eğer bir mesaj vererek toplumu uyarmak, bilgilendirmek istiyorsan ülkede normal olmayan işleri sayabilirim sana tek tek…

Liselerde öğretmenlerin ayıklanıp sürüldüğü, yahut işsiz bırakıldığı, bir bakıma fişlendiği uygulamalar normal değil mesela…

En doğal haklarını kullandıkları için halen cezaevinde olan öğrencilerin varlığı normal değil…

Meclisten geçirilmeye çalışılan İklim Kanunu ile zaten bitmiş olan tarımın tekelleşmesine vesile olmak normal değil…

Kadın cinayetleri normal değil…

Çocuk tacizleri normal değil…

Emeklinin, asgari ücretlinin açlık düzeyinde yaşaması normal değil…

O pankartı taşıyan Sivasspor’un ilk 11’inde “Türkiye doğumlu” üç oyuncu varmış! Sanki gözünü sevdiğimin Sivas’ında doğmuş da hepsi bir de normal doğumunun doğal olduğuna yönelik fikirlerini beyan ediyorlar ayan beyan…

SANA NE kardeşim! SANA NE!!!

Liseliler yalnız değil!

Liseliler yalnız değil!

Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘Norm Fazlası’ diye bir tarif ortaya atarak, ülkenin en iyi okullarını önce ‘Proje Okul’ sıfatıyla güya yükseltip, sonra öğretmenlerine müdahale ederek, tüm kadrolarının altını üstüne getirerek, ülkenin en iyi okulları olmaktan başka bir yere sürükleme çabalarıyla kızım 10’uncu sınıftayken karşılaştım…

Ülkenin en iyi çocukları oldukları girdikleri bir merkezi sınavla tespit edilen ve aldıkları puanlara göre eğitim hayatlarının dönüm noktasına sırtlarında gurbet bohçası ile yürüyen bu çocuklar, üç yıl tevhidi tedrisatından geçtikleri okullarda kendi seviyelerinden çok başka yerlerde öğretmenlerle karşılaştıklarında günlerce yaşadıkları durumu protesto etmişlerdi. Veliler de çocuklarına destek vermek amacıyla okul kapılarında gösteriler yaparak ‘okullarımızı dağıtmanıza izin vermeyeceğiz’ demişlerdi.

Sonuç olarak hiçbir güç tarafından desteklenmeyen, sadece İstanbul’da merkezleşmiş bu liselerin öğrenci ve velilerinin birbirine destek verdiği, kamuoyuna pek az yansıyan gösteriler bir yaptırım oluşturmamış, ülkenin en iyi liselerinin kadroları alt üst edilmiş, bu liselerin içinden en az dokunulanı ise mezunlar derneğindeki güçlü isimler sayesinde Galatasaray Lisesi olmuştu.

Bizim bu yaşadıklarımızın üzerinden neredeyse 10 yıl geçti. Aklımda kalan iki gerçeklik oldu;  ilk olarak, ‘Eğitim eşitliğini sağlayacağız, iyi öğretmenlere diğer okulların da ihtiyacı var’ diyerek dağıtılan kadroda düz bir liseye giden matematik öğretmeninin anlattığını anlayan öğrenci çıkmadığı gibi, proje okula gelen standart eğitime alışkın bir öğretmenin verdiği matematik bilgisini dinlemeye gerek dahi görmeyen bir nesil yetişti. İkinci olarak da güçlü olana daha az, güçsüz olana daha fazla dokunuldu.

Gelelim günümüze…

Önümüzde ciddi bir gençlik hareketi var. Sen beğenirsin beğenmezsin o beni ilgilendirmez. Gerçekliğimiz tam olarak ‘Gençlik’ adı altında karşımızda duruyor.

Şimdiye kadar sorumsuzlukları ile dünyayla ilgilenmeye olan mesafeleriyle, sadece kendi kafaları içinde sürdürdükleri yaşamlarıyla sıkça eleştirdiğimiz gençlik meğer bizden daha fazla ilgileniyormuş dünyayla ve hayata bizden daha çok anlam yükleyerek hak ettiklerini düşündükleri şeye ulaşmak için ellerini uzatmaya erinmiyormuş…

Çok ilginç geldi bu gerçeği ilk gördüğümüzde hepimize!

Apolitik olmakla yıllarca itham ettiğimiz gençliğin darbe döneminin sinmiş neslinden çok daha politik olduğunu fark etmek hepimize acı verdi.

Sonuçta gençler tercihlerini ortaya koydular…

Kendilerine bir gelecek istiyorlar, üstelik başka ülkelerdeki gençlikten farklı yaşamayı, onlardan daha az imkanla hayat boğuşmasına katılmayı kabul de etmiyorlar. Bizim gibi ‘bir lokma bir hırka’, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ falan gibi sözler yok ağızlarında. ‘Sıkıysa gelsin de dokunsun o yılan bakalım’ diyorlar. Örgütlenmeyle ilgili bir sıkıntıları da yok. Bir dernek, bir parti ya da bir sendika çatısı altında birleşmelerine gerek yok. Sosyal medyanın fatihleri sosyal medyada birleşip sokaklara akıyorlar.

Sonuç…

İlk olarak üniversite gençliğini aktif olarak gördüğümüz talep arenasında bu kez lise gençliği var.

Ülke genelindeki proje okullarında bir kez daha birçok öğretmenin yeri değiştirildi. Eğitim sendikaları, muhalif öğretmenlerin başka okullara gönderildiğini açıklayarak, atamaların iktidara sadakate göre yapıldığını belirtti. Kararın ardından birçok liseli öğrenci  ‘Öğretmenime dokunma’ diyerek talebini açık ve net belirtti.

Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre 2 bin 300 okulun adı proje okulu, proje okullarında 79 bin 286 öğretmen, 5 bin 318 yönetici görev yapmakta ve yaklaşık 500 bin öğretmen de proje okullarına atama için başvuru yapma kriterlerini taşıyor. Ancak yapılan atamaların siyasi ve liyakatten uzak olduğu vurgusu ön plana çıkıyor.

Yazımın başında bu şekildeki ilk atamalara bizzat şahitlik ettiğimi belirtmiştim. Şimdi buradan bir örnek vererek Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay’ın, ‘Proje okulları MEB’in istediğini atama projesidir, keyfiliğin, kayırmanın adresi haline geldiğini herkes biliyor! Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimdeki sorunları çözmek yerine bilinçli olarak yeni sorunlar yaratmaya devam etmektedir. Atamaya dair objektif hiçbir kriteri bulunmayan proje okulları, siyasetin ve yandaş sendikaların keyfi şekilde makam, koltuk dağıtmak için kullandığı bir garabete dönüşmüştür’ sözünün doğruluğunu ispatlayacağım.

Almanca dil temelli eğitim vermesi gereken okulumuza imam hatip liselerinde eğitim veren, Almanca bilgisi hiç olmayan temel ders öğretmenleri ve yine Almanca dil bilgisiyle hiç alakası olmayan imam hatip lisesinden bir müdür atanmıştı. Eğitimcilerin Almanca dil bilgisi olmadığından temel dersleri Almanca öğreneceğini düşündüğümüz kızımız 10.’cu sınıftan sonra Almancasını geliştirmek için kendi kendine çabalamak zorunda kalmıştı, çünkü temel ders öğretmenleri Almanca bilmiyordu.

Aynı okulun Almanca matematik, fizik, kimya, anlatmaya ömrünü adamış öğretmenleri de imam hatip liselerine atanmıştı. Yine şimdi olduğu gibi bir cezalandırma politikası güdülmüş ve kişiliğini hayata karşı duruşunu beğenmedikleri öğretmenler ciddi biçimde cezalandırılmıştı.

İşin sonunda, bu biçimde cezalandırılarak İstanbul’un bir ucuna ataması yapılan bir öğretmenleri vefat ettiğinde görevlendirildiği imam hatip lisesinden öğrencilerin Cağaloğlu Anadolu Lisesi öğrencileriyle bir araya gelerek, birbirlerine sarılıp nasıl hüngür hüngür ağladığını hatırlıyorum…

İşte bugün Bursa’daki ve ülkenin tüm şehirlerindeki proje okul öğrencileri benzeri hatıraları olmasın diye ‘Öğretmenime Dokunma’ diyor.

Kendileri de birer öğretmen olan idareciler de bu öğrencileri polise, ailelerine, Milli Eğitim Bakanlığı’na falan şikayet ediyor.

İçlerindeki yaranma duygusu ve bir şeyleri kaybetme korkusu eğitimci kimliklerini kenara itmelerine vesile olunca, utanma duygusu da başka yere uçup gidiyor…

Bu kez olmayacak!

Bu kez öğrencilerin yanında çok daha güçlü duran kurumlar, vekiller, veliler göreceksiniz…

Bu kez olmayacak, bu kez merkezi bir sınavla seçip aldığınız ve ülkenin en başarılı çocukları sizlersiniz dediğiniz öğrencilerin kendi seviyelerine uygun eğitim vermek için yıllarını adamış öğretmenlerden eğitim almalarının önüne geçemeyeceksiniz.

Bunun bir adım ötesi, öğrencileri iki, üç saatlik performanslarına göre seçtiğiniz sınavların boşa düşmesi, anlamsızlaşması, dolayısıyla bu sınavlara girmek için başvuruların düşmesidir…

Gençler bunu da bir düşünün isterseniz…

Davul bizde, tokmak başkasında

Davul bizde, tokmak başkasında

Geçtiğimiz yıl seçimlerden önce bu sütunlarda Osmangazi’yi kazanan Büyükşehir’i kazanır! başlıklı bir yazı kaleme almış, Osmangazi ilçemizin niteliklerine vurgu yapmıştık.

Seçim kampanya sunumlarına dair değerlendirmeyi yaklaşık bir yıl önce şöyle özetlemişiz.

Mustafa Dündar kendini ispatlamış olmanın özgüveni Erkan Aydın eksikliklerin farkında olanların kararlılığı ile çıktı sahneye ;

Mustafa Dündar, çok daha iyi işleri çok daha kolayca yapacağına dair imaj çizerken

Erkan Aydın geçen dönemler yapılamayanların, yapılması gerekenlerden daha fazla olduğunun üzerinde durdu.

Mustafa Dündar projeler için partisi ve merkezi idarenin desteğine güvenirken

Erkan Aydın hep birlikte yapmak ve israfı bitirmek vurgusu yaptı

Mustafa Dündar yeniden ve yüksek bir farkla kendisin kazanacağına inanırken

Erkan Aydın Osmangazi halkının kendisine kazandıracağı umuduyla konuştu “

Geçen seneki bu genel değerlendirmeden 17 gün sonra Erkan Aydın Osmangazi Belediye Başkanı seçildi.

Bunun üzerinden de bir yıllık süre geçti.

Osmangazi Belediyesi’nin Bursa’da muhalefete geçen belediyeler arasında, şöyle farklı bir yeri var;

Osmangazi belediyesi, uzun yıllar kesintisiz olarak AKP’li başkanlar tarafından yönetildi. Bu seçimlerde ise muhalefet tarafından kazanılmış olmasına rağmen geçmişi ile en barışık CHP’li belediye diyebiliriz. Bunda Mustafa Dündar’ın kişisel olarak  payı var şüphesiz.

Erkan Aydın kendi yönetimindeki bir yılın değerlendirmesini yaparken, kentsel dönüşüm için başlatılan ve önemli mesafe kat edilmiş projeleri öne çıkarıyor. Ancak kendi dönemlerinde bu projelerin  merkezi hükümet tarafından engellenmesinden, akamete uğratılmış olmasından şikâyetçi.

Tüm muhalif belediyelerdeki manzara burada da karşımıza çıkıyor yani ;

Kamu hizmetlerinin dolaylı ya da üstü kapalı engellenmesi!

İftira atmak, kurgu montaj videolar, gerçeğe aykırı açıklamalar ile kamuoyu oluşturmak nasıl “Siyaseten” meşruiyet kazandıysa, kamu hizmetlerinin yine kamu yetkililerce engellenmesi “Siyaseten” meşru hale getirildi

Bunların, bu engelleme ve girişimlerin her görüşten vatandaşa anlatılması, muhalif belediyelerin en büyük projesi olmalı.

Şöyle diyor Erkan Aydın;

“Kentsel dönüşüm konusunda 5 bölgede çalışmalar yürütüyoruz. Soğanlı-Çiftehavuzlar bölgesinde yapacağımız dönüşüm için her şey hazır. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan onay bekliyoruz. Soğukkuyu Mahallesi’nde yapmayı planladığımız kentsel dönüşüm çalışması için bütün kat malikleri ile görüştük. Çalışmalara başlayacağımız sırada bölgedeki 5 mahallenin bütün planları iptal oldu. Şimdi tekrardan planların yapılmasını bekleyeceğiz. Ebu İshak Mahallesi’nde de kentsel dönüşüme başlamak istiyoruz. Ancak her taraf kentsel park alanı olarak belirlenmiş. Binayı yıkıp yerine bina yaptığınızda yoğunlaşma artışından kaynaklı planın iptal olma riskiyle karşı karşıyasınız. Hüdavendigar Kentsel Dönüşüm’de 2. etap başlamak üzere. Maalesef sürekli bürokratik engellerle karşılaşıyoruz.

Biz her zaman sözümüzün arkasındayız. Kentsel dönüşüm ve deprem bizim birinci önceliğimiz. Ancak davul bizde tokmak başkasında”

700 yıl sonra aynı hikaye: Bursa’nın Sur İçi’nde tarih tekerrür ediyor

700 yıl sonra aynı hikaye: Bursa’nın Sur İçi’nde tarih tekerrür ediyor

Belediye başkanlarının değerlendirme toplantılarında sıra Osmangazi Belediyesi’ndeydi.

Osmangazi Meydanı’nda, yerel seçim sonrasında Kent Lokantası olarak hizmet vermeye başlayan alanda bir araya geldi gazetecilerle Başkan Erkan Aydın.

Bir yıl içerisinde hayata geçirdiklerini, geleceğe dair hedeflerini paylaştı.

Tahminim odur ki, siz de bunları Norm Haber’den okudunuz.

Başkan Aydın, 8 yıllık milletvekilliği tecrübesi ile görev başındaki sürenin çabuk geçtiği fark edip yola hızlıca koyulmuş. Kadroları hızlıca oluşturup kısa sürede çalışmalara başlamış.

Belki de o sebepten Osmangazi Belediyesi, el değiştiren belediyeler içerisinde en hızlı aksiyon alan kurum oldu. Çok az bir zaman içerisinde hazırlıklar tamamlanarak projeler için adımlar atıldı.

Şimdiye kadar özellikle kreş ve Genç Kafe’lerin yoğunlukta olduğu açılışların yanı sıra parklar ve kütüphaneler ile de ilçenin sosyal hayatına artı değer sağlanmış.

Kentsel dönüşüm için ise ‘Davul bizde, tokmak başkasında‘ diyor Başkan Aydın. Hazırlanan projeler var ama kimi iptal edilmiş, kimi de bakanlıkta imza bekliyor.

Günde 7-8 bin civarı ekmeğin de muhtarlar aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine dağıtıldığını söyledi Erkan Aydın, sunumun bir noktasında. Konunun üzerinde durmadı, görseli de yoktu zaten. ‘İnsanları metrelerce kuyruklar oluşturup bekletmek yerine muhtarlarla evine kadar ekmeklerini götürüyoruz’ dedi. Günde 8 bin ekmek, en azından 4-5 bin yoksul aile demek. Ekmek alacak parası olmayan insanlar demek. Ekonomik gidişat cüzdanlarda nasıl duruyor bilmiyorum ama Aydın’ın bu anlattığı olayda yoksulluğun o burun kemiğini kıran kokusu çok net duyuluyor.

Bir başka dikkat çekici nokta ise sosyal sorumluluk alanında gerçekleşmiş. 33 mahalleden 160 çocuk Uludağ’a götürülmüş, kayak dersleri alması sağlanmış. Bu proje ile, bu şehrin Uludağ’ı görmeden büyüyen çocuklarından 160 tane azaldığına sevinelim, emeği geçenleri tebrik edelim biz de.

Osmangazi, sloganda olduğu gibi ‘Bursa’nın Kalbi’, Bursa’da tarihin de kalbi.

Bünyesinde Osmanlı mirası çok sayıda eserin yanı sıra Bizans ve Roma döneminden izleri taşıyan Osmangazi’de tarihe ışık tutacak bir çalışma da yapılacağını açıkladı Başkan Aydın.

Aydın, ‘Tarihi İpek Yolu Aksı’ isimli projeyi “500 bin metrekarelik alana sahip olan Hisar bölgesi, Bursa’nın kalbi konumunda. Bursa’da turistler ortalama 1,8 gün konaklıyor. Bu konaklama süresini arttırmamız gerekiyor. Bütün dünya, ‘eski şehir’ dediğimiz bölgelerde tarihini, kültürünü, gastronomisini gelen turistlere sunuyor. Biz de, Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi’nden başlayarak, Kayhan Çarşısı, Açık Çarşı, Uzun Çarşı ve Kapalı Çarşı boyunca devam eden, Ulucami, Osman Gazi, Orhan Gazi türbelerini içine alarak Kavaklı Caddesi boyunca devam eden ve Üftade Türbesi, Alaattin Camii, Filiboz Mescidi, Arkeopark’ı kapsayacak şekilde Turgut Yılmazipek Fabrikası’nda son bulan Tarihi İpek Yolu Aksı projesi ile kentimizin turizmine hareketlilik katmak istiyoruz. İpek Yolu Aksı’nı yürüyerek gezecek olan turistler, kentimizin tarihi, kültürü ve gastronomisini bir arada yaşayacaklar. Tarihi İpek Yolu Aksı projemizin önemli bir ayağını da Turgut Yılmazipek (Romangal) İpek Fabrikası oluşturuyor. Kamulaştırmasını tamamladığımız fabrikada gerçekleştireceğimiz çalışma için bir çalıştay yaptık. Burası tarih kokan 10 bin metrekarelik bir alan. Burasını Bursa’nın kültür, sanat ve etkinlik alanı olarak hayata geçirmek istiyoruz” sözleri ile anlatırken, aklıma Bursa’nın Orhan Gazi’nin fethi ile birlikte Osmanlı yönetimine girdiği ilk yılları anlatan; Levent Kazak’ın senaryosunu yazdığı, Ezel Akay’ın yönettiği ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü’ filmi geldi.

Filmde Anadolu’nun dağılan beyliklerinin birinden Osmanlı mülküne gelen Kadı Pervane, maiyetindeki Emir Çoban’a taze fethedilmiş Bursa’yı gösterirken şu cümleyi kurar: “İşte sana Bursa. Şehr-i Orhan Gazi. Biz Arap’ı, Acem’i, Tatar’ı ile uğraşırken bunlar sessiz sedasız büyüdüler.”

Tıpkı filmde sözü geçen konudan yaklaşık 700 sonra benzer bir hikaye var Sur İçi’nde kalan Bursa’da:

Çoğu belediye borç yükü ve geçiş süreci sancıları yaşarken Osmangazi sessiz sedasız ilerliyor.

Slogan güzel; ‘Bursa’nın kalbi Osmangazi’

Slogan güzel; ‘Bursa’nın kalbi Osmangazi’

Bursalı belediye başkanlarının ilk yıllarını değerlendirme toplantısı sırası Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydındaydı.

CHP belediyelerinde genellikle birbiri üzerine gelen programlar nedeniyle yaşanan bölünmelerin önüne geçmek için Osmangazi Belediyesi ilk yıl değerlendirme toplantısının tarihi bundan tam bir ay önce duyurulmuştu zaten.

Tedbir önden alınınca bir çakışma da yaşanmadı.

CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal ve CHP Osmangazi İlçe Başkanı Raşit Gürbüz’ün eşlik ettiği Erkan Aydın da tüm CHP’li belediye başkanları gibi bir yıl boyunca yaptıklarını hazırlanan bir tanıtım filmi ve bir sunum düzeni eşliğinde kendisi anlatmayı tercih etti.

Başkanlık koltuğuna oturduğumuzda icraatlara hızlı başladık, hızlı da devam etmek zorundayız. Bursa’nın kalbi olan Osmangazi’nin yüzünü güldürmek için çok çalışmalıyız” dedi Aydın konuşmasının başında.

Bursa’nın kalbi Osmangazi’ sloganı bence şehir geliştikçe cazibe merkezi olma halini başka ilçelere kaptıran Osmangazi’nin yeniden kuruluş ayarlarına döneceğinin habercisi olmuş.

Erkan Aydın göreve gelir gelmez CHP Belediyeleri ile özdeşleşen Kent Lokantalarından birini kazandırdı Osmangazi’ye, yine gençlerin rahatlıkla sosyalleşmeleri için ‘Genç Kafe’yi hizmete aldı, gençlerin eğitimine destek olmak amacı güden bir kütüphane de açıldı.

Tüm bu hizmetler için önceden bir bina hazırlanmasına da gerek olmadı üstelik.

Osmangazi’nin geçmiş dönem belediye başkanı Mustafa Dündar’ın projesi olan Osmangazi Meydanı etrafındaki yapılar kullanıldı bahsettiğim hizmetler için.

Osmangazi Meydanının Bursa’nın kalbi olan ilçede uzun süredir unutulan sokak konserlerine ev sahipliği yaptığı, şenliklere kucak açtığı gerçeğini de hatırlamak lazım.

Her birimizin içinin ayrı ayrı karardığı şu günlerde düzenlenen etkinlikler biraz olsun yüzümüzü güldürdü.

Yine CHP’li belediyelerin en başarılı hizmetlerinden olan, kadınların çalışma hayatına dönmelerini de kolaylaştırdığından hem eğitime hem üretime katkı sunan kreşlerden 6 tanesinin temeli de atıldı bir yıllık süreçte.

Sunumunda sokak hayvanlarıyla ilgili veteriner hizmetleri verdiklerini söyleyen, bir yıl içinde 17 bin 758 adet medikal hizmet ile birlikte 3 bin 432 adet kısırlaştırma işleminin yapıldığını kaydeden Aydın, 727 sokak hayvanının sahiplendirildiğini bildirdi ve barınaklarında bulunan sokak hayvanlarını sahiplenmeye davet etti Bursalıları.

Gelelim Osmangazi Belediyesi’nin gelir gider tablosuna…

Başkan Erkan Aydın, Osmangazi Belediyesinin 2024 gider bütçesinin 4.3 milyar TL, gerçekleşen giderin 4.1 milyar TL, bütçe gerçekleşme oranının ise yüzde 95, 41 olarak tespit edildiğini söyledi. Belediyenin bütçe gelirinin 4.3 milyar TL, gerçekleşen gelirinin 3.7 Milyar TL, bütçe gerçekleşme oranının da yüzde 87.03 olarak belirlendiğini açıkladı.

Bu rakamlardan yola çıkarak 2025 yılı Osmangazi Belediyesi tahmini bütçesini de 6.3 Milyar TL olarak duyurdu.

Toplantının küçük tefek ayrıntıları da yok değildi elbette…

Öncelikle Erkan Aydın her zaman olduğu gibi kendisine yöneltilen ‘Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile aranız bozuk mu?’ sorusuna ‘Aramızda bir sorun yok, gayet güzel çalışıyoruz’ diyerek yanıt verdi. Fakat Osmangazi Belediyesi için son derece önemli olan ve tarihi bir ay öncesinden duyurulmuş olan bir yıllık değerlendirme toplantısına hiçbir CHP’li belediye başkanının katılmamış olması dikkat çekiciydi.

Başkan Bozbey’in Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir’in düzenlediği toplantıya geç de olsa katıldığını hatırlatmakta fayda var.

İlçenin en önemli sorunu depreme karşı dirençsiz yapıların ve bölgelerin yoğun olması. Bu da Bursa için artık klasik bir sorun haline geldi. Birinin merkezi hükümetin yakasına yapışıp bu gerçeği anlatmasına ve gereken kentsel dönüşümü kolaylaştırıcı destekleri hükümet bütçesinden almasına ciddi ihtiyacımız var.

Bunun dışında kendisi doğrudan sonuç odaklı bir kişilik sergileyen Erkan Aydın’ın Osmangazi Belediyesi yönetiminde de benzeri bir yol izlediği net biçimde görülüyordu. Hedefe odaklı bir çalışma prensibi benimsenmiş Osmangazi’nin CHP’li belediyelerin para sopası ile dövülmediği siyasi konjonktürde çok daha iyi bir noktaya taşınacağına kuşkum yok.

***

 

Nilüfer Belediyesi’nden yanıt var…

Nilüfer Belediyesi’ne sıklıkla bir uyumayan kütüphane olsun ilçemizde çağrısı yapıyorum. Geçtiğimiz gün kaleme aldığım ve belediyenin yıllık değerlendirme toplantısı ile ilgili izlenimlerimi aktardığım yazımda da benzeri bir çağrıda bulundum.

Nilüfer Belediyesinin çok kıymetli Başkan Yardımcılarından Okan Şahin bu konudaki talebimle ilgili bir açıklamada bulundu.

Durum benim bildiğimden biraz farklıymış. Şöyle ki;

Görükle’deki Koza Kütüphanesi aslında 7 gün 24 saat açık bir konsepte sahipmiş. Sadece sabahları genel temizlik için küçük bir ara veriliyormuş. Nazım Hikmet Kültür Merkezi içerisinde bulunan Şiir Kütüphanesi ise gece 24.00’e kadar açık kalıyor. Kütüphanedeki gece ziyaretçi sayıları düzenli olarak tutuluyormuş. Elde biraz veri biriktikten sonra gece ziyaretçi sayısına göre bir değerlendirme yapılarak açık kalma süresi yeniden gözden geçirilecek.

Ancak şunu belirtmek lazım ki, gece saat 02.00’den sonra Koza kütüphanesindeki ziyaretçi sayısı 3-4 kişiye düşüyormuş. Yoğunluğun sınav dönemlerinde daha çok yaşandığını söylüyor Okan Şahin. Kendisine bilgilendirme nezaketinde bulunduğu için çok teşekkür ediyorum.

Kütüphanelerin durumunu buradan aktarmış ve netleştirmiş olalım, bana sürekli olarak Nilüfer’de gece çalışabileceğimiz kütüphane yok diyen genç arkadaşlara…